Cə llad! Sə nin qalaq-qalaq yandırdığın kitablar Min kamalın şöhrə tidir, min ürə yin arzusu... Biz köçürük bu dünyadan, onlar qalır yadigar, Hə r və rə qə nə qş olunmuş neçə insan duyğusu.
Min kamalın şöhrə tidir, min ürə yin arzusu... Yandırdığın o kitablar alovlanır...Yaxşı bax! O alovlar şölə çə kib şə fə q salır zülmə tə ... Şairlə rin nə cib ruhu mə zarından qalxaraq,
Alqış deyir eşqi böyük, bir qə hrə man millə tə ; O alovlar şölə çə kib şə fə q salır zülmə tə ... Cə llad! Mə nim dilimdə dir bayatılar, qoşmalar, De, onları heç duydumu sə nin o daş ürə yin?
Hə r gə raylı pə rdə sində min ananın qə lbi var... Hə r şikə stə m övladıdır bir müqə ddə s dilə yin; De, onları heç duydumu sə nin o daş ürə yin? Söylə , sə nmi xor baxırsan mə nim şer dilimə ?
Cə llad! Yanıb od olsa da, külə dönmə z arzular, Tə biə tin ana qə lbi qul doğmamış insanı! Hə r ürə yin öz dünyası bir sə adə t arzular, Qanlar ilə yazılmışdır hə r azadlıq dastanı...
Tə biə tin ana qə lbi qul doğmamış insanı! Ə zə l başdan düşmə nimdir üzü murdar qaranlıq... Hə r torpağın öz eşqi var, hə r millə tin öz adı. Kainata də yişmə rə m şöhrə timi bir anlıq,
Mə nə m odlar ölkə sinin günə ş donlu övladı! Hə r torpağın öz eşqi var, hə r millə tin öz adı! Nə dir o dar ağacları, de kimlə rdir asılan? Oyuncaqmı gə lir sə nə və tə nimin haqq sə si?
Dayan! ...Dayan! Oyaq gə zir hə r ürə kdə bir aslan. Boğazından yapışacaq onun qadir pə ncə si, Oyuncaqmı gə lir sə nə və tə nimin haqq sə si? Cə llad! Sə nmi, de, qırırsan fə dailə r nə slini?
Millə timin saf qanıdır, qurd kimi içdiyin qan! Zaman gə lir...mə n duyuram onun ayaq sə sini; Şə hidlə rin qiyam ruhu yapışacaq yaxandan. Millə timin saf qanıdır, qurd kimi içdiyin qan! ...
Bir varaqla tarixlə ri, utan mə nim qarşımda, Anam Tomris kə smə dimi Keyxosrovun başını? Koroğlunun, Sə ttarxanın çə lə ngi var başımda. Nə sillə rin qoymayacaq daş üstündə daşını, Anam Tomris kə smə dimi Keyxosrovun başını?
Sür atını, dördnala çap! Meydan sə nindir...ancaq Mə n görürə m al geyinib gə lə n bahar fə slini... Qoca Şə rqin günə şidir yarandığım bu torpaq, Mə n yetirdim al bayraqlı inqilablar nə slini, Mə n görürə m al geyinib gə lə n bahar fə slini!
Genel anlamda dünyadaki tüm Türk Dillerini kapsayan bir kelime..özelde ise Türkiye'de konuşulan lehçeye verilen isimdir.. Türkiye Türkçesi Türk dil ailesinden en çok konuşanı bulunan lehçedir..diğer lehçeler ise anlaşılabilmesi bakımından sırayla şunlardır: Azerice (% 90) , Turkmence (% 70) , Özbekçe (% 60) , Uygurca (% 50) , Tatarca (% 30) , Kırgızca (% 20) , Kazakça (%15) , işin ilginç tarafı Uygurca taa Çin'de konuşulmasına rağmen Kazakça ve Kırgızca'dan daha iyi anlaşılabilir. bu benim şahsi deneyim ve gözlemlerim sonucu vardığım bir sonuçtur..ancak şunu unutmamak lazım; bize en uzak olan Kazakça ve Kırgızca bile en az 1 ay içinde rahatlıkla öğrenilebilir ve konuşulabilir.. Öncelikle yapılması gereken bir alfabe birliğinin gerçekleştirilmesidir. Alfabe birliği olduktan sonra bu lehçeler zamanla birbirlerine daha yakın olacaklardır..
Türkçe ile ilgili olarak 'sarıgri'nin burada verdiği ve alıntı olduğunu belirttiği açıklamayı isterim ki herkes bilgisayarına alsın...zaman zaman da okusun...hatta çevresine okutsun... Ben derhal alıp ve de bir çıktı ile de çoğaltıp C.tesi günleri şiir konulu yaptığımız toplantıya katılan tüm arkadaşlara dağıtacağım...en azından böyle bir hizmetde bulunmak da benden olsun...Neden Türkçe'mi bu kadar çok sevdiğim bu yazıyı okuyunca daha da belli oldu....sarıgri'ye alenen teşekkürler...
Bir millet kültür bakımından ileri seviye ise, yüksek bir düşünce hayatı varsa, er ya da geç bu üstünlük dillerinde de ortaya çıkar. Dilde üstünlüğe erişmemiş bir millet kültür bakımından da gerçek üstünlüğe ulaşamaz.
Dilde üstünlük sağlayamayan bir milletin düşünceleri de kapalı, dar ve sınırlı kalır. Öyleyse kültürle dil birbirinden ayrılmaz bir ilişkidir. Birlikte gelişir ve birlikte geliştirirler. Birinde üstün olan diğerinde de üstündür.
Düşünce ve duyguları nesilden nesile aktaran dil, her türlü kültür faaliyetlerinin temelini teşkil eder. İnsan dil aracılığıyla bilgi edinir. Milli ve içtimai yükseliş dil ile olur. Bir milletin dilini bozarsanız o milletin bütün faaliyetlerini aksatmış olursunuz. Geçmişle olan bağını kesmek yanlışlığına düşmüş olursunuz. Ülkemizde asırlardan beri süregelen uygun bir tartışma var. Bu sizin de bildiğiniz gibi “Aydın-Halk” çatışmasıdır. Aydın kavramı hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
Bu meseleyi iki kavramı izahla başlamak gerekir. 1. Mankurt: Düşman eline düşüp eziyeti ve işkence sonucu hafızasını ve bilincini kaybetmiştir. Bu insanlar kendi milletlerini dahi tanıyamaz duruma gelirler. Uzağı-yakını, faydalı ve zararlıyı tanıyamazlar. 2. Köz kurnazlık: Akıl, sağlık ve hafızaları yerindedir. Üniversite okumuş, yüksek kültürlü kişilerdir. Kendi dışında pek çok milletin kültürünü ezbere bilirler.
Hak,hukuk,adalet,barış,dostluk ve insanlık sözleri ağızlarından hiç düşmez. Hitapları güzeldir. Fakat bunları tedavi gerektiren tehlikeli bir hastalıkları vardır. Kendi öz milletinin tarihini öğrenme amaçları yoktur. Milli menfaatlerin yerini şahsi menfaatler alır. Mankurtların iletişim aracı ingilizce yeni ve çağdaş adıda küreselleşme olmuştur.
Malum son yılların hep tekrar edilen bir sözü var. “Her işin başı eğitim” eğitim ama nasıl her şeyden önce eğitim milli olmak zorunda. Türkün eğitimi türkçe olmalı. Cemil Meriç bakın ne diyor. “Avrupalılaşmak avrupanın dili ile olur. Onun dilide papaz mekteplerinde öğrenilir. Büyük mektepler asırlardır kaç tane bilim adamı türk yetiştirdi. Hepsi papağan adamlar yetiştirdi.”
Dil son derece önemlidir. Türkçeye ve türk kültürüne yabancı Amerikan hayranı insanlar, ülkemizin kaderini belirler durumda
Yurtdışındaki türklerin dil sorunu devlet nezdin de ele alınmalı milli eğitim ve bu vatandaşlarına dili öğretmelidir. Aydın.
8 TÜRKÇEMİZ HAKKINDA
Türkçemizin iki çıkmazı var. Bunlar: tasfiyeciler ve uydurmacılar. İnönü tasviyeciliği, Ataç uydurmacılığı. Dilde tasfiyeciler hakkı gösterecek hiçbir hukuki taraf bulunamaz. Uydurmacılık da dilimizi hiç de haketmediği bir yere getirdi. Örneğin; eskiler şeref,namus,haysiyet,vakar kelimelerini ayrı durumlar için kullanırlarmış. Günümüzde bütün bu kelimeler sihirli bir kelime olan “onur”un içine koyuldu.oysa bu kelimenin aslı fransızca olan “ honneur” dur.
Dünya türkleri hayat ve zevk kelimelerini bilir kullanır. Bu kelimeler yerini (zorla) yaşam ve beğeniye terketti.
19 yüzyılda120 000 kelimelik dil olan türkçe nasıl bu derece kısırlaştırıld? Bence bu türkçe kıyımının asıl sebebi Türk milletini geçmişinen koparmak arzusudur. Bir kelime dilden sökülüp atılmazsa o kelimenin taşıdığı anlam ve kelimede atılamaz. Bugün 30-40 bin kelime ile yetiniyoruz.
Shakespeare (şekspir) “ne mutlu ingilizlere ki dünyanın dört bir yanından kelime alan bir dile sahiptir.” Demiştir. Hiç bire dil kendi kendine yeterli değildir.
Günümüzde ne yazıkki en üstten en alta pek çok insan Atatürk’ü tanımıyor. Onun yenilik ve inkılaplarını çarpıtıyor. Şöyle ki Atatürk, hiçbir zaman “dil devrimi” yapmamıştır. Harf devrimi yapılış ama dil devrimi yapılmamıştır. Dil öyle bir vatandır ki, bozulursa ne millet kalır ne de devlet... devrim sözünün arkasına sığınmak hatadır.
Dilde sözde millilik adına türk dili ve kültürü yok edilmeye çalışılıyor.
Nesil geçmişinden koparılmış durumda. Gençler Yahya Kemal’i, Mehmet Akif’i, Reşat Nuri’yi, Necip Fazıl’ı sadeleştirmeden anlayamaz duruma geldi.
Mustafa kemal’in “ Nutuk” önemli kaynağımızdır. Ancak ne yazıkki onuda sadeleştirmeden anlayan genç çok çok azdır bu utanç duyulacak bir olay.
Milletimizin gözü önünde güpegündüz dil katlediliyor. Dili katledilmiş bir insan konuşamaz, düşünemez ve iletişim kuramaz. Dünyada olup bitenleri anlayamaz.
Haysiyet sözcüğünü yasaklayan bir millet haysiyetini nasıl korusun.
Millet,memleket,şahsiyet,haysiyet,istiklal,vatan gibi kavramlarla sorunu olanlar bu ülkeye hizmet etmiyorlar.
Demek istiyorum ki Türk dilini özleştirme çabasında olanlar bu bahaneyle halkı kendi benliğinden koparmayı amaçlıyorlar. Bu haysiyeti vurgulayan Cemil Meriç’i dikkatle okumalıyız.
Bir ağacın yapraklarını koparıp attıktan sonra yemişinin bir an önce gelmesini beklemek ne kadar akıl işi? İşte dilde sadeleşmeyi savunanlar bu yanılgıya batmış durumdalar. Ayrıca Türkçenin de islam kökenli kelimeleri atma konusunda çok titiz davranan bu dil şovalyeleri,batılı kökenli kelimeler konusunda aynı milliliği ve titizliği gösteremiyorlar daha doğrusu göstermiyorlar.
Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” adlı eserinde Mustafa Kemal’in kendisine: “Türkçe’nin hiçbir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik dili bir çıkmaza sokmuşuz” demiştir.
Her dil içinde yabancı kelime bulunur bu bir kültürel etkileşimdir. Doğal olanda budur.
Gençler asırlardır kullandığımız kültür varlığımız Osmanlıca’yı bilmiyorlar. Geçmişi edebi varlığını tarihi kaynakları arşivleri okumaktan aciziz. Ayıplarımızdan biriside bu. Oysa liselerde Osmanlıca dersi olmalı geçmişini bilmeyen geleceğinden emin olamaz.
Dil insanların duygu,düşünce ve isteklerini karşısındakine iletme aracıdır.. kültür ise bir milletin dil,din,ortak duygu, düşünce ve kabullerinin ortak ürünüdür.
Dil, edebiyatın temelidir. Edebiyat ise bir milletin ruhudur. Edebiyatı gelişmemiş milletler milli birlik vücuda getiremezler.
