- Almanca’da özellikle almanca imlay’ı(die Rechtschreibung’u) çözmede zorluklar çekenler için Martin Heidegger’in Varlık ve Zaman (Sein und Zeit) eserini anlama veya anlamlandırmadan bağımsız almanca okumalarını deneyimime dayanarak tavsiye ederim.
- Hülâsa, yazı ve yazıtın salt ahlak-i imgesi imla değilmidir?
- Bir rüyamı anlatmadan geçmeyim! - En zor anlarımdan birisinde, Kant’ı almanca okumaya karar verdim ve eserlerinden seçilmiş kitabını kütüphaneden ödünç aldım ve büyük bir heyecanla okudum. - Kitabı okuyup kütüphaneye verdikten sonra aradan zaman geçince çok berrak bir şekilde hayretler edercesine rüyamda gördüm. - Nasıl ve ne şekilde rüyamda gördüğüm kendimde kalsın. Sadece Kant’ı görmekle kalsa…
- Nitekim, uzun yazı yazmayı beceremeyen birisi olarak, ekseriyette kavramın termin içerisinde kalarak kavramın ve termin dışına çıkanları dialetik metafor şeklinde aktarımlarla malumatın anlatılması veya anlamlandırılması perspektifinden hiçde kolay bir beceri değil.
Felsefe ve şiir arasındaki ilişkiye dair sunduğunuz bu zarif metafor ve düşünmeye davet eden giriş yazınız için teşekkür ederim. İnsanlığın anlama ve anlamlandırma çabasını bu iki güçlü ifade biçimi üzerinden ele almanız oldukça yerinde. "Aynı dağın iki patikası" benzetmesi, bu iki alanın nihai bir ortak noktaya yöneldiği fikrini güzelce özetliyor.
Ancak, bu iki kadim disiplinin doğasına dair yaptığınız bazı ayrımların, belki de daha geniş bir perspektiften ele alınabileceği noktalar olduğunu düşünüyorum. Zira felsefe ve şiir arasındaki sınırların, zaman zaman sandığımızdan daha geçirgen olabileceği de akla gelmektedir.
Felsefeyi "aklın ve mantığın kılavuzluğu" olarak tanımlarken, onun "gerçeği 'nedir?' sorusuyla soyutladığını" ve "evrensel yasalara ulaşmaya çalıştığını" belirtiyorsunuz. Şüphesiz felsefenin önemli bir damarı bu yöndedir. Ancak, felsefe tarihi boyunca, özellikle fenomenoloji, varoluşçuluk veya hermeneutik gibi akımlarda, aklın yanı sıra sezginin, deneyimin ve hatta duygunun felsefi sorgulamadaki merkezi rolü vurgulanmıştır. Bir Heidegger'in "varoluşun açığa çıkışı"nı veya bir Merleau-Ponty'nin "bedenin fenomenolojisi"ni ele aldığımızda, felsefenin de bir tür "hissettirme" veya "gösterme" çabası içinde olabileceği düşünülemez mi? Felsefenin "mimar titizliğiyle" bir yapı inşa etmesi metaforu da, onun dinamik, sürekli sorgulayan ve kendini yeniden inşa eden doğasını tam olarak yansıtmayabilir.
Şiiri ise "sezginin ve duygunun tercümanlığı" olarak konumlandırırken, onun "gerçeği tanımlamaya değil, onu hissettirmeye ve bir anlığına göstermeye çalıştığını" ifade ediyorsunuz. Bu da şiirin temel bir özelliğidir. Ne var ki, şiirin sadece duygusal ve sezgisel bir alanla sınırlı olup olmadığı sorusu da önem kazanır. Didaktik şiirler, felsefi şiirler veya epik şiirler gibi türler, kavramları doğrudan ele alarak, felsefenin "tanımlama" işlevine oldukça yaklaşabilir. Örneğin, Lucretius'un "Evrenin Doğası Üzerine" adlı eseri veya Dante'nin "İlahi Komedya"sı gibi metinler, derin felsefi düşünceleri şiirsel bir formda sunarak, şiirin sadece "hissettirme" değil, aynı zamanda "düşündürme" ve hatta "tanımlama" kapasitesini de ortaya koyar. Şairin "ruhunun dilini kelimelere döken bir tercüman" olması, onun aktif bir yaratıcı ve anlam inşa edici rolünü biraz geri planda bırakıyor olabilir.
"Kesişim Noktası: Anlam Arayışı" başlığı altında, her ikisinin de "anlam"a ulaşmaya çalıştığını belirtiyorsunuz. Bu ortak hedef kuşkusuz geçerlidir. Ancak, felsefenin aradığı "anlam" ile şiirin sunduğu "anlam"ın niteliği her zaman aynı mıdır? Felsefe, kavramsal netlik ve evrensel geçerlilik peşindeyken, şiir daha çok kişisel, anlık ve çok katmanlı bir "anlam" deneyimi sunabilir. Şiirde estetik deneyim, felsefede ise argümantatif tutarlılık, kendi başına birer amaç teşkil edebilir ve bu, "anlam"ın ötesinde farklı "zirveler" olabileceğini düşündürebilir.
Belki de felsefe ve şiir, aynı dağın iki ayrı patikası olmaktan ziyade, zaman zaman iç içe geçen, birbirini besleyen ve hatta bazen aynı patika üzerinde farklı adımlarla ilerleyen iki yolculuktur. Bir filozofun metnindeki şiirselliği veya bir şairin dizelerindeki felsefi derinliği keşfetme çabanız takdire şayan. Bu, aslında her iki disiplinin de kendi sınırlarını aşarak birbirine dokunduğu anları yakalamak anlamına gelir.
Bu değerli paylaşımınız için tekrar teşekkür eder, farklı bakış açılarının zenginleştireceği nice paylaşımlar dilerim.
Her sabaha koca bir boşlukla uyanıyorum içimde "bugün hiç uyanmasaydım veyahut acaba bugün ne olacak "diye uyanır oldu.Neydi bana bunu yapan kimdi beni değersizleştirip her sabah derin boşlukla uyandıran.Keşke yok olsamda kim ardımdan ağlıyor kim gittiğime seviniyor ...İnsan olmayı beceremeyenlerin arasında asimile oluyorum.Değer denen mahlukat bana yakışmıyorcasına ordan oraya savuruyorlar beni :(((çekip gidesim varsa ,ha bugün ha yarın ha şimdi...Çocukça ağlıyorsunlar,yine başldınlar senfonisi bende de var ritme ayak uyduramadığım için kovulmuyorum ama orda dur sen ya dur nolcak deniliyor gibi sesler duyuyorum ....Birilerinin çekip kurtarmadığı karanlığa sürükleniyorum.Çığlık atarsam ayaklarıyla ezecekler ...Ağlasam susturacaklar...
Hasan Bey, tafsilatlı olmasa da ben izahatınızı tekraren okudum. Zat-i alinizi tebrik ederim. İnşallah Edebiyatımıza sizin gibi duyarlı Mürşitlerin sayısı artar... SAYGIYLA
Değerli felsefe ve sanat dostları, İnsan, var olduğu andan beri anlama ve anlamlandırma çabası içindedir. Gökyüzüne bakıp yıldızların sırrını, kendi içine dönüp varlığının amacını sorgular.
Bu kadim ve soylu arayış, kendini iki güçlü ifade biçiminde gösterir: Felsefe ve Şiir. Peki, bu iki alan birbirine ne kadar yakın, ne kadar uzaktır?
Bir antoloji ve felsefe grubunun ilk yazısı olarak, bu temel soru üzerine birlikte düşünmeye ne dersiniz?
