“Her düşüncenin kendi içinde çelişkileri vardır. Düşüncelerinizdeki çelişkileri görecek ve o düşüncenizi çelişkilerden arındıracaksınız. Çelişkilerden arındırdığınız düşünceniz inancınıza dönüşecektir. Ancak o inancınızın da çelişkileri olacaktır. İnançlarınızı çelişkilerden arındırdığınız zaman o inanç için eylem hakkınız doğar.” Sun Yat-sen (The first provisional president of the Republic of China)
Hayatı, dünyayı ve evreni yaratan şey. Aslında tanrıyı da o yaratmıştır. Tek tanrıyı ve çok tanrılılığı da. Çelişki de yapısı gereği çok karakterlidir. Dilemma, ikilem ve paradox gibi tezahürleri ve/ veya avatarları vardır
... Tarhan Erdem, Neşe Düzel’le yaptığı o harikulade konuşmada herkesin bildiği bir durumu, çok net ve unutulmaz bir şekilde formüle etmiş.
“Bu ülkede kişisel özgürlüklerden yana olanlar, siyasi özgürlüklerden yana değil.”
Kadın erkek eşitliğini savunan, kadın haklarına saygılı, bireysel yaşamın sınırlanamayacağına inanan bu insanlar, düşünce ve inanç özgürlüğüne karşı çıkıyor.
“İnsanlar özgürce yaşasın ama düşüncelerini ve inançlarını özgürce açıklamasınlar” diyen bir tuhaflık.
Batı kültürüne uygun bir yaşam biçimini savunan ve böyle bir yaşama biçiminin bu ülkede demokrasiyle olamayacağına inanan bir insan türü.
Dans etme ve içki içme özgürlüklerini ancak askerî darbelerle güvence altına alacaklarını düşünüyorlar.
Üstelik, “yaşam biçimi özgürlüğünü” savunmayı da “solculuk” sanıyorlar.
Anlayabildiğim kadarıyla onların mantık silsilesi şöyle kuruluyor, “laiklik insanların içki içme, dans etme, sevişme özgürlüğünü güvence altına almaktır, bunu savunmak laikliği savunmaktır ve böyle bir laikliği savunmak da solculuktur.”
Bu “solcular”, Kürtlerin ve başını örten dindarların kendileriyle “eşit” olmasını da kabul etmiyorlar.
Onlara göre Kürtler ve dindarlar onlarla eşit olursa ülke ya bölünür ya da şeriat gelir.
Biliyorum inanması çok zor ama bunun “solculuk” olduğuna samimiyetle inanacak kadar cahil insanlar var gerçekten.
Zaten bu düşüncelerinde “samimi” olmalarını sağlayan cahillikleri yüzünden fevkalade cüretkâr açıklamalar yapıp “darbeyi savunduklarını” bile söyleyebiliyorlar.
Darbeyi de Ergenekon’u da savunanlar bu gruptan çıkıyor, Kürt açılımını engellemek isteyenler, başını örtenlerin üniversiteye alınmamasını isteyenler de bunlar.
CHP’nin her türlü demokratik gelişmenin önüne set çekmesini sağlayan “destek” de bu insanlardan geliyor.
Şah’ın İranı’nda, Franco’nun İspanyası’nda, Salazar’ın Portekizi’nde, Kral Zahir Şah’ın Afganistanı’nda, Pinochet’nin Şilisi’nde “bu özgürlükleri” aynen bu şekilde savunan insanlar vardı.
Onlara “solcu” denmiyordu.
Onlara “faşist” deniyordu.
Belli bir kesimin “yaşam özgürlüğünü” güvence altına alabilmek için toplumun diğer kesimlerini silahla baskı altında tutmanın bir tek adı var çünkü, o da faşizm.
Bizimkilerin önemli bir kısmının aslında sadece” cahil” olduklarına inanıp, –ki onların iki yüzlü değil de cahil olduklarına inanmak ciddi bir komplimandır onlar için-, onlara işin gerçeğini anlatmaya çalışmalıyız.
Birincisi, laiklik belli bir “grubun yaşam özgürlüğünü” savunmak değildir.