Musikide ses, resimde boya, mimaride taş neyse edebiyatta da kelime odur.
eran-bu ne yaw:[ kudus-ddtnin birikimi... eran-eee nolmuş ki? sinek için değil mi bu? kudus-sinek için ama arıyı da öldürmüş, arı ölünce tırtıllar overpopüle olmuş...:S ne dedim ben? eran- :)
Geçen haftanın dikkatimi çeken iki haberinden birisi “Türk çocuklarının Alman akranlarından yüzde şu kadar daha ahmak oldukları”na ilişkin “bilimsel” saptama; ikincisi, yine aynı Türk çocuklarının anadil öğrenimini iki-üç yaş gibi olmadık bir sürede tamamlıyor olmalarının çeşitli telmihleri.
Birinci iddianın sahiplerini, ikinci iddianın sahipleriyle bir araya getirip dinlemek lâzım, lâzım olmasına da, Batılılaştırmacı aydınlarımızın ilgisini “Türk dili” gibi milliyetçi ses veren bir konuya çekmenin mümkünmüş gibi durmadığı da muhakkak. Perdeyi biraz aralamaya çalışalım: Psiko-dilbilim, “psikolojinin dilbilimi” anlamında bir akademik uğraş olup, insanoğlunun dil edinme, kullanma ve anlama sürecini oluşturan psikolojik ve nörobiyolojik unsurları araştırır.
Psiko-dilbilim ve çocuklar...
Psikolojiyi kabaca bireyin davranışlarını, zihnini ve düşüncelerini; nörobiyolojiyi beynin biyolojik yapısını irdeleyen çalışmalar olarak tanımlayabiliriz. “Psiko-bilim” denilen akademik uğraş (ki, beynin nasıl işlediğine ilişkin verilerin olmadığı dönemlerde felsefecilerin işiydi) günümüzde psikoloji, biyoloji, nöroloji, iletişim teorisi gibi birden fazla araştırma dalını bütünleştirir; “kelimeleri” ve “gramer kurallarını” bir araya getirerek “anlamlı bir cümle” yapmamızı mümkün kılan “algılama süreçleri”ni araştırır. Bu bağlamda, konuşmaları, yazılı metinleri nasıl anlamlandırabildiğimizi çözümlemeye çalışır. Psiko-dilbilimin başlıca denekleri, çocuklardır. Doğumlarından itibaren dil öğrenmeye başlayan çocukların bu beceriyi nasıl elde ettikleri araştırılır.
Bu araştırmaların bir yan-ürünü de “konuşulan dil”e ilişkin bilgilerdir. Araştırmalar, çocukların dil öğrenme becerilerini etkileyen önde gelen unsurlardan birisinin anadillerinin yapısı olduğunu ortaya koymaktadır ki, bu da bizi ‘Türklerin en büyük icadıdır’ dediğim Türk diline getirir. Bu alanda Türkiye’de yapılan ilk kapsamlı araştırmalardan birisi, Prof. Dan I. Slobin yönetiminde gerçekleşmiştir. 1939 doğumlu Prof. Slobin, psikoloji lisansını University of Michigan’da; doktorasını 1964’te Harvard’da yaptı. Türkçe de dahil olmak üzere dokuz civarında dil bilen Slobin, halen UCLA’de hoca. ‘70’li yılların ortalarında Slav dillerine örnek olmak üzere eski Yugoslavya’da, Latin dillerine örnek olmak üzere Roma’da, Anglo-Sakson dillerine örnek olmak üzere ABD’de ve “Türkik dillerine” örnek olmak üzere İstanbul’da eşzamanlı çalışma yürütmüştür.
Hemen ifade etmeliyim: “Türkik dilleri”ni tırnağa alma nedenim, Türkçenin dünya dilbilim klasmanındaki “siyasi” konumlamasına dikkat çekmek. Şöyle ki, Türkiye Türkçesine “Türki” şeklinde giren “Türkik” kelimesinin mucidi, Çarlık Rusya’sı. Çarlık Rusya’sının Orta Asya halklarına ve dolayısıyla dillerine isim takmak ve siyasi gelişmelere göre bu isimleri değiştirmek gibi bir politikası vardı. Örneğin, “Kara Tatar” olarak bilinen Altay dilini “Oyrot” olarak değiştirmişlerdi ki Oyrot, Moğol oymaklarının birinin adıdır. Oyrot, bir süre sonra “Altay” olarak tekrar değiştirilmiş, “Uygur” yine bir süre için “Tarançi” olmuş, sonra tekrar “Modern Uygur” diye anılmış, Kazak’a “Kırgız” denmiş, vb. vb... Sonra zaman içinde, “Türk” kelimesi Osmanlılarla, “Türkçe” konuşanlar da İmparatorluğun Türk unsurları ile sınırlanıyor. Türkçe, “Türki” dillerin birisi konumuna indirgeniyor; “Altay dil ailesi” grubunun bir alt-başlığı telakki ediliyor. Dan I. Slobin başkanlığında yapılan o yıllardaki araştırmada 48 çocuk, 2 yaş 8 aydan başlanıp, 4 yaş 2 aylık oluncaya kadar üç ay arayla, her biri asgari altı saat süren incelemeye konu olmuşlardı. Çeşitli oyuncaklar kullanılarak, hangi komutu, ne kadar ve nasıl anladıkları saptanıyor, ayrıca sürekli açık olan kayıt cihazlarıyla kelime dağarcıkları, kendi kendilerine konuşmaları, gramer kurallarını uygulama biçim ve zamanlamaları kaydediliyor; dil öğrenme sürecinin basitten karmaşığa giden dönüm noktaları tesbit ediliyordu. Bu bağlamda, anlaşılması en zor komutlardan birisinin, örneğin, “kediyi besleyen bebeğin saçını okşa” şeklinde bir üçleme olduğunun söylendiğini hatırlıyorum. Profesör Slobin, Türk çocuklarının bu komutu araştırmanın yapıldığı diğer merkezdeki akranlarından çok önce öğrendiklerinin tesbit edildiğini söylemişti.
Türkçenin üstün nitelikleri
Nitekim, yabancı dillerle karşı karşıya gelen, yani bozulan Türkçede ilk düşen düzenleme de bu olur, “o bebek ki kediyi besledi, sen okşa saçını” gibi şekiller alırmış. Sonuç olarak, üç-dört yıl kadar süren değerlendirmeler bir araya getirildiğinde Türkçe konuşan çocukların dil becerisi edinme sürecini 3 yıl 8 aylıkken tamamladıkları, buna karşın, aynı koşullarda incelenen Slav çocuklarının öğrenme süreçlerinin yedi, İtalyan çocuklarının beş-buçuğu bulabildiğinin görüldüğü söylenmişti. Hiçbir araştırma sonucunun nihai ve mutlak olmadığı, benzer araştırmaların tekrarlanagelmesinin tasdikindedir. Buna karşın, süregelen araştırmalarda benzer sonuçlara varıldığı da geçen haftaki haberde de görülen bir gerçek. Türk çocuklarının üstün dil becerisine sahip olmalarının nedenlerine gelince, toplumsal ve dilbilimsel olmak üzere iki unsurdan bahsediliyordu. Toplumsal unsur, Türk çocuklarının büyük ailelerde ve büyüklerle birlikte büyüyor olmaları, kendi başlarına pek bırakılmamaları, hatta, uykusuz kalmaları pahasına da olsa, aile toplantılarının dışına itilmemeleri. Dilbilimsel unsur ise Türkçenin bizzat kendisi. Şöyle ki, Türkçenin her şeyden önce “logo” benzeri yapı taşlarından oluşan bir yapılanması var, yani, hecelerin yan yana getirilmesiyle oluşturulan “eklemlemeli” bir dil. Bu niteliği ile kelime türetmeye de fevkalâde müsait. Örneğin, “halı” kelimesini hatırlayamayan bir çocuk, “basmak” fiilinden yola çıkarak “bası” diye bir kelime türetebilir ve anlaşılabilir. Ya da, “diken” gibi bir bitkiden yola çıkarak, “dikenlenmek” gibi bir ruh halini ifade edebilir. Türkçenin bu özelliğinin bir telmihi sebep-sonuç ilişkisini tek bir kelimede ifade edebilmek, diğer telmihi de matematik dili olmasıdır. Burada, yıllardır bilgisayar dili ile Türkçe arasındaki ilişkiyi anlatmaya çalışan Oktay Sinanoğlu’nu saygıyla anmadan geçemeyeceğim. Türkçenin eklemlemeli bir dil olması kadar önemli bir diğer üstün niteliği de “ses uyumu”dur. Araştırmalar, kelime üretmede olduğu kadar, doğru cümle kuruluşlarında da ses uyumunun olağanüstü bir kolaylaştırıcı olduğunu göstermektedirler. Nitekim, Slobin’in araştırmasında kayıtlar dinlendiğinde Türk çocuklarının ses uyumunda hata yaptıklarına hemen hiç rastlanmamıştı; örneğin, dolaba, ‘dolep’ ya da saksıya ‘saksi’ diyen çocuk görülmediydi. “Türkik diller”e gelince; günümüzde “kabul gören” sınıflandırmalardan birisi de şöyle: (1) Güneybatı Türkik diller üçe ayrılırlar (a) Türkçe, Azerice, Türkmencenin oluşturduğu Oğuz grubu, (b) Kırım ve Kaşkay Türkçesinin oluşturduğu Gagavuz grubu, (c) Selçuk, Horasan grubu. (2) Kuzeybatı ya da Kıpçak grubu denilen Türkik diller dörde ayrılırlar (a) Kazak, Kırgız Türkçesinin oluşturduğu Arola Hazar grubu, (b) Karakalpak, Nogay grubu, (c) Karaçay-Balkar, Kamuk, Karayim Kırım Tatar grubu; sonra Tatar, Başkir Altay, Tuvin, Yakut... Sonra... Dilbilim uzmanlarını daha fazla (ve haklı olarak!) öfkelendirmeden burada bırakmalıyım!
Tanıtım: Demo Sunucu: Spiker Dükkan: Store Ucuzluk: Damping Bilgi Akışı: Brifing Koruma, muhafız: Body-guard Peki, olur, tamam: Okey Uğraş, ilgi alanı: Hobby Radyo sunucusu: Discjokey İlan Tahtası: Billboard Saygı, itibar: Prestij Özlem: Nostalji İki katlı ev: Doublex Bilgisayar: Computer Hanım ağa: First lady
Ana dilimiz Türkçe, yeryüzünün en eski ve en geniş coğrafya parçasında konuşulan gelişmiş, zengin bir kültür, bilim ve sanat dilidir. Türkçe en eski, en köklü dillerdendir diyoruz; çünkü bugünkü dillerin çoğu ortada yokken, hatta bugünkü bazı dillerin ataları sayılan diller bile ortada yokken Türkçe vardı.
Türkçe en geniş coğrafya parçasında konuşuluyor diyoruz; çünkü bugün artık Türk dili sadece Anadolu’da ve Balkanlarda değil, sadece Türkistan’da ve Sibirya’da değil; çalışmak amacıyla Avrupa’ya, Amerika’ya, Avustralya’ya giden vatandaşlarımız sayesinde dünyanın dört bucağında konuşuluyor. Türkçenin lehçeleri dediğimiz çeşitli kolları Balkanlardan Uzak Doğu’ya kadar geniş coğrafyada yazı ve konuşma dili olarak kullanılıyor. Bütün bu kollara Türk dili ailesi adını veriyoruz.
Türkçe, bugün Türk dil ailesinin en fazla konuşucuya sahip kollarından biridir. Yaklaşık 70 milyon kişinin konuştuğu Türkiye Türkçesi, sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde değil, diğer bölgelerde de konuşulan ve yazılan dillerdendir. 1980’lerin ortalarında UNESCO hazırladığı bir raporda, Türkçenin konuşucu bakımından dünyanın beşinci büyük dili olduğunu açıklamıştı. Hiç kuşkusuz, bu raporu hazırlayanlar Türk dilinin bütün kollarını, yani dil ve lehçelerini, bir bütün olarak kabul ederek bu sonuca ulaşmışlardı. Kesin nüfus sayımı sonuçlarına dayanmasa da Türk dilinin çeşitli kollarını konuşan 200 milyonu aşkın insan bulunduğu sanılmaktadır. Ancak UNESCO, daha sonraki yıllarda hazırladığı raporlarda Türk dil ailesini bir bütün kabul etmeyerek, her Türk lehçesini sıralamada ayrı ayrı değerlendirdi. Böylece Türk dilinin sıralamadaki yeri değişti. Bu durum gerçeği değiştiremez. Yaklaşık 12 milyon km2 lik bir alanda, Türk dilinin birbirine uzak veya yakın lehçeleri konuşulmakta, yazı dili olarak kullanılmaktadır. Bunlar içerisinde Türkiye Türkçesi, güncel birtakım sorunlarına karşılık; kültür, sanat, edebiyat ve bilim dilidir.
Herhangi bir dilde yazılmış bir romanın Türkçeye çevirisi yapılabiliyorsa, felsefe eserleri Türkçeye çevrilebiliyorsa, Türk yazarlarının eserleri yabancı dillere çevrilebiliyorsa; Türkçe bir kültür, sanat ve edebiyat dilidir. Bilim eserlerinin yazılabildiği, çevrilebildiği, yeni terimlerin türetilebildiği ve her aşamada öğretimin yapılabildiği Türkçe, bir bilim dilidir. Türkçenin bilim dili olmadığı, olamayacağı konusundaki sözler bir iddiadan öte gidemez.
