--Benim 17 yaşımdan beri Dünya görüşümde hiç bir değişiklik olmadı. Dini inanç ve amellerimde de hiç bir değişiklik olmadı. Artık bundan sonra da olsa ne olur olur, olmasa ne olur. Ancak bu sayfayı ve benzer sayfaları okuduğum da aklıma hep şu sorular geliyor... 1= Takvalar her zaman ve her fırsatta derler ki, Yüce Yaradan istemeden yaprak oynamaz. Eh bende derim ki, Yüce Yaradan neden Anayasası Kuran olan, bütün kurum ve kuruşlar DİN esaslarına dayalı bir Devlet sistemi kurmuyor? 2= Dünya da ilk ayrışmayı, bölünmeyi, mülkiyet edinmeyi, bütün kaos ve kargaşayı Din'ler başlatmıştır. Yaprağın oynamasına izin vermeyen Yüce Yaradan, neden bu ve benzeri olumsuzluklara izin vermiştir? 3= Dört ayrı büyük kitap, dört ayrı Siyaset demektir. Neden tek kitap değildir. Bu bir ayrışma değil midir? 4= Yaprağın oynamasına izin vermeyen Yüce Yaradan, Bütün inançları tek bir çatı altında toplayıp, sevgi, barış, uhulet ve suhulet içerisinde yaşamsal bir devinim neden sağlamadı. Neden bunca kanlı savaşlara izin verdi? 5= Kuran hak-hukuk-adalet mizanından bahseder. İyiyi, güzeli, doğruyu ve sükuneti öğütler. Hayır ve hasenattan, sevgi ve barıştan bahseder. O, zaman Yüce Yaradan neden böyle toplumlar yaratmıyor? 6= Bütün İnsan alemini bir tek kudret yarattığına göre. Neden Yüce Yaradan bütün kullarını adil ve eşit tutmuyor. Vehbi Koçlar, Sakıp Sabancılar, Ali İhsan Sönmezler Cavit Çağlarlar bir umum zenginler Allah'ın sevgili kulları da, Garip-gurebası, Fakir fukarası, yoksulu-yetimi-emeklisi ve kadersiz Ozan Çakıroğlu Yüce Yaradanın sevgili kulları değil midir? 7= Yaprağın oynamasına izin vermeyen Yüce Yaradan, neden Orta doğuyu kan gölüne çevirdi. Gazze'de kadın, erkek, çoluk-çocuk vahşice katlediliyor. Allah bu vahşete neden izin veriyor? 8= Daha binlerce örneği vardır. Zaten yukarıda ki 7 maddeye tafsilatlı bir şekilde cevap verebilen olursa, benim gibi cahil kalmışlar da aydınlanmış olurlar... --Ben bu soruları Sayın Cihat Şahin Hocaya sorsaydım, onun cevabı şöyle olurdu. Dünya Ahiretin tarlasıdır. Burada Beşeriyet neyi ekerse, ahirette onu biçecektir. Yani kulları bir çeşit rüşvetlemek. Ya hu kardeşim, biz Türk Ulusal milleti olarak, ne çektiysek, bu rüşvetçi, torpilci rantiyeci, çıkarcı, yalancı ve ihaleci kesimden çektik??? ----------OZAN ÇAKIROĞLU--------
İslamiyet neydi, ne oldu,ne olmalıydı, Allahtan olmalıydı, Takipçileri merhametli, hayır da zahmetli, zorluk ne olursa olsun meşaketli olmalıydı, güvenilir, sorgular, terbiyeli bir ahlakla dolmalıydı.
İslamiyet kendini yaratanı,Halık'ını bilip tüm kalbiy le manen teslim ile birlikte amelen dahi tüm azasıyla ona teslim olmaktır işte bu hal ve hareketle teslim olana dahi müslüman denir Ya ilahi canımızı müslüman olarak al ve kulağımızı ezansız bedenimizi tam teslimiyet ile namazsız bırakma ve bize sana teslimiyet konusunda ihlas devamlılık samimiyet ve istikrarda yardım et zira yardımcı olarak kuluna sen yetersin vekefa billahi nasira amin.
İslamiyet Sayısız yaratılanlar arasında insan sınanmayı kabul etti. Karşılığı ebediyet KUL bilinci varsa ebedi huzur Bence İslam. kalbindeki akıl ile bu dünya denen dar boğazdan geçer.
