Katildigi bir konferansta bir ogrenci alayci bir sekilde sorar: -Siz aslinda baytarmissiniz? Mehmet Akif yanitlar: -Evet, bir yeriniz mi agriyordu! ! ! !
Mübarek Adam.Üzerine Giyecek Paltosu yokken 2 kış Geçirmiş.Türk milletinin Gurur tablosu eŞsiz ve yüce,milyarlarca kırat ağırlığındaki İSTİKLÂL MARŞI nı yazdıktan sonra kendinise verilen 500 lirayı ihtiyacı olduğu halde Kabul etmeyen ve parayı Atatürke teslim eden Şimdi mumla aradığımız.Ender Şairlerden biri.Allah Razı olsun senden.......
“- Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince, Günler şu heyulayı da er geç silecektir, Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma, Sessiz yaşadım, kim beni, nereden bilecektir”
'Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince, Günler şu heyulayı da er, geç silecektir. Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma, Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir? '
'Her afile, mümkün, iki hicranlı can ağlar, Akif, sana âlemde bugün bir vatan ağlar! '
Abdurrahman Şeref Bey'in İstiklâl Marşımızın sevgili şairi Mehmet Akif Ersoy'un yukardaki hüzünlü sözlerine vefatı üzerine cevabıdır.
Şahsına ilişkin binlerce söylenecek hakiki güzel cümleler var, lakin kısaca şunu belirtebilirim ki; Mısralarında, cümlelerinde 'Olmam Gereken BEN'i buluyorum...' Beni Bana anlatan Ulu kişi... Cenab-ı Hakk Ebeden razı olsun...
Müslümanlığı Kur'an dan önce Safahattan öğrendim. Milliyetçiliği kanımda değil Akif'in gözünde buldum. Şarkın ihanetini, ümmetin dağınıklığını, milletin yüceliğini bana o öğretti.. Toprağı bol olsun...
Mehmet Akif Ersoy' un savaş propagandası yapan,insanları savaşa sevkeden yüzlerce şiir yazdığını, kendi yetişkinliği döneminde 1897 Türk-Yunan savaşı, 1. ve 2. balkan savaşı, Çanakkale savaşı da dahil olmak üzere Birinci Dünya savaşı gibi birçok savaşın gerçekleştiğini, ama Mehmet Akif Ersoy'un bunların hiçbirine katılmadığını BİLİYOR MUYDUNUZ?
savaş yıllarıdır..MEHMET AKİF Birgün sabah ezanıyla uyanır ve beynı zonglamaktadır...bırden dışarıya kosar...bahcedeyken aklına o yüce marşımızın mısraları teker teker dökülmeye baslar..ve o esnada eline bir kömür alır ve aklına gelen bütün mısraları evinin duvarına ardarda yazmaya baslar...mısralar bittiginde 10kıta olmustur....iste YÜCE İSTİKLAL MARŞIMIZ böyle yazılmıştır....
... Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal. Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal: Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Osmanlı Devleti’nin altı yüz yıllık uzun ömrü,bütün dünya devletlerinin ilgisini çekmiştir.Bir devletin bu denli uzun müddet yaşaması dikkate şayandır.Bunun sırrı,sözkonusu devletin köklü ve âdil bir adalet mekanizmasına sahip olmasında aranmalıdır.Devletin zirve sindeki padişahlar iyi eğitim görmüşlerdir.Tahta oturmadan evvel staj mahiyetinde değişik illerde valilik görevlerinde bulunurlardı.Padişahlık makamına geleceklerini evvelden bildikleri için kendilerini buna hazırlarlardı. Osmanlı’nın son dönemleri çok sancılı geçmiştir.İçerden ve dışardan sokulan çomaklarla sarsıntılar geçirmiştir.Üç kıtaya hakim olan bir devletin elbette ki düşmanları çok olur.Osmanlı’nın düşmanları da çoktu.Haçlılar, Osmanlı Devleti’ne karşı et ve tırnak misali bir bütün olmuşlardı.Çünkü Osmanlı,İslâmı ölçü olarak almıştı.