Laiklik, devletin hiçbir inanca sahip olmaması, hiçbir inanca ve yaşam biçimine müdahale etmemesi, her inancı ve yaşama biçimini güvence altına almasıdır.
Ve, laikliğin en önemli teminatı demokrasidir.
Laik olmayan bir demokrasi yoktur.
Demokrasiyi savunduğunuzda laikliği de savunursunuz.
Ama demokrasi olmayan bir laikliği savunmaya kalktığınızda sadece faşizmi savunmuş olursunuz.
“Eşitliği” inkâr eden bir solculuk yoktur.
Hiçbir zaman olmamıştır.
Hiçbir zaman da olmayacaktır.
Solculuk, eşitliği ve değişimi savunur.
Sol mücadelenin iki ana meselesi budur.
İnsanlar eşit olsunlar ve insanlığın yaşadığı değişimin önü, çıkarların bozulacağından korkanlar tarafından kesilmesin.
Ayrıca, solculuk, 19. ve 20. yüzyılda sanıldığı gibi “işçi sınıfının” mücadelesi de değildir, geçmiş yüzyıllarda “üretim araçlarının sahiplerinin” kendi çıkarları için eşitliği ve değişimi engelleyeceği düşünüldüğü için, “eşitliği ve değişimi”, hiçbir malı olmayan işçi sınıfının sağlayacağına inanılmıştır.
İşçi sınıfı, solculuk için bir “amaç” değildi, eşitlik ve değişim için bir “araçtı”.
İşçi sınıfıyla “solculuğu” özdeşleştirmeye kalkanlar, solculuğu her türlü felsefi temelinden koparıp siyasallaştırırlar ve işçi sınıfının yok oluşuyla birlikte solculuğun da yok olacağını kabul etmek zorunda kalırlar.
Halbuki gerçek bu değildir.
Bugün işçi sınıfı tarih sahnesinden çekiliyor ama eşitlik ve değişim mücadelesi sürüyor.
Onun için bir kesimin “yaşam biçimini” demokrasiyi reddederek savunurken, bugün artık iyice tutuculaşan ve sistemin destekleyicisi haline gelen sendikaları da savunmak, insanı “solcu” yapmaya yetmez, en fazlasından bir “neo-Peronist” yapar.
Bugün faşizmin kucağına savrulurken aslında “solcu” olmak isteyen insanlar varsa, eşitlik ve değişim konusunda bir düşünsünler.
Biraz okusunlar.
Gerçekten samimi olanları “cahilliklerinin” üstesinden gelirlerse, Kürtlerin, dindarların, Alevilerin bu toplumun “egemen kesimiyle” eşit olmasını savunmaları gerektiğini, demokrasiyi savunmadan laikliği savunamayacaklarını, toplumsal değişimin önünü açacak her hamleyi desteklemenin herkesin ortak çıkarına olduğunu anlayacaklardır.
Faşist olmak istiyorlarsa olsunlar, hayatla ve değişimle dövüşür, kaçınılmaz yenilgiye de katlanırlar.
Ama solcu olmak istiyorlarsa, eşitlik ve değişim için verilen mücadelede “ezilenlerin” yanında yer almak zorunda kalacaklar.
sinirlarini zorlamis ve o sinirlarda erimekte olan sevgili bir bedeni gormenin, duymanin yarattigi tarifsiz parcalanmisliga ragmen o bedeni biraz daha biraz daha varedebilmek icin cirpinmak, onu beslemek, umut vermek, krediler dahi tukendigi halde. iskencesini uzatmak boylece. sadece sevgiden ayrilamamak basucundan, kendini bir arada tutatacak gucu kaybettigin bir odadan cikamamak, ne yapsan cikamamak kapinin kolunu bulamamak, anahtari kim yutturdu sana,kim ustune bardaklarca su icirdi bilememek...
dedesi maraşta bir kadının baş örtüsüne el uzatıldığı için istiklal savaşını başlatan kişinin genç kızların baş örtüsü takmasına karşı olması durumudur...
