Kültür Sanat Edebiyat Şiir

tımarhane duvarı sizce ne demek, tımarhane duvarı size neyi çağrıştırıyor?

tımarhane duvarı terimi Maria Puder tarafından tarihinde eklendi

  • Atilla İlhan
    Atilla İlhan

    82 yaşında ihtiyar bir amacının eşi için anayasal hakkını kullanmak istemesi ters kelepcelenip dövülüp biber gazı sıkılıp kalp krizi geçirilip öldürülmesinin polisin görevleri arasında olması, hatta bu merhum amcanın beyaz kod ile şikayet edilmesi de Dr görevidir.. Savcılık işini yarım bırakmamalı derhal soruşturmayı tamamlayıp gömüldüyse mezarından çıkarıp yargılamalı. Mümkün değilse eşini aynı şekilde gözaltına alıp onu yargılamalı hukuk devletlerinde suç cezasız kalmaz ilkesi gözardı edilmemeli... Haberlerden anlaşılan bu... Paranız yoksa sağlığınız elinizden alınabilir. Yeni Türkiye..

  • Mirii Mirann
    Mirii Mirann

    Topladım karanfilleri tek tek
    Bahçelerde savrulan,
    Koydum güllerin yanına
    Kuş seslerini dinledim sabaha karşı
    Vapur düdüklerinin ardından,
    Deniz gözlü kızlar taşıdım
    Uzaklara limanlardan,
    Kanatlarına takıldım bir kuşun,
    Konuştuk yol boyunca bıkmadan,
    sevdadan.

    ...

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim 31.07.2018 - 03:21

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    beddua etme adile teyze bakarsın tutar.........

  • Atilla İlhan
    Atilla İlhan

    Sancaktepede çöken okul istinat duvarı için bilimsel açıklama belediye başkanından geldi
    "Doğal felaket hepsi Allah'tan "
    Vatandaştan bilimsel yorum "Allah belanızı versin"

  • Atilla İlhan
    Atilla İlhan

    Yaşlı amca eve ambülans isteyince
    "Padişahım sen çok yaşa" da demeyince,
    Hastaneden eve polis gönderilince,
    Polisler amcayı ters kelepceleyince,
    Amcanın kalbi dayanamayıp ölünce,
    Milletin dilinde hamurdama gizlice,
    "Böbürlenme padişahım senden büyük Allah var"

  • Atilla İlhan
    Atilla İlhan

    Patagonya Cumhuriyeti neresidir?
    Hanımın köyünde cellatına petrol arattıran ülkelere bakınız..

  • Atilla İlhan
    Atilla İlhan

    Dincinin tarikat sevgisi dinsizliğinin örtüsüdür.

  • Atilla İlhan
    Atilla İlhan

    21 yüz yılda tabiatın sebep olduğu ölümler zannedildiği gibi doğal felaket değil, suçu her seferinde doğa üstü bir güce atfetmeyi marifet sayan insanların cahilliklerini sömüren iktidar oligarşisinin bitmek tükenmek bilmeyen ahlaksız hırsız yobaz yoz düzenlerinin sonucudur.. Tecavüzden zevk alan, kendi tecavüzcüsünü ululayan ölü seviciler topluluğu.. Hiç bir vicdan yüzü koyu öldürülmüş bir çocuğu görmezden gelecek kadar ahlaksız olmamalıdır. Helak oluyorsanız bu yüzdendir.. Kandırıldığınızdan değil...

  • Atilla İlhan
    Atilla İlhan

    Yine kızıl Ay var yine sen kadar güzel değil

  • İrem Başar
    İrem Başar


    Dünden kalan yemekleri ve bayat ekmekleri annem ve babam oturup beraber yerdi ,bize hep mis kokulu tazeleri kalırdı,şimdi bütün kardeşlerim çocuklarına aynısını yapıyor.
    Bir evde anne varsa tüm çocukları kral yada kraliçe,bir evde anne yoksa elin kolun kırık...

    İşte ben sırf bu yüzden gözünde göz yarası olanla yola çıkamam!

