Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? sizce ne demek, Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? size neyi çağrıştırıyor?
Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? terimi Aslı Birer tarafından tarihinde eklendi
Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? terimi Aslı Birer tarafından tarihinde eklendi
Kimsesizim hısmım da yok, hasmım da
Görünmezim cismim de yok, resmim de
Dil üzmezim, tek hece var ismimde
Barınağım gönül denen yer benim...
Büyük üstad ne güzel demiş...
Hasretin yarar uykusuzluğumu dağlanır ahu bakışların kirpiklerimin hürriyetine....
" Kabuk bağlanır gözyaşı"
Kirpiklerinin saçaklarına çaput
b/ağladım
Hicret kapısı aralayan bal rengine getirmeden halel, şerbet tadında ziftten güller açıyorum
Gönlüm, gönlünün sarmaşık ezberinde, isminin bahar eteklerinin güz serpiştirisin ba/har tutkunun
Dudaklarının kar yanığı şehri örtünür hazan matemi renginle
Alın yazgımdır ismin, ismime ve istilacı bir hasret...
Bugün de Cemal Safi günü olsun bakalım.
Evimden barkımdan çözdürdü beni,
İşimden gücümden bezdirdi beni,
Bulutlar üstünde gezdirdi beni,
Bastığım yıldızlar hüsrana kaydı;
Ah şu şairliğim olmaz olaydı! ...
"Üşüyen ellerimin miracında aşk tutuştum"...
Kendimi aralık bıraktım kendi halime
Gönlüm laleli'n çiçeklerini mest etmekle meşgul esrarın
Ey kıymetlim...
Esen yel mi esti seni, sen mi esen y'eldin
gama, neşe ettiren
"Lütfetti geceye, hece'n hüznü"
Aklım Almıyor
Unutmak sevmekten kolay demiştin;
Olmuyor sultanım, kolay olmuyor.
Hepsi bir mevsimlik olay demiştin;
Dolmuyor sultanım, zaman dolmuyor...
Sen gittin kaderim düşman kesildi;
Alnına simsiyah mührü basıldı.
Bütün aynaların yüzü asıldı;
Gülmüyor sultanım sensiz gülmüyor...
Ben Allah'tan sonra seni överim
Seninle var oldu benim değerim.
Senden başkasını nasıl severim!
Almıyor sultanım, aklım almıyor...
Cemal SAFİ
Aklım Almıyor
Unutmak sevmekten kolay demiştin;
Olmuyor sultanım, kolay olmuyor.
Hepsi bir mevsimlik olay demiştin;
Dolmuyor sultanım, zaman dolmuyor...
Sen gittin kaderim düşman kesildi;
Alnına simsiyah mührü basıldı.
Bütün aynaların yüzü asıldı;
Gülmüyor sultanım sensiz gülmüyor...
Ben Allah'tan sonra seni överim
Seninle var oldu benim değerim.
Senden başkasını nasıl severim!
Almıyor sultanım, aklım almıyor...
Cemal SAFİ
beklediğim mevsimin İklimi şaştı
bilmem ki hangi baharın kaçıydı?
Farz et ki seni
toprak gibi sevdim
Güneşim soldu
Mevsim hep oydu
Yüreğimi
Ektiğim
Mevsim
Bilmem hangi
Ekimdi?
Aslı Birer
"Yarılsa da yer
saplasa da kalbime kadar içerisine beni
sevdam yüreğimden usul usul çekilirken iken gözlerime
yanaklarımdan süzülen harfsiz kelimesiz cümleler ile seveceğim seni"...
Heyhat z'amanların zemheri rutininde avuçlarım karlı dağ soğuğu
Damla damla donarken bakışlarım hüznünden
Gem vurulmuş özlemlerime kirpiklerindi çığ
Morarmış dudaklarım için için sayıklar iken ismini
Sensiz siyaha bürünmüş gönlüm asumanında mehtaba lüzum yok
Sağımda hasretin travmaları
Solumda gözlerin yıldırımları
Ey ırak ülkelerin gülü, güneşi..!