Felsefe: Aklın ve Mantığın Kılavuzluğu
Felsefe, hakikate giden yolda aklın ve mantığın meşalesini taşır. Kavramları titizlikle analiz eder, argümanlar inşa eder ve düşüncenin en sağlam temellerini arar. Bir filozof, gerçeği "nedir?"
sorusuyla soyutlar, onu parçalara ayırır, tanımlar ve evrensel yasalara ulaşmaya çalışır. Platon'un idealar dünyasından Kant'ın kategorik buyruğuna kadar felsefe, evreni anlaşılır kılmak için zihinsel bir yapı inşa etme sanatıdır. O, bir mimar titizliğiyle çalışır.
Şiir: Sezginin ve Duygunun Tercümanlığı
Şiir ise aynı hakikatin sezgisel ve duygusal patikasıdır. O, gerçeği tanımlamaya değil, onu hissettirmeye ve bir anlığına göstermeye çalışır. Bir şair, sözcüklerle resim çizer; bir metaforla en derin felsefi soruyu ete kemiğe büründürür, bir dizenin içine koskoca bir yaşam tecrübesini sığdırır.
Yunus Emre'nin bir şiirinde bütün bir tasavvuf felsefesini, Nâzım Hikmet'in dizelerinde ise toplumsal bir varoluş mücadelesini buluruz. Şair, bir tercüman gibi, ruhun dilini kelimelere döker.
Kesişim Noktası: Anlam Arayışı
Biri gerçeği soyutlayarak, diğeri ise onu somut bir imgede parlatarak sunar. Felsefe "güzellik nedir?" diye sorarken, şiir güzel bir günbatımını anlatarak o güzelliğin kendisini deneyimletir.
Ancak en nihayetinde, her ikisi de aynı dağın zirvesine, yani "anlam"a ulaşmaya çalışan iki farklı yolcudur. Her ikisi de dilin olanaklarını sonuna kadar kullanır ve insanı gündelik olanın ötesine taşımayı hedefler.
Bu grubun çatısı altında, bu iki patikayı birleştirebiliriz. Bir filozofun metnindeki şiirselliği ve bir şairin dizelerindeki felsefi derinliği keşfedebiliriz.
Sözü size bırakarak bitirelim: Sizin için felsefeye en çok yaklaşan şair veya en şiirsel filozof kimdir? Hangi dizeler veya metinler aklınız ile ruhunuzu aynı anda harekete geçirmiştir?
Felsefe ve sanatla dolu paylaşımlarda buluşmak dileğiyle. Selam ve sevgilerle...
Değerli felsefe ve sanat dostları, İnsan, var olduğu andan beri anlama ve anlamlandırma çabası içindedir. Gökyüzüne bakıp yıldızların sırrını, kendi içine dönüp varlığının amacını sorgular.
Bu kadim ve soylu arayış, kendini iki güçlü ifade biçiminde gösterir: Felsefe ve Şiir. Peki, bu iki alan birbirine ne kadar yakın, ne kadar uzaktır?
Bir antoloji ve felsefe grubunun ilk yazısı olarak, bu temel soru üzerine birlikte düşünmeye ne dersiniz?
Felsefe: Aklın ve Mantığın Kılavuzluğu
Felsefe, hakikate giden yolda aklın ve mantığın meşalesini taşır. Kavramları titizlikle analiz eder, argümanlar inşa eder ve düşüncenin en sağlam temellerini arar. Bir filozof, gerçeği "nedir?"
sorusuyla soyutlar, onu parçalara ayırır, tanımlar ve evrensel yasalara ulaşmaya çalışır. Platon'un idealar dünyasından Kant'ın kategorik buyruğuna kadar felsefe, evreni anlaşılır kılmak için zihinsel bir yapı inşa etme sanatıdır. O, bir mimar titizliğiyle çalışır.
Şiir: Sezginin ve Duygunun Tercümanlığı
Şiir ise aynı hakikatin sezgisel ve duygusal patikasıdır. O, gerçeği tanımlamaya değil, onu hissettirmeye ve bir anlığına göstermeye çalışır. Bir şair, sözcüklerle resim çizer; bir metaforla en derin felsefi soruyu ete kemiğe büründürür, bir dizenin içine koskoca bir yaşam tecrübesini sığdırır.
Yunus Emre'nin bir şiirinde bütün bir tasavvuf felsefesini, Nâzım Hikmet'in dizelerinde ise toplumsal bir varoluş mücadelesini buluruz. Şair, bir tercüman gibi, ruhun dilini kelimelere döker.
Kesişim Noktası: Anlam Arayışı
Biri gerçeği soyutlayarak, diğeri ise onu somut bir imgede parlatarak sunar. Felsefe "güzellik nedir?" diye sorarken, şiir güzel bir günbatımını anlatarak o güzelliğin kendisini deneyimletir.
Ancak en nihayetinde, her ikisi de aynı dağın zirvesine, yani "anlam"a ulaşmaya çalışan iki farklı yolcudur. Her ikisi de dilin olanaklarını sonuna kadar kullanır ve insanı gündelik olanın ötesine taşımayı hedefler.
Bu grubun çatısı altında, bu iki patikayı birleştirebiliriz. Bir filozofun metnindeki şiirselliği ve bir şairin dizelerindeki felsefi derinliği keşfedebiliriz.
Sözü size bırakarak bitirelim: Sizin için felsefeye en çok yaklaşan şair veya en şiirsel filozof kimdir? Hangi dizeler veya metinler aklınız ile ruhunuzu aynı anda harekete geçirmiştir?
Felsefe ve sanatla dolu paylaşımlarda buluşmak dileğiyle. Selam ve sevgilerle...
Değerli felsefe ve sanat dostları, İnsan, var olduğu andan beri anlama ve anlamlandırma çabası içindedir. Gökyüzüne bakıp yıldızların sırrını, kendi içine dönüp varlığının amacını sorgular.
Bu kadim ve soylu arayış, kendini iki güçlü ifade biçiminde gösterir: Felsefe ve Şiir. Peki, bu iki alan birbirine ne kadar yakın, ne kadar uzaktır?
Bir antoloji ve felsefe grubunun ilk yazısı olarak, bu temel soru üzerine birlikte düşünmeye ne dersiniz?
Felsefe: Aklın ve Mantığın Kılavuzluğu
Felsefe, hakikate giden yolda aklın ve mantığın meşalesini taşır. Kavramları titizlikle analiz eder, argümanlar inşa eder ve düşüncenin en sağlam temellerini arar. Bir filozof, gerçeği "nedir?"
sorusuyla soyutlar, onu parçalara ayırır, tanımlar ve evrensel yasalara ulaşmaya çalışır. Platon'un idealar dünyasından Kant'ın kategorik buyruğuna kadar felsefe, evreni anlaşılır kılmak için zihinsel bir yapı inşa etme sanatıdır. O, bir mimar titizliğiyle çalışır.
Şiir: Sezginin ve Duygunun Tercümanlığı
Şiir ise aynı hakikatin sezgisel ve duygusal patikasıdır. O, gerçeği tanımlamaya değil, onu hissettirmeye ve bir anlığına göstermeye çalışır. Bir şair, sözcüklerle resim çizer; bir metaforla en derin felsefi soruyu ete kemiğe büründürür, bir dizenin içine koskoca bir yaşam tecrübesini sığdırır.
Yunus Emre'nin bir şiirinde bütün bir tasavvuf felsefesini, Nâzım Hikmet'in dizelerinde ise toplumsal bir varoluş mücadelesini buluruz. Şair, bir tercüman gibi, ruhun dilini kelimelere döker.
Kesişim Noktası: Anlam Arayışı
Biri gerçeği soyutlayarak, diğeri ise onu somut bir imgede parlatarak sunar. Felsefe "güzellik nedir?" diye sorarken, şiir güzel bir günbatımını anlatarak o güzelliğin kendisini deneyimletir.
