bu konuya ilişkin bir dönem ödevi verilmiş kardeşime o da benden rica etti yardımcı olabilmem için ama birçok genç gibi benimde edebiyatla aram pek iyi olmadığından bu konu hakkında sizden yardım istiyorum hiciv nedir?
Yeşilaycı bir profesör, 'içkinin zararları' konulu bir konferans veriyormuş.Konuşmasının bir yerinde dinleyicilere sormuş: ' iki kovadan birine rakı diğerine su doldurup bunları bir eşeğin önüne koysak, eşek hangisinden içer acaba ' Dinleyiciler hep bir ağızdan ' Suyu ' demişler. ' Neden suyu içer' demiş profesör, Neyzen hemen atılmış ' Eşekliğinden.... '
Bir memlekette, nüfuzlu kişilerden birinin mahkemeye işi düşer. Bu adamın gayet güzel katırı varmış. Kadı, rüşvet olarak katırını ister. Adam vermez, kadı da işi görmez. Nihayet, katırın sahibi hile ve desiseyle kadıyı teker-meker azlettirir. Bir gün her ikisi bir yerde buluşurlar. Kadı şöyle der:
-Bize gelen bu tekme kimin tekmesidir anlayamadım! Adam şu cevabı verir: -Kimin olacak, bizim katırın tekmesi.
Kırmızı sakallı bir kral, bir gün sarayının bahçesinde dolaşırken, akağalar gibi tüysüz bir bahçıvan gözüne ilişir. Kral latife kastıyla, 'Sen erkek misin, kadın mısın? Erkeksen hani sakalın, bıyığın? ' deyince bahçıvan şu cevabı verir:
-Efendimiz! Ezelde, sakal-bıyık dağıtıldığı zaman, bendeniz nasılsa geride kalmışım. Herkes beğendiğini alıp gitmiş, geride yalnız bir kırmızı sakal ile bıyık kalmış. Bunları almaktansa tüysüz kalmayı tercih ederim.
Sadrazam Talat Paşa, bir gün Neyzen Tevfik'e devlet dairelerinden birinde kâtiplik önerir. Neyzen Tevfik: -Kâtip olacağım da ne olacak? Diye sorar. Teşekkür beklerken böyle bir soru ile karşılaşınca şaşıran Talat Paşa, memurluk katlarını altta üste sıralar: -Önce şu, sonra bu... Neyzen'in hâlâ hoşnut olmadığını sezince de, şöyle sürdürür: -Daha sonra vekil, nâzır, kim bilir belki de sadrazam... Neyzen'in yanıtı yine bir soru olur: -Ya sonra? Talat Paşa, bir an duraksar, 'sonrası' padişahliktır çünkü. İster istemez: -Hiç! Der. Bu yanıt karşısında güler ve şöyle der Neyzen Tevfik: -Ben bugün de 'hiç'im! Sonu 'hiç' olduktan sonra bunca zahmete ne gerek var?
Hasırcızade’den bir gün yeni Müslüman olmuş yoksul bir gayrimüslim için yardım istemişler. Mehmet Ağa da o zamanın en değerli parası olan iki tane “El-Gâzi” altını yardımda bulunmuş. Fakat arkasından bir nükte savurmadan edememiş:
19. yy. âlim ve şairlerinden Gaziantepli Hasırcızade Mehmet Ağa, devrinin en nüktedan kişilerinden biriymiş. Dönemin devlet adamlarından Fuat Paşa ile de tanışıklığı olan Hasırcızade Mehmet, Paşayla görüştüğü bir gün, gözü onun parmağındaki yüzüğe takılmış. Fuat paşa sormuş:
- Taşına mı bakıyorsunuz?
- Evet Paşam.
- Elmastır.
- Ne faydası var, yani ne getirir?
- Yüzük taşı ne getirecek Mehmet Ağa?
- Benim de babadan kalma iki taşım var, senede yüz altın getirirler.
Namık Kemal, kötü bir havada kayıkla Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçiyormuş. Deniz bir ara iyice azmış ve kayığı alabora etmeye başlamış. Namık Kemal “ah” “vah” diye korku belirtileri göstermiş. Kendisine refakat edenlerden biri büyük şaire sitem etmiş:
- Üstadım, biz de kayıktayız; bizimki de can. Yalnız siz niye telaş ediyorsunuz?
Namık Kemal, yazı ve konuşmalarıyla milletin sesini duyurmaya çalıştığını hissettirecek şu karşılığı vermiş:
- Kendi canımı, sizin canınızı düşündüğünüzün çeyreği kadar düşünmem. Benim endişemin sebebi, bu kayık batarsa onunla birlikte kamuoyunun da batacak olmasıdır.
