Kültür Sanat Edebiyat Şiir

emperyalizm sizce ne demek, emperyalizm size neyi çağrıştırıyor?

emperyalizm terimi Meryem Özdil tarafından tarihinde eklendi

  • Uzay Türkmen
    Uzay Türkmen

    Hakkında çok şey söylenmiş tarih boyunca. Ve ben emperyalizmsiz bir hayat düşünemiyorum. O kadar işlemiş.

  • Naz Başkara
    Naz Başkara

    ABD VE AB
    aklıma gelen ilk şey bu....

  • Gülseren Çolak
    Gülseren Çolak

    amerikan emperyalizimi heryeri sarmış durumda Denizin Yusufun Hüseyin'in dedigi gibi kahrolsun amerikan emperyalizimi

  • Gülseren Çolak
    Gülseren Çolak

    emperyalizim bir ülkenin bir başka ülkenin bütün kaynaklarını sömürmesi kullanması

  • Şafak İskender Furkan Şaraygillerim
    Şafak İskender Furkan Şaraygillerim

    'AB'ye çağdaşlaşmak için girmek istiyoruz' diyenler geldi aklıma. Yani bilerek ya da bilmeyerek sömürgeye kapı açanlar geldi aklıma. Benim herkese tavsiyem bunu diyenleri desteklemeyin. Onlara oy da atmayın. Artık milletçe, bu ve bunun benzeri yalanları görebilmemizin zamanı geldi diye düşünüyorum.

  • Gulcin Orallı
    Gulcin Orallı

    Bir ülkenin başka bir ülke üzerinde yaptığı sömürge oyunlarıdır... Deniz Gezmiş'in de dediği gibi kahrolsun Amerikan emperyalizm

  • Hakan Gedek
    Hakan Gedek

    Emperyalizm bu halkın doğuşunun sebebidir.Bu ülkenin kuruluşu bu canavarın açlığı nedeniyle olmuş destansı bir savaş veren milletin önderlerinin birlikte karşı çıkıp mücade ettiği ideolijidir.Şimdilerde emperyalizmi ülkenin soluna yıkan sağın unuttuğudur.Ancak bu ülke sol sağ ayrımında değil iken birlikte mücadele ettiği ortak düşman iken şimdilerde dinciler ile sağcıları kullanan saldırgandır.

  • Aysegul
    Aysegul

    BİR AKIMDIR ALMIS BASINI GİDİYOR...
    DENİZ GEZMİŞ!
    BOŞLUKTA KALMIS GENCLERİN YENİ İDOLÜ
    ONA BENZEMEK
    ONUN YOLUNDA GİTMEK
    MÜTHİŞ BİR DUYGU ONLAR İÇİN...
    NEREYE KADAR...
    YORUM SİZLERİN................! ! !

  • Aysegul
    Aysegul

    emperyalizm hakkında hiç bir sey bilmeden sırf kominst diye atıp tutan yeni neslimizin bilgisiz özenti gençlerini siddetle kınıyorum...
    yasasın milliyetçi ve sagcı türk gençligi...
    devrimlere baglı olmak solcu olmayı gerektirmez!
    Dini yasam ve milliyetcilik temel hedefimdir..
    saygılar...

  • Necla Yılmaz
    Necla Yılmaz

    usa

  • C1ay
    C1ay

    Bir milletin sömürü temeline dayanarak başka bir milleti siyasi ve ekonomik egemenliği altına alıp yayılması yada yok etmeye çalışmasıdır desem daha doğrusu olur.

  • Gani Kapicigil
    Gani Kapicigil

    geçmişteki sömürgecilik oldu bugün emperyalizm...

  • Şafak İskender Furkan Şaraygillerim
    Şafak İskender Furkan Şaraygillerim

    Lozan Antlaşmasından sonra, 1924 yılında çıkan bir yasa ile YABANCILARIN KÖYLERDEN TOPRAK ALMASI yasaklandı.


    Bu yasayı 80 yıl sonra AKP değiştirdi. Tapu kanunun 36. maddesi ve köy kanunun 87. maddesi iptal edilerek yabancılara toprak satışına izin verildi.


    Yabancıların toprak satın almasının ve maden şirketlerinin maden ruhsatı almalarının önünü açmak için şu yasalar çıktı;


    1- Doğrudan yabancı yatırımlar kanunu (05.06.2003)
    2- Köylerden yabancılara toprak satışına izin veren yasa (03.07.2003)
    3- Yabancıların gayri menkul satışına izin veren yasa

    Daha sonra anayasa mahkemesi, yabancılara toprak satışına kısıtlama getirmiştir.

  • Şafak İskender Furkan Şaraygillerim
    Şafak İskender Furkan Şaraygillerim

    Çanakkale savaşı yemek listesi:

    43. Alay 1. Piyade Taburu 1. Bölük, 1917 yılı yemek listesi;

    15 Haziran Sabah: Üzüm hoşafı. Öğlen: Yok. Akşam: Yağlı buğday çorbası ve ekmek.

    26 Haziran Sabah: Yok. Öğlen: Yok. Akşam: Üzüm hoşafı, ekmek.

    18 Temmuz Sabah: Üzüm hoşafı. Öğlen: Yok. Akşam: Yarım tayın ekmek.

    8 Ağustos Sabah: Yarım ekmek. Öğlen: Yok. Akşam: Şekersiz üzüm hoşafı, ekmek yok

    21 Temmuz 1917'den itibaren ordu emriyle ekmek istihkakı 500 grama indirilmiştir.


    ATALARIMIZIN BÖYLE BİNBİR SIKINTIYLA KURTARDIĞI TOPRAKLARIMIZI YABANCILARA PARAYLA SATAN YASAYI ÇIKARAN BİR HÜKÜMETE BU SEÇİMLERDE NE YAZIK Kİ %47 OY VERİLMİŞTİR. BU, HALKIN ‘YABANCILARA TOPRAK SATILMASINI’ ONAYLADIĞI ANLAMINA GELİR.

  • Mehtap Cimen
    Mehtap Cimen

    emperyalizm = sivrisinek
    uyuyanlarin/uyukluyanlarin kanini emer
    uyuyanlar UYANIN

  • Selahattin Aykurt
    Selahattin Aykurt

    Afganistan, Bin Ladin ve Amerikan Emperyalizminin İkiyüzlülüğü
    Doktor Zayar

    26 Eylül 2001




    Amerika’nın dünyanın jandarması olma rolü, şimdi Amerika’yı doğrudan etkiliyor. Genç kızların hâlâ okula gidebildiği, kadınların çalışabildiği 1979 yılında, Afganistan’daki karşı-devrimci harekete kaynak akıtan Amerika’ydı. Amerikan emperyalizmi Afganistan’daki Taliban gericiliğinin doğrudan sorumlusudur. Usame bin Ladin ve Mücahitleri, Kâbil’deki Moskova yanlısı yönetimi yıkmak için CIA ve Pakistan İstihbarat Teşkilatı (ISI) ile işbirliği içinde olan İngiltere’nin MI6’sı tarafından silahlandırılıp eğitildiler.

    Son 21 yılda, Afganistan’daki erkeklerin, kadınların ve çocukların kitlesel olarak vahşice katledilmelerine şahit olduk. Şimdi ise, aç, savaştan tahrip olmuş, kıtlık ve kuraklığın pençesindeki Afganistan, hakikaten dehşet verici bir durumla yüz yüze kalmıştır. Amerika’nın uyguladığı yaptırımlar, ıstırap ve sefaleti son derece arttırmış ve kötüye giden koşullar bu duruma trajik bir boyut eklemiştir. Afganistan’ın petrol boru hatları için muhtemel bir güzergâh olarak stratejik bir pozisyonda bulunduğu Orta Asya’yı ve onun muazzam petrol zenginliğini kontrol etmek için yabancı güçlerin birbirleriyle yarıştığı bu barbarca taşeron savaşın devam etmesiyle, yaygın açlık ve yetersiz beslenme daha da artmıştır.

    Sonuç olarak, Afganistan çöle çevrilmiştir. Taliban Kâbil’i tümüyle aldığında, düşmanlarından korkunç bir öç aldı; eski cumhurbaşkanı Necibullah Kâbil’de bir sokak lambası direğinde cinsel organları ağzına tıkılmış vaziyette asılı bırakıldı. Bu tip yöntemlerle, “uygar Batı” ve onun paralı ajanları, bu mutsuz ülkede esas amaçlarına ulaştılar.

    Birçok insan, Afganistan’da gözler önüne serilen trajedinin medyaya yansıyan görüntüleri karşısında şoke oldu. Taliban rejimi, Bamiyan’da ve Mezar-ı Şerif’te uyguladığı etnik temizlikle, ezilen uluslara ve diğer dinlere mensup olanlara karşı uyguladığı sert baskılarla, Buda heykellerinin parçalanmasıyla, Kandahar’da kadınların halkın önünde kamçılanmasıyla vb. bir terör saltanatı sürmüştür. Afganistanlı ezilen kadınların iniltileri bütün Asya’da yankılanmaktadır.

    Sorulacak soru şudur: bu kanlı iç savaşın, bütün bu ölümlerin, açlığın, etnik temizliğin ve katıksız barbarlığın sorumlusu kimdir? Cevap çok basittir. Afganistan’ı Karanlık Çağlar seviyesine düşüren, oradaki uygarlığı bütünüyle imha eden Amerikan emperyalizmidir.

    Amerikan Emperyalizminin Afganistan’daki Rolü
    1978 yılında solcu subaylarca kurulan Stalinist rejim, Afganistan’ı 20. yüzyıla taşıma çabası içinde, toprak reformu ve kadınlara ve eğitime ilişkin ilerici önlemler de dahil olmak üzere bir dizi reform gerçekleştirdi. Bu yalnızca Afgan toprak sahiplerinin, tefecilerin ve mollaların çıkarlarına yönelik değil, gerici Suudi Arabistan monarşisi ve diğer komşu devletlere yönelik de ölümcül bir tehditti. Bu nedenle ve Moskova’ya (gerçekte 1978 devriminde hiçbir rol oynamamıştır) yakınlığından dolayı, ABD emperyalizmi, çarpık bir biçimde de olsa devrim yanlısı olan Kâbil’deki yeni rejime amansızca karşı çıkmıştı. ABD emperyalizminin, Afganistan devrimine karşı, gericiliğin en barbar koalisyonunu kasten silahlandırmasının, finanse etmesinin ve teşvik etmesinin nedeni budur.