  • Mirii Mirann
    Mirii Mirann

    Bir evde anne varsa; ilk önce bayat ekmek yenir. Bir evde anne yoksa, taze ekmek de bayat gelir insana...

  • Maria Puder
    Maria Puder

    hahahhahaha

    Senden de bir şey kaçmıyor Deliciğim :))))))))))))))

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    hele bide hem sarı yeşil gözlü ise vasiyetini hazırla derim.......

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    sarı inek süt vermez, sarı adamdan hayır gelmez duvar bu sözümü unutma sakın :))))))

  • Maria Puder
    Maria Puder 26.07.2018 - 10:27

  • Maria Puder
    Maria Puder

    My name is immortalis. :)))))))))))))))

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    şerefsizim benim aklıma geldiydi korkarsınız ödünüz patlar diye dememiştim madonna sen benden çok yaşayacaksın ;))))

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Yelpazesini sevdiğim... bülent ablaya gitsin yelpazeler olummmmmmmmmmmmm :)))

    Deliiiiiiiiii bunlar organ mafyası mı kiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii :)))))))))))))))

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    ne yazıyorsak ellimizle yazıyoruz çok şükür...... yürektir dalaktır karıştırmayın uleeyn.......... iç organcımısınız siz arkadaşım, bilelim yani !!!!!!!!!!!¡

  • İki Baharın Valsi
    İki Baharın Valsi

    ''yüreğine sağlık'' geniş yelpazeli sözcük ;)))

  • Maria Puder
    Maria Puder

    ''Yüreğine sağlık'' nedir arkadaş ya :)))

  • Maria Puder
    Maria Puder

    İÇİMDEKİ POMPEİ-2


    Uyandığında güneşin sıcaklığı gözlerini yakıyordu. Bir eli ile yüzünü kapatırken diğer elinden destek alarak ayağa kalkmaya çalıştı. Bir taşın üzerinde yattığını gördüğünde oldukça şaşırdı. ‘’ Ben biraz önce bir barda değil miydim? Neler oluyor böyle?’’ dedi ağlamaklı bir ses tonu ile. Olup biteni anlamaya çalışırken ilk fark ettiği şey az önce üzerinde yattığı şeyin bir taş yatak olduğuydu. Korku ve telaş içinde hem kendi kendine söyleniyor hem de ona neler olduğunu, nerede olduğunu anlamaya çabalıyordu. İçinde olduğu harabeyi gözleri ile tararken duvarlardaki freskleri gördü, bir tanesine yaklaşarak resmin ne anlattığına dikkat etti. Resim oldukça uygunsuz bir yatak sahnesini canlandırıyordu. Duvarlardaki diğer fresklerde o resmin benzerleri idi.

    Yürümeye devam ederken Pompei’nin içinde gezindiğini anladı. Hakkında bir sürü yazı okuduğu, belgeseller izlediği gizemli günah şehri Pompei. Az önce ayrıldığı mekân ise hakkında çok konuşulan Pompei genelevlerinden biri idi. Burada bulunmasının bir anlamı vardı ve o bu nedeni bulmadan oradan ayrılamayacakmış gibi hissediyordu. Düşünceli ve korkmuş bir halde harabe içinde çaresizce gezinirken aslında Napoli müzesinde olduklarını okudukları taş kesilmiş insanların heykelleşmiş hallerinin sanki hala şehirde yaşıyorlarmış gibi yerleştirilmiş olmaları onu daha da ürkütmüştü. Kendi çağının çok üzerinde bir şehirleşme göstermiş olan böyle güzel bir şehrin katili tüm ihtişamı ile işte karşısında duruyordu. ‘’Vezüv, sen tarihteki en eli kanlı katillerden birisisin. Bir Tanrının böyle bir şeyi başlatması için gerçekten çok kızmış olması gerekir. Şimdi şu annesinin kucağında taşlaşmış olan çocuğa bakınca hangi günahı için taş kesildiğini sorgulamadan edemiyor insan. Bizler hangi sevaplarımız için var olmaya devam etme hakkını kazandık? Lut gölünün derinliklerine gömülen onlarca insanın içinde hiç çocuk ve hamile kadın yok muydu? Varsa doğmamış bir çocuğun günahı neydi? Eğer bu iki katliam birer ceza ise çocuklar neden öldüler? ‘’ dedi taş kesilmiş dehşeti yüzünde donup kalmış çocuğa bakarken.

