Öğrendiğiniz ve ileride işinize yarayabilecek yeni bir bilgiyi unutmamak için 1 gün, 1 hafta, 1 ay ve 3 ay sonra tekrar etmeniz son derece faydalıdır. Diğer türlü, insan beyni kullanılmayan bilgileri bir süre sonra siler. İleride bu bilgilerin yeniden öğrenilmesi ise tekrar emek ve büyük zaman kaybı demektir. "Öğrenmeyi öğrenmek" hayatta başarılı olmak için önemlidir ve "metabiliş" (İngilizcesi metacognition) olarak da geçer. Metabiliş teknikleri, daha başarılı olmanızı sağlayabilir.
hayat bizi itekliyorken, yaşıyorsak eğer hakkını vermeli yaşamın, elden geldiğince...kendimizce. diyoruz bakalım...yoksa, aslında, heves felan kalmamıştır.
Kaçmakla kurtulunur, en azından inanılan bu. Fazlasıyla da denenilen. Kimi başarır, kimi başaramaz. Yalnızlıktan kaçılmaz işte, kendini yanında götürdükçe yalnızlıktan kaçamazsın. Kaçtım diyorsan da büyük bir yalancısın. Riçi...
Size sunulan hazır kalıp bilgileri olduğu gibi kabul etmek yerine onları sorgulayın. Ve gerektiğinde kendi düşüncelerinizi de açıklamaktan çekinmeyin. Sizler toplumu oluşturan ve bu toplumda söz hakkı olan birer bireysiniz ve düşünme yeteneğine sahipsiniz. Düşünün, sorgulayın ona göre kabul edin ya da reddedin.
Filmdeki esas oğlan Arkin kumar denen illetin pençesine düşmüştür. Bir gün kumar borcunu ödeyebilmek için kafasının sağ üst köşesinde ampul yanar. Tesisatçı olarak daha önce gittiği evi soymak; ancak evdeki hesabı çarşıda tutmayacaktır; çünkü bu evde onu kötü bir sürpriz beklemektedir. Evde kimsenin olmadığını düşünür; lakin feci şekilde yanılır. Arkin'in soymak için zorla girdiği evde, ev halkını esir almış psikopat bir katille yüz yüze kalır. Baştan sona gerilimi içinde hissedeceğiniz bir film. Ardından ikinci filme geçiş yapıp günü noktalayabilirsiniz.
Oscar Wilde'e roman yazamazsın demişler o da bu söz üzerine iyi kapak yapmış. Kitabı okumadıysanız kitap ile film arasındaki kopukluklari ruhunuz duymaz. Yine de genel anlamda kitaba bağlı kalındığını söyleyebilirim. Dekor ve kostümler muazzam. Oyuncu performansına zaten söyleyecek bir şey yok. Fazla kafa açmayım iyi seyirler...
Öncelikle Bukowski adını duymadıysanız ve yeraltı edebiyatına ilginiz yoksa kesinlikle bu filmi izlemeyin...
Özgün senaryosunu Bukowski'nin (1920 –1994 mekanı cennet olsun :) ) 1984 yılında yazdığı filmi Fransız yönetmen Barbet Schroeder 3 yıl sonra çekebilmişti. Hıyarto çok meşguldü herhalde. Başrollerinde Mickey Rourke ve Faye Dunaway'in oynadığı filmde Bukowski'nin de bir cameo rolü var.
Filmde alkolik yazar Henry Chinaski (Mickey Rourke) ve kendisi gibi toplum dışı bir alkolik olan kadın arkadaşı Wanda Wilcox'un (Faye Dunaway) bütün gün sefil bir barda geçen dipsomanik yaşantıları, barmenle (Frank Stallone) olan rutin didişmeleri, her seferinde sonuçsuz kalan değişme çabaları anlatılmaktadır. Wanda ile aynı eve taşınmaları, kitabının basılması için bir yayıncıdan aldığı önemli teklif bile Chinaski'nin normal topluma karışmasına yetmeyecektir. Normal derken normalin ne olduğunu da bilmiyorum.