Hoş görmek, birinin hatalı davranışına karşı geliştirilen iyi davranıştır, aynen karşılık verebilecekken vazgeçmektir. Çünkü insanız; aynı çatı altında yaşıyor, aynı güneşten faydalanıyor, aynı topraktan besleniyoruz. Aynı ten kafesinde, aynı can emanetini taşıyoruz. Doğumla ölüm arasında benzer duraklarda konup kalkıyoruz ve bütün benzerliklerimize rağmen herkesin tuttuğu farklı yollar, benimsediği farklı hayat tarzları var. Nasıl ki yer damar damardır, insan da çeşit çeşit… Aynı olay karşısında farklı tepkiler verebilir, aynı durumlarda farklı davranışları kolayca sergileriz. Bunların kimi doğrudur, kimi de yanlış...
Hayat insana Rabbinin verdiği bir armağandır; güllük gülistanlık bir armağan. Ama gül dikensiz değildir. Hayat da… Hayat denen gülistanın dikenleri güçlükler, zorluklar ve sıkıntılardır. Sabırsa bunlara göğüs germenin adı… Kimi zaman ağırlığından omuzlarımızın yorulduğu, ayaklarımızın titrediği elemlere katlanırız; kimi zaman sonucunda karşılaşacağımız güzelliklerin ümidiyle bazı lezzetlerden uzak durmak mecburiyetine... Kimi zaman da hiçbir şey beklemeden ve hiçbir şey ümit etmeden bekleriz, sadece bekleriz. Zahmetsiz rahmet ermez çünkü. Hayat yolculuğunda kapısında duracağımız sabır, kazanacağımız galibiyetlerin ve güzel sonuçların habercisidir; er ya da geç kapı açılacaktır çünkü....
Umut sanatkârının tutunduğu daldır sabır. Sayesinde sözümüzden veya kararlarımızdan dönmeden gereğini sonuna kadar yaparız; korukluktan olgunluğa ancak böyle geçileceğini biliriz. Sabrın eteklerine sıkı sıkıya tutunarak olacak olanı telâş göstermeden bekleriz; bu bize katlanma gücü verir, dayanıklılık kazandırır...
Sabrı ahlâk edinmiş kişi sözlerini yerine getirmek için sabreder. Namazlarına, oruçlarına sabırla devam eder. Allah’tan gelen nimetlerin lezzetine de, çekip aldığında yokluğunun elemine de sabreder. Yanındakilerin bir gün yok olacağını, Allah katında olanın ise kalıcı olduğunu bilmenin gücüyle sabretmeye devam eder. Korktuğunda, aç açıkta kaldığında, malını mülkünü kaybettiğinde tahammül gösterip sabreder...
Hz. Peygamber’in(s.a.s.) eşsiz ahlâkını “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd 11 / 112) âyetinin emrine uygun davranma endişesi şekillendirmekteydi. O, dua ve ibadetlerinde, yeme içmesinde, giyim kuşamında, dostları ve hasımları ile ilişkilerinde, ticarî faaliyetlerinde, zenginlik ve fakirlik dönemlerinde, savaş ve barış zamanlarında, hayatının her alanında ve bütün safhalarında hep bu endişeyi taşımaktaydı. O kadar ki “Beni, Hûd sûresi ihtiyarlattı” buyurmuştu. Onun ahlâkı Kur’an’dan ibaretti. O, güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilmiş bir elçiydi.
Güzel ahlâkın örneği olan Hz. Peygamber, (s.a.s.) diğer insanlarla ilişkilerinde nazik, şefkatli ve merhametliydi. Her zaman güler yüzlü ve mütevaziydi. Ashabıyla karşılaştığında önce o selâm verir ve karşısındakiyle tokalaşırdı. Karşısındaki elini bırakıncaya kadar da elini bırakmazdı. Birisi onunla konuştuğunda ona doğru döner ve muhatabının sözü bitinceye kadar yüzünü çevirmezdi. Hasta olan arkadaşlarını ziyaret eder, komşuluk ilişkilerine önem verirdi. İzin verilmedikçe birinin evine girmez, izin verilmezse geri dönerdi. Gittiği evlerde başköşeye oturmaktan kaçınırdı. Misafirlerine ise bizzat kendisi hizmet ederdi.