    Elinin karnına götürerek bulunduğu yerde dizlerinin üzerine çökerek haykırmaya başladı. ‘’Aranızda gezinen ben, hepinizin yüküyle cezalandırıldım. Bir günahın meyvesi bedenime emanet edildi ve ben onunla ne yapacağımı bilemiyorum. Sevdiğim adam ondan kurtulmak konusunda hiç tereddüt yaşamadı. Onun ölmesi ile ilgili kararı çok kısa bir sürede ve oldukça soğukkanlı bir şekilde verdi. Bedenimde kurulmuş Pompei’nin tanrısı benim. Yeni bir yaşam inşa edilirken onu kendi ellerimle yok edebilirim. Bunun için kendime onlarca geçerli mazeret üretebilirim. Sonunda bu beden bana ait olduğuna göre içinde kimin ölüp kimin yaşayacağına da ben karar veririm. Bir günahı yok etmek yüzünden kimse beni suçlayamaz. Aksine bundan ibret alınacak pek çok güzel şey üretebilirsiniz. Tıpkı Pompei’nin ve tüm evrenin sahibine yaptığınız gibi beni de haklı bulabilirsiniz. Haklı olmakla güçlü olmanın aynı şey olmadığını kim söyleyebilir?

    Ayağa kalkarak yüksek sesle konuşmaya devam ederken titriyor ve ağlıyordu. ‘’Hiç birinizin içinde iyiliğe dair bir şey kalmamış mıydı? Güzel hayalleriniz, masum umutlarınız, sevgi… Evet, evet sevgi yok muydu hiç? Bir ağaca, bir kuşa, bir çiçeğe, bir çocuğa duyulan sevgilerden sizlerde hiç kalmamıştı öyle mi?’’ Başını ve titreyen ellerini gökyüzüne kaldırıp hala var olduğuna inancını kaybetmediği Yaratıcısı ile konuşmaya başladı. ’’ Dünyanın her yerinden Mısır Koçanlarını Kızartan Koku yayılıyor. Her evin ortasında bir sandık ve içlerinde var olmayan öyküler saklı. Yüzlerce acılı çığlık birer heybeden taşıyor. Senin bize sunduğun gerçekliğin ötesinde var olamadığımız bir dünya vaat ediyorsun. Sürrealist bir tablo hayal ediyorum ve bunun adına Cennet diyorum. Tutkularımızı bize sen vermedin mi? Onları elbette kullanacağımızı zaten bilmiyor muydun? Bunun için taş kesileceksek onları bize neden verdin? Şimdi içimde bir mısır koçanı, içimde bir Pompei, İçimde bir Lut… Tüm yükü omuzlarıma bırakıp bir bebeğin kalemini hiç düşünmeden kıran bir sevgili… Neden, ha neden? Bir rüyaya uyanmaktan bahsedilirken kastedilen bu değildi eminim. Tüm kâğıt kesiği geçmişlerin izini şimdi benim rahmime bıraktılar. Yüzlerce çığlığı hissetmek yeterince ağır bir ceza değil miydi? Söylesene şimdi ben bu bebekle ne yapacağım? ‘’

    Ağlamaktan ve haykırmaktan bitkin düşmüş bir halde bir yıkıntının köşesine oturup kıvrıldı. Okuduğu kitabın bazı cümleleri aklına geliyordu. “Gerçekleşmesi pekâlâ mümkün olduğu halde başkaları yüzünden imkânsız olan şeyler bence insanların en büyük acısı”. Bu cümlenin gerçekliğine ne kadar güzel denk düştüğünü görünce yazara çok daha yakın hissetti kendini. ‘’Şimdi o yanan köylerin vicdanı benim içimi yakıyor’’ dedi. İnsan olmaktan nefret edecek kadar çok yaşamak zorunda kalmasa idik keşke. Görebilmek bir lanettir. Kendimizi ırklara, dinlere, ten rengine göre ayırdığımız yetmemiş gibi her birimiz bir yığın ahlak ve toplum kuralına tapar hale gelmişiz. Evlilik dışı bir gebeliğin ortadan kalkması tüm bu kuralların işleyişinin devamı için gereklidir. Doğma ve yaşama hakkını elinden aldığımız bir candan çok daha önemli diğer şeyler. Böyle bir Dünyamı bizim istediğimiz? O zaman neden hepimiz taş kesilmiyoruz? ‘’ dedi sessizce…