Alkole boğulmuş toplum dışı ve depresif bir hayat sürmüş olan Bukowski'nin eserlerinde de sürekli olarak kendi hayatını anlattığı malum. Neredeyse hiç ayık gezmemiş olan Bukowski bu senaryoda da kendi hayatından bir dönemi yansıtmıştır. Filmde Bukowski'yi canlandıran Mickey Rourke alkolik şairi o denli başarılı oynamış ki Bukowski hakkın rahmetine kavuştuğu zaman "The New York Post" da çıkan ölüm ilanında onun yerine Henry Chinaski rolündeki Mickey Rourke'un resmi basılmış.
2005 yılında Matt Dillon'un başrolünü oynadığı Factotum adında bir devam filmi de çekilmiştir.
Film Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye'ye aday gösterilmişti. Ayrıca Faye Dunaway de "Sinema Dalında En İyi Aktris Altın Küre Ödülüne aday gösterilmişti. Aday olarakta tarihin sayfalarında kaldılar...
Mafya babasının kızı olan grace babasının insanları cezalandırmasına isyan ederek evden kaçar. Bir dağ kasabasına saklanır. Güzelliğiyle herkesi büyüler :)) huzur dolu gözüken bu kasabanın gerçek yüzünü bedeninde ve ruhunda hissedecektir. Yine de insanları affeder. Cezayı affetmek erdem değil kibirdir. Affetmek ağızda kolay gerçekte nerdeyse imkansızdır. Kasabaya azize olarak gelen Grace sonunda ortalığın .......... :)) aslında çekilen bir film değil felsefe. Zaten trier in biz film tutkunlariyla derdi nedir bilinmez. Sabrınız varsa izleyebilirsiniz
Bu filmin izleyici de uyandırdığı hayran kalma ya da hiç beğenmeme ortası yok. Aslında klasik bir romantik filmde olaylar nasıl gelişirse "HER" de de öyle gelişiyor. Eşinden ayrılmış, asosyallikte nirvanaya ulaşmış, kalbi kırık, ne yapacağını bilmez bir haldeki theodore bir gün bir işletim sistemi satın alır ve içindekileri ona dökmeye, onunla sohbet etmeye başlar, bundan da hayli zevk alır. Nitekim bir gün ona aşık olduğunun farkına varır. Samantha da ona karşı boş dir hani :)) Bir ilişkiye başlarlar. Yani olay örgüsü klasik romantik filmlerden farklı değil. Farklı tarafıysa teknolojinin iyice hayatımızı sardığı, her şeyin basitleştiği, ilişkilerin "sanal"laştığı, yakınımızdakilere bir "mektup" dahi yazamadığımız bir gelecekte geçmesi ve işletim sistemlerinin hiper zeki haline gelmeleri. Böyle bir gelecekte geçen filmin en farklı tarafı da bir işletim sistemiyle bir adamın aşkını(?) anlatması. Evet, aslında teknolojik bir sistemle bir insanın ilişkisi hep anlatılmış bir şey. genelde bu robot olur. robotlarla insanlar arasındaki ilişkiye odaklanılır. burada ise robot mobot yok, "ses"ten ibaret bir sistem var. Yalnız Scarlet Johanson sesiyle de başta akıl bırakmıyor :))
Fıght Club ile gönlümüzdeki yeri çok farklı olan David Fincher üstadımızın ikinci filmi olan Se7en'in başrollerinde Brad Pitt ve Morgan Freeman var. Yardımcı rollerdeki önemli oyuncu ise Gwyneth Paltrow ve filmin asıl kahramanı olan gizemli seri katilin ise giriş jeneriğinde ismi görünmüyor. Böyle yapılması iyi olmuş; çünkü filmdeki gizem ve izleyicinin merakı canlı tutulmuş zaten film biter bitmez ters akan jenerikte ilk onun ismi geçiyor. Yılların dedektifi Somerset ve şehre yeni taşınan Mills'in beraber çıktıkları ilk cinayet bir oburun ölümü olur, devamında ise bir avukatın öldürülmesiyle bu cinayetlerin bir planın parçası olduklarını ve işlenecek beş cinayet daha olduğunu anlarlar; çünkü bir seri katil Hristiyanlıktaki yedi ölümcül günahı işleyenleri öldürmektedir. Hristiyanlıktaki yedi ölümcül günah filmin temelini oluşturuyor ve bu konuyu kapsayan bir sürü kitap bulunuyor ki bu kitaplar filmde çok önemli bir yer tutuyor Ayrıca finaldeki diyalogda günümüz toplumu da eleştiriliyor. Sürekli yağmur yağan ve kasvetli ortamlarda geçen filmde, cinayetlerin işleniş biçimleri de rahatsız edici olmuş. Film yarısından sonra hareketlenmeye başlıyor ve finale doğru filmden gözünüzü ayıramıyorsunuz ve olacakları sabırsızlıkla bekliyorsunuz.
