Bir televizyon programinda yasanmis bir kucuk oyku:
Efendim, Rizede bir müezzin iftar ezanını yanlıştıkla 5 dk kadar önce okumuş. Ezani duyan insanlar da oruçlarını açmış doğal olarak fakat, ertesi gün müftü çıkıp 'Hacan olmaz öyle, rabbimun orucuyla dalga mı geçiiysuuz pütün Rizeli hemşerilarum bu orucu kaza edecektur' buyurmuş. Ve tabi kavga derecesine varan buyuk tartismalar cikmis. Yok efendim olurdu olmazdı. Bu esnada canlı yayına Almanya'dan -tekrar ediyorum Almanya'dan- bir telefon gelmis. Konuşma aşağıdaki gibiymis...
- Iyi akşamlar, haçan ben birşey soracağum, biz de ailecek Rizeliyuz, acaba aha bu orucu biz de mi kaza edeceğuz?
Müftünün cevabı:
- Ha bu ezanı oradan duymuşsanuz, siz de edeceksunuz!
(saat onikiden evvel bütün işlerini yapması gereken kişiler) bunu yazan uyanık insann bı bak bakım yasadıgın ulkede en tanınmış müzik adamı nereli onuda bırak yasadıgın ülkeyi ve dolaylı olarak senim yöneten kişi nereli...... (bütün karadenizlilerİ veya rizelileri LAZ adlandırdıysan eger) cvbını beklıom
öncelikle laz olmayanların şunu anlamaları lazım:laz fıkraları denilen hikayeler bir saflığın örneği değil tamamen keskin zekanın bir karşılığıdır; şöyleki lazlar öyle eğlenceli insanlar ki günlerini eğlenceli kılmak için bu türden espirileri üretmişlerdir(bir kısımları da laz fıkraları diye uydurmuşlardır) bir kısım insanlarda bu ürettiğimiz espirilerle eğleniyorlar,biri çıkıp bunu iş olarak yapsa,adama bak ne zeki derler(çünkü bazi insanların içinde tek tük çıkar böyle insanlar,zeka meselesi herkeze nasıp olmaz) ama lazlar bunu günlük hayatta sürekli yaptıkları zamanda saf yakıştırmasına mağruz kalınılıyor,anlatmak istediğim bu espiri işi zeka işidir,şok şükür ki lazlar bu işi çok iyi yapıyorlar,anlayana sivri sinek saz,anlamayana davul zurna az,LAZLAR=ZEKİ İNSANLAR
48 yaşında illa erotik siteleri buluyor filtre izin vermezse ya filtreyi kırıyor ya da tanışma hatlarında erotik kız pozlarını buluyor tam ekran herkese gösteriyor. O da olmazsa msn'den çıplak kız resmi istiyor arkadaşında onu tam ekran yapıp pencere kenarında millete gösteriyor.
Çocuğu olmuş yeni, daha 3 aylık arada bir onu da cafeye getiriyor.
Online arkadaşlık sitelerinden millete karı kız ayarlıyor.
Öncelikle her karadenizli laz değildir. Lazlar rize ilinin ardeşen, pazar, fındıklı, çamlıhemşin ve artvin ilinin hopa, arhavi, borçka ilçelerinde bulunur. Lazca konuşan lazlardır(mohti) . Birde hristiyan lazlar vardır onlarda megrelce diye bir dil kullanırlar. Megrelce lazcaya çok benzeyen bir dildir. Genelde Gürcistan dolaylarında konuşulur. Lazlar 1580 yıllarında 16. yy.da müslüman olmuşlardır.
mohti lazcada gel demekdir. gel demekle lazları nasıl ayırdınız hayret ettim. sahte lazlar kim? bizler sehirlerde çalışmaya gittiğimiz zamanlarda türkçenin arasına bazen lazca karıştırdık 'gel' yerine 'mohti' kullandık, eskilerden gelen bir alışkanlıkla karadeniz bölgesinin tümüne laz dendi, bizleri ayırt etmek için halkın kolay kavrayacagı kelime olan ' mohti' kullanılmaya başlandı. bu yanlış adlandırmayı ortadan kaldırmak büyük çaba istiyor. laz benim ve lazlar, rize'nin; pazar,ardeşen,çamlıhemşin,fındıklı ilçeleri ile artvin'nin; arhavi,hopa,boçka(az) ilçelerinde vede adapazarı, düzce,bolu, yalova illerinde de yoğun olarak yaşamaktadırlar
vatanımı bayrağımı seviyorum...lazcamıda gayet güzel konuşuyorum hiç bir baskı engelle karşılaşmadan.. ne mutlu lazım dedığimdede kimse bundan gocunmaz çünkü artniyetlı olmadığım herkes tarafından bilinir...
Milliyetperver ve her zaman dinine hürmetkâr insanlardır. Aralarında hain barındırmazlar.Nitekim,Karadeniz’de terör hadiselerine pek rastlanmaz. “Tek yumruk olmak” buna denir işte…
Lafı bi tarafından anlayan ama genelde yanlış tarafından anlayan sempatik konuşmaya sahip vatandaşlarımızdandır... örneklerine her an rastlamak mümkündür... ;)
laz deyince hamsi gelir aklıma cana yakın fıkır fıkır insanlar samimi ve içten ,dostluklarına doyum olmaz,ha hamsinin de dostluğuna doyum olmaz,balıkların en cana yakını.
“Anadolu halkları ile Kafkas halkları arasında mevcut benzerlikleri (göçebe olma) hesaba katarsak, iki halkın da aynı kökten geldiklerini düşünebiliriz.”
Bu dergi, SİMA Doğu Karadenizliler Hizmet Vakfı’nın bir yayın organı olarak yaşama gireceğine göre, öncelikle ve özellikle Doğu Karadeniz’in yerli halkı olan Lazlar’ın bugünkü konumlarında bir tariflerinin yapılması ve yıllar yılı konunun bir spekülasyon aracı olarak bugünlere kadar getirilmesi suretiyle doğmuş olan belirsizliklerden, çarpık yakıştırmalardan, aşağılama aracı olarak kullanımından arındırılması gerekmektedir. Bunun yolu da gerçekleri bilmekten geçer.
Çünkü Laz, ne Temel fıkralarındaki komedi öznesidir, ne de D. Karadeniz Türkçesi ile türkü söyleyen bir sanatçı. Öyle ise bir soru ile konuya giriyorum. Laz kimdir?