Oysaki her iklim yüreğimde açan yediveren gülleri sendin
Şimdileri kıraç topraklarımda sensiz, çekildi gönlüm suları…
Kahvaltı, yaşamak’n en güzel parçası.:)
?si=UZ3QL3bgHXK4d5yr
Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”
Mustafa Kemal Atatürk-Bursa Nutku
Atatürk’ün yurtta sulh cihanda sulh ilkesi sadece bir slogan değildir. Koskoca bir hukuk kuralıdır.
Bir gün gelecek düşman gibi gördüğünüz ve öldürdüğünüz Türk milletinin ve insanının dünyadaki tek dostunuz olduğunu anlayacaksınız ama vakit çok geç olacaktır çünkü o gün geldiğinde bir vatanınız olmayacak.
Tarih, iyi ya da kötü tarih olarak ayırt edilmez. Olduğu gibi belgelenir. Öyle olması gerekir. Yoksa sonraki nesillere tarih notlarını objektif tuttmaları gerektiğini nasıl açıklayacağız? Tarih notları yalandan mı ibaret olsun. Kötüyü göstermek ve tekrarına girmemek için tarih nesillere olduğu gibi aktarılır.
Elmalarla armutları ayırt edersek bütünlüğün içinde seçim yapmak zor değildir.
Ve ilave etmek istiyorum ki tarih bizim tarihimiz ve sahip çıkmak devlet olarak bizim görevimiz. Eğer dinden imandan bahsedeceksek önce tarihimize saygı gösterelim sahip çıkalım. ( inancımız ne olursa olsun)
“Tarihi ve dilidir bir ülkenin vitrini”
Bu güzel güne yakışacağını düşündüğüm şiir ve bilgileri aşağıda okurlara sunuyorum.
Edebiyatımızın büyük şairlerinden Süleyman Nâbî, Sultan 4. Mehmet döneminde önemli devlet adamlarıyla birlikte hacca gider. Her Müslüman şair için hac ibadeti, olağan üstü bir olaydır; çünkü metafizik gerilime düşen şair, en yüksek estetik tecrübeyi edinmektedir.
Hiç şüphesiz Nabi için Medine’ye gidip Hz. Peygamber’in kabr-i şeriflerini ziyaret , Mekke’de Kabe-i Muzzama’da tavaf etmek çok heyecan verici bir olaydır. Dolayısıyla hac kafilesinin Medine’ye yaklaştığı sırada şair Nabi’nin sözkonusu heyecanı doruk noktasına ulaşır.
Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere’ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara’nın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar.
“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu
Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafa’dır bu”
Nâbi ve hac kafilesinde bulunanlar, Mescid-i Nebi minarelerinden Türkçe şiir okunması karşısında hayrette kalırlar. Nâbî, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. İşin ilginç yanı bu naat, Nâbi’nin o gece, yani birkaç saat önce yazdığı şiirdir.
Namaz bitip Mescid-i Nebi’de yavaş yavaş cemaat dağılırken, Nâbi birkaç arkadaşıyla birlikte heyecan içinde müezzinlerin yanına varır. Müezzinlerden okudukları Türkçe naatın kimin olduğunu ve nerden öğrendiklerini sorarlar. Müezzinler, konunun kendileri için bir sır olduğunu düşünerek önce cevap vermek istemezler.
Fakat Nâbi, ısrar eder, bu Türkçe naatı o gece kendisinin yazdığını belirtir. Bu kez de müezzinler heyecanlanır. “Senin ismin Nâbi mi?” diye sorarlar şaire...”Evet” cevabını alınca ellerine kapanırlar. Nabi de müezzinlerin boyunlarına sarılır tek tek.
Müzzinler, Mescid-i Nebi minarelerinden Türkçe şiir okunması olayının açıklamasını şöyle yapar: “Bu gece Allah Rasulü rüyamızda bize, ‘Ümmetimden Nâbi isimli bir şair, beni ziyarete geliyor. Bu zat, bana karşı son derece büyük bir sevgi ile doludur. Bu aşkını ifade için şöyle bir naat yazmıştır. Siz, bu natı, bu sabah minarelerden onun buraya beni ziyarete gelişi şerefine okuyun.”
BÜYÜK ŞAİRİMİZ YUSUF NABİ
Asıl adı Yusuf olan şair, onun “hiçlik-yokluk” anlamına gelen “Nâbi” mahlasını kullanarak, ki “Na” ve “Bi” kelimeleri Arapça ve Farsça’da “yok” anlamına gelmektedir, varlık kapısına ulaşmak ve lütufla muamele görmek için insanın önce “yokluk” elbisesini giymesi gerektiğini ifade etmiş olmaktadır.