    CIA ve müttefikleri, Afganistan karşı-devrimine arka çıkmak için çok miktarda para ve silah seferber ettiler. Ortadoğu’da, Müslüman Kardeşler, Suudi destekli Dünya Müslüman Birliği ve Suudi İstihbarat Şefi Prens Turki el Faysal, cihat için büyük miktarlarda fon toplamak üzere birleştiler. Bunlar, Müslüman dünyanın dört bir yanından asker toplanmasında ve eğitilmesinde merkezi unsur haline geldiler. ISI ve Pakistan’daki Cemaat-ı İslami, cihat için gönüllü olan umutsuz orta sınıf gençlik katmanlarını karşılamak için kabul komiteleri oluşturdular. ISI, yüzlerce askeri kamp ve eğitim merkezi kurdu. General Hamid Gül (eski ISI şefi) bir gazeteciye şöyle diyordu: “Bir Cihat veriyoruz ve bu modern çağdaki ilk Uluslararası İslami Tugaydır. Komünistlerin Enternasyonali (!) var, Batı’nın NATO’su var, neden Müslümanlar birleşmesinler ve ortak bir cephe oluşturmasınlar? ”

    ISI -efendisi CIA’in rehberliği altında- Suudi kraliyet ailesinin İslama ve cihada olan bağlılığının karşı-devrimcilere (“mücahitler”) gösterilmesi maksadıyla, “ateist komünist” Kâbil rejimine karşı, operasyonun Suudi bölümünü Suudi İstihbaratının başındaki Prens Turki el Faysal’ın yönetmesini uzun zamandır istiyordu.

    Sadece 1980-1992 yılları arasında, 43 İslam ülkesinden 35.000’den fazla İslamcı köktendinci, Afgan mücahitlere katıldı. Pakistan dış ülkelerdeki elçiliklerine, Afganistan’da gelip savaşmak isteyen herkese hiçbir soru sormaksızın süresiz vize verilmesi talimatını çoktan vermişti. Binlerce yabancı askerden biri de Usame bin Ladin’di.

    Usame bin Ladin 1986’da Pakistan sınırına yakın dağların altına, mücahitler için eğitim ve diğer askeri hizmetlerin verildiği ve masraflarını CIA’in karşıladığı çok büyük bir silah deposu olan Host tünel kompleksini inşa etti. Bin Ladin bir keresinde bunu itiraf etmişti: “Suudi rejimi Afganistan’daki devrime karşı çıkmak için, Pakistan ve Afganistan’daki temsilcisi olarak beni seçti. Birçok Arap ve Müslüman ülkesinden çağrıya cevap vermek için gelen gönüllüleri kabul ettim. Pakistanlı, Amerikalı ve İngiliz subayların bu gönüllüleri eğittiği kamplar kurdum. Amerika silahları sağladı, para da Suudilerden geldi.”

    14 yıllık bu kanlı iç savaştan sonra, mücahitlerin sonunda Kâbil’i aldıkları doğrudur. Fakat askeri bir zafer kazanmadıkları da doğrudur. Kâbil hükümeti çöktü, çünkü Pakistan ve Suudi Arabistan mücahitlere askeri yardımı sürdürürken, Moskova, ABD emperyalizmiyle uzlaşmanın parçası olarak askeri yardımını geri çekti.

    Rus bürokrasisinin ihaneti olmaksızın, mücahitler asla, 14 yıllık mücadele boyunca ele geçirmeyi başaramadıkları Kâbil’i ya da herhangi bir büyük kenti alamazdı. Kâbil’in düşüşü İslamcı köktendincilik için bir zaferi temsil ediyordu. Amerikan emperyalizmi milyarlarca dolar harcadı ve Kâbil rejimini devirmek için mücahitlere askeri yardım sağladı. Bununla birlikte, Moskova birliklerini geri çektikten sonra bile, Necibullah’ın güçleri, mücahitlerin tüm saldırılarını bozguna uğrattı.

    Fakat yardımın geri çekilmesi, rejimi çok zor bir duruma soktu. Necibullah’ın CIA ve ISI tarafından planlanan bir darbeyle saf dışı bırakılması, Kâbil’in mücahit köktendincilerce ele geçirilmesinin yolunu hazırladı. Yeni rejim, önceki hükümetin pek çok ilerici reformunu tasfiye etti. Fakat yeni hükümet başından itibaren oldukça istikrarsızdı. Gülbeddin Hikmetyar’ın önderliğindeki Hizbi İslami ile Ahmet Şah Mesud önderliğindeki Cemaat-ı İslami kuvvetleri arasında derhal savaş patlak verdi. Bu karşı-devrimci rakip gruplar birbirleriyle merhametsizce savaştılar, ve sonuçta henüz hiçbir tarafın diğeri üzerinde belirleyici bir zafer kazanmayı başaramamış olduğu 1994’te, meydan, Taliban şeklini alan daha aşırı bir yeni köktendinci gericilik dalgasına açılmıştı.

    Taliban
    Taliban, CIA’in de aktif desteğiyle, Pakistan askeri ve istihbarat aygıtının ürünüydü. Pakistan İstihbarat Servisi -ISI- bunları Pakistan’daki İslami okul (medreseler) öğrencilerinden devşirdi, bunlara maddi destek sağladı ve silahlandırıp eğitti. Molla Ömer, ISI’nın yardımıyla, 1994’de Taliban’ın baş lideri olarak ortaya çıktı ve çok kısa bir süre içinde Pakistan’ın da yardımıyla, Taliban Afganistan’ın önemli şehirlerinin kontrolünü ele aldı. Önce Kandahar’ı sonra Herat, Kâbil, Mezar-ı Şerif ve son olarak da Bamiyan’ı ele geçirdiler. Fakat bunların hiçbiri, İslamabat ve Washington’un katılımı olmaksızın gerçekleşemezdi. Taliban’ın, yakın zamana kadar onu finanse etmeye devam eden Amerika’dan yaklaşık 10 milyar dolar aldığı tahmin ediliyor. Benzer miktarlar gerici Suudi rejiminden de geldi.

    Taliban Afganistan’a barış sloganıyla girdi, fakat çok geçmeden bu barış sloganı korkunç bir baskıya dönüştü. Okulları kapattılar -özellikle kız okullarını- ve kadınların ev dışında çalışmalarını yasakladılar. Televizyonları parçaladılar, kütüphaneleri yaktılar, tarihi müzeleri yağmaladılar, spor kıyafetleri yasakladılar ve erkeklere sakal uzatmalarını emrettiler. Ellerinde tuttukları iktidarı pekiştirmek için, en büyük gelir kaynakları olan haşhaş ekimini -yani afyon ve eroin üretimini- teşvik ettiler.

    Amerikalılar 1997’ye kadar Afganistan’daki insan hakları konusunda sessiz izleyici olarak kaldılar. Amerikan emperyalizmi, Taliban Mezar-ı Şerif’te kadınları ve çocukları katlederken ve Bamiyan’da kitlesel etnik temizlik uygularken sağır ve körü oynadı. Taliban, Kâbil, Herat ve Kandahar’da kadınlara karşı korkunç baskılarına başladığında, okulları, hastaneleri kapattığında, müzik ve oyunları yasakladığında, Amerikan emperyalizmi yalnız susmakla kalmadı, Kâbil rejimini desteklemeyi sürdürdü.

    Amerika salt kendi çıkarı için en başından beri Taliban’ı destekledi. Her zaman olduğu gibi, sermayenin çıkarları söz konusuydu. ABD büyük sermayesi, Orta Asya devletlerinden Afganistan’a geçecek bir gaz ve petrol boru hattının inşasıyla yakından ilgileniyordu. Amerika’nın Taliban rejimine ilişkin tutumunu koşullandıran şey buydu. Çokuluslu dev Amerikan şirketi UNOCAL, Taliban’la bir anlaşmaya vardı. Taliban Afganistan’ın tümünü -özellikle kuzey bölgesini- ele geçirmekte ve Kuzey İttifakı’nı bozguna uğratmakta başarısız olunca, boru hattı projesi giderek daha derin bir krize girdi. “Sağır ve kör” Amerikan emperyalizmi birden bire kadınların feryatlarını duymaya ve halk kitlelerine karşı yapılan baskıyı fark etmeye başladı.

    Washington, ezilen ve yetersiz beslenen Afgan kitlelerle “dayanışma”sını göstermek için, Afganistan’a cruise füzelerini fırlatarak ve ülkeye yaptırım uygulamak üzere kendi aleti olan “Birleşmiş Milletler”i kullanarak, acımasız bir hava saldırısı başlattı. Bu yaptırımların Taliban gangsterleri üzerinde hiçbir etkisi olmadı, bunlar hayatta kalabilmek için ölüm kalım mücadelesi veren en yoksul kesimleri vurdu. Bu saldırılar ve yaptırımlar, Taliban’ı güçlendirmeye hizmet etti yalnızca, tıpkı bir milyondan fazla Iraklının ölümüne yol açan ve Saddam Hüseyin’i devirmekte tamamen başarısız olan utanç verici Irak ablukası gibi.

    Usame bin Ladin
    Usame bin Ladin, İslamcı karşı-devrimcilerin, Kâbil’deki Stalinist rejime karşı savaşlarında kilit rol oynadı ve Amerikan CIA’inin coşkulu desteğini aldı. Eski CIA direktörü William Casey, yazılarında, Bin Ladin’e verilen bu destekten bahsetti. Fakat birçok köpek, dönüp sahibini ısırmıştır. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’dan çekilmesinin ardından, bin Ladin, bu kez Doğu Afrika’daki ABD elçiliklerinin bombalanmasını organize ederek, dikkatini Amerika’ya yöneltti.

    CIA’in Afganistan’daki kahraman ve cesur “özgürlük savaşçısı”, bir gece içinde birdenbire “uygarlığın düşmanı” haline geldi. Bu eski yakın müttefikler arasında ne geçti ve bunlar arasında ne tür ayrılıklar çıktı? Afganistan’daki Moskova yanlısı rejimi devirmeye bulaştığında, bin Ladin, Amerikan egemen sınıfının nazlı gözdesi ve Suudi kraliyet ailesinin güvenilir, sadık adamıydı. Şimdi birdenbire cani ve dünyanın en büyük teröristi oluverdi! Onun cani ve gerici bir terörist olduğu doğrudur. Fakat bu yeni bir hadise değildir: Usame’nin Amerika’nın tam desteğiyle Afganistan’ın işçi ve köylü kitlelerine karşı kanlı savaşı başlattığı en başından beri durum buydu.

