Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i... Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın? “Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab... Seni ancak ebediyetler eder istiab.
“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına; Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle; Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan; Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına; Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran... Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhat, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.
Ben aslen bir Kürt'üm(Zaza Kürdü) ama İstiklâl Marşını her okuduğumda içim bir hoş olur ve nasılki Türk kardeşleri gibi Kürt atalarımda bu vatan için kan dökmüşler derdim bu yüzden bu şiirdeki her insan aynıydı sadece adı Türktü ve bunu hissetmek artık benim için bir zevk olmuştu M Akif'e sadece milli marşımızı okuyarak hayran olmuştum ilk defa ona olan sonsuz sevgim ise işte Çanakkale şehidelerine şiiri oldu gerçekten bu şiiri her okuduğumda gözlerim dolar inşallah sizlerinde bir ara fırsatınız olur ve günümüz türkçesine çevirip benim kadar hayran kalırsınız...Hürmetler..
Fikir ve şiir tarihimizde çok önemli bir yeri olan M. Akif, günümüzde tam olarak anlaşılmış değildir. Onun gerek Millî Mücadele yıllarında halkı uyandırmak için yaptığı faaliyetler, gerekse ülkemizin aydınlık bir iklime taşınması yolunda büyük önem arz eden fikirleri, günümüz insanı tarafından yeterince anlaşılamamıştır. M. Akif’i; liseyi bitirmiş birçok genç, maalesef sadece İstiklâl Marşı’yla tanıyor. Halbuki Akif, milletimize İstiklâl Marşı gibi, dünyanın en güzel marşlarından birini hediye etmenin yanında, Çanakkale gibi bir mücadeleyi destanlaştırmış, ülkesinin maddî–mânevî problemleri üzerinde kafa yormuş ve bunlara çağının çok ilerisinde çözümler üretmiştir. Akif, içinde bulunduğu coğrafyanın ve bir meyvesi olduğu Türk-İslâm tarihinin uyanık bir beyni olarak, dünyayı ve içinde bulunduğu çağı çok iyi tahlil etmiş, onun eksik ve arızalarını, çürümüş yanlarını teşhis ederek inanç-vicdan-bilim eksenli önemli reçeteler sunmuştur. Akif’in fikirlerinin tutarlı olmasının temelinde; kendisinin hem pozitif bilimlerde hem de dinî ilimlerde çok iyi bir eğitim almış olması (veteriner okulunu birincilikle bitirmiştir) , milletimizin bu topraklarda geçirdiği bin yılı ve onun maddî-mânevî dinamiklerini iyi bilmesi ve çağını iyi tanıması yatmaktadır. Bu özellikler onun şiirlerini çok iyi beslediği gibi, fikirlerinin de tutarlı olmasını sağlamıştır.
Akif, her şeyden önce ‘inançlı bir insandır.’ O, hâdiselere inancının penceresinden bakmış ve buradan hareketle fikirler üretmiştir. Döneminin bazı aydınları gibi, hastalıklara ‘fildişi kule’lerden reçeteler yazmamış, bazı Avrupa ve İslâm ülkelerinin durumlarını gezerek bizzat müşahede etmiştir. Sanatını inancının emrine veren Akif, fikirlerini, dertlerini, ümitlerini, heyecanlarını yedi ayrı kitaptan oluşan Safahat’ta toplamıştır. Onun hülyalarının, ideallerinin ve ülkesine dair hedeflerinin kaynağı İslâm’dır. O, şiirini cemiyetini daha ilerilere götürmek için vasıta yapmıştır. Fakat bunu yaparken sanatından taviz vermediği gibi, çiğ bir propaganda batağına da saplanmamıştır. Şiir, Akif’in ikliminde çok önemli ifade imkânlarına kavuştu. İnsanımız adına onun elinde, fikirler ve feryatlar şiirleşti. O şiire, hayatı her yönüyle soktu. Bütün hayata kafa yordu. Akif, hayat ve dünya karşısında; ‘Hayal ile yoktur benim alış-verişim/ İnan ki her ne demişsem, görüp de söylemişim.’ diyecek kadar gerçekçidir.
Akif’in en çok görüş bildirdiği konulardan biri, ilimdir. Akif’e göre sağlam bir ilim, İslâm’ın daha iyi anlaşılmasına ve yaşanmasına vesile olacaktır. Fakat Akif, çağının Müslüman’ının ilim ve irfandan çok uzak düştüğünü gördü. Bunun sebeplerini araştırdı. Akif’e göre milletimizi geri bırakan, bazılarının söylediği gibi, din değildir. Geriliğin sebebi, Müslümanların İslâm’dan uzaklaşarak, din yerine hurafelere inanmalarıdır. Akif, İslâm’ın tevekkül anlayışını yanlış yorumlayanlar tarafından söylenen ‘Din terakkiye mânidir.’ tarzındaki iddialara; ‘Mütefekkirleriniz dini de hiç anlamamış.’ diyerek karşı çıkar. Akif’e göre ‘Din terakkiye mânidir.’ sözü, günümüzün tembel Müslüman’ına bakılarak verilmiş bir hükümdür. Akif, şiirlerinde tembel insanları şöyle tenkit eder:
‘Çalış dedikçe Şeriat, çalışmadın durdun Onun hesabına birçok hurafe uydurdun Sonunda bir de ‘tevekkül’ sokuşturup araya Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya! ’
O, şiirlerinde; ‘Müslümanlık’ denilen rûh-i ilâhî, arasak/ ‘Müslümân’ız’ diyen insan yığınından ne uzak! ’ diyerek günümüz Müslümanlarından şikayetini dile getirir. Ardından Asr-ı Saadet’ten misâller getirerek, insanlığın İslâm’la nasıl terakkî ettiğini şu mısralarla anlatır: ‘O, ne dehşetli terakkî, o, ne müdhiş sür’at! Öyle bir hârika gösterdi mi insâniyyet? ’ Akif, İslâm’ın Asr-ı Saadet’te yaşanmış şekline hasret duyar. Azmin sebatın yaşandığı dönemleri hayal eder: ‘Ah o din nerde, o azmin, o sebatın dîni; O yerin gökten inen dîni, hayatın dîni? ’ Akif’e göre geri kalmanın en önemli sebeplerinden birisi, tembelliktir. Şiirlerinde;
‘Bir bakıma gökler uyanık, yer uyanıktır, Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır! ... Yer çalışsın, gök çalışsın; sen sıkılmazsan otur! ’ diye haykırarak milleti, tembellikten, cehaletten uyarmaya çalışır. Bazen de tembellik ve miskinlik neticesinde, İslâm’ın bir zamanlar ilim merkezi olan şehirlerinin, bugünkü virâne hali karşısında isyanını dile getirir:
‘O Buhârâ, o mübârek, o muazzam toprak; Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak! İbn-i Sînâları yüzlerce doğurmuş iklîm Tek çocuk vermiyor âgûşuna ilmin, ne akîm! ’
Akif, bir zamanlar ilmin merkezi olan şehirlerin bugünkü hale nasıl düştüğü, Orta Çağ’da Avrupa’daki karanlık merkezlerin bugün neden bilimin merkezi olduğu hususunda fikirler üretir. Akif’e göre bunun sebebi, bizde ilme ve ilim adamına gereken değerin verilmemesidir. Kendi içinde istikrar sağlayamamış, geleceğe emniyetle bakamayan, ekonomik bakımdan sıkıntıları olan, makam ve mevkilerin rüşvetle veya değişik ahbap-çavuş oyunlarıyla elde edildiği ülkelerde, ilim gerektiği gibi gelişemez. Çünkü böyle ülkelerde ilmin yerini, sahtekârlıklar; ilim adamının yerini de şarlatanlar, şovmenler ve soyguncular almıştır. Akif’e göre Tanzimat’tan sonra aydın ile halkın arası açılmıştır. Halk, aydının değer verdiği konulara inanmamaktadır. Halka göre aydının kendi değerlerinden uzaklaşmasının sebebi; bütün fesatlıkların başı olan, ‘fen okumasıdır.’ Dolayısıyla halk fenne karşı cephe alır. Artık baş ile gövde birlikte hareket etmemektedir. Akif, halk ile aydın arasındaki ayrılığı şu mısralarıyla dile getirir:
‘Niye ilmin adı yok, koskoca millette bugün? Çünkü efkâr-ı umûmiyye aleyhinde bütün; Çünkü yerleşmek için gezdiği yerde fünûn Önce gâyetle büyük hürmet arar, sonra sükûn! ’
“Akif’e göre ilerleme tekamülle olur: bu muazzam ağacın gövdesi baştan aşağı sayısız kökleri, tekmil dalı, tekmil budağı milletin sine-i mazisine merbut, oradan uzanıp gelmektedir. Bir cemaat bu ağacın bazı yerlerini, mesela çiçeğini beğenmez onu elindeki baltayla kesmeye kalkarsa, biliniz ki, sadece terakki imkânlarını değil; kendi kendini de yok eder. Çünkü ortada canlı bir varlık değil, sadece odun kalır.”1 Evet, ilim yerleşmek için gezdiği yerlerde, hürmet ve huzur aramaktadır. İnsan yukarıdaki mısraları okuyunca, onca yıldır hiçbir şeyin değişmediğini, hiçbir şeyden ibret alınmadığını, her şeyin tekerrür edip durduğunu anlıyor.