Türkiye’de Lazlar’ın coğrafi anlamda yaşadıkları yöre denince, Doğu Karadeniz kıyı şeridinde; Rus hududundan başlayıp Zonguldak’a kadar uzanan bölge akla gelmektedir.
Bu, dıştan bir bakıştır ve bu ince uzun arazide sıralanan yerleşim birimlerinden, Pazar ilçesinin batısındaki yerlerde yerleşik olanların, hangisini konunuza tanık etmek isterseniz ediniz, kendilerinin Laz olmadıklarını söyleyeceklerdir. Özellikle Lazlar’a ait yöreye doğru bir sınırlama getiremeyecekler, belki de, o an akıllarına gelen bir yerden başlayıp doğuya doğru uzandığını söyleyeceklerdir. Bu belirleme, batıda örneğin Rize’de tamamen belirginleşecek ve Rize’dekiler size doğru olan Pazar’ı sınır göstereceklerdir.
Konuyu biraz daha açalım. Toplumun içinde din, dil, düşünce ve örgütlenme biçimi gibi kültürün temel ögeleri, o toplumdaki başka bir ögenin yerini alamaz. Ancak, her birinin başka bir toplumun aynı gruptan olanları ile etkilenmesi olasıdır. O zaman da ögenin fonksiyonel gücü veya orijinalliği tartışma konusu olabilir.
Bu durumda, Lazlar’a özgü binlerce yıl geçmişi olan dilin veya kültür etkinliklerinden bir veya birkaçının sadece yaşadıkları coğrafyada bulunabileceği gibi bir düşünce geçerli değildir.
Böyle olunca da, kültürlerini, orijinal yapıları içinde başka bölgelere taşımış olan Lazlar da Laz’dır ve yurdumuzun geniş bir alanına yayılmışlardır.
Bu belirlememize göre Rusya sınırından başlayıp, Pazar ilçesini içine alan sahil şeridine çok yakın bir bölgede veya Sakarya’ya Bursa’ya bağlı tamamı Lazlar’la meskun yerleşim biriminde yaşayan bir kimseye, Laz kültürünün bir mensubu olmadığı sürece Laz diyemeyeceğiz, buna karşı çeşitli bölgelerde, örneğin, Kocaeli’nde, Sapanca’da yaşayan ve Laz kültürünü beraberinde taşımış olan kimselere Laz diyebileceğiz.
Zaten, Pazar’ın batısındaki bütün Doğu Karadenizlilerin hayli benzer alışkanlıklarına rağmen, kendilerini Laz saymadıkları bilinir. Çünkü, Lazcayı ayrı bir dil olarak Lazlar konuşur.
Doğu Karadeniz’den doğudakiler, batıdakilere; “Hamus Hekoleni” (buradan öteki) diyerek farklılığı, sabit olmayan bir coğrafi sınırla belirlemeye çalışırlarken, batıdakiler doğudakileri, Mohti (gel) sıfatı ile isimlendirerek, dil farkını ayrımlarına ölçü almaktadırlar.
Her iki genellemeden de, bir aşağılama kokusu alınmaktadır. Ancak, bu ayrılık değildir; bir beşeri zaaftır.
P. Alford Andrews’in, “Türkiye’deki Etnik Gruplar” adı ile çevrilen eserinde; “Kendine özgü şiveleri, çabuk sinirlenmeleri, denizle çok içli dışlı olmaları, onları iyi tanıyan komşularının tanıklığı, çok küçük ve dik yerlerde toprağı elleri ile sürmeleri, birkaç evden oluşan birbirinden uzak köylerde yaşamaları, buğday ekmeği yerine mısır ekmeği yemeleri, bol miktarda hamsi tüketmeleri ile birazcık matrak bir tip olarak çizilir” demekte ve örneklemelerin devamında bazen birbirleriyle çelişen ögelere de yer vermektedir. Örneğin, Lazlar’ın hem durgun zekalı, hem de iş konusunda çok becerikli ve başarılı olarak bilindiklerini, ya da hem çalışkan ve hırslı, hem de hizmetçilik türü işler için isteksiz olduklarını belirleyen bölümlerde olduğu gibi.
Yazarın bu yaklaşımı sağlıklı değildir. Nitekim, tiplemede mevcut doğrulara rağmen, bir çok yanlış ve eksikler de hemen göze çarpmaktadır.
Örneğin, komedi ağırlıklı forumlarda çok abartmalı olarak kendisini iyi tanıyan komşusunun şahitliğine başvuran Laz tipi sıkça canlandırılmasına rağmen, Lazlar’ın gerçek yaşamlarında böyle bir alışkanlıkları yoktur. Keza, çok dik, engebeli ve dar arazisini elleri ile işlediği iddiasına verilebilecek örnekler, böyle bir genelleme için yeterli değildir.
Hem durgun zekalı hem de iş konusunda becerikli oldukları savındaki doğal çelişki, sanıyoruz gözlemin tamamına güven açısından gölge düşürmektedir.
Konunun asıl üzücü yönü, Laz kültürünü ve kimliğini incelemenin, yıllar yılı öcü sayılması dolayısı ile, ilk kez bir yabancı tarafından incelenmesi ve bugüne kadar, böyle bir araştırmaya kimsenin cesaret edememesidir.
Bu hususu biraz daha açıklığa kavuşturmak istiyoruz. Millet şuur ve anlayışının tarih boyunca gelişim evreleri; genelde idare edenin veya edenlerin şu veya bu sebepten uygun gördükleri doğrultuda biçimlenmiş millet tariflerini kabul ettirmek için yaptıkları dayatmalar, beşer tarihinin en kanlı olaylarına sebep olmuşlardır.
Cumhuriyetimizin kurucularının, bu genel kurala uymaktan ziyade millet yararına buldukları için etnik anlamda bir “Türk” tarifi yapmaktan özellikle kaçındıklarını görüyoruz.
Atatürk, 10.yıl nutkunda “temeli Türk milliyetçiliği olan” deyimini kullanarak “Türk” ismini etnik anlamdaki kullanımın dışına çekmiş milli şuurumuza daha geniş ve kapsamlı ulusal bir “Türk” sözcüğünün yerleşmesinin işaretini vermiştir.
Böylece toplum, bu iki kavram arasında doğabilecek yanlışların ve belirsizliklerin zararlarından korunmak istenmiştir.