    Amerikalıları öfkelendiren şey, soğuk savaşın bitişinin ardından, bu karşı-devrimci gangsterlerin ve eşkıyaların, yavaşça onların kontrolünden çıkmış olmalarıydı. Köktendinciliğin değişmiş olması değildi. Köktendincilik o aynı kuduz köpekti, sadece tasmasından kurtulmuştu! Amerikalılarla ayrılıklar, ABD emperyalizminin Irak’a saldırdığı ve bu İslamcı köktendincilerin bazılarının, özellikle bin Ladin’e bağlı El Kaide Örgütünün, Suudi Arabistan’da Amerikan birliklerinin varlığına karşı çıktığı 1991 yılında yüzeye çıktı. “Müslüman bir ülkedeki (Afganistan) yabancılar” olarak gördükleri Sovyet birliklerine karşı savaşan aynı köktendinci yobazlar, şimdi aynı mantıkla Amerika aleyhine dönüyorlardı.

    Amerikan birliklerinin Arap topraklarındaki varlığı, köktendinciler arasındaki kutuplaşmayı hızlandırdı. Köktendinci grupların, CIA tarafından kontrol edilen çıkarına düşkün liderleri, Amerikan birliklerinin varlığı konusunda pasif kalmış ve böylece tabandaki desteklerini hızla kaybetmişlerdi. Sonuç olarak Amerikalıların ve onların Müslüman dünyadaki uşak devletlerinin kontrolünden çıkan çok daha aşırı köktendinci eğilimler ortaya çıktı.

    Washington rüzgâr ekip fırtına biçmişti. El Kaide gibi daha zengin ve daha iyi örgütlenmiş köktendinci militan gruplar, Amerikalılar ve Suudiler tarafından kendilerine verilen fonları ve silahları kullanarak, Cezayir, Sudan, Mısır, Irak, Suriye, Türkiye, Tacikistan ve Keşmir gibi çeşitli Müslüman ülkelerde üs kamplar kurdular. 23 Şubat 1998’de, (CIA tarafından inşa ettirilen) Host kampındaki bir toplantıda, Uluslararası İslami Cephe, ABD’ye karşı cihat ilân eden bir manifesto yayınladı. Deklarasyon, yedi yıldan uzun bir süredir, ABD’nin, İslam toprağı olan Arap yarımadasını işgal ettiğine değiniyordu. Toplantı, Amerikalıları öldürmenin her Müslümanın görevi olduğunu ifade eden bir fetva yayınladı. Afrika’daki ABD elçiliklerinin bombalanması, söz konusu güçler tarafından başlatılan cihadın bir parçasıydı.

    Eski müttefikleri ve yardakçıları tarafından ihanete uğradıklarını fark eden ABD emperyalistlerinin öfkesi sınır tanımadı. Önce bombalayarak, sonra da onlarca yıllık savaş yüzünden zaten sarsılmış olan milyonlarca erkek, kadın ve çocuğun açlığına ve yetersiz beslenmesine neden olan zalim bir yaptırım rejimini uygulayarak, hüsranlarının acısını Afgan halkından çıkardılar. Birleşmiş Milletler’e göre Afganistan’da muhtemelen 4 milyona yakın insan açlığın eşiğinde bulunmaktadır. Üstelik bu, mevcut krizden önceydi. Usame, kuşkusuz etkilenmedi. O sadece, “manevi dostu” Taliban lideri Molla Ömer’le birlikte, Host kampından Kandahar’daki güvenli bir sığınağa taşındı.

    Terörizm Gericiliği Güçlendirir
    ABD’ye yönelik son terörist saldırı, duruma tümüyle farklı bir unsur kattı. Terörizm gerici bir mücadele yöntemidir ve sınıf mücadelesine yabancıdır. Marksistler ve işçi hareketinin üyeleri, terörizmi -hem devlet terörizmini hem de bireysel terörizmi- her yerde kayıtsız şartsız mahkûm ederler. ABD’deki son barbarca terörist saldırılar, kesinlikle daha büyük bir gericiliğin ve iğrenç bir eylem ve karşı-eylem döngüsü içinde daha büyük bir terörizmin yolunu açacaktır. Bu, kısa sürede, hem ülke içinde işçi sınıfı karşıtı politikaları hem de uluslararası ölçekte vahşi politikalarını çok daha kolay uygulayacak olan ABD’nin gerici egemen sınıfını güçlendirecektir. Bireysel terör, devlet terörüyle yanıtlanacaktır.

    Terör, ihtiyaç duyulduğu her an egemen sınıf tarafından kullanılmıştır. Bu da bir istisna değildir. Zaten Bush da 11 Eylül olaylarına, “terör eylemleri değil, savaş eylemleri” demiştir: diğer bir deyişle o, saldırıları, nokta hedefli cruise füzelerinden ibaret bir sorun olarak değil, bir açık savaş sorunu olarak ele alacaktır. O halde bu savaşın hedefi kim olacaktır? Bush buna çoktan yanıt vermiş bulunmaktadır: “Bu eylemleri yapan teröristlerle onları himaye edenler arasında hiçbir ayrım yapmayacağız.” Bu, Amerika’nın, bin Ladin ve benzerlerine yataklık eden ülkelerin askeri üslerine saldırılar düzenlemeyi düşündüğü anlamına geliyor: öncelikle kanayan Afganistan’a kuşkusuz, ama aynı zamanda da muhtemelen Irak, Sudan, Suriye ve İran’a, ve belki de saldırgan planlarında onunla işbirliği yapmayı reddederse, Pakistan’a bile.

    Washington bin Ladin’in son vahşete karıştığına dair hiçbir kanıt ortaya koymamasına rağmen, yine de Afganistan’ı saldırıyla tehdit etti. Bu, bölgede yeni ve karmaşık bir duruma yol açtı. Afganistan’a karşı fiili Amerikan savaş deklarasyonundan sonra, BM tüm elemanlarını tahliye etti ve bir sonraki uçuşla yabancı STK üyeleri İslamabat havaalanına geldiler. Yüz binlerce Afganlı, Tacikistan, İran ve Pakistan sınırlarına akın ederek ülkelerinden kaçmaya başladı. Bunların büyük çoğunluğu Tacikistan ve İran’a yöneliyor, çünkü Afganistan’a karşı bir savaşta, Pakistan’ın Amerikalılar tarafından vurulacağına inanıyorlar. Bu arada Çin de, Pakistan ve Afganistan sınırlarını kapattı. Pakistan elçilik görevlileri Kâbil’i boşalttı. Pakistan ordusu, Afganların girişini durdurmak için sınır boyunca güvenliği arttırdı. Afgan ve Pakistan ordusu arasındaki sınır gerginliği, bir savaş ihtimaline doğru tırmanıyor. Afganistan içinde, temel ihtiyaç maddelerinin, özellikle de petrolün fiyatı, kitlelerin sefaletini daha da arttırarak, %50 oranında yükseldi. Örneğin buğday ununun fiyatı, 7 kilosu 80.000 Afgani’den (Afgan para birimi) 120.000 Afgani’ye yükseldi.

    Taliban kuvvetlerini hazırlıyor ve bölgedeki durumu yakından takip ediyor. Bu yıl Kâbil’deki askeri törenler, Taliban’ın hâlâ en az 50 adet omuzdan atılan Stinger füzesi olduğunu açığa vurdu. Eskiden kalmış, sayısı bilinmeyen T-59’ları ve 55 Sovyet tankları var. Ellerinde bulundurdukları diğer malzemeler 130-155 kalibrelik toplar ve 122 ve 107’lik roketleri içeriyor. Bazı MI helikopterleri ve 12,7 ve 14,5 mm’lik uçak savarları da bulunuyor. Ayrıca çok sayıda tanksavar füzeleri bulunuyor. Ellerinde bir miktar MIG ve Sokari savaş uçağı da var.

    ABD emperyalistleri tereddüt ediyorlar, çünkü kendileri için çok kötü sonuçları olabilecek bir çatışmaya çekileceklerinden korkuyorlar.

    Pakistan’daki Durum
    Pakistan’daki durum şu anda çok gergin, özellikle kuzeybatı sınırında ve Belucistan’da. Pakistan’ın tüm büyük havaalanları ordu tarafından işgal edilmiş durumda ve ABD ve Avrupa elçilikleri çok sıkı biçimde korunuyor. Tıpkı çokuluslu şirketlerin çalışanları gibi, Pakistan’daki tüm ABD’li ve Avrupalı çalışanlar da tahliye edildi.

    Askeri rejim -ve özellikle de Pakistan askeri aygıtı- Afganistan’a karşı Amerikalılara ve NATO kuvvetlerine destek sağlama konusunda bölünmüştür. Pakistan Ulusal Güvelik Konseyi ve Federal Kabine, 15 Eylülde, Afganistan’a bir saldırı durumunda ABD ile tam işbirliğini genişleteceğini duyurdu. Aynı gün Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell, komşu devlete karşı girişilecek askeri harekâta ilişkin olarak, Pakistan’ın ABD’nin tüm şartlarını kabul ettiğini doğruladı. Bu şartlar şunlardır: Afganistan sınırının kapatılması, Afganistan’a petrol yardımına son verilmesi ve Pakistan’da havaalanlarının ve yer imkânlarının kullanımına izin verilmesi. Bu durum Pakistan’ı iki ateş arasında tehlikeli bir cambaz ipinde yürümeye zorlayacaktır. Fakat İslamabat’ın bu durumda başka bir seçeneği yoktu: ABD ile işbirliğini reddetmek, ABD ordusu tarafından olası bir saldırı ya da en azından yıkıcı ekonomik yaptırımlar ve ABD’nin Keşmir sorununda Hindistan’ı desteklemesi anlamına gelebilirdi.

    ABD, ISI’nın İslamcı terörist grupların arkasında olduğundan ve uzlaşmacı bir ruh hali taşımadığından şüphelenmektedir. Öte yandan eğer Pakistan, Afganistan’a karşı bir Amerikan savaşını desteklerse, askeri aygıtın köktendinci kesiminin -Taliban ile sıkı ittifak içinde olan- iktidarı ele geçirmeye çalışabileceği ihtimaliyle birlikte, iç savaşa bile dönüşebilecek muazzam şiddette bir iç tepki söz konusu olacaktır. Pakistan istihbarat örgütü ISI ve ordu içinde, politik ve dini görüşü Pakistanlı cihat gruplarından ya da Taliban’dan farklı olmayan güçlü bir kesim -gerçek boyutunu ölçmek çok zordur- bulunmaktadır.

    Pakistan’daki bu köktendinci gruplar, şimdiye kadar askeri aygıtın bu kesimlerinin kendilerine arka çıkmasının keyfini sürdüler. Pakistan’ın, bu köktendinci grupları (aynı merkezi komutaya sahip olan ve Taliban’la bağlantısı bulunan) , Mayıs-Haziran 1999’da, Kargil’de Hindistan’la çarpışırken kullandığı açıktır. Amerika ile de “savaşta” olan köktendinci örgüt Harekat-ül Ansar (HUA) , Keşmir’de Amerikalıları öldürmüştü. Şimdi bu grupları kontrol altına almak istiyorlar.