    Zaman geçtikçe çaresizliği artıyor ve bulunduğu yere nasıl ve neden getirildiğini hala bilmiyordu. Etrafında tek bir tel örgü olmamasına rağmen kendini mahkûm gibi hissediyordu. Şimdi oradan koşarak ayrılsa etrafında onu engelleyecek hiçbir şey yoktu. Ama o hiçbir yere gidemiyordu. Görünmez mahkûmiyetinin aslında yaşadığı hayattan pek bir farkı yoktu. Şimdiki gibi kendisine ürettiği bir sürü korku ve çekince nedeni ile kendi hayatında mahkûmdu. Yüreğine saplanmış kum saati paramparça olmuş camdan kuşu besliyordu.

    ‘’Yürümeliyim’’ dedi içinden. Yeniden ayağa kalkıp hızlı adımlarla yürümeye başladı. Yürüdükçe hep aynı yere vardığının farkına varmadan uzun süre yürüdü. Yürüdükçe geçmişini hatırlamaya başladı. Serkan ile bir kitapçıda yaşadıkları anıyı hatırladı. Gülümserken o günü yeniden gözlerinin önüne getirdi. Aradıkları kitabı bulduklarında ikisi de çok sevinmişti. Kitaba ilk o uzanmış ve heyecanla eline alıp ilk sayfasını açmıştı. Kafa kafaya verip ilk cümleyi okuduklarında birbirlerine bakıp gülüşmüşlerdi.
    - Bu kitap zorlu bir yolculuk olacak sevgilim.
    - Evet, ama ona ilk dokunan ben olduğum için ilk okuyanda ben olacağım Serkan . Anlaştık mı sevgilim?
    - Hop! Yok, öyle bir kural. Eğer bu kitabı ilk okuyan sen olmak istiyorsan eve gidene kadar bu ilk cümleyi ezberlemiş olacaksın. Bunu becerebilirsen hem kitabı ilk sen okursun, hem de sofrayı ben hazırlarım. Anlaştık mı?
    - “Karrer delirmeden önce, sadece Çarşamba günü Oehler’le yürüdüğüm halde, şimdi Karrer delirdikten sonra pazartesi de Oehler’le yürüyorum. Karrer benimle pazartesi yürüdüğü için, siz Karrer artık benimle pazartesi yürümediği için, pazartesi de benimle yürüyorsunuz, diyor Oehler, Karrer delirip hemen yukarıdaki Steinhof’a gittiği için…” Thomas Bernhard, bunu bana neden yaptın dostum? Aşkım bu cümle bir saatlik yolda nasıl ezberlenir? Eskiden olsa kolaydı ama artık ezber konusunda o kadar iyi değilim. Hem, bu cümle çok karmaşık.
    - Cümleyi ışık hızıyla anlayan bir beynin var ve aynı hızla ezberleyeceğine adım gibi eminim. Hadi bakalım mızıkçılık yok.

