Kültür Sanat Edebiyat Şiir

uğur mumcu sizce ne demek, uğur mumcu size neyi çağrıştırıyor?

uğur mumcu terimi Xyw Tud tarafından tarihinde eklendi

  • Yorgun Savaşcı
    Yorgun Savaşcı

    sizin kitapta uğuru sevmemek ali kalkancı fadime şahini seviyor demek mi oluyor..

    rabbe şükürler olsun...adı geçen üçlüden beriyiz...sen yine yırtamadın...3 te 1...

  • Yorgun Savaşcı
    Yorgun Savaşcı

    kim gitmiş gelmiş,görmüş gibi konuşuyorsun..

    yoksa,ben ne kaybederim...
    ya varsa...

    hayalci kim acaba...

    'kesin olan bir şey yoktur'..11 oscarlı bir filimden...

  • Yorgun Savaşcı
    Yorgun Savaşcı

    işte farkımız...

    sevdikleirmizi,ölülerimizi...rahmana.cennette,ebediyete yollarız...

    ya diğerleir..sevdiklerini,ölülerini...çürütüp,toprağa karıştırıp,yokluğa...

    sevdiklerine layık gördükleir şeye bakın..onlar gerçekten sevebilir mi..insan sevdiğine bunu eder mi...

  • Yorgun Savaşcı
    Yorgun Savaşcı

    biz farklıyız ya...

  • Yorgun Savaşcı
    Yorgun Savaşcı

    biz onu adamların dan daha iiiy biliriz..
    onlar bol toprak olsun der..
    biz toprağın bol olsun..
    ya...

  • Yorgun Savaşcı
    Yorgun Savaşcı

    ne diyelim..toprağı bol olsun....

  • Yorgun Savaşcı
    Yorgun Savaşcı

    n eo yine ölüm yıldönümü falan mı geldi...

  • Var Mısın?
    Var Mısın?

    faili meçhul cinayete kurban giden hukukçu,yazar idi kendileri
    aydınlatılamayan cinayetler listesinde birinci sırada gelir
    onun adına uğurlar ölmez diye şarkılar yapılmıştır

  • F
    F

    Uğur Mumcu katledildikten sonra cinayet ertesi günkü gazetelerde hemen radikal dinci örgütlerin üstüne atılmıştır.Bu, o zamanlar(1993) Türkiyede siyasal islamcıların(RP) yükselişine darbe vurmak amacıyla yapılmış olabilir.
    Ve ne tuaftırki Uğur Mumcu Onu çok da iyi tanımayan, kitapları hakkında bilgisi olmayan büyük kitlelere sanki kitaplarının çoğunda LAİKLİK'ten bahsetmiş gibi, hayatı boyunca sadece LAİKLİK ile ilgili yazılar yazmış gibi gösterilmiştir.

    Oysa böyle değildir.Mumcu'nun 'sadece Laiklik' üzerine durduğu kitabı yoktur.O'nun mücadelesi daha çok EMPERYALİZME, KAPİTALİZME karşı BAĞIMSIZLIKÇI bir mücadeleydi.

    Ve Uğur Mumcu, Atatürk'e olduğu kadar özgürlükçü/güleryüzlü sosyalizm'e de gönülden bağlıdır.

  • F
    F

    Defne Sarısoy'un IRAK ile ilgili Hüseyin Hatemi ile yaptığı söyleşiden...

    'Defne Sarısoy: Yani gelişmeler bu yönde ilerliyor diyorsunuz...?

    Hüseyin Hatemi: Bir ihtimal Kürtler ayrı bir devlet haline getirilirler ama Kürtler, o zaman Irak’tan ayrılarak hem İran’ı, hem Türkiye’yi, hem Irak’ı tehdit eden bir ülke konumuna gelir. Ortak düşman olur. Bölgede İsrail ve ABD müttefiki bir Kürt devleti kurulabilir, açıkça söylenmese de bunu istedikleri kesin. Rahmetli Uğur Mumcu zaten bu durumu daha şehit edilmeden hemen önce dile getirmişti. Kanımca bunu dile getirdiği için ortadan kaldırıldı. Uğur Mumcu bölgede, CIA ve Mossad’tan aylık alan, sözümona Kürt milliyetçi liderlerini (Talabani gibi) açıkça yazdı. “Mossad’ın bizim güney sınırlarımızda işi ne” şeklinde yazılar yazdı. Bu yazıyı yazdığı gün ben, Cumhuriyet gazetesinde okumuştum ve hayrete düşmüştüm. Bu kadar cesur bir yazıyı yazdığına göre belki de bir güvendiği, dayandığı vardır diye ummuştum ama yokmuş demek ki. Mossad’ın etkinliğini bu kadar açık bir ifade ile yazması gazetecilik adına inanılmaz bir cesaret örneği idi.