    Sadece Lahor’da 80 olmak üzere, bütün ülkede 5900 dini okul var, Pencap’ta 2500 dini okul eğitim veriyor. İçişleri Bakanlığı, Pencap’taki bu okulların büyük çoğunluğunun, Taliban ile sıkı politik bağları olan Deobandi düşünce okuluna bağlı olduklarını saptamıştır. Pakistan için Laskar-e-Tayyba (LT) , Harkat-ül-Mücahidin (HUM) ve diğer köktendinci grupları yasaklama meselesi hiç de kolay değildir. Bu grupları yasaklamak, ordu içinde çatışmaya neden olur. Bir başka sorun da, bu köktendinci örgütlerin, Pakistan’da, Rawalpindi gibi ordunun hakim olduğu bölgelerde karargâhlarının bulunmasıdır.

    Hiç şüphe yok ki, Pakistan egemen sınıfı şimdi şeytanla okyanus arasında sıkışmış durumdadır. Bir yandan ABD acımasız bir baskı uygulamaktadır. 11 Eylülde ABD’de bulunduğu için yeterince şanssız olan ISI Şefi General Mahmut Ahmed’e, Washington’da Colin Powell ve Pentagon şefleri tarafından zor saatler yaşatıldı. Öte yandan Pakistan askeri aygıtının İslamcı köktendinciliğe eğilim duyan kesimlerinden gelen bir tehdit söz konusudur. Bunlar Taliban’la yakından bağlantılıdırlar. Eski Ordu Kurmay Başkanı Mirza Aslam Baig, Pakistan’da Amerikan birliklerine izin verdiği takdirde, bunun başta Pakistan olmak üzere tüm bölge için felâket olacağı doğrultusunda Müşerref’i sert bir biçimde uyardı. General Müşerref’in yakında Çin’i ziyaret etmesi bekleniyor ve NATO’nun ve Amerikan birliklerinin bu bölgedeki faaliyetleri konusunda Çin’in çok dikkatli olduğu bilinmektedir. General Müşerref’in Pekin’de soğuk karşılanması çok muhtemeldir.

    Savaş ihtimali Pakistan için bir kâbustur. Zaten Taliban, Pakistan eğer Afganistan’a karşı Amerika’ya destek verirse, savaş ilân edeceği yönünde bir demeç yayınlamıştır. Taliban Pakistan’ı hedef alan çok sayıda scud füzesini Durand hattı boyunca (Afganistan ile İngiliz kontrolündeki Hindistan arasına sınır çeken, İngilizlerin dayattığı hat) yerleştirmiştir. Pakistan tarafından büyütülen Taliban, şimdi iki ucu keskin -daha keskin kenarı Pakistan’a yönelmiş- bir kılıca dönüşüyor. Afganistan’daki köktendinci gericiliğe onyıllardır verdiği örtülü destek politikası için, bu hain politika için, İslamabat’ın aldığı mükâfat budur. Sonunda bumerang geri döndü.

    Şu anda tehdit eden durum Pakistan için felâket olacaktır. Zaten milyonlarca Afganlı mülteci Pakistan’da yaşamaktadır ve ülkenin her yanına dağılmışlardır. Üstelik Durand hattının -Afganistan ile 1400 millik sınır- her iki yanında da aynı insanlar vardır: Peştunlar. Afganistan’a yönelik bir ABD saldırısının etkileri, Afgan mülteciler arasında olduğu kadar, Pakistan’daki Peştunlar arasında da büyük bir karışıklığa yol açar. Pakistan’da ulusal sorun çözülmemiştir ve potansiyel bir barut fıçısıdır.

    İslamabat’taki askeri rejim Amerika ve NATO kuvvetleriyle işbirliği yaparsa, sınırın her iki yanındaki Peştun halkı, diğer milliyetlerden çok daha fazla zarar görecektir ve bu bir öfke dalgasının zincirlerinden boşalmasına yol açacaktır. Bu, Pakistan devletine karşı, diğer milliyetlere de yayılacak açık bir ayaklanmaya dönüşebilir. Pakistan’da ezilen milliyetlere karşı şiddetli bir baskı vardır, özellikle de Belucistan’ın güneyinde. Hatta muhtemeldir ki, Afganistan’daki Amerikan saldırısı bu tip kuvvetleri zincirlerinden boşaltabilir ve Pakistan dağılmaya başlayabilir. Bu, Pakistan’ın işçi ve köylüleri için kâbus olur.

    Kitleler hâlâ aklı karışık ve şaşkın durumdalar, fakat askeri rejime ve ABD’ye karşı muhalefet büyüyor. Kitleler arasında ABD emperyalizmine karşı büyük çaplı bir düşmanlık var. Daha şimdiden PPP liderliği kaostadır ve Benazir Butto rejimi destekleyerek taviz vermiştir. Şimdilik en büyük gürültüyü, kitlelerin içgüdüsel anti-emperyalist ruh hali üzerine oynayan köktendinci gruplar çıkarıyorlar. Karaçi ve Pakistan’ın diğer şehirlerindeki pazarlarda, bin Ladin’in resimleri göze çarpacak biçimde “Büyük Mücahit” diye sergileniyor ve insanlar bin Ladin’in fotoğrafını satın alıyorlar. Fakat işçi sınıfı bir kez kendi bayrak ve sloganları altında mücadele etmeye başlar başlamaz, bütün bunlar değişebilir. Kitlelerin karışık anti-emperyalist ruh hali, kolayca, rejim karşıtı, anti-kapitalist, anti-emperyalist bir harekete dönebilir. Fakat bunun olması için doğru bir önderlik gereklidir.

    Tehlikeli Bir Macera
    Pakistan askeri rejimi giderek artan ölçüde çaresizlik sinyalleri veriyor. ISI şefi öncülüğünde bir heyet, Taliban’dan Usame bin Ladin’i Amerikalılara teslim etmesini rica etmek ve böylece Pakistan’ın korktuğu çatışmayı önlemek üzere İslamabat’tan Kandahar’a gönderildi. ISI şefi ABD yetkililerine, Taliban’a Usame bin Ladin’i teslim etmesi için üç gün mühlet verileceği mesajını iletti. Fakat bu hareket fena halde başarısız oldu.

    Taliban rejimi, kendisinin 11 Eylül olaylarıyla ilgisinin olduğunu tekrar tekrar reddederek, bunu zaman kazanmak için kullandı. Taliban’ın bin Ladin’i hiçbir şekilde teslim etmeye razı olmayacağı açıktı. Teslim için tek olasılık, bin Ladin konusunda Taliban liderleri arasında açık çatışmaya dönüşecek bir bölünmedir. Din adamları konseyi olan Ulema meclisi, Usame konusunu tartışmak üzere Kâbil’de toplandı, fakat bu tahminen Taliban’ın halkını Kâbil dışına çıkarmasına fırsat vermek için yapılan başka bir oyalama taktiğiydi. Sonunda Bush’un sabrı tükendi ve açık bir ültimatom yayınladı. Bu aslında bir savaş ilânıydı.

    Belki şimdi bile, bir çarpışmadan kaçınmak için bazı sürpriz hareketler olabilir. Afganistan ve Pakistan’ın güvenilmez politik bataklığında neredeyse her şey mümkündür ve her şeyin bir bedeli vardır. Ama asıl soru ABD’nin bir bedel ödeyip ödemeyeceğidir. Kısa yanıt ise hayırdır. Taliban’ı iktidara yerleştiren Washington, şimdi onu saf dışı bırakmakta kararlı. Taliban Afganistan’ın büyük kısmını kontrol ettiği müddetçe, rejimle herhangi bir pazarlık yapmazlar. Savaş hazırlıkları çoktan başladı.

    Pakistan, denizle hiçbir bağlantısı olmayan bu ülkeye transit ticareti durdurarak, Afganistan’a mal gidişini engellemeye başladı. Haber kaynakları, Başkan Bush’un acil emrindeki hava savaş kuvvetlerinin neredeyse yarısını içine alan 82. ve 101. ABD hava tümenlerinin, Pakistan’da üslenmek üzere çoktan havalandığını iddia ediyorlar. Bu güçlerin büyük kısmı kuzey Pencap’a gönderilecek ve Dara İsmail Han şehri yakınında konumlanacak.

    Amerikalılar Afganistan’la bir savaşa başladıkları takdirde, pek çok güçlükle yüz yüze geleceklerdir. Time dergisinin dikkat çektiği gibi: “Eğer buradaki savaş, 145 milyon nüfusu ve nükleer silahları bulunan, İslamcı köktendinci bir devlet olan Pakistan’a dönerse, Afganistan’daki Amerikan zaferi hızla feci bir bozguna dönüşecektir.” Afgan macerası sorunlarla dolu olacaktır. Öncelikle bu bir lojistik kâbustur. Çünkü Afganistan’ın alt yapısı 21 yıllık kesintisiz savaşla bütünüyle hasara uğramış durumdadır. Kayda değer hiçbir tren yolu ya da karayolu bulunmamaktadır. Eğer Amerika ve NATO kuvvetleri hava üslerini ülke dışından kullanarak işletmek zorunda kalırsa, bu oldukça güç olacaktır.

    Afganistan, dağınık bir şekilde yayılmış doğal engelleri olan dağlık bir ülkedir ve ABD’ninki gibi modern yüksek teknolojili bir orduya hiç de uygun değildir. Fakat tek başına hava saldırıları, Washington’un savaş hedeflerini gerçekleştirmeye yetmeyecektir. Taliban’ın defedilmesi, büyük olasılıkla, Kâbil ve diğer büyük şehirlerin ele geçirilmesine ve işgaline yol açan bir kara harekâtını gerektirecektir. Köktendinci üs kamplarının bulunduğu, Amerikan askeri kontrolü dışındaki sarp kırsal bölge yine kalacaktır.

    Amerika Vietnam savaşından beri kara kuvvetlerini kullanma konusunda tereddüt etmiştir. Afganistan’da bir savaş kazanmak Amerikan kuvvetleri için son derece güçtür. Salt Kâbil’i kontrol etmek, hiçbir işgalciye, Afganistan’ın geri kalan kısmı üzerinde bir hakimiyet sağlamamıştır. Afgan halkı, son 21 yılın bir sonucu olarak, gerilla savaşı taktikleri konusunda iyi eğitilmiştir. ABD’nin, Taliban’ı defettikten sonra, Afganistan’ın eski kralı olan Zahir Şah’ı getirmeyi planladığı söylenmektedir. Bir diplomat “bize, ABD saldırıları sonrası Afganistan’ın birleşik ve yaşayabilir bir devlet olarak kalması için de, Zahir Şah’ın gerektiği söylendi” demektedir. Ne müthiş bir fikir! Ülke toptan yok edildikten sonra, bir mezarlığın tepesinde yeni bir devlet kurmak için 86 yaşındaki bir eski kralı istiyorlar.