Lincoln Six-Echo (McGregor) 21. yüzyılın ortalarında, görünüşe göre ütopik; ama dışa kapalı bir tesiste yaşamaktadır. Bu tesiste cinslerin birbirleriyle teması yasaktır. Kişiye göre yemek çıkmaktadır. Dikkatle kontrol edilen bu ortamın diğer sakinleri gibi, Lincoln da ‘Ada’ya gönderilmenin hayaliyle yanıp tutuşuyordur. Söylentilere göre, burası gezegendeki son kirletilmemiş bölgedir; fakat Lincoln tesise giren bir uçucu böceğin sayesinde anlar ki varoluşuyla ilgili her şey bir yalandan ibarettir. Kendisi ve tesisin diğer tüm sakinleri aslında birer klondurlar ve yaşamalarının tek nedeni kopyalandıkları insanlara “organ” temin etmektir. Dalak, ciğer, böbrek ne lazımsa;:)) Lincoln, kendisinden “hasat” yapılmasının an meselesi olduğunu fark edince, Jordan Two-Delta (Johansson). "Scarlett bu filmde bir baska güzel filmden bağımsızdır :))" cüretkâr bir kaçış gerçekleştirir. Bir zamanlar yuvaları olan kurumun sinsi güçleri tarafından amansızca takip edilen Lincoln ve Jordan, hayatta kalabilmek ve üreticileriyle tanışmak için çılgınca kaçmaya başlarlar.
El Cuerpo (Ceset) filmiyle takibime giren İspanyol Yönetmen Oriol Paulo'nun sonu bize çüş dedirtecek suç, gerilim, gizem üçgeninde gözükse de büyük bir dram ve intikam öyküsü anlatan filmi "Contratiempo". Adrian hergelesinin sevgilisiyle yaptığı son kaçamak dönüm noktası olur. Dönüş yolunda yaptıkları kaza yaşantılarını allak bullak eder. Kazada sevgilisi Laura ile birlikte kendilerine bir şey olmaz; fakat diğer araçtaki kişi tahtalı köyü boylar. Bu olayı örtbas etmek için ne gerekiyorsa yaparlar. Adrian'ın ifadeleriyle filmi onun gözünden izleriz; ama puzzle eksik kalır. Bu nokta da avukat Virginia Goodman'ın yönlendirmeleri puzzle tamamlamaya yardımcı olur. Laura'yı sıkıştırdığı sorularla bu sefer filmi Laura'nın gözünden izleriz. Gerçeklik böylece yer değiştirir bir hale gelir. Filmin en vurucu noktalarından biri ayrıntıya inmedigimiz için kaçırdığımız şeyler. Güzel bir senaryo son dakikaya kadar gizemini koruyup ters köşe yapıyor. Ben yönetmenin iki filmini de beğendim. Gizemli bir gün olsun diyorsanız degerlendirebilirsiniz.