İmparatorluk dönemi şairlerinin en esprililerinden biri olan şair Haşmet’in (18. yy.) kendine göre aptalca işler yapanların adını kaydettiği gizli bir defteri varmış. Kim ahmakça, akılsızca bir iş yapsa adını oraya işlermiş. Haşmet’in böyle bir defter tuttuğundan haberdar olan padişah (3. Mustafa) bir yolunu bulup bu defteri elde etmiş. Padişah zevk ve merakla bu defteri karıştırırken, aptalca işler yapanların listesi demek olan bu defterde kendi adına da rastlamış. Hemen şair Haşmet’in huzuruna çıkarılmasını emretmiş. Şair karşısına çıkınca vakit kaybetmeden paylamaya başlamış:
- Bu ne küstahlık! Sen nasıl oluyor da benim adımı böyle aptallar listesine kaydediyorsun?
- Efendimiz sakin olunuz, izah edeyim. Siz geçenlerde baş seyise yüklü bir para vererek cins bir Arap atı almaya gönderdiniz. O kadar parayla Arabistan’a gönderilen kimse artık geri döner mi? Bunun için sizin adınız da orada bulunuyor.
- Peki, ya baş seyis geri dönerse?
- Kolayı var efendimiz, sizin adınızı siler onunkini yazarız...
Fitnat Hanım, çok güzel, henüz sakalı bile çıkmamış bakkal çırağı bir delikanlıya âşık olmuş. Bu nedenle bir bahane bulup sık sık bakkala, delikanlıyı görmeye gelirmiş. Bunu duyanlar delikanlıya, “Fitnat Hanım gelip sana dikkatle baktığı zaman ‘çok bakma güzel, âteş-i hüsnümle (güzelliğimin ateşiyle) yanarsın’ de.” diye öğretmişler. Gerçekten Fitnat Hanım gelip kendisine bakınca delikanlı bu dizeyi söylemiş. Şair, hazır cevap Fitnat Hanım da hemen cevabı yapıştırmış:
Hattın (sakalın) çıkınca sen de beni mumla ararsın!
Osmanlı imparatorluğunda yetişmiş bir iki kadın şairden biri olan Fitnat Hanım ile çağdaşları olan Koca Ragıp Paşa ve Şair Haşmet arasında geçtiği rivayet edilen bir çok olay anlatılmaktadır. Bu üç kişi ellerine fırsat düştüğünde birbirini kıyasıya iğnelemekten de geri durmazlarmış. Ragıp Paşa’nın da, Haşmet’in de Fitnat Hanıma aşk duyguları besledikleri de bilinmektedir.
Bir kurban bayramı arefesinde, Fitnat Hanım kurbanlık almak için Beyazıt çevresinde dolaşıyormuş. Şair Haşmet de oradaymış. Haşmet gökte ararken yerde bulduğu Fitnat Hanımı görünce hemen önünde bir reverans yapıp bir emri olup olmadığını sormuş. Fitnat Hanım bir emri bulunmadığını, bayram için kurbanlık bir koç alacağını söylemiş. Haşmet takılmadan edememiş:
- Bu bayram kulunuzu kurban etseniz olmaz mı?
- Maalesef olmaz, çünkü bu bayram boynuzsuz bir koç kurban edeceğim.
Divan edebiyatının en şiddetli hicivlerini yazmış ve bu uğurda kelleyi de vermiş olan Nefî’ye, zamanın önde gelen şahsiyetlerinden Tâhir Efendi “kelb” (köpek) demiş. Bunu duyan Nefî şu dörtlüğü yazmış:
Kanuni Sultan Süleyman, Şeyhülislam Ebüssuud Efendi’den, manzum bir beyitle, Topkapı Sarayının bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların yok edilmesinin dinen mümkün olup olmadığını sormuş. Beyit şöyle:
Dırahta ger ziyan etse karınca
Günah var mıdır ânı kırınca?
Şairliği de bulunan Ebüssuud Efendi, manzum soruya manzum bir cevap vermiş:
Kime sordumsa seni dogru cevap vermediler Kimi alçak, kimi hirsiz, kimi deyus dediler. Künyeni almak için partiye ettim telefon, Bizdeki kayda göre, simdi o mebus dediler.
Bir toplantıda millete eşek diyen kamil Paşa için Eşref:
Millete erbâbı mansıptan biri eşek demiş,
Reddedilmez böyle bir söz, amma ki pek can sıkar...