Hz. Muhammed(s.a.s.) Allah’ın, kulları arasından seçtiği bir peygamberdir. Bir peygamber olarak tebliğ görevi ile yükümlüydü. Allah’tan aldığı vahyi insanlara bildirir, kendisi de vahyin bildirdiği şekilde hayatını sürdürürdü. Bu yönüyle bütün insanlık için en güzel örnektir. Ümmetini hep iyiye ve doğruya davet etmiştir. O aynı zamanda bir uyarıcıdır. Allah’a itaat ettiği gibi resûlüne(s.a.s.) de itaat etmek her müslümanın üzerine bir borçtur. Hz. Peygamber, (s.a.s.) rehberdir, yol göstericidir. Bütün bu görevlerini insanların özelliklerine dikkat ederek, onları kırıp incitmeden yerine getirmiş, Allah’ın buyruklarını hep sabırla anlatmıştır. Karşılaştığı güçlüklerden yılmamış, davasına hep sadık kalmıştır. Hira mağarasında ilk vahyi aldığı günden son nefesini verinceye kadar sürdürdüğü hayatı ve geride bıraktığı sünneti ile o(s.a.s.) âlemlere rahmettir.
Cahit Bey, Dünya ve Ahiretin tapusu yüce Yaratana ait değil midir? Bu tafsilatı kim, ya da kimler yapıyor. Her yaratılmışın gaye ve önemi farklı-farklıdır. Bu Dünya olmasa, Ahiretin ne mana ve kıymeti olacaktır? Yaşam varsa, ölüm mutlak olacaktır.. . Dünya gerçek, İnsanlar Fani, ölümse haktır...Bu deyim de bana aittir... Sevgi, Barış, hayır ve hasenatla kalınız.
Edebe riayet etmeyen hiç kimse, Allahü teâlâya kavuşamaz, yani veli olamaz. Din büyüklerinin yolu baştan sona edeptir. Namazın sünnet ve edeplerinden birini gözetmek ve tenzihi bir mekruhtan sakınmak; zikir, fikirden (tefekkürden) üstündür.
İlk imanımızı anamızdan, babamızdan öğrendik. Onlar ilk mürşidimizdir. Onun için ana baba hakkı çok büyüktür. Bu yüzden, din düşmanları; İslam’ı kökünden kazımak için aile yuvasını yıkmak lazım diyorlar.
Mevcuda şükretmeli, kanaat etmeli. Mevcutla devam etmeli. İsraf, küfran-ı nimet, hep "Bu bana lazımdır” diyerek başlar. Bir kere bu bana lazımdır deyince onun ardı gelir, bu da lazım, şu da lazım diye devam eder. Lazım dediğine kavuşmak için dinin dışına çıkar da haberi olmaz.
Allahü teâlâ suç işleyenin cezasını verir, ancak istigfar edenleri affeder. Müjdeler çok, Rabbimizin merhameti geniş. Seksen sene kilisede papazlık yapmış, İslamı yıkmaya uğraşmış kişiyi bile bir kelime-i şehadet söylemekle affediyor. Allahümme inneke afüvvün kerîmün tühıbbül afve fa'fü annî (Ya Rabbi sen madem ki affedicisin, ihsan edicisin, affetmeyi seversin öyleyse beni de affet). Bunu her namazdan sonra okumalı. Bunlar hep, âsi kullara Allahü teâlânın müjdesidir.
Peygamber efendimize bir yahudi gelip, selam verir gibi yaparak Es sam aleyküm yani, ölesin, yok olasın der. Peygamber efendimiz de, ve aleyküm sam diye cevap verir. Gittikten sonra, Hazret-i Âişe validemiz, Allah belanızı versin, sizi kahretsin... gibi bazı şeyleri sıralamaya başlayınca, Peygamberimiz durdurup, fazlaya hakkımız yok, bize ne yaptıysa ancak o kadarını yapabiliriz, buyurdu. Kâfir de olsa yaptığından fazlasını yapmak caiz değildir.