    Defne Sarısoy: Mumcu tam olarak bir Kürt devleti kurulacağını mı söylüyordu?

    Hüseyin Hatemi: Sıradan idealist bir Kürt devleti değil, tam anlamıyla İsrail bağımlısı olan bir Kürt devleti!

  • Uğur Işık
    Uğur Işık

    yerine gelenler.erol manisalı.atilla ilhan.sadettin tantan.dahada çok var...ismini yazmadıklarımdan özür dilerim.

  • Chiquillo Deborah
    Chiquillo Deborah

    suphesiz ki tam bir vatansever,anti emperyalist,anti fasist,devrimci,cagdas ve ozgurlukcu...kalemini kıranlara yazıklar olsun...

  • Meryem
    Meryem

    küçüktüm...ama televizyonda bugün bile unutamadığım şeyler vardı........parçalanmış bi araba.....heryerde camlar.sonra kırık bi gözlük..ve karanfiller....yakılan mumlar...ardından edilen intikam yeminleri......şimdi adı faili meçhul bi cinayet! ! ! ! ! bu karanlıklara kalemiyle aydınlık tutanların başındaydı uğur mumcu.......ama yok....yokluğunun kaç kişi farkında acaba ailesinin ve öğrencilerinin dışında? bu kadar erken ve böyle gitmemeliydi........

  • Chiquillo Deborah
    Chiquillo Deborah

    unutmayız unutturmayacagız...

  • Zeynel Celik
    Zeynel Celik

    'Sakıncalı piyade' idi, hayatının son yıllarında ise, Genelkurmay'ın istihbaratçısı oldu.

    'Cowards die many times before their death,
    But the valiant never taste it, only once'.
    William Shakespeare

    Çevirisi şöyle:
    'Korkaklar ölümlerinden önce bir çok kez ölürler,
    Fakat cesur olan asla tatmaz ölümü, yalnızca bir tek kez'.

  • F
    F

    Büyük insanın 7 Ocak 1993 tarihli köşe yazısı! ! !

    Mossad - Barzani:
    Ortadoğu’nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor.Kanıtlanan son ilişki MOSSAD-Barzani ilişkisidir. MOSSAD, İsrail Devleti’nin gizli istihbarat örgütüdür. Bu örgütün, Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı?

    Barzani’nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi. Kimse bu ilişkiye, “Hayır olmadı” diyemiyor. CIA-Barzani ilişkileri biliniyordu da MOSSAD-Barzani ilişkileri bilinmiyordu. MOSSAD’ın Barzani ile ilişkileri Londra ve Sydney’de yayınlanan 'Israel’s Secret Wars-A History of Israel’s Intelligence Services' adlı kitapta sergileniyor. Kitap, İngiliz The Guardian gazetesinde 1984 yılından bu yana Tel-Aviv muhabirliğini yapan Ian Black ve Washington’daki Brooking Enstitüsü’nde çalışan öğretim üyesi Benny Morris tarafından yazılmış.

    Kitapta MOSSAD-Barzani ilişkileri, İsrail Dışişleri Bakanlığı ve MOSSAD yazışmalarına dayanılarak açıklanıyor. Önsözde, kitabın yayından önce İsrail ordu yetkilileri tarafından da incelendiği yazılıyor.

    Kitapta 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra, MOSSAD’ın Kürtlerle ilişki kurduğu (sh.327) , Mısırlı ünlü gazeteci Hasan el-Heykel’in İsrailli subayların Kürtler aracılığıyla Irak’tan radyo bağlantıları kurduğunu 1971 yılında açıkladığı anlatılıyor. 1969 yılı Mart ayında Kerkük petrollerine yapılan saldırının da İsrail tarafından yapıldığı açıklanıyor.