aynı anda iki farklı olgunun olabilir gelme durumunda, bünyenin kendini seçim yapma zorunluluğu içinde hissetmesine ve o his içinde nedense bir süre mesai geçirmesine verilen addır. çelişmek fiili bir süreci kapsar ne de olsa değil mi? kişi hemencecik bir seçim yapıyor ise, iki farklılık arasında kendine yakın olanı, istediğini ya da olması gerekeni seçiverdiğinde hemencecik, ona bir çelişki denmez değil mi?
denmez elbette. ama önemli olan bu değildir. önemli olan, çelişen bünyenin her iki seçenek için yeterince güçlü argümanları üretip üretemediğidir. sonuçta her iki seçeneğin varoluş nedeni vardır ve bünyenin seçiminde en etkili olacak unsurlardan biri kişinin gönlünün nereye kaydığıdır bu varoluş nedeniyle doğru orantılı.
ne var ki, çelişkinin doğası mantık taşları ile örülmüştür. ben hayatımda bir kişi görmedim ki çelişirken mantık yürütmeye, karışıklığı aklı ile çözmeye çalışmasın. akıl, fikir yürüten özneyi, fikir yürüten özne de sonuçlara varan özneyi doğurur. işte bu yüzden çelişkiler fikir yürütmenin siyahı ve beyazını sembolize ederler. siyah ile beyaz çelişkilerin en metaforik arkadaşıdır herhalde tarih sayfalarından da kopup gelen.
velhasıl kelam, kanaatimce çelişki varoluşsal bir kavramdır. dualite ile de kökten ilintilidir.
gerçi çelişilen iki unsurdan mutlaka birisi daha ağır basar ve bu ağır basış seçimin iskeletinde önemli bir rol oynar ya neyse, o başka bir konu:')
Herhangi bir fikri savunmak adına yorumlarda bulunan bazı kişilerin,söyledikleri ile zıt istikamette savunma yapmaya çalışmalarıdır diyebilirim...Misal: Kurtlar vadisi şiddet içeren bir dizi değildir (Derken..) Yıllarca Amerikan şiddet filmlerini izledik..! (Demektedir..!) Ve en can alıcı nokta ise; Akıllı insanlar gibi izleyip gittiklerini söylemeleridir...Bu ne Yaman Çelişkidir o zaman.? ? ? ?
Çelişki, iki farklı konu arasında karar veremeyerek çelişkiye düşmektir.! ! ! ! ! Allah allah, aceba iki değilde üç farklı konu değilmiydi? yoksa bir farklımıy dı? .... =0(
“Her düşüncenin kendi içinde çelişkileri vardır. Düşüncelerinizdeki çelişkileri görecek ve o düşüncenizi çelişkilerden arındıracaksınız. Çelişkilerden arındırdığınız düşünceniz inancınıza dönüşecektir. Ancak o inancınızın da çelişkileri olacaktır. İnançlarınızı çelişkilerden arındırdığınız zaman o inanç için eylem hakkınız doğar.”
Sun Yat-sen (The first provisional president of the Republic of China)
Hayatı, dünyayı ve evreni yaratan şey.
Aslında tanrıyı da o yaratmıştır.
Tek tanrıyı ve çok tanrılılığı da.
Çelişki de yapısı gereği çok karakterlidir.
Dilemma, ikilem ve paradox gibi tezahürleri ve/ veya avatarları vardır
...
Tarhan Erdem, Neşe Düzel’le yaptığı o harikulade konuşmada herkesin bildiği bir durumu, çok net ve unutulmaz bir şekilde formüle etmiş.
“Bu ülkede kişisel özgürlüklerden yana olanlar, siyasi özgürlüklerden yana değil.”
Kadın erkek eşitliğini savunan, kadın haklarına saygılı, bireysel yaşamın sınırlanamayacağına inanan bu insanlar, düşünce ve inanç özgürlüğüne karşı çıkıyor.
“İnsanlar özgürce yaşasın ama düşüncelerini ve inançlarını özgürce açıklamasınlar” diyen bir tuhaflık.
Batı kültürüne uygun bir yaşam biçimini savunan ve böyle bir yaşama biçiminin bu ülkede demokrasiyle olamayacağına inanan bir insan türü.
