Gün gelir bir gün Baska bir mevsim, baska bir takvim, baska bir iliskide O eski agri Ansizin geri teper. Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten bitmissinizdir.
Kuytu bir köşesindeyim ormanın Ve yorgun bedenimin altında Çıtırdıyor kuru yapraklar Üstte kristal bir gök Ve yıldızlar Ozancasına Yalnızım Sıkıntının yalnızlığı değil bu Düşlerle el ele Yaşamayı dillendiren Ve yudum yudum özümleten Bir sevgi yalnızlığı Dinlendiriyor yüreğimi Kafamı Bedenimi Serin okşayışlarıyla doğa Dinliyorum en güzel türküsünü Kurdun kuşun Uçmak için Kanat aramıyorum
ecel bendim, iksir bendim, huri ben merak arkadaşım, ateş ruhuma bela göze candım, köre mana gizlendiğim tenhalarım buldular asi hayvanlarım evcil odalarda tufanlarımdan habersiz uyudular
söktüm mührü kapıdan, vesikalıyım güle kar'ı sordum, mevsime yalan zakkumdan öz topladım süt içtim sütleğen damarından şaşkın gezdim, can kanattım sabaha çekildi sis, hükümsüzdür fermanlar
yüksek uçtum, densiz durdum, deliyim güzel çirkine döndü, aklarım kirli beyaz peteğimi zemheri ıslığıyla doldurdum kobra çiçeğine kondum, lalesine kumların kuş baskınlarından, ayı pençesinden kurtuldum balın zehrini bilemeden, şerbetini tattılar
an idim, ağuları şeker ile yoğurdum zerresinden şifa bulur, yine derde düşerler ay yenisi gecelerde iniltiler duyulur sözden imdat bekledim. uslu yaklaştım gize dil ile sırladım peteğimi, sırra sorular sordum şiirin şerri aşkın koynunda yatar
bir leylaydım, bin ademden nice mecnun yarattım
deli bal, deli bal baldan derman deliden cinnet umulur .. Arife Kalender
Çay keseyi keseyi tutmayi parmaklarum Benim herif kahvede yek,du,şeş,beş atayi Hırsımdan çatlayirum dökülür yapraklarum Ekmek elden su gölden yan gelip yan yatayi
Karadeniz uşağu etti benu laz gelin Öz dilimi unuttum kulak verin az gelin Feminist olmuş isem sebebüni da bilin Toprak başına deyi kaynanamda çatayi
Belagat ilmi ile yazacağum destani Hacı Molla reddeder neden benum dest ani Korkayi sultan olam haram edem vatani Anekdot öne sürüp konuştukça batayi
Sen bizim bu köylere benzemeysun a paçi Fadimenin indinde olayirum apaçi Ne anlatacağum ki bende diyurum peçi O bana culer içen sinirumi yutayi
Bu devran böyle citmez bir çare bakacağum Boşayacağum yâri uzaya çıkacağum Bir ofo alacağum koluma takacağum Belirsiz gök cismiyle belki aklım tutayi
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca Alt katında uyumayı bir ranzanın Üst katında çocukluğum... Kağıttan gemiler yaptım kalbimden Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı. Aşk diyorsunuz, limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca Havı dökülmüş yerlerine yüzümün Büyük bir aşk yamadım Hayır Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı Tesbih tanelerim bitse göz yaşlarım... Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı. Aşk diyorsunuz ya Ben istemenin allahını bilirim bayım
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca Balkona yorgun çamaşırlar asmayı Ki uçlarından çile damlardı. Güneşte nane kurutmayı Ben acılarımın başını evcimen telaşlarla okşadım bayım. Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum. İnsan kaybolmayı ister mi? Ben işte istedim bayım. Uzaklara gittim Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım
Süt içtim acım hafiflesin diye Çikolata yedim bir köşeye çekilip Zehrimi alsın diye Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz İlahiler öğrendim. Siz zehir nedir bilmezsiniz Zehir aşkı bilir oysa bayım!
Ben işte miraç gecelerinde Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım, Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım, Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin Bir şiir aradım. Geçen üç yıl boyunca Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım. Ülkem olmayan ülkemi Kayboluşumu aradım. Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm. Bir ters bir yüz kazaklar ördüm Haroşa bir hayat bırakmak için. Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Kimi gün öylesine yalnızdım Derdimi annemin fotoğrafına anlattım. Annem Ki beyaz bir kadındır Ölüsünü şiirle yıkadım. Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım. Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca Acının ortasında acısız olmayı, Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım. Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım. Aşk diyorsunuz ya, İşte orda durun bayım Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım Kendimin ucunda Öyle ıslak, Öyle kötü kokan, Yırtık ve perişan.
Siz aşkı ne bilirsiniz bayım Aşkı aşk bilir yalnız!
Ilık bir su gibidir içimde yalnızlığım, Yalnızlığım, ruhumda uzak bir ses gibidir. Her sabah ufuklardan mavi şarkılar gelir, Ve her sabah ürperir içimde yalnızlığım.. ..... (Fazıl Hüsnü Dağlarca)
Terziler ufacık iğneleriyle “Bir Yılbaşı gecesi dayanır” Şekerden ve bezden kuklalar dikiyorlar “Takma kirpikli dünya “
Denizlerden içerde Ortalarda doğularda Açlık kol geziyor Varıp oralarda duruyor Alime’nin oğlu eriyor Hem vallaha hem billaha Gözlerimin gözlerimin önünde Gerze’den Cici Berber Kepengini indirmeden yürüyor Çıldırmış ufalmış bir çocuk kadar kalmış
Gazeteler keskin kalemleri ve flaşlarıyla Uzakları uzakları gösteriyorlar Etyopya Bengaldeş, Bengaldeş Etyopya
Havada kar kokusu Bu yıl yaman kışlayacak Söyledi cevizler alıçlar
Kuşları görmeliydik Hiç değilse kuşları Aklımızda kanatları sesleri Olmadık yerde patlayan Küçük kahkahalar gibi
Göremedik Kuşlar büyük kentlerin göğünden Artık hiç geçmiyor
Havada kar kokusu Engizek’ten Elbistan’ın oralardan Gavur dağlarından düzlere inenler Kıl çadırlarını,toprak kaplarını Derleyip dürdüler çoktan Sımsıkı kapanmış avucunu açıp Kağıt para bozuk para Yazı sayacaklar
Ne denli sündürse ne denli uzatsa Bir yaz bir kış etmiyor Şaşkın bebelere bakıyor Hayvanlara bakıyor Geçmişim diyor ben benden
Buralarda Sus sus sus sus sus Dan başka bir ses duyulmuyor Yazarlar ozanlar kardaşlar Niye, biz ölmüş müyük
Yalnız bırakma beni bu paragrafın başında Bu boşluğu bir masal doldurmaz Kanalizasyondan fırlar bir cadı, Başını engizisyona çarpar. Ölürüz belki ikimiz de ucuz bir aşk romanının sonunda. Patlamış mısıra benzerdi senin mısraların Isınır ve patlardı Beyaz çiçekler açardın sonunda Bahar dallarının hatırına beni anla.