    Washington aynı zamanda kendisini Kuzey İttifakı’na da dayandırmaya çalışıyor. Taliban ve Kuzey İttifakı arasındaki savaş, Kuzey İttifakı’nın muhalif komutanı Ahmet Şah Mesud’un suikasta uğramasından sonra şiddetlendi. Suikast girişiminden sonra ağır şekilde yaralanan ve 13 Eylülde ölen Mesud, Burhaneddin Rabbani önderliğindeki ve Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri dışındaki tüm ülkeler tarafından hâlâ resmen tanınan Badahşah merkezli birleşik cephe hükümetinin savunma bakanıydı. Kuzey İttifakı kuvvetleri, onun öldürülmesinden ISI ve Taliban’ı sorumlu tuttular.

    Saldırıdan önceki son röportajında Mesud, doğru bir şekilde, Pakistan olmaksızın “Taliban’ın altı aydan fazla dayanamayacağı”na işaret etmişti. Paris’te Avrupa Parlamentosuna hitap ettiği son Avrupa ziyaretinde Ahmet Şah Mesud, -yine doğru bir şekilde- “Pakistan Ordusu ve ISI’nın Taliban rejiminin arkasında olduğunu” belirtti. Ahmet Şah, Amerika’yı da bu kez savaşın Afganistan’la sınırlı olmayacağı konusunda uyardı.

    Kuzey İttifakı Afganistan’ın sadece %5’ini kontrol etmektedir, geri kalan kısım Taliban’ın kontrolü altındadır. ABD’deki 11 Eylül terörist saldırılarının ardından Kuzey İttifakı, roket rampalarını kullanarak Kâbil’e füze saldırısı yaptı. Kuzey bölgesindeki ağır savaş devam ediyor. Rusya birliklerini Tacik sınırı yakınında yoğunlaştırmış durumdadır, İran da Afgan sınırına yakın birliklerini arttırıyor. Savaş ateşi tüm bölgede doruğa tırmanıyor.

    Amerikan İşçi Sınıfına Çağrı
    İşçi hareketi, sorumlusu kim olursa olsun bireysel terörizmi mahkûm eder. Fakat bir şey çok açıktır: Afganistan’daki Taliban gericiliğinin sorumlusu ABD emperyalizmidir. Afganistan’daki deforme işçi devletine karşı mücadelelerinde köktendincileri silahlandıran ve finanse edenler onlardır. Afganistan’daki mevcut barbarlıktan tümüyle onlar sorumludur. Kendi yarattıkları şey şimdi onlara karşı dönmüş durumda. ABD yardımını kullanan Taliban, artık güvenilir bir kukla olmadığını ortaya koyuyor ve şimdi eski efendisine meydan okuyor.

    Marksistler bireysel terörizmi kınarlar, fakat biz sonuçları çok daha zalimce ve insanlık dışı olan devlet terörizmini de kınarız. Afgan halkı şimdi korkunç bir durumla yüz yüzedir. Tarifsiz acılara neden olan BM yaptırımlarından sonra, şimdi de bomba ve füzelerle tehdit ediliyorlar. Bu terörizmin en kötü şekli değil de nedir? Bu “resmi” terörizm konusunda BM, İnsan Hakları Grupları, STK’lar ve tüm Sosyal Demokrat reformist liderler suskunlar. Bu, terörizmle savaşma isteklerini hiç fırsat yitirmeden ifade eden, ama ABD emperyalizminin Irak, Afganistan ve diğer yerlerdeki terörist eylemlerini destekleyen söz konusu uzmanların iki yüzlülüğünü açık bir şekilde göstermektedir.

    Gerçekte Afganistan’da savaşa girişen Amerikan emperyalistlerinin niyeti, terörizme karşı mücadele etmek değil, ABD’nin dünya hakimiyetini yeniden kurmak ve Ortadoğu, Afrika, Asya ve Latin Amerika halklarına gözdağı vermektir. Afganistan’a saldırma bahaneleri, Afganistan’ın bin Ladin’i barındırmasıdır; fakat buna ilişkin en küçük bir kanıt ortaya koymamışlardır. Öte yandan ABD emperyalizminin bütün dünyadaki -Afganistan da dahil- terörist grupları desteklediği, silahlandırdığı ve finanse ettiğine dair oldukça fazla kanıt bulunmaktadır.

    Sıradan Amerikalılar terörist zulme ve barbarlığa karşı olduklarını söylediklerinde, onlara inanabiliriz. Fakat bu konuşmalar Bush ve Amerikan aygıtı tarafından yapıldığında inanmayız. 11 Eylüldeki terörist saldırı açık bir vahşet eylemidir, fakat bu suçla uğraşmanın sorumluluğu, çok daha büyük suçların sorumlusu olan Amerikan egemen sınıfının eline bırakılamaz.

    Amerikan işçi sınıfının ilk görevi, mevcut durumun gerçek nedenlerini anlamaya çalışmaktır. Sorunun temel nedenleri, Amerika’nın uzağında değildir, bunlar Afganistan’da değil bizzat Amerika’nın içindedir. Amerika’nın ve diğer sözde uygar (yani kapitalist) dünyanın egemen sınıfları, eninde sonunda bu korkunç katliamı üreten koşulları yaratmaktan sorumludurlar. Faaliyetleriyle, yeni ve çok daha kötü barbarlıkları hazırlıyorlar.

    Amerikan işçi sınıfı, 11 Eylül felâketinin yol açtığı derin şoktan kurtulduğu zaman, içeride ve dışarıda yüz yüze geldiği sorunun gerçek nedenini anlamaya başlayacak ve kendi egemen sınıfına karşı mücadele etmeye başlayacaktır. Amerikan egemen sınıfının propaganda makinesi tarafından mütemadiyen aptallaşmayacaktır. Muazzam güçteki Amerikan işçi sınıfı, bir kez eyleme geçtiğinde, tüm dünya durumunu değiştirecektir.

    Amerikan işçi sınıfının düşmanları, CIA ve onun kuklaları tarafından yönetime getirilen korkunç Taliban rejimi altında dehşet verici baskılara maruz kalan Afganistan’ın ezilen yığınları değildir. Gerçek düşmanınız içerdedir: o Amerikan emperyalizmidir. Egemen sınıftan, onun vahşi ve zalim politikalarından ve merhametsiz ikiyüzlülüğünden kopmak, Amerikan işçi sınıfının tarihsel görevidir. Amerika’nın Afganistan’a yönelik saldırısına karşı çıkmak ve savaşın, ölümün, terörizmin, ırkçılığın, açlığın, işsizliğin ve küresel ölçekteki sömürünün gerçek nedeni olan kapitalist sisteme karşı mücadele etmek zorunludur.

    Bu feci savaşlara, terörizme ve köktendinciliğe son vermenin tek yolu, işçi sınıfının iktidarı alması ve toplumun sosyalist dönüşümünü gerçekleştirmesidir.

    Afganistan ve Pakistan’ın işçileri olan bizler, dünyanın bu bölgesine Amerikan emperyalizmi ve NATO kuvvetlerinden gelen tüm saldırıları şiddetle kınayacağız. Saldırıları yalnızca kınamakla kalmayacağız, emperyalist saldırıya direnmek üzere işçi sınıfını emeğin ve sendika hareketinin bayrağı altında seferber etmek için, kapitalizme ve toprak ağalığına karşı mücadele etmek ve sosyalizmin bayrağını yükseltmek üzere sistemin krizinden yararlanmak için elimizden gelen her şeyi yapacağız.

    Keta, Pakistan



    PATİ[email protected]
    HARAMİ[email protected]