Dans etme ve içki içme özgürlüklerini ancak askerî darbelerle güvence altına alacaklarını düşünüyorlar.
Üstelik, “yaşam biçimi özgürlüğünü” savunmayı da “solculuk” sanıyorlar.
Anlayabildiğim kadarıyla onların mantık silsilesi şöyle kuruluyor, “laiklik insanların içki içme, dans etme, sevişme özgürlüğünü güvence altına almaktır, bunu savunmak laikliği savunmaktır ve böyle bir laikliği savunmak da solculuktur.”
Bu “solcular”, Kürtlerin ve başını örten dindarların kendileriyle “eşit” olmasını da kabul etmiyorlar.
Onlara göre Kürtler ve dindarlar onlarla eşit olursa ülke ya bölünür ya da şeriat gelir.
Biliyorum inanması çok zor ama bunun “solculuk” olduğuna samimiyetle inanacak kadar cahil insanlar var gerçekten.
Zaten bu düşüncelerinde “samimi” olmalarını sağlayan cahillikleri yüzünden fevkalade cüretkâr açıklamalar yapıp “darbeyi savunduklarını” bile söyleyebiliyorlar.
Darbeyi de Ergenekon’u da savunanlar bu gruptan çıkıyor, Kürt açılımını engellemek isteyenler, başını örtenlerin üniversiteye alınmamasını isteyenler de bunlar.
CHP’nin her türlü demokratik gelişmenin önüne set çekmesini sağlayan “destek” de bu insanlardan geliyor.
Şah’ın İranı’nda, Franco’nun İspanyası’nda, Salazar’ın Portekizi’nde, Kral Zahir Şah’ın Afganistanı’nda, Pinochet’nin Şilisi’nde “bu özgürlükleri” aynen bu şekilde savunan insanlar vardı.
Onlara “solcu” denmiyordu.
Onlara “faşist” deniyordu.
Belli bir kesimin “yaşam özgürlüğünü” güvence altına alabilmek için toplumun diğer kesimlerini silahla baskı altında tutmanın bir tek adı var çünkü, o da faşizm.
Bizimkilerin önemli bir kısmının aslında sadece” cahil” olduklarına inanıp, –ki onların iki yüzlü değil de cahil olduklarına inanmak ciddi bir komplimandır onlar için-, onlara işin gerçeğini anlatmaya çalışmalıyız.
Birincisi, laiklik belli bir “grubun yaşam özgürlüğünü” savunmak değildir.
Laiklik, devletin hiçbir inanca sahip olmaması, hiçbir inanca ve yaşam biçimine müdahale etmemesi, her inancı ve yaşama biçimini güvence altına almasıdır.
Ve, laikliğin en önemli teminatı demokrasidir.
Laik olmayan bir demokrasi yoktur.
Demokrasiyi savunduğunuzda laikliği de savunursunuz.
Ama demokrasi olmayan bir laikliği savunmaya kalktığınızda sadece faşizmi savunmuş olursunuz.
“Eşitliği” inkâr eden bir solculuk yoktur.
Hiçbir zaman olmamıştır.
Hiçbir zaman da olmayacaktır.
Solculuk, eşitliği ve değişimi savunur.
Sol mücadelenin iki ana meselesi budur.
İnsanlar eşit olsunlar ve insanlığın yaşadığı değişimin önü, çıkarların bozulacağından korkanlar tarafından kesilmesin.
Ayrıca, solculuk, 19. ve 20. yüzyılda sanıldığı gibi “işçi sınıfının” mücadelesi de değildir, geçmiş yüzyıllarda “üretim araçlarının sahiplerinin” kendi çıkarları için eşitliği ve değişimi engelleyeceği düşünüldüğü için, “eşitliği ve değişimi”, hiçbir malı olmayan işçi sınıfının sağlayacağına inanılmıştır.
İşçi sınıfı, solculuk için bir “amaç” değildi, eşitlik ve değişim için bir “araçtı”.
İşçi sınıfıyla “solculuğu” özdeşleştirmeye kalkanlar, solculuğu her türlü felsefi temelinden koparıp siyasallaştırırlar ve işçi sınıfının yok oluşuyla birlikte solculuğun da yok olacağını kabul etmek zorunda kalırlar.