Nice sarhoşlar vardır ki, yaptığından pişmanlık duyar tevbe eder, imanla gider. Nice dervişler, müritler vardır ki, kibirlidir, günahları için tevbe etmez, imansız giderler. Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine bir papaz gelip, ben mi üstünüm sen mi üstünsün diye sorar. O da bir hafta sonra gel, der. Bir hafta sonra geldiğinde vefat ettiğini görür. Bugün bana cevap verecekti diye söylenince, tabutu göstererek, işte orada git sor, o boşuna konuşmaz derler. Tabutunun başına gidip aynı soruyu sorar. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri Allahü teâlânın izniyle başını kaldırıp, şöyle cevap verir; Geçen hafta sonumun ne olacağını bilmediğim için sana cevap veremedim. Ben imanla gidip kendimi kurtardım, senden üstünüm. Sen kendine bak. Papaz, ağlamaya başlar, kelime-i şehadet getirir müslüman olur.
Bilerek pek küfre düşülmez fakat bilmeyerek küfre düşülebilir. Bunun için (Ya Rabbi, bilerek veya bilmeyerek küfre sebep olan bir söz söylediysem, bir iş yaptıysam nadim oldum, pişman oldum, beni affet) duasını çok okumamız lazım. Küfür sigorta gibidir. İrtibatı keser. Bir kimse küfre düşmüş ise, ne yaparsa yapsın, ne kadar çok ibadet ederse etsin hiçbir faydası yoktur. Çünkü sigorta atmıştır, ampul, tesisat ne kadar sağlam olursa olsun, elektrik gelmediği için fayda olmaz.
--Benim 17 yaşımdan beri Dünya görüşümde hiç bir değişiklik olmadı. Dini inanç
ve amellerimde de hiç bir değişiklik olmadı. Artık bundan sonra da olsa ne olur
olur, olmasa ne olur. Ancak bu sayfayı ve benzer sayfaları okuduğum da aklıma
hep şu sorular geliyor...
1= Takvalar her zaman ve her fırsatta derler ki, Yüce Yaradan istemeden yaprak
oynamaz. Eh bende derim ki, Yüce Yaradan neden Anayasası Kuran olan, bütün
kurum ve kuruşlar DİN esaslarına dayalı bir Devlet sistemi kurmuyor?
2= Dünya da ilk ayrışmayı, bölünmeyi, mülkiyet edinmeyi, bütün kaos ve kargaşayı
Din'ler başlatmıştır. Yaprağın oynamasına izin vermeyen Yüce Yaradan, neden bu
ve benzeri olumsuzluklara izin vermiştir?
3= Dört ayrı büyük kitap, dört ayrı Siyaset demektir. Neden tek kitap değildir. Bu bir
ayrışma değil midir?
4= Yaprağın oynamasına izin vermeyen Yüce Yaradan, Bütün inançları tek bir çatı
altında toplayıp, sevgi, barış, uhulet ve suhulet içerisinde yaşamsal bir devinim neden
sağlamadı. Neden bunca kanlı savaşlara izin verdi?
5= Kuran hak-hukuk-adalet mizanından bahseder. İyiyi, güzeli, doğruyu ve sükuneti
öğütler. Hayır ve hasenattan, sevgi ve barıştan bahseder. O, zaman Yüce Yaradan
neden böyle toplumlar yaratmıyor?
6= Bütün İnsan alemini bir tek kudret yarattığına göre. Neden Yüce Yaradan bütün
kullarını adil ve eşit tutmuyor. Vehbi Koçlar, Sakıp Sabancılar, Ali İhsan Sönmezler
Cavit Çağlarlar bir umum zenginler Allah'ın sevgili kulları da, Garip-gurebası, Fakir
fukarası, yoksulu-yetimi-emeklisi ve kadersiz Ozan Çakıroğlu Yüce Yaradanın sevgili
kulları değil midir?
7= Yaprağın oynamasına izin vermeyen Yüce Yaradan, neden Orta doğuyu kan gölüne
çevirdi. Gazze'de kadın, erkek, çoluk-çocuk vahşice katlediliyor. Allah bu vahşete neden
izin veriyor?
8= Daha binlerce örneği vardır. Zaten yukarıda ki 7 maddeye tafsilatlı bir şekilde cevap
verebilen olursa, benim gibi cahil kalmışlar da aydınlanmış olurlar...