Ancak en nihayetinde, her ikisi de aynı dağın zirvesine, yani "anlam"a ulaşmaya çalışan iki farklı yolcudur. Her ikisi de dilin olanaklarını sonuna kadar kullanır ve insanı gündelik olanın ötesine taşımayı hedefler.
Bu grubun çatısı altında, bu iki patikayı birleştirebiliriz. Bir filozofun metnindeki şiirselliği ve bir şairin dizelerindeki felsefi derinliği keşfedebiliriz.
Sözü size bırakarak bitirelim: Sizin için felsefeye en çok yaklaşan şair veya en şiirsel filozof kimdir? Hangi dizeler veya metinler aklınız ile ruhunuzu aynı anda harekete geçirmiştir?
Felsefe ve sanatla dolu paylaşımlarda buluşmak dileğiyle. Selam ve sevgilerle...
Şiir sofraya konulan yemeğe benzer. Şairin mahareti aşçının mahareti gibidir. Aşçı ne kadar güzel yemek yapsada sonunda tatlı ikram etmese doyulur ama damak o tatlıyı arar. Şairde sonlarda kafiyeyi kullanamazsa yada kafiyesiz yazarsa o şiirin tadı kaçar. Biz ona şiir değilde insanları büyüleme sanatı sihir diyelim.Fonda bir müzik arkada ağlamaklı küçük emrahtan bir ses alın size bir sihir.
“İslam ahlakı değil, insan ahlakı...!” Konteks: Ünlem işareti ile cümleyi işaretlemen, yanlış anlaşılma açısından çoğu şeyi anlatıyor.
“Tanrı insanı ne Yahudi ne Hristiyan nede Müslüman olarak yarattı.” Konteks: Ben şahsen Müslüman kimliğimle, her yeni doğmuş bebeğin anne babasından istisnai Müslüman olarak doğduğuna inanırım. Anlaşılan o’ ki tanrı(tengri) demenle dine karşı fobik alerjin olduğu.
“Ahlakı,dinler ile terbiye etmeye çalışmak,bugüne kadar insanlığa karsi yapılmış en büyük ahlaksızlık olmuştur...” Konteks: Ahlakı terbiye etmek bide dinler ile terbiye diyorsun, Ahlak hakkında derin bi malumatın olmadığının ifşası olsa gerek, çünkü Ahlak terbiye edilmez Ahlak belirli prensipleri ve kaideleri davranış üslubu ile yerine göre yerine getirme veya getirmeme ile alakalı bir eğlimdir. İnsan Ahlak’ı nasıl terbiye edebilir? Ancak, Ahlak’la Erdemler terbiye edilebilinir, Ahlak-i prensiplerlede insan kendi benliğini nefs-i emmerasini terbiye eder. Ahlak ile dinin bağdaşmasını yanlış gibi algı yapman Ahlaksızlığın bi başka formatı!
Her toplumun ahlaki kuralları farklılık gösterebilir. Bir kavimde normal olağan karşılanan bir durum, diğer kavmin ahlaki meselesi olabilir. Bu yüzden dini kurallardan çok örfi kurallar o toplumun ahlaki kuralları olmuştur. Dinler tarihine baktığımızda HZ. Adem ' den HZ.Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem' e kadar tüm peygamberlerin bahsettiği ahlaki kurallar hep aynıdır. Allah katında din İslamdır. Ayeti kerime tek din olduğunu gösterir. HZ. Adem şeriati, HZ. Musa şeriati, HZ.İsa şeriati ...... diğer peygamberler sadece bulundukları kavimlere gelmiştir. O kavmin anlayacağı şekilde şeriatlerini uygulamışlardır.
Hep bizlere hak dinler 4 e ayrılır şeklinde ayrıştırarak öğrettiler. oysa bu yanlıştır.
Ya Rabbi hepimiz çıplağız senin giydirdiğin müstesna, Ya Rabbi hepimiz açız senin doyurduğun müstesna, Ya Rabbi hepimiz fakiriz senin zengin kıldığın müstesna, Ya Rabbi hepimiz dalaletteyiz senin hidayet ettiğin müstesna, Ya Rabbi hepimiz çaresiziz senin eman ve emniyet verdiğin müstesna bizi en güzel elbise ile giydir, bizi rezzak isminle doyur, bizi gani isminle zengin ve cömert kıl, bizi hadi isminle hidayete erdir, bizi selam isminle selamette kıl amin. Şüphesiz giydirenlerin, doyuranların, zengin ve cömert kılanların, hidayet edenlerin, selam selamet ve emniyet verenlerin en hayırlısı en şereflisi en azizi en kuvvetlisi sensin bizi bu şerefe layık eyle bizi hakkımızda en hayırlı en şerefli en üstünü ile aziz kıl amin. bizi affet bizi bağışla amin..
“Kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.
Kullarım! Benim hidâyet ettiklerim dışında hepiniz sapıtmışsınız. O halde benden hidâyet dileyin ki sizi doğruya ileteyim.
Kullarım! Benim doyurduklarım hariç, hepiniz açsınız. Benden yiyecek isteyin ki sizi doyurayım.
Kullarım! Benim giydirdiklerim hariç, hepiniz çıplaksınız. Benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim.
Kullarım! Siz gece-gündüz günah işlemektesiniz, bütün günahları afveden de yalnızca benim. Benden af dileyin ki sizi bağışlayayım.
Kullarım! Bana zarar vermek elinizden gelmez ki, zarar verebilesiniz. Bana fayda vermeye gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz.
Kullarım! Evveliniz ahiriniz, insanınız cinleriniz, en müttaki bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümde herhangi bir şey arttırmaz.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz, en günahkâr bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümden en küçük bir şey eksiltmez.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz bir yerde toplanıp benden istekte bulunacak olsalar, ben de her birine istediğini versem, bu benim mülkümden ancak, iğne denize daldırılıp çıkarıldığında denizden ne kadar eksiltebilirse işte o kadar azaltır. (Yani hiç bir şey eksiltmez.)
Kullarım! İşte sizin amelleriniz. Onları sizin için saklar, sonra onları size iâde ederim. Artık kim bir hayır bulursa Allah’a hamd etsin. Kim de hayırdan başka bir şey bulursa öz nefsinden başka kimseyi ayıplamasın.”
Saîd İbni Abdülaziz dedi ki, Ebû İdris el-Havlânî bu hadisi rivâyet ettiği zaman dizleri üzerine çöküverdi. Müslim, Birr 55.
Madem ki ölüme çare yok öleceğiz mademki ister istemez kabre gireceğiz madem bu hayat fanidir hem madem ahir zamandayız sana verdiğimiz tüm hak ve hayırlı sözleri yardımınla ve hakkınca tutmadan canımızı alma ve biz e bu konuda ihlas samimiyet ve gayret ver ve bizleri affına ve bağışlamana layık eyle ve vermediklerinin ve verdiklerinin kıymetini bilenlerden eyle neslimize de salah ve necat nasip eyle bizden öncekilere bizim gibi nesiller bırakmayı nasip eylediğin gibi bizlere de onlar gibi hayırlı ve salih nesiller bırakmayı nasip eyle amin.Amin..
Dinler ahlakı açıdan bozulan toplumlara gelmiş diyorsun ama bütün insanlara geldi diyemiyorsun,Arap toplumu bu kadar insanlıktan çıktı diye tanrı kitap gonderdiyse daha önceki gönderdiği kitaplar ise aynı şartlarda bozulan diger toplumlara geldi, bu mantıkla bakılınca burada kitaplar ve peygamberlerin gelme amaci sadece bir topluma ve insanlara tanrının gücü ve kudretini gösterip,cennet ve cehennemle TERBİYE etmektir...