    Hatırladığı anı bir siluete dönüşüp silinirken yürümekten kan ter içinde kaldığını ancak fark etmişti. Kendisini çok güçsüz hissediyordu. Önce çok uzaktan adının seslendiğini duydu. Ses gittikçe güçlenirken o kendinden geçiyordu. Uyandığında bir hastane yatağında idi. Başında bardaki Mehmet ve Elif duruyordu ve aynı sıcaklıkla kendisine gülümsüyorlardı.
    - Uyanmana sevindim madam. Sayıklamaların bizi korkuttu. Neyse ki her şey bitti. Artık iyisin.
    - Ben neredeyim? Ne oldu bana?
    - Hım! Sanırım anestezinin etkisi hala biraz devam ediyor. Ben, doktorun Mehmet ve bu güzel hanımda hemşiren Elif. Bize sekiz haftalık gebeliğini sonlandırmak için geldin. Biz de sana yardımcı olduk. Operasyon sorunsuz bir şekilde geçti. Birkaç saat sonra taburcu olabilirsin. Şimdi hatırladın mı?
    - Evet! Yalnız yürümenin dehşeti hakkında bir fikriniz yok. Bu nedenle gülümseyebiliyorsunuz. Lütfen beni yalnız bırakın.


    ’bir şey yaparsak, yaptığımız şeyin bir hainlik, bir alçaklık, bir utanmazlık, çok büyük bir ümitsizlik olduğunu söylemek zorunda kalıncaya kadar yaptığımız şeyi düşünürüz, yaptığımızın doğal olarak yanlış olduğu açıktır. böylece her gün bizim için cehenneme dönüşür, istesek de istemesek de ve düşündüğümüz şeyi onun için gereken soğukkanlı düşünceye ve keskin zekaya sahip olarak aklımızdan geçirirsek, her durumda da bir hainliğe ve alçaklığa ve gereksizliğe varırız, bu da bizi dehşet verici biçimde bunaltır. çünkü düşünülen her şey gereksizdir.’
    Thomas Bernhard


    D...

  • Maria Puder
    Maria Puder



    İÇİMDEKİ POMPEİ

    Şiddetle yağan yağmurun altında ayağındaki yazlık topuklularla koşuyordu. Aniden başlayan bu yaz yağmuru onu hazırlıksız yakalamıştı. Keten mini elbisesi öyle ıslanmıştı ki artık üzerine yapışıyordu. Küçük el çantasını başına tutmaktan da vazgeçmişti. Bu sağanak yağış gözlerinden akan yaşlarla karıştığından onun ne durumda olduğunun neyse ki kimse farkında değildi. Neyse ki! Aklında bin bir düşünce ile deli gibi koşmaya devam ediyordu. Nerede olduğunun farkında bile değildi artık. Zaten o an bunun bir önemi de yoktu. Saçakların altına sığınırım düşüncesi ile dar bir ara sokağa yöneldi. Yağmurun şiddeti azalmıyor, daha da artıyordu. Başını yerden kaldıramıyordu. Yerde gördükleri ise midesini bulandırıyordu. Çöp, çöp, gazete kâğıtları, muz kabukları, poşetler, bira şişeleri, şarap şişeleri… Çöp, çöp, balgam… Bir adım sonra bastığı kusmuk… En son gördüğü tutunmaya çalıştığı bir çöp kutusunun içinden fırlayan kedi idi.

    Gözlerini açtığında bir barın masasına yatırıldığını fark etti. Karşısında önündeki önlüğün ceplerine ellerini sokmuş barın ortasındaki kolona yaslanmış olarak ona dikkatle bakan adamı gördü sonra. O gözlerini açıp şaşkın şaşkın etrafına bakarken adam tatlı bir gülümseme ile karşıladı onu. Önlüğün cebinden çıkardığı bir lastik toka ile gür, kıvırcık, siyah saçlarını toplarken başını sola doğru çevirip ’’uyandı!’’ diye seslendi.