Uzun zamandır romantizm kokan filmler paylaşıyordum. Biraz tarz değişikliği yapalım. Equilibrium harikulade bir bilim kurgu. Sinema sektöründe fazla bilim kurgu çekilemiyor ve çekilenler de beni çekmiyor; fakat bu filmde çok az görsel efekt kullanılmasına rağmen insanı içine çekmesini biliyor. Peki bu ne demek? Oyunculuk ve senaryonun filmi taşıdığı olabilir mesela :)) Filmde insanların barındırdığı pek çok duygunun, gezegeni yaşanmaz bir yer haline getirdiği için yok edilmesi konu edinmiş. Prozium adlı enjekte ilaçla hislerinin yok edilmesi sağlanıyor ve duyguları tetikleyecek resim,müzik,kitap ve sanatsal nesneler yasaklanıyor yasağa uymayanlar öldürülüyor ve eşyaları yakılıyor. Böylece hiç kavgasız; lakin ruhsuz bir insan topluluğu ortaya çıkıyor. Rahip Preston (Balelerin Christian) pedere en yakın birinci sınıf rahiplerdendir görevi de hissetme suçlularını bulup, teslim etmektir. İnsafı yoktur hissetti diye karısının ölümüne bile kayıtsız kalmıştır. Bir gün prozium ilacını yanlışlıkla kırar ve film burada kopmaya başlar. Daha sonra günlerce bu ilacı almaz ve duyguları su yüzüne çıkar. Ölüm mahkumu hisseden bir manitanın mavi gözlerinde yaşadığını hissediverir. Artık ok yaydan çıkmıştır. Bu düzen değişmelidir :))
Muzikhal filmlere karşı önyargınız varsa bu sefer önyargınızdan kurtaralım sizi. İki sanat tutkunu insan Sebastian ve Mia hayatlarına ite kalka devam etmektedir. Cosmos bir gün trafik sıkışıklığı gibi sudan bir sebeple iki insanın hayatını kesiştirir. Hayat şartları birbiri için atan iki kalbin ritmini bozacak mı? yoksa hayallerden vaz mı geçilecek?
Be yourself no matter what they say
"Aslında hayatın en güzel anı; her şeyden vazgeçtiğinde, seni hayata bağlayan birinin olduğunu düşündüğün andır."
Balzac
Kalbinde sevgiyi koru. Onsuz bir hayat, çiçekler öldüğü zaman güneşsiz bir bahçe gibidir.
Voltaire
"Ya susmak ya da suskunluktan daha kıymetli bir söz söylemek gerekir."
Pisagor
Hayatta hep mutlu olursam, Hayalini kuracak neyim kalır.
Dostoyevski
@nefsi tok olan bir adamı kadının fiziği tahrik etmez, aç nefis uçkuruna tok nefis gönlüne yakışana bakar
#Az konuşmak iyidir
Öğrendiğiniz ve ileride işinize yarayabilecek yeni bir bilgiyi unutmamak için 1 gün, 1 hafta, 1 ay ve 3 ay sonra tekrar etmeniz son derece faydalıdır. Diğer türlü, insan beyni kullanılmayan bilgileri bir süre sonra siler. İleride bu bilgilerin yeniden öğrenilmesi ise tekrar emek ve büyük zaman kaybı demektir. "Öğrenmeyi öğrenmek" hayatta başarılı olmak için önemlidir ve "metabiliş" (İngilizcesi metacognition) olarak da geçer. Metabiliş teknikleri, daha başarılı olmanızı sağlayabilir.
YAŞAMIN HAKKINI VER...
hayat bizi itekliyorken, yaşıyorsak eğer hakkını vermeli yaşamın, elden geldiğince...kendimizce.
diyoruz bakalım...yoksa, aslında, heves felan kalmamıştır.
Kaçmakla kurtulunur, en azından inanılan bu. Fazlasıyla da denenilen. Kimi başarır, kimi başaramaz. Yalnızlıktan kaçılmaz işte, kendini yanında götürdükçe yalnızlıktan kaçamazsın. Kaçtım diyorsan da büyük bir yalancısın.
Riçi...
güzel bir gün olsun mu?
bence olsun... çabalamaya değer
tırnağın varsa başını kaşı...
Yaraya gülümseyin...
Ustalara saygı kuşağında bugün; Kubrick'in penceresinden Full Metal Jacket
Size sunulan hazır kalıp bilgileri olduğu gibi kabul etmek yerine onları sorgulayın. Ve gerektiğinde kendi düşüncelerinizi de açıklamaktan çekinmeyin.
Sizler toplumu oluşturan ve bu toplumda söz hakkı olan birer bireysiniz ve düşünme yeteneğine sahipsiniz. Düşünün, sorgulayın ona göre kabul edin ya da reddedin.