Küçük bir tırtıl gibi büzüştüm yatağımda Hep böyle uyudum yıllarca Sanırdım, Bir gün doğuracak beni bu yatak Son ve o en büyük sancıyla Sanırdım Tanrı bırakmış beni kocaman parmağıyla Bir yumuşak çiçeğin ortasına İçimde bir kedi durmadan oynardı Parmak kızın DNA sarmalıyla Alice’den çalıntı gözyaşlarım Çiğ taneleri olurdu sabahları yastığımda. Ömrüm geçti bir çiçeğe benzemekle Hangi hayat süslendi senin için bu kadar. Su getirdim perilerine küçücük avuçlarımla Beni anla.
Kurşun kalemin hatırına beni anla Razıyım uçsun bu şiir silgi tozlarının kanatlarında. Toprağın seviyesine ineceğim Anlamalı beni mezarım da Bir uyağa takıldım, düşmeye razıyım Artık beni anla.
Annemin bir şiir defteri vardı Yaprakları gitgide sarardı Hep sararan bir şey olarak kalmışsın aklımda. Sanırdım Bu dünya karaciğerinden hastadır Sanırdım Boyama sarışın bir kadındır zaman Hep hayatını anlatır. Eski bir şiirsin sen, unutulursun, unutma Dekolten fazla kaçmasın aman, Ayıplar sonra Anadolu yakanı kapa Konuşma, konuşmak istemezsen Ben konuşurum tavanda koşuşan ışıklarla Hep aynı şeyi söylerim Beni anla.
Yeni bir şarkıya başla Hem şarkı dediğin şarttır yaşamaya Şarka gittin geldim ardından Hatırla orada fıskiyesi dönen havuzlar vardı. Kalabalık avlular, yüksek duvarlar Başımız döndüydü hatırla Sürmeleri ne karaydı kadınların Herkesi bir yere sürer ya dünya Gözlerine sürülmüştü orda kadınlar. Belki sen yoktun orda Güller vardı. Ben bir şair olarak güllerden bıkmamıştım daha, Ba ‘su ba’del mevt Hayata daha çok vardı Beni anla. Hatırla tavus kuşları vardı Aşık olunca kanatlarından mavi güneşler doğardı. Ben doğmamıştım daha hatırla. Bak, işte burada. Susan kadınlar vardı Ben susamamıştım Ama herkes içmişti. Belki sen yoktun orada.
Aklımın taş kaldırımlarında dolaşırdı adamlar Ayak seslerini dinlerdim Perdem aralıktı, ışığım açık Nedendir diyordum durmadan İnsanın derisine bu kadar güzel bir resim çizmiş Allah Sanırdım Allah olmasa çöpten adamlar gibi yakışıksız çıkardık fotoğraflarda. Ağlamıştık Boyalarımız aktıkça ferahlamıştık hatırla Gözyaşlarımız simsiyahtı Sanırdım Yanağımın sıcağına göç ediyor kırlangıçlar Beni anla. Geçti ömrüm iklimden iklime Yuva yaptım kaç paket cigaranın bacasına Yorgunum, kahvem çamur gibi Batmaya da razıyım, artık beni anla Yeter ki sen beni Hiç yazamayacağım bir romanın kollarına atma.
Yalan ülkesidir sarıp kuşatırlar kurumla kurulla Tünerler üstüne, uzun da sürmüştür kimileyin Çoraktır ne şiir ne masal ne türkü Bizimle göçmüştür oysa söylencemiz Masalımız uyumuştur biz dönesiye Sözlerin yurdunu bilenler için Bir başka dil saklarız dilimiz içinde
Hiçbir şiir son mısrasında bitmez. Sözün Simurgu, sözcüklere değil, Kendi tüylerine bölünür çünkü, Rüyalara ve hayatlara dağılır Her gün, sabah akşam yeniden.
Senin, her şiirle daha büyük, Daha uzak ve sarhoş uçuşlar için Sözcüklerle tırmanmak istediğin En yüce doruklardan toz kaldırıyor O’nun kanadının rüzgârı çünkü;
Mısralarla ölçebilir misin, o zaman, Sen ey fukara ozan, Kanat genişliğini, onun?
Söz bitti sanılan yerde yol bitmiyor ki; Turna katarı, yaban kazları, kırlangıç sürüsü… Süzülürken bir vadiden, Uzak mı uzak bir başka vadiye, Tünüyorlar, bir gölün kıyısına, Yahut bir gönlün kıyısına, Kısa bir mola için;
Kısa bir mola için, sularla, ağaçlarla, Bört böcek yârenle toplu bir âyin için… Hepsi bu kadar ve seni yanıltan bu, “Şimdi dokundum en güzele, Şimdi dokundum en güzele! ” dedirterek Böyle açtıran yumduran Kanatçıklarını sana.
Yoksa yol biter mi hiç, biter mi yol? Bitiyorsa, yol denebilir mi ona? Biten şeylere var denebilir mi hiç!
İşte bunu aklında tutarsan sen de, Simurg’un peşinde, bak, gör, Senin de kalbinin her vuruşu Ayrı bir kuşun dilinde, Ayrı bir terennüm olmayı becerecektir, Ayrı bir aksi seda…
' beni öğrenmek istersen dağlara sor beni öğrenmek istersen güneşe sor onlar beni iyi bilirler beni öğrenmek istersen havaya sor beni beni öğrenmek istersen suya sor beni onlar beni iyi tanırlar onlar beni iyi bilirler hayatı öğrenmek istersen kendine bak
su gibi sade su gibi derin yaşıyorum hayatı ben kulağınla gör gözünle konuş ağzınla dinle...'
büyük yavanlığın zaman kazandığı susuz gezegenlerin arazisi! tarifsiz lanetlenişlerin kuvvetli masumiyetiyle alay eden merhale! talan edilmiş yalnızlıkların tersyüz çevrilerek bekletilmesiyle anlamlanmış sahte mukaddes, sahte susayış, sahte sabrediş izi! toprak ve tüllerin kralı! zehrin bilgisi! sen rüzgara uzat kalbinin mimarını ve çöz suyu deryadan, kat mermere,
İnsan ya hayrandır sana, ya düşman. Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...