Ötekilerse hırıstiyanlığın birer gönüllü mensubuydular.Yani aslında Hac’la Hilâl’in mücadelesiydi bu.Onlarca değişik ırkın mensubunu aynı çatı altında birleştirmek ve barındırmak sanıldığı kadar kolay bir iş değildir.Osmanlı bu zorluğun üstesinden tam altı yüz yıl boyunca gelmiştir.Bunu yaparken asla zorbalığa başvurmamıştır.Daima ikna metodunu kullanmışlardır. Osmanlı Devleti’nin o uzun ömrünün son çeyreği,büyük sarsıntılara sahne olmuştur.Bunlardan birisi de İkinci Meşrutiyet’in ilânıdır.İç ve dış müdahalelerle oluşturulan suni gerginlik,hat safhaya erişmişti.Devlet ekonomik bakımdan da güçsüzleşmişti.Tahtta bulunan ikinci Abdülhamit 24Temmuz 1908’de,1876 Kanun-i Esasisi’ni tekrar yürürlüğe koymak zorunda kaldı.Halk,sözde hürriyet kazanmışlığın getirdiği sevinçle sokaklara döküldü.Oysa bu zorlamayla yapılmış,dış mihraklı bir değişimdi.Gaye,Osmanlı’yı bitirmekti.Halk,işin iç yüzünü bilmediği halde,bazı kendini bilmezlerin yönlendirmesiyle sevinç naraları atıyordu.Bu durumu Mehmet Akif, bakın nasıl dile getiriyor: “Birde İstanbul’a geldim ki bütün çarşı pazar Nar’adan çalkalanıyor, öyle ya:hürriyet var! Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş.Doğru: Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru. Kimse farkında değil,anlaşılan, yaptığının; Kafalar tütsülü hûyla ile,gözler kızgın. Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden Yakıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden! Zurnalar şehrin ahalisini takmış peşine; Yedisinden tutarak dayanın yetmişine! Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli: En ağır başlısının bir zili eksik,belli! Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük. Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük! Kim ne söylerse,hemen el vurup alkışlayacak... -Yaşasın /Kim yaşasın/-Ömrü olan/-Şak! şak! şak! ” Ne hazin bir tablo çizmiş Akif! .. İnsanlar nasıl da kolayca oyuna gelebiliyor.Oysa Abdülhamit çok merhametli ve kabiliyetli bir padişahtı.Zaten onun bu yönünden yararlandılar.Bazı insanlara iyi niyet ve hoşgörü yaramıyor.Akif,İkinci Meşrutiyetin ilân edildiği yıllarda 35 yaşında olgun bir insandı. Bu durum kendisini fazlasıyla üzmüştü.Gerçi İkinci Abdülhamit’i başarılı bulmazdı.Fakat ondan sonra gelenler İkinci Abdülhamit’i aratmışlardır Akif’e…Abdülhamit’i çok pasif buluyordu.Böyle olmasaydı,düşmanları bu gibi ayaklanmalara cesaret edemezlerdi.Sokaklarda sözde sevinç gösterileri sürerken idareciler adeta ortadan kaybolmuştur.Hayat durmuştur sanki…Bu manzarayı tasvir etmek için kelimeler yetersiz kalıyordu. Rabbim bizleri böyle şuursuz kalabalıkların şerrinden korusun.
MEHMET AKİF’E GÖRE EĞİTİM VE ÖĞRETİM M.NİHAT MALKOÇ
Hayatı idame ettirebilmek için eğitim ve öğretim şarttır.İnsan, Resulullah’ın deyimiyle; beşikten mezara kadar ilim tahsil etmelidir.Dinimiz,mürebbilere ve âlimlere büyük bir ehemmiyet vermiştir.Öyle ki âlimler, peygamberlerin varisleri olarak görülmüştür. Müslümanı bir bütün olarak ele alan ve Safahat’ında, onun yaşamından pasajlar sunan Mehmet Akif Ersoy,eğitimi hayatın olmazsa olmazlarından biri olarak görmüştür.Cehaleti en büyük düşman olarak kabul etmiş ve bunu bir şiirinde şöyle dile getirmiştir: “Eyvah! Bu zilletlere sensin yine illet… Ey derd-i cehalet sana düşmekle bu millet, Bir hâle getirdin ki, ne din kaldı ne namus Ey sine-i İslâm’a çöken kapkara kâbus Ey hasm-ı hakiki, seni öldürmeli evvel: Sesin bize düşmanları üstün çıkarılan el! ” Gerçekten de Akif’in teşhisi çok doğrudur Hiçbir şeyden çekmedik cehaletten çektiğimiz kadar... Hep cahilliğimizin kurbanı olduk. Kendi hatalarımızı görmek istemeyince, kabahati yüce İslâm dinine attık. Geri kalışımıza gerekçe olarak onu gördük. Oysa kendimizi kandırdık. Yanlış teşhis, tedaviyi geciktirir; hatta imkânsız kılar. Gaflet uykusundan uyanmak gerekir.