Filmdeki esas oğlan Arkin kumar denen illetin pençesine düşmüştür. Bir gün kumar borcunu ödeyebilmek için kafasının sağ üst köşesinde ampul yanar. Tesisatçı olarak daha önce gittiği evi soymak; ancak evdeki hesabı çarşıda tutmayacaktır; çünkü bu evde onu kötü bir sürpriz beklemektedir. Evde kimsenin olmadığını düşünür; lakin feci şekilde yanılır. Arkin'in soymak için zorla girdiği evde, ev halkını esir almış psikopat bir katille yüz yüze kalır. Baştan sona gerilimi içinde hissedeceğiniz bir film. Ardından ikinci filme geçiş yapıp günü noktalayabilirsiniz.
neden hep kırılan biz oluyoruz??
Oscar Wilde'e roman yazamazsın demişler o da bu söz üzerine iyi kapak yapmış. Kitabı okumadıysanız kitap ile film arasındaki kopukluklari ruhunuz duymaz. Yine de genel anlamda kitaba bağlı kalındığını söyleyebilirim. Dekor ve kostümler muazzam. Oyuncu performansına zaten söyleyecek bir şey yok. Fazla kafa açmayım iyi seyirler...
Öncelikle Bukowski adını duymadıysanız ve yeraltı edebiyatına ilginiz yoksa kesinlikle bu filmi izlemeyin...
Özgün senaryosunu Bukowski'nin (1920 –1994 mekanı cennet olsun :) ) 1984 yılında yazdığı filmi Fransız yönetmen Barbet Schroeder 3 yıl sonra çekebilmişti. Hıyarto çok meşguldü herhalde. Başrollerinde Mickey Rourke ve Faye Dunaway'in oynadığı filmde Bukowski'nin de bir cameo rolü var.
Filmde alkolik yazar Henry Chinaski (Mickey Rourke) ve kendisi gibi toplum dışı bir alkolik olan kadın arkadaşı Wanda Wilcox'un (Faye Dunaway) bütün gün sefil bir barda geçen dipsomanik yaşantıları, barmenle (Frank Stallone) olan rutin didişmeleri, her seferinde sonuçsuz kalan değişme çabaları anlatılmaktadır. Wanda ile aynı eve taşınmaları, kitabının basılması için bir yayıncıdan aldığı önemli teklif bile Chinaski'nin normal topluma karışmasına yetmeyecektir. Normal derken normalin ne olduğunu da bilmiyorum.
Alkole boğulmuş toplum dışı ve depresif bir hayat sürmüş olan Bukowski'nin eserlerinde de sürekli olarak kendi hayatını anlattığı malum. Neredeyse hiç ayık gezmemiş olan Bukowski bu senaryoda da kendi hayatından bir dönemi yansıtmıştır. Filmde Bukowski'yi canlandıran Mickey Rourke alkolik şairi o denli başarılı oynamış ki Bukowski hakkın rahmetine kavuştuğu zaman "The New York Post" da çıkan ölüm ilanında onun yerine Henry Chinaski rolündeki Mickey Rourke'un resmi basılmış.
2005 yılında Matt Dillon'un başrolünü oynadığı Factotum adında bir devam filmi de çekilmiştir.
Film Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye'ye aday gösterilmişti. Ayrıca Faye Dunaway de "Sinema Dalında En İyi Aktris Altın Küre Ödülüne aday gösterilmişti. Aday olarakta tarihin sayfalarında kaldılar...
140 dakika tek çekim bir film. Fazla uzatmicam bugün için farklı bir şey yapmak istiyorsanız iyi seyirler...