Akif’e göre, şimdilik bilimin merkezi Batı’dır. Fakat ‘İlim, mü’minin yitik malıdır.’ onu nerede bulursa alacaktır. Bu açıdan Akif, Batı’nın ilmini ve sanatını almamız gerektiğini ısrarla vurgular. Fakat bunları alırken, Batı’nın bizim inanç ve kültür değerlerimize uymayan taraflarına;
‘Garb’ın eşyası eğer kıymeti hâizse yürür Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür! ’
sözleriyle ambargo koyar. O, insanın faydasına olan medeniyetin peşindedir. Çünkü bilim ve teknoloji insanlığın ortak malıdır. Kültür ise, milletlere hastır; başka kültürlerle değiştirilemez. Akif Batı bilimini şekillendirmede ‘Kendi mâhiyyet-i rûhiyeniz olsun kılavuz.’ diyerek kendi millî kültürümüze ve îmânımıza işaret eder. Akif bu hususta, o dönemin Japonya’sını över. Japonya, 1854’te Avrupa’yla temaslara başlamış, 1900’lü yılların başında bilim ve teknikte Batı standartlarına ulaşmasına rağmen, kendi öz kültürüne ait kurumları muhafaza etmiş, eski ile yeniyi güzel bir sentezde buluşturmuştur. Akif buradan hareketle, Batı’nın alınacak yönlerini şöyle anlatır:
‘Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini; Veriniz hem de mesâînize son sür’atini. Çünkü kaabil değil artık yaşamak bunlarsız; Çünkü milliyeti yok san’atın ve ilmin; yalnız.’
Örnek şahsiyet. İman ahlak sahibi. Mert ve sarsılmaz bir karakter. Milletin ta kendisi bir insan. Toplumun derdini kendine dert edinmiş bir sanatçı. Halkının duygu ve düşüncesiyle donanmış bir yapı. İstikbali bütün refahıyla arzu eden bir mütefekkir. Dizeleri yumrukları gibi vurucu bir sporcu. Yol gösterici. Düşünce adamı, fikir önderi.
1873’ te İstanbul’ un Fatih semtindeki Sarıgüzel mahallesinde doğdu. Hicri 1290 yılının Şevval ayıydı. Miladi tarih ile karşılaştırıldığında Akif’ in doğum tarihi 1873 yılının 22 Kasım – 20 Aralık tarihleri arasına tekabül ediyor.
Babası Tahir Efendi ebced hesabıyla oğluna “Ragıyf” adını koydu. Baba bu ismi söylemesine rağmen, ailenin öteki fertleri söylenmesi ve anlaşılması zor olan “Ragıyf” yerine “Akif” dedi.
Emine Hanım ile 45 yaşında evlenen Tahir Efendi’ nin bir de Nuriye isminde kızı vardı.
Mehmet Akif Emir Buhari Mahalle Mektebi’ ne sonra sırasıyla Fatih İptidaisi (ilkmektep) , Fatih Merkez Rüştiyesi, Mülkiye İdadisi (Sivil Lise) ve Halkalı Baytar Mektebi’ nde okudu.
Muallim Naci’ den ders gördü. Osmanlıca’ dan başka Arapça, Farsça, ve Fransızca biliyordu. Yabancı eserlerin çoğunu orijinalinden okurdu.
Kamu hizmetinin daha başında iken kendini milli mücadelenin içinde buldu. milletin ve memleketin felaketli yıllarını gördü. Gurbete vardı. Maddi-manevi sıkıntılara düştü. Buna eşi İsmet Hanım’ ın astımı da eklendi. Ancak kendisi hep ümitvar oldu, halka ufuk ve yol gösterdi.
İttihat ve Terakki’ ye girdi. Yükselmek için aydınların iltifat ettiği bu parti Akif’ e “cemiyetin bütün emirlerine bila kaydü şart” diye yemin ettirecekken, sanatçı “emri marufuna biat ederim. Mutlak söz veremem” diye itiraz edince yemin metni değiştirildi.
Hep birlikte iş yapmak isterdi.
Onun için dostlarına yakın olmak amacıyla ev değiştirdi. Akla değer verirdi.
İslam dünyasındaki yenileşme hareketine arka çıktı.
Cemalettin Efgani ve talebesi Muhammed Abduh ile bu nedenle muhabbet payda etti. Darbelerle, müdahalelerle değil, maarif ve ıslahatla İslam dünyasının kalkınmasını öngördü.
Calibi dikkat 31 Mart İsyanına’ da Akif, “intica ” diyor.
Savaş, açlık, sefalet, cehalet ve feryat yılları o’ nu çok etkiledi.
Hayat dizelerine yansıdı sanatla, destan şairi oldu, destan şair oldu.
Hakkın sesleri’ nin interlandını ve yansımasını genişletti.
Bir vefa örneği verdi ve sözünü tutarak yetim kalan arkadaşı İslimiyeli Hasan Tahsin Bey’ in çocuklarına baktı.
Görevli gittiği Berlin’ de Müslüman esirleri sahiplendi. Alman hükümeti Müslüman esirlere hitabını plağa aldı.
Batı dünyasının tutuculuğunu deşifre etti.
Müslüman milletlere yaptıkları zulümleri ve çifte ölçü kullanan Avrupa’ nın bu mezalim karşısında nasıl hissiz ve seyirci kaldığını haykırdı.
Buna karşılık yaşadığı toplumunda zayıflığa, buhrana ve parçalanmaya neden olan hastalıklarını ortaya koydu.: “Maarif ve bilim” dedi.
Suudi Arabistan’ da Necid’ de isyan eden Arap kabilelerin yetkileriyle görüşmek üzere Teşkilatı Mahsusa Heyeti’ nde görev aldı. Başarılı oldu.
Daha sonra İttihat ve Terakki İktidarına muhalefet eden Akif, resmi göreviyle hükümet ve devleti ayrı görebilen bir vatansever olarak tavır geliştirdi.
“- Batmazdı bu devlet, batacaktır, demeyeydik, Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır, Tek sen uluyan ve’ si gebert, azmi uyandır.” Dizeleri Akif’ i haklı çıkardı. Hiç ümitsizliğe düşmedi, o en zor şartlarda ve günlerde bile. Sanatı toplum için yaptı, milleti için yazdı. Anadolu yollarına düştü. Halkı İstiklal Savaşı’ na çağırdı, teşvik etti. Vaazları cephelerde bastırılarak dağıtıldı. ”Silahımız yoksa, dişimizle savaşırız” ı ispat etti. Biga, sonra Burdur Milletvekili seçildi. Yakın takibe alındı bir müddet sonra. İşsiz kaldı, fakru zaruret içinde sefillik sınırına yaklaştı. Mısır’ a gitti, Türkoloji bölümünde Türkçe dersleri verdi. Dönüşünde hastalandı, vatanında ölmek istedi, bu dileğini duasına hep ortak etti. Muradına erdi.