Çünkü Akif’in dediği gibi, uyanık olmalıyız: “Yıllarca,asırlarca süren uykudan artık, Silkin de: muhitindeki zulmetleri yak,yık! Bir baksana: gökler uyanık, yer uyanıktır; Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır! ” Memleketin kalkınması ve çağdaş medeniyetler seviyesine erişmesi için kadın-erkek,yaşlı- genç demeden herkes eğitimden, üzerine düşen payı almalıdır. Eğitim, çağın gereklerine uygun ve millî olmalıdır. Genç nesiller fennî ilimlerin yanında, dinini de öğrenmelidir. Çünkü dinî ve fennî ilimler terazinin iki ayrı kefesi gibidir. Birinin boşluğu ötekinin dengesini sarsar. Akif,“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? ”(Zümer S.9.Ayet) ilâhi sualine karşılık şu cevabı veriyor: “ Olmaz ya … Tabiî… Biri insan, biri hayvan! ” Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: “İlim Çin’de dahi olsa gidip alınız.”buyurmuştu. Buradaki Çin, uzaklığı sebebiyle, özellikle belirtilmiştir. Akif bu hadisten yola çıkarak Müslümanlara şu tavsiyede bulunuyor: “Müslüman,elde asâ, belde divit, başta sarık; Sonra sırtında yedek şaplı beş on deste çarık; Altı aylık yolu, dağ taş demeyip çiğneyerek, Çin-i Maçin’deki bir ilmi gidip öğrenecek.” Kur’an’ın ilk ayetinin “Oku” diye,bariz bir emirle gönderilmiş olması tesadüf değildir.İslâm,okumayı terakkinin vazgeçilmez bir şartı olarak görmektedir. Müslümanlar bu gerçeği idrak edemediği için müstemleke durumuna düşmüşlerdir.Oysa Müslümanların sahip olduğu topraklar,yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından çok zengindir.Fakat çağın ilmine sırt çevirdikleri için ellerinin altındaki hazineleri çağdaş ülkelerle paylaşmak zorunda kalmışlardır.Akif bakın nasıl bir dünya hayal ediyor: “Sayısız mektep açılmış:Kadın,erkek okuyor; İşliyor fabrikalar,yerli kumaşlar dokuyor Gece gündüz basıyor millete nâfi âsâr Adeta matbaalar bir uyumaz hizmetkâr Mülkü baştan başa imâr edecek şirketler; Halkın irşâdına hâdim yeni cemiyetler, Durmayıp iş buluyor,gösteriyor,uğraşıyor; Gemiler sahile boydan boya servet taşıyor… Hasır üstünde bu rüyaları görmekte iken, İki mel’un gözün altında ayıldım birden.”
Hepimiz aynı rüyayı görmüyor muyuz yüzyıllardır? Bu rüyanın gerçek olması için daha ne bekliyorsunuz? Herkes vazifesinin başına! ... e-mektup: [email protected]
Katildigi bir konferansta bir ogrenci alayci bir sekilde sorar:
-Siz aslinda baytarmissiniz?
Mehmet Akif yanitlar:
-Evet, bir yeriniz mi agriyordu! ! ! !
Mübarek Adam.Üzerine Giyecek Paltosu yokken 2 kış Geçirmiş.Türk milletinin Gurur tablosu eŞsiz ve yüce,milyarlarca kırat ağırlığındaki İSTİKLÂL MARŞI nı yazdıktan sonra kendinise verilen 500 lirayı ihtiyacı olduğu halde Kabul etmeyen ve parayı Atatürke teslim eden Şimdi mumla aradığımız.Ender Şairlerden biri.Allah Razı olsun senden.......
inançlı ve büyük bir Türkçü böyle adamlara çok ihtiyacı var bu memleketin çok
İkiyüzlü insanları sever oldum,yirmi yüzlüleri görünce.(m.akif ersoy)
Kuva-i kaleminiz bendenizi mestetti
Zira müteşekkildir nazmınız diyanetten
Şiiriniz daima hakikati şerhetti
Zinhar göremedik hiçbir alamet bidatten
Tevazu timsali büyüğümüzden...
“- Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyulayı da er geç silecektir,
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni, nereden bilecektir”
'Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyulayı da er, geç silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir? '
'Her afile, mümkün, iki hicranlı can ağlar,
Akif, sana âlemde bugün bir vatan ağlar! '
Abdurrahman Şeref Bey'in İstiklâl Marşımızın sevgili şairi Mehmet Akif Ersoy'un yukardaki hüzünlü sözlerine vefatı üzerine cevabıdır.
Mütefekkir...
Uyandığı an yataktan kalkardı....
Miskinliği sevmezdi....
Verilen sözün yerine getirilmemesine ölüm bile bahane olmamalıydı...
edep abidesi
Ağlarım anlatamam,hissederim söyleyemem
Dili yok kalbimin,ondan ne kadar bizarım.
Şahsına ilişkin binlerce söylenecek hakiki güzel cümleler var,
lakin kısaca şunu belirtebilirim ki;
Mısralarında, cümlelerinde 'Olmam Gereken BEN'i buluyorum...'
Beni Bana anlatan Ulu kişi...
Cenab-ı Hakk Ebeden razı olsun...
Dua ile...
Müslümanlığı Kur'an dan önce Safahattan öğrendim.
Milliyetçiliği kanımda değil Akif'in gözünde buldum.
Şarkın ihanetini, ümmetin dağınıklığını, milletin yüceliğini bana o öğretti..
Toprağı bol olsun...
BACIMIN İFFETİ BATMAKTA REZİLİN GÖZÜNE..
ACIRIM TÜKRÜĞE BİLLAHİ! TÜKÜRSEM YÜZÜNE..
Böyle gecenin ne hayrı olur seherinde...
Cemaat intibah ister, uyanmaz gizli yaşlarla!
Çalışmak! ... Başka yol yok, hem nasıl? Canlarla, başlarla
İt yetiştirmek için toprağı gayet münbit
Âh ya şimdi?
Mehmet Akif Ersoy' un savaş propagandası yapan,insanları savaşa sevkeden yüzlerce şiir yazdığını, kendi yetişkinliği döneminde 1897 Türk-Yunan savaşı, 1. ve 2. balkan savaşı, Çanakkale savaşı da dahil olmak üzere Birinci Dünya savaşı gibi birçok savaşın gerçekleştiğini, ama Mehmet Akif Ersoy'un bunların hiçbirine katılmadığını BİLİYOR MUYDUNUZ?
Akif Burdurlu değil sadece Burdur'dan millet vekli olmuştur. Aslen Arnavuttur.
savaş yıllarıdır..MEHMET AKİF Birgün sabah ezanıyla uyanır ve beynı zonglamaktadır...bırden dışarıya kosar...bahcedeyken aklına o yüce marşımızın mısraları teker teker dökülmeye baslar..ve o esnada eline bir kömür alır ve aklına gelen bütün mısraları evinin duvarına ardarda yazmaya baslar...mısralar bittiginde 10kıta olmustur....iste YÜCE İSTİKLAL MARŞIMIZ böyle yazılmıştır....
yüce bir şahsiyet hayatını milletine adamış bir şair ve tasavvuf ehli
...
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Kardeşlerim bu uğraşlarınız beyhudedir.M.AKİF ERSOY'U anlatmaya hangi kelimelerin kudreti yeter ki...O kelimlerle anlatılmayacak kadar yüce bir insan.... Beşer-i ülviyet...beşer-i kelamla anlatılmaz.
Mevlam mekanını cennet ruhunu şad etsin...
Vusulsüzlüğümüz,usulsüzlüğümüzdendir...
Hayâtın en muhayyel gâyedir ahrâra dünyâda.
'Nazmın Hıçkırıklarıydı'dizeleri..
'Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım
Ziyan ortada bilmem ki ne kazandık...
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım
Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım!
son asrın yetiştirdiği en büyük dava, yürek ve ilim adamı
İKİNCİ MEŞRUTİYET VE MEHMET AKİF
M. NİHAT MALKOÇ
Osmanlı Devleti’nin altı yüz yıllık uzun ömrü,bütün dünya devletlerinin ilgisini çekmiştir.Bir devletin bu denli uzun müddet yaşaması dikkate şayandır.Bunun sırrı,sözkonusu devletin köklü ve âdil bir adalet mekanizmasına sahip olmasında aranmalıdır.Devletin zirve sindeki padişahlar iyi eğitim görmüşlerdir.Tahta oturmadan evvel staj mahiyetinde değişik illerde valilik görevlerinde bulunurlardı.Padişahlık makamına geleceklerini evvelden bildikleri için kendilerini buna hazırlarlardı.