Mafya babasının kızı olan grace babasının insanları cezalandırmasına isyan ederek evden kaçar. Bir dağ kasabasına saklanır. Güzelliğiyle herkesi büyüler :)) huzur dolu gözüken bu kasabanın gerçek yüzünü bedeninde ve ruhunda hissedecektir. Yine de insanları affeder. Cezayı affetmek erdem değil kibirdir. Affetmek ağızda kolay gerçekte nerdeyse imkansızdır. Kasabaya azize olarak gelen Grace sonunda ortalığın .......... :)) aslında çekilen bir film değil felsefe. Zaten trier in biz film tutkunlariyla derdi nedir bilinmez. Sabrınız varsa izleyebilirsiniz
Pencerenin önünde kahve kitap demeyi isterdi ama çalışmam gereken bi fecriati, serveti funun var:/
Bu filmin izleyici de uyandırdığı hayran kalma ya da hiç beğenmeme ortası yok. Aslında klasik bir romantik filmde olaylar nasıl gelişirse "HER" de de öyle gelişiyor. Eşinden ayrılmış, asosyallikte nirvanaya ulaşmış, kalbi kırık, ne yapacağını bilmez bir haldeki theodore bir gün bir işletim sistemi satın alır ve içindekileri ona dökmeye, onunla sohbet etmeye başlar, bundan da hayli zevk alır. Nitekim bir gün ona aşık olduğunun farkına varır. Samantha da ona karşı boş dir hani :)) Bir ilişkiye başlarlar. Yani olay örgüsü klasik romantik filmlerden farklı değil. Farklı tarafıysa teknolojinin iyice hayatımızı sardığı, her şeyin basitleştiği, ilişkilerin "sanal"laştığı, yakınımızdakilere bir "mektup" dahi yazamadığımız bir gelecekte geçmesi ve işletim sistemlerinin hiper zeki haline gelmeleri. Böyle bir gelecekte geçen filmin en farklı tarafı da bir işletim sistemiyle bir adamın aşkını(?) anlatması. Evet, aslında teknolojik bir sistemle bir insanın ilişkisi hep anlatılmış bir şey. genelde bu robot olur. robotlarla insanlar arasındaki ilişkiye odaklanılır. burada ise robot mobot yok, "ses"ten ibaret bir sistem var. Yalnız Scarlet Johanson sesiyle de başta akıl bırakmıyor :))
Bir uyku sessizliği...
Fıght Club ile gönlümüzdeki yeri çok farklı olan David Fincher üstadımızın ikinci filmi olan Se7en'in başrollerinde Brad Pitt ve Morgan Freeman var. Yardımcı rollerdeki önemli oyuncu ise Gwyneth Paltrow ve filmin asıl kahramanı olan gizemli seri katilin ise giriş jeneriğinde ismi görünmüyor. Böyle yapılması iyi olmuş; çünkü filmdeki gizem ve izleyicinin merakı canlı tutulmuş zaten film biter bitmez ters akan jenerikte ilk onun ismi geçiyor. Yılların dedektifi Somerset ve şehre yeni taşınan Mills'in beraber çıktıkları ilk cinayet bir oburun ölümü olur, devamında ise bir avukatın öldürülmesiyle bu cinayetlerin bir planın parçası olduklarını ve işlenecek beş cinayet daha olduğunu anlarlar; çünkü bir seri katil Hristiyanlıktaki yedi ölümcül günahı işleyenleri öldürmektedir. Hristiyanlıktaki yedi ölümcül günah filmin temelini oluşturuyor ve bu konuyu kapsayan bir sürü kitap bulunuyor ki bu kitaplar filmde çok önemli bir yer tutuyor Ayrıca finaldeki diyalogda günümüz toplumu da eleştiriliyor. Sürekli yağmur yağan ve kasvetli ortamlarda geçen filmde, cinayetlerin işleniş biçimleri de rahatsız edici olmuş. Film yarısından sonra hareketlenmeye başlıyor ve finale doğru filmden gözünüzü ayıramıyorsunuz ve olacakları sabırsızlıkla bekliyorsunuz.
Lincoln Six-Echo (McGregor) 21. yüzyılın ortalarında, görünüşe göre ütopik; ama dışa kapalı bir tesiste yaşamaktadır. Bu tesiste cinslerin birbirleriyle teması yasaktır. Kişiye göre yemek çıkmaktadır.