  • Selahattin Aykurt
    Selahattin Aykurt

    Emperyalist Savaş Stratejisi:
    Terörizm





    11 Eylül günü, kimilerine göre Amerikanın 'simgelerine', kimilerine göre 'dünyanın beynine' yönelik olarak gerçekleştirilen eylemler sonrasında 'uluslararası terör' ve 'terörizm' gündemin ilk sırasına oturmuştur.
    Amerikan emperyalizminin sözcülerinin ifadesiyle, 'parmaklar' Usama bin Laden'i eylemlerden dolayı sorumlu gösterirken, ABD, başkanı W. Bush'un talimatıyla 'uluslararası terörizme' karşı 'yeni savaş' başlatmaya karar vermiştir. Ancak eylemlerin yarattığı ilk şaşkınlık geçer geçmez, dünyanın her yerinde ABD'nin 'yeni savaşı'nın ne olduğu, ne olacağı, nereye yöneleceği ve bunun olası sonuçları, 'ulusal çıkarlar' vb. söylemleriyle tartışılmaya başlanmıştır. Yine de, başta diğer emperyalist ülkeler olmak üzere, Amerikan emperyalizminin 'yeni savaşı' konusunda 'kaygılar ve çekinceler' ileri sürmekle birlikte, 'uluslararası terörizm' ya da 'terörizm' konusunda 'hemfikir' olduklarını açıkça ilan etmişlerdir.
    Böylece, '21. yüzyılın savaşları' adıyla 'terörizm'e karşı yeni bir 'haçlı seferi'nin Amerikan emperyalizminin öncülüğünde başlatılacağı kesinleşmiştir.
    Oysa ki, Amerikan emperyalizminin 'terörizm'e karşı 'savaş'ı, dünya devrimci mücadelelerine karşı sürdürülen karşı-devrimci savaşın yeni bir söylemi olarak 1960'lardan günümüze kadar, hemen her düzeyde sürdürülmektedir. Bu nedenle, hiçbir yeniliğe sahip değildir.
    Bugün, dün olduğu gibi, 'terörizm'in ne olduğundan çok, emperyalistlerin 'terörizme karşı savaş' söylemiyle neyi kastettikleri ve ne yaptıkları önemlidir. Dolayısıyla, 'terör' ve 'terörizm'in ne olduğunu anlayabilmek için, emperyalizmin bunlarla neyi kastettiğini ve bunlara karşı ne yaptığını bilmek gereklidir.
    Amerikan emperyalizmine göre, 'terörizm' (ki CIA'nın temel belirlemelerinden birisidir) , dünyanın herhangi bir yerinde Amerikan emperyalizminin çıkarlarına yönelik her türlü silahlı ya da silahsız saldırıyı kapsamaktadır. Bu bağlamda, Amerikan emperyalizminin sivil ya da askeri hedeflerine yönelik, silahlı ya da silahsız her eylem (ister bireysel, ister örgütsel, isterse kitlesel ölçekte gerçekleştirilsin) 'terör'dür, 'terörist eylem'dir.
    Bu çerçevesi ile, Amerikan emperyalizminin 'terör' tanımı, açık biçimde Amerikan emperyalizmini taciz eden, rahatsızlık yaratan her faaliyeti kapsamına almaktadır. Bu nedenle, yani Amerikan emperyalizmine yönelik, silahlı ya da silahsız, örgütsel ya da kitlesel her faaliyet ve eylem 'terör' olarak tanımlandığından, bu eylemlerde 'masum insanlar'ın ya da 'siviller'in zarar görüp görmemesi gibi bir ölçü de sözkonusu değildir. Dünyanın herhangi bir yerinde bulunan ABD askerlerine yönelik askeri savaştan, ABD kuruluşlarına ve uluslararası tekellerine yönelik silahlı eylemlere kadar, her eylem 'terör eylemi' olarak bir kez kabul edildi miydi, emperyalizme karşı yürütülen tüm ulusal ve halk kurtuluş hareketleri de 'terörist' hareketler olarak kolayca tanımlanabilmektedir. Amerikan emperyalizmi tarafından 'terörist' ilan edilebilmek için, emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı silahlı mücadelenin zorunlu olduğunu kabul etmek yeterli olmaktadır. Böylece, 1960'larda Vietnam Ulusal Kurtuluş Ordusu 'Vietkong teröristleri' olarak, ilk sırada yer almıştır.
    Amerikan emperyalizminin 'terörizm' söyleminin akademik tanımlanması ise, 'siyasal nitelikli amaçlara ulaşmak için kullanılan ve psikolojik yanı ağır basan bir savaş biçimi; siyasal süreci etkilemeyi amaçlayan şiddet eylemleri' şeklinde olmaktadır. Bu 'akademik terörizm tanımı', 1960'lı yıllarda Latin-Amerika'da başlayan şehir gerilla savaşlarıyla birlikte geliştirilmiştir. Böylece, 'terörizme karşı mücadele' paravanası altında Amerikan emperyalizminin CIA aracılığıyla organize ettiği kontr-gerilla faaliyetleri, her durumda 'psikolojik savaş' temelinde yürütülmüştür.
    Ülkemiz somutunda yıllardır sürdürülen 'psikolojik savaş', Orgeneral Nejdet Uruğ'un 4 Aralık 1979 tarihinde Sıkıyönetim Komutanları toplantısına sunduğu raporda şöyle tanımlanmıştır:

    'Bu strateji anarşistleri, halktan fiziki ve psikolojik olarak tecrit ederken, halktan personel, malzeme ve istihbarat desteği almalarını önleyebilmelidir. Psikolojik harekât, bu stratejinin büyük bölümünü teşkil etmeli ve ayaklanmayı yok etmesi kadar mani de olabilmelidir. Anarşistlerin teşkilatlarını ve yönetici kadrosunu bertaraf etmek veya tesirsiz hale getirmek bu stratejinin temel ilkesi olmalıdır. Her ayaklanma hareketinin nüvesini teşkil eden ve ekseriyetle küçük bir grubun oluşturduğu merkezi yönetici kadrosu (liderler) çok iyi gizlenmesine rağmen, meydana çıkartılmalı, yok edilmeli ya da başka şekillerde tesirsiz hale getirilmelidir. Vurucu tedhiş unsurlarının (kuvvetlerinin) yok edilmesi stratejinin formüle edilmesinde dikkate alınacak diğer bir unsurdur. Bu unsurlar üzerinde baskı, öncelikle polis ve diğer güvenlik kuvvetlerince sürdürülür. Ve zayiat vermelerine, ikmal maddelerinin tahribine, morallerinin bozulmasına çalışılır. Bu arada strateji, anarşistlere eylemlerini gönüllü olarak durdurmaları hususunda ikazda bulunan müspet programları da ihtiva etmelidir.'

    Görüldüğü gibi, daha 'terörizm' söyleminin dünya çapında yaygınlaşmadığı bir evrede, zamanın orgenerali Nejdet Uruğ 'anarşistler'e karşı izlenecek stratejinin temeline 'psikolojik savaş'ı yerleştirmiştir. 1970'lerde 'şehir şakileri', 'anarşistler' olarak tanımlanan şehir gerillası, 1980'lerden sonra 'teröristler' şeklinde genel bir söyleme oturtulurken, 'karşı strateji' bir ve aynı kalmıştır: Psikolojik savaş.
    Salt ülkemizdeki söylemler ve uygulamalar bile, 11 Eylül günü New-York ve Washington'da gerçekleştirilen eylemler sonrasında tüm dünya çapında propagandası yapılan ve '21. yüzyılın savaşı' olarak lanse edilen 'terörizme karşı savaş'ın hiçbir yeniliğe sahip olmadığını açıkça göstermektedir.
    Diğer yandan, 'psikolojik savaş', savaş tarihi kadar eski bir olgudur.
    Clausewitz, 1832 yılında yayınladığı 'Savaş Üzerine' adlı kitabında şöyle yazmaktadır:

    'Savaş, hasmı irademizi yerine getirmeye zorlayan bir şiddet hareketidir.'[1*]