    1972 yılında imzalanan Sovyet-Irak Dostluk Antlaşması’ndan sonra İran Şah’ı ABD Başkanı Nixon ile gizli görüşme yapıyor; bu gizli görüşmeden sonra CIA tarafından “Kürdistan Demokratik Partisi”ne üç yıl içinde 24 milyon dolar gönderiliyor.

    Barzani’nin Irak rejimine karşı ayaklandığı yıllarda, ABD-İRAN-İSRAİL üçlüsü bu ayaklanmayı destekliyor. Barzani-ABD ilişkileri, ABD Dışişleri eski bakanı Henry Kissinger eliyle yürütülüyor. MOSSAD-Barzani ilişkileri de İsrail’in Tahran’daki askeri ateşesi Yaakov Nimrodi (MOSSAD Ajanı) aracılığı ile gerçekleşiyor. Nimrodi’nin üstlendiği görev ilginç; Nimrodi Sovyet silahlarının Barzani’nin eline geçmesinde rol oynuyor. (sh. 328-329) Kitapta, MOSSAD’dan Kürtler’e 50 bin dolar para verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor. (sh.328)

    70’li yıllardaki bu ilişkiler bugün sürüyor mu? Kitaba göre sürüyor. “Körfez Savaşı” sırasında Irak’ın attığı Scud füzelerinin Tel-Aviv’e düşmesi üzerine bu ilişkiler yeniden başladı. (sh.521) Baba Molla Mustafa ile kurulan ilişkiler, şimdi de oğul Mesud Barzani ile sürüyor. MOSSAD, Barzani’ye Avrupa kahvelerinde çekler vererek bu desteği sürdürüyor.

    Kitapta, Mesud Barzani’nin İsrail’e gizlice giderek yardım istediği yazılıyor. Bu ilişkiler sürüyor ve anlaşılıyor ki daha da sürecek...Gizli yollarla sürecek, açık yollarla sürecek...İlgi belli...İlişki de belli...

    Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında? Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?

    UĞUR MUMCU -Cumhuriyet (7 Ocak 1993)

  • F
    F

    www.umag.org.tr

    ' Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı '

  • Ali Tüysüz
    Ali Tüysüz

    Gözüpekliliği,cesareti,onuru,Atatürk milliyetçiliğini,kuvvay-i milliye ruhunu,tam bağımsızlık özlemini çağrıştırır bana Uğur Mumcu.ve bilirim ki bir daha onun gibisi gelmez ülkemize ne yazık ki.
    rahat uyusun.cumhuriyet sahipsiz değildir.

  • F
    F

    Mumcu öldürüldükten sonra, kendisini hedef haline getirebilecek yazıları üzerinde yeniden düşünülmeye başlandı. Mumcu'nun faili meçhul cinayetler konusunda yazdıklarından bazıları şöyle:
    'Bu iki örgütün (PKK ve Hizbullah) birbiriyle bağdaşması olanaksız gibi görülüyorsa da, 1990'da PKK ile Hizbullah arasında yakınlaşmalar olduğu biliniyor. PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Almanya'da yayınlanan örgütün yayın organı Serxwebun adlı gazetede 1990 Kasım sayısında yayınlanan 'Kürdistan'da Türklük, İslamiyet ve Ulusal Kurtuluşçuluk' yazısında şu görüşleri savunmuştu: 'Dinin anti - emperyalist, anti - sömürgeci bir temelde ve halkın tarihi geleneklerine uygun bir mücadele aracı olarak kullanılmasına önayak olmak gerekir. Gerekli örgütlenmeleri yapmalıyız. Tarikatlara ve mezheplere ulaşmalıyız'' (Milliyet 21 Şubat 1992)
    'Turan Dursun'u kimler öldürdü? Kimlerin öldürdüğü ad ad bilinmiyor. Belki katillerin kimlikleri hiç bilinmeyecek de. Ama İslam dinini eleştiren bir eski din adamını kimlerin niçin öldürecekleri herhalde biliniyor. Katiller büyük olasılıkla İslamcı terör örgütlerinin militanlarıdır. Bu örgüt 'Hizbullah' örgütü müdür, 'İslami Cihad' mı, 'Türkiye İslami Kurtuluş Cephesi' mi, yoksa adı duyulmamış bir başka örgüt mü? ' (Cumhuriyet 6 Eylül 1990)
    'Dünyada terör yöntemleri kullanan İslamcı örgütler yok mu? Mısır'daki 'Müslüman Kardeşler' var, İran kökenli 'Hizbullah' var. Bunların Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun ve Bahriye Üçok cinayetleri ile ilgileri var mı? Öldürülenlerin kimlikleri, yaşamları boyunca uğruna savaştıkları ilkeler, bu cinayetlerin İslamcı terör örgütlerince işlendikleri kuşkusunu doğruyor' (Cumhuriyet 2 Kasım 1990)