--Ben bu soruları Sayın Cihat Şahin Hocaya sorsaydım, onun cevabı şöyle olurdu. Dünya
Ahiretin tarlasıdır. Burada Beşeriyet neyi ekerse, ahirette onu biçecektir. Yani kulları bir çeşit
rüşvetlemek. Ya hu kardeşim, biz Türk Ulusal milleti olarak, ne çektiysek, bu rüşvetçi, torpilci
rantiyeci, çıkarcı, yalancı ve ihaleci kesimden çektik???
----------OZAN ÇAKIROĞLU--------
Zerdüştçülük..
İlk tek tanrılı din..
Ve diğer tüm inanışların beslendiği evrensel bir ahlak anlayışı..
İslamiyet neydi, ne oldu,ne olmalıydı, Allahtan olmalıydı,
Takipçileri merhametli, hayır da zahmetli, zorluk ne olursa olsun meşaketli olmalıydı, güvenilir, sorgular, terbiyeli bir ahlakla dolmalıydı.
İslamiyet kendini yaratanı,Halık'ını bilip tüm kalbiy le manen teslim ile birlikte amelen dahi tüm azasıyla ona teslim olmaktır işte bu hal ve hareketle teslim olana dahi müslüman denir Ya ilahi canımızı müslüman olarak al ve kulağımızı ezansız bedenimizi tam teslimiyet ile namazsız bırakma ve bize sana teslimiyet konusunda ihlas devamlılık samimiyet ve istikrarda yardım et zira yardımcı olarak kuluna sen yetersin vekefa billahi nasira amin.
İslamiyet
Sayısız yaratılanlar arasında insan sınanmayı kabul etti. Karşılığı ebediyet
KUL bilinci varsa ebedi huzur
Bence İslam. kalbindeki akıl ile bu dünya denen dar boğazdan geçer.
Hoş görmek, birinin hatalı davranışına karşı geliştirilen iyi davranıştır, aynen karşılık verebilecekken vazgeçmektir. Çünkü insanız; aynı çatı altında yaşıyor, aynı güneşten faydalanıyor, aynı topraktan besleniyoruz. Aynı ten kafesinde, aynı can emanetini taşıyoruz. Doğumla ölüm arasında benzer duraklarda konup kalkıyoruz ve bütün benzerliklerimize rağmen herkesin tuttuğu farklı yollar, benimsediği farklı hayat tarzları var. Nasıl ki yer damar damardır, insan da çeşit çeşit… Aynı olay karşısında farklı tepkiler verebilir, aynı durumlarda farklı davranışları kolayca sergileriz. Bunların kimi doğrudur, kimi de yanlış...
Hayat insana Rabbinin verdiği bir armağandır; güllük gülistanlık bir armağan. Ama gül dikensiz değildir. Hayat da… Hayat denen gülistanın dikenleri güçlükler, zorluklar ve sıkıntılardır. Sabırsa bunlara göğüs germenin adı… Kimi zaman ağırlığından omuzlarımızın yorulduğu, ayaklarımızın titrediği elemlere katlanırız; kimi zaman sonucunda karşılaşacağımız güzelliklerin ümidiyle bazı lezzetlerden uzak durmak mecburiyetine... Kimi zaman da hiçbir şey beklemeden ve hiçbir şey ümit etmeden bekleriz, sadece bekleriz. Zahmetsiz rahmet ermez çünkü. Hayat yolculuğunda kapısında duracağımız sabır, kazanacağımız galibiyetlerin ve güzel sonuçların habercisidir; er ya da geç kapı açılacaktır çünkü....
Umut sanatkârının tutunduğu daldır sabır. Sayesinde sözümüzden veya kararlarımızdan dönmeden gereğini sonuna kadar yaparız; korukluktan olgunluğa ancak böyle geçileceğini biliriz. Sabrın eteklerine sıkı sıkıya tutunarak olacak olanı telâş göstermeden bekleriz; bu bize katlanma gücü verir, dayanıklılık kazandırır...
Sabrı ahlâk edinmiş kişi sözlerini yerine getirmek için sabreder. Namazlarına, oruçlarına sabırla devam eder. Allah’tan gelen nimetlerin lezzetine de, çekip aldığında yokluğunun elemine de sabreder. Yanındakilerin bir gün yok olacağını, Allah katında olanın ise kalıcı olduğunu bilmenin gücüyle sabretmeye devam eder. Korktuğunda, aç açıkta kaldığında, malını mülkünü kaybettiğinde tahammül gösterip sabreder...