Osmanlı’nın son dönemleri çok sancılı geçmiştir.İçerden ve dışardan sokulan çomaklarla sarsıntılar geçirmiştir.Üç kıtaya hakim olan bir devletin elbette ki düşmanları çok olur.Osmanlı’nın düşmanları da çoktu.Haçlılar, Osmanlı Devleti’ne karşı et ve tırnak misali bir bütün olmuşlardı.Çünkü Osmanlı,İslâmı ölçü olarak almıştı.Ötekilerse hırıstiyanlığın birer gönüllü mensubuydular.Yani aslında Hac’la Hilâl’in mücadelesiydi bu.Onlarca değişik ırkın mensubunu aynı çatı altında birleştirmek ve barındırmak sanıldığı kadar kolay bir iş değildir.Osmanlı bu zorluğun üstesinden tam altı yüz yıl boyunca gelmiştir.Bunu yaparken asla zorbalığa başvurmamıştır.Daima ikna metodunu kullanmışlardır.
Osmanlı Devleti’nin o uzun ömrünün son çeyreği,büyük sarsıntılara sahne olmuştur.Bunlardan birisi de İkinci Meşrutiyet’in ilânıdır.İç ve dış müdahalelerle oluşturulan suni gerginlik,hat safhaya erişmişti.Devlet ekonomik bakımdan da güçsüzleşmişti.Tahtta bulunan ikinci Abdülhamit 24Temmuz 1908’de,1876 Kanun-i Esasisi’ni tekrar yürürlüğe koymak zorunda kaldı.Halk,sözde hürriyet kazanmışlığın getirdiği sevinçle sokaklara döküldü.Oysa bu zorlamayla yapılmış,dış mihraklı bir değişimdi.Gaye,Osmanlı’yı bitirmekti.Halk,işin iç yüzünü bilmediği halde,bazı kendini bilmezlerin yönlendirmesiyle sevinç naraları atıyordu.Bu durumu Mehmet Akif, bakın nasıl dile getiriyor:
“Birde İstanbul’a geldim ki bütün çarşı pazar
Nar’adan çalkalanıyor, öyle ya:hürriyet var!
Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş.Doğru:
Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru.
Kimse farkında değil,anlaşılan, yaptığının;
Kafalar tütsülü hûyla ile,gözler kızgın.
Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden
Yakıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden!
Zurnalar şehrin ahalisini takmış peşine;
Yedisinden tutarak dayanın yetmişine!
Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli:
En ağır başlısının bir zili eksik,belli!
Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük.
Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!
Kim ne söylerse,hemen el vurup alkışlayacak...
-Yaşasın /Kim yaşasın/-Ömrü olan/-Şak! şak! şak! ”
Ne hazin bir tablo çizmiş Akif! .. İnsanlar nasıl da kolayca oyuna gelebiliyor.Oysa Abdülhamit çok merhametli ve kabiliyetli bir padişahtı.Zaten onun bu yönünden yararlandılar.Bazı insanlara iyi niyet ve hoşgörü yaramıyor.Akif,İkinci Meşrutiyetin ilân edildiği yıllarda 35 yaşında olgun bir insandı. Bu durum kendisini fazlasıyla üzmüştü.Gerçi İkinci Abdülhamit’i başarılı bulmazdı.Fakat ondan sonra gelenler İkinci Abdülhamit’i aratmışlardır Akif’e…Abdülhamit’i çok pasif buluyordu.Böyle olmasaydı,düşmanları bu gibi ayaklanmalara cesaret edemezlerdi.Sokaklarda sözde sevinç gösterileri sürerken idareciler adeta ortadan kaybolmuştur.Hayat durmuştur sanki…Bu manzarayı tasvir etmek için kelimeler yetersiz kalıyordu. Rabbim bizleri böyle şuursuz kalabalıkların şerrinden korusun.
e-mektup: [email protected]
MEHMET AKİF’E GÖRE EĞİTİM VE ÖĞRETİM
M.NİHAT MALKOÇ
Hayatı idame ettirebilmek için eğitim ve öğretim şarttır.İnsan, Resulullah’ın deyimiyle; beşikten mezara kadar ilim tahsil etmelidir.Dinimiz,mürebbilere ve âlimlere büyük bir ehemmiyet vermiştir.Öyle ki âlimler, peygamberlerin varisleri olarak görülmüştür.