Hamalların taşıyarak Beyazıd Camii’ ne getirdikleri kırık dökük tabutu daha sonra üniversite gençleri teslim aldı. Emin Efendi Lokantası’ nın Sahibi Mahir Bey’ den aldıkları Türk Bayrağına sardıkları tabutu, resmi tavra karşı fiili törenle Edirnekapı’ ya kadar bir miting heyecanıyla götürdüler, defnettiler.
Mehmet Akif Ersoy Hem fikir, hem cemiyet adamı. Azimli, Vefalı, mütevazi, vakur, cesur, mert, mahcup, mukavim, dayanıklı, dostluğu çetin ceviz, yalnız ve mütefekkir, daima okur ve okutur, taassuba, cehalete, sapıklığa sapına kadar düşman, siyasetten uzak, müstağni,
Tek kusuru kendisini davasına adamak, milletine adamak, ülkesine adamak.
Sözde ve özde gerçek müslüman. Kahraman Türk Milliyetçisi, yiğit bir memleketsever. Cimrilere kızardı, cömert ve mükrimdi. Müslümanlara yeniden İslam’ ı okutmaya, anlatmaya çalıştı. Edebiyatı gıda gördü. Ahlaksızlığa, felsefe şekli verenlere savaş açtı. His ve fikirleri milletin ve tarihin motifiydi, tezyiniydi, özüydü.
Dualarımız hep O’ na. Toprakta gezen gölgeme, toprak çekilince, Günler şu heyülayı da er, geç, silecektir. Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma, Sessiz yaşadım, kim beni nereden bilecektir?
Mehmet Akif Ersoy’ un doğumunun 131., vefatının 67’ nci yıldönümünde bile Safahat hala taptaze, sanatçı hala memleketseverlik örnekleri veriyor.
İstiklal Marşımızın şairi olan Mehmet Akif Ersoy, şiirlerinde gerçekçi bir yol izlemiştir. Çanakkale Şehitlerine adlı şiiri unutulmaz şiirlerinden biri olan Mehmet Akif Ersoy çağdaş İslamcı düşünüşün öncülerindendir. 1906 yılından itibaren çeşitli dergilerde yayımlanmaya başladığı şiirlerinde toplumsal konuları işlemiş, manzum hikayeyi şiirde başarıyla uygulamıştır. Şiirleri, Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde Hatıralar, Asım, Gölgeler adlı şiir kitaplarında yer almıştır.
Yillar geçiyor ki, yâ Muhammed, Aylar bize hep muharrem oldu! Aksam ne günesli bir geceydi... Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu! . Âlem bugün üç yüz elli milyon Mazlûma yaman bir âlem oldu! Çignendi harîm-i pâki ser'in; Nâmûsa yabanci mahrem oldu! Beyninde öten çanin sesinden Binlerce minâre ebkem oldu. Allah için, ey Nebiyy-i mâsûm, Islâm'i birakma böyle bîkes, Islâm'i birakma böyle mazlûm.
Akif olmak, Akif hüviyetine bürünmek... Gençligi Akif'ler olarak yetistirebilmek... Istiklâl Marsini dogru dürüst terennüm edemeyen, milli - manevi hisleri her geçen gün biraz daha törpülenen, duygu karmasasi içindeki gençlige 'Akif asisi' yapmak yani. Olur mu? Neden olmasin ki?
Hangi çilgin bana zincir vuracakmis? Sasarim!
Kükremis sel gibiyim: Bendimi çigner, asarim;
haykirisiyla kükreyen, gördügü bir zulmün derhal hasmi kesilerek,
Zülmü alkislayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmise kalkip sövemem...
Biri ecdadima saldirdi mi hatta bogarim...
-Bogamazsin ki!
- Hiç olmazsa yanimdan kogarim.
Üç buçuk soysuzun ardinda zagarlik yapamam;
Hele hak namina haksizliga ölsem tapamam
diyebilen, cesur, kararli ve îmânli bir gençlik için, Akif'in nesli için neler feda edilmez ki? Bu gençlik ülke ve insanimizin teminati, istiklâlin istikbâli, istikbâlin istiklâli olacaktir.
1997 yılının Mart ayında çıkan Arnavutluk'taki isyan sonucu 250 kadar Türk vatandaşı Türkiye'ye tahliye edildi. Tahliye edilen Türkler için Arnavutluk'taki Mehmet Akif Özel Türk Koleji bir sığınak oldu. Vatandaşlarımızı M. Akif Koleji öğretmenleri nöbet tutarak korudular. Türk öğretmenler iç savaşa rağmen okullarını terk etmediler.
Muhteşem geçmiş dile getirildiğinde hepimizin zihni, bir yönüyle, gayr-i ihtiyarî olarak oraya kayar. Onun için felaket günlerimizin felâketzede şairi Merhum Akif ki kadimden bu yana gelmiş geçmiş şairlerimiz arasında, acısıyla-tatlısıyla yaşadığı dönemi o ölçüde içten terennüm eden bir-iki şair varsa bunlardan biri, belki de birincisidir o diyor ki:
Viranelerin yascısı baykuşlara döndüm. Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu. Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum. Ya Rabb beni evvel getireydin ne olurdu!
Evet, hangimiz Kanuni dönemini paylaşmayı düşünmeyiz? Hangimiz Yavuz Selim’in yanında, onunla beraber yeniçeri türküsünü mırıldanmayı istemeyiz? Hangimiz, Mercidabık’ta, Ridaniye’de veya Çaldıran’da o hünkâr-ı âzâmın sağında veya solunda, demirden bir kalkan gibi, göğsümüzü siper edip ona kalkan olmayı düşünmeyiz? Evet bu muhteşem tarih, her zaman bizim içimizde gayr-i iradî bir alâka odağıdır.
'Sus ey dîvâne! Durmaz kâinâtın seyr-i mû'tâdı, Ne sandın? Fıtratın ahkâmı hiç dinler mi feryâdı? Bugün, sen kendi kendinden ümid et ancak imdâdı; Evet, sen kendi ikdâmınla kaldır git de bîdadı Cihan kanûn-i sa'yin, bak, nasıl bir hisle münkâdı! Ne yaptın? 'Leyse li'l-insâni illâ mâ se'â' vardı.
- åkif'in Çanakkalesi bir şiir abidesidir ki, şimdiye kadar öyle bir şey, Türkçe'de yazılmadı. Korkarım ki, bundan sonra da yazılmayacak... Şair-i azam Abdülhak Hamid Tarhan
- åkif, yalnız bizim asrımızın değil, hatta tarihimizin en büyük destan şairidir! Edebiyat tarihi, şimdiye kadar åkif'ten daha büyük bir İslam Türk şairi tanımadı. Cenap Şahabettin
EVET M.AKİF UNUTULUP GİDECEĞİNİ KENDİ DİZELERİNDE ŞÖYLE SÖYLER;
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince. Günler, bu heyulayı da er geç silecektir. Rahmetle anılmak... Ebediyyet budur amma, Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir.'
Mehmet Akif, sessiz yaşadı ve sessiz öldü. Fakat büyük sanatkâr, büyük insan, büyük vatanseverin şiirlerine ve hayatına koyduğu ölümsüz uğultu, Türk milleti ile birlikte yaşamaya devam edecektir.
Bir leyle-i kadirde dusen din icin yere, Su matemli kalbimden, o ulkucu sehide... Saldirtmadan sag iken mubarek magbedine. Uzanan el kirilir bu kutsal dine! ... Yemin ettik ulkudas, yolumus yolun olsun, Imansiz alcaklardan zafer kimin haddine? Bakma gozlerimize, gozden degildir o yas, Neden aglayalim, olmedin ki ulkudas'.. Ovmeyecegim seni, cunku ovgu az sana, Sen ki bayragin gibi, boyandin bir al kana. 'Dugun gecesi' demis bu olume Mevlana Bir leyle-i kadirde kavustun sen Mevla'na Omuzlarda gitsede albayraktaki naas Sana oldun diyemem, olmedinki ulkudas. Seninle din yolunda, olmustuk biz yoldas. Sen bizi gectin ama, yetisiriz ulkudas Ne tez geldi yigidim, genc yasta sana hazan Sehide su isitti, aklasti kara kazan. Sen borcunu odedin sira bizde ulkudas'.. Simdi senin dinini bu emin eller bekler Atom atsalar bile, yaradani kim terkler? Ama ne var ki boyle uruyecek kopekler Sen sehit oldun yigit, onlar geberecekler'..