2
Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın. Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın bahtiyarlığına benzer seni sevmek...
3
Kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin. Kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize...
4
Gün iyiden iyiye ışıdı artık, tortusu dibe çöken bir su gibi duruldu, berraklaştı ortalık. Sevgilim, sanki seninle yüz yüze geldim birdenbire: aydınlık, alabildiğine aydınlık...
dinle, dünyanın en uzak kuşlarıdır ötmekte gece saftır, yeknesaktır ve açık! sardunyalar ve mevsimin en sesli dalı, duyuyordur bu ayı… binanın önündeki merdiven elinde fenerle bu kapı ve meltem israf oluyor!
dinle, cadde senin adımlarını uzaktan çağırır gözlerin karanlığın süsü değil çırp göz kapaklarını, ayakkabılarını geçir ayaklarına ve de gel gel, ayın teleği parmaklarını uyaracağı yere gel ve zamanın seninle bir taşın üstünde oturacağı yere gel gel ki gecenin mezamiri senin endamını, bir parça şarkı gibi çeksin içine…
orada bir pir sana anlatacak: en güzel şey varmaktır bir bakışa her olaydan daha bir aşk olan bir bakışa
Uyu! Gözlerinde renksiz bir perde, Bir parça uzaklaş kederlerinden. Bir ruh gülümsüyor gibi derinden, Mehtabın ördüğü saatler nerde? Varsın bahçelerde rüzgar gezinsin, Yağmur ince ince toprağa sinsin, Bir başka alemden gelmiş gibisin, Dalmış gözlerinle pencerelerde.
Daima açık ve durgun Farklı bir sema, Ve karanlığa rağmen Değişik bir günışığı var orada; Solgun ormanlar dert değil, Sessiz tarlalara etme aldırış, Yaprakları yeşil Bir küçük orman var yaz kış- Ve parlak bir bahçe var, kırağı Ve donun asla uğramadığı; Solmayan çiçeklerinin içinde Arıların canlı vızıltısını işitirim: Gel gir, bahçeme Yalvarırım, kardeşim!
'olur da yüz yüze gelirsek hani bir zaman meftun gözlerimle derdimi dökeyim sana cümle cümle, hece hece, acı acı. yalnız, bir esinti gibi (gözlerime değen) tenini seyretmek için yürekten bir kaç kelam edebilmek için arıyorum seni cadde cadde, sokak sokak, kapı kapı. senden ayrıldığımda kalbimin kanı büsbütün gözlerimden dökülüverdi oluk oluk, çağıl çağıl, pınar pınar. mevlanın ruhumu kumaşı ile dokuduğu aşkın, kederli kalbime dokunsun her an ilmek ilmek, tel tel, salkım saçak. ey tahir! kendi kalbini aradın da ne buldun kat kat, kıvrım kıvrım, köşe bucak? seni, seni, seni... hep sen! '
O aslında,haddinden fazla sevildi diye; ‘‘Yerleşmiş sevdasını,aşkın ana yurdunda inkâra yeltendi.’’
Nerede olduğunu ve kim olduğunu bilmeyen biri kadar kimliksiz artık,taşıdığı benlik.
Sevmek hayal gibi kaldı hayatımızda. Kısacası her şey, İki silik siluetin siyah beyaz fotoğrafı.
Bekleyişleri hep anlaşmalı, Acıları da dayanılabilecek kadar ısmarlamaydı.
Kaygı,acı ve telaş birbirine karıştığında soldu mimozalar. Sonra papatyanın fal bakabilen bir çiçek olduğuna inandım.
Şimdi özetle, ‘‘Uzun zaman oldu görüşmeyeli değil mi? ’’ diyecek bahanemiz var artık o'nunla. Denk gelinirse kullanılmaya hazır,bir kenarında ağzımızın.
(Leyla'nin doğumu için Mecnun'un sonradan söylediği)
I.
Çiğ düştü göklerden Ve bir bahar günü doğdun sen
Güvercinler geçti menekşelerden Ve bir bahar günü doğdun sen
Kendi kendine ayna olan nergislerden Leylakların gün doğuşu ürperişinden Zambakların kıyı kıyı bakışından Geldin sen Ve rüzgarlar karları süpürdüğünde Ve insanı çıldırtan kuş sesleri işitildiğinde Birdenbire aydınlandı annenin yüzü Ve bir bahar günü doğdun sen
İlkin horozların gözüne göründün Dünyaya haber verdiler ötelerden Baban yeni dönmüştü eve ıraklardan Birden aydınlandı annenin yüzü Ve bir bahar günü doğdun sen
Marta bakan biliyordu geleceğini Nisana bakan görüyordu alaca renklerini Kızıl ve yeşil seherini Mayısa bakan buldu seni Ve bir bahar günü doğdun sen
Sana Leyla dedim Suna dedim şiirlerde şarkılarda Gerçek adın bir fısıltı gibi kaldı ağızlarda dudaklarda Çatlar yüreğim bir nar gibi o sırrı anar da Avunurum doğumundan gelen muştulu armağanlarla Melekler gökten geldi armağanlarla Ve bir bahar günü doğdun sen
Bir bahar günü doğdun sen Baharın ta kendisi oldun sen Şimdi her baharda doğan çocuklarla Sen en aşılmaz boya tenlerinde saçlarında Sen görünür görünmez ufuklarda Karlar erir erir kaçar kaçar da Gökler yağmur biçiminde güler ağlar ağlar da Güneş öğünerek yansır yansır da sularda Gelirsin her baharda Bir diriliş gibi ölü dünyaya Ölüler gölgenden ateş ala ala Ekilip biçilip yankı yapa yapa Yaz sıcaklığından arta arta Birer birer çıktılar gönlümüzün aynasına tarlasına Ki bir bahar günü doğdun sen
Güller dönüştüler yatak çarşaflarına Leylaklar yaklaştılar korka korka Nergisler benliğimizin ortasından baka Gelip fon oldular insanın Bir kere daha Sende yeniden yaratılışına Bir bahar hali yaratışına
Bir bahar günü doğdun sen Baharın ta kendisi oldun sen
II.