Buradan yola çıkılarak benimsenecek olan millet tarifinin, 19, asrın sonlarında Renan tarafından ortaya atılıp 20, asır süresince kabına oturtulmaya çalışıla gelen millet tarifinin olması lazım geldiği açıktır. Bu tarifi; “Mazide büyük, işler yapmış ve istikbalde de büyük işler yapmaya kararlı, yani bir ülkü birliğine odaklanmış insan topluluğu” şeklinde yapabilmekteyiz.
Bu durumda imparatorluktan tevarüs olunan “Yetmiş iki buçuk milletten oluşma Osmanlılık, ne Mutlu Türküm Diyene” cümlesi ile noktalanmıştır. Bu bir zaruretin getirisidir.
Çünkü toplum, yetmiş iki buçukluk bir desteyi bir arada tutma becerisi gösterememiş, geriye kalanların da son iki-üç asırdır dağılmaları, hayret edilecek bir hızla devam etmiştir. Öyle ki, dağılıp yok olmaları an meselesi haline gelmiştir.
Diğer yandan, bir araştırmacı, bir toplum bilimci veya örneğin bir folklorcunun incelemelerine bu tariften başlaması ve çıkaracağı sonuçlara kendini gerçeklerin sorumluluğundan kurtarması beklenemeyeceği konusundaki tarihi sorumluluğunu çok ağır bulan devlet, okullarda “dil, din ve kültür birliği ile birbirlerine bağlı vatandaşların kurmuş oldukları siyasi ve içtimai bir heyettir.” Şeklinde bir millet tarifi ile gerçeklere ulaşmanın yollarını açık tutmuş, ancak öğrenimle sınırladığı bu tarife anlam verecek aktiviteleri millet ve memleketin yararı adına, devletin kendini koruma esprisi içinde daha birkaç yıl öncesine kadar yasaklamıştır.
Şimdi de kimliğini açıklığa kavuşturmaya çalıştığımız Lazlar’ın soy kökeni hakkında da kısa bir bilgi vermek gerektiğini düşünüyorum. (Geniş ve kapsamlı bilgi için yazarın “Lazlar” adlı eserine başvurulmalıdır.)
Kafkasya ve Doğu Karadeniz Bölgesi, milattan önceki dönemlerden beri çeşitli kültür ve uygarlıklara yurtluk etmiştir. Laz diye tanınan Hopa, Arhavi, Fındıklı, Ardeşen ve Pazar ilçelerinin yerli halkı ve coğrafyası da bu tanımın içindedir.
Lazlar’ı da içine alan Kolheti kültürü bunlardan birisidir.
Kolheti ismi, tarihi süreç içinde siyasi bir birliğin adı olarak ortaya çıkmış, egemen olduğu coğrafyaya da kendi ismini vermiştir. Lazlar’la tamamen iç içe bulunan Kolheti Krallığı, bu özelliği ile Laz konusunun özünü oluşturmaktadır.
Gerek coğrafi terim ve gerekse siyasi bir özne olarak tarihe, Kolheti ismi, değişik dillerdeki fonetik özellik ve telaffuz ayrılıkları nedenleriyle, Kolh, Kolheti, Kolkhis... vb... 12 çeşit olarak yazılan ve söylenen bir isim olmuştur.
Önce bu 12 çeşit isimle literatüre geçmiş KOLHETİ’nin “LAZ” terimi ile olan ilişkisine bir göz atalım:
a) Bizanslı tarihçi Prokopiyus, “eskiden kullanılan KOLH adı LAZ adı ile değiştirilmiştir” diyor. (6.yy. Priskos, Bella Cotli ve Savaş Tarihi 11,17)
b) Yine Bizanslı Agastiyas ta çok eski çağlarda LAZ’lara KOLH’lar deniyordu” diyor. (6.yy Bizanslı tarihçi Agastiyas 1,3)
Öyle ise tarihte Kolheti’nin (12 yazılışından biri ile) geçtiği her metin, Lazlar’dan veya Lazlar’ın da içinde bulunduğu siyasi birlikten bahsediyor demektir.
Şimdi de Kolheti’nin neresi ve kimlere ait olduğu bir uygarlık olduğuna da değinelim:
Kesin bir çizgi ile belirtmemiz mümkün olmamakla beraber Kolheti, Kafkas Dağları’nın güney eteklerinden başlayıp Trabzon’a kadar uzanan, doğuda Suram eteklerine kadar varan bir bölgenin adıdır. İsminin tarihi süreç içinde, üzerinde kurulmuş bulunan Kolheti Krallığı’ndan geldiği kesindir.
Kolheti Krallığı’nın orijini, elde mevcut kaynak ve arkeolojik bulgulara göre M.Ö. 11-12.yy’a kadar izlenebiliyor. Başlangıçta iki halk grubunun oluşturduğu, bilahare birçoklarının dahil olduğu bir uygarlıktır. İlk dönemlerde krallığın halkını Egrisililer (Laz) ve Abhaz-Abazalar oluşturuyordu. (Grek AMİCBA’nın akademik tezini “ABHAZLAR LAZLAR” adı ile dilimize aktaran hayri Ersoy’un eserinden.)
Ancak Eğrisi (Laz) ve “Ahhaz-Abaza” isimleri, devlet’in belirleyici simgesi olarak hiç kullanılmamış bütün kaynaklarda Devlet’in 12 çeşit yazılışı ve okunuşu olduğunu anlattığımız Kolh, Kolheti, Kolhis... Krallığı olarak anılmıştır.
Milat yıllarında Trabzon’a kadar olan bölgeye, Kolheti halklarından bir Megrel-Laz göçü olmuştur. Milattan sonraki ilk yıllarda da, Romalılar bu krallığı Egrisi (laz) soyundan gelen krallara devretmişler ve Kolheti Krallığı’nın ismini “LAZİKA KRALLIĞI” na dönüştürmüşlerdir.
İşte bundan sonra LAZ ismi tarih sayfalarına girmiştir. Bu ismin, yani Laz isminin ilk kullanıldığı eser, M.S. 79 yılında Romalı müellif Pilinüs’ün “tabii tarih” adlı eseridir.
Lazika Krallığı ismi ortaya çıkmadan önceki dönemlerde Kolheti Krallığı veya 12 çeşidinden biri söylendiği zaman halk olarak Egrisliler’den (Laz) veya Abhaz-Abazalar’dan bahsediliyor demekti.(1) Bilahare de Çerkezler, hatta İskitler bu uygarlığa dahil olmuşlardır.(2) Gürcülerin Kolheti uygarlığına dahil olmaları Çerkez ve İskitler’den ve de Lazika Krallığı’nın ortaya çıkmasından çok sonradır. (Gürcüler 483 yılında LAZ (Aker) ülkesine Persler’den kaçarak göç etmişler ve Lazlar’a ilk defa bu göç sebebiyle tanışmışlardır. Papili Lazer 58,60,62,68,69.)