Vurulup tertemiz alnindan uzanmis yatiyor, Bir hilal ugruna Yarap ne gunesler batiyor.
“Ben Vaniköyü’nde, kendisi de Beylerbeyi’nde oturuyordu. Bir gün öğle yemeğini bende yemeyi kararlaştırmıştık. Öğleden bir saat önce bana gelecekti. O gün öyle yağmurlu, boralı bir hava oldu ki, her taraf sel kesildi. Merhum yürümeyi severdi. Bu durumda yaya gelemeyeceğini düşünerek, gelmiş olan vapurdan da inmediğini görünce diğer vapur da 1.5 saat sonra geleceğinden yakın komşulardan birine gittim. Hemen geleceğimi de hizmetçiye söyledim. Yağmur devam ediyordu. Vaktinde de eve döndüm. Bir de ne işiteyim. Bu arada sırılsıklam bir halde gelmiş. Beni evde bulamayınca hizmetçi ne kadar ısrar ettiyse de durmamış. “Selam söyle” demiş. O yağmurda dönmüş gitmiş! Ertesi gün kendini gördüm. Vaziyeti anlatıp özür dilemek istedim. Dinlemedi. Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir, dedi. Benimle tam 6 ay dargın kaldı.” (5)
AKİF'TEN BAZI SÖZLER; Türkiye’deki değişiklikleri gören Akif, her zaman doğrunun yanında olma vasfıyla müdahalelerde bulunmuştur. Nitekim Paris’e tahsile gitmiş ve büsbütün kibirle dönmüş olan Şevki Hoca’nın evinde:
“Siz, insanlara eskiden Fatih minaresinden bakardınız, şimdi Eyfel kulesinden bakıyorsunuz.” diyerek ülke insanının nasıl değiştiğini ifade eder..O çekinmez hiçbirşeyden...Sadece namus şeref ve dine halal getirmekten korkar bir çocuk gibi...
Akif, onca insafsızdan,hayasızdan,vatansızlıktan ölümü düşünür bazan; yurdu gittikten sonra yaşamak haramdır O na..Zaten verem boyurundaki üzüntüsü O nu siroz eder,ve 1936 yılında O çok sevdiği vatanında gözlerini yumar,bir daha ağlamamak üzere;
Bana dünyada ne yer kaldı, emin ol, ne de yar Ararım göçmek için başka zemin, başka diyar. Bunalan ruhuma ister bir uzun boylu sefer; Yaşamaktan ne çıkar, günlerim oldukça heder. Bir güler çehre sezip güldüğü yoktur yüzümün; Geceden farkını görmüş değilim gündüzümün.
Akif e Göre Asım ın tanımı; ^^Asım, vücudu gibi imanı da kuvvetli, hassas, irfan sahibi, ahlaklı, müspet ilimler okumuş bir gençtir. Milletin yükselmesi için gereken iki kudret bilgi ve fazilettir. Biz faziletten uzak düştüğümüz gibi son üç asrın bilgisinden de habersiz bulunuyoruz. Fakat, fazilet devirleri gerçekten parlak bir büyük bir milletin çocuklarıyız. Asım’ın nesli Avrupa’da tahsil görecek, oranın kaynaklarından en geniş şekilde faydalanacak, bunları yurda taşıyarak üç yüz senelik ilim kaybını kapatacak. Böylece, faziletimiz bilgiyle beslenince, en ileri bir millet haline geleceğiz^^
Akif Ersoy’un Batının sömürgeci siyasetine karşı değerlendirmelerindeki bir yöntemi, eleştirilerini akılcı bir temele oturtmak, maddi yönüne ilişkin örnekler sunmaktır. “Yetmiş sene evvel bir Hintli günde bizim para ile kırk para kazanırken, bugün bu kazanç on beş paraya inmiştir. Bununla beraber zavallı Hintli, İngiliz’den üç kat fazla vergi verir... Seksen milyon Hintli için tek bir lise mektebi vardır... Cezayir’de, Tunus’ta, Fas’ta, Müslümanlar bizim zamanımızdan kalma vergilerin hepsini verdikten başka Fransızların koydukları kapı, pencere vergilerini verirler... Otlakları Fransızlar tarafından gasp edilir...”
Türkçe,Arapça, Farsça ve Fransızca'ya vâkıf olan Mehmed Akif in tercüme ettiği başlıca eserler şunlardır: Müslüman Kadını (Ferid Vecdi Bey'in eseri) Hanoto'ya Karşı İslâmı Müdafaa, Anglikan Kilisesine Cevap (Abdülâziz Çaviş) , İçkinin Beşer Hayatında Açtığı Rahneler (Abdülâziz Çaviş) , İslâmlaşmak (Said Halim Paşa)
Akif Mehmetçiğe Söylemesi için marşlar yazmıştı..Kimbilir hangi Mehmetler Anadolunun canına kasteden tek dişli canavarla çarpışmaya bu marşı söyleyerek gitmiştir: Bu esnada yazdığı şiirler dillerden düşmüyordu. Cepheye giden kahraman Mehmedçiğe şöyle sesleniyordu Akif: 1) 'Yurdunu Allaha bırak çık yola 'Cenk'e deyip çık ki vatan kurtula. Böyle müyesser mi gaza her kula Haydi, levend asker, uğurlar ola.'
2) Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz; Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz. Düşer mi tek taşı, sandın, harîm-i namusun? Meğer ki harbe giren son nefer şehid olsun.'
Akif Çanakkale zaferinin haberini Necit Çöllerinde alır; . Gerisini Kuşçubaşı Eşref Bey şöyle anlatıyor:
«...Ay bedir halindeydi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını, zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevi ışıkları altında, Mehmet Akif, bu güneşi unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı. İstasyon binasının arkasındaki hurmalığın içine çekildi. Sadece hıçkırıklarını duyuyorduk. İçli, derin hıçkırıklar....
Bu günlerde nedir'de Akif'e karşı büyük bir ilgi başladı.Sevindirici.
ALLAH senin gibi iman dolu yürekli insanları
bu vatan üzerinden eksik etmesin...
MÜKEMMEL BİR KİŞİLİĞE SAHİP İNSAN...
arkadaşlar gereken bilgiyi vermiş. :) bana sadece bu terime girenlere 'mehmet akif ersoyun ruhuna el-fatiha' demek kalıyor.
Çanakkale Şehidlerine
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mi mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı! hayasızcasına,
Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman o orduyu seyret ki, bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Huda’nın edebi serhaddi;
“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.
Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.
Ben aslen bir Kürt'üm(Zaza Kürdü) ama İstiklâl Marşını her okuduğumda içim bir hoş olur ve nasılki Türk kardeşleri gibi Kürt atalarımda bu vatan için kan dökmüşler derdim bu yüzden bu şiirdeki her insan aynıydı sadece adı Türktü ve bunu hissetmek artık benim için bir zevk olmuştu M Akif'e sadece milli marşımızı okuyarak hayran olmuştum ilk defa ona olan sonsuz sevgim ise işte Çanakkale şehidelerine şiiri oldu gerçekten bu şiiri her okuduğumda gözlerim dolar inşallah sizlerinde bir ara fırsatınız olur ve günümüz türkçesine çevirip benim kadar hayran kalırsınız...Hürmetler..
Mehmet Akif ve Modern İlim -1
Fikir ve şiir tarihimizde çok önemli bir yeri olan M. Akif, günümüzde tam olarak anlaşılmış değildir. Onun gerek Millî Mücadele yıllarında halkı uyandırmak için yaptığı faaliyetler, gerekse ülkemizin aydınlık bir iklime taşınması yolunda büyük önem arz eden fikirleri, günümüz insanı tarafından yeterince anlaşılamamıştır. M. Akif’i; liseyi bitirmiş birçok genç, maalesef sadece İstiklâl Marşı’yla tanıyor. Halbuki Akif, milletimize İstiklâl Marşı gibi, dünyanın en güzel marşlarından birini hediye etmenin yanında, Çanakkale gibi bir mücadeleyi destanlaştırmış, ülkesinin maddî–mânevî problemleri üzerinde kafa yormuş ve bunlara çağının çok ilerisinde çözümler üretmiştir.