Sonbahar benim ölümüm kırmızı kırmızı yanışım karaağaçlarda Senin ak doğumunu daha çok ortaya koymak için Toplayıp gelişim güzü bütün sarılarımla loşluklarımla Çürüyen solan evrenin karşı koyuşu Senin baharda doğusunun anısına
Ah o ne sıtmadır güneşteki sıtma baharda Her an senin doğumun yaşamaktan gelen Ve güzün güneşte bir kuruyuş bir dağılma Benim ölümümden gelen haykırış ve ağlayışlarla Bir ömür boyu oldum salt ölüm kemiği Parlamak için senin doğumundan gelen fosforlarla Eve girmekte geç kalan çocuklar görecektir geceleri Aşk baharının sessiz direnişini yanıp duran ışıklarda
Yaz güneşi biriktirdi biriktirdi Sonbahar yapraklarda delirdi Kış derin çizgileriyle devrildi Bahar gül tanklarıyla çiçek çağlayanlarıyla belirdi Ve bir bahar günü doğdun sen
Geldiğim kadar gitmenin Hatırladığım kadar unutmanın Susturan ve üşüten avazlarımalibas bulmanın vaktidir şimdi.
Çoğalmaya gelmişkenazalarak kaldım cehenneminde. Benim için Öldüğünü görmemek için ölmek oldu artık hayat. Yalnızlığın aşkla ödüllenemeyen yanısınsen.
Ardıbiz. Ötesi yârberisi bendahası anıdır. Acının ve ağrının kentidir Hayatın hep arka odası Zamanın arka bahçesidir biraz da ve sadece hep bir gün olarak verilirdün. Benim yalnızlıkla cezalandırılmamdıaşk.
Yüzdüğüm kadar boğulmanın Tanıdığım kadar yabancılaşmanın Eriten ve meleten kelimeleredeyiş bulmanın vaktidir şimdi.
Var olmaya gelmişkenyok olarak yakıldım ateşlerinde. Benim için Unuttuğunu bilmemek için gitmek oldu artık yollar. Aşkın yalnızlıkla cezalandırdığıyımben.
Ardıdua. Ötesi ibretberisi avdahası cinnettir.
Hep kendi kendimi ıskalayan bir ahmağım sandım. Yokluğunda kendimi bulamadığımıaynadaki boşlukları gördükten sonra anladım. Dudağındaki soğuk yatağa kıvrılan o sıcak nefestisessizlik.
Ardıfigan. Ötesi dilberisi şiirdahası çığıltıdır.
Bensenbiz... İç kanamaları durmayan üç ayrı hastayız şimdi. Hepimiz tekiliz. Hepimiz aşk tarafından terk edileniz.
Yitirdiğim kadar bulmanın Uyuduğum kadar uyanmanın Can verdiğim saatlerin hesabından can almanın vaktidir şimdi. Yâr olmaya yüz tutmuşkenyârdan oldum kısmetlerin kıtlığında.
Aşkın bir arada tutamadığı birbirini anımsatan iki ayrı yalandıkbiz. Buna sadece ayrılık kandı. Ve onu bir yere Beni bir bir yere, Beni başka bir yere attı Ardıazap. Ötesi yokberisi yokmuşdahası yoktur Emre Gökçe
Ben; Benden olgun insan isterim karşımda! Benden dürüst, En ufak dalgada, Arkasını dönmeyecek kadar olgun. Arkamı döndüğümde, Sırtımdan vurmayacak kadar güvenilir. Bir o kadar cesaretli olmalı. Yağmurdan ıslanıp,fırtınadan kaçmamalı. Ayağı taşa takılınca kayadan korkmamalı. İşine gelince sevip, Zoru görünce bırakmamalı!
Ben mesafeyi; Bir arabaya atlayıp gitme arası birşey sanırdım! Şimdi herkese uzak, yüreğime daha yakınım. Kimseyi aynam yapmıyorum artık ben! Bilmiyorum kimseyi. Herkes kapalı bir kutu gözümde. Ne çıkarsa kendine hediye.. Koşmuyorum öyle olur olmaza, Çağırana bir adım yürüyorum, o da insanlık namına... Eskiden olsa, uluorta açardım kalbimin en kuytularını azıcık gülümseyen bir yüze. Kat kat yorganlarım var artık kalbimin üzerinde. Geceleri bir tek kendime açıyorum bundan böyle.. Değişiyormuş insan! Kırıla kırıla, içi döküle döküle öğreniyormuş hayatı... Bu günlerde böyleyim ben! Biraz yorgun, Biraz durgun, Biraz güvensiz ama daha güçlü! ! !
Kaplumbağa seninle süsleseydi düşünü, Bir günde kırk tepeyi rahatlıkla aşardı. Güle konan kelebek, görseydi gülüşünü; İnan bir kaplumbağa kadar uzun yaşardı.
_____NİSAN
İmkansız şey
Şiir yazmak,
Aşıksan eğer;
Ve yazmamak,
Aylardan Nisansa.
___Arzular ve Hatıralar
Arzular başka şey
Hâtıralar başka.
Güneşi görmeyen şehirde,
Söyle, nasıl yaşanır?
___Böcekler
Düşünme,
Arzu et sade!
Bak, böcekler de öyle yapıyor.
____Dâvet
Bekliyorum
Öyle bir havada gel ki,
Vazgeçmek mümkün olmasın.
Orhan Veli KANIK
murathan mungan yalnız bir opera...
Gün gelir bir gün
Baska bir mevsim, baska bir takvim, baska bir iliskide
O eski agri
Ansizin geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmissinizdir.