Gürcüler’in bu uygarlık içinde en hakim halk ogesi olarak krallığın başını çekmeleri, çok sonra, 11. ve 12. asırlarda olmuştur.
Lazca’da “KA” takısı, küçüklük, yavruluk, özlük, pratiklik gibi içten birkaç anlatımı kapsar. MAMALİKA, HGOCİKA, KUHGRAKA kelimelerinde olduğu gibi. Bu takı, devrinin Roma gibi dev bir imparatorluğun kuzey doğu hududunda bulunan bir krallık iken, Roma tarafından kendisine hudut krallığı (Vasal) yüklenen ismi de LAZİKA KRALLIĞI’na dönüştürülen, Roma’ya göre küçük bir krallıktır. Bu yüzden, “Laz” ismine bir “Ka” takısının eklendiği ve ismimim, “Lazika Krallığı”na dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır.
5 ile 6. asırlarda Bizanslılar’la Persler’in hemen her seferinde Lazlar’ın da bazen bir yanda bazen öbür yanda göründükleri büyük mücadelelerine şahit olmaktayız. Bu mücadelelerin getirdiği sosyal, politik ve askeri sebeplerle, Lazlar’ın ikiye bölünerek, bir kısmının da Rion nehri kenarlarına ve diğer bir kısmının da Çoruh nehri kıyılarına çekildikleri görülmektedir.
Boş kalan araya, 483’lerde Persler’den kaçtıklarına yukarıda değindiğimiz ve bilahare de Arap istilasından kaçan Gürcüler yerleşmişlerdir. Böylece de bugün (Acara-Gurya) denen bir ara bölge oluşmuştur.
Çağımızda kardeş olan iki halktan, Hıristiyan olarak Megreller’in Kafkasya’da, Müslüman olarak da Lazlar’ın Doğun Karadeniz’de yaşamlarını sürdürmelerinin kökeninde bu tarihi olay yatar.(3)
Yukarıda isimlerini saydığımız altı ilçe halkının Laz kökenli olanlarının soyu, Çoruh kenarına yerleşen bu Laz kökünden gelir. Bilahare Osmanlı yönetimine girmişler ve Müslüman olmuşlardır. (4)
Bugün de Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasal Vatandaşı olmanın büyük gururunu yüreklerinde taşıyarak, tarihi işlevlerine devam etmektedirler.(5)
Biraz da Lazlar’ın Orta Asya Türk Boyları ile olan soy ilişkilerine değinmek istiyorum. Çünkü, Lazlar’ın tarihi ve kültürünü araştırma sonuçlarına göre yayınladığımız “Lazlar” adlı kitabımız dolayısıyla bize yöneltilen soruların yüzde yüzü Lazlar’ın soy kökeninin Orta Asya göçlerine dayanıp dayanmadığı noktasında yoğunlaşmıştır.
Sözkonusu Lazlar adlı kitabımızda konu şöyle bir yaklaşımla ele alınmıştır. (Lazlar 3. baskı s.48-49)
“Laz toplumu devlet kurmaya soyunduğu Kafkas yöresine nereden gelmiştir.”
Dini inançlara dayalı Gürcü Destanı’nda (Destani Kartveli) anlatılan ve insana pek de güven vermeyen bilgiler hariç tutulduğunda; eldeki verilere göre, bunun tespiti şimdilik mümkün değildir.
Anadolu halkları ile Kafkas halkları arasında mevcut benzerliklerin en belirgin olanı, her iki grup halkın göçe dayalı bir yaşam biçimini benimsemiş olmalarıdır. Bu durum bizi; kolayca, iki halkın da göçebe ağırlıklı bir kökten geldikleri varsayımına götürebilir.
Örneğin Sümerler’in çiviyazılarına göre, Orta Asya’dan ilk Türk göçü M.Ö. 4. bin yıla uzanmaktadır.
Kafkasya’daki arkeolojik araştırmalar ve bir çok tarihi vesikaların tetkiki sonunda varılan sonuçlara göre de Kafkasya’nın en eski uygarlığı olarak karşımıza çıkan Kuban kültürünün kökü, M.Ö. 2000 yılına kadar gitmektedir.
Bu duruma göre Orta Asya göçleri ile Kafkas halklarının orijini arasında 2 bin yıllık aydınlanmamış bir dönemin var olduğu ortaya çıkıyor.
Anadolu halkları ile Kafkas halkları arasında mevcut benzerlikleri (göçebe olma) hesaba katarsak, iki halkın da aynı kökten geldiklerini düşünebiliriz.
Bu varsayımımız bir ilmi sonuç değil, bir mantık sürecidir.
toprağı korumak vatan borcumuz,
nöbettir işimiz yoktur uykumuz,
şehitliktir arzumuz iman doluyuz,
şüphesiz biz attığını vuran trabzonluyuz.
söz: muhammet hekimğlu
Bir televizyon programinda yasanmis bir kucuk oyku:
Efendim, Rizede bir müezzin iftar ezanını yanlıştıkla 5 dk kadar önce okumuş. Ezani duyan insanlar da oruçlarını açmış doğal olarak fakat, ertesi gün müftü çıkıp 'Hacan olmaz öyle, rabbimun orucuyla dalga mı geçiiysuuz pütün Rizeli hemşerilarum bu orucu kaza edecektur' buyurmuş. Ve tabi kavga derecesine varan buyuk tartismalar cikmis. Yok efendim olurdu olmazdı. Bu esnada canlı yayına Almanya'dan -tekrar ediyorum Almanya'dan- bir telefon gelmis. Konuşma aşağıdaki gibiymis...
- Iyi akşamlar, haçan ben birşey soracağum, biz de ailecek Rizeliyuz, acaba aha bu orucu biz de mi kaza edeceğuz?
Müftünün cevabı:
- Ha bu ezanı oradan duymuşsanuz, siz de edeceksunuz!
Işte laz budur. :)
Yuzunuzden gulumseme hic eksilmesin efendim...
kafkasya ve kuzeydoğu anadolu'da tarih boyunca varlığı bilinen bir etnik güney kafkasyalı halktır.