Akif, içinde bulunduğu coğrafyanın ve bir meyvesi olduğu Türk-İslâm tarihinin uyanık bir beyni olarak, dünyayı ve içinde bulunduğu çağı çok iyi tahlil etmiş, onun eksik ve arızalarını, çürümüş yanlarını teşhis ederek inanç-vicdan-bilim eksenli önemli reçeteler sunmuştur. Akif’in fikirlerinin tutarlı olmasının temelinde; kendisinin hem pozitif bilimlerde hem de dinî ilimlerde çok iyi bir eğitim almış olması (veteriner okulunu birincilikle bitirmiştir) , milletimizin bu topraklarda geçirdiği bin yılı ve onun maddî-mânevî dinamiklerini iyi bilmesi ve çağını iyi tanıması yatmaktadır. Bu özellikler onun şiirlerini çok iyi beslediği gibi, fikirlerinin de tutarlı olmasını sağlamıştır.
Akif, her şeyden önce ‘inançlı bir insandır.’ O, hâdiselere inancının penceresinden bakmış ve buradan hareketle fikirler üretmiştir. Döneminin bazı aydınları gibi, hastalıklara ‘fildişi kule’lerden reçeteler yazmamış, bazı Avrupa ve İslâm ülkelerinin durumlarını gezerek bizzat müşahede etmiştir.
Sanatını inancının emrine veren Akif, fikirlerini, dertlerini, ümitlerini, heyecanlarını yedi ayrı kitaptan oluşan Safahat’ta toplamıştır. Onun hülyalarının, ideallerinin ve ülkesine dair hedeflerinin kaynağı İslâm’dır. O, şiirini cemiyetini daha ilerilere götürmek için vasıta yapmıştır. Fakat bunu yaparken sanatından taviz vermediği gibi, çiğ bir propaganda batağına da saplanmamıştır. Şiir, Akif’in ikliminde çok önemli ifade imkânlarına kavuştu. İnsanımız adına onun elinde, fikirler ve feryatlar şiirleşti. O şiire, hayatı her yönüyle soktu. Bütün hayata kafa yordu. Akif, hayat ve dünya karşısında; ‘Hayal ile yoktur benim alış-verişim/ İnan ki her ne demişsem, görüp de söylemişim.’ diyecek kadar gerçekçidir.
Akif’in en çok görüş bildirdiği konulardan biri, ilimdir. Akif’e göre sağlam bir ilim, İslâm’ın daha iyi anlaşılmasına ve yaşanmasına vesile olacaktır. Fakat Akif, çağının Müslüman’ının ilim ve irfandan çok uzak düştüğünü gördü. Bunun sebeplerini araştırdı. Akif’e göre milletimizi geri bırakan, bazılarının söylediği gibi, din değildir. Geriliğin sebebi, Müslümanların İslâm’dan uzaklaşarak, din yerine hurafelere inanmalarıdır. Akif, İslâm’ın tevekkül anlayışını yanlış yorumlayanlar tarafından söylenen ‘Din terakkiye mânidir.’ tarzındaki iddialara; ‘Mütefekkirleriniz dini de hiç anlamamış.’ diyerek karşı çıkar. Akif’e göre ‘Din terakkiye mânidir.’ sözü, günümüzün tembel Müslüman’ına bakılarak verilmiş bir hükümdür. Akif, şiirlerinde tembel insanları şöyle tenkit eder:
‘Çalış dedikçe Şeriat, çalışmadın durdun
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun
Sonunda bir de ‘tevekkül’ sokuşturup araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya! ’
O, şiirlerinde; ‘Müslümanlık’ denilen rûh-i ilâhî, arasak/ ‘Müslümân’ız’ diyen insan yığınından ne uzak! ’ diyerek günümüz Müslümanlarından şikayetini dile getirir. Ardından Asr-ı Saadet’ten misâller getirerek, insanlığın İslâm’la nasıl terakkî ettiğini şu mısralarla anlatır:
‘O, ne dehşetli terakkî, o, ne müdhiş sür’at!
Öyle bir hârika gösterdi mi insâniyyet? ’
Akif, İslâm’ın Asr-ı Saadet’te yaşanmış şekline hasret duyar. Azmin sebatın yaşandığı dönemleri hayal eder:
‘Ah o din nerde, o azmin, o sebatın dîni;
O yerin gökten inen dîni, hayatın dîni? ’
Akif’e göre geri kalmanın en önemli sebeplerinden birisi, tembelliktir. Şiirlerinde;
‘Bir bakıma gökler uyanık, yer uyanıktır,
Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır!
...
Yer çalışsın, gök çalışsın; sen sıkılmazsan otur! ’
diye haykırarak milleti, tembellikten, cehaletten uyarmaya çalışır. Bazen de tembellik ve miskinlik neticesinde, İslâm’ın bir zamanlar ilim merkezi olan şehirlerinin, bugünkü virâne hali karşısında isyanını dile getirir:
‘O Buhârâ, o mübârek, o muazzam toprak;
Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak!
İbn-i Sînâları yüzlerce doğurmuş iklîm
Tek çocuk vermiyor âgûşuna ilmin, ne akîm! ’
Akif, bir zamanlar ilmin merkezi olan şehirlerin bugünkü hale nasıl düştüğü, Orta Çağ’da Avrupa’daki karanlık merkezlerin bugün neden bilimin merkezi olduğu hususunda fikirler üretir. Akif’e göre bunun sebebi, bizde ilme ve ilim adamına gereken değerin verilmemesidir. Kendi içinde istikrar sağlayamamış, geleceğe emniyetle bakamayan, ekonomik bakımdan sıkıntıları olan, makam ve mevkilerin rüşvetle veya değişik ahbap-çavuş oyunlarıyla elde edildiği ülkelerde, ilim gerektiği gibi gelişemez. Çünkü böyle ülkelerde ilmin yerini, sahtekârlıklar; ilim adamının yerini de şarlatanlar, şovmenler ve soyguncular almıştır. Akif’e göre Tanzimat’tan sonra aydın ile halkın arası açılmıştır. Halk, aydının değer verdiği konulara inanmamaktadır. Halka göre aydının kendi değerlerinden uzaklaşmasının sebebi; bütün fesatlıkların başı olan, ‘fen okumasıdır.’ Dolayısıyla halk fenne karşı cephe alır. Artık baş ile gövde birlikte hareket etmemektedir. Akif, halk ile aydın arasındaki ayrılığı şu mısralarıyla dile getirir:
‘Niye ilmin adı yok, koskoca millette bugün?
Çünkü efkâr-ı umûmiyye aleyhinde bütün;
Çünkü yerleşmek için gezdiği yerde fünûn
Önce gâyetle büyük hürmet arar, sonra sükûn! ’
“Akif’e göre ilerleme tekamülle olur: bu muazzam ağacın gövdesi baştan aşağı sayısız kökleri, tekmil dalı, tekmil budağı milletin sine-i mazisine merbut, oradan uzanıp gelmektedir. Bir cemaat bu ağacın bazı yerlerini, mesela çiçeğini beğenmez onu elindeki baltayla kesmeye kalkarsa, biliniz ki, sadece terakki imkânlarını değil; kendi kendini de yok eder. Çünkü ortada canlı bir varlık değil, sadece odun kalır.”1 Evet, ilim yerleşmek için gezdiği yerlerde, hürmet ve huzur aramaktadır. İnsan yukarıdaki mısraları okuyunca, onca yıldır hiçbir şeyin değişmediğini, hiçbir şeyden ibret alınmadığını, her şeyin tekerrür edip durduğunu anlıyor.