Halbuki gerçek bu değildir.
Bugün işçi sınıfı tarih sahnesinden çekiliyor ama eşitlik ve değişim mücadelesi sürüyor.
Onun için bir kesimin “yaşam biçimini” demokrasiyi reddederek savunurken, bugün artık iyice tutuculaşan ve sistemin destekleyicisi haline gelen sendikaları da savunmak, insanı “solcu” yapmaya yetmez, en fazlasından bir “neo-Peronist” yapar.
Bugün faşizmin kucağına savrulurken aslında “solcu” olmak isteyen insanlar varsa, eşitlik ve değişim konusunda bir düşünsünler.
Biraz okusunlar.
Gerçekten samimi olanları “cahilliklerinin” üstesinden gelirlerse, Kürtlerin, dindarların, Alevilerin bu toplumun “egemen kesimiyle” eşit olmasını savunmaları gerektiğini, demokrasiyi savunmadan laikliği savunamayacaklarını, toplumsal değişimin önünü açacak her hamleyi desteklemenin herkesin ortak çıkarına olduğunu anlayacaklardır.
Faşist olmak istiyorlarsa olsunlar, hayatla ve değişimle dövüşür, kaçınılmaz yenilgiye de katlanırlar.
Ama solcu olmak istiyorlarsa, eşitlik ve değişim için verilen mücadelede “ezilenlerin” yanında yer almak zorunda kalacaklar.
Muhafazakârların gerisinde kalarak solcu olamazlar çünkü.
Ahmet Altan - 18.08.2009 -kum saati
çelişki..çelişmek..enbüyükçelişkiinsanınkendisiyleçelişmesiymiş
seviyorum cümlesine 'ama'lar eklemek
Asl olan çelişki zaten. Çelişkilerin oluşturduğu bir hayatın çelişkisiz davranışaları asıl büyük çelişki. Kim farkında? :)
Varsaydıklarımızı mı yaşıyoruz yoksa yaşadıklarımızı mı varsayıyoruz? Bu ne yaman çelişki :)
sinirlarini zorlamis ve o sinirlarda erimekte olan sevgili bir bedeni gormenin, duymanin yarattigi tarifsiz parcalanmisliga ragmen o bedeni biraz daha biraz daha varedebilmek icin cirpinmak, onu beslemek, umut vermek, krediler dahi tukendigi halde. iskencesini uzatmak boylece.
sadece sevgiden ayrilamamak basucundan, kendini bir arada tutatacak gucu kaybettigin bir odadan cikamamak, ne yapsan cikamamak kapinin kolunu bulamamak, anahtari kim yutturdu sana,kim ustune bardaklarca su icirdi bilememek...
dedesi maraşta bir kadının baş örtüsüne el uzatıldığı için istiklal savaşını başlatan kişinin genç kızların baş örtüsü takmasına karşı olması durumudur...
aynı anda iki farklı olgunun olabilir gelme durumunda, bünyenin kendini seçim yapma zorunluluğu içinde hissetmesine ve o his içinde nedense bir süre mesai geçirmesine verilen addır. çelişmek fiili bir süreci kapsar ne de olsa değil mi? kişi hemencecik bir seçim yapıyor ise, iki farklılık arasında kendine yakın olanı, istediğini ya da olması gerekeni seçiverdiğinde hemencecik, ona bir çelişki denmez değil mi?
denmez elbette. ama önemli olan bu değildir. önemli olan, çelişen bünyenin her iki seçenek için yeterince güçlü argümanları üretip üretemediğidir. sonuçta her iki seçeneğin varoluş nedeni vardır ve bünyenin seçiminde en etkili olacak unsurlardan biri kişinin gönlünün nereye kaydığıdır bu varoluş nedeniyle doğru orantılı.