Türkçe gelişmiş bir dildir diyoruz; çünkü Türkçenin söz varlığı bugün 75.000’e ulaştı. Türk Dil Kurumunun 1945’te çıkardığı birinci baskı Türkçe Sözlük’te 20.000 civarında söz vardı. 1998’de çıkan Türkçe Sözlük’te ise 75.000 söz var.
Türkçe, kavramlar yönünden son derece zengindir:Akrabalık ilişkilerimize verdiğimiz önemin sonucu akrabalık ile ilgili sözler başka hiçbir dilde görülemeyecek kadar fazladır, zengindir. Pek çok dilde bırakınız baldız, görümce, elti gibi sözlerin karşılıklarını, teyze ile halayı ayırt edecek sözler bile yoktur. Renk adlarımız, renklerin en küçük ayrıntısına kadar tonlarını verecek şekilde zengindir: Yavru ağzı, gül kurusu, gök mavisi...
Peki bu zengin söz varlığından yararlanabiliyor muyuz?
Yararlandığımız söylenemez...
Türkçe Sözlük’ün son baskısında madde başı olarak 75.000 söz var dedim. Ne yazık ki bu söz varlığından yeterince yararlanmıyoruz. Her toplumda gündelik hayatta kullanılan söz sayısı, o dilin genel söz varlığına göre düşüktür. Ancak, yapılan araştırmalara göre Türkiye’de bu oran çok daha düşük. Sokaktaki insanın söz varlığı elbette onun dünyasına göre olacaktır. Ama kitle iletişim araçlarının söz varlığı daha geniş olmalıdır. Birkaç yüz sözle, en fazla beş yüz altı yüz sözle, haber programları, hatta diziler çekiliyor.
Sözlük kullanma alışkanlığımız da tam olarak gelişmemiş. Sözlere kendimize göre anlamlar yükleyip kullanıyoruz. Bu durum, yalnızca yabancı kaynaklı sözleri değil, Türkçe kökenli sözleri de birbirine karıştırıp yanlış kullanmamıza yol açıyor. Söz gelişi gözaltına almak ile gözlem altına almak sözleri yerli yerinde kullanılamıyor. Bu yanlışı kitle iletişim araçları yapınca, yanlış kullanış toplumda hızla yayılıyor. Sözleri yerli yerinde bilerek kullanmak gerekir, anlamı bilinmeyen sözler için mutlaka sözlüğe başvurulmalıdır. Bunun eğitimi ilkokuldan başlayarak yapılmalı. Zaten bu işin temeli de eğitimdir. Okullarımızda Türkçe eğitimi gözden geçirilmeli ve bilişim teknolojilerinden de yararlanılarak düzenlenmelidir. Bu konuda Millî Eğitim Bakanlığımıza büyük görevler düşmektedir.
Peki Türkçeyi doğru ve güzel olarak kullanıyor muyuz?
Ne yazık ki bu soru için de evet diyemeyeceğim...
Türkçenin kullanımıyla ilgili olarak yaşanan sorunların başında söyleyiş bozuklukları geliyor. Türkçe kökenli sözlerde söyleyiş bozukluğu fazla görülmüyor, ama yabancı kaynaklı alıntı sözlerde söyleyiş bozukluğuna sık rastlıyoruz. Bu yanlışlardan kurtulmak için kullandığımız sözün doğru söyleyişini bilmemiz gerekir. Dilimizde karşılığı bulunan sözlerin Türkçesini kullanmak da bu yanlışlardan kurtulmamızı sağlar. Dilimizde karşılığı olmayan sözleri de kullanırken Türkçede kabul görmüş ve yaygınlaşmış şekilleriyle kullanmalıyız: hâkem değil hakem; râkip değil rakip demeliyiz. Bu yanlışları radyo televizyon sunucuları yapınca yanlışlar hızla yayılıyor.
Türk Dil Kurumunun yayımladığı Türkçe Sözlük’ün 1998 yılında yapılan 9. baskısında bu tür sözlerin söylenişi de verilmiştir. Uzun söylenmesi gereken ünlüler, ince söylenmesi gereken ünlüler belirtilmiştir. Radyo ve televizyon sunucularına, spikerlerine bu konuda büyük görev düşüyor. Sunucular ve spikerler, sözleri doğru biçimlerde söylerlerse, doğru biçimler toplumda daha hızlı olarak yayılır. Özel radyo ve televizyonların yayına başladığı ilk günlerdeki görüntü yavaş yavaş kayboluyor. Artık, spikerler ve sunucular daha özenli konuşuyorlar. Yanlışlardan kaçınıyorlar. Ancak, bu demek değildir ki kitle iletişim araçlarında Türkçe tamamen yanlışsız kullanılıyor. Türkçeyi doğru ve güzel kullanma konusunda duyarlı davrananlar çoğalmaya başladı. Önemli olan bu duyarlılığın, bu bilincin uyanmasıdır.
Günümüz Türkçesinin en önemli sorunu, yabancı dillerin, özellikle de İngilizcenin, Türkçeyi olumsuz olarak etkilemesi. İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan ve İngiliz kültürleri bütün dünya dillerini etkilemeye başlamıştı. Türkiye’de İngilizce ile öğretime başlandığı 1950’lerde Anglo-Sakson kültürünün yoğun etkisi de kendisini hissettirdi. İngilizce sadece Türkçeyi değil, başka dilleri de etkiliyordu. Fransızlar dillerini korumak amacıyla yasa bile çıkardılar. Yabancı dil öğrenme düşüncesi, zamanla yabancı dille öğretime dönüştü ve yaygınlaştı. Çocuklarımıza yabancı dil öğretelim. Hatta çocuklarımız bir değil birkaç yabancı dil bilsinler. Ama yabancı dille öğretim, yanlış bir yol. Yabancı dili yabancı dil dersinde öğretelim. Matematiği, fiziği, kimyayı gençlerimiz ana dillerinde Türkçe olarak öğrensin. İngiliz-Amerikan kültürünün etkisi sadece dilde değil, pek çok alanda kendisini gösterdi. Beslenme alışkanlıklarımızdan, giyime, müziğe kadar pek çok alanda bir etkilenme söz konusu. Ancak, en fazla dikkati çeken de dildeki etkilenme oluyor. Dilimizi olduğu kadar, diğer ulusal değerlerimizi de yaşatmak zorundayız.
Özenti ile dilimize yabancı sözlerin girişi de arttı. Türkçesi varken yabancı kaynaklı sözleri kullanmak özentiden başka bir şey değildir. Dilimizde karşılığı bulunmayan sözler için de karşılık türetmek gerekir. Türk Dil Kurumu öteden beri bu çalışmayı yürütüyor. Bugün kullandığımız pek çok sözü bu çalışmalara borçluyuz.
Yabancı dillerin etkisinin artması, Türkçenin söz varlığını, söz dizimi özelliklerini olumsuz yönde etkiliyor. Divan Oteli demek dururken Hotel Divan, Marmara Oteli demek dururken The Marmara demek, Türkçenin söz dizimi özelliklerini zorlamaktır. Son zamanlarda bir de çeviri yoluyla anlatım türü ortaya çıktı. Sözler Türkçe, ama anlatım kalıbı yabancı kaynaklı... Doğru olmayan bu kullanışlar da yaygınlaşıyor: Çay içmek, kahve içmek yerine çay almak, kahve almak; özür dilerim yerine üzgünüm gibi kullanışlar bunlara sadece birkaç örnek. Türkçenin yapısına ve mantığına aykırı bu yanlışlardan kurtulmamız gerekiyor. Türkçemize son yıllarda Batı dillerinden, özellikle de İngilizceden, bir söz akını olduğu gerçektir. Sözlerin bir bölümü teknolojiyle birlikte geldi. Yeni bulunan ve yeni üretilen aletler, ülkemize gelirken adını da birlikte getirdi: air-conditioner, disket, faks, kamera, kompakt disk, monitör, printer, radyo, televizyon, tubeless, video, walkman… Dilimizin doğal gelişmesi içerisinde bu aletlerin çok az bir kısmına karşılık bulunabilmişti: buzdolabı, bilgisayar, derin dondurucu vb... Buna karşılık yabancı kaynaklı sözlerin dilimize girişi her geçen gün biraz daha artıyordu. Yeni bulunan ve üretilen aletlerin adları girmekle kalmadı, bu aletlerin çeşitli özellikleri, parçaları, kullanıcıları ile ilgili sözler de dilimize girmeye başladı, hatta bu sözlerden fiiller türetildi: air-conditoned araba, kaset, diskjokey (kısaltılması de je olarak değil, İngilizcedeki biçimiyle söylendi: dicey) , videojokey (ve je değil, vicey biçiminde söylendi) , fakslamak, hardware, software, zapping, zaplamak, zoomlamak... Kısa bir süre içerisinde yabancı kaynaklı söz kullanmak bir özenti halini aldı. Günlük hayatta, çarşıda, pazarda, radyoda, televizyonda, basında, okulda, sporda kısacası her yerde yabancı kaynaklı sözler artık bilinçsizce kullanılır oldu.
Bu olumsuz duruma karşılık, daha önce söylediğim gibi toplumda Türkçe bilincini uyandırmak ve canlı tutmak zorundayız.
Dilimizin zenginleştirilmesi konusunda Türk Dil Kurumu geçmişte olduğu gibi bugün de üzerine düşen görevi yapacaktır. Dilimize girmekte olan yabancı kaynaklı sözlere karşılıklar bulunması, Türkçeyi geliştiren ve zenginleştiren çalışmalardan biridir. Kültürler arası ilişkiler dillerin birbirlerinden etkilenmesi gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Mesafelerin ortadan kalktığı toplumların birbirine yakınlaştığı çağımızda, bu etkilenme daha büyük boyutlarda olmaktadır. Bu kelimelere Türkçenin kaynaklarından yararlanılarak karşılıklar bulmak ve Türkçe kökenli sözleri kullanmak, bir yandan dilimizin gelişmesine katkıda bulunulurken diğer yandan da teknolojiden, bilimden, ana dilimiz aracılığıyla yararlanmamız sağlanmaktadır.
Türk Dil Kurumu olarak, Atatürk’ün 'Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.' sözünü kendimize ilke edinerek, dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarma mücadelesini veriyoruz. Türk Dil Kurumu olarak, öteden beri yabancı kaynaklı sözlere karşılıklar buluyor, bu karşılıkları Türk Dili dergisinde yayımlıyoruz. Bu karşılıklara birkaç örnek vermek istiyorum: Anchorman karşılığında ana haber sunucusu; arboretum karşılığında ağaç parkı; viyadük için köprü yol; eskort için koruma aracı; fac-similé için belgegeçer, onun kısaltılmış şekli olan faks için ise belgeç; reyting için değerlen-dirme; rantiye için getirimci; avans karşılığında öndelik; boarding card için uçuş kartı vb...
Bu sözler kitap haline de getirilmiştir. Yabancı Kelimelere Karşılıklar adındaki kitabın birinci cildi 1995’te, ikinci cildi ise 1998’de yayımlandı. Bu kitapların yayımlanmasından sonra önerilen karşılıklarla birlikte yeni baskısı önümüzdeki ay içerisinde yapılacaktır. Ancak önemli olan, bu sözlerin kamuoyunca benimsenmesi, dilimizin söz varlığı içerisine girmesidir. Burada topluma, özellikle aydın kesime, sanatçılara, yazarlara düşen görevler var. Türk Dil Kurumunun yabancı kaynaklı sözlere bulduğu karşılıkları yazarlarımız sanatçılarımız, sunucularımız benimser ve kullanırsa, bu sözler toplumda hızla yaygınlaşacaktır. Toplumun benimsediği bir söz artık dilin malı olmuş demektir.
Çalışmalarımız, terimlerin Türkçeleşmesini de içermektedir. Terimlerin Türkçeleştirilmesi demek, Türkçe terimlerle bilim yapmak anlamına gelir. Bu da bir bilim dili olan Türkçenin daha da gelişmesini güçlenmesini sağlayacaktır. Türk Dil Kurumu olarak mühendislik bilim dallarındaki terimlerin Türkçeleştirilmesi ve bütün mühendislik fakültelerinde ortak terimlerle öğretim yapılması konusunda Mühendislik Dekanları Konseyi ile iş birliği içerisinde çalışma yapmaya da başladık. Bu amaçla 26 Nisan 2002 günü Türk Dil Kurumunda düzenlediğimiz Mühendislik Terimleri Bilgi Şölenine üniversitelerimizden yüze yakın bilim adamı tartışmacı olarak katıldı. Bu toplantının sonucunda çalışma grupları oluşturuldu. Her bilim dalında bu tür çalışmalar yapılması, Türkçeyi bilim dili olarak daha da geliştirecektir.