    O yerinden doğrulup ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu ki bu kez elinde bir elma ile oldukları yere doğru yürüyen sarışın, sevimli genç kızı gördü. Kız elmasından koca bir ısırık alıp adamın yanına yaslandı. İkisi birden ona gülümsüyorlardı. O masadan inip sandalyeye oturmaya çalışırken yorgun bir ses tonu ile sordu:
    - Neredeyim ben? Ne oldu bana?
    - Hanımefendi; bizim barın arka çıkışında bayılmışsınız. Çok yağmur yağıyordu bu güçlü adam sizi kollarına aldı ve bu masaya kadar taşıdı. Ambulans çağırmaya çalıştık ama ne yazık ki telefon hatlarında bir sorun var. Mehmet tıp fakültesinden terk olduğu için sizi şöyle bir muayene etti ve korkulacak bir şeyiniz olmadığını düşündü. Üzerinizdeki kıyafetler çok ıslaktı. Bu nedenle size bizim garson kızların giysilerinden birini giydirdim. Merak etmeyin o sırada Mehmet yanımızda değildi.
    - Bu kız bir serseri madam. Yeniden merhaba, ben Mehmet bu da bizim afacan Elif.
    - Şey! Çok teşekkür ederim, her şey için…
    - Karnınız açtır sizin. Kendimiz yemek için çorba yapmıştık. Lütfen siz de bizimle yemek yiyin.
    - Çorba çok iyi ... Evet, içerim, teşekkür ederim. Oldukça üşümüş hissediyorum zaten.
    - Sürekli teşekkür etmeyin rica ederim. Öyle büyütülecek bir şey yapmadık. Hadi Elif hemen getirelim çorbaları, ben hemen bir salata da yaparım. Oh mis daha ne olsun.
    - Ben de size yardım edeyim.
    - A! Siz bizim konuğumuzsunuz, hem zaten hala tam olarak kendinize gelmediniz. Siz burada uslu uslu oturun. Biz hemen geliyoruz.
    - Çok sempatik bir genç hanımsınız Elif, çok da güzelsiniz.
    - Hey! Duydun mu Mehmet Bey. Hem güzelim, hem sempatik. Ona göre davranıyorsun bundan sonra.
    - Siz bu cadıyı bilmiyorsunuz madam. Bak nasıl şımardı serseri. Hadi şımarık hadi, açız aç.
    Mehmet ve Elif mutfakta hazırlık yaparken o önce etrafı sonra da kendisi inceleme fırsatı buldu. Henüz sabah saatleri olduğundan barın boş olduğunu anladı. Üzerindeki kot pantolonu ve tişörtü incelediğinde tişörtün üzerindeki baskıdan buranın bir Rock Bar olduğunu da öğrenmiş oldu. Yerler ahşap ve dekor oldukça salaştı. Büyük bira küplerine benzeyen masalar ve yüksel sandalyeler oldukça sıradandı. Gençlik yıllarında okul çıkışı gittikleri bara benziyordu. Demek ki geçen yıllarda bar kültüründe değişen pek fazla bir şey olmamıştı.

    O yılları hatırlayınca yine aklına Serkan geldi. Serkan’ı düşünmek içinde bin parçaya bölünmüş camdan kuşun can çekişmesine benziyordu. Elini karnına götürüp yeni bir ağlama krizine tutuldu. Ağlarken panikle tuvaletin yerini bulmaya çalıştı. Mutfaktakilerin onu ağlarken görmelerini istemiyordu. Yüzüne defalarca su serpip aynanın karşısında akan makyajını temizledikten sonra derin bir nefes aldı. Elini yine karnına götürüp sıkıca kavradı. ‘’Bunu sana yapamam’’ dedi ve gözünden akan birkaç damla yaşı silip yeni bir derin nefes aldı.

    Tuvaletten çıkıp oturduğu yere doğru ilerlerken her şeyin çok tanıdık olduğu hissine kapıldı. Bu bara daha önce gelmiş olduğunu düşündü. Ama o buraları hiç bilmezdi ki! Sahi şu an neredeydi? Arabasını uzun uzun sürüp bir yere park ettikten sonra epey yürümüştü. Sonra bastıran yağmur ile yönünü şaşırıp aracını ararken kendini burada bulmuştu. Doktorun odasından çıktığından beri hiç kendinde değildi. Hatta o odadan nasıl çıktığını bile hatırlamıyordu. Masaya oturduğunda duvarlara dikkat etti. Duvarlar da bir sürü duvar yazısı vardı. Hem de her yer de vardı. Yeniden ayağa kalkıp bir duvara iyice yaklaştı. Yüksek sesle okumaya başladı.
    - ‘’Sevmeyi falan değil, yalnızlığı öğren! Çünkü en çok ona ihtiyacın olacak…’’ Bu bir Bukowski sözü. ‘’Sakın ahlak kurallarını çiğnemeyin çünkü öcünü çabuk alır.’’ Haklısın dostum Tolstoy. ‘’Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir. ‘’ Bu söz ise Sokrates’in. Bir Rock Bar için sıra dışı bir fikir olmuş bu. Ben buna benzer bir barı nerede gördüm? Her şey öyle tanıdık ki. Düşününce aslında tuvaletin yerini bile biliyor gibiydim. Doğruca neden o tarafa yöneldim. Oturduğum yerden o dar aralık görünmüyordu bile. Neler oluyor?