ne var ki, çelişkinin doğası mantık taşları ile örülmüştür. ben hayatımda bir kişi görmedim ki çelişirken mantık yürütmeye, karışıklığı aklı ile çözmeye çalışmasın. akıl, fikir yürüten özneyi, fikir yürüten özne de sonuçlara varan özneyi doğurur. işte bu yüzden çelişkiler fikir yürütmenin siyahı ve beyazını sembolize ederler. siyah ile beyaz çelişkilerin en metaforik arkadaşıdır herhalde tarih sayfalarından da kopup gelen.
velhasıl kelam, kanaatimce çelişki varoluşsal bir kavramdır. dualite ile de kökten ilintilidir.
gerçi çelişilen iki unsurdan mutlaka birisi daha ağır basar ve bu ağır basış seçimin iskeletinde önemli bir rol oynar ya neyse, o başka bir konu:')
bana serbest, size yasak..
yazık, çelişti fikriyle.
kusura bakma mayakovski; kimseyle paylaşamam sevdiklerimi.
ya bu çelişki ne demek
'Les adieux'
2.Bölüm...
(Godowsky'den...)
matematik'te sembolik mantık derslerinde görmüşüzdür....
bir önerme verilir.. (p ise q) ancak ve ancak (q ise p) nin değili...
bu tarz önermelerde bir tablo çizerdik... p ve q ya doğru ve yanlış diye değerler verirdik...
sonuca baktığımızda tüm alternatiflerimiz bize ''0'' yani yanlışı veriyorsa buna ''çelişki'' derdik...
aksi de totoloji idi..
velhasılı...tüm önermelerimizin sonucu bizi yanlışa götürüyorsa,yani sokak çıkmaz sokak ise buna çelişki diyoruz...
Herhangi bir fikri savunmak adına yorumlarda bulunan bazı kişilerin,söyledikleri ile zıt istikamette savunma yapmaya çalışmalarıdır diyebilirim...Misal: Kurtlar vadisi şiddet içeren bir dizi değildir (Derken..) Yıllarca Amerikan şiddet filmlerini izledik..! (Demektedir..!) Ve en can alıcı nokta ise; Akıllı insanlar gibi izleyip gittiklerini söylemeleridir...Bu ne Yaman Çelişkidir o zaman.? ? ? ?
Müslümanın laik ya da laikin müslüman olması.! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
içimde nefes alan o olmalı
Çelişki, iki farklı konu arasında karar veremeyerek çelişkiye düşmektir.! ! ! ! ! Allah allah, aceba iki değilde üç farklı konu değilmiydi? yoksa bir farklımıy dı? .... =0(
antolojide, çok sık karşılaştığımız bir cümle var...
' değerlerime saldırma '
bu cümleyi sık kullanan rumuzların nedir // forum yazılarına bakıldığında genellikle kendi ile çeliştiği görülür...
gayet tabii yorumsuz...
-alo sevgilim hiç arayıp sormuyorsun
-ya ben aradım seni ulaşamadım
-hee öylemi söyle bakim niye aradın? çok mu özledin?
-......
acaba bu bir çelişkimidir?
-aa ne oldu gözüne
-kapı çarptı sınıfa girerken hasan çıkıyormuş tam ben girmişim
-iyide oğlum sınıfın kapısı içeri doğru açılmıyor mu?
tarkan
ve rizeli oluşu
-Beni gormek demek bizatihi yuzumu gormek demek degildir. Beni
dusuncelerimde anliyorsaniz bu kafidir.
M.K. Ataturk
- Beni goren cennetliktir
Hz. Muhammed
On yargilardan uzak bakildigi zaman... aslinda ayni seyi konusan iki insan
gormek hic de zor degildir...
öylesine
doyumsuz
tükenmez bir yaşama isteği
farkında değil
tüketiyor
sona yaklaştırıyor kendini
yaşıyoruz!
nefesi almak mı istiyoruz vermek mi?
teist........................by by by ? ? ?
milliyetçi..................t.c ? ? ?
ateist......................şükürler olsun kii? ? ?
'entry' miz.....yurdum insanına....- ;)) ...Pp
diyalektiğin esası...yani hayatın ta kendisi...
iyi hafıza, dengeli bir kişilik gerektirir. hiç olmazsa başkaları anlamasın değil mi?
otobüste saati soran adam.
celiski kedilerin oynayip iyice karistirdigi yumaktir