Müslümanı bir bütün olarak ele alan ve Safahat’ında, onun yaşamından pasajlar sunan Mehmet Akif Ersoy,eğitimi hayatın olmazsa olmazlarından biri olarak görmüştür.Cehaleti en büyük düşman olarak kabul etmiş ve bunu bir şiirinde şöyle dile getirmiştir:
“Eyvah! Bu zilletlere sensin yine illet…
Ey derd-i cehalet sana düşmekle bu millet,
Bir hâle getirdin ki, ne din kaldı ne namus
Ey sine-i İslâm’a çöken kapkara kâbus
Ey hasm-ı hakiki, seni öldürmeli evvel:
Sesin bize düşmanları üstün çıkarılan el! ”
Gerçekten de Akif’in teşhisi çok doğrudur Hiçbir şeyden çekmedik cehaletten çektiğimiz kadar... Hep cahilliğimizin kurbanı olduk. Kendi hatalarımızı görmek istemeyince, kabahati yüce İslâm dinine attık. Geri kalışımıza gerekçe olarak onu gördük. Oysa kendimizi kandırdık. Yanlış teşhis, tedaviyi geciktirir; hatta imkânsız kılar. Gaflet uykusundan uyanmak gerekir.Çünkü Akif’in dediği gibi, uyanık olmalıyız:
“Yıllarca,asırlarca süren uykudan artık,
Silkin de: muhitindeki zulmetleri yak,yık!
Bir baksana: gökler uyanık, yer uyanıktır;
Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır! ”
Memleketin kalkınması ve çağdaş medeniyetler seviyesine erişmesi için kadın-erkek,yaşlı- genç demeden herkes eğitimden, üzerine düşen payı almalıdır. Eğitim, çağın gereklerine uygun ve millî olmalıdır. Genç nesiller fennî ilimlerin yanında, dinini de öğrenmelidir. Çünkü dinî ve fennî ilimler terazinin iki ayrı kefesi gibidir. Birinin boşluğu ötekinin dengesini sarsar. Akif,“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? ”(Zümer S.9.Ayet) ilâhi sualine karşılık şu cevabı veriyor: “ Olmaz ya … Tabiî… Biri insan, biri hayvan! ”
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: “İlim Çin’de dahi olsa gidip alınız.”buyurmuştu. Buradaki Çin, uzaklığı sebebiyle, özellikle belirtilmiştir. Akif bu hadisten yola çıkarak Müslümanlara şu tavsiyede bulunuyor:
“Müslüman,elde asâ, belde divit, başta sarık;
Sonra sırtında yedek şaplı beş on deste çarık;
Altı aylık yolu, dağ taş demeyip çiğneyerek,
Çin-i Maçin’deki bir ilmi gidip öğrenecek.”
Kur’an’ın ilk ayetinin “Oku” diye,bariz bir emirle gönderilmiş olması tesadüf değildir.İslâm,okumayı terakkinin vazgeçilmez bir şartı olarak görmektedir. Müslümanlar bu gerçeği idrak edemediği için müstemleke durumuna düşmüşlerdir.Oysa Müslümanların sahip olduğu topraklar,yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından çok zengindir.Fakat çağın ilmine sırt çevirdikleri için ellerinin altındaki hazineleri çağdaş ülkelerle paylaşmak zorunda kalmışlardır.Akif bakın nasıl bir dünya hayal ediyor:
“Sayısız mektep açılmış:Kadın,erkek okuyor;
İşliyor fabrikalar,yerli kumaşlar dokuyor
Gece gündüz basıyor millete nâfi âsâr
Adeta matbaalar bir uyumaz hizmetkâr
Mülkü baştan başa imâr edecek şirketler;
Halkın irşâdına hâdim yeni cemiyetler,
Durmayıp iş buluyor,gösteriyor,uğraşıyor;
Gemiler sahile boydan boya servet taşıyor…
Hasır üstünde bu rüyaları görmekte iken,
İki mel’un gözün altında ayıldım birden.”
Hepimiz aynı rüyayı görmüyor muyuz yüzyıllardır? Bu rüyanın gerçek olması için daha ne bekliyorsunuz? Herkes vazifesinin başına! ...
e-mektup: [email protected]