Nabi , 1642 yılında Urfa’da doğar.Urfa’nın tanınmış ailelerindendir. Iyi bir eğitim görmüştür. Arapça’yı ve Farsça’yı çok iyi bilir. Devrinde “ Sultanü’ş-Şuara “ diye anılmıştır.
Tasavvuf terbiyesi de görmüş olan Peygamber âşığı Nâbî, altı Osmanlı padişahının hükümdarlığına tanıklık etmiş ve tüm bu padişahlar tarafından sevilip desteklenmiştir.
Halep Valisi Baltacı Mehmet Paşa, sadrazam olunca Nâbi'yi yanına alır. Şair 1666 yılında 24 yaşındayken İstanbul'a gelir. Bu dönemlerde Nâbi Darphane Eminliği, Başmukabelecilik gibi görevlerde bulunur.
Nâbi sadece iyi bir şair değil, çok güzel bir sese de sahiptir ve 'Seyid Nuh' mahlasıyla besteler yapmıştır.
Eserlerinin büyük kısmını Halep'de kaleme alan Nâbî, toplumsal ve sosyal hayatı eleştiren, didaktik şiirler yazar. Eserlerinde Osmanlı'nın duraklama devrinde yönetim ve toplumun içerisine düştüğü dejenerasyona vurgu yaparak sert eleştiriler getirir.
NABİ’NİN NATI
Nabi’nin ziyareti şerefine Hz.Peygamber’in (s.a.v.) mescidinde okuttuğu Türkçe şiirin dizelerinden gönülleri kanatlandırabiliyoruz artık:
Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu
Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafa’dır bu
(Cenab-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’nın makamı ve beldesi olan bu yerde edebe riayetsizlikten sakın.)
Felekte mâh-i nev Bâbü’s-selâm’ın sîne-çâkidir
Bunun kandili Cevzâ matlâ-i nûr-i ziyâdır bu
(Gökyüzünde hilâl, O’nun selâm kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Semadaki Cevza(ikizler burcu)nın nur ve ışık kaynağı O’dur )
Habîb-i kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette
Teveffuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâdır bu
(Burası, Allah (cc)’ın sevgilisinin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir.)
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâil
Amâdan açtı muvcûdat çeşmin tûtiyâdır bu
(Bu mübarek toprağın ziyasından yokluk karanlığı sona erdi. Varlık âlemi, körlük ve yokluktan gözünü onun sürmesiyle açtı.)
Mürâât-i edeb şartıyla gir Nabî bu dergâha
Metâf-i kudsiyândır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu
(Ey Nâbi, bu dergâha edep kurallarına uyarak gir. Zira; burası meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin hürmetle öptüğü mübarek bir makamdır.)
Nabi, sözkonusu iltifata, Peygamber Efendimiz’e duyduğu muhabbetten ve gösterdiği edepten dolayı nâil olmuştur. Hz.Mevlânâ’ya göre “edep, insanın bedenindeki ruhtur, enbiyâ ve evliyânın göz ve gönül nurudur, şeytanın katilidir, insanla hayvanı birbirinden ayıran en önemli vasıftır.” Erzurumlu İbrahim Hakkı, “Edep bir tâc imiş nûr-i Hüdâdan / Giy ol tâcı, emin ol her belâdan.” dizelerinde ne kadar haklıdır. Allah ve Rasulü’ne yükselen merdivenin basamakları, ancak edeple çıkılır..
NABİ’NİN MEZARI ARTIK YOK..
Edep timsali Nabi’nin biz evlatları oldukça edepten uzaklaşmış olmalıyız ki Nabi'nin Karacaahmet'teki mezarı artık yok; çünkü üzerine başkaları defnedilmiş ve mezar taşı bir kenara konulmuş. Bunun düzeltilmesi gerekiyor. Büyük şaire büyük bir ayıp.