Dikkatle kontrol edilen bu ortamın diğer sakinleri gibi, Lincoln da ‘Ada’ya gönderilmenin hayaliyle yanıp tutuşuyordur. Söylentilere göre, burası gezegendeki son kirletilmemiş bölgedir; fakat Lincoln tesise giren bir uçucu böceğin sayesinde anlar ki varoluşuyla ilgili her şey bir yalandan ibarettir. Kendisi ve tesisin diğer tüm sakinleri aslında birer klondurlar ve yaşamalarının tek nedeni kopyalandıkları insanlara “organ” temin etmektir. Dalak, ciğer, böbrek ne lazımsa;:)) Lincoln, kendisinden “hasat” yapılmasının an meselesi olduğunu fark edince, Jordan Two-Delta (Johansson). "Scarlett bu filmde bir baska güzel filmden bağımsızdır :))" cüretkâr bir kaçış gerçekleştirir. Bir zamanlar yuvaları olan kurumun sinsi güçleri tarafından amansızca takip edilen Lincoln ve Jordan, hayatta kalabilmek ve üreticileriyle tanışmak için çılgınca kaçmaya başlarlar.
El Cuerpo (Ceset) filmiyle takibime giren İspanyol Yönetmen Oriol Paulo'nun sonu bize çüş dedirtecek suç, gerilim, gizem üçgeninde gözükse de büyük bir dram ve intikam öyküsü anlatan filmi "Contratiempo". Adrian hergelesinin sevgilisiyle yaptığı son kaçamak dönüm noktası olur. Dönüş yolunda yaptıkları kaza yaşantılarını allak bullak eder. Kazada sevgilisi Laura ile birlikte kendilerine bir şey olmaz; fakat diğer araçtaki kişi tahtalı köyü boylar. Bu olayı örtbas etmek için ne gerekiyorsa yaparlar. Adrian'ın ifadeleriyle filmi onun gözünden izleriz; ama puzzle eksik kalır. Bu nokta da avukat Virginia Goodman'ın yönlendirmeleri puzzle tamamlamaya yardımcı olur. Laura'yı sıkıştırdığı sorularla bu sefer filmi Laura'nın gözünden izleriz. Gerçeklik böylece yer değiştirir bir hale gelir. Filmin en vurucu noktalarından biri ayrıntıya inmedigimiz için kaçırdığımız şeyler. Güzel bir senaryo son dakikaya kadar gizemini koruyup ters köşe yapıyor. Ben yönetmenin iki filmini de beğendim. Gizemli bir gün olsun diyorsanız degerlendirebilirsiniz.
Uzun zamandır romantizm kokan filmler paylaşıyordum. Biraz tarz değişikliği yapalım. Equilibrium harikulade bir bilim kurgu. Sinema sektöründe fazla bilim kurgu çekilemiyor ve çekilenler de beni çekmiyor; fakat bu filmde çok az görsel efekt kullanılmasına rağmen insanı içine çekmesini biliyor. Peki bu ne demek? Oyunculuk ve senaryonun filmi taşıdığı olabilir mesela :))
Filmde insanların barındırdığı pek çok duygunun, gezegeni yaşanmaz bir yer haline getirdiği için yok edilmesi konu edinmiş. Prozium adlı enjekte ilaçla hislerinin yok edilmesi sağlanıyor ve duyguları tetikleyecek resim,müzik,kitap ve sanatsal nesneler yasaklanıyor yasağa uymayanlar öldürülüyor ve eşyaları yakılıyor. Böylece hiç kavgasız; lakin ruhsuz bir insan topluluğu ortaya çıkıyor. Rahip Preston (Balelerin Christian) pedere en yakın birinci sınıf rahiplerdendir görevi de hissetme suçlularını bulup, teslim etmektir. İnsafı yoktur hissetti diye karısının ölümüne bile kayıtsız kalmıştır. Bir gün prozium ilacını yanlışlıkla kırar ve film burada kopmaya başlar. Daha sonra günlerce bu ilacı almaz ve duyguları su yüzüne çıkar. Ölüm mahkumu hisseden bir manitanın mavi gözlerinde yaşadığını hissediverir. Artık ok yaydan çıkmıştır. Bu düzen değişmelidir :))
Muzikhal filmlere karşı önyargınız varsa bu sefer önyargınızdan kurtaralım sizi. İki sanat tutkunu insan Sebastian ve Mia hayatlarına ite kalka devam etmektedir. Cosmos bir gün trafik sıkışıklığı gibi sudan bir sebeple iki insanın hayatını kesiştirir. Hayat şartları birbiri için atan iki kalbin ritmini bozacak mı? yoksa hayallerden vaz mı geçilecek?