Kuytu bir köşesindeyim ormanın
Ve yorgun bedenimin altında
Çıtırdıyor kuru yapraklar
Üstte kristal bir gök
Ve yıldızlar
Ozancasına
Yalnızım
Sıkıntının yalnızlığı değil bu
Düşlerle el ele
Yaşamayı dillendiren
Ve yudum yudum özümleten
Bir sevgi yalnızlığı
Dinlendiriyor yüreğimi
Kafamı
Bedenimi
Serin okşayışlarıyla doğa
Dinliyorum en güzel türküsünü
Kurdun kuşun
Uçmak için
Kanat aramıyorum
Ahmet Telli
Ataol Behramoğlu - Başka Biri Olacaksın
bir leylaydım, bin ademden
nice mecnun yarattım
ecel bendim, iksir bendim, huri ben
merak arkadaşım, ateş ruhuma bela
göze candım, köre mana
gizlendiğim tenhalarım buldular
asi hayvanlarım evcil odalarda
tufanlarımdan habersiz uyudular
söktüm mührü kapıdan, vesikalıyım
güle kar'ı sordum, mevsime yalan
zakkumdan öz topladım
süt içtim sütleğen damarından
şaşkın gezdim, can kanattım sabaha
çekildi sis, hükümsüzdür fermanlar
yüksek uçtum, densiz durdum, deliyim
güzel çirkine döndü, aklarım kirli beyaz
peteğimi zemheri ıslığıyla doldurdum
kobra çiçeğine kondum, lalesine kumların
kuş baskınlarından, ayı pençesinden kurtuldum
balın zehrini bilemeden, şerbetini tattılar
an idim, ağuları şeker ile yoğurdum
zerresinden şifa bulur, yine derde düşerler
ay yenisi gecelerde iniltiler duyulur
sözden imdat bekledim. uslu yaklaştım gize
dil ile sırladım peteğimi, sırra sorular sordum
şiirin şerri aşkın koynunda yatar
bir leylaydım, bin ademden
nice mecnun yarattım
deli bal, deli bal
baldan derman
deliden cinnet umulur
..
Arife Kalender
Çay keseyi keseyi tutmayi parmaklarum
Benim herif kahvede yek,du,şeş,beş atayi
Hırsımdan çatlayirum dökülür yapraklarum
Ekmek elden su gölden yan gelip yan yatayi
Karadeniz uşağu etti benu laz gelin
Öz dilimi unuttum kulak verin az gelin
Feminist olmuş isem sebebüni da bilin
Toprak başına deyi kaynanamda çatayi
Belagat ilmi ile yazacağum destani
Hacı Molla reddeder neden benum dest ani
Korkayi sultan olam haram edem vatani
Anekdot öne sürüp konuştukça batayi
Sen bizim bu köylere benzemeysun a paçi
Fadimenin indinde olayirum apaçi
Ne anlatacağum ki bende diyurum peçi
O bana culer içen sinirumi yutayi
Bu devran böyle citmez bir çare bakacağum
Boşayacağum yâri uzaya çıkacağum
Bir ofo alacağum koluma takacağum
Belirsiz gök cismiyle belki aklım tutayi
Melahat Temur...
...
:)))
Siz Aşktan N'anlarsınız Bayım
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum...
Kağıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse göz yaşlarım...
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin allahını bilirim bayım
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Balkona yorgun çamaşırlar asmayı
Ki uçlarından çile damlardı.
Güneşte nane kurutmayı
Ben acılarımın başını
evcimen telaşlarla okşadım bayım.
Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım
Süt içtim acım hafiflesin diye
Çikolata yedim bir köşeye çekilip
Zehrimi alsın diye
Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
İlahiler öğrendim.
Siz zehir nedir bilmezsiniz
Zehir aşkı bilir oysa bayım!
Ben işte miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.
Geçen üç yıl boyunca
Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
Ülkem olmayan ülkemi
Kayboluşumu aradım.
Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Bir ters bir yüz kazaklar ördüm
Haroşa bir hayat bırakmak için.
Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan.
Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız!
Didem Madak
Ilık bir su gibidir içimde yalnızlığım,
Yalnızlığım, ruhumda uzak bir ses gibidir.
Her sabah ufuklardan mavi şarkılar gelir,
Ve her sabah ürperir içimde yalnızlığım..
.....
(Fazıl Hüsnü Dağlarca)
HAVADA KAR KOKUSU
Terziler ufacık iğneleriyle
“Bir Yılbaşı gecesi dayanır”
Şekerden ve bezden kuklalar dikiyorlar
“Takma kirpikli dünya “
Denizlerden içerde
Ortalarda doğularda
Açlık kol geziyor
Varıp oralarda duruyor
Alime’nin oğlu eriyor
Hem vallaha hem billaha
Gözlerimin gözlerimin önünde
Gerze’den Cici Berber
Kepengini indirmeden yürüyor
Çıldırmış ufalmış bir çocuk kadar kalmış
Gazeteler keskin kalemleri ve flaşlarıyla
Uzakları uzakları gösteriyorlar
Etyopya Bengaldeş, Bengaldeş Etyopya
Havada kar kokusu
Bu yıl yaman kışlayacak
Söyledi cevizler alıçlar
Kuşları görmeliydik
Hiç değilse kuşları
Aklımızda kanatları sesleri
Olmadık yerde patlayan
Küçük kahkahalar gibi
Göremedik
Kuşlar büyük kentlerin göğünden
Artık hiç geçmiyor
Havada kar kokusu
Engizek’ten Elbistan’ın oralardan
Gavur dağlarından düzlere inenler
Kıl çadırlarını,toprak kaplarını
Derleyip dürdüler çoktan
Sımsıkı kapanmış avucunu açıp
Kağıt para bozuk para
Yazı sayacaklar
Ne denli sündürse ne denli uzatsa
Bir yaz bir kış etmiyor
Şaşkın bebelere bakıyor
Hayvanlara bakıyor
Geçmişim diyor ben benden
Buralarda
Sus sus sus sus sus
Dan başka bir ses duyulmuyor
Yazarlar ozanlar kardaşlar
Niye, biz ölmüş müyük
GÜLTEN AKIN
PARAGRAF BAŞI
Bir roman yazmaya başladığım o gece için.....
Yalnız bırakma beni bu paragrafın başında
Bu boşluğu bir masal doldurmaz
Kanalizasyondan fırlar bir cadı,
Başını engizisyona çarpar.
Ölürüz belki ikimiz de ucuz bir aşk romanının sonunda.
Patlamış mısıra benzerdi senin mısraların
Isınır ve patlardı
Beyaz çiçekler açardın sonunda
Bahar dallarının hatırına beni anla.
Küçük bir tırtıl gibi büzüştüm yatağımda
Hep böyle uyudum yıllarca
Sanırdım,
Bir gün doğuracak beni bu yatak
Son ve o en büyük sancıyla
Sanırdım
Tanrı bırakmış beni kocaman parmağıyla
Bir yumuşak çiçeğin ortasına
İçimde bir kedi durmadan oynardı
Parmak kızın DNA sarmalıyla
Alice’den çalıntı gözyaşlarım
Çiğ taneleri olurdu sabahları yastığımda.