Hz. Peygamber’in(s.a.s.) eşsiz ahlâkını “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd 11 / 112) âyetinin emrine uygun davranma endişesi şekillendirmekteydi. O, dua ve ibadetlerinde, yeme içmesinde, giyim kuşamında, dostları ve hasımları ile ilişkilerinde, ticarî faaliyetlerinde, zenginlik ve fakirlik dönemlerinde, savaş ve barış zamanlarında, hayatının her alanında ve bütün safhalarında hep bu endişeyi taşımaktaydı. O kadar ki “Beni, Hûd sûresi ihtiyarlattı” buyurmuştu. Onun ahlâkı Kur’an’dan ibaretti. O, güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilmiş bir elçiydi.
Güzel ahlâkın örneği olan Hz. Peygamber, (s.a.s.) diğer insanlarla ilişkilerinde nazik, şefkatli ve merhametliydi. Her zaman güler yüzlü ve mütevaziydi. Ashabıyla karşılaştığında önce o selâm verir ve karşısındakiyle tokalaşırdı. Karşısındaki elini bırakıncaya kadar da elini bırakmazdı. Birisi onunla konuştuğunda ona doğru döner ve muhatabının sözü bitinceye kadar yüzünü çevirmezdi. Hasta olan arkadaşlarını ziyaret eder, komşuluk ilişkilerine önem verirdi. İzin verilmedikçe birinin evine girmez, izin verilmezse geri dönerdi. Gittiği evlerde başköşeye oturmaktan kaçınırdı. Misafirlerine ise bizzat kendisi hizmet ederdi.
Hz. Muhammed(s.a.s.) Allah’ın, kulları arasından seçtiği bir peygamberdir. Bir peygamber olarak tebliğ görevi ile yükümlüydü. Allah’tan aldığı vahyi insanlara bildirir, kendisi de vahyin bildirdiği şekilde hayatını sürdürürdü. Bu yönüyle bütün insanlık için en güzel örnektir. Ümmetini hep iyiye ve doğruya davet etmiştir. O aynı zamanda bir uyarıcıdır. Allah’a itaat ettiği gibi resûlüne(s.a.s.) de itaat etmek her müslümanın üzerine bir borçtur. Hz. Peygamber, (s.a.s.) rehberdir, yol göstericidir. Bütün bu görevlerini insanların özelliklerine dikkat ederek, onları kırıp incitmeden yerine getirmiş, Allah’ın buyruklarını hep sabırla anlatmıştır. Karşılaştığı güçlüklerden yılmamış, davasına hep sadık kalmıştır. Hira mağarasında ilk vahyi aldığı günden son nefesini verinceye kadar sürdürdüğü hayatı ve geride bıraktığı sünneti ile o(s.a.s.) âlemlere rahmettir.
(İzinsiz bir evin içine bakan, haram işlemiş olur.) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Arkadaşının yazısına izinsiz bakan, Cehennem ateşine bakmış olur.) [Taberani]
Azılı bir kâfir Müslüman olunca, bütün günahları affedilir, tertemiz bir Müslüman olur. Hatta günahları sevaba çevrilir. (Furkan 70)
(Süs ve gösteriş için giydiği elbiseyi üstünden çıkarmadığı müddetçe, Allahü teâlâ ona rahmet etmez.) [Taberani]
(Güzel giyinin ki, Allahü teâlânın size verdiği nimetlerin eseri görülsün!) [Taberani]
Cahit Bey, Dünya ve Ahiretin tapusu yüce Yaratana ait değil midir?
Bu tafsilatı kim, ya da kimler yapıyor. Her yaratılmışın gaye ve önemi
farklı-farklıdır. Bu Dünya olmasa, Ahiretin ne mana ve kıymeti olacaktır?
Yaşam varsa, ölüm mutlak olacaktır..
.
Dünya gerçek, İnsanlar Fani, ölümse haktır...Bu deyim de bana aittir...
Sevgi, Barış, hayır ve hasenatla kalınız.
Dünya malı için üzülmek, kalbe zulmet; ahiret için üzülmek ise, kalbe nurdur.
Allahü teâlâ, başkasına acımayana merhamet etmez, af etmeyeni af etmez, özür kabul etmeyenin özrünü kabul etmez.