İnsan yaratilisindan bu yana hırsızlığın,iftiranın yada tefecilik yapmanın suç ve ayıplı olduğunun zaten hep farkında olmuş bunu yapaninda cezalandirildigi da bilinen bir gerçek..yani insanların bunu bilmesi için bir kitapta yazması yada bunu anlatması içinde peygamber gönderilmesine gerek yok..insan ahlakı, insanın doğasında var zaten...sırf bir kitapta yazıyor diye bunun ahlaksızlık olduğunu kabul etmişse ve bununla da övünüp duruyorsa o insanların vicdanı adalet duygusunu sorgulamak lazim...
Ama en kötüsü ne biliyormusun Ahmet;
Bu dünyada azıcık ahlak varsa İslam ile inmiş olan ahlak demekle İslamiyeti yüceltip,bundan önce gönderdiği kitaplari küçümseyerek önünde secdeye durduğun tanrıyı asagiladiginin farkında olmaman...
Ha birde inançsız insanlara taş atmışsın, yahu bir bak dünyaya da öyle konuş, adalet,esitlik,refah ve insan özgürlüğüne sahip ülkelerin din anlayışına bak sonra gel dini argümanlar ile yönetilen ülkelere..
Uzun lafın kısası
Din ahlakı diye bir şey yok insan ahlakı diye bir şey var...
"Ahlakı,dinler ile terbiye etmeye çalışmak,bugüne kadar insanlığa karsi yapılmış en büyük ahlaksızlık olmuştur..." Ahlaksiz bir yorum olmus.
Oysa olcude tartida sahtekarlik yapan ahlaksiz millete peygamber gelmis. Livata yapan millete peygamber gelmis. Tefecilik yapan millete peygamber gelmis. Kiz cocuklarini gomen millete peygamber gelmis Yoksullari garibanlari ezen millete peygamber gelmis Halkina zulmeden krallara peygamber gitmis. ila ahir... Ayrica
Bugun muslumanlar acinacak durumda olabilir ama. Muslamanlari basin yayinla tvlerle, sinama filimleri ile, sitcomlarla muslumanlarin gencligini zehirleyen, bozan yine malum serefisz millet icimizde ve dunyada... Ayrica... Asla Tefecilik muslumanlardan cikmadi. Pornografi muslumanlardan cikmadi. Kumar muslumanlardan cikmadi. Haram Buyu muslumanlarda haram.
Uyusturucu muslumanlardan cikmadi. haram. Kerhaneler acip karilari satmak muslumanlardan cikmadi Karilari ve erkekleri kamera karsisina gecirip canli canli sevistirip para kazanmak muslumanlardan cikmadi Livata yapan muslumanlar vardir. Ama livatayi normallestirmek muslumanlardan cikmadi Inancsiz insanlardan cikti.
Islam komsusu ac iken tok yatini kendinden saymaz Islam dedikodu, iftirayi, hak yemeyi gunah sayar Islam yardimlasmayi emreder, oyleki, fukarya hakkini verder. Lutfedip vermek degil, hakkini ver der.
Iftira atmak, hele koskoca bir dine iftira atmaktan daha ahlaksiz ne olabilir. Tek tek insanlar ahlakli yada ahlaksiz olabilir. Ama dunyada azicik ahlak varsa o islam ile inmis ahlaktir. Her nerede olur olsun. Bos bos, sloganik salvolarla kendinizi zavalli durumuna dusurmeyin bari...
Ahmet İhsan Araç, ben sizin anladığınız anlamda sormadım. Ayrıca benim soruların içinde *UYDURDU* kelimesi de geçmemektedir. Sorularım aşağıda mevcuttur. Dini konularda kendisini ehli yetkin görenler cevap versinler diye güncelledim. Genelde bu sayfaya tek cümlelik ve magazin içerikli deyimler düşülmektedir. Bende bir tartışma konusu açılsın diye, bazı yanlış bilinen Dini üsüller vacip Sünnet ve Farz haline dönüşmüş. Bunun aslını bilen ehli yetkinler cevaplasınlar diye sarfı eylemde bulundum. Hepsi bundan ibaret. Ancak, her nedense bazı kişiler bu sayfayı sabota etmekten hiç geri kalmıyorlar...
Islam ahlakini kim yada kimler nezaman uydurdu? Soru bu. Art niyetli oldugunu bile bile cevap verelim Islam ahlakli ilk insan ilk peygamber hz ademden as. Dan beri 250 nin peygamber ile gelen ahlaktir. Diger peygamberler ahlaksizmiydi diyen adam belliki kurandan habersiz soruyor soruyu. Cunku Kuran diger peygamberlerin ahlak ornekleri ile dolu.
Islam ahlaki kuran ahlakidir. Ilk musluman ilk sahabeler degildir. Ilk sahabeler son peygamber hz muhammet as. Inanan ilk araplardir. Ilk musluman hz adem ve havva dir.
Ayni adamin sahabilere dil uzatmasina gelince de, bugun suriyede, gecmiste irakta, Afghanistanda, libyada, ve turkiyenin guneydogusunda, fitne cikaran, muslumanlari, hem birbirlerine kirdiran, hem kiran israil, ve israilin Jeffery epstain gibi ajanlari ile amerikada oldugu gibi, mason yapilasmalari ile turkiye dahil avrupa ve batida politikacilari kucuk kiz cocuklari ile sx yaptirip vidyolarini cekip santaj yapanlarin atalari ozaman da musluman kiliginda munafiklik ile sahabileri birbine dusuruyorlardi. Su an icimizde de binlerce ismini ahmet mehmet mustafa yapip, orduda,yargida, diyanette devletim her kademesinze, dogal mossad ajani yuzbinlerce turk musluman gorunumlu yahudi var. Bubsadece turkiye icin gecerli degil. Avrupada sagci hiristiyan partilerin alayi hiristiyan gorunumlu yahudilerin elinde. 2000 yilde 109 ulkeden kovulmuslar gercek ahlaksiz olanlar. Bir dogru duzgun devletleri bile yok. Islam Ahlaksiz olanlar, tefecilik, pornografi, livata, dinsizlik, ilacla ve gida ile zehirleme, herturlu Melanie onlardan o ahlaksizlardan cikiyor.
Ahlaksiz olan hic bir sey uzun vadede basarili olmaz. 109 dafa surulenlerden belli. 110 cu da insallah hiristiyan ve muslumanlarin mesih as. Sancagi altinda yakinda olacak. Eger sahabeler islam ahlakiyla ahlaklanmasaydi bugun 7 kita 2 milyar musluman olmazdi. Yuzlerce devlet, yuzlerce ilmi bulus olmazdi. Islam ahlaki, peygamberlerin ahlakidir. Kuran anlayarak, ve hadis okuyan herkes, kurandaki ve hadisteki peygamber ahlakini ogrenmis olur. Gunumuzde kurandan ve hadisten bir haber muslumanlar var. Islami politik parti sananlar var. Munafilik kufurden daha assagilik bir durumdur.
seni sürekli sevemem
- Almanca’da özellikle almanca imlay’ı(die Rechtschreibung’u) çözmede zorluklar çekenler için Martin Heidegger’in Varlık ve Zaman (Sein und Zeit) eserini anlama veya anlamlandırmadan bağımsız almanca okumalarını deneyimime dayanarak tavsiye ederim.
- Hülâsa, yazı ve yazıtın salt ahlak-i imgesi imla değilmidir?
- Bir rüyamı anlatmadan geçmeyim!
- En zor anlarımdan birisinde, Kant’ı almanca okumaya karar verdim ve eserlerinden seçilmiş kitabını kütüphaneden ödünç aldım ve büyük bir heyecanla okudum.
- Kitabı okuyup kütüphaneye verdikten sonra aradan zaman geçince çok berrak bir şekilde hayretler edercesine rüyamda gördüm.