Türkçedeki yabancı ögelerin artmasından, kitle iletişim araçlarında Türkçenin bozuk ve kulak tırmalayıcı bir biçimde kullanılmasından bizler de rahatsızız. Aslında aklı başında herkes, Türkçedeki bu yabancılaşmadan rahatsız.
Dildeki yabancılaşmanın bir başka boyutu, iş yerlerine yabancı adlar verilmesi. Bu eğilim ne yazık ki gittikçe yaygınlaştı ve sokaklarımızın, caddelerimizin görüntülerini bozdu. Sokaklarımız bize tanıdık gelmiyor artık... Büyük alış veriş merkezlerinin, büyük mağazaların yabancı adlar kullanmasından sonra mahalle bakkalının, mahalle kasabının da bu akıma kapılarak iş yerine yabancı adlar vermesi, bana kendisini ördek sanarak göle dalan civciv masalını anımsattı. Rainbow Kasabı, Groseri Market, Coiffeur Angle gibi sizin de sokaklarımızda, caddelerimizde göreceğiniz yüzlerce ad, yabancılaşmanın, kendini inkârın örnekleridir. Bir kasabın dükkânına rainbow adını vermesi kadar gülünç, gülünç olduğu kadar da düşündürücü, kahredici başka bir şey yoktur. Bunlar yabancı firmaların temsilciliğini yapanlar, bayii olanlar değildir. Ancak, bu akımın özellikle yabancı firmaların temsilcilikleriyle başladığını da belirtmem gerekir. Son zamanlarda Türkçe veya Türkçeleşmiş adlar iş yerlerinde kullanılırken gelenekleşmiş Türk imlâsı yerine yabancı imlâsıyla yazma eğilimi dikkat çekiyor: Efendy, Hotel Taxim, Eskidji, Laila, Wishne Bar, Neshe, Kitapchi, Yemish, Kebabchi, Derichi... gibi iş yeri adları, Osmanlı Devletinin son günlerindeki işgal dönemi İstanbul’unu anımsatıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bunları hangi düşünce ile yapıyorlar anlamak mümkün değil. Bu, Türkçeyi bir İngiliz gibi, bir Amerikalı gibi yazmaktan başka bir şey değildir. Alfabemizdeki Ş, Ç harflerini bizzat Atatürk’ün başkanlığını yaptığı bir kurul belirlemiştir. Bu iş yerleri Atatürk'ün Yazı Devrimine ve 1353 sayılı Alfabe Yasasına aykırı hareket etmektedirler. Atatürk’ün Yazı Devrimine saygısızlık olarak adlandırılması gereken bu davranışı yapanlar uyarılmalıdır. Ülkemizin mağazalarının, kuruluşlarının adlarının Türkçe olması ve Türk alfabesiyle yazılması esas olmalıdır.
Bunları önlemenin yolu, öncelikle toplumda Türkçe bilincinin uyandırılmasından geçmektedir. Ancak, özellikle iş yeri adlarındaki yabancılaşma karşısında yerel yönetimler etkili olabilir. İş yeri açılışı için ruhsat başvurusu sırasında, iş yerine yabancı ad vermek isteyenlere belediyeler izin vermeyebilir. Türk Dil Kurumu olarak, bu konuda daha kalıcı ve etkili bir yasal düzenleme için girişimde de bulunduk.
Dilin söz varlığının zenginleştirilmesi, bütün bilim dallarında öğrenim ve araştırmanın sürdürülmesi için dile terimlerin kazandırılması, dildeki gereksiz yabancı ögelerin ayıklanması gereklidir. Bunlar yapıldığında dilde iyileştirme, daha doğru bir söyleyişle, gelişme, zenginleşme yaşanır.
Bilimde, teknolojide yaşanan gelişmeler dile de yansır. Yeni kavramlara, yeni ürünlere dilimizin kaynaklarından yararlanarak karşılık bulmamız gerekir. Türkçe söz köklerinden işlek eklerle yapılan yeni türetmelerle dilin söz varlığı zenginleştirildiği gibi, aynı yolla dile kazandırılacak terimlerle Türkçenin bilim dili olarak gelişmesine katkıda bulunmuş olacağız. Bu yapılmadığı takdirde yabancı sözler, yabancı terimler dile girer. Dildeki gereksiz yabancı ögelerin ayıklanması da gereklidir. Birer özenti alıntısı niteliğinde olan show, konsensus, transformasyon, efor gibi sözler Türkçede karşılıkları olmasına rağmen kullanılmaktadır. Öncelikle bu özenti alıntılarının ayıklanması gerekir. Geçmişte de Türkçeye Arapçadan, Farsçadan özenti alıntıları girmişti: Türkçede güneş varken Arapçadan şems, Farsçadan hurşid, afitab sözlerinin girmesi gibi. Üstelik bazı alıntı sözler, dildeki birkaç sözün yerine kullanılmakta, dilde yoksullaşmaya yol açılmaktadır. Türkçede değişim, dönüşüm, kabuk değiştirme gibi ince anlam özelliklerine sahip sözlerimiz varken bunların yerine kullanılan tranformasyon dilde yabancılaşmanın yanı sıra söz varlığında yoksullaşmaya da yol açıyor. Üstelik bu sözü kimileri transformeyşın, kimileri de transformasyon diye söyleyerek ayrılıklar da yaratıyorlar.
Türkçenin şu andaki en önemli sorunu, dildeki yabancı ögelerin artmasıdır. Her dilde yabancı kökenli söz vardır. Hiçbir dil saf değildir. Türkçe de pek çok dile söz vermiş, pek çok dilden söz almıştır. Türkçenin İngilizceye verdiği sözler de vardır. Bunlardan en ilgi çekici olanı son zamanlarda dilimize giren kiosk’tur. Bu söz Türkçeden İngilizceye geçen köşk sözüdür. İngilizcede kiosk biçimine dönüşmüş ve bizim sözümüz bu defa farklı bir anlamda karşımıza çıkmıştır. Dildeki yabancı sözlerin bir ölçüsü olmalıdır. Bu ölçü dilin kimliğini bozacak derecede olmamalıdır. Dil gerek duyduğu sözleri, karşılık bulunmaması durumunda yabancı dillerden aynen veya ses değişikliğine uğratarak alır.
En kötüsü dilin söz dizimi özelliklerinin yabancılaşması, yabancı eklerin dile girmesi, dilin mantığına aykırı kullanışların yaygınlaşmasıdır. Türkçede çokluk eki -lar, -ler varken, İngilizcedeki çokluk eki ’s’nin kullanılması, Türkçede -nın, -nin eki varken İngilizcedeki ’s ekinin kullanılması, üzerinde dikkatle durulması gereken konudur. İnternette gördüğüm bir ağ sayfasının adresinde ‘okuls’ sözü vardı. Sayfanın hazırlayıcısına bu sözdeki s’nin anlamını sorduğumda bana verdiği yanıtta, sözün okullar anlamına geldiğini ve İngilizcedeki çokluk ekini ilgi çeksin diye kullandıklarını söylüyordu. Türkçede ‘article’ olmamasına rağmen, bir otelin adında ‘the’ biçimini kullanması dile yabancı sözlerin girmesinden daha tehlikelidir. Bunlar dilde olmayan, dilin yapısına uymayan biçimlerin dile sokulmasıdır. Bu, kan grubu B olan bir kişiye A grubundan kan vermek gibi bir şeydir.
Dilimizi bekleyen tehlikeye gelince... Üçüncü binyılın henüz başlarındayız... İnsanlığı yeni binyılda nelerin beklediği, geleceğin dünyasının nasıl olacağı, bilimde hangi noktalara ulaşılacağı gibi çeşitli konularda bilim adamları öngörülerde bulunuyorlar. Bu öngörülerden biri de yeryüzündeki dillerle ilgili. Yeni binyılın daha ilk yüzyılı sona ermeden yeryüzündeki pek çok dilin yok olacağı öngörüsünde bulunuluyor. Ürpertici bir öngörü... Bir dilin yok olması demek, bir kültürün, dahası bir ulusun yok olması demektir. Dilini kaybeden bir ulusun bireylerinde genlerin birkaç kuşak daha yaşayacağı, ulusların biyolojik olarak varlıklarını sürdürebileceği ileri sürülebilir. Ulusu oluşturan en önemli öge dil olduğuna göre dili yeryüzünden silinmiş bir ulusun varlığının da silinmiş olacağı bir gerçektir. Geçmişte bu durumun örnekleri vardır. Ancak, Türkçe için böyle bir tehlike söz konusu değildir. Türk ulusu diline sahip çıktıktan sonra, karamsar olmamak gerekir. Bu bilinç uyandıktan sonra Türkçemizin geleceği konusunda endişeye yer yoktur. Üçüncü binyılda Türkçemizi aydınlık günlerin beklediğine inanıyorum.
Ülkemizde Türkçe ile ilgili tek resmî kurum Türk Dil Kurumudur. İmlâ kılavuzları, sözlükler, dil bilgisi kitapları hazırlama görevi yasa ile Türk Dil Kurumuna verilmiştir. Ancak, bu işi yapan bir kurum var diyerek herkesin bir kenara çekilmesi, Türkçenin katledilmesine seyirci kalması mümkün değildir. Türkçe hepimizin en kutsal varlığıdır. Türkçe bizim kimliğimizdir, adımızdır, soyadımızdır, türkümüzdür, şarkımızdır, sevgimizdir. Şairin dediği gibi Türkçe, ses bayrağımızdır. Bayrağımızı koruduğumuz gibi dilimizi de korumalıyız. Biz bu dilimizi atalarımızdan miras aldığımız kadar, gelecek kuşaklardan da ödünç aldık. Ele ele verelim, dilimize sahip çıkalım. Gelecek kuşaklara Türk’e yakışır bir Türkçe bırakalım. Prof. Dr. Şükru AKALIN Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu Başkanı
Türkçe (Arapça ve Farsça mâna meyveleriyle yoğrulmuş büyük lisân) Agobça(TDK'nın yıllarca başında bulunan ERMENİ AGOB DİLAÇAR'ın türettiği ve öz(!) Türkçe diye yaftaladığı yeni dil, bir dil ki dil kelimesi(sözcüğü(!)) dahi sadece bir et parçasından ibaret kalıyor.)
Türkçe'nin incelenmesi, özleştirilmesi, geliştirilmesi için çalışan kurum, Atatürk'ün teşviki ve himayesiyle Semih Rıfat, Ruşen Eşref (Ünaydın) , Celal Sahir (Erozan) , Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) tarafından 12 Temmuz 1932’de kuruldu.
26 Eylül 1932'de Dolmabahçe Sarayında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı, kurumun çalışma programı olarak şu maddeleri tespit etti: 1.Türk dilinin başka dil aileleriyle karşılaştırılması,2.Türk dilinin tarihi ve karşılaştırmalı gramerlerinin yazılması,3.Anadolu ve Rumeli ağızlarından kelimelerin derlenmesi, Osmanlıca kelimelere Türkçe karşılıklar bulunması,4.Türkçe bir sözlük hazırlanması,5.Kurumun organı olarak bir derginin yayımlanması,6.Türk dili üstüne yazılmış yerli ve yabancı eserlerin toplanması ve gerekenlerin çevrilmesi,7.Terimlerin Türkçeleştirilmesi.
Türkilizce'ye dönüş(tür) ülmekte olan; yüzyıllarca yanlış kararlar, araplaşma, batılaşma, öze dönüştürme gibi bir çok akımın kurbanı olmuş Sevgili(m) dilim..
Türkçe çok güzel bir dil, edebiyatı ağır,süslemeleri anlamlı yoğun manalar taşıyan bir dil
bi çok kelimesi arapça ve farsçadan gelme son dönemlerde de avrupa dillerinin etkisi altında kalan lastik
Cə llad! Sə nin qalaq-qalaq yandırdığın kitablar
Min kamalın şöhrə tidir, min ürə yin arzusu...
Biz köçürük bu dünyadan, onlar qalır yadigar,
Hə r və rə qə nə qş olunmuş neçə insan duyğusu.
Min kamalın şöhrə tidir, min ürə yin arzusu...
Yandırdığın o kitablar alovlanır...Yaxşı bax!
O alovlar şölə çə kib şə fə q salır zülmə tə ...
Şairlə rin nə cib ruhu mə zarından qalxaraq,
Alqış deyir eşqi böyük, bir qə hrə man millə tə ;
O alovlar şölə çə kib şə fə q salır zülmə tə ...
Cə llad! Mə nim dilimdə dir bayatılar, qoşmalar,
De, onları heç duydumu sə nin o daş ürə yin?
Hə r gə raylı pə rdə sində min ananın qə lbi var...
Hə r şikə stə m övladıdır bir müqə ddə s dilə yin;
De, onları heç duydumu sə nin o daş ürə yin?
Söylə , sə nmi xor baxırsan mə nim şer dilimə ?