Akif’e göre, şimdilik bilimin merkezi Batı’dır. Fakat ‘İlim, mü’minin yitik malıdır.’ onu nerede bulursa alacaktır. Bu açıdan Akif, Batı’nın ilmini ve sanatını almamız gerektiğini ısrarla vurgular. Fakat bunları alırken, Batı’nın bizim inanç ve kültür değerlerimize uymayan taraflarına;
‘Garb’ın eşyası eğer kıymeti hâizse yürür
Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür! ’
sözleriyle ambargo koyar. O, insanın faydasına olan medeniyetin peşindedir. Çünkü bilim ve teknoloji insanlığın ortak malıdır. Kültür ise, milletlere hastır; başka kültürlerle değiştirilemez. Akif Batı bilimini şekillendirmede ‘Kendi mâhiyyet-i rûhiyeniz olsun kılavuz.’ diyerek kendi millî kültürümüze ve îmânımıza işaret eder. Akif bu hususta, o dönemin Japonya’sını över. Japonya, 1854’te Avrupa’yla temaslara başlamış, 1900’lü yılların başında bilim ve teknikte Batı standartlarına ulaşmasına rağmen, kendi öz kültürüne ait kurumları muhafaza etmiş, eski ile yeniyi güzel bir sentezde buluşturmuştur. Akif buradan hareketle, Batı’nın alınacak yönlerini şöyle anlatır:
‘Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini;
Veriniz hem de mesâînize son sür’atini.
Çünkü kaabil değil artık yaşamak bunlarsız;
Çünkü milliyeti yok san’atın ve ilmin; yalnız.’
(Sızıntı Aralık 2004 - A. Osman DÖNMEZ)
İstiklâl Marşımızın
Şâiri Mehmed Âkif, büyük bir İslâm Şâiridir....
Örnek şahsiyet.
İman ahlak sahibi.
Mert ve sarsılmaz bir karakter.
Milletin ta kendisi bir insan.
Toplumun derdini kendine dert edinmiş bir sanatçı.
Halkının duygu ve düşüncesiyle donanmış bir yapı.
İstikbali bütün refahıyla arzu eden bir mütefekkir.
Dizeleri yumrukları gibi vurucu bir sporcu.
Yol gösterici.
Düşünce adamı, fikir önderi.
1873’ te İstanbul’ un Fatih semtindeki Sarıgüzel mahallesinde doğdu. Hicri 1290 yılının Şevval ayıydı. Miladi tarih ile karşılaştırıldığında Akif’ in doğum tarihi 1873 yılının 22 Kasım – 20 Aralık tarihleri arasına tekabül ediyor.
Babası Tahir Efendi ebced hesabıyla oğluna “Ragıyf” adını koydu. Baba bu ismi söylemesine rağmen, ailenin öteki fertleri söylenmesi ve anlaşılması zor olan “Ragıyf” yerine “Akif” dedi.
Emine Hanım ile 45 yaşında evlenen Tahir Efendi’ nin bir de Nuriye isminde kızı vardı.
Mehmet Akif Emir Buhari Mahalle Mektebi’ ne sonra sırasıyla Fatih İptidaisi (ilkmektep) , Fatih Merkez Rüştiyesi, Mülkiye İdadisi (Sivil Lise) ve Halkalı Baytar Mektebi’ nde okudu.
Muallim Naci’ den ders gördü. Osmanlıca’ dan başka Arapça, Farsça, ve Fransızca biliyordu. Yabancı eserlerin çoğunu orijinalinden okurdu.
Kamu hizmetinin daha başında iken kendini milli mücadelenin içinde buldu. milletin ve memleketin felaketli yıllarını gördü. Gurbete vardı. Maddi-manevi sıkıntılara düştü. Buna eşi İsmet Hanım’ ın astımı da eklendi. Ancak kendisi hep ümitvar oldu, halka ufuk ve yol gösterdi.
İttihat ve Terakki’ ye girdi. Yükselmek için aydınların iltifat ettiği bu parti Akif’ e “cemiyetin bütün emirlerine bila kaydü şart” diye yemin ettirecekken, sanatçı “emri marufuna biat ederim. Mutlak söz veremem” diye itiraz edince yemin metni değiştirildi.
Hep birlikte iş yapmak isterdi.
Onun için dostlarına yakın olmak amacıyla ev değiştirdi. Akla değer verirdi.
İslam dünyasındaki yenileşme hareketine arka çıktı.
Cemalettin Efgani ve talebesi Muhammed Abduh ile bu nedenle muhabbet payda etti. Darbelerle, müdahalelerle değil, maarif ve ıslahatla İslam dünyasının kalkınmasını öngördü.
Calibi dikkat 31 Mart İsyanına’ da Akif, “intica ” diyor.
Savaş, açlık, sefalet, cehalet ve feryat yılları o’ nu çok etkiledi.
Hayat dizelerine yansıdı sanatla, destan şairi oldu, destan şair oldu.
Hakkın sesleri’ nin interlandını ve yansımasını genişletti.
Bir vefa örneği verdi ve sözünü tutarak yetim kalan arkadaşı İslimiyeli Hasan Tahsin Bey’ in çocuklarına baktı.
Görevli gittiği Berlin’ de Müslüman esirleri sahiplendi. Alman hükümeti Müslüman esirlere hitabını plağa aldı.
Batı dünyasının tutuculuğunu deşifre etti.
Müslüman milletlere yaptıkları zulümleri ve çifte ölçü kullanan Avrupa’ nın bu mezalim karşısında nasıl hissiz ve seyirci kaldığını haykırdı.
Buna karşılık yaşadığı toplumunda zayıflığa, buhrana ve parçalanmaya neden olan hastalıklarını ortaya koydu.: “Maarif ve bilim” dedi.
Suudi Arabistan’ da Necid’ de isyan eden Arap kabilelerin yetkileriyle görüşmek üzere Teşkilatı Mahsusa Heyeti’ nde görev aldı. Başarılı oldu.
Daha sonra İttihat ve Terakki İktidarına muhalefet eden Akif, resmi göreviyle hükümet ve devleti ayrı görebilen bir vatansever olarak tavır geliştirdi.
“- Batmazdı bu devlet, batacaktır, demeyeydik,
Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır,
Tek sen uluyan ve’ si gebert, azmi uyandır.”
Dizeleri Akif’ i haklı çıkardı. Hiç ümitsizliğe düşmedi, o en zor şartlarda ve günlerde bile.
Sanatı toplum için yaptı, milleti için yazdı.
Anadolu yollarına düştü. Halkı İstiklal Savaşı’ na çağırdı, teşvik etti. Vaazları cephelerde bastırılarak dağıtıldı. ”Silahımız yoksa, dişimizle savaşırız” ı ispat etti.
Biga, sonra Burdur Milletvekili seçildi.
Yakın takibe alındı bir müddet sonra.
İşsiz kaldı, fakru zaruret içinde sefillik sınırına yaklaştı.
Mısır’ a gitti, Türkoloji bölümünde Türkçe dersleri verdi.
Dönüşünde hastalandı, vatanında ölmek istedi, bu dileğini duasına hep ortak etti.
Muradına erdi.
Hamalların taşıyarak Beyazıd Camii’ ne getirdikleri kırık dökük tabutu daha sonra üniversite gençleri teslim aldı. Emin Efendi Lokantası’ nın Sahibi Mahir Bey’ den aldıkları Türk Bayrağına sardıkları tabutu, resmi tavra karşı fiili törenle Edirnekapı’ ya kadar bir miting heyecanıyla götürdüler, defnettiler.
Mehmet Akif Ersoy
Hem fikir, hem cemiyet adamı. Azimli, Vefalı, mütevazi, vakur, cesur, mert, mahcup, mukavim, dayanıklı, dostluğu çetin ceviz, yalnız ve mütefekkir, daima okur ve okutur, taassuba, cehalete, sapıklığa sapına kadar düşman, siyasetten uzak, müstağni,
Tek kusuru kendisini davasına adamak, milletine adamak, ülkesine adamak.
Sözde ve özde gerçek müslüman.
Kahraman Türk Milliyetçisi, yiğit bir memleketsever.
Cimrilere kızardı, cömert ve mükrimdi.