12 den sonra kafasi çalışmaz densede bu kıskançlığın çekememezliğin karşılığıdır...
aslında gerçekler şudur bir lazın kafası 12 ye kadar süper ötesi çalışırken 12 den sonra sıradan insanların seviyesine düşmektedir...
bkz:uça zuğaşi bere
bence anlatmakla olmaz bu işler rkadaslarumm içimize topllugmuzagirip araşturmak laızm derinde benim sitemde daha netlik kazanısınız http://s10.bitefight.net/c.php? uid=100947
(saat onikiden evvel bütün işlerini yapması gereken kişiler)
bunu yazan uyanık insann bı bak bakım yasadıgın ulkede en tanınmış müzik adamı nereli onuda bırak yasadıgın ülkeyi ve dolaylı olarak senim yöneten kişi nereli...... (bütün karadenizlilerİ veya rizelileri LAZ adlandırdıysan eger) cvbını beklıom
lazut yani mısır kelimesinin kökeninden geldiği kanısındayım
öncelikle laz olmayanların şunu anlamaları lazım:laz fıkraları denilen hikayeler bir saflığın örneği değil tamamen keskin zekanın bir karşılığıdır; şöyleki lazlar öyle eğlenceli insanlar ki günlerini eğlenceli kılmak için bu türden espirileri üretmişlerdir(bir kısımları da laz fıkraları diye uydurmuşlardır) bir kısım insanlarda bu ürettiğimiz espirilerle eğleniyorlar,biri çıkıp bunu iş olarak yapsa,adama bak ne zeki derler(çünkü bazi insanların içinde tek tük çıkar böyle insanlar,zeka meselesi herkeze nasıp olmaz) ama lazlar bunu günlük hayatta sürekli yaptıkları zamanda saf yakıştırmasına mağruz kalınılıyor,anlatmak istediğim bu espiri işi zeka işidir,şok şükür ki lazlar bu işi çok iyi yapıyorlar,anlayana sivri sinek saz,anlamayana davul zurna az,LAZLAR=ZEKİ İNSANLAR
laz kara deniz halkın dan bir ırkı tır.ve asla kürt ırkı gibi ekmeyini yediyi ülkeyi bölmeye çalışmaz aksinesahip çıkar.
asil bir topluluğu
Laz'a sormuslar;
-laz olmasan ne olmak isterdin diye
-mahcup olurdum demis..
ben karadenizli olan herkese laz denmesine karşıyım
laz demek lazcayı konuşabilenlere denir karadeniz şivesiyle konuşanlara laz denmezbirde mohtilaz die bişi yoktur mohti lazca başkabir anlama gelir lazlara sadece laz denir şive ile konuşana kara denizli denir! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
Arkadaşın mohti dediği lazcadaki Mohti,komohti (bunlar okunuşlarının yazılışıdır.) değil. Lazın hasına denilen safına denilen tabirdir. Hopa sundura mahallesi Sarıoğlu KaaN
48 yaşında
illa erotik siteleri buluyor filtre izin vermezse ya filtreyi kırıyor
ya da
tanışma hatlarında erotik kız pozlarını buluyor tam ekran herkese gösteriyor.
O da olmazsa msn'den çıplak kız resmi istiyor arkadaşında onu tam ekran yapıp pencere kenarında millete gösteriyor.
Çocuğu olmuş yeni, daha 3 aylık arada bir onu da cafeye getiriyor.
Online arkadaşlık sitelerinden millete karı kız ayarlıyor.
Aha bu da laz!
Öncelikle her karadenizli laz değildir. Lazlar rize ilinin ardeşen, pazar, fındıklı, çamlıhemşin ve artvin ilinin hopa, arhavi, borçka ilçelerinde bulunur. Lazca konuşan lazlardır(mohti) . Birde hristiyan lazlar vardır onlarda megrelce diye bir dil kullanırlar. Megrelce lazcaya çok benzeyen bir dildir. Genelde Gürcistan dolaylarında konuşulur. Lazlar 1580 yıllarında 16. yy.da müslüman olmuşlardır.
mohti lazcada gel demekdir. gel demekle lazları nasıl ayırdınız hayret ettim. sahte lazlar kim?
bizler sehirlerde çalışmaya gittiğimiz zamanlarda türkçenin arasına bazen lazca karıştırdık 'gel' yerine 'mohti' kullandık, eskilerden gelen bir alışkanlıkla karadeniz bölgesinin tümüne laz dendi, bizleri ayırt etmek için halkın kolay kavrayacagı kelime olan ' mohti' kullanılmaya başlandı. bu yanlış adlandırmayı ortadan kaldırmak büyük çaba istiyor.
laz benim ve
lazlar, rize'nin; pazar,ardeşen,çamlıhemşin,fındıklı ilçeleri ile
artvin'nin; arhavi,hopa,boçka(az) ilçelerinde vede
adapazarı, düzce,bolu, yalova illerinde de yoğun olarak yaşamaktadırlar
sağına bakıp soluna doğru yürüme
türk lirası
Lazlık yapmanın sırası değil. O yüzden şöyle demek daha mantıklı olabilir. 'yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Karadenizliyiz'
herkes bir stan kuruyor kürdistan romenistan zurnanistan eh bizde lazisatan kuralım bari ayıp olmasın millete
lazlara laf yok ben de lazım dünyanın en akıllı insanlarıdır lazlar
cem yılmaz-abi havaalanına nasıl gidilir.....
laz-uçak havaalanı mı...? ? ?
saat onikiden evvel bütün işlerini yapması gereken kişiler
kelebeğe parpali diyecek kadar tatlı (otur ye) agalar ve torunları...
not: çok pis kayırırım:P
değilim ama benzetiliyorum çokkkk.......
arkadaşlar gerçek lazlar hopadadır mohti olanlar
vatanımı bayrağımı seviyorum...lazcamıda gayet güzel konuşuyorum hiç bir baskı engelle karşılaşmadan..
ne mutlu lazım dedığimdede kimse bundan gocunmaz çünkü artniyetlı olmadığım herkes tarafından bilinir...
Milliyetperver ve her zaman dinine hürmetkâr insanlardır.
Aralarında hain barındırmazlar.Nitekim,Karadeniz’de terör hadiselerine pek rastlanmaz.
“Tek yumruk olmak” buna denir işte…
Lafı bi tarafından anlayan ama genelde yanlış tarafından anlayan sempatik konuşmaya sahip vatandaşlarımızdandır...