  • F
    F

    TBMM UĞUR MUMCU CİNAYETİ ARAŞTIRMA KOMİSYONU RAPORU

    http://www.belgenet.com/rapor/mumcurapor_02x.html

  • Uğur Işık
    Uğur Işık

    ölmezler.

  • F
    F

    Aksiyon dergisinde 12 Mart 1971 döneminin askeri savcısı Baki Tuğ ile yapılan söyleşi:

    Uğur Mumcu eğer 24 Ocak 1993 günü öldürülmeseydi, üç gün sonra 12 Mart 1971 döneminin askeri savcısı Baki Tuğ ile randevusu vardı. İki gün önce, Baki Tuğ’un Meclis’teki odasında bir araya gelmişlerdi ve Tuğ’a, “Abdullah Öcalan’ın MİT’le ilişkilerini ortaya çıkardım” demişti.

    Baki Tuğ o tarihte DYP Ankara Milletvekili ve Meclis Milli Savunma Komisyonu Başkanı’ydı. Mumcu’ya, “Bana bir hafta zaman ver. Dosyalarıma bakıp sana cevap vereyim” dedi.

    Abdullah Öcalan ve PKK’yı konu alan geniş bir kitap çalışması yapan Mumcu’nun Baki Tuğ’a başvurmasının sebebi açıktı. 1972’de, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) 1. sınıf öğrencisi olan 22 yaşındaki Abdullah Öcalan, fakültede bildiri dağıtmak ve dersleri boykot etmek suçundan gözaltına alındığında Askeri Savcı Baki Tuğ’un önüne getirilmişti. Tuğ, soruşturmasını bitirdiğinde, boykotçu öğrenciler içinde en ağır cezayı Abdullah Öcalan ve iki arkadaşı için isterken, dava sırasında mahkemede görüş değiştirmişti ve Öcalan üç ay hapis cezası ile kurtulmuştu.

    Mumcu’nun ölümü ile yarım kalan ve “Kürt Dosyası” ismi ile yayınlanan kitabı, işte bu olayla başlıyor. Son olarak eski milletvekili Abdülmelik Fırat’ın “Mezopotamya Sürgünü” ismiyle yayınlanan anıları Öcalan’ın öğrencilik yıllarını yeniden gündeme getirdi. Melik Fırat anılarında, gazeteci Avni Özgürel’in kendisine, “Öcalan öğrenci iken MİT’te ofis—boy’du” dediğini öne sürdü. Bunun üzerine Avni Özgürel, o tarihlerde Öcalan’ı MİT’in bir yan kuruluşu Fikir Ajansı’nda ofis—boy’luk, yani getir götür işleri yaparken gördüğünü söyledi.

    Baki Tuğ ile Öcalan’ın işte bu yıllarını ve Uğur Mumcu’nun peşine düştüğü bilgileri konuştuk:

    Uğur Mumcu ile üç gün sonra bir araya gelebilseydiniz ne konuşacaktınız?