Qoca Şə rqin şöhrə tidir Füzulinin qə zə li!
Sə nmi 'türkə xə r' deyirsə n ulusuma, elimə ?
Dahilə rə süd vermişdir Azə rbaycan gözə li,
Qoca Şə rqin şöhrə tidir Füzulinin qə zə li!
Cə llad! Yanıb od olsa da, külə dönmə z arzular,
Tə biə tin ana qə lbi qul doğmamış insanı!
Hə r ürə yin öz dünyası bir sə adə t arzular,
Qanlar ilə yazılmışdır hə r azadlıq dastanı...
Tə biə tin ana qə lbi qul doğmamış insanı!
Ə zə l başdan düşmə nimdir üzü murdar qaranlıq...
Hə r torpağın öz eşqi var, hə r millə tin öz adı.
Kainata də yişmə rə m şöhrə timi bir anlıq,
Mə nə m odlar ölkə sinin günə ş donlu övladı!
Hə r torpağın öz eşqi var, hə r millə tin öz adı!
Nə dir o dar ağacları, de kimlə rdir asılan?
Oyuncaqmı gə lir sə nə və tə nimin haqq sə si?
Dayan! ...Dayan! Oyaq gə zir hə r ürə kdə bir aslan.
Boğazından yapışacaq onun qadir pə ncə si,
Oyuncaqmı gə lir sə nə və tə nimin haqq sə si?
Cə llad! Sə nmi, de, qırırsan fə dailə r nə slini?
Millə timin saf qanıdır, qurd kimi içdiyin qan!
Zaman gə lir...mə n duyuram onun ayaq sə sini;
Şə hidlə rin qiyam ruhu yapışacaq yaxandan.
Millə timin saf qanıdır, qurd kimi içdiyin qan! ...
Bir varaqla tarixlə ri, utan mə nim qarşımda,
Anam Tomris kə smə dimi Keyxosrovun başını?
Koroğlunun, Sə ttarxanın çə lə ngi var başımda.
Nə sillə rin qoymayacaq daş üstündə daşını,
Anam Tomris kə smə dimi Keyxosrovun başını?
Sür atını, dördnala çap! Meydan sə nindir...ancaq
Mə n görürə m al geyinib gə lə n bahar fə slini...
Qoca Şə rqin günə şidir yarandığım bu torpaq,
Mə n yetirdim al bayraqlı inqilablar nə slini,
Mə n görürə m al geyinib gə lə n bahar fə slini!
' SƏ MƏ D VURĞUN '
Renkleri, ırkları, dinleri ayrı ama konuştukları dil aynı… Türkçe’yi yabancı dil olarak seçen 355 öğrenci, İstanbul’a geliyor..
Milletin özellikle de gençlerin sanki utandığı utancından ingilizceye sığındığı bir dil... (Ey Gençlik Dilinizle gurur duyun)
Hangi dil binlerce beyitlik bir mesneviyi tek cümleyle açıklayabilir?
Hangi dil Türkçe kadar uzun cümleler kurulmasına imkan verir?
Hangi dil türünün tek örneğidir?
Genel anlamda dünyadaki tüm Türk Dillerini kapsayan bir kelime..özelde ise Türkiye'de konuşulan lehçeye verilen isimdir..
Türkiye Türkçesi Türk dil ailesinden en çok konuşanı bulunan lehçedir..diğer lehçeler ise anlaşılabilmesi bakımından sırayla şunlardır: Azerice (% 90) , Turkmence (% 70) , Özbekçe (% 60) , Uygurca (% 50) , Tatarca (% 30) , Kırgızca (% 20) , Kazakça (%15) , işin ilginç tarafı Uygurca taa Çin'de konuşulmasına rağmen Kazakça ve Kırgızca'dan daha iyi anlaşılabilir. bu benim şahsi deneyim ve gözlemlerim sonucu vardığım bir sonuçtur..ancak şunu unutmamak lazım; bize en uzak olan Kazakça ve Kırgızca bile en az 1 ay içinde rahatlıkla öğrenilebilir ve konuşulabilir..
Öncelikle yapılması gereken bir alfabe birliğinin gerçekleştirilmesidir. Alfabe birliği olduktan sonra bu lehçeler zamanla birbirlerine daha yakın olacaklardır..
sağlam olmasa bu kadar iyi kullanılamazdı.. :))
en fazla onbeş dakikada kelime haznemin tükendiği ingilizcenin dışında, başka dil bilmiyorum kii...türkçeyi sevmekten başka şansım var mı?
Türkçe ile ilgili olarak 'sarıgri'nin burada verdiği ve alıntı olduğunu belirttiği açıklamayı isterim ki herkes bilgisayarına alsın...zaman zaman da okusun...hatta çevresine okutsun...
Ben derhal alıp ve de bir çıktı ile de çoğaltıp C.tesi günleri şiir konulu yaptığımız toplantıya katılan tüm arkadaşlara dağıtacağım...en azından böyle bir hizmetde bulunmak da benden olsun...Neden Türkçe'mi bu kadar çok sevdiğim bu yazıyı okuyunca daha da belli oldu....sarıgri'ye alenen teşekkürler...
Ya Türkçe ya hiç
türkçeye baktığınızda türkçe dili diye birşey olmadığını rahatça görebilirsiniz..............
türkçe kimilerinin iddia ettiği gibi toplama bir dil değil özgün bir dildir.. diyorum
Bir millet kültür bakımından ileri seviye ise, yüksek bir düşünce hayatı varsa, er ya da geç bu üstünlük dillerinde de ortaya çıkar. Dilde üstünlüğe erişmemiş bir millet kültür bakımından da gerçek üstünlüğe ulaşamaz.
Dilde üstünlük sağlayamayan bir milletin düşünceleri de kapalı, dar ve sınırlı kalır. Öyleyse kültürle dil birbirinden ayrılmaz bir ilişkidir. Birlikte gelişir ve birlikte geliştirirler. Birinde üstün olan diğerinde de üstündür.
Düşünce ve duyguları nesilden nesile aktaran dil, her türlü kültür faaliyetlerinin temelini teşkil eder. İnsan dil aracılığıyla bilgi edinir. Milli ve içtimai yükseliş dil ile olur. Bir milletin dilini bozarsanız o milletin bütün faaliyetlerini aksatmış olursunuz. Geçmişle olan bağını kesmek yanlışlığına düşmüş olursunuz.
Ülkemizde asırlardan beri süregelen uygun bir tartışma var. Bu sizin de bildiğiniz gibi “Aydın-Halk” çatışmasıdır. Aydın kavramı hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
Bu meseleyi iki kavramı izahla başlamak gerekir.
1. Mankurt: Düşman eline düşüp eziyeti ve işkence sonucu hafızasını ve bilincini kaybetmiştir. Bu insanlar kendi milletlerini dahi tanıyamaz duruma gelirler. Uzağı-yakını, faydalı ve zararlıyı tanıyamazlar.
2. Köz kurnazlık: Akıl, sağlık ve hafızaları yerindedir. Üniversite okumuş, yüksek kültürlü kişilerdir. Kendi dışında pek çok milletin kültürünü ezbere bilirler.
Hak,hukuk,adalet,barış,dostluk ve insanlık sözleri ağızlarından hiç düşmez. Hitapları güzeldir. Fakat bunları tedavi gerektiren tehlikeli bir hastalıkları vardır. Kendi öz milletinin tarihini öğrenme amaçları yoktur. Milli menfaatlerin yerini şahsi menfaatler alır. Mankurtların iletişim aracı ingilizce yeni ve çağdaş adıda küreselleşme olmuştur.
Malum son yılların hep tekrar edilen bir sözü var. “Her işin başı eğitim” eğitim ama nasıl her şeyden önce eğitim milli olmak zorunda. Türkün eğitimi türkçe olmalı. Cemil Meriç bakın ne diyor. “Avrupalılaşmak avrupanın dili ile olur. Onun dilide papaz mekteplerinde öğrenilir. Büyük mektepler asırlardır kaç tane bilim adamı türk yetiştirdi. Hepsi papağan adamlar yetiştirdi.”
Dil son derece önemlidir. Türkçeye ve türk kültürüne yabancı Amerikan hayranı insanlar, ülkemizin kaderini belirler durumda
Yurtdışındaki türklerin dil sorunu devlet nezdin de ele alınmalı milli eğitim ve bu vatandaşlarına dili öğretmelidir. Aydın.
8 TÜRKÇEMİZ HAKKINDA
Türkçemizin iki çıkmazı var. Bunlar: tasfiyeciler ve uydurmacılar. İnönü tasviyeciliği, Ataç uydurmacılığı. Dilde tasfiyeciler hakkı gösterecek hiçbir hukuki taraf bulunamaz. Uydurmacılık da dilimizi hiç de haketmediği bir yere getirdi. Örneğin; eskiler şeref,namus,haysiyet,vakar kelimelerini ayrı durumlar için kullanırlarmış. Günümüzde bütün bu kelimeler sihirli bir kelime olan “onur”un içine koyuldu.oysa bu kelimenin aslı fransızca olan “ honneur” dur.
Dünya türkleri hayat ve zevk kelimelerini bilir kullanır. Bu kelimeler yerini (zorla) yaşam ve beğeniye terketti.
19 yüzyılda120 000 kelimelik dil olan türkçe nasıl bu derece kısırlaştırıld? Bence bu türkçe kıyımının asıl sebebi Türk milletini geçmişinen koparmak arzusudur. Bir kelime dilden sökülüp atılmazsa o kelimenin taşıdığı anlam ve kelimede atılamaz. Bugün 30-40 bin kelime ile yetiniyoruz.
Shakespeare (şekspir) “ne mutlu ingilizlere ki dünyanın dört bir yanından kelime alan bir dile sahiptir.” Demiştir. Hiç bire dil kendi kendine yeterli değildir.
Günümüzde ne yazıkki en üstten en alta pek çok insan Atatürk’ü tanımıyor. Onun yenilik ve inkılaplarını çarpıtıyor. Şöyle ki Atatürk, hiçbir zaman “dil devrimi” yapmamıştır. Harf devrimi yapılış ama dil devrimi yapılmamıştır. Dil öyle bir vatandır ki, bozulursa ne millet kalır ne de devlet... devrim sözünün arkasına sığınmak hatadır.
Dilde sözde millilik adına türk dili ve kültürü yok edilmeye çalışılıyor.
Nesil geçmişinden koparılmış durumda. Gençler Yahya Kemal’i, Mehmet Akif’i, Reşat Nuri’yi, Necip Fazıl’ı sadeleştirmeden anlayamaz duruma geldi.
Mustafa kemal’in “ Nutuk” önemli kaynağımızdır. Ancak ne yazıkki onuda sadeleştirmeden anlayan genç çok çok azdır bu utanç duyulacak bir olay.
Milletimizin gözü önünde güpegündüz dil katlediliyor. Dili katledilmiş bir insan konuşamaz, düşünemez ve iletişim kuramaz. Dünyada olup bitenleri anlayamaz.
Haysiyet sözcüğünü yasaklayan bir millet haysiyetini nasıl korusun.
Millet,memleket,şahsiyet,haysiyet,istiklal,vatan gibi kavramlarla sorunu olanlar bu ülkeye hizmet etmiyorlar.
Demek istiyorum ki Türk dilini özleştirme çabasında olanlar bu bahaneyle halkı kendi benliğinden koparmayı amaçlıyorlar. Bu haysiyeti vurgulayan Cemil Meriç’i dikkatle okumalıyız.
Bir ağacın yapraklarını koparıp attıktan sonra yemişinin bir an önce gelmesini beklemek ne kadar akıl işi? İşte dilde sadeleşmeyi savunanlar bu yanılgıya batmış durumdalar. Ayrıca Türkçenin de islam kökenli kelimeleri atma konusunda çok titiz davranan bu dil şovalyeleri,batılı kökenli kelimeler konusunda aynı milliliği ve titizliği gösteremiyorlar daha doğrusu göstermiyorlar.
Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” adlı eserinde Mustafa Kemal’in kendisine: “Türkçe’nin hiçbir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik dili bir çıkmaza sokmuşuz” demiştir.
Her dil içinde yabancı kelime bulunur bu bir kültürel etkileşimdir. Doğal olanda budur.
Gençler asırlardır kullandığımız kültür varlığımız Osmanlıca’yı bilmiyorlar. Geçmişi edebi varlığını tarihi kaynakları arşivleri okumaktan aciziz. Ayıplarımızdan biriside bu. Oysa liselerde Osmanlıca dersi olmalı geçmişini bilmeyen geleceğinden emin olamaz.
Dil insanların duygu,düşünce ve isteklerini karşısındakine iletme aracıdır.. kültür ise bir milletin dil,din,ortak duygu, düşünce ve kabullerinin ortak ürünüdür.
Dil, edebiyatın temelidir. Edebiyat ise bir milletin ruhudur. Edebiyatı gelişmemiş milletler milli birlik vücuda getiremezler.