    Dolayısıyla, savaşta, düşmanın iradesinin kırılması belirleyici yere sahiptir. İrade ise, burjuva 'bilim adamları'na göre psikoloji alanına girmektedir. Bu nedenden dolayı 'Pentagon', savaş tarihini, 'psikolojik savaş'ın bir gerçekliği olarak değerlendirmektedir. Bu, aynı zamanda, savaşın emperyalist askeri teorisyenler tarafından 'topyekün savaş' (total war) olarak tanımlanmasıyla da çakışmaktadır. 11 Eylül sonrasında Amerikan emperyalizminin 'terörizme karşı yeni savaşı'na ilişkin yapılan tüm açıklamalar da, bu 'yeni savaş'ın 'topyekün savaş' 'konsepti' ile yürütüleceğini açıkça göstermektedir.
    'Topyekün savaş' ise, ilk kez zamanın Alman genelkurmay başkanı Ludendorff tarafından 1920'lerde ortaya atılmış ve Nazi Almanyası tarafından II. yeniden paylaşım savaşında savaş 'konsepti' olarak her alanda uygulanmıştır.
    Ludendorff, 'Topyekün Savaş' adlı kitabında, savaşın, bir ulusun ve ülkenin tüm toplumu tarafından desteklenmesi gereken ve desteklenen niteliğe dönüştüğünü söyleyerek, savaş stratejisinin bu dönüşüme uygun olarak 'topyekün savaş stratejisi' olması gerektiğini söylemektedir. Ludendorff'a göre, savaş eylemi, sadece düşmanın silahlı güçlerine yönelik bir faaliyetle sınırlandırılmamalı; tersine, savaş, düşmanın savaşta direnme gücünü oluşturan tüm toplumsal dayanaklarını da ortadan kaldırmayı esas almalıdır. Bu tanımlamaya göre, yeni savaş stratejisi, düşmanın tüm silahlı güçlerini ve nüfusunu imha etmeyi hedeflemek durumundadır.
    II. yeniden paylaşım savaşında Hitler ordularının uyguladığı bu 'topyekün savaş' stratejisi, tüm savaş boyunca diğer emperyalist ordular tarafından da benimsenmiştir. Bunun en tipik sonuçları ise, Londra'nın Alman uçak ve roketleriyle ve Frankfurt'un İngiliz ve Amerikan uçaklarıyla bombalanması olmuştur. Her iki saldırıda da, ellibinin üzerinde 'sivil' yaşamını yitirmiştir.
    Görüleceği gibi, emperyalist genelkurmayların 1920'lerden itibaren kabul ettikleri 'topyekün savaş stratejisi', günümüzün kavramlarıyla ifade edersek, cephe gerisine yönelik 'psikolojik savaş' temelinde yürütülmektedir. Uzun yıllardan beri İsrail'in Filistinlilere karşı uyguladığı bu strateji, hemen her durumda, Filistinlilerin silahlı eylemlerine karşılık olarak (misilleme) Filistin yerleşim yerlerini bombalamak ve buldozerlerle buraları yıkmak şeklinde uygulanmıştır. Amaç, halkı yıldırmak ve iradesini kırmaktır.
    Burjuva aydınları arasında genel kabul gören bir başka tanıma göre, 'terör, insanları yıldırmak, sindirmek yoluyla onlara belli düşünce ve davranışları benimsetmek için zor kullanma ya da tehdit etme eylemidir'. Bu tanım esas alındığında, emperyalist savaş stratejilerinin 'terör stratejileri' olduğunu söylemek fazlaca yanlış olmayacaktır. Özellikle 1960'larda Latin-Amerika'da başlayan şehir gerilla savaşlarıyla birlikte CIA tarafından planlanan ve Pentagon tarafından 'icra edilen' kontr-gerilla stratejileri, 'topyekün savaş' stratejisinin en yeni örnekleri olurken, aynı zamanda 'psikolojik savaş'la özdeşleşmiştir. Böylece, günümüzde emperyalist ülkelerin savaş stratejilerini 'askeri savaş' ve 'psikolojik savaş' olarak birbirinden ayırmak olanaksız hale gelmiştir.
    1991 yılında T. Özal döneminde çıkartılan 'Terörle Mücadele Yasası'nda 'terör', 'baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemler' şeklinde tanımlanmıştır.
    Halen yürürlükte olan 'Terörle Mücadele Yasası'na göre, 'terör', herşeyi ve her türlü eylemi kapsamaktadır. Dolayısıyla, 'terörizme karşı savaş', aynı şekilde, her alanı ve her türlü karşı-eylemi içermek durumundadır ve yasa, bu karşı-eylemleri 'haklı ve meşru' göstermeyi amaçlamaktadır.
    Elbette, böylesine herşeyi kapsayan 'terör' tanımlarıyla ya da yasalarla 'haklılık ve meşruiyet' sağlanamamaktadır. Bu nedenle, tüm propaganda araçları ve 'örtülü operasyonlar' kullanılarak, 'terör' ve 'terörizm' konusunda kamuoyunun koşullandırılması gerekmektedir. Bu, aynı zamanda, 'psikolojik savaş'ın ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, emperyalist basın ve yayın kuruluşlarıyla yürütülen dezinformasyon faaliyetleri emperyalist ülkelerin 'psikolojik savaş stratejisi'nin temel belirleyicilerinden birisidir. Bu bağlamda, gerçeğin tahrif edilmesi ve yeniden kurgulanması olarak dezinformasyon, her durumda alabildiğine kullanılan araçtır.
    11 Eylül sonrasında Amerikan emperyalizminin birbiri ardına yaptığı açıklamalar izlendiğinde açıkça görülen, dezinformasyon yoluyla, herşeye ve her yere yönelik eylemi haklı ve meşru göstermeye çalıştığıdır. New-York ve Washington eylemlerinin hemen ardından 'tüm parmaklar' Usama Bin Laden'i gösterirken, aynı zamanda 'terör örgütleri' ve 'terörist eylemler' listeleri yayınlanmaya başlanmıştır. Afganistan, Irak, Libya, Lübnan, Filistin, Yemen gibi ülkeler 'terörist ülkeler' olarak eylemlerin arkasındaki 'destek üsleri' olarak sunulurken, Almanya, İsviçre gibi ülkeler de 'geçiş ülkeleri' olarak gösterilmektedir.[2*] Çok geçmeden, bu listeye, Küba, Venezüella, Peru, Kolombiya gibi ülkelerin de eklenmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
    Diyebiliriz ki, başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere, tüm emperyalist ülkelerin ulusal ve halk kurtuluş savaşlarına karşı savaş stratejileri 'terör stratejisi'dir ve bu stratejinin esası 'psikolojik savaş'tır. Bu savaşın en temel ideolojik aygıtı ise, 'medya' ve 'medya' aracılığıyla yürütülen dezinformasyondur. Dolayısıyla, emperyalizmin 'terörizmle mücadele' söylemiyle silahlı devrimci mücadelelere karşı yürüttüğü ve yürüteceği 'psikolojik savaş', salt askeri savaş olmayıp, aynı zamanda ideolojik-politik bir savaştır.
    Burada, Amerikan emperyalizminin başını çektiği 'terörle savaş'ın, 'gerillaya karşı savaş'la, yani kontr-gerilla yöntemleriyle bir ve aynı olduğunun da altının çizilmesi gereklidir.
    Herkesin bilebileceği gibi, Amerikan emperyalizminin kontr-gerilla yöntemlerinin temel amacı, gerilla ile halk kitlelerini birbirinden ayırmak ve bu yolla gerillayı tecrit etmektir. Bir başka deyişle, kontr-gerilla yöntemleri, halk kitlelerinin tepkilerinin pasifize edilmesini, yani kitle pasifikasyonunu esas alır. Kitle pasifikasyonu gerçekleştirilebilindiği oranda gerillanın tecrit edilmesi olanaklı hale gelmektedir. Bu nedenle, Amerikan emperyalizminin silahlı devrimci mücadeleye karşı yürüttüğü karşı-devrimci faaliyetin ağırlık noktası kitle pasifikasyonudur. Kitle pasifikasyonunda kullanılan araçlar ise, her türden kitle hareketine yönelik şiddet, işkence, toplu tutuklamalar vb.'dir. Bu yüzden, kitlelere ve kitle eylemlerine yönelik saldırılar (resmi silahlı güçler ya da faşist milisler aracılığıyla) , Amerikan emperyalizminin kontr-gerilla yöntemlerinin somut görünümleridir. Kitlesel katliamların Amerikan emperyalizminin kontr-gerilla yöntemlerinin ayrılmaz bir parçasını oluşturması, aynı zamanda, onun 'terör' yöntemlerini en yaygın biçimde kullandığını ifade eder.
    Amerikan emperyalizminin kitlelere yönelik pasifikasyon uygulamalarında kitlelere yönelik saldırılar ve kitle katliamları, hemen her durumda resmi silahlı güçler ya da (asıl olarak) faşist milis örgütlenmeler aracılığıyla gerçekleştirilir. Ülkemizde MHP' nin kitlelere yönelik saldırı ve katliamlarından Latin-Amerika'daki 'ölüm mangaları'na kadar, tüm 'örtülü operasyonlar', Amerikan emperyalizminin kontr-gerilla yöntemlerinin bir parçasını oluşturmaktadır. 'Topyekün savaş', 'psikolojik savaş' bağlamında yürütülen kontr-gerilla faaliyetlerinin kitlelere yönelik saldırı ve katliamları esas alması, Amerikan emperyalizmiyle bağlantılı ya da onun tarafından örgütlenen tüm karşı-devrimci hareketlerin ayrılmaz özelliğidir ve onların silahlı savaş anlayışlarının temelini oluşturur. CIA tarafından eğitildiği ve silahlandırıldığı açıkça bilinen Usama bin Laden'den Hizbullah'a, İslami Cihat'a ya da Hamas'a kadar tüm şeriatçı örgütlenmelerde de, MHP'de ve 'ölüm mangaları'nda da egemen olan anlayış, kitlelere yönelik saldırı ve katliamlarla, 'karşı gücün' pasifize edilmesi ve sindirilmesidir. Silahlı devrimci mücadelenin kitlelerle olan ilişkisinden türetilen bu kontr-gerilla mantığı, 11 Eylül günü New-York ve Washington eylemlerinde 'kendi sahibine' karşı kullanılmıştır.
    Şüphesiz, 11 Eylül günü New-York ve Washington'da 'ABD'nin simgelerine' yönelik olarak gerçekleştirilen eylemlerin dünya halkları üzerinde yaratmış olduğu etki, bu ve benzeri pek çok olgunun gözden kaçırılmasına da neden olmaktadır.
    II. yeniden paylaşım savaşı sonrasında emperyalist sistemin egemen gücü durumunda olan ve emperyalizmin dünya çapında jandarmalığını üstelenen Amerikan emperyalizminin, bugüne kadar dünyanın pek çok yerinde gerçekleştirdiği katliamlar, baskılar, işkenceler, askeri darbeler, halk kitlelerinde büyük bir tepki ve kin oluşturmuştur. Özellikle 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığı koşullarında dünyanın tek 'süper gücü' olarak ortaya çıkan Amerikan emperyalizminin 'globalizm', 'yeni dünya düzeni' vb. söylemlerle yaptığı dayatmalar, geçmiş dönemlerin olgularıyla birleşerek, kitlelerin tepkisini daha da artırmıştır. Bunun sonucu olarak, 11 Eylül günü gerçekleştirilen eylemler, kim tarafından ve hangi amaçla yapıldığına bakılmaksızın ve de önemsenmeksizin, kitlelerde büyük bir sevinç duygusunun uyanmasına neden olmuştur.
    Öte yandan emperyalizme bağımlı pek çok ülke, Amerikan emperyalizminin bu eylemle karşı karşıya kaldığı 'şok'tan yararlanarak, kendisine bazı avantajlar sağlama peşine düşmüştür. Hemen hemen tüm ülkeler ve politikacılar, gerçekleştirilen eylemler karşısında, 'masum insanların yaşamlarına kasteden terörizmi kınıyoruz, ama bunun sorumlusu ABD'nin izlediği politikalardır' türünden bir söylem içine girmişlerdir. Devletin kesin denetimi altında olduğundan kimsenin şüphesi olmayan TRT bile, bu eylemlerin, ABD'nin kendi çıkarlarını 'globalizm', 'yeni dünya düzeni' adıyla dünyaya kabul ettirmeye zorlamasının bir sonucu olduğunu açıkça ifade edebilmiştir. Hatta, ülkemizde yaşanan ekonomik kriz ortamında dış borçların ertelenmesi için bu eylemlerin uygun bir ortam yarattığı 'medya'da yazılıp-çizilmeye başlanmıştır.
    Hiçbir marksist-leninist, emperyalizmin, özellikle de Amerikan emperyalizminin, bugüne kadar dünya çapında yaptığı vahşeti, katliamları, işkenceleri, askeri darbeleri, kontr-gerilla eylemlerini öne çıkartarak, 11 Eylül günü gerçekleştirilen eylemleri, doğru, haklı ve anti-emperyalist eylemler olarak kabul edemez ve etmemelidir. Hiçbir devrim hareketi, emperyalizmin savaş yöntemlerini kullanarak anti-emperyalist bir savaş yürütemez. Devrimci savaşın, kendi amaçlarına uygun araçları vardır ve amaçlarına uygun olarak belirlenmiş savaş kurallarına sahiptir. Bugüne kadarki tüm devrim mücadelelerinin açıkça gösterdiği gibi, emperyalizm, devrimci savaşları durdurabilmek için her türlü aracı kullanarak açık terör uygulamıştır ve uygulamaktadır. Karşı-devrimci terör ile devrimci şiddet, gerek amaçları yönünden, gerekse biçim yönünden birbirinden açık ve net bir biçimde ayrıdır ve ayrı olmak zorundadır. Amerikan emperyalizminin ve yerli işbirlikçilerinin uyguladığı teröre karşılık olarak, belirlenmiş kurallara sahip devrimci savaş yürütülmek durumundadır. Lenin'in deyişiyle:

    'Çok gelişmiş bir kapitalizmin ürünü olan emperyalist savaşın nedenleri ve önemi, böyle bir savaşa ilişkin sosyal-demokratik taktikler, sosyal-demokratik hareket içindeki bunalımın nedenleri, vb. üzerinde ciddi olarak düşünmek başka şeydir, savaşın, düşüncenizi baskı altına almasına izin vermek, onun yarattığı korkunç izlenimlerin ve azap verici ağırlığın altında düşünmekten ve tahlil etmekten vazgeçmek başka bir şeydir.'[3*]

    ABD halkı, kendi askerlerinin, kendi devletinin, kendi gizli örgütlerinin Vietnam'dan Latin-Amerika'ya kadar dünyanın her yerinde yüzbinlerce, milyonlarca insanın öldürülmesi, katledilmesi, işkenceye uğratılması, kaybedilmesi olaylarından dolayı doğrudan sorumlu tutulamaz. Tıpkı, Amerikan tekellerinin geri-bıraktırılmış ülkeleri sömürmesinden dolayı halkın 'sömürgeci' ilan edilemeyeceği gibi. Hiç unutulmamalıdır ki, bu katliamlara, işkencelere, emperyalist savaşlara ve sömürüye karşı çıkan, Seatle'da, Washington'da emperyalizme karşı, 'globalizme' karşı kitlesel eylemler yapan binlerce ABD'li vardır. Devrimci mücadele, sınıf mücadelesidir; bu mücadelede sınıflar gözönüne alınmaksızın yapılacak her tahlil ve değerlendirme karşı-devrimin işine yarayacaktır. Emperyalizme karşı savaş, proletaryanın öncülüğünde yürütülen yurtsever bir savaştır. Bunun dışındaki her kavrayış, burjuva ya da küçük-burjuva milliyetçiliğidir, ümmetçiliktir. Bu nedenle, milliyetçi ya da ümmetçi bakış açısıyla, ABD halkı topyekün düşman ilan edilemez. Biz marksist-leninistler olarak, ABD ya da bir başka emperyalist ülkenin halkına karşı değil, emperyalizme, emperyalist sömürüye, emperyalist savaşlara karşı savaşmak durumundayız.
    Bu bağlamda, diyebiliriz ki, 11 Eylül'de gerçekleştirilen eylemler, Amerikan emperyalizminin finans kuruluşları ile askeri yönetim merkezi Pentagon'a yönelik olmakla birlikte, kullanılan araçlar ve biçim açısından, devrimci savaşın kurallarıyla bağdaşmaz niteliktedir.