Bir insan için, en kötü beş şey; imansızlık, kibir, şükür azlığı, kötü ahlak ve cimrilik.
Edebe riayet etmeyen hiç kimse, Allahü teâlâya kavuşamaz, yani veli olamaz. Din büyüklerinin yolu baştan sona edeptir. Namazın sünnet ve edeplerinden birini gözetmek ve tenzihi bir mekruhtan sakınmak; zikir, fikirden (tefekkürden) üstündür.
Çocuklarımıza çok ihtimam göstermeli. Kur’an-ı kerim okumalarına, ehl-i sünnet itikadını ve ilmihal bilgilerini öğrenmelerine, ehl-i sünnet âlimlerini tanımalarına ve sevmelerine çok ehemmiyet vermeli
İlk imanımızı anamızdan, babamızdan öğrendik. Onlar ilk mürşidimizdir. Onun için ana baba hakkı çok büyüktür. Bu yüzden, din düşmanları; İslam’ı kökünden kazımak için aile yuvasını yıkmak lazım diyorlar.
Mevcuda şükretmeli, kanaat etmeli. Mevcutla devam etmeli. İsraf, küfran-ı nimet, hep "Bu bana lazımdır” diyerek başlar. Bir kere bu bana lazımdır deyince onun ardı gelir, bu da lazım, şu da lazım diye devam eder. Lazım dediğine kavuşmak için dinin dışına çıkar da haberi olmaz.
Allahü teâlâ suç işleyenin cezasını verir, ancak istigfar edenleri affeder. Müjdeler çok, Rabbimizin merhameti geniş. Seksen sene kilisede papazlık yapmış, İslamı yıkmaya uğraşmış kişiyi bile bir kelime-i şehadet söylemekle affediyor. Allahümme inneke afüvvün kerîmün tühıbbül afve fa'fü annî (Ya Rabbi sen madem ki affedicisin, ihsan edicisin, affetmeyi seversin öyleyse beni de affet). Bunu her namazdan sonra okumalı. Bunlar hep, âsi kullara Allahü teâlânın müjdesidir.
Peygamber efendimize bir yahudi gelip, selam verir gibi yaparak Es sam aleyküm yani, ölesin, yok olasın der. Peygamber efendimiz de, ve aleyküm sam diye cevap verir. Gittikten sonra, Hazret-i Âişe validemiz, Allah belanızı versin, sizi kahretsin... gibi bazı şeyleri sıralamaya başlayınca, Peygamberimiz durdurup, fazlaya hakkımız yok, bize ne yaptıysa ancak o kadarını yapabiliriz, buyurdu. Kâfir de olsa yaptığından fazlasını yapmak caiz değildir.
Nice sarhoşlar vardır ki, yaptığından pişmanlık duyar tevbe eder, imanla gider. Nice dervişler, müritler vardır ki, kibirlidir, günahları için tevbe etmez, imansız giderler. Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine bir papaz gelip, ben mi üstünüm sen mi üstünsün diye sorar. O da bir hafta sonra gel, der. Bir hafta sonra geldiğinde vefat ettiğini görür. Bugün bana cevap verecekti diye söylenince, tabutu göstererek, işte orada git sor, o boşuna konuşmaz derler. Tabutunun başına gidip aynı soruyu sorar. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri Allahü teâlânın izniyle başını kaldırıp, şöyle cevap verir; Geçen hafta sonumun ne olacağını bilmediğim için sana cevap veremedim. Ben imanla gidip kendimi kurtardım, senden üstünüm. Sen kendine bak. Papaz, ağlamaya başlar, kelime-i şehadet getirir müslüman olur.
Bilerek pek küfre düşülmez fakat bilmeyerek küfre düşülebilir. Bunun için (Ya Rabbi, bilerek veya bilmeyerek küfre sebep olan bir söz söylediysem, bir iş yaptıysam nadim oldum, pişman oldum, beni affet) duasını çok okumamız lazım. Küfür sigorta gibidir. İrtibatı keser. Bir kimse küfre düşmüş ise, ne yaparsa yapsın, ne kadar çok ibadet ederse etsin hiçbir faydası yoktur. Çünkü sigorta atmıştır, ampul, tesisat ne kadar sağlam olursa olsun, elektrik gelmediği için fayda olmaz.
Size de hayırlı çalışmalar sayın Pehlivan.