Ömrüm geçti bir çiçeğe benzemekle
Hangi hayat süslendi senin için bu kadar.
Su getirdim perilerine küçücük avuçlarımla
Beni anla.
Kurşun kalemin hatırına beni anla
Razıyım uçsun bu şiir silgi tozlarının kanatlarında.
Toprağın seviyesine ineceğim
Anlamalı beni mezarım da
Bir uyağa takıldım, düşmeye razıyım
Artık beni anla.
Annemin bir şiir defteri vardı
Yaprakları gitgide sarardı
Hep sararan bir şey olarak kalmışsın aklımda.
Sanırdım
Bu dünya karaciğerinden hastadır
Sanırdım
Boyama sarışın bir kadındır zaman
Hep hayatını anlatır.
Eski bir şiirsin sen, unutulursun, unutma
Dekolten fazla kaçmasın aman,
Ayıplar sonra Anadolu yakanı kapa
Konuşma, konuşmak istemezsen
Ben konuşurum tavanda koşuşan ışıklarla
Hep aynı şeyi söylerim
Beni anla.
Yeni bir şarkıya başla
Hem şarkı dediğin şarttır yaşamaya
Şarka gittin geldim ardından
Hatırla orada fıskiyesi dönen havuzlar vardı.
Kalabalık avlular, yüksek duvarlar
Başımız döndüydü hatırla
Sürmeleri ne karaydı kadınların
Herkesi bir yere sürer ya dünya
Gözlerine sürülmüştü orda kadınlar.
Belki sen yoktun orda
Güller vardı.
Ben bir şair olarak güllerden bıkmamıştım daha,
Ba ‘su ba’del mevt
Hayata daha çok vardı
Beni anla.
Hatırla tavus kuşları vardı
Aşık olunca kanatlarından mavi güneşler doğardı.
Ben doğmamıştım daha hatırla.
Bak, işte burada.
Susan kadınlar vardı
Ben susamamıştım
Ama herkes içmişti.
Belki sen yoktun orada.
Aklımın taş kaldırımlarında dolaşırdı adamlar
Ayak seslerini dinlerdim
Perdem aralıktı, ışığım açık
Nedendir diyordum durmadan
İnsanın derisine bu kadar güzel bir resim çizmiş Allah
Sanırdım
Allah olmasa çöpten adamlar gibi yakışıksız çıkardık
fotoğraflarda.
Ağlamıştık
Boyalarımız aktıkça ferahlamıştık hatırla
Gözyaşlarımız simsiyahtı
Sanırdım
Yanağımın sıcağına göç ediyor kırlangıçlar
Beni anla.
Geçti ömrüm iklimden iklime
Yuva yaptım kaç paket cigaranın bacasına
Yorgunum, kahvem çamur gibi
Batmaya da razıyım, artık beni anla
Yeter ki sen beni
Hiç yazamayacağım bir romanın kollarına atma.
Didem Madak
SUSARAK
Yalan ülkesidir sarıp kuşatırlar kurumla kurulla
Tünerler üstüne, uzun da sürmüştür kimileyin
Çoraktır ne şiir ne masal ne türkü
Bizimle göçmüştür oysa söylencemiz
Masalımız uyumuştur biz dönesiye
Sözlerin yurdunu bilenler için
Bir başka dil saklarız dilimiz içinde
Silme kıyadır durur alnacımızda çöker eğnimize
Susarız gözlerimizde binbir iğne
Resmiyle doludur tarih susarak öldürdüğümüzün
Örselenmiş susuz solgun zambakları
Sular diriltiriz söyleşe söyleşe
Gülten Akın
' bülbülleri, sakaları bombalarla susturduktan sonra
hasbahçede hayallerin erişemeyeceği sessizlik başlar:
büyük hayaletin, ‘insanlığın’ sessizliği…
buzulların sessizliği,
buzdan ve külden meleklerin sessizliği.'
Cahit Koytak
Hiçbir şiir son mısrasında bitmez.
Sözün Simurgu, sözcüklere değil,
Kendi tüylerine bölünür çünkü,
Rüyalara ve hayatlara dağılır
Her gün, sabah akşam yeniden.
Senin, her şiirle daha büyük,
Daha uzak ve sarhoş uçuşlar için
Sözcüklerle tırmanmak istediğin
En yüce doruklardan toz kaldırıyor
O’nun kanadının rüzgârı çünkü;
Mısralarla ölçebilir misin, o zaman,
Sen ey fukara ozan,
Kanat genişliğini, onun?
Söz bitti sanılan yerde yol bitmiyor ki;
Turna katarı, yaban kazları, kırlangıç sürüsü…
Süzülürken bir vadiden,
Uzak mı uzak bir başka vadiye,
Tünüyorlar, bir gölün kıyısına,
Yahut bir gönlün kıyısına,
Kısa bir mola için;
Kısa bir mola için, sularla, ağaçlarla,
Bört böcek yârenle toplu bir âyin için…
Hepsi bu kadar ve seni yanıltan bu,
“Şimdi dokundum en güzele,
Şimdi dokundum en güzele! ” dedirterek
Böyle açtıran yumduran
Kanatçıklarını sana.
Yoksa yol biter mi hiç, biter mi yol?
Bitiyorsa, yol denebilir mi ona?
Biten şeylere var denebilir mi hiç!
İşte bunu aklında tutarsan sen de,
Simurg’un peşinde, bak, gör,
Senin de kalbinin her vuruşu
Ayrı bir kuşun dilinde,
Ayrı bir terennüm olmayı becerecektir,
Ayrı bir aksi seda…
Cahit Koytak / Simurg'un Peşinde
' beni öğrenmek istersen dağlara sor
beni öğrenmek istersen güneşe sor
onlar beni iyi bilirler
beni öğrenmek istersen
havaya sor beni
beni öğrenmek istersen
suya sor beni
onlar beni iyi tanırlar
onlar beni iyi bilirler
hayatı öğrenmek istersen
kendine bak
su gibi sade
su gibi derin yaşıyorum hayatı ben
kulağınla gör
gözünle konuş
ağzınla dinle...'
An Düşmesi
büyük yavanlığın zaman
kazandığı susuz gezegenlerin
arazisi! tarifsiz lanetlenişlerin
kuvvetli masumiyetiyle alay
eden merhale! talan
edilmiş yalnızlıkların tersyüz
çevrilerek bekletilmesiyle anlamlanmış
sahte mukaddes, sahte susayış, sahte
sabrediş izi!
toprak ve tüllerin kralı! zehrin bilgisi!
sen rüzgara uzat kalbinin mimarını ve
çöz suyu deryadan, kat mermere,
acıt yeryüzünü!