örneklerine her an rastlamak mümkündür... ;)
laz deyince hamsi gelir aklıma cana yakın fıkır fıkır insanlar samimi ve içten ,dostluklarına doyum olmaz,ha hamsinin de dostluğuna doyum olmaz,balıkların en cana yakını.
temel gıda maddesi :)
'Laz' Tanımı ve Soy Kökenleri
“Anadolu halkları ile Kafkas halkları arasında mevcut benzerlikleri (göçebe olma) hesaba katarsak, iki halkın da aynı kökten geldiklerini düşünebiliriz.”
Bu dergi, SİMA Doğu Karadenizliler Hizmet Vakfı’nın bir yayın organı olarak yaşama gireceğine göre, öncelikle ve özellikle Doğu Karadeniz’in yerli halkı olan Lazlar’ın bugünkü konumlarında bir tariflerinin yapılması ve yıllar yılı konunun bir spekülasyon aracı olarak bugünlere kadar getirilmesi suretiyle doğmuş olan belirsizliklerden, çarpık yakıştırmalardan, aşağılama aracı olarak kullanımından arındırılması gerekmektedir. Bunun yolu da gerçekleri bilmekten geçer.
Çünkü Laz, ne Temel fıkralarındaki komedi öznesidir, ne de D. Karadeniz Türkçesi ile türkü söyleyen bir sanatçı. Öyle ise bir soru ile konuya giriyorum. Laz kimdir?
Türkiye’de Lazlar’ın coğrafi anlamda yaşadıkları yöre denince, Doğu Karadeniz kıyı şeridinde; Rus hududundan başlayıp Zonguldak’a kadar uzanan bölge akla gelmektedir.
Bu, dıştan bir bakıştır ve bu ince uzun arazide sıralanan yerleşim birimlerinden, Pazar ilçesinin batısındaki yerlerde yerleşik olanların, hangisini konunuza tanık etmek isterseniz ediniz, kendilerinin Laz olmadıklarını söyleyeceklerdir. Özellikle Lazlar’a ait yöreye doğru bir sınırlama getiremeyecekler, belki de, o an akıllarına gelen bir yerden başlayıp doğuya doğru uzandığını söyleyeceklerdir. Bu belirleme, batıda örneğin Rize’de tamamen belirginleşecek ve Rize’dekiler size doğru olan Pazar’ı sınır göstereceklerdir.
Konuyu biraz daha açalım. Toplumun içinde din, dil, düşünce ve örgütlenme biçimi gibi kültürün temel ögeleri, o toplumdaki başka bir ögenin yerini alamaz. Ancak, her birinin başka bir toplumun aynı gruptan olanları ile etkilenmesi olasıdır. O zaman da ögenin fonksiyonel gücü veya orijinalliği tartışma konusu olabilir.
Bu durumda, Lazlar’a özgü binlerce yıl geçmişi olan dilin veya kültür etkinliklerinden bir veya birkaçının sadece yaşadıkları coğrafyada bulunabileceği gibi bir düşünce geçerli değildir.
Böyle olunca da, kültürlerini, orijinal yapıları içinde başka bölgelere taşımış olan Lazlar da Laz’dır ve yurdumuzun geniş bir alanına yayılmışlardır.
Bu belirlememize göre Rusya sınırından başlayıp, Pazar ilçesini içine alan sahil şeridine çok yakın bir bölgede veya Sakarya’ya Bursa’ya bağlı tamamı Lazlar’la meskun yerleşim biriminde yaşayan bir kimseye, Laz kültürünün bir mensubu olmadığı sürece Laz diyemeyeceğiz, buna karşı çeşitli bölgelerde, örneğin, Kocaeli’nde, Sapanca’da yaşayan ve Laz kültürünü beraberinde taşımış olan kimselere Laz diyebileceğiz.
Zaten, Pazar’ın batısındaki bütün Doğu Karadenizlilerin hayli benzer alışkanlıklarına rağmen, kendilerini Laz saymadıkları bilinir. Çünkü, Lazcayı ayrı bir dil olarak Lazlar konuşur.
Doğu Karadeniz’den doğudakiler, batıdakilere; “Hamus Hekoleni” (buradan öteki) diyerek farklılığı, sabit olmayan bir coğrafi sınırla belirlemeye çalışırlarken, batıdakiler doğudakileri, Mohti (gel) sıfatı ile isimlendirerek, dil farkını ayrımlarına ölçü almaktadırlar.
Her iki genellemeden de, bir aşağılama kokusu alınmaktadır. Ancak, bu ayrılık değildir; bir beşeri zaaftır.
P. Alford Andrews’in, “Türkiye’deki Etnik Gruplar” adı ile çevrilen eserinde; “Kendine özgü şiveleri, çabuk sinirlenmeleri, denizle çok içli dışlı olmaları, onları iyi tanıyan komşularının tanıklığı, çok küçük ve dik yerlerde toprağı elleri ile sürmeleri, birkaç evden oluşan birbirinden uzak köylerde yaşamaları, buğday ekmeği yerine mısır ekmeği yemeleri, bol miktarda hamsi tüketmeleri ile birazcık matrak bir tip olarak çizilir” demekte ve örneklemelerin devamında bazen birbirleriyle çelişen ögelere de yer vermektedir. Örneğin, Lazlar’ın hem durgun zekalı, hem de iş konusunda çok becerikli ve başarılı olarak bilindiklerini, ya da hem çalışkan ve hırslı, hem de hizmetçilik türü işler için isteksiz olduklarını belirleyen bölümlerde olduğu gibi.
Yazarın bu yaklaşımı sağlıklı değildir. Nitekim, tiplemede mevcut doğrulara rağmen, bir çok yanlış ve eksikler de hemen göze çarpmaktadır.
Örneğin, komedi ağırlıklı forumlarda çok abartmalı olarak kendisini iyi tanıyan komşusunun şahitliğine başvuran Laz tipi sıkça canlandırılmasına rağmen, Lazlar’ın gerçek yaşamlarında böyle bir alışkanlıkları yoktur. Keza, çok dik, engebeli ve dar arazisini elleri ile işlediği iddiasına verilebilecek örnekler, böyle bir genelleme için yeterli değildir.
Hem durgun zekalı hem de iş konusunda becerikli oldukları savındaki doğal çelişki, sanıyoruz gözlemin tamamına güven açısından gölge düşürmektedir.