    Uğur Mumcu ile biz 12 Mart 1971 tarihinden 1980 yılına kadar bir mücadele içerisinde olduk. Her hafta hakkımızda bir yazı yazardı. 1987’yi takiben bir akşam yemeğinde, Sayın Hüsamettin Cindoruk benim oturacağım masaya onu da oturtmuş. O akşam uzun uzun sohbet ettik. Sayın Mumcu ile o akşam orada barıştık; dost, arkadaş olduk. Bir araya geldiğimiz zaman uzun uzun sohbet ederdik. Bir gün Sayın Mumcu telefon etti. Geldi, uzun uzun konuştuk, sonra öğlen yemeğine gittik. Yemek dönüşünde o, APO’nun MİT mensubu olup olmadığı konusunda benden yardım istedi. Ben de, şu anda bir şey söylemek şansına sahip değilim, arşivimde bu konularla ilgili bilgi varsa, sana gerçeği ifade ederim, dedim. Bir haftalık süre istedim. Nitekim araştırdım, hatta bir arkadaşımı görevlendirdim. Maalesef, Abdullah Öcalan’ın Milli İstihbarat Teşkilatı ile ilişkisi olduğuna dair herhangi bir bilgi elde edemedim. Belge de yok, bilgi de. Ancak bildiğimiz bir şey vardı, Abdullah Öcalan’ın kayınpederi Ali Yıldırım, Milli İstihbarat’ta çalışan bir görevliydi. Abdullah Öcalan, Ali Yıldırım’ın kızı Kesire ile evlenmişti. Bizde bulunan bilgi bu kadardı. Ben o konudaki bilgileri derledim, toparladım, ama Uğur Mumcu’nun ömrü vefa etmedi. Bana gelip gitmesinden iki gün sonra da öldürüldü. Ben de kendisini ziyaret edecektim.

    Siz SBF öğrencileri hakkında bu davayı açarken, en ağır cezayı Öcalan ve iki arkadaşı için istiyorsunuz. Ama daha sonra görüş değiştiriyorsunuz. Uğur Mumcu, bu görüş değiştirmenizde herhangi bir yerden gelen bir bilgi veya belgenin etkili olup olmadığını merak etmiş.

    Hadise şudur. Bir sabah Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde boykot olmuş. Boykot, Mahir Çayan ve arkadaşlarıyla, Kızıldere olaylarıyla, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla ilgiliydi. Orada bildiri dağıtılmış. O bildiri nedeniyle 43 öğrenciyi Ankara Emniyeti ve Merkez Komutanlık toplamış, Sıkıyönetime getirmişti. Ben nöbetçi savcıydım. Çağırdılar gittim. 43 kişinin ifadelerini aldım. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı’nın, bir kısım öğretim üyeleri ve müstahdemlerin ifadelerine başvurdum. Ayrıca, bu 43 kişi hakkında hem SBF Dekanlığından, hem Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan, hem Emniyet İsbtihbaratı’ndan bilgi istedim.

    MİT’ten de istediniz.

    İstedim. Çok kısa sürede dosyayı tamamladım. Çünkü suçsuz insanları içeride tutmanın hiçbir anlamı yok. Ben Sıkıyönetim devresinde çok güzel görev yaptım. Geceli gündüzlü çalıştım, kimseyi mağdur etmemek için her şeyimi zamanında tamamladım ve dosyayı sonuçlandırdım. 17 kişi hakkında takipsizlik kararı verdim. Arta kalan 26 kişi hakkında yeterli delliler olduğu için iddianamiyi yazdım, tutuklama talebinde bulundum, dosyayı mahkemeye tevdi ettim. Mahkeme 22 kişiyi tutukladı. Bunların içerisinde Abdullah Öcalan da vardı. Ama o Abdullah Öcalan’ın şimdiki Öcalan olacağını kimsenin düşünmesi mümkün değildir.

    Ama en ağır cezayı Öcalan ve iki öğrenci için istemişsiniz.

    Bir savcı iddianamesini, sanıklar hakkındaki ithamlara göre düzenler. Suç vasfı, propaganda yapmak (bildiri dağıtmak) ve Sıkıyönetim Kanunu’na aykırı hareketti. Hem Sıkıyönetim Kanunu’na muhalefetten, hem de Ceza Kanunu’nun 142. maddesinden (komünizm propagandası yapmak) davayı açtım. Ağırın manası odur. Mahkeme şahitleri çağırdı, dosyadaki delillerimizi okudu. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin görevlilerini dinledi. Olay, yani suçlama, 142’den aşağıya doğru indi. Yani komünizm propagandası yaptığı suçu sübuta ermedi. Bildiri dağıttığını tespit edemedik.

    Ama siz iddianameyi yazarken bildiri dağıttığını tespit etmişsiniz.