Musikide ses, resimde boya, mimaride taş neyse edebiyatta da kelime odur.
eran-bu ne yaw:[
kudus-ddtnin birikimi...
eran-eee nolmuş ki? sinek için değil mi bu?
kudus-sinek için ama arıyı da öldürmüş, arı ölünce tırtıllar overpopüle olmuş...:S ne dedim ben?
eran- :)
Hazinemiz...
ALEV ALATLI/Zaman/Yorum
Türklerin en büyük icadı ya da Türk dili
Geçen haftanın dikkatimi çeken iki haberinden birisi “Türk çocuklarının Alman akranlarından yüzde şu kadar daha ahmak oldukları”na ilişkin “bilimsel” saptama; ikincisi, yine aynı Türk çocuklarının anadil öğrenimini iki-üç yaş gibi olmadık bir sürede tamamlıyor olmalarının çeşitli telmihleri.
Birinci iddianın sahiplerini, ikinci iddianın sahipleriyle bir araya getirip dinlemek lâzım, lâzım olmasına da, Batılılaştırmacı aydınlarımızın ilgisini “Türk dili” gibi milliyetçi ses veren bir konuya çekmenin mümkünmüş gibi durmadığı da muhakkak. Perdeyi biraz aralamaya çalışalım: Psiko-dilbilim, “psikolojinin dilbilimi” anlamında bir akademik uğraş olup, insanoğlunun dil edinme, kullanma ve anlama sürecini oluşturan psikolojik ve nörobiyolojik unsurları araştırır.
Psiko-dilbilim ve çocuklar...
Psikolojiyi kabaca bireyin davranışlarını, zihnini ve düşüncelerini; nörobiyolojiyi beynin biyolojik yapısını irdeleyen çalışmalar olarak tanımlayabiliriz. “Psiko-bilim” denilen akademik uğraş (ki, beynin nasıl işlediğine ilişkin verilerin olmadığı dönemlerde felsefecilerin işiydi) günümüzde psikoloji, biyoloji, nöroloji, iletişim teorisi gibi birden fazla araştırma dalını bütünleştirir; “kelimeleri” ve “gramer kurallarını” bir araya getirerek “anlamlı bir cümle” yapmamızı mümkün kılan “algılama süreçleri”ni araştırır. Bu bağlamda, konuşmaları, yazılı metinleri nasıl anlamlandırabildiğimizi çözümlemeye çalışır. Psiko-dilbilimin başlıca denekleri, çocuklardır. Doğumlarından itibaren dil öğrenmeye başlayan çocukların bu beceriyi nasıl elde ettikleri araştırılır.
Bu araştırmaların bir yan-ürünü de “konuşulan dil”e ilişkin bilgilerdir. Araştırmalar, çocukların dil öğrenme becerilerini etkileyen önde gelen unsurlardan birisinin anadillerinin yapısı olduğunu ortaya koymaktadır ki, bu da bizi ‘Türklerin en büyük icadıdır’ dediğim Türk diline getirir. Bu alanda Türkiye’de yapılan ilk kapsamlı araştırmalardan birisi, Prof. Dan I. Slobin yönetiminde gerçekleşmiştir. 1939 doğumlu Prof. Slobin, psikoloji lisansını University of Michigan’da; doktorasını 1964’te Harvard’da yaptı. Türkçe de dahil olmak üzere dokuz civarında dil bilen Slobin, halen UCLA’de hoca. ‘70’li yılların ortalarında Slav dillerine örnek olmak üzere eski Yugoslavya’da, Latin dillerine örnek olmak üzere Roma’da, Anglo-Sakson dillerine örnek olmak üzere ABD’de ve “Türkik dillerine” örnek olmak üzere İstanbul’da eşzamanlı çalışma yürütmüştür.
Hemen ifade etmeliyim: “Türkik dilleri”ni tırnağa alma nedenim, Türkçenin dünya dilbilim klasmanındaki “siyasi” konumlamasına dikkat çekmek. Şöyle ki, Türkiye Türkçesine “Türki” şeklinde giren “Türkik” kelimesinin mucidi, Çarlık Rusya’sı. Çarlık Rusya’sının Orta Asya halklarına ve dolayısıyla dillerine isim takmak ve siyasi gelişmelere göre bu isimleri değiştirmek gibi bir politikası vardı. Örneğin, “Kara Tatar” olarak bilinen Altay dilini “Oyrot” olarak değiştirmişlerdi ki Oyrot, Moğol oymaklarının birinin adıdır. Oyrot, bir süre sonra “Altay” olarak tekrar değiştirilmiş, “Uygur” yine bir süre için “Tarançi” olmuş, sonra tekrar “Modern Uygur” diye anılmış, Kazak’a “Kırgız” denmiş, vb. vb... Sonra zaman içinde, “Türk” kelimesi Osmanlılarla, “Türkçe” konuşanlar da İmparatorluğun Türk unsurları ile sınırlanıyor. Türkçe, “Türki” dillerin birisi konumuna indirgeniyor; “Altay dil ailesi” grubunun bir alt-başlığı telakki ediliyor. Dan I. Slobin başkanlığında yapılan o yıllardaki araştırmada 48 çocuk, 2 yaş 8 aydan başlanıp, 4 yaş 2 aylık oluncaya kadar üç ay arayla, her biri asgari altı saat süren incelemeye konu olmuşlardı. Çeşitli oyuncaklar kullanılarak, hangi komutu, ne kadar ve nasıl anladıkları saptanıyor, ayrıca sürekli açık olan kayıt cihazlarıyla kelime dağarcıkları, kendi kendilerine konuşmaları, gramer kurallarını uygulama biçim ve zamanlamaları kaydediliyor; dil öğrenme sürecinin basitten karmaşığa giden dönüm noktaları tesbit ediliyordu. Bu bağlamda, anlaşılması en zor komutlardan birisinin, örneğin, “kediyi besleyen bebeğin saçını okşa” şeklinde bir üçleme olduğunun söylendiğini hatırlıyorum. Profesör Slobin, Türk çocuklarının bu komutu araştırmanın yapıldığı diğer merkezdeki akranlarından çok önce öğrendiklerinin tesbit edildiğini söylemişti.
Türkçenin üstün nitelikleri
Nitekim, yabancı dillerle karşı karşıya gelen, yani bozulan Türkçede ilk düşen düzenleme de bu olur, “o bebek ki kediyi besledi, sen okşa saçını” gibi şekiller alırmış. Sonuç olarak, üç-dört yıl kadar süren değerlendirmeler bir araya getirildiğinde Türkçe konuşan çocukların dil becerisi edinme sürecini 3 yıl 8 aylıkken tamamladıkları, buna karşın, aynı koşullarda incelenen Slav çocuklarının öğrenme süreçlerinin yedi, İtalyan çocuklarının beş-buçuğu bulabildiğinin görüldüğü söylenmişti. Hiçbir araştırma sonucunun nihai ve mutlak olmadığı, benzer araştırmaların tekrarlanagelmesinin tasdikindedir. Buna karşın, süregelen araştırmalarda benzer sonuçlara varıldığı da geçen haftaki haberde de görülen bir gerçek. Türk çocuklarının üstün dil becerisine sahip olmalarının nedenlerine gelince, toplumsal ve dilbilimsel olmak üzere iki unsurdan bahsediliyordu. Toplumsal unsur, Türk çocuklarının büyük ailelerde ve büyüklerle birlikte büyüyor olmaları, kendi başlarına pek bırakılmamaları, hatta, uykusuz kalmaları pahasına da olsa, aile toplantılarının dışına itilmemeleri. Dilbilimsel unsur ise Türkçenin bizzat kendisi. Şöyle ki, Türkçenin her şeyden önce “logo” benzeri yapı taşlarından oluşan bir yapılanması var, yani, hecelerin yan yana getirilmesiyle oluşturulan “eklemlemeli” bir dil. Bu niteliği ile kelime türetmeye de fevkalâde müsait. Örneğin, “halı” kelimesini hatırlayamayan bir çocuk, “basmak” fiilinden yola çıkarak “bası” diye bir kelime türetebilir ve anlaşılabilir. Ya da, “diken” gibi bir bitkiden yola çıkarak, “dikenlenmek” gibi bir ruh halini ifade edebilir. Türkçenin bu özelliğinin bir telmihi sebep-sonuç ilişkisini tek bir kelimede ifade edebilmek, diğer telmihi de matematik dili olmasıdır. Burada, yıllardır bilgisayar dili ile Türkçe arasındaki ilişkiyi anlatmaya çalışan Oktay Sinanoğlu’nu saygıyla anmadan geçemeyeceğim. Türkçenin eklemlemeli bir dil olması kadar önemli bir diğer üstün niteliği de “ses uyumu”dur. Araştırmalar, kelime üretmede olduğu kadar, doğru cümle kuruluşlarında da ses uyumunun olağanüstü bir kolaylaştırıcı olduğunu göstermektedirler. Nitekim, Slobin’in araştırmasında kayıtlar dinlendiğinde Türk çocuklarının ses uyumunda hata yaptıklarına hemen hiç rastlanmamıştı; örneğin, dolaba, ‘dolep’ ya da saksıya ‘saksi’ diyen çocuk görülmediydi. “Türkik diller”e gelince; günümüzde “kabul gören” sınıflandırmalardan birisi de şöyle: (1) Güneybatı Türkik diller üçe ayrılırlar (a) Türkçe, Azerice, Türkmencenin oluşturduğu Oğuz grubu, (b) Kırım ve Kaşkay Türkçesinin oluşturduğu Gagavuz grubu, (c) Selçuk, Horasan grubu. (2) Kuzeybatı ya da Kıpçak grubu denilen Türkik diller dörde ayrılırlar (a) Kazak, Kırgız Türkçesinin oluşturduğu Arola Hazar grubu, (b) Karakalpak, Nogay grubu, (c) Karaçay-Balkar, Kamuk, Karayim Kırım Tatar grubu; sonra Tatar, Başkir Altay, Tuvin, Yakut... Sonra... Dilbilim uzmanlarını daha fazla (ve haklı olarak!) öfkelendirmeden burada bırakmalıyım!
30.07.2005
şimdi daha çok...
hakkaten türk (çe)
Tanıtım: Demo
Sunucu: Spiker
Dükkan: Store
Ucuzluk: Damping
Bilgi Akışı: Brifing
Koruma, muhafız: Body-guard
Peki, olur, tamam: Okey
Uğraş, ilgi alanı: Hobby
Radyo sunucusu: Discjokey
İlan Tahtası: Billboard
Saygı, itibar: Prestij
Özlem: Nostalji
İki katlı ev: Doublex
Bilgisayar: Computer
Hanım ağa: First lady
Toprağımızı, bayrağımızı, dinimizi çaldırmayalım derken dilimiz elden gidiyor.
Bizim dilimiz.Sahip çıkalım.
Cümle başladığında sonun ne olacağı asla kestirilemeyen, satranç gibi her kelime ile farklı bir kurguya, anlama yönelen nefis bir lisan.
Ben, bizim diye olmasın gerçekten bu dile hayranım.
Ana dilimiz Türkçe, yeryüzünün en eski ve en geniş coğrafya parçasında konuşulan gelişmiş, zengin bir kültür, bilim ve sanat dilidir. Türkçe en eski, en köklü dillerdendir diyoruz; çünkü bugünkü dillerin çoğu ortada yokken, hatta bugünkü bazı dillerin ataları sayılan diller bile ortada yokken Türkçe vardı.
Türkçe en geniş coğrafya parçasında konuşuluyor diyoruz; çünkü bugün artık Türk dili sadece Anadolu’da ve Balkanlarda değil, sadece Türkistan’da ve Sibirya’da değil; çalışmak amacıyla Avrupa’ya, Amerika’ya, Avustralya’ya giden vatandaşlarımız sayesinde dünyanın dört bucağında konuşuluyor. Türkçenin lehçeleri dediğimiz çeşitli kolları Balkanlardan Uzak Doğu’ya kadar geniş coğrafyada yazı ve konuşma dili olarak kullanılıyor. Bütün bu kollara Türk dili ailesi adını veriyoruz.
Türkçe, bugün Türk dil ailesinin en fazla konuşucuya sahip kollarından biridir. Yaklaşık 70 milyon kişinin konuştuğu Türkiye Türkçesi, sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde değil, diğer bölgelerde de konuşulan ve yazılan dillerdendir. 1980’lerin ortalarında UNESCO hazırladığı bir raporda, Türkçenin konuşucu bakımından dünyanın beşinci büyük dili olduğunu açıklamıştı. Hiç kuşkusuz, bu raporu hazırlayanlar Türk dilinin bütün kollarını, yani dil ve lehçelerini, bir bütün olarak kabul ederek bu sonuca ulaşmışlardı. Kesin nüfus sayımı sonuçlarına dayanmasa da Türk dilinin çeşitli kollarını konuşan 200 milyonu aşkın insan bulunduğu sanılmaktadır. Ancak UNESCO, daha sonraki yıllarda hazırladığı raporlarda Türk dil ailesini bir bütün kabul etmeyerek, her Türk lehçesini sıralamada ayrı ayrı değerlendirdi. Böylece Türk dilinin sıralamadaki yeri değişti. Bu durum gerçeği değiştiremez. Yaklaşık 12 milyon km2 lik bir alanda, Türk dilinin birbirine uzak veya yakın lehçeleri konuşulmakta, yazı dili olarak kullanılmaktadır. Bunlar içerisinde Türkiye Türkçesi, güncel birtakım sorunlarına karşılık; kültür, sanat, edebiyat ve bilim dilidir.