Bakışlarımız yaktı ruhlarımızı küllenen bedenlerimiz gül yuvası
ve sonra dilsiz kar tanelerinde buluştu ellerimiz…
Kıpırtısız bakışlarım uzun uzun düşler yoğurdukça kirpiklerin hudutlarına
Umut vaatli gamzelerin gülüşlerimde çığlandı
Giyindikçe bakışlarının güzelliğini
Efil efil bahar yelleri karşıladı yüreğimi
Kavradıkça parmaklarını bölündü u'mutsuzluğum
Ey gündüz rüyam, gece sırdaşım!
Şafağı sensin alacakaranlık hüznümün
Dokun artık gönlüm çorak topraklarına
Ey güz güzeli, düş gamzeli!..
Sen ruhuma sirayet eden gelincik çiçeğimin kokusu
Ben gül dikenin
Bitir artık bu yangını…
Bu gece siyah güle benziyor, karanlık ama bir o kadar da eşsiz güzellikte,
Kapanmasın seher yeli vursun kirpiklere
İçinden geçen bir ben var.
Aslı Birer
Kıpırtısız bakışlarım uzun düşler yoğurur kirpiklerin hudutlarına
Umut vaatli gamzelerin sıska gülüşlerimde çığlanır
Giyindikçe bakışlarının güzelliğini efil efil bahar yelleri karşılar yüreğimi
Kavradıkça parmaklarını u'mutsuzluğum bölünür
Ey gündüz rüyam, gece sırdaşım
Sensin hüznüm, gülüşüm...
Belki de altın tokalardı kadının saçlarına ket vuran.
Aslı Birer
Naif ve çekimser durdu oracıkta çocuk, yanakları kazarmıştı yaptığı hatadan. Ama annesi o her zamanki nahif dokunuşuyla hem uyarıp hem de o narin yüreğini kırmadan göstermişti ona… aslında geleceğin o güpgüzel yetişkinlik inşaasına bir tuğla daha örmüştü kadın…
Aslı Birer
Hayırlı sabahlar Aslı hanım .
Teşekkür ederim naif yorumunuza.
Günaydın,
Ömer bey, sabah bu güzel şiirle sayfayı okumak çok güzeldi bu keyfi bize yaşattığınız için teşekkür ederim.
Şiir de yorum da çok güzel olmuş yüreğinize emeğinize sağlık. Umarım şiir sever tüm dostlara ulaşsın.
Başarılar diliyorum
Gönülden tebrikler.
Ve tükendi mürekkebi kalemimin
Gönlüm kâğıtları kapıldı rüzgârlara
Yağmur damlalarında dağılırken yürek kıyımlarım
Avuçlarımda birikti yüzün
İsminin anız baharında filizlerim köklendi
Firari hislerin bağ bozumunda hasretini yüklendiğim gün düştüm toprağına
Uzun metrajlı bir yaşamın fragmanıydı hüznün
Önceleri boğazı kasıp kavuran kan pıhtısı öksürük geçitleri
Sonra avuçlar dolusu hasret morardı gözkapaklarımda…
Ve arşivi dağıldı gönlüm mısralarının, afakım kirpiklerinde darmadağın
Gönlün avlusunda mecalsiz şiirlerim sana muhtaç, yalın ayak yasta
Gözlerin yokluğunda yüreğin adaklı yüreğim kupkuru ve hasta
Amade bir ömrün gül çağında tutulmuştum kahrına
Şerit şerit ömrümden geçtikçe hayalin gözlerim kırgın, ruhun ruhuma çıra
Kölelik tutsaklık ikileminde yaz güneşi kar eriyişimde gün sayıyorum
Tuzlu raflar arasında hasretliğinin hasat vaktinde kirpiklerimden döküyorum sana
Engebeli bir sevdanın engin vadilerinde çorak kaldı yüreğim bir bakışına
Ey gönül emaneti, sevda rengi…!