Küçük İskender
Rubailer (üçüncü bölüm)
1
İnsan
ya hayrandır sana, ya düşman.
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...
2
Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü
sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın.
Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın
bahtiyarlığına benzer seni sevmek...
3
Kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi
uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin.
Kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden
belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize...
4
Gün iyiden iyiye ışıdı artık,
tortusu dibe çöken bir su gibi duruldu, berraklaştı ortalık.
Sevgilim, sanki seninle yüz yüze geldim birdenbire:
aydınlık, alabildiğine aydınlık...
Nazım Hikmet Ran
dinle,
dünyanın en uzak kuşlarıdır ötmekte
gece saftır, yeknesaktır ve açık!
sardunyalar
ve mevsimin en sesli dalı, duyuyordur bu ayı…
binanın önündeki merdiven
elinde fenerle bu kapı
ve meltem israf oluyor!
dinle,
cadde senin adımlarını uzaktan çağırır
gözlerin karanlığın süsü değil
çırp göz kapaklarını,
ayakkabılarını geçir ayaklarına ve de gel
gel,
ayın teleği parmaklarını uyaracağı yere gel
ve zamanın seninle bir taşın üstünde oturacağı yere gel
gel ki gecenin mezamiri senin endamını,
bir parça şarkı gibi çeksin içine…
orada bir pir sana anlatacak:
en güzel şey varmaktır bir bakışa
her olaydan daha bir aşk olan bir bakışa
Sohrap Sepehri (Çeviri Haşim Hüsrevşahi)
Yağmur
Uyu! Gözlerinde renksiz bir perde,
Bir parça uzaklaş kederlerinden.
Bir ruh gülümsüyor gibi derinden,
Mehtabın ördüğü saatler nerde?
Varsın bahçelerde rüzgar gezinsin,
Yağmur ince ince toprağa sinsin,
Bir başka alemden gelmiş gibisin,
Dalmış gözlerinle pencerelerde.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Yiğidim Aslanım
Şu sılanın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğidim aslanım burda yatıyor
Bugün efkarlıyım açmasın güller
Yiğidimden kara haber verirler
Demirden döşeği taştan sedirler
Yiğidim aslanım burda yatıyor
Ne bir haram yedin ne cana kıydın
Ekmek kadar temiz su gibi aydın
Hiç kimse duymadan hükümler giydin
Yiğidim aslanım burda yatıyor
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Başka Bir Sema Var
Daima açık ve durgun
Farklı bir sema,
Ve karanlığa rağmen
Değişik bir günışığı var orada;
Solgun ormanlar dert değil,
Sessiz tarlalara etme aldırış,
Yaprakları yeşil
Bir küçük orman var yaz kış-
Ve parlak bir bahçe var, kırağı
Ve donun asla uğramadığı;
Solmayan çiçeklerinin içinde
Arıların canlı vızıltısını işitirim:
Gel gir, bahçeme
Yalvarırım, kardeşim!
Emily Dickinson
'olur da yüz yüze gelirsek hani bir zaman
meftun gözlerimle derdimi dökeyim sana
cümle cümle, hece hece, acı acı.
yalnız, bir esinti gibi (gözlerime değen) tenini seyretmek için
yürekten bir kaç kelam edebilmek için arıyorum seni
cadde cadde, sokak sokak, kapı kapı.
senden ayrıldığımda kalbimin kanı
büsbütün gözlerimden dökülüverdi
oluk oluk, çağıl çağıl, pınar pınar.
mevlanın ruhumu kumaşı ile dokuduğu aşkın,
kederli kalbime dokunsun her an
ilmek ilmek, tel tel, salkım saçak.
ey tahir! kendi kalbini aradın da ne buldun
kat kat, kıvrım kıvrım, köşe bucak?
seni, seni, seni...
hep sen! '
O aslında,haddinden fazla sevildi diye;
‘‘Yerleşmiş sevdasını,aşkın ana yurdunda inkâra yeltendi.’’
Nerede olduğunu ve kim olduğunu bilmeyen biri kadar kimliksiz artık,taşıdığı benlik.
Sevmek hayal gibi kaldı hayatımızda.
Kısacası her şey,
İki silik siluetin siyah beyaz fotoğrafı.
Bekleyişleri hep anlaşmalı,
Acıları da dayanılabilecek kadar ısmarlamaydı.
Kaygı,acı ve telaş birbirine karıştığında soldu mimozalar.
Sonra papatyanın fal bakabilen bir çiçek olduğuna inandım.
Şimdi özetle,
‘‘Uzun zaman oldu görüşmeyeli değil mi? ’’ diyecek bahanemiz var artık o'nunla.
Denk gelinirse kullanılmaya hazır,bir kenarında ağzımızın.
Emre GÖKCE / (F.Y) Sonra...
Doğum
(Leyla'nin doğumu için Mecnun'un sonradan söylediği)
I.
Çiğ düştü göklerden
Ve bir bahar günü doğdun sen
Güvercinler geçti menekşelerden
Ve bir bahar günü doğdun sen
Kendi kendine ayna olan nergislerden
Leylakların gün doğuşu ürperişinden
Zambakların kıyı kıyı bakışından
Geldin sen
Ve rüzgarlar karları süpürdüğünde
Ve insanı çıldırtan kuş sesleri işitildiğinde
Birdenbire aydınlandı annenin yüzü
Ve bir bahar günü doğdun sen
İlkin horozların gözüne göründün
Dünyaya haber verdiler ötelerden
Baban yeni dönmüştü eve ıraklardan
Birden aydınlandı annenin yüzü
Ve bir bahar günü doğdun sen
Marta bakan biliyordu geleceğini
Nisana bakan görüyordu alaca renklerini
Kızıl ve yeşil seherini
Mayısa bakan buldu seni
Ve bir bahar günü doğdun sen
Sana Leyla dedim Suna dedim şiirlerde şarkılarda
Gerçek adın bir fısıltı gibi kaldı ağızlarda dudaklarda
Çatlar yüreğim bir nar gibi o sırrı anar da
Avunurum doğumundan gelen muştulu armağanlarla
Melekler gökten geldi armağanlarla
Ve bir bahar günü doğdun sen
Bir bahar günü doğdun sen
Baharın ta kendisi oldun sen
Şimdi her baharda doğan çocuklarla
Sen en aşılmaz boya tenlerinde saçlarında
Sen görünür görünmez ufuklarda
Karlar erir erir kaçar kaçar da
Gökler yağmur biçiminde güler ağlar ağlar da
Güneş öğünerek yansır yansır da sularda
Gelirsin her baharda
Bir diriliş gibi ölü dünyaya
Ölüler gölgenden ateş ala ala
Ekilip biçilip yankı yapa yapa
Yaz sıcaklığından arta arta
Birer birer çıktılar gönlümüzün aynasına tarlasına
Ki bir bahar günü doğdun sen
Güller dönüştüler yatak çarşaflarına
Leylaklar yaklaştılar korka korka
Nergisler benliğimizin ortasından baka
Gelip fon oldular insanın
Bir kere daha
Sende yeniden yaratılışına
Bir bahar hali yaratışına
Bir bahar günü doğdun sen
Baharın ta kendisi oldun sen
II.