- Nasıl ve ne şekilde rüyamda gördüğüm kendimde kalsın. Sadece Kant’ı görmekle kalsa…
- Böylesim yazıları okumak keyif veriyor.
- Nitekim, uzun yazı yazmayı beceremeyen birisi olarak, ekseriyette kavramın termin içerisinde kalarak kavramın ve termin dışına çıkanları dialetik metafor şeklinde aktarımlarla malumatın anlatılması veya anlamlandırılması perspektifinden hiçde kolay bir beceri değil.
Değerli felsefe ve sanat dostları,
Felsefe ve şiir arasındaki ilişkiye dair sunduğunuz bu zarif metafor ve düşünmeye davet eden giriş yazınız için teşekkür ederim. İnsanlığın anlama ve anlamlandırma çabasını bu iki güçlü ifade biçimi üzerinden ele almanız oldukça yerinde. "Aynı dağın iki patikası" benzetmesi, bu iki alanın nihai bir ortak noktaya yöneldiği fikrini güzelce özetliyor.
Ancak, bu iki kadim disiplinin doğasına dair yaptığınız bazı ayrımların, belki de daha geniş bir perspektiften ele alınabileceği noktalar olduğunu düşünüyorum. Zira felsefe ve şiir arasındaki sınırların, zaman zaman sandığımızdan daha geçirgen olabileceği de akla gelmektedir.
Felsefeyi "aklın ve mantığın kılavuzluğu" olarak tanımlarken, onun "gerçeği 'nedir?' sorusuyla soyutladığını" ve "evrensel yasalara ulaşmaya çalıştığını" belirtiyorsunuz. Şüphesiz felsefenin önemli bir damarı bu yöndedir. Ancak, felsefe tarihi boyunca, özellikle fenomenoloji, varoluşçuluk veya hermeneutik gibi akımlarda, aklın yanı sıra sezginin, deneyimin ve hatta duygunun felsefi sorgulamadaki merkezi rolü vurgulanmıştır. Bir Heidegger'in "varoluşun açığa çıkışı"nı veya bir Merleau-Ponty'nin "bedenin fenomenolojisi"ni ele aldığımızda, felsefenin de bir tür "hissettirme" veya "gösterme" çabası içinde olabileceği düşünülemez mi? Felsefenin "mimar titizliğiyle" bir yapı inşa etmesi metaforu da, onun dinamik, sürekli sorgulayan ve kendini yeniden inşa eden doğasını tam olarak yansıtmayabilir.
Şiiri ise "sezginin ve duygunun tercümanlığı" olarak konumlandırırken, onun "gerçeği tanımlamaya değil, onu hissettirmeye ve bir anlığına göstermeye çalıştığını" ifade ediyorsunuz. Bu da şiirin temel bir özelliğidir. Ne var ki, şiirin sadece duygusal ve sezgisel bir alanla sınırlı olup olmadığı sorusu da önem kazanır. Didaktik şiirler, felsefi şiirler veya epik şiirler gibi türler, kavramları doğrudan ele alarak, felsefenin "tanımlama" işlevine oldukça yaklaşabilir. Örneğin, Lucretius'un "Evrenin Doğası Üzerine" adlı eseri veya Dante'nin "İlahi Komedya"sı gibi metinler, derin felsefi düşünceleri şiirsel bir formda sunarak, şiirin sadece "hissettirme" değil, aynı zamanda "düşündürme" ve hatta "tanımlama" kapasitesini de ortaya koyar. Şairin "ruhunun dilini kelimelere döken bir tercüman" olması, onun aktif bir yaratıcı ve anlam inşa edici rolünü biraz geri planda bırakıyor olabilir.
"Kesişim Noktası: Anlam Arayışı" başlığı altında, her ikisinin de "anlam"a ulaşmaya çalıştığını belirtiyorsunuz. Bu ortak hedef kuşkusuz geçerlidir. Ancak, felsefenin aradığı "anlam" ile şiirin sunduğu "anlam"ın niteliği her zaman aynı mıdır? Felsefe, kavramsal netlik ve evrensel geçerlilik peşindeyken, şiir daha çok kişisel, anlık ve çok katmanlı bir "anlam" deneyimi sunabilir. Şiirde estetik deneyim, felsefede ise argümantatif tutarlılık, kendi başına birer amaç teşkil edebilir ve bu, "anlam"ın ötesinde farklı "zirveler" olabileceğini düşündürebilir.
Belki de felsefe ve şiir, aynı dağın iki ayrı patikası olmaktan ziyade, zaman zaman iç içe geçen, birbirini besleyen ve hatta bazen aynı patika üzerinde farklı adımlarla ilerleyen iki yolculuktur. Bir filozofun metnindeki şiirselliği veya bir şairin dizelerindeki felsefi derinliği keşfetme çabanız takdire şayan. Bu, aslında her iki disiplinin de kendi sınırlarını aşarak birbirine dokunduğu anları yakalamak anlamına gelir.
Bu değerli paylaşımınız için tekrar teşekkür eder, farklı bakış açılarının zenginleştireceği nice paylaşımlar dilerim.
Saygı ve sevgilerimle...
Her sabaha koca bir boşlukla uyanıyorum içimde "bugün hiç uyanmasaydım veyahut acaba bugün ne olacak "diye uyanır oldu.Neydi bana bunu yapan kimdi beni değersizleştirip her sabah derin boşlukla uyandıran.Keşke yok olsamda kim ardımdan ağlıyor kim gittiğime seviniyor ...İnsan olmayı beceremeyenlerin arasında asimile oluyorum.Değer denen mahlukat bana yakışmıyorcasına ordan oraya savuruyorlar beni :(((çekip gidesim varsa ,ha bugün ha yarın ha şimdi...Çocukça ağlıyorsunlar,yine başldınlar senfonisi bende de var ritme ayak uyduramadığım için kovulmuyorum ama orda dur sen ya dur nolcak deniliyor gibi sesler duyuyorum ....Birilerinin çekip kurtarmadığı karanlığa sürükleniyorum.Çığlık atarsam ayaklarıyla ezecekler ...Ağlasam susturacaklar...
Hasan Bey, tafsilatlı olmasa da ben izahatınızı tekraren okudum.
Zat-i alinizi tebrik ederim. İnşallah Edebiyatımıza sizin gibi duyarlı
Mürşitlerin sayısı artar... SAYGIYLA
Felsefe ve Şiir Aynı Dağın İki Patikası Mıdır?
Değerli felsefe ve sanat dostları,
İnsan, var olduğu andan beri anlama ve anlamlandırma çabası içindedir. Gökyüzüne bakıp yıldızların sırrını, kendi içine dönüp varlığının amacını sorgular.
Bu kadim ve soylu arayış, kendini iki güçlü ifade biçiminde gösterir: Felsefe ve Şiir.
Peki, bu iki alan birbirine ne kadar yakın, ne kadar uzaktır?
Bir antoloji ve felsefe grubunun ilk yazısı olarak, bu temel soru üzerine birlikte düşünmeye ne dersiniz?
Felsefe: Aklın ve Mantığın Kılavuzluğu
Felsefe, hakikate giden yolda aklın ve mantığın meşalesini taşır. Kavramları titizlikle analiz eder, argümanlar inşa eder ve düşüncenin en sağlam temellerini arar. Bir filozof, gerçeği "nedir?"
sorusuyla soyutlar, onu parçalara ayırır, tanımlar ve evrensel yasalara ulaşmaya çalışır. Platon'un idealar dünyasından Kant'ın kategorik buyruğuna kadar felsefe, evreni anlaşılır kılmak için zihinsel bir yapı inşa etme sanatıdır. O, bir mimar titizliğiyle çalışır.