Herhangi bir dilde yazılmış bir romanın Türkçeye çevirisi yapılabiliyorsa, felsefe eserleri Türkçeye çevrilebiliyorsa, Türk yazarlarının eserleri yabancı dillere çevrilebiliyorsa; Türkçe bir kültür, sanat ve edebiyat dilidir. Bilim eserlerinin yazılabildiği, çevrilebildiği, yeni terimlerin türetilebildiği ve her aşamada öğretimin yapılabildiği Türkçe, bir bilim dilidir. Türkçenin bilim dili olmadığı, olamayacağı konusundaki sözler bir iddiadan öte gidemez.
Türkçe gelişmiş bir dildir diyoruz; çünkü Türkçenin söz varlığı bugün 75.000’e ulaştı. Türk Dil Kurumunun 1945’te çıkardığı birinci baskı Türkçe Sözlük’te 20.000 civarında söz vardı. 1998’de çıkan Türkçe Sözlük’te ise 75.000 söz var.
Türkçe, kavramlar yönünden son derece zengindir:Akrabalık ilişkilerimize verdiğimiz önemin sonucu akrabalık ile ilgili sözler başka hiçbir dilde görülemeyecek kadar fazladır, zengindir. Pek çok dilde bırakınız baldız, görümce, elti gibi sözlerin karşılıklarını, teyze ile halayı ayırt edecek sözler bile yoktur. Renk adlarımız, renklerin en küçük ayrıntısına kadar tonlarını verecek şekilde zengindir: Yavru ağzı, gül kurusu, gök mavisi...
Peki bu zengin söz varlığından yararlanabiliyor muyuz?
Yararlandığımız söylenemez...
Türkçe Sözlük’ün son baskısında madde başı olarak 75.000 söz var dedim. Ne yazık ki bu söz varlığından yeterince yararlanmıyoruz. Her toplumda gündelik hayatta kullanılan söz sayısı, o dilin genel söz varlığına göre düşüktür. Ancak, yapılan araştırmalara göre Türkiye’de bu oran çok daha düşük. Sokaktaki insanın söz varlığı elbette onun dünyasına göre olacaktır. Ama kitle iletişim araçlarının söz varlığı daha geniş olmalıdır. Birkaç yüz sözle, en fazla beş yüz altı yüz sözle, haber programları, hatta diziler çekiliyor.
Sözlük kullanma alışkanlığımız da tam olarak gelişmemiş. Sözlere kendimize göre anlamlar yükleyip kullanıyoruz. Bu durum, yalnızca yabancı kaynaklı sözleri değil, Türkçe kökenli sözleri de birbirine karıştırıp yanlış kullanmamıza yol açıyor. Söz gelişi gözaltına almak ile gözlem altına almak sözleri yerli yerinde kullanılamıyor. Bu yanlışı kitle iletişim araçları yapınca, yanlış kullanış toplumda hızla yayılıyor. Sözleri yerli yerinde bilerek kullanmak gerekir, anlamı bilinmeyen sözler için mutlaka sözlüğe başvurulmalıdır. Bunun eğitimi ilkokuldan başlayarak yapılmalı. Zaten bu işin temeli de eğitimdir. Okullarımızda Türkçe eğitimi gözden geçirilmeli ve bilişim teknolojilerinden de yararlanılarak düzenlenmelidir. Bu konuda Millî Eğitim Bakanlığımıza büyük görevler düşmektedir.
Peki Türkçeyi doğru ve güzel olarak kullanıyor muyuz?
Ne yazık ki bu soru için de evet diyemeyeceğim...
Türkçenin kullanımıyla ilgili olarak yaşanan sorunların başında söyleyiş bozuklukları geliyor. Türkçe kökenli sözlerde söyleyiş bozukluğu fazla görülmüyor, ama yabancı kaynaklı alıntı sözlerde söyleyiş bozukluğuna sık rastlıyoruz. Bu yanlışlardan kurtulmak için kullandığımız sözün doğru söyleyişini bilmemiz gerekir. Dilimizde karşılığı bulunan sözlerin Türkçesini kullanmak da bu yanlışlardan kurtulmamızı sağlar. Dilimizde karşılığı olmayan sözleri de kullanırken Türkçede kabul görmüş ve yaygınlaşmış şekilleriyle kullanmalıyız: hâkem değil hakem; râkip değil rakip demeliyiz. Bu yanlışları radyo televizyon sunucuları yapınca yanlışlar hızla yayılıyor.
Türk Dil Kurumunun yayımladığı Türkçe Sözlük’ün 1998 yılında yapılan 9. baskısında bu tür sözlerin söylenişi de verilmiştir. Uzun söylenmesi gereken ünlüler, ince söylenmesi gereken ünlüler belirtilmiştir. Radyo ve televizyon sunucularına, spikerlerine bu konuda büyük görev düşüyor. Sunucular ve spikerler, sözleri doğru biçimlerde söylerlerse, doğru biçimler toplumda daha hızlı olarak yayılır. Özel radyo ve televizyonların yayına başladığı ilk günlerdeki görüntü yavaş yavaş kayboluyor. Artık, spikerler ve sunucular daha özenli konuşuyorlar. Yanlışlardan kaçınıyorlar. Ancak, bu demek değildir ki kitle iletişim araçlarında Türkçe tamamen yanlışsız kullanılıyor. Türkçeyi doğru ve güzel kullanma konusunda duyarlı davrananlar çoğalmaya başladı. Önemli olan bu duyarlılığın, bu bilincin uyanmasıdır.
Günümüz Türkçesinin en önemli sorunu, yabancı dillerin, özellikle de İngilizcenin, Türkçeyi olumsuz olarak etkilemesi. İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan ve İngiliz kültürleri bütün dünya dillerini etkilemeye başlamıştı. Türkiye’de İngilizce ile öğretime başlandığı 1950’lerde Anglo-Sakson kültürünün yoğun etkisi de kendisini hissettirdi. İngilizce sadece Türkçeyi değil, başka dilleri de etkiliyordu. Fransızlar dillerini korumak amacıyla yasa bile çıkardılar. Yabancı dil öğrenme düşüncesi, zamanla yabancı dille öğretime dönüştü ve yaygınlaştı. Çocuklarımıza yabancı dil öğretelim. Hatta çocuklarımız bir değil birkaç yabancı dil bilsinler. Ama yabancı dille öğretim, yanlış bir yol. Yabancı dili yabancı dil dersinde öğretelim. Matematiği, fiziği, kimyayı gençlerimiz ana dillerinde Türkçe olarak öğrensin. İngiliz-Amerikan kültürünün etkisi sadece dilde değil, pek çok alanda kendisini gösterdi. Beslenme alışkanlıklarımızdan, giyime, müziğe kadar pek çok alanda bir etkilenme söz konusu. Ancak, en fazla dikkati çeken de dildeki etkilenme oluyor. Dilimizi olduğu kadar, diğer ulusal değerlerimizi de yaşatmak zorundayız.
Özenti ile dilimize yabancı sözlerin girişi de arttı. Türkçesi varken yabancı kaynaklı sözleri kullanmak özentiden başka bir şey değildir. Dilimizde karşılığı bulunmayan sözler için de karşılık türetmek gerekir. Türk Dil Kurumu öteden beri bu çalışmayı yürütüyor. Bugün kullandığımız pek çok sözü bu çalışmalara borçluyuz.
Yabancı dillerin etkisinin artması, Türkçenin söz varlığını, söz dizimi özelliklerini olumsuz yönde etkiliyor. Divan Oteli demek dururken Hotel Divan, Marmara Oteli demek dururken The Marmara demek, Türkçenin söz dizimi özelliklerini zorlamaktır. Son zamanlarda bir de çeviri yoluyla anlatım türü ortaya çıktı. Sözler Türkçe, ama anlatım kalıbı yabancı kaynaklı... Doğru olmayan bu kullanışlar da yaygınlaşıyor: Çay içmek, kahve içmek yerine çay almak, kahve almak; özür dilerim yerine üzgünüm gibi kullanışlar bunlara sadece birkaç örnek. Türkçenin yapısına ve mantığına aykırı bu yanlışlardan kurtulmamız gerekiyor. Türkçemize son yıllarda Batı dillerinden, özellikle de İngilizceden, bir söz akını olduğu gerçektir. Sözlerin bir bölümü teknolojiyle birlikte geldi. Yeni bulunan ve yeni üretilen aletler, ülkemize gelirken adını da birlikte getirdi: air-conditioner, disket, faks, kamera, kompakt disk, monitör, printer, radyo, televizyon, tubeless, video, walkman… Dilimizin doğal gelişmesi içerisinde bu aletlerin çok az bir kısmına karşılık bulunabilmişti: buzdolabı, bilgisayar, derin dondurucu vb... Buna karşılık yabancı kaynaklı sözlerin dilimize girişi her geçen gün biraz daha artıyordu. Yeni bulunan ve üretilen aletlerin adları girmekle kalmadı, bu aletlerin çeşitli özellikleri, parçaları, kullanıcıları ile ilgili sözler de dilimize girmeye başladı, hatta bu sözlerden fiiller türetildi: air-conditoned araba, kaset, diskjokey (kısaltılması de je olarak değil, İngilizcedeki biçimiyle söylendi: dicey) , videojokey (ve je değil, vicey biçiminde söylendi) , fakslamak, hardware, software, zapping, zaplamak, zoomlamak... Kısa bir süre içerisinde yabancı kaynaklı söz kullanmak bir özenti halini aldı. Günlük hayatta, çarşıda, pazarda, radyoda, televizyonda, basında, okulda, sporda kısacası her yerde yabancı kaynaklı sözler artık bilinçsizce kullanılır oldu.
Bu olumsuz duruma karşılık, daha önce söylediğim gibi toplumda Türkçe bilincini uyandırmak ve canlı tutmak zorundayız.
Dilimizin zenginleştirilmesi konusunda Türk Dil Kurumu geçmişte olduğu gibi bugün de üzerine düşen görevi yapacaktır. Dilimize girmekte olan yabancı kaynaklı sözlere karşılıklar bulunması, Türkçeyi geliştiren ve zenginleştiren çalışmalardan biridir. Kültürler arası ilişkiler dillerin birbirlerinden etkilenmesi gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Mesafelerin ortadan kalktığı toplumların birbirine yakınlaştığı çağımızda, bu etkilenme daha büyük boyutlarda olmaktadır. Bu kelimelere Türkçenin kaynaklarından yararlanılarak karşılıklar bulmak ve Türkçe kökenli sözleri kullanmak, bir yandan dilimizin gelişmesine katkıda bulunulurken diğer yandan da teknolojiden, bilimden, ana dilimiz aracılığıyla yararlanmamız sağlanmaktadır.
Türk Dil Kurumu olarak, Atatürk’ün 'Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.' sözünü kendimize ilke edinerek, dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarma mücadelesini veriyoruz. Türk Dil Kurumu olarak, öteden beri yabancı kaynaklı sözlere karşılıklar buluyor, bu karşılıkları Türk Dili dergisinde yayımlıyoruz. Bu karşılıklara birkaç örnek vermek istiyorum: Anchorman karşılığında ana haber sunucusu; arboretum karşılığında ağaç parkı; viyadük için köprü yol; eskort için koruma aracı; fac-similé için belgegeçer, onun kısaltılmış şekli olan faks için ise belgeç; reyting için değerlen-dirme; rantiye için getirimci; avans karşılığında öndelik; boarding card için uçuş kartı vb...
Bu sözler kitap haline de getirilmiştir. Yabancı Kelimelere Karşılıklar adındaki kitabın birinci cildi 1995’te, ikinci cildi ise 1998’de yayımlandı. Bu kitapların yayımlanmasından sonra önerilen karşılıklarla birlikte yeni baskısı önümüzdeki ay içerisinde yapılacaktır. Ancak önemli olan, bu sözlerin kamuoyunca benimsenmesi, dilimizin söz varlığı içerisine girmesidir. Burada topluma, özellikle aydın kesime, sanatçılara, yazarlara düşen görevler var. Türk Dil Kurumunun yabancı kaynaklı sözlere bulduğu karşılıkları yazarlarımız sanatçılarımız, sunucularımız benimser ve kullanırsa, bu sözler toplumda hızla yaygınlaşacaktır. Toplumun benimsediği bir söz artık dilin malı olmuş demektir.