    Şahitler onu ifade ettiler. Fakat duruşmada görüş değiştirdiler. Yani bildiriyi Abdullah Öcalan’ın dağıttığına dair kimsenin beyanı çıkmadı. Çıkmayınca, savcının görevi suç vasfında değişiklik yapmaktır. Bildiri dağıtmış olmasından suçunun sübuta ermediğini, ancak boykota katıldığını mahkemeye arz ettik, bu suçtan Abdullah Öcalan ve diğer çocukların cezalandırılması talebinde bulunduk. Mahkeme de bunların hepsini mahkum etti. Cezaevinde yatıp ekim ayında tahliye edildiler. Abdullah Öcalan ve arkadaşları ile ilgili bana intikal eden dosyanın özünde, bu gelişme vardır. Başka birşey sözkonusu değildir. Abdullah Öcalan hakkında özel işlem yapma şansımız da yoktur. Eğer yanlış talepte bulunsaydık, herhalde mahkeme bu yanlış talep doğrultusunda karar vermezdi.

    Görüşünüzü değiştirirken şu gerekçeye dayanmışsınız; Öcalan aleyhine ifade veren tanığın aslında Ramazan Özcan isimli bir öğrenciyi kastettiğini, ancak daktilo hatası ile Ramazan Özcan yerine Abdullah Özcan yazıldığını, Abdullah Özcan’ın da iddianameye Abdullah Öcalan olarak yanlışlıkla geçtiğini belirtiyorsunuz.

    Orada bir daktilo hatası vardır. Katip yazarken Ramazan Özcan yerine Abdullah Özcan yazmıştır. İddianamede de Abdullah Öcalan olmuştur. Bu maddi hatadır. Ondan sonra da daktilo ile üzeri vurulmuştur (karalanmıştır) . Bu maddi hata nedeniyle başka şeyler düşünmenin manası yoktur.

    Ama mahkeme kararında Abdullah Öcalan için deniyor ki, “Boykotta büyük çabasının görüldüğü ve hatta grubun elebaşısı olduğu...”

    Ama işte boykotta... Zaten sıkıyönetim Kanunu’na muhalefetten mahkum edilmiş.

    Grubun elebaşısı olması neden dikkate alınmadı?

    Alındı ve ona verilen ceza diğerlerine verilen cezadan bir buçuk misli fazla. Abdullah Öcalan’a artırımlı bir ceza verilmiştir.

    Uğur Mumcu, “Abdullah Öcalan’ın MİT’le ilişkisini araştırıyorum” deyip size bunu sorduğunda şaşırdınız mı?

    Şaşırmadım. Şunun için şaşırmadım. Sıkıyönetim Mahkemeleri istihbarat örgütleri ile içli dışlı çalışır. İçli dışlı çalışır ki, yanlış yapmasın. Onların bilgileri vardır, onları alır. Onlara bilgi aktarır. O ölçüler içerisinde objektif olarak hareket eder, delilleri ona göre değerlendirir.

    Yani Öcalan’ın MİT’le nasıl bir ilişkisi olabilir ki anlamında şaşırdınız mı?

    Yok. Olabilir. Olmayabilir de diyemezsiniz. Çünkü Milli İstihbarat Teşkilatı’nın görevi herkesten yararlanmaktır. O dönemde bir öğrenci olarak ondan da yararlanmak isteyebilirler. Bunda şaşıracak, yanlış düşünecek hiçbir şey yok. İstihbarat örgütlerinin herkesten yararlanma görevi var.

    Peki Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan bu öğrenciler hakkında gelen yazıda bir şey var mıydı?

    Şu anda bir şey söylemem zor. Ama, şu olaya katılmıştır, şu olaya katılmamıştır, şu görüştedir... İstihbarat kaynaklarının verdiği bilgiler, bunlar.

    Yani o öğrenci grubu içinde bunlardan birinin veya birkaçının MİT elemanı olduklarına dair bir bilgi yoktu...

    Hayır, hiçbir şey yoktu o konuda. Kesinlikle yoktu.

    Diyelim ki o dönem Abdullah Öcalan ile ilgili MİT’ten size böyle bir belge geldi, ne yapardınız?

    Eğer, Abdullah Öcalan ile ilgili o tür bir yazı elimizde olsaydı, biz Abdullah Öcalan hakkında yine başka bir şey yapmazdık. Şunun için yapmazdık. Suç onunla müşterek olarak işlenmiştir. Mahkeme onu cezalandırır, cezaevinde yatar çıkardı. Onun dışında değişik bir uygulama yapamazdınız. Ha, ne zamana kadar öyle bir şey yaparsınız? Onlar savcı karşısına gelmeden, öyle bir şey varsa onu soruşturma dışı tutmak ilgili makamın görevidir. Ama savcı olarak size geldikten sonra siz aynı işlemi onun hakkında da yaparsınız.