Şiir: Sezginin ve Duygunun Tercümanlığı
Şiir ise aynı hakikatin sezgisel ve duygusal patikasıdır. O, gerçeği tanımlamaya değil, onu hissettirmeye ve bir anlığına göstermeye çalışır. Bir şair, sözcüklerle resim çizer; bir metaforla en derin felsefi soruyu ete kemiğe büründürür, bir dizenin içine koskoca bir yaşam tecrübesini sığdırır.
Yunus Emre'nin bir şiirinde bütün bir tasavvuf felsefesini, Nâzım Hikmet'in dizelerinde ise toplumsal bir varoluş mücadelesini buluruz. Şair, bir tercüman gibi, ruhun dilini kelimelere döker.
Kesişim Noktası: Anlam Arayışı
Biri gerçeği soyutlayarak, diğeri ise onu somut bir imgede parlatarak sunar. Felsefe "güzellik nedir?" diye sorarken, şiir güzel bir günbatımını anlatarak o güzelliğin kendisini deneyimletir.
Ancak en nihayetinde, her ikisi de aynı dağın zirvesine, yani "anlam"a ulaşmaya çalışan iki farklı yolcudur. Her ikisi de dilin olanaklarını sonuna kadar kullanır ve insanı gündelik olanın ötesine taşımayı hedefler.
Bu grubun çatısı altında, bu iki patikayı birleştirebiliriz. Bir filozofun metnindeki şiirselliği ve bir şairin dizelerindeki felsefi derinliği keşfedebiliriz.
Sözü size bırakarak bitirelim: Sizin için felsefeye en çok yaklaşan şair veya en şiirsel filozof kimdir? Hangi dizeler veya metinler aklınız ile ruhunuzu aynı anda harekete geçirmiştir?
Felsefe ve sanatla dolu paylaşımlarda buluşmak dileğiyle.
Selam ve sevgilerle...
Felsefe ve Şiir Aynı Dağın İki Patikası Mıdır?
Değerli felsefe ve sanat dostları,
İnsan, var olduğu andan beri anlama ve anlamlandırma çabası içindedir. Gökyüzüne bakıp yıldızların sırrını, kendi içine dönüp varlığının amacını sorgular.
Bu kadim ve soylu arayış, kendini iki güçlü ifade biçiminde gösterir: Felsefe ve Şiir.
Peki, bu iki alan birbirine ne kadar yakın, ne kadar uzaktır?
Bir antoloji ve felsefe grubunun ilk yazısı olarak, bu temel soru üzerine birlikte düşünmeye ne dersiniz?
Felsefe: Aklın ve Mantığın Kılavuzluğu
Felsefe, hakikate giden yolda aklın ve mantığın meşalesini taşır. Kavramları titizlikle analiz eder, argümanlar inşa eder ve düşüncenin en sağlam temellerini arar. Bir filozof, gerçeği "nedir?"
sorusuyla soyutlar, onu parçalara ayırır, tanımlar ve evrensel yasalara ulaşmaya çalışır. Platon'un idealar dünyasından Kant'ın kategorik buyruğuna kadar felsefe, evreni anlaşılır kılmak için zihinsel bir yapı inşa etme sanatıdır. O, bir mimar titizliğiyle çalışır.
Şiir: Sezginin ve Duygunun Tercümanlığı
Şiir ise aynı hakikatin sezgisel ve duygusal patikasıdır. O, gerçeği tanımlamaya değil, onu hissettirmeye ve bir anlığına göstermeye çalışır. Bir şair, sözcüklerle resim çizer; bir metaforla en derin felsefi soruyu ete kemiğe büründürür, bir dizenin içine koskoca bir yaşam tecrübesini sığdırır.
Yunus Emre'nin bir şiirinde bütün bir tasavvuf felsefesini, Nâzım Hikmet'in dizelerinde ise toplumsal bir varoluş mücadelesini buluruz. Şair, bir tercüman gibi, ruhun dilini kelimelere döker.
Kesişim Noktası: Anlam Arayışı
Biri gerçeği soyutlayarak, diğeri ise onu somut bir imgede parlatarak sunar. Felsefe "güzellik nedir?" diye sorarken, şiir güzel bir günbatımını anlatarak o güzelliğin kendisini deneyimletir.
Ancak en nihayetinde, her ikisi de aynı dağın zirvesine, yani "anlam"a ulaşmaya çalışan iki farklı yolcudur. Her ikisi de dilin olanaklarını sonuna kadar kullanır ve insanı gündelik olanın ötesine taşımayı hedefler.
Bu grubun çatısı altında, bu iki patikayı birleştirebiliriz. Bir filozofun metnindeki şiirselliği ve bir şairin dizelerindeki felsefi derinliği keşfedebiliriz.
Sözü size bırakarak bitirelim: Sizin için felsefeye en çok yaklaşan şair veya en şiirsel filozof kimdir? Hangi dizeler veya metinler aklınız ile ruhunuzu aynı anda harekete geçirmiştir?
Felsefe ve sanatla dolu paylaşımlarda buluşmak dileğiyle.
Selam ve sevgilerle...
Felsefe ve Şiir Aynı Dağın İki Patikası Mıdır?
Değerli felsefe ve sanat dostları,
İnsan, var olduğu andan beri anlama ve anlamlandırma çabası içindedir. Gökyüzüne bakıp yıldızların sırrını, kendi içine dönüp varlığının amacını sorgular.
Bu kadim ve soylu arayış, kendini iki güçlü ifade biçiminde gösterir: Felsefe ve Şiir.
Peki, bu iki alan birbirine ne kadar yakın, ne kadar uzaktır?
Bir antoloji ve felsefe grubunun ilk yazısı olarak, bu temel soru üzerine birlikte düşünmeye ne dersiniz?
Felsefe: Aklın ve Mantığın Kılavuzluğu
Felsefe, hakikate giden yolda aklın ve mantığın meşalesini taşır. Kavramları titizlikle analiz eder, argümanlar inşa eder ve düşüncenin en sağlam temellerini arar. Bir filozof, gerçeği "nedir?"
sorusuyla soyutlar, onu parçalara ayırır, tanımlar ve evrensel yasalara ulaşmaya çalışır. Platon'un idealar dünyasından Kant'ın kategorik buyruğuna kadar felsefe, evreni anlaşılır kılmak için zihinsel bir yapı inşa etme sanatıdır. O, bir mimar titizliğiyle çalışır.
Şiir: Sezginin ve Duygunun Tercümanlığı
Şiir ise aynı hakikatin sezgisel ve duygusal patikasıdır. O, gerçeği tanımlamaya değil, onu hissettirmeye ve bir anlığına göstermeye çalışır. Bir şair, sözcüklerle resim çizer; bir metaforla en derin felsefi soruyu ete kemiğe büründürür, bir dizenin içine koskoca bir yaşam tecrübesini sığdırır.
Yunus Emre'nin bir şiirinde bütün bir tasavvuf felsefesini, Nâzım Hikmet'in dizelerinde ise toplumsal bir varoluş mücadelesini buluruz. Şair, bir tercüman gibi, ruhun dilini kelimelere döker.
Kesişim Noktası: Anlam Arayışı
Biri gerçeği soyutlayarak, diğeri ise onu somut bir imgede parlatarak sunar. Felsefe "güzellik nedir?" diye sorarken, şiir güzel bir günbatımını anlatarak o güzelliğin kendisini deneyimletir.
Ancak en nihayetinde, her ikisi de aynı dağın zirvesine, yani "anlam"a ulaşmaya çalışan iki farklı yolcudur. Her ikisi de dilin olanaklarını sonuna kadar kullanır ve insanı gündelik olanın ötesine taşımayı hedefler.
Bu grubun çatısı altında, bu iki patikayı birleştirebiliriz. Bir filozofun metnindeki şiirselliği ve bir şairin dizelerindeki felsefi derinliği keşfedebiliriz.