Müslümanlara yeniden İslam’ ı okutmaya, anlatmaya çalıştı.
Edebiyatı gıda gördü.
Ahlaksızlığa, felsefe şekli verenlere savaş açtı.
His ve fikirleri milletin ve tarihin motifiydi, tezyiniydi, özüydü.
Dualarımız hep O’ na.
Toprakta gezen gölgeme, toprak çekilince,
Günler şu heyülayı da er, geç, silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni nereden bilecektir?
Mehmet Akif Ersoy’ un doğumunun 131., vefatının 67’ nci yıldönümünde bile Safahat hala taptaze, sanatçı hala memleketseverlik örnekleri veriyor.
İstiklal Marşımızın şairi olan Mehmet Akif Ersoy, şiirlerinde gerçekçi bir yol izlemiştir. Çanakkale Şehitlerine adlı şiiri unutulmaz şiirlerinden biri olan Mehmet Akif Ersoy çağdaş İslamcı düşünüşün öncülerindendir. 1906 yılından itibaren çeşitli dergilerde yayımlanmaya başladığı şiirlerinde toplumsal konuları işlemiş, manzum hikayeyi şiirde başarıyla uygulamıştır. Şiirleri, Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde Hatıralar, Asım, Gölgeler adlı şiir kitaplarında yer almıştır.
Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi
Yillar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep muharrem oldu!
Aksam ne günesli bir geceydi...
Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu! .
Âlem bugün üç yüz elli milyon
Mazlûma yaman bir âlem oldu!
Çignendi harîm-i pâki ser'in;
Nâmûsa yabanci mahrem oldu!
Beyninde öten çanin sesinden
Binlerce minâre ebkem oldu.
Allah için, ey Nebiyy-i mâsûm,
Islâm'i birakma böyle bîkes,
Islâm'i birakma böyle mazlûm.
Akif olmak, Akif hüviyetine bürünmek... Gençligi Akif'ler olarak yetistirebilmek... Istiklâl Marsini dogru dürüst terennüm edemeyen, milli - manevi hisleri her geçen gün biraz daha törpülenen, duygu karmasasi içindeki gençlige 'Akif asisi' yapmak yani. Olur mu? Neden olmasin ki?
Hangi çilgin bana zincir vuracakmis? Sasarim!
Kükremis sel gibiyim: Bendimi çigner, asarim;
haykirisiyla kükreyen, gördügü bir zulmün derhal hasmi kesilerek,
Zülmü alkislayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmise kalkip sövemem...
Biri ecdadima saldirdi mi hatta bogarim...
-Bogamazsin ki!
- Hiç olmazsa yanimdan kogarim.
Üç buçuk soysuzun ardinda zagarlik yapamam;
Hele hak namina haksizliga ölsem tapamam
diyebilen, cesur, kararli ve îmânli bir gençlik için, Akif'in nesli için neler feda edilmez ki? Bu gençlik ülke ve insanimizin teminati, istiklâlin istikbâli, istikbâlin istiklâli olacaktir.
Vatandaşlarımız M. Akif Koleji'ne sığındı
1997 yılının Mart ayında çıkan Arnavutluk'taki isyan sonucu 250 kadar Türk vatandaşı Türkiye'ye tahliye edildi. Tahliye edilen Türkler için Arnavutluk'taki Mehmet Akif Özel Türk Koleji bir sığınak oldu. Vatandaşlarımızı M. Akif Koleji öğretmenleri nöbet tutarak korudular. Türk öğretmenler iç savaşa rağmen okullarını terk etmediler.
Muhteşem geçmiş dile getirildiğinde hepimizin zihni, bir yönüyle, gayr-i ihtiyarî olarak oraya kayar. Onun için felaket günlerimizin felâketzede şairi Merhum Akif ki kadimden bu yana gelmiş geçmiş şairlerimiz arasında, acısıyla-tatlısıyla yaşadığı dönemi o ölçüde içten terennüm eden bir-iki şair varsa bunlardan biri, belki de birincisidir o diyor ki:
Viranelerin yascısı baykuşlara döndüm.
Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu.
Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum.
Ya Rabb beni evvel getireydin ne olurdu!
Evet, hangimiz Kanuni dönemini paylaşmayı düşünmeyiz? Hangimiz Yavuz Selim’in yanında, onunla beraber yeniçeri türküsünü mırıldanmayı istemeyiz? Hangimiz, Mercidabık’ta, Ridaniye’de veya Çaldıran’da o hünkâr-ı âzâmın sağında veya solunda, demirden bir kalkan gibi, göğsümüzü siper edip ona kalkan olmayı düşünmeyiz? Evet bu muhteşem tarih, her zaman bizim içimizde gayr-i iradî bir alâka odağıdır.
(Prizma - M.Fethullah Gülen)
Ruhun şad olsun....
'Sus ey dîvâne! Durmaz kâinâtın seyr-i mû'tâdı,
Ne sandın? Fıtratın ahkâmı hiç dinler mi feryâdı?
Bugün, sen kendi kendinden ümid et ancak imdâdı;
Evet, sen kendi ikdâmınla kaldır git de bîdadı
Cihan kanûn-i sa'yin, bak, nasıl bir hisle münkâdı!
Ne yaptın? 'Leyse li'l-insâni illâ mâ se'â' vardı.
- åkif'in Çanakkalesi bir şiir abidesidir ki, şimdiye kadar öyle bir şey, Türkçe'de yazılmadı. Korkarım ki, bundan sonra da yazılmayacak...
Şair-i azam Abdülhak Hamid Tarhan
- åkif, yalnız bizim asrımızın değil, hatta tarihimizin en büyük destan şairidir! Edebiyat tarihi, şimdiye kadar åkif'ten daha büyük bir İslam Türk şairi tanımadı.
Cenap Şahabettin
- M. åkif'in hayatı, eserlerinden daha büyük bir şiirdir!
- Şiiri nasıl anlatabiliriz?
(Hüseyin Cahit Yalçın)
''Aruz veznimizin Mimar Sinan'ı''
Mithat Cemal Kuntay
EVET M.AKİF UNUTULUP GİDECEĞİNİ KENDİ DİZELERİNDE ŞÖYLE SÖYLER;
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince.
Günler, bu heyulayı da er geç silecektir.
Rahmetle anılmak... Ebediyyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir.'
Mehmet Akif, sessiz yaşadı ve sessiz öldü. Fakat büyük sanatkâr, büyük insan, büyük vatanseverin şiirlerine ve hayatına koyduğu ölümsüz uğultu, Türk milleti ile birlikte yaşamaya devam edecektir.
İşte Şehitlerimize yazdığı enfes bir şiir daha;
O SEHIDIN ARDINDAN
Bir leyle-i kadirde dusen din icin yere,
Su matemli kalbimden, o ulkucu sehide...
Saldirtmadan sag iken mubarek magbedine.
Uzanan el kirilir bu kutsal dine! ...
Yemin ettik ulkudas, yolumus yolun olsun,
Imansiz alcaklardan zafer kimin haddine?
Bakma gozlerimize, gozden degildir o yas,
Neden aglayalim, olmedin ki ulkudas'..
Ovmeyecegim seni, cunku ovgu az sana,
Sen ki bayragin gibi, boyandin bir al kana.
'Dugun gecesi' demis bu olume Mevlana
Bir leyle-i kadirde kavustun sen Mevla'na
Omuzlarda gitsede albayraktaki naas
Sana oldun diyemem, olmedinki ulkudas.
Seninle din yolunda, olmustuk biz yoldas.
Sen bizi gectin ama, yetisiriz ulkudas
Ne tez geldi yigidim, genc yasta sana hazan
Sehide su isitti, aklasti kara kazan.
Sen borcunu odedin sira bizde ulkudas'..
Simdi senin dinini bu emin eller bekler
Atom atsalar bile, yaradani kim terkler?
Ama ne var ki boyle uruyecek kopekler
Sen sehit oldun yigit, onlar geberecekler'..
Vurulup tertemiz alnindan uzanmis yatiyor,
Bir hilal ugruna Yarap ne gunesler batiyor.