    Yani eğer Öcalan o tarihte MİT elemanı olsa idi sizin önünüze getirilmezdi?

    Getirilmezdi. Niye getirilsin? Milli İstihbarat Teşkilatı istifade ettiği insanları getirir de sizin karşınıza oturtur mu? Ben size çok enteresan bir olay anlatayım. 12 Mart 1971 öncesi, bir öğretim üyesi arkadaşımızla İstanbul’a gittik. Mahir Kaynak, Tunca Toskay, bir akşam oturduk. 12 Mart arefesi. Sohbet ettik, yemek yedik. Bunlar bizim eski dostlarımız. Döndük, Ankara’ya geldik. 12 Mart 1971 muhtırası verildi. 12 Mart’ı müteakiben ben Ankara Sıkıyönetim’e savcı olarak tayin edildim. Dosyalar önüme geldi. Madanoğlu cuntası dosyası dahil. Soruşturmaları yaptım. Mahir Kaynak’ın ismi de dosyada geçiyor. Ama bizim Mahir Kaynak olduğunu bilmiyordum. Başka bir Mahir Kaynak da olabilir. Sıkıyönetime yazı yazdım. Şahit olarak dinlemek istediğimi ifade ettim. Sıkıyönetim de İstanbul Üniversitesi’ne yazıyı yazdı. Bir hafta sonraydı. Sabahleyin odama gittim. Baktım sandalyede Mahir Kaynak oturuyor. Bu bizim Mahir Kaynak. Allah Allah, işte orada şaşkına döndüm. Madanoğlu dosyasının bantlarının kaydını yapan, o konudaki bilgileri, raporları Milli İstihbarat Teşkilatı’na veren, üniversitede doçent olan bizim Mahir Kaynak. Orada şaşkınlığa uğradım.Mahir Kaynak’ın Milli İstihbarat Taşkilatı adına çalıştığını o gün öğrendim.

    Kendisine nasıl muamele yaptınız?

    Diğerlerine ne muamele yaptıysam aynısı... Tanık olarak geldi, dinledim. Çayını kahvesini ikram ettik. Bu raporlar size mi ait, bantları siz mi düzenlediniz? Bana aittir, ben düzenledim dedi. Aldık bilgilerimizi, kendisini gönderdik?

    Diyorsunuz ki, ‘Bana o tarihte neden Öcalan’ı teşhis edemedin denilemez’. Tamam, o tarihte Öcalan 22 yaşında bir üniversite öğrencisi. Ama ön plana çıktığı da anlaşılıyor.

    Hayır, hayır. Kesin şekilde hayır. Boykotta elebaşı o kadar. Onun dışında geniş çaplı bir faaliyeti yok. Onu zaten tespit etseniz, daha başka şeylerle birleştirirdiniz. DEV—GENÇ’le, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ile, TİKKO ile biraraya getirirdiniz. Maalesef olmadı.

    Davada görüş değiştirmem tamamen hukuki sebeplerden kaynaklandı diyorsunuz?

    O, savcının asli görevidir. Suç vasfında değişiklik denir bunun adına. Savcının görevlerinden birisi de esas hakkında mütalaa serdedeceği, talepte bulunacağı zaman, bir değerlendirme daha yapmaktır. Deliller bu olayı nereye getirmiştir? Oraya getirmişse, orada suç vasfında değişiklik yaparsınız. Ona göre talepte bulunursunuz. Savcının asli görevlerinden birisi de odur. Ben de onu yaptım.

    Mumcu, o tarihlerde Öcalan’ın korunup kollandığı görüşüne erişirken bazı başka donelerden de hareket ediyor. Mesela uzunca bir süre SBF’deki kaydının silinmemesi, sekiz sene boyunca askerliğini tecil ettirebilmesi, bursunun kesilmemesi... O dönemde, Öcalan’ın bir koruma çemberine girmiş olabileceğini düşünüyor. Acaba bu koruyucu, Öcalan’ın kayınpederi olabilir mi?