Sonbahar benim ölümüm kırmızı kırmızı yanışım karaağaçlarda
Senin ak doğumunu daha çok ortaya koymak için
Toplayıp gelişim güzü bütün sarılarımla loşluklarımla
Çürüyen solan evrenin karşı koyuşu
Senin baharda doğusunun anısına
Ah o ne sıtmadır güneşteki sıtma baharda
Her an senin doğumun yaşamaktan gelen
Ve güzün güneşte bir kuruyuş bir dağılma
Benim ölümümden gelen haykırış ve ağlayışlarla
Bir ömür boyu oldum salt ölüm kemiği
Parlamak için senin doğumundan gelen fosforlarla
Eve girmekte geç kalan çocuklar görecektir geceleri
Aşk baharının sessiz direnişini
yanıp duran ışıklarda
Yaz güneşi biriktirdi biriktirdi
Sonbahar yapraklarda delirdi
Kış derin çizgileriyle devrildi
Bahar gül tanklarıyla çiçek çağlayanlarıyla belirdi
Ve bir bahar günü doğdun sen
Sezai Karakoç
Aşkınseninle ödüllenemeyen yanıydı yalnızlık.
Ardınefes kesiği.
Ötesi yaraberisi beredahası izdir.
Geldiğim kadar gitmenin
Hatırladığım kadar unutmanın
Susturan ve üşüten avazlarımalibas bulmanın vaktidir şimdi.
Çoğalmaya gelmişkenazalarak kaldım cehenneminde.
Benim için
Öldüğünü görmemek için ölmek oldu artık hayat.
Yalnızlığın aşkla ödüllenemeyen yanısınsen.
Ardıbiz.
Ötesi yârberisi bendahası anıdır.
Acının ve ağrının kentidir
Hayatın hep arka odası
Zamanın arka bahçesidir biraz da ve sadece hep bir gün olarak verilirdün.
Benim yalnızlıkla cezalandırılmamdıaşk.
Ardıruh âlemi.
Ötesi şerberisi eceldahası kalptir.
Yüzdüğüm kadar boğulmanın
Tanıdığım kadar yabancılaşmanın
Eriten ve meleten kelimeleredeyiş bulmanın vaktidir şimdi.
Var olmaya gelmişkenyok olarak yakıldım ateşlerinde.
Benim için
Unuttuğunu bilmemek için gitmek oldu artık yollar.
Aşkın yalnızlıkla cezalandırdığıyımben.
Ardıdua.
Ötesi ibretberisi avdahası cinnettir.
Hep kendi kendimi ıskalayan bir ahmağım sandım.
Yokluğunda kendimi bulamadığımıaynadaki boşlukları gördükten sonra anladım.
Dudağındaki soğuk yatağa kıvrılan o sıcak nefestisessizlik.
Ardıfigan.
Ötesi dilberisi şiirdahası çığıltıdır.
Bensenbiz...
İç kanamaları durmayan üç ayrı hastayız şimdi.
Hepimiz tekiliz.
Hepimiz aşk tarafından terk edileniz.
Yitirdiğim kadar bulmanın
Uyuduğum kadar uyanmanın
Can verdiğim saatlerin hesabından can almanın vaktidir şimdi.
Yâr olmaya yüz tutmuşkenyârdan oldum kısmetlerin kıtlığında.
Ardıboş.
Ötesi ömürberisi karayazıdahası yazgı hatasıdır.
Aşkın bir arada tutamadığı birbirini anımsatan iki ayrı yalandıkbiz.
Buna sadece ayrılık kandı.
Ve onu bir yere
Beni bir bir yere,
Beni başka bir yere attı
Ardıazap.
Ötesi yokberisi yokmuşdahası yoktur
Emre Gökçe
Ben;
Benden olgun insan isterim karşımda!
Benden dürüst,
En ufak dalgada,
Arkasını dönmeyecek kadar olgun.
Arkamı döndüğümde,
Sırtımdan vurmayacak kadar güvenilir.
Bir o kadar cesaretli olmalı.
Yağmurdan ıslanıp,fırtınadan kaçmamalı.
Ayağı taşa takılınca kayadan korkmamalı.
İşine gelince sevip,
Zoru görünce bırakmamalı!
CAN YÜCEL
Ben mesafeyi; Bir arabaya atlayıp gitme arası birşey sanırdım!
Şimdi herkese uzak, yüreğime daha yakınım.
Kimseyi aynam yapmıyorum artık ben! Bilmiyorum kimseyi.
Herkes kapalı bir kutu gözümde.
Ne çıkarsa kendine hediye..
Koşmuyorum öyle olur olmaza,
Çağırana bir adım yürüyorum, o da insanlık namına...
Eskiden olsa, uluorta açardım kalbimin en kuytularını azıcık gülümseyen bir yüze.
Kat kat yorganlarım var artık kalbimin üzerinde. Geceleri bir tek kendime açıyorum bundan böyle..
Değişiyormuş insan!
Kırıla kırıla, içi döküle döküle öğreniyormuş hayatı...
Bu günlerde böyleyim ben!
Biraz yorgun,
Biraz durgun,
Biraz güvensiz ama daha güçlü! ! !
KELEBEK
Kaplumbağa seninle süsleseydi düşünü,
Bir günde kırk tepeyi rahatlıkla aşardı.
Güle konan kelebek, görseydi gülüşünü;
İnan bir kaplumbağa kadar uzun yaşardı.
OZAN ERTAY