Sözü size bırakarak bitirelim: Sizin için felsefeye en çok yaklaşan şair veya en şiirsel filozof kimdir? Hangi dizeler veya metinler aklınız ile ruhunuzu aynı anda harekete geçirmiştir?
Felsefe ve sanatla dolu paylaşımlarda buluşmak dileğiyle.
Selam ve sevgilerle...
Şiir sofraya konulan yemeğe benzer. Şairin mahareti aşçının mahareti gibidir. Aşçı ne kadar güzel yemek yapsada sonunda tatlı ikram etmese doyulur ama damak o tatlıyı arar. Şairde sonlarda kafiyeyi kullanamazsa yada kafiyesiz yazarsa o şiirin tadı kaçar. Biz ona şiir değilde insanları büyüleme sanatı sihir diyelim.Fonda bir müzik arkada ağlamaklı küçük emrahtan bir ses alın size bir sihir.
Bataklık
gül
batklık gülü
Çalışanlarına köle muamelesi yapan 3 harfli marketleri boykot ediyorum şahsen.
“İslam ahlakı değil, insan ahlakı...!”
Konteks: Ünlem işareti ile cümleyi işaretlemen, yanlış anlaşılma açısından çoğu şeyi anlatıyor.
“Tanrı insanı ne Yahudi ne Hristiyan nede Müslüman olarak yarattı.”
Konteks: Ben şahsen Müslüman kimliğimle, her yeni doğmuş bebeğin anne babasından istisnai Müslüman olarak doğduğuna inanırım. Anlaşılan o’ ki tanrı(tengri) demenle dine karşı fobik alerjin olduğu.
“Ahlakı,dinler ile terbiye etmeye çalışmak,bugüne kadar insanlığa karsi yapılmış en büyük ahlaksızlık olmuştur...”
Konteks: Ahlakı terbiye etmek bide dinler ile terbiye diyorsun, Ahlak hakkında derin bi malumatın olmadığının ifşası olsa gerek, çünkü Ahlak terbiye edilmez Ahlak belirli prensipleri ve kaideleri davranış üslubu ile yerine göre yerine getirme veya getirmeme ile alakalı bir eğlimdir. İnsan Ahlak’ı nasıl terbiye edebilir? Ancak, Ahlak’la Erdemler terbiye edilebilinir, Ahlak-i prensiplerlede insan kendi benliğini nefs-i emmerasini terbiye eder.
Ahlak ile dinin bağdaşmasını yanlış gibi algı yapman Ahlaksızlığın bi başka formatı!
Evet Allah bildirmeseydi neyin ahlaki olup olmadığını bilemezdi insanoğlu.
Her toplumun ahlaki kuralları farklılık gösterebilir. Bir kavimde normal olağan karşılanan bir durum, diğer kavmin ahlaki meselesi olabilir. Bu yüzden dini kurallardan çok örfi kurallar o toplumun ahlaki kuralları olmuştur.
Dinler tarihine baktığımızda HZ. Adem ' den HZ.Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem' e kadar tüm peygamberlerin bahsettiği ahlaki kurallar hep aynıdır.
Allah katında din İslamdır. Ayeti kerime tek din olduğunu gösterir.
HZ. Adem şeriati,
HZ. Musa şeriati,
HZ.İsa şeriati
......
diğer peygamberler sadece bulundukları kavimlere gelmiştir. O kavmin anlayacağı şekilde şeriatlerini uygulamışlardır.
Hep bizlere hak dinler 4 e ayrılır şeklinde ayrıştırarak öğrettiler.
oysa bu yanlıştır.
illede tahtım illede tacım......
Ya Rabbi hepimiz çıplağız senin giydirdiğin müstesna,
Ya Rabbi hepimiz açız senin doyurduğun müstesna,
Ya Rabbi hepimiz fakiriz senin zengin kıldığın müstesna,
Ya Rabbi hepimiz dalaletteyiz senin hidayet ettiğin müstesna,
Ya Rabbi hepimiz çaresiziz senin eman ve emniyet verdiğin müstesna
bizi en güzel elbise ile giydir,
bizi rezzak isminle doyur,
bizi gani isminle zengin ve cömert kıl,
bizi hadi isminle hidayete erdir,
bizi selam isminle selamette kıl amin.
Şüphesiz giydirenlerin, doyuranların, zengin ve cömert kılanların, hidayet edenlerin, selam selamet ve emniyet verenlerin en hayırlısı en şereflisi en azizi en kuvvetlisi sensin bizi bu şerefe layık eyle bizi hakkımızda en hayırlı en şerefli en üstünü ile aziz kıl amin. bizi affet bizi bağışla amin..
“Kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.
Kullarım! Benim hidâyet ettiklerim dışında hepiniz sapıtmışsınız. O halde benden hidâyet dileyin ki sizi doğruya ileteyim.
Kullarım! Benim doyurduklarım hariç, hepiniz açsınız. Benden yiyecek isteyin ki sizi doyurayım.
Kullarım! Benim giydirdiklerim hariç, hepiniz çıplaksınız. Benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim.
Kullarım! Siz gece-gündüz günah işlemektesiniz, bütün günahları afveden de yalnızca benim. Benden af dileyin ki sizi bağışlayayım.
Kullarım! Bana zarar vermek elinizden gelmez ki, zarar verebilesiniz. Bana fayda vermeye gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz.
Kullarım! Evveliniz ahiriniz, insanınız cinleriniz, en müttaki bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümde herhangi bir şey arttırmaz.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz, en günahkâr bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümden en küçük bir şey eksiltmez.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz bir yerde toplanıp benden istekte bulunacak olsalar, ben de her birine istediğini versem, bu benim mülkümden ancak, iğne denize daldırılıp çıkarıldığında denizden ne kadar eksiltebilirse işte o kadar azaltır. (Yani hiç bir şey eksiltmez.)
Kullarım! İşte sizin amelleriniz. Onları sizin için saklar, sonra onları size iâde ederim. Artık kim bir hayır bulursa Allah’a hamd etsin. Kim de hayırdan başka bir şey bulursa öz nefsinden başka kimseyi ayıplamasın.”
Saîd İbni Abdülaziz dedi ki, Ebû İdris el-Havlânî bu hadisi rivâyet ettiği zaman dizleri üzerine çöküverdi. Müslim, Birr 55.
Ya Rabbi bize,milletimden mü'min ve müslüman olanlara salih kul olma ve vaadine layık olma yolunda ölene kadar yardım et.Amin..
Madem ki ölüme çare yok öleceğiz mademki ister istemez kabre gireceğiz madem bu hayat fanidir hem madem ahir zamandayız sana verdiğimiz tüm hak ve hayırlı sözleri yardımınla ve hakkınca tutmadan canımızı alma ve biz e bu konuda ihlas samimiyet ve gayret ver ve bizleri affına ve bağışlamana layık eyle ve vermediklerinin ve verdiklerinin kıymetini bilenlerden eyle neslimize de salah ve necat nasip eyle bizden öncekilere bizim gibi nesiller bırakmayı nasip eylediğin gibi bizlere de onlar gibi hayırlı ve salih nesiller bırakmayı nasip eyle amin.Amin..
Dinler ahlakı açıdan bozulan toplumlara gelmiş diyorsun ama bütün insanlara geldi diyemiyorsun,Arap toplumu bu kadar insanlıktan çıktı diye tanrı kitap gonderdiyse daha önceki gönderdiği kitaplar ise aynı şartlarda bozulan diger toplumlara geldi, bu mantıkla bakılınca burada kitaplar ve peygamberlerin gelme amaci sadece bir topluma ve insanlara tanrının gücü ve kudretini gösterip,cennet ve cehennemle TERBİYE etmektir...