Mehmet Akif Ersoy
Istiklal Marsı icin acılan yarısmada finale kalan 6 siirden biri daha:
Matbuat Müdüriyet-i Umumiyesi muharrirlerinden (basın genel müdürlüğü yazarlarından) Kemalettin Kami bey'in ‘‘istiklâl marşı’’:
göz yaşına veda et
ey güzel anadolu!
hakkını korur elbet
türkün bükülmez kolu.
cenk ederiz genç, koca
bugün değil yarın da
yadımız ağladıkça
izmir ezanlarında.
hak yolunda kan olur
dünyalara taşarız
ya şerefle vurulur
ya efendi yaşarız.
her gün yeni bir hile
arkasında satıldık
her gün yeni bir dille
yurdumuzdan atıldık.
yeter ey kâbemizi
elimizden alanlar
alıkoyamaz bizi
yolumuzdan yalanlar.
biz bu yolda sel olur
dünyalara taşarız
ya şerefle vurulur
ya efendi yaşarız.
hangi alçak el alır
el zinciri boynuna?
kim yunan’ı bırakır
türk kızının koynuna.
biz ki türküz, muhakkak
her milletten uluyuz
yeryüzünde bir ancak
yurdumuzun kulluyuz.
yurt yolunda kan olur
dünyalara taşarız
ya şerefle vurulur
ya efendi yaşarız.
Istiklal Marsı icin acılan yarısmada finale kalan bir diger siir:
Ankara'dan a.s.'nin yazdığı 'istiklâl türküsü':
millet aşkı, din aşkı, vatan aşkı uyansın
yurduma göz dikenler al kanlara boyansın
ya ben, ya onlar diyen silahına dayansın
türk oğludur bu millet
türkündür bu memleket
türk oğludur bu millet
türkündür bu memleket.
düşman gözü tutamaz, yanar dağlar başını
bağrımızda saklarız vatanın her taşını
yurdumuza yan bakan döker göz yaşını
türk oğludur bu millet
türkündür bu memleket
türk oğludur bu millet
türkündür bu memleket.
can veririz her zaman hürriyetin yoluna
ya gazi ya şehitlik, ne devlettir kuluna
ata emanet etmiş namusunu oğluna
bize türk oğlu türk derler
hep bizimdir bu yerler.
SÖZ VERMEK
Fatin Gökmen Bey anlatıyor:
“Ben Vaniköyü’nde, kendisi de Beylerbeyi’nde oturuyordu. Bir gün öğle yemeğini bende yemeyi kararlaştırmıştık. Öğleden bir saat önce bana gelecekti. O gün öyle yağmurlu, boralı bir hava oldu ki, her taraf sel kesildi. Merhum yürümeyi severdi. Bu durumda yaya gelemeyeceğini düşünerek, gelmiş olan vapurdan da inmediğini görünce diğer vapur da 1.5 saat sonra geleceğinden yakın komşulardan birine gittim. Hemen geleceğimi de hizmetçiye söyledim. Yağmur devam ediyordu. Vaktinde de eve döndüm. Bir de ne işiteyim. Bu arada sırılsıklam bir halde gelmiş. Beni evde bulamayınca hizmetçi ne kadar ısrar ettiyse de durmamış. “Selam söyle” demiş. O yağmurda dönmüş gitmiş! Ertesi gün kendini gördüm. Vaziyeti anlatıp özür dilemek istedim. Dinlemedi. Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir, dedi. Benimle tam 6 ay dargın kaldı.” (5)
“İki yüzlüleri artık sever oldum: Çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım.” M.Akif
AKİF'TEN BAZI SÖZLER;
Türkiye’deki değişiklikleri gören Akif, her zaman doğrunun yanında olma vasfıyla müdahalelerde bulunmuştur. Nitekim Paris’e tahsile gitmiş ve büsbütün kibirle dönmüş olan Şevki Hoca’nın evinde:
“Siz, insanlara eskiden Fatih minaresinden bakardınız, şimdi Eyfel kulesinden bakıyorsunuz.” diyerek ülke insanının nasıl değiştiğini ifade eder..O çekinmez hiçbirşeyden...Sadece namus şeref ve dine halal getirmekten korkar bir çocuk gibi...
Akif, onca insafsızdan,hayasızdan,vatansızlıktan ölümü düşünür bazan; yurdu gittikten sonra yaşamak haramdır O na..Zaten verem boyurundaki üzüntüsü O nu siroz eder,ve 1936 yılında O çok sevdiği vatanında gözlerini yumar,bir daha ağlamamak üzere;
Bana dünyada ne yer kaldı, emin ol, ne de yar
Ararım göçmek için başka zemin, başka diyar.
Bunalan ruhuma ister bir uzun boylu sefer;
Yaşamaktan ne çıkar, günlerim oldukça heder.
Bir güler çehre sezip güldüğü yoktur yüzümün;
Geceden farkını görmüş değilim gündüzümün.
Akif e Göre Asım ın tanımı;
^^Asım, vücudu gibi imanı da kuvvetli, hassas, irfan sahibi, ahlaklı, müspet ilimler okumuş bir gençtir. Milletin yükselmesi için gereken iki kudret bilgi ve fazilettir. Biz faziletten uzak düştüğümüz gibi son üç asrın bilgisinden de habersiz bulunuyoruz. Fakat, fazilet devirleri gerçekten parlak bir büyük bir milletin çocuklarıyız. Asım’ın nesli Avrupa’da tahsil görecek, oranın kaynaklarından en geniş şekilde faydalanacak, bunları yurda taşıyarak üç yüz senelik ilim kaybını kapatacak. Böylece, faziletimiz bilgiyle beslenince, en ileri bir millet haline geleceğiz^^
Akif Ersoy’un Batının sömürgeci siyasetine karşı değerlendirmelerindeki bir yöntemi, eleştirilerini akılcı bir temele oturtmak, maddi yönüne ilişkin örnekler sunmaktır.
“Yetmiş sene evvel bir Hintli günde bizim para ile kırk para kazanırken, bugün bu kazanç on beş paraya inmiştir. Bununla beraber zavallı Hintli, İngiliz’den üç kat fazla vergi verir... Seksen milyon Hintli için tek bir lise mektebi vardır... Cezayir’de, Tunus’ta, Fas’ta, Müslümanlar bizim zamanımızdan kalma vergilerin hepsini verdikten başka Fransızların koydukları kapı, pencere vergilerini verirler... Otlakları Fransızlar tarafından gasp edilir...”
Türkçe,Arapça, Farsça ve Fransızca'ya vâkıf olan Mehmed Akif in tercüme ettiği başlıca eserler şunlardır: Müslüman Kadını (Ferid Vecdi Bey'in eseri) Hanoto'ya Karşı İslâmı Müdafaa, Anglikan Kilisesine Cevap (Abdülâziz Çaviş) , İçkinin Beşer Hayatında Açtığı Rahneler (Abdülâziz Çaviş) , İslâmlaşmak (Said Halim Paşa)
Akif Mehmetçiğe Söylemesi için marşlar yazmıştı..Kimbilir hangi Mehmetler Anadolunun canına kasteden tek dişli canavarla çarpışmaya bu marşı söyleyerek gitmiştir:
Bu esnada yazdığı şiirler dillerden düşmüyordu. Cepheye giden kahraman Mehmedçiğe şöyle sesleniyordu Akif:
1)
'Yurdunu Allaha bırak çık yola
'Cenk'e deyip çık ki vatan kurtula.
Böyle müyesser mi gaza her kula
Haydi, levend asker, uğurlar ola.'
2) Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz;
Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz.
Düşer mi tek taşı, sandın, harîm-i namusun?
Meğer ki harbe giren son nefer şehid olsun.'
Akif Çanakkale zaferinin haberini Necit Çöllerinde alır; . Gerisini Kuşçubaşı Eşref Bey şöyle anlatıyor:
«...Ay bedir halindeydi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını, zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevi ışıkları altında, Mehmet Akif, bu güneşi unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı. İstasyon binasının arkasındaki hurmalığın içine çekildi. Sadece hıçkırıklarını duyuyorduk. İçli, derin hıçkırıklar....