    Tam o sırada mis gibi kokular ve gürültü eşliğinde barın ortasına kadar gelen Mehmet ve Elif kendi aralarında gülüşüp konuşuyorlardı. Mehmet yine sıcak gülümsemesi ile ona doğru bakıp seslendi.
    - Hey! Madam hadi bakalım soğutmayalım, müze gezisine sonra devam edersin. Bu tavuk suyuna çorbayı kaçırmayı kimseye tavsiye etmiyorum. Ayrıca salatamız organiktir hanımlar.
    - Ya bırak Allah aşkına, gittin o saksıda ki tek minik domatesi ekledin. İnanma madam sen buna, bildiğin hormonlu, bizim olandan.

    Hep beraber gülüştük ten sonra oldukça keyifli bir yemek yediler. Yemek yenilen süre boyunca Mehmet ve Elif sürekli birbiri ile didişirken ona hiçbir şey sormadılar. İsmini bile sormadılar… Onların bu rahat tavrı ve sorguya çekilmeyişi onunda rahat bir yemek yemesine neden oldu. İçinden bu insanların çok anlayışlı ve iyi insanlar olduklarına inandı. Tüm yemekler yenildikten sonra Mehmet cebinden sigara paketini çıkardı ve ağzına bir sigara aldı. Tam çakmağı ile sigarayı yakacakken onunla göz göze geldi. Sigarayı ağzından çıkarıp ona sevgi ile baktıktan sonra ayağa kalktı.
    - Bebeğe bir zarar vermeyelim. Ben şunu dışarıda içip gelirim.
    - Ne? Nasıl? Bunu bilmenize imkân yoktu.
    - Sakin ol bebeğe yine zarar vereceksin.
    - Çek elini omuzumdan Elif. Siz kimsiniz?

    O aniden ayağa kalkıp korku ile karşısında duran Elif ve Mehmet’e bakarken gözleri yeniden karardı. Tutunmaya çalışıyordu…




    Devam edecek...


    D...

  • Atilla İlhan
    Atilla İlhan

    Doğru oturup doğru konuşalım,
    Yalan söyleyen hırsızlık yapan, tecavüzcülere katillere yardım ve yataklık yapan ne kadar örtünürse örtünsün isterse kandırıldık Allah bizi affetsin desin kul hakkına girmiştir, Allah kadar büyük olmayan müslümanlar hakkını merak ediyor.. Örtünüyor olmak islamın haram dediği şeyleri örtünün altına saklamak demek olmasa gerek...

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    kırmızı karın yağacağından tut, pörtlek gözlü çirkin kurbağanın yakışıklı prens olacağına, hatta kömürlükteki kıştan kalma balkabağının yarın gece saat12 den sonra porscheye dönüşeceğine bile inanasım var.....
    vakit kaybetmeden "seni seviyorum" desene hadi.....

  • Atilla İlhan
    Atilla İlhan

    21yy millete tarikat tahrik edenler,
    Tarihi tekerrür ettiren aptal ve hastalıklı bir zihniyettir. Tarikatları cemaatleri savunan bu hastalıklı aptallar sürüsü ibret almak isteyenler için iyi bir örnektir. "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fen dir"

  • Atilla İlhan
    Atilla İlhan

    Düşünüyorum da neden düşünüyorum. Düşünmekten yaşamaya zaman kalmıyorsa,
    Yaşamadan düşünmenin ne anlamı var..

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    sende mi duvar???????¿

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    sende beni nedir de arasana duvar nolur hadiiiiiiii.........