    Bilmediğim bir konuda bir şey söylersem yanlış olur. Ama, bu tür ihmaller sadece Öcalan’a has değil. Bu olaylara karışan binlerce insan için aynı ihmalkâr davranışlar gösterilmiş. Bursu kesilmemiş, askerlik konusu istenen ölçülerde takip edilmemiş. Sadece Abdullah Öcalan ile ilgili değil ki bu?

    Bunlar tamamen ihmal diyorsunuz

    Şu anda koruma çemberi olması için bir sebep yok.

    Şu anda değil, o tarihte...

    O tarihte koruma çemberi niye olsun? Sonra hangisini koruyacaklar? Türkiye’de öğrenci hareketleri büyümüş, bir iç savaşın şartlarını yaşıyorsunuz. Onların içerisinde hangisini koruma çemberi içine alacaksınız? Çok zor bir olay. O nedenle Abdullah Öcalan’ın o tarihte korunduğu kanaatini taşımıyorum. Ama ihmaller var. SBF’den kaydı silinmemiş, bursu kesilmemiş. Bu nedenlerle, Uğur Mumcu’nun öyle bir kanaati oldu.

    Size böyle söyledi. Ben bu sebeplerle Öcalan’ın o tarihte MİT’le ilişkisi olduğunu düşünüyorum dedi...

    Evet. Bana göre bu budur şeklinde bir düşüncesi söz konusu idi.

  • Tülay
    Tülay

    Yüreğinde umudu,sevgiyi besleyen,Ailesi için yaşayan,tüm nsanlar gibi yaşamayı hakeden, fakat paramparça olmayı haketmeyendi.ALLAH RAHMET EYLESİN.

  • Hasan Aydın
    Hasan Aydın

    Kim olduğunu (Bendeniz müspet veya menfi bir tavsifte bulunmuyorum): 1987-1990 aralığında başörtüsü, islâm ve şeriat üzerine yazdığı makalelerden layık-ı veçhile anlayacağınız kişi.

  • F
    F

    'Batı, Saddam olmasa da bir başka Saddam yaratıp bugün sağlamaya çalıştığı egemenliğini yine kurardı' (Uğur MUMCU - 20 Ocak 1993)

  • Uğur Işık
    Uğur Işık

    Sadettin Tantan'ı çağrıştırıyor.

    Acaba UĞUR MUMCU bugün rütük başkanı olsaydı atv,kanalD,show...ve diğer televizyonlar açık kalırmıydı? kaçtane gazete kapatılırdı?

  • F
    F

    Abdullah ÇATLI nın uyuşturucu kaçakçısı olduğunu yazılarında taa 1985 yılında yazdı.Yani 'Susurluk'tan 11 yıl önce.

  • F
    F

    Cinayet soruşturmasını yürüten savcı Ülkü Coşkun'a 'Mumcu dosyası' hakkında ihmalkar tutumu nedeniyle Adalet bakanlığı tarafından 'disiplin cezası tayini' verildi.
    Daha sonra dosyanın verildiği savcı Kemal Ayhan, 26.6.1995 tarihinde EVİNDE ÖLÜ BULUNDU.Savcının ölümünde, ölüm sebebinin tıbben ve hukuken tam, tartışmasız ve şaibesiz ortaya koyacak OTOPSİ YAPILMADI.
    Bu konu hakkında Güldal Mumcunun DGM savcılığına yazdığı dilekçe için: http://www.umag.org.tr/pdf/dilekce1.jpg

  • F
    F

    Askerliğini yapmaya hazırlandığı sırada, orduya hakaret etme savıyla tutuklandı. Pek çok aydınla birlikte, Mamak Askeri Cezaevinde bir yıla yakın kalan Uğur Mumcu, açılan davada 7 yıl hapse mahkûm edildi ancak, kararın Yargıtay'ca bozulmasının ardından serbest bırakıldı.
    Sakıncalı Piyade isimli kitabında Mamak'daki anıları ve yargılanma sürecinde mahkemede yaşadıklarını anlatır.

  • Can Dericioğlu
    Can Dericioğlu

    Gerçekleri çatır çatır söyleyeni bu ülkede yaşatmıyorlar.. Piyonlar hapiste asıl katiller aramızda ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyorlar..

    Uğur Mumcu öldürüldü, fakat değerleri hala günümüzde hayat buluyor, Uğur Mucmcu'yu fikirleriyle, düşünceleriyle daha çok uzun yıllar yaşatmalıyız...