Konunun asıl üzücü yönü, Laz kültürünü ve kimliğini incelemenin, yıllar yılı öcü sayılması dolayısı ile, ilk kez bir yabancı tarafından incelenmesi ve bugüne kadar, böyle bir araştırmaya kimsenin cesaret edememesidir.
Bu hususu biraz daha açıklığa kavuşturmak istiyoruz. Millet şuur ve anlayışının tarih boyunca gelişim evreleri; genelde idare edenin veya edenlerin şu veya bu sebepten uygun gördükleri doğrultuda biçimlenmiş millet tariflerini kabul ettirmek için yaptıkları dayatmalar, beşer tarihinin en kanlı olaylarına sebep olmuşlardır.
Cumhuriyetimizin kurucularının, bu genel kurala uymaktan ziyade millet yararına buldukları için etnik anlamda bir “Türk” tarifi yapmaktan özellikle kaçındıklarını görüyoruz.
Atatürk, 10.yıl nutkunda “temeli Türk milliyetçiliği olan” deyimini kullanarak “Türk” ismini etnik anlamdaki kullanımın dışına çekmiş milli şuurumuza daha geniş ve kapsamlı ulusal bir “Türk” sözcüğünün yerleşmesinin işaretini vermiştir.
Böylece toplum, bu iki kavram arasında doğabilecek yanlışların ve belirsizliklerin zararlarından korunmak istenmiştir.
Buradan yola çıkılarak benimsenecek olan millet tarifinin, 19, asrın sonlarında Renan tarafından ortaya atılıp 20, asır süresince kabına oturtulmaya çalışıla gelen millet tarifinin olması lazım geldiği açıktır. Bu tarifi; “Mazide büyük, işler yapmış ve istikbalde de büyük işler yapmaya kararlı, yani bir ülkü birliğine odaklanmış insan topluluğu” şeklinde yapabilmekteyiz.
Bu durumda imparatorluktan tevarüs olunan “Yetmiş iki buçuk milletten oluşma Osmanlılık, ne Mutlu Türküm Diyene” cümlesi ile noktalanmıştır. Bu bir zaruretin getirisidir.
Çünkü toplum, yetmiş iki buçukluk bir desteyi bir arada tutma becerisi gösterememiş, geriye kalanların da son iki-üç asırdır dağılmaları, hayret edilecek bir hızla devam etmiştir. Öyle ki, dağılıp yok olmaları an meselesi haline gelmiştir.
Diğer yandan, bir araştırmacı, bir toplum bilimci veya örneğin bir folklorcunun incelemelerine bu tariften başlaması ve çıkaracağı sonuçlara kendini gerçeklerin sorumluluğundan kurtarması beklenemeyeceği konusundaki tarihi sorumluluğunu çok ağır bulan devlet, okullarda “dil, din ve kültür birliği ile birbirlerine bağlı vatandaşların kurmuş oldukları siyasi ve içtimai bir heyettir.” Şeklinde bir millet tarifi ile gerçeklere ulaşmanın yollarını açık tutmuş, ancak öğrenimle sınırladığı bu tarife anlam verecek aktiviteleri millet ve memleketin yararı adına, devletin kendini koruma esprisi içinde daha birkaç yıl öncesine kadar yasaklamıştır.
Şimdi de kimliğini açıklığa kavuşturmaya çalıştığımız Lazlar’ın soy kökeni hakkında da kısa bir bilgi vermek gerektiğini düşünüyorum. (Geniş ve kapsamlı bilgi için yazarın “Lazlar” adlı eserine başvurulmalıdır.)
Kafkasya ve Doğu Karadeniz Bölgesi, milattan önceki dönemlerden beri çeşitli kültür ve uygarlıklara yurtluk etmiştir. Laz diye tanınan Hopa, Arhavi, Fındıklı, Ardeşen ve Pazar ilçelerinin yerli halkı ve coğrafyası da bu tanımın içindedir.
Lazlar’ı da içine alan Kolheti kültürü bunlardan birisidir.
Kolheti ismi, tarihi süreç içinde siyasi bir birliğin adı olarak ortaya çıkmış, egemen olduğu coğrafyaya da kendi ismini vermiştir. Lazlar’la tamamen iç içe bulunan Kolheti Krallığı, bu özelliği ile Laz konusunun özünü oluşturmaktadır.
Gerek coğrafi terim ve gerekse siyasi bir özne olarak tarihe, Kolheti ismi, değişik dillerdeki fonetik özellik ve telaffuz ayrılıkları nedenleriyle, Kolh, Kolheti, Kolkhis... vb... 12 çeşit olarak yazılan ve söylenen bir isim olmuştur.
Önce bu 12 çeşit isimle literatüre geçmiş KOLHETİ’nin “LAZ” terimi ile olan ilişkisine bir göz atalım:
a) Bizanslı tarihçi Prokopiyus, “eskiden kullanılan KOLH adı LAZ adı ile değiştirilmiştir” diyor. (6.yy. Priskos, Bella Cotli ve Savaş Tarihi 11,17)
b) Yine Bizanslı Agastiyas ta çok eski çağlarda LAZ’lara KOLH’lar deniyordu” diyor. (6.yy Bizanslı tarihçi Agastiyas 1,3)
Öyle ise tarihte Kolheti’nin (12 yazılışından biri ile) geçtiği her metin, Lazlar’dan veya Lazlar’ın da içinde bulunduğu siyasi birlikten bahsediyor demektir.
Şimdi de Kolheti’nin neresi ve kimlere ait olduğu bir uygarlık olduğuna da değinelim:
Kesin bir çizgi ile belirtmemiz mümkün olmamakla beraber Kolheti, Kafkas Dağları’nın güney eteklerinden başlayıp Trabzon’a kadar uzanan, doğuda Suram eteklerine kadar varan bir bölgenin adıdır. İsminin tarihi süreç içinde, üzerinde kurulmuş bulunan Kolheti Krallığı’ndan geldiği kesindir.
Kolheti Krallığı’nın orijini, elde mevcut kaynak ve arkeolojik bulgulara göre M.Ö. 11-12.yy’a kadar izlenebiliyor. Başlangıçta iki halk grubunun oluşturduğu, bilahare birçoklarının dahil olduğu bir uygarlıktır. İlk dönemlerde krallığın halkını Egrisililer (Laz) ve Abhaz-Abazalar oluşturuyordu. (Grek AMİCBA’nın akademik tezini “ABHAZLAR LAZLAR” adı ile dilimize aktaran hayri Ersoy’un eserinden.)