Hadi dindir yürek ağrılarımı, sevdadan fısılda…
Gönlün gülizarlığında mevsim turuncu, sarı ve beyaz renkler
Yardıkça kalbimden ismini taştı nil, yarıldı deniz
İkimiz hudutları bir olan karışmaya cüret edemeyen iki ayrı deniziz
Sen sevda makamından sılam türküleri
Ben firaktan içlenmiş sararmış gül yaprağı
Ey benim dudaklarımda yerleşke kurmuş hüzün gülüşüm
Yanaklarımdan süzülen son sevinç gözyaşım
Silme yüreğinden gönlüm izlerini
Unutma beni…
Ve tükendi mürekkebi kalemimin
Gönlüm kâğıtları kapıldı rüzgârlara
Yağmur damlalarında dağılırken yürek kıyımlarım
Avuçlarımda birikti yüzün
İsminin anız baharında filizlerim köklendi
Firari hislerin bağ bozumunda hasretini yüklendiğim gün düştüm toprağına
Uzun metrajlı bir yaşamın fragmanıydı hüznün
Önceleri boğazı kasıp kavuran kan pıhtısı öksürük geçitleri
Sonra avuçlar dolusu hasret morardı gözkapaklarımda…
Ve arşivi dağıldı gönlüm mısralarının, afakım kirpiklerinde darmadağın
Gönlün avlusunda mecalsiz şiirlerim sana muhtaç, yalın ayak yasta
Gözlerin yokluğunda yüreğin adaklı yüreğim kupkuru ve hasta
Amade bir ömrün gül çağında tutulmuştum kahrına
Şerit şerit ömrümden geçtikçe hayalin gözlerim kırgın, ruhun ruhuma çıra
Kölelik tutsaklık ikileminde yaz güneşi kar eriyişimde gün sayıyorum
Tuzlu raflar arasında hasretliğinin hasat vaktinde kirpiklerimden döküyorum sana
Engebeli bir sevdanın engin vadilerinde çorak kaldı yüreğim bir bakışına
Ey gönül emaneti, sevda rengi…!
Hadi dindir yürek ağrılarımı, sevdadan fısılda…
Gönlün gülizarlığında mevsim turuncu, sarı ve beyaz renkler
Yardıkça kalbimden ismini taştı nil, yarıldı deniz
İkimiz hudutları bir olan karışmaya cüret edemeyen iki ayrı deniziz
Sen sevda makamından sılam türküleri
Ben firaktan içlenmiş sararmış gül yaprağı
Ey benim dudaklarımda yerleşke kurmuş hüzün gülüşüm
Yanaklarımdan süzülen son sevinç gözyaşım
Silme yüreğinden gönlüm izlerini
Unutma beni…
Körebe sevme hayıflanmalarında kirpiklerinde kaldı avuç sıcaklığım
Yırtıldı hasretinden yürek zarı, dil per perişan…
Gönlün simasına kapanınca kapılar tutuştu ruhum sevdandan
Talimi yok avuç avuç gönlüme bıraktığın yalnızlığın
Esaretin gül hazanında hasretindir durup durup lâl ve ahraz bırakan
Kilitlenince göz kapaklarım zemheri ikliminde düş baharına
Kırıldı dil kemiklerim yaban sayhalarla karıştı asumana
Ey ahudan narin..!
Yoktur talebi hasretliğin
İcra etti mi bir kez gönlün arşına
Parça parça levm eritir seni sana…
İkircikli, bulutlu ve o kadar da suskun. Kararmış ama gök gürültüsüz, kırmızı dudaklı bir havada beyaz mantolu yerde yürümekle durmak arası ayakları üzerinde kız. Bir de kardan Adamın ayak izleri.
Aslı Birer
Güzel bir Neruda şiiri gelsin ve müzik olmazsa olmaz.
Gözlerin ayın rengini barındırmasaydı
ve balçıktan günleri, çalışmayı ve ateşi,
ve yakalayamadığın havanın esnekliğini,
kehribar olmasaydın bir hafta uzunluğunda,
ve sonbaharın boru çiçekleri arasında yükselen
o sarı an olmasaydın
ve uğraşarak gökteki unun arasında
pırıltısında ayın yaptığı ekmek de olmasaydın,
sevmezdim seni o zaman, ey çok sevdiğim!
Kollarında kucaklarım var olan her şeyi,
kumu, zamanı, yağmurun ağacını,
ve her şey yaşar ben yaşayayım diye:
mesafesiz görürüm her şeyi:
senin hayatında duyumsarım yaşayan her şeyi.
?si=y_d_JdXENgGo75yH
Gül ben isem toprağım köküm sen
Hasretin diken ise zarafetim, kokum sen
Bedenim ben ise ruhum sadece sen
Evvelimsin ahirim hiç bitmeyen sevdamsın Sen...