Çalışmalarımız, terimlerin Türkçeleşmesini de içermektedir. Terimlerin Türkçeleştirilmesi demek, Türkçe terimlerle bilim yapmak anlamına gelir. Bu da bir bilim dili olan Türkçenin daha da gelişmesini güçlenmesini sağlayacaktır. Türk Dil Kurumu olarak mühendislik bilim dallarındaki terimlerin Türkçeleştirilmesi ve bütün mühendislik fakültelerinde ortak terimlerle öğretim yapılması konusunda Mühendislik Dekanları Konseyi ile iş birliği içerisinde çalışma yapmaya da başladık. Bu amaçla 26 Nisan 2002 günü Türk Dil Kurumunda düzenlediğimiz Mühendislik Terimleri Bilgi Şölenine üniversitelerimizden yüze yakın bilim adamı tartışmacı olarak katıldı. Bu toplantının sonucunda çalışma grupları oluşturuldu. Her bilim dalında bu tür çalışmalar yapılması, Türkçeyi bilim dili olarak daha da geliştirecektir.
Türkçedeki yabancı ögelerin artmasından, kitle iletişim araçlarında Türkçenin bozuk ve kulak tırmalayıcı bir biçimde kullanılmasından bizler de rahatsızız. Aslında aklı başında herkes, Türkçedeki bu yabancılaşmadan rahatsız.
Dildeki yabancılaşmanın bir başka boyutu, iş yerlerine yabancı adlar verilmesi. Bu eğilim ne yazık ki gittikçe yaygınlaştı ve sokaklarımızın, caddelerimizin görüntülerini bozdu. Sokaklarımız bize tanıdık gelmiyor artık... Büyük alış veriş merkezlerinin, büyük mağazaların yabancı adlar kullanmasından sonra mahalle bakkalının, mahalle kasabının da bu akıma kapılarak iş yerine yabancı adlar vermesi, bana kendisini ördek sanarak göle dalan civciv masalını anımsattı. Rainbow Kasabı, Groseri Market, Coiffeur Angle gibi sizin de sokaklarımızda, caddelerimizde göreceğiniz yüzlerce ad, yabancılaşmanın, kendini inkârın örnekleridir. Bir kasabın dükkânına rainbow adını vermesi kadar gülünç, gülünç olduğu kadar da düşündürücü, kahredici başka bir şey yoktur. Bunlar yabancı firmaların temsilciliğini yapanlar, bayii olanlar değildir. Ancak, bu akımın özellikle yabancı firmaların temsilcilikleriyle başladığını da belirtmem gerekir. Son zamanlarda Türkçe veya Türkçeleşmiş adlar iş yerlerinde kullanılırken gelenekleşmiş Türk imlâsı yerine yabancı imlâsıyla yazma eğilimi dikkat çekiyor: Efendy, Hotel Taxim, Eskidji, Laila, Wishne Bar, Neshe, Kitapchi, Yemish, Kebabchi, Derichi... gibi iş yeri adları, Osmanlı Devletinin son günlerindeki işgal dönemi İstanbul’unu anımsatıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bunları hangi düşünce ile yapıyorlar anlamak mümkün değil. Bu, Türkçeyi bir İngiliz gibi, bir Amerikalı gibi yazmaktan başka bir şey değildir. Alfabemizdeki Ş, Ç harflerini bizzat Atatürk’ün başkanlığını yaptığı bir kurul belirlemiştir. Bu iş yerleri Atatürk'ün Yazı Devrimine ve 1353 sayılı Alfabe Yasasına aykırı hareket etmektedirler. Atatürk’ün Yazı Devrimine saygısızlık olarak adlandırılması gereken bu davranışı yapanlar uyarılmalıdır. Ülkemizin mağazalarının, kuruluşlarının adlarının Türkçe olması ve Türk alfabesiyle yazılması esas olmalıdır.
Bunları önlemenin yolu, öncelikle toplumda Türkçe bilincinin uyandırılmasından geçmektedir. Ancak, özellikle iş yeri adlarındaki yabancılaşma karşısında yerel yönetimler etkili olabilir. İş yeri açılışı için ruhsat başvurusu sırasında, iş yerine yabancı ad vermek isteyenlere belediyeler izin vermeyebilir. Türk Dil Kurumu olarak, bu konuda daha kalıcı ve etkili bir yasal düzenleme için girişimde de bulunduk.
Dilin söz varlığının zenginleştirilmesi, bütün bilim dallarında öğrenim ve araştırmanın sürdürülmesi için dile terimlerin kazandırılması, dildeki gereksiz yabancı ögelerin ayıklanması gereklidir. Bunlar yapıldığında dilde iyileştirme, daha doğru bir söyleyişle, gelişme, zenginleşme yaşanır.
Bilimde, teknolojide yaşanan gelişmeler dile de yansır. Yeni kavramlara, yeni ürünlere dilimizin kaynaklarından yararlanarak karşılık bulmamız gerekir. Türkçe söz köklerinden işlek eklerle yapılan yeni türetmelerle dilin söz varlığı zenginleştirildiği gibi, aynı yolla dile kazandırılacak terimlerle Türkçenin bilim dili olarak gelişmesine katkıda bulunmuş olacağız. Bu yapılmadığı takdirde yabancı sözler, yabancı terimler dile girer. Dildeki gereksiz yabancı ögelerin ayıklanması da gereklidir. Birer özenti alıntısı niteliğinde olan show, konsensus, transformasyon, efor gibi sözler Türkçede karşılıkları olmasına rağmen kullanılmaktadır. Öncelikle bu özenti alıntılarının ayıklanması gerekir. Geçmişte de Türkçeye Arapçadan, Farsçadan özenti alıntıları girmişti: Türkçede güneş varken Arapçadan şems, Farsçadan hurşid, afitab sözlerinin girmesi gibi. Üstelik bazı alıntı sözler, dildeki birkaç sözün yerine kullanılmakta, dilde yoksullaşmaya yol açılmaktadır. Türkçede değişim, dönüşüm, kabuk değiştirme gibi ince anlam özelliklerine sahip sözlerimiz varken bunların yerine kullanılan tranformasyon dilde yabancılaşmanın yanı sıra söz varlığında yoksullaşmaya da yol açıyor. Üstelik bu sözü kimileri transformeyşın, kimileri de transformasyon diye söyleyerek ayrılıklar da yaratıyorlar.
Türkçenin şu andaki en önemli sorunu, dildeki yabancı ögelerin artmasıdır. Her dilde yabancı kökenli söz vardır. Hiçbir dil saf değildir. Türkçe de pek çok dile söz vermiş, pek çok dilden söz almıştır. Türkçenin İngilizceye verdiği sözler de vardır. Bunlardan en ilgi çekici olanı son zamanlarda dilimize giren kiosk’tur. Bu söz Türkçeden İngilizceye geçen köşk sözüdür. İngilizcede kiosk biçimine dönüşmüş ve bizim sözümüz bu defa farklı bir anlamda karşımıza çıkmıştır. Dildeki yabancı sözlerin bir ölçüsü olmalıdır. Bu ölçü dilin kimliğini bozacak derecede olmamalıdır. Dil gerek duyduğu sözleri, karşılık bulunmaması durumunda yabancı dillerden aynen veya ses değişikliğine uğratarak alır.
En kötüsü dilin söz dizimi özelliklerinin yabancılaşması, yabancı eklerin dile girmesi, dilin mantığına aykırı kullanışların yaygınlaşmasıdır. Türkçede çokluk eki -lar, -ler varken, İngilizcedeki çokluk eki ’s’nin kullanılması, Türkçede -nın, -nin eki varken İngilizcedeki ’s ekinin kullanılması, üzerinde dikkatle durulması gereken konudur. İnternette gördüğüm bir ağ sayfasının adresinde ‘okuls’ sözü vardı. Sayfanın hazırlayıcısına bu sözdeki s’nin anlamını sorduğumda bana verdiği yanıtta, sözün okullar anlamına geldiğini ve İngilizcedeki çokluk ekini ilgi çeksin diye kullandıklarını söylüyordu. Türkçede ‘article’ olmamasına rağmen, bir otelin adında ‘the’ biçimini kullanması dile yabancı sözlerin girmesinden daha tehlikelidir. Bunlar dilde olmayan, dilin yapısına uymayan biçimlerin dile sokulmasıdır. Bu, kan grubu B olan bir kişiye A grubundan kan vermek gibi bir şeydir.
Dilimizi bekleyen tehlikeye gelince... Üçüncü binyılın henüz başlarındayız... İnsanlığı yeni binyılda nelerin beklediği, geleceğin dünyasının nasıl olacağı, bilimde hangi noktalara ulaşılacağı gibi çeşitli konularda bilim adamları öngörülerde bulunuyorlar. Bu öngörülerden biri de yeryüzündeki dillerle ilgili. Yeni binyılın daha ilk yüzyılı sona ermeden yeryüzündeki pek çok dilin yok olacağı öngörüsünde bulunuluyor. Ürpertici bir öngörü... Bir dilin yok olması demek, bir kültürün, dahası bir ulusun yok olması demektir. Dilini kaybeden bir ulusun bireylerinde genlerin birkaç kuşak daha yaşayacağı, ulusların biyolojik olarak varlıklarını sürdürebileceği ileri sürülebilir. Ulusu oluşturan en önemli öge dil olduğuna göre dili yeryüzünden silinmiş bir ulusun varlığının da silinmiş olacağı bir gerçektir. Geçmişte bu durumun örnekleri vardır. Ancak, Türkçe için böyle bir tehlike söz konusu değildir. Türk ulusu diline sahip çıktıktan sonra, karamsar olmamak gerekir. Bu bilinç uyandıktan sonra Türkçemizin geleceği konusunda endişeye yer yoktur. Üçüncü binyılda Türkçemizi aydınlık günlerin beklediğine inanıyorum.
Ülkemizde Türkçe ile ilgili tek resmî kurum Türk Dil Kurumudur. İmlâ kılavuzları, sözlükler, dil bilgisi kitapları hazırlama görevi yasa ile Türk Dil Kurumuna verilmiştir. Ancak, bu işi yapan bir kurum var diyerek herkesin bir kenara çekilmesi, Türkçenin katledilmesine seyirci kalması mümkün değildir. Türkçe hepimizin en kutsal varlığıdır. Türkçe bizim kimliğimizdir, adımızdır, soyadımızdır, türkümüzdür, şarkımızdır, sevgimizdir. Şairin dediği gibi Türkçe, ses bayrağımızdır. Bayrağımızı koruduğumuz gibi dilimizi de korumalıyız. Biz bu dilimizi atalarımızdan miras aldığımız kadar, gelecek kuşaklardan da ödünç aldık. Ele ele verelim, dilimize sahip çıkalım. Gelecek kuşaklara Türk’e yakışır bir Türkçe bırakalım.
Prof. Dr. Şükru AKALIN
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu Başkanı
bkz. Türkiye Türkçesi
Türkçe (Arapça ve Farsça mâna meyveleriyle yoğrulmuş büyük lisân)
Agobça(TDK'nın yıllarca başında bulunan ERMENİ AGOB DİLAÇAR'ın türettiği ve öz(!) Türkçe diye yaftaladığı yeni dil, bir dil ki dil kelimesi(sözcüğü(!)) dahi sadece bir et parçasından ibaret kalıyor.)
ATATÜRK'ÜN KURDUĞU KURUM VE KURULUŞLAR
Türk Dil Kurumu
Türkçe'nin incelenmesi, özleştirilmesi, geliştirilmesi için çalışan kurum, Atatürk'ün teşviki ve himayesiyle Semih Rıfat, Ruşen Eşref (Ünaydın) , Celal Sahir (Erozan) , Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) tarafından 12 Temmuz 1932’de kuruldu.
26 Eylül 1932'de Dolmabahçe Sarayında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı, kurumun çalışma programı olarak şu maddeleri tespit etti: 1.Türk dilinin başka dil aileleriyle karşılaştırılması,2.Türk dilinin tarihi ve karşılaştırmalı gramerlerinin yazılması,3.Anadolu ve Rumeli ağızlarından kelimelerin derlenmesi, Osmanlıca kelimelere Türkçe karşılıklar bulunması,4.Türkçe bir sözlük hazırlanması,5.Kurumun organı olarak bir derginin yayımlanması,6.Türk dili üstüne yazılmış yerli ve yabancı eserlerin toplanması ve gerekenlerin çevrilmesi,7.Terimlerin Türkçeleştirilmesi.
kaynak: http://www.ataturk.net/bizimle/kurumlar/? sayfa=kurum&kid=20
korunması gereken, kültürel yozlaşmaya kurban gitmekte olan sevgili dilim..
Türkilizce'ye dönüş(tür) ülmekte olan; yüzyıllarca yanlış kararlar, araplaşma, batılaşma, öze dönüştürme gibi bir çok akımın kurbanı olmuş Sevgili(m) dilim..