Ancak Eğrisi (Laz) ve “Ahhaz-Abaza” isimleri, devlet’in belirleyici simgesi olarak hiç kullanılmamış bütün kaynaklarda Devlet’in 12 çeşit yazılışı ve okunuşu olduğunu anlattığımız Kolh, Kolheti, Kolhis... Krallığı olarak anılmıştır.
Milat yıllarında Trabzon’a kadar olan bölgeye, Kolheti halklarından bir Megrel-Laz göçü olmuştur. Milattan sonraki ilk yıllarda da, Romalılar bu krallığı Egrisi (laz) soyundan gelen krallara devretmişler ve Kolheti Krallığı’nın ismini “LAZİKA KRALLIĞI” na dönüştürmüşlerdir.
İşte bundan sonra LAZ ismi tarih sayfalarına girmiştir. Bu ismin, yani Laz isminin ilk kullanıldığı eser, M.S. 79 yılında Romalı müellif Pilinüs’ün “tabii tarih” adlı eseridir.
Lazika Krallığı ismi ortaya çıkmadan önceki dönemlerde Kolheti Krallığı veya 12 çeşidinden biri söylendiği zaman halk olarak Egrisliler’den (Laz) veya Abhaz-Abazalar’dan bahsediliyor demekti.(1) Bilahare de Çerkezler, hatta İskitler bu uygarlığa dahil olmuşlardır.(2) Gürcülerin Kolheti uygarlığına dahil olmaları Çerkez ve İskitler’den ve de Lazika Krallığı’nın ortaya çıkmasından çok sonradır. (Gürcüler 483 yılında LAZ (Aker) ülkesine Persler’den kaçarak göç etmişler ve Lazlar’a ilk defa bu göç sebebiyle tanışmışlardır. Papili Lazer 58,60,62,68,69.)
Gürcüler’in bu uygarlık içinde en hakim halk ogesi olarak krallığın başını çekmeleri, çok sonra, 11. ve 12. asırlarda olmuştur.
Lazca’da “KA” takısı, küçüklük, yavruluk, özlük, pratiklik gibi içten birkaç anlatımı kapsar. MAMALİKA, HGOCİKA, KUHGRAKA kelimelerinde olduğu gibi. Bu takı, devrinin Roma gibi dev bir imparatorluğun kuzey doğu hududunda bulunan bir krallık iken, Roma tarafından kendisine hudut krallığı (Vasal) yüklenen ismi de LAZİKA KRALLIĞI’na dönüştürülen, Roma’ya göre küçük bir krallıktır. Bu yüzden, “Laz” ismine bir “Ka” takısının eklendiği ve ismimim, “Lazika Krallığı”na dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır.
5 ile 6. asırlarda Bizanslılar’la Persler’in hemen her seferinde Lazlar’ın da bazen bir yanda bazen öbür yanda göründükleri büyük mücadelelerine şahit olmaktayız. Bu mücadelelerin getirdiği sosyal, politik ve askeri sebeplerle, Lazlar’ın ikiye bölünerek, bir kısmının da Rion nehri kenarlarına ve diğer bir kısmının da Çoruh nehri kıyılarına çekildikleri görülmektedir.
Boş kalan araya, 483’lerde Persler’den kaçtıklarına yukarıda değindiğimiz ve bilahare de Arap istilasından kaçan Gürcüler yerleşmişlerdir. Böylece de bugün (Acara-Gurya) denen bir ara bölge oluşmuştur.
Çağımızda kardeş olan iki halktan, Hıristiyan olarak Megreller’in Kafkasya’da, Müslüman olarak da Lazlar’ın Doğun Karadeniz’de yaşamlarını sürdürmelerinin kökeninde bu tarihi olay yatar.(3)
Yukarıda isimlerini saydığımız altı ilçe halkının Laz kökenli olanlarının soyu, Çoruh kenarına yerleşen bu Laz kökünden gelir. Bilahare Osmanlı yönetimine girmişler ve Müslüman olmuşlardır. (4)
Bugün de Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasal Vatandaşı olmanın büyük gururunu yüreklerinde taşıyarak, tarihi işlevlerine devam etmektedirler.(5)
Biraz da Lazlar’ın Orta Asya Türk Boyları ile olan soy ilişkilerine değinmek istiyorum. Çünkü, Lazlar’ın tarihi ve kültürünü araştırma sonuçlarına göre yayınladığımız “Lazlar” adlı kitabımız dolayısıyla bize yöneltilen soruların yüzde yüzü Lazlar’ın soy kökeninin Orta Asya göçlerine dayanıp dayanmadığı noktasında yoğunlaşmıştır.
Sözkonusu Lazlar adlı kitabımızda konu şöyle bir yaklaşımla ele alınmıştır. (Lazlar 3. baskı s.48-49)
“Laz toplumu devlet kurmaya soyunduğu Kafkas yöresine nereden gelmiştir.”
Dini inançlara dayalı Gürcü Destanı’nda (Destani Kartveli) anlatılan ve insana pek de güven vermeyen bilgiler hariç tutulduğunda; eldeki verilere göre, bunun tespiti şimdilik mümkün değildir.
Anadolu halkları ile Kafkas halkları arasında mevcut benzerliklerin en belirgin olanı, her iki grup halkın göçe dayalı bir yaşam biçimini benimsemiş olmalarıdır. Bu durum bizi; kolayca, iki halkın da göçebe ağırlıklı bir kökten geldikleri varsayımına götürebilir.
Örneğin Sümerler’in çiviyazılarına göre, Orta Asya’dan ilk Türk göçü M.Ö. 4. bin yıla uzanmaktadır.
Kafkasya’daki arkeolojik araştırmalar ve bir çok tarihi vesikaların tetkiki sonunda varılan sonuçlara göre de Kafkasya’nın en eski uygarlığı olarak karşımıza çıkan Kuban kültürünün kökü, M.Ö. 2000 yılına kadar gitmektedir.
Bu duruma göre Orta Asya göçleri ile Kafkas halklarının orijini arasında 2 bin yıllık aydınlanmamış bir dönemin var olduğu ortaya çıkıyor.
Anadolu halkları ile Kafkas halkları arasında mevcut benzerlikleri (göçebe olma) hesaba katarsak, iki halkın da aynı kökten geldiklerini düşünebiliriz.
Bu varsayımımız bir ilmi sonuç değil, bir mantık sürecidir.