    PATİ[email protected]
    HARAMİ[email protected]

  • Esat Can
    Esat Can

    Emperyalizm kısaca gücü elinde tutanının bir asalak gibi güçsüzün kanını emmesidir.Kan emicilerin kendine kapitalizmi ele alarak daha fazla kan emmek için geliştirdiği akım olan ememperyalizm destekçisi azalmak yerine daha çok gelişmekte bir kavramdır....

  • Emre Barutçu
    Emre Barutçu

    Emperyalizm ve sömürge aynı anlama gelmesiyle beraber bazı anlam farklılıkları vardır.Sömürge güçsüz bir devletin yaraltı ve yerüstü zenginliklerini şiddetle çalmasıdır.Emperyalizm ise güçsüz devletlerden
    şiddet kullanmadan yararlanmasıdır.Çağımızda halen gizli sömürgeler uygulanmaktadır.Size bir örnek vereyim; İngizler ülkemizde bir
    dersane'yi satın alıyorlar.Dersane'de öğrenci başı 500 000 $ dolar alıyorlar.Böylece ülkemizin eğitim düzeyini aşağılara indirmek istiyorlar.

  • Çağla Yıldız
    Çağla Yıldız

    ben ce emperyalizm güçlü bir devletin güçsüz bir devleti ezmesi yönetimi ele alması tıpkı amerikanın bize yaptığı gibi yaşsın tam bağımsız türkiye

  • Selahattin Aykurt
    Selahattin Aykurt

    Emperyalizm nedir?

    Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşamasıdır. Lenin, kapitalizmin serbest rekabet dönemi ile emperyalizm dönemini birbirinden ayırır. Öne çıkardığı hususlar; sanayi sermayesi ile banka sermayesinin kaynaşarak mali-sermayeyi oluşturması ve dev tekellerin ekonomi üzerinde belirleyici bir role ulaşması; ulusal sınırlara artık sığmayan mali-sermayenin sermaye ihracı yoluyla dış pazarlara yani tüm dünyaya yayılması; büyük emperyalist devletlerin dış ticaretinde meta ihracına nazaran sermaye ihracının belirleyici önem kazanması; serbest rekabetin dev tekeller arasındaki rekabete dönüşmesi; dünyanın toprak bakımından paylaşımının tamamlanmış olması ve nüfuz alanları temelinde yeniden-paylaşımın gündemde olması. Tüm bu saptamaların bugün ne ölçüde gerçekliği yansıttığını görmek zor değildir. Emperyalizm aşamasında, kapitalist üretim tarzının bağrındaki tüm çelişkiler en olgun biçime bürünür ve bu çelişkiler kendilerini çok keskin biçimlerde dışa vurmaya başlar. Bu durum emperyalizm çağını, savaşlar, devrimler ve karşı-devrimlerle yüklü bir çağ haline getirir. Emperyalizm, tek kelimeyle, mali-sermayenin egemenlik sistemidir. Demek ki, emperyalizm kapitalist dünya sisteminin bugünkü gelişmişlik düzeyini ifade eder. Bu sistem, tepesinde en güçlü emperyalist devletler olmak üzere, eşitsiz bir temelde karşılıklı bağımlılık içerisinde bulunan ulus-devletlerin oluşturduğu hiyerarşik bir yapıdır.

    Emperyalizm sömürgecilik midir?

    Hayır! Emperyalizm kavramı güçlü devletlerin sömürgeci dış politikası anlamına gelmeyip, bir bütün olarak kapitalist sistemin 20. yüzyılın başından itibaren girdiği evreyi anlatır. Kapitalizmin geçmişteki sömürgecilik dönemine özgü yayılmacılık eğilimi ile, günümüzde mali sermaye egemenliğine dayanan emperyalist tarzda yayılma eğilimini birbirinden ayırt etmek gerekir. Sömürge, bir ülkenin siyasal ve hukuksal olarak bir başka ülkenin eklentisi haline getirilmesi demektir. Bu durum yalnızca bir sömürü ilişkisini değil, esas ve ayırt edici özelliği bakımından hukuksal-siyasal bir statüyü anlatır. Sömürgecilik, siyasal bağımsızlıktan yoksun kılınmış sömürgelerden oluşan bir sömürge imparatorluğu kurmak anlamına gelir. Kapitalizmin emperyalizm çağı ise en güçlü mali-sermaye gruplarının dünya ölçeğinde oluşturdukları nüfuz alanlarına dayanır. Bu mali-sermaye gruplarının tüm dünyayı sömürmeleri için, çağımızda artık geri ülkeleri mutlaka sömürge statüsünde tutmaları gerekmiyor. Geri ülkeler siyasal bağımsızlıklarını kazanmakla sömürge statüsünden çıkıyorlar. Ama emperyalizm kıskacından çıkmaları yine de mümkün olmuyor, çünkü emperyalizm esas olarak bir siyasal bağımlılık biçimini değil, ekonomik ve mali bağımlılığı anlatır.

    “Emperyalizme göbekten bağımlı olmak” ne demektir?

    Emperyalizm çağında hiçbir ulus-devlet ekonomik ilişkiler bağlamında diğer ulus-devletlerden yalıtık ve bağımsız değildir. Dünya kapitalist sistemine entegre olmayan bir kapitalist ülke yaşayamaz. Bu nedenle siyasal bağımsızlığını kazanmış bir ülkenin, emperyalist metropollerden ekonomik ve mali bakımdan da bağımsızlaşması son tahlilde mümkün değildir. Emperyalizmden tam bağımsızlık diye bir şey, ancak kapitalist ilişkilerin tasfiyesiyle mümkündür. Aslında en güçlü emperyalist ekonomiler bile dünya pazarından ve diğer ülkelerden bağımsız durumda değildirler. Tüm “ulusal” ekonomiler birbirleriyle tek yanlı değil, karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi içerisindedirler. Fakat şüphesiz bu bağımlılığın derecesi eşit değildir, çeşitli ülkeler için farklılıklar barındırır. Bu bakımdan, ekonomisi zayıf olan ve ancak emperyalist ülkelere devasa miktarlarda borçlanarak yaşayan kapitalist ülkelerin durumuyla, güçlü kapitalist ülkelerin durumu ayırdedilebilir; birincilerin ikinciler karşısındaki eşitsiz konumu bazı sıfatlar aracılığıyla da vurgulanabilir. Ancak emperyalist-kapitalist sistem her zaman bu tür bir eşitsizliği üretir ve bu sistemin dışında eşitlik ya da bağımsızlık temelinde işleyen bir kapitalizm olamaz.ULAŞIM ADRESİ
    PATİ[email protected]
    HARAMİLERÆMSN.COM

  • Raşit Özdemir
    Raşit Özdemir

    emperyal'izm
    izm çıkınca otel geliyor o meşhur şiirdeki
    ve yokluk
    eklerince de sömürme
    ki izmler ayrılık ve sömürü değil mi..
    ve burdan ret diyorum tüm sömürülere

  • Cihan Kuru
    Cihan Kuru

    bu vatanını savunan gençleri asdılar ama biz onları unutmadık ve onlarla yollarımız aynı bu vatanını satan empeyalistler yavaş yavaş devletin başına geliyor abd bunları baya iyi kandırmış... TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE

  • Selim Özdemir
    Selim Özdemir

    Bazı devlet veya farklı gurupların elinde bulundurduğu siyasi, ekonomik, askeri veya diplomatik gücünü menfaatleri doğrultusunda diyer grupları onaların haklarını hiçe sayarak kullanmasıdır.

  • Zeynep Kara
    Zeynep Kara

    Emperyalizm, bir imparator kurma eğilimidir. Ayrıca merkezi bir iktidarın yönetimi altında bir araya getirilmesi anlamını ifade eder. Bu jkavram bana göre tamamen yanlıştır. Kısacası güçsüzün, güçlünün himayesi altında olmasıdır... Bu da haksızlıktır! ! !

  • Betül Erdem
    Betül Erdem

    bence emperyalizm tam bi çıkar çatışmasıdır.ve güçlü olanın kazandığı bir yarıştır

  • Semih Çoban
    Semih Çoban

    Emperyalizm sömürgecilik anlamına geliyor.Bir de insanları sınıflandıran sistem bence

  • Devrim Deniz
    Devrim Deniz

    Sömürü demek ve kapitaLizmin öz oğLudur emperyaLizm.Çünkü bütün dünyaya egemen oLmak için ne gerek? sömürü(emperyaLizm) onun için kapitaLizm emperyaLizmi doğurmuştur.

  • Engin Açar
    Engin Açar

    emperyalizm konusunu açmak istesek çoğu görüşler çıkar(başta ABD) yani anlatmak istediğim yani emperyazlizmin gerçek kavramını bilipte bilmemezlikten gelenleri kasdetmek istediğim ok.emperyazlizm=SİYONİZM in bugünkü hali yani sömürgeci,faşist,fundamentalist görüşlerdir.


    SAYGILARIMLA...

  • Kemal Değer
    Kemal Değer

    Emperyalizm Güçlünün güçsüzü ezdiği.Büyük balığın küçüğü yuttuğu
    ve farkında olmadan Nerdeyse her devlet tarafından uygulanmış bir istemdir Buna rus amerikan dostalrımızda dahil.Eğer piyasada sizde büyük yoksa onalrı işgal eder ve kendi kültürünüzün kendi uygalığınızın ayrılmaz bir parçası olmaya zorlarsınız bu emperyalizmdir
    Tarihte en başarılı uygulayan milletler Romalılar,Amerikalılar(ABD) ,Rusalrın sovyetler dahil her halidir.Aslında tamamen bir doğal içgüdüye dayanıyo abi bu adamlardan güçlüyüz zekiyiz ekonomimiz daha güçlü ordumuzdaha büyük ya bize katılın yada yok olun.Aslında bu konuda anlatılıcak çok şey var ama buraya sığmaz