İnsan yaratilisindan bu yana hırsızlığın,iftiranın yada tefecilik yapmanın suç ve ayıplı olduğunun zaten hep farkında olmuş bunu yapaninda cezalandirildigi da bilinen bir gerçek..yani insanların bunu bilmesi için bir kitapta yazması yada bunu anlatması içinde peygamber gönderilmesine gerek yok..insan ahlakı, insanın doğasında var zaten...sırf bir kitapta yazıyor diye bunun ahlaksızlık olduğunu kabul etmişse ve bununla da övünüp duruyorsa o insanların vicdanı adalet duygusunu sorgulamak lazim...
Ama en kötüsü ne biliyormusun Ahmet;
Bu dünyada azıcık ahlak varsa İslam ile inmiş olan ahlak demekle İslamiyeti yüceltip,bundan önce gönderdiği kitaplari küçümseyerek önünde secdeye durduğun tanrıyı asagiladiginin farkında olmaman...
Ha birde inançsız insanlara taş atmışsın, yahu bir bak dünyaya da öyle konuş, adalet,esitlik,refah ve insan özgürlüğüne sahip ülkelerin din anlayışına bak sonra gel dini argümanlar ile yönetilen ülkelere..
Uzun lafın kısası
Din ahlakı diye bir şey yok insan ahlakı diye bir şey var...
"Ahlakı,dinler ile terbiye etmeye çalışmak,bugüne kadar insanlığa karsi yapılmış en büyük ahlaksızlık olmuştur..."
Ahlaksiz bir yorum olmus.
Oysa olcude tartida sahtekarlik yapan ahlaksiz millete peygamber gelmis.
Livata yapan millete peygamber gelmis.
Tefecilik yapan millete peygamber gelmis.
Kiz cocuklarini gomen millete peygamber gelmis
Yoksullari garibanlari ezen millete peygamber gelmis
Halkina zulmeden krallara peygamber gitmis.
ila ahir...
Ayrica
Bugun muslumanlar acinacak durumda olabilir ama. Muslamanlari basin yayinla tvlerle, sinama filimleri ile, sitcomlarla muslumanlarin gencligini zehirleyen, bozan yine malum serefisz millet icimizde ve dunyada...
Ayrica...
Asla Tefecilik muslumanlardan cikmadi. Pornografi muslumanlardan cikmadi.
Kumar muslumanlardan cikmadi. Haram
Buyu muslumanlarda haram.
Uyusturucu muslumanlardan cikmadi. haram.
Kerhaneler acip karilari satmak muslumanlardan cikmadi
Karilari ve erkekleri kamera karsisina gecirip canli canli sevistirip para kazanmak muslumanlardan cikmadi
Livata yapan muslumanlar vardir. Ama livatayi normallestirmek muslumanlardan cikmadi
Inancsiz insanlardan cikti.
Islam komsusu ac iken tok yatini kendinden saymaz
Islam dedikodu, iftirayi, hak yemeyi gunah sayar
Islam yardimlasmayi emreder, oyleki, fukarya hakkini verder. Lutfedip vermek degil, hakkini ver der.
Iftira atmak, hele koskoca bir dine iftira atmaktan daha ahlaksiz ne olabilir.
Tek tek insanlar ahlakli yada ahlaksiz olabilir. Ama dunyada azicik ahlak varsa o islam ile inmis ahlaktir. Her nerede olur olsun. Bos bos, sloganik salvolarla kendinizi zavalli durumuna dusurmeyin bari...
Şemsiyeyi ters çevirdin Şemsetdin! Vidaları gevşettin Necmetdin!
İslam ahlakı değil, insan ahlakı...!
Tanrı insanı ne Yahudi ne Hristiyan nede Müslüman olarak yarattı.
Ahlakı,dinler ile terbiye etmeye çalışmak,bugüne kadar insanlığa karsi yapılmış en büyük ahlaksızlık olmuştur...
Hadi kalk aşk yatakta değil sokakta
Ahmet İhsan Araç, ben sizin anladığınız anlamda sormadım. Ayrıca benim
soruların içinde *UYDURDU* kelimesi de geçmemektedir. Sorularım aşağıda
mevcuttur. Dini konularda kendisini ehli yetkin görenler cevap versinler diye
güncelledim.
Genelde bu sayfaya tek cümlelik ve magazin içerikli deyimler düşülmektedir.
Bende bir tartışma konusu açılsın diye, bazı yanlış bilinen Dini üsüller vacip
Sünnet ve Farz haline dönüşmüş. Bunun aslını bilen ehli yetkinler cevaplasınlar
diye sarfı eylemde bulundum. Hepsi bundan ibaret.
Ancak, her nedense bazı kişiler bu sayfayı sabota etmekten hiç geri kalmıyorlar...
Islam ahlakini kim yada kimler nezaman uydurdu? Soru bu. Art niyetli oldugunu bile bile cevap verelim
Islam ahlakli ilk insan ilk peygamber hz ademden as. Dan beri 250 nin peygamber ile gelen ahlaktir.
Diger peygamberler ahlaksizmiydi diyen adam belliki kurandan habersiz soruyor soruyu.
Cunku Kuran diger peygamberlerin ahlak ornekleri ile dolu.
Islam ahlaki kuran ahlakidir.
Ilk musluman ilk sahabeler degildir. Ilk sahabeler son peygamber hz muhammet as. Inanan ilk araplardir. Ilk musluman hz adem ve havva dir.
Ayni adamin sahabilere dil uzatmasina gelince de, bugun suriyede, gecmiste irakta, Afghanistanda, libyada, ve turkiyenin guneydogusunda, fitne cikaran, muslumanlari, hem birbirlerine kirdiran, hem kiran israil, ve israilin Jeffery epstain gibi ajanlari ile amerikada oldugu gibi, mason yapilasmalari ile turkiye dahil avrupa ve batida politikacilari kucuk kiz cocuklari ile sx yaptirip vidyolarini cekip santaj yapanlarin atalari ozaman da musluman kiliginda munafiklik ile sahabileri birbine dusuruyorlardi.
Su an icimizde de binlerce ismini ahmet mehmet mustafa yapip, orduda,yargida, diyanette devletim her kademesinze, dogal mossad ajani yuzbinlerce turk musluman gorunumlu yahudi var. Bubsadece turkiye icin gecerli degil. Avrupada sagci hiristiyan partilerin alayi hiristiyan gorunumlu yahudilerin elinde.
2000 yilde 109 ulkeden kovulmuslar gercek ahlaksiz olanlar. Bir dogru duzgun devletleri bile yok. Islam Ahlaksiz olanlar, tefecilik, pornografi, livata, dinsizlik, ilacla ve gida ile zehirleme, herturlu Melanie onlardan o ahlaksizlardan cikiyor.
Ahlaksiz olan hic bir sey uzun vadede basarili olmaz. 109 dafa surulenlerden belli. 110 cu da insallah hiristiyan ve muslumanlarin mesih as. Sancagi altinda yakinda olacak.
Eger sahabeler islam ahlakiyla ahlaklanmasaydi bugun 7 kita 2 milyar musluman olmazdi. Yuzlerce devlet, yuzlerce ilmi bulus olmazdi.
Islam ahlaki, peygamberlerin ahlakidir. Kuran anlayarak, ve hadis okuyan herkes, kurandaki ve hadisteki peygamber ahlakini ogrenmis olur.
Gunumuzde kurandan ve hadisten bir haber muslumanlar var. Islami politik parti sananlar var.
Munafilik kufurden daha assagilik bir durumdur.
Kimse bulamıyor bıraktığın yerden beni
"...n e s a n ı y o r s u n / n e s a n ı y o r s u n / benimolan a r t ı k / senin de k a d e r i n..."