Olsa da millet eşek, eşek diyen bilmez mi ki:
Sadrazamlarla vâliler de milletten çıkar...
(makam sahibi bir kişi, millete eşek demiş, bu söz reddedilmez ama, cansıkar...Millet eşek olsa dahi, eşek diyen kişi bilmez mi ki; sadrazamlarla valiler de milletin içinden çıkar...)
1847 yıllarında doğan Şair Eşref, çeşitli yerlerde vali yardımcılığı ve kaymakamlık görevlerinde bulunmuştur.
Kaymakamlık görevinde bulunduğu sırada, siyasi suç işlediği gerekçesiyle, görevinden alınıp Istanbul'a getirilmiştir.
Evinde zararlı evrak bulundurmak suçundandan tutuklanıp mahküm edilen Şair Eşref, tahliye edildikten sonra, Mısır'a kaçmış, burada değişik dergiler ve kitaplar yayımlamıştır.
Türk Edebiyatı'nın büyük hiciv şairi olarak bilinen Şair Eşref'in en meşhur kıtaları şunlardır:
Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için
Gelmesin, reddeylerim billahi öz kardeşimi,
Gözlerim ebnâ-yı âdemden o kadar yıldı ki,
Istemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı...
(gözüm insanlardan o kadar yıldı ki, kabrimi ziyaret etmek için öz kardeşim dahi gelse kovarım. Ben insanlardan fatiha dahi istemem, yeterki mezar taşımı çalmasınlar)
Şimdi hayl-i suhan-verân içre
Nef’î mânendi var mı bir şair
Sözleri Seba-i Muallâka’dır
İmrülkays kendidir kâfir
Şeyhüslam Yahyâ
Bize kâfir demiş mütfî efendi
Tutalım ben anca diyem Müselmân
Varılınca yarın Rûz-i Cezâya
İkimiz de çıkarız anda yalan
Nef’înin Şeyhülislam Yahya Efendiye cevabıdır:)
muhalefetin olmadığı yerde muhalefet olmak
Al 1de buradan yak
Sadrazamın ikram
Ben dilenci şair, hicvin sonu idam
Neyse ne, baş koydum yoluma
Yürürüm yok hatam yok şakam
İstihâze
bu konuya ilişkin bir dönem ödevi verilmiş kardeşime
o da benden rica etti yardımcı olabilmem için
ama birçok genç gibi benimde edebiyatla aram pek iyi olmadığından
bu konu hakkında sizden yardım istiyorum
hiciv nedir?
rahmetli nefi çok severdi
zehr-i hicvi cihana neşredenin dili bîşek zebân-ı efidir.
(hiciv zehrini dünyaya yayan dil şüphesiz yılan dilidir.)
Bir kimseyi yada bir düşünceyi sanat kuralları içerisinde incitmeden yerme....
Hangisini içer
Yeşilaycı bir profesör, 'içkinin zararları' konulu bir konferans veriyormuş.Konuşmasının bir yerinde dinleyicilere sormuş:
' iki kovadan birine rakı diğerine su doldurup bunları bir eşeğin önüne koysak, eşek hangisinden içer acaba ' Dinleyiciler hep bir ağızdan ' Suyu ' demişler. ' Neden suyu içer' demiş profesör, Neyzen hemen atılmış
' Eşekliğinden.... '
Kadıyı Uçuran Tekme
Bir memlekette, nüfuzlu kişilerden birinin mahkemeye işi düşer.
Bu adamın gayet güzel katırı varmış. Kadı, rüşvet olarak katırını ister.
Adam vermez, kadı da işi görmez. Nihayet, katırın sahibi hile ve
desiseyle kadıyı teker-meker azlettirir. Bir gün her ikisi bir yerde
buluşurlar. Kadı şöyle der:
-Bize gelen bu tekme kimin tekmesidir anlayamadım!
Adam şu cevabı verir:
-Kimin olacak, bizim katırın tekmesi.
Kırmızı Sakal
Kırmızı sakallı bir kral, bir gün sarayının bahçesinde dolaşırken,
akağalar gibi tüysüz bir bahçıvan gözüne ilişir. Kral latife kastıyla,
'Sen erkek misin, kadın mısın? Erkeksen hani sakalın, bıyığın? '
deyince bahçıvan şu cevabı verir:
-Efendimiz! Ezelde, sakal-bıyık dağıtıldığı zaman, bendeniz
nasılsa geride kalmışım. Herkes beğendiğini alıp gitmiş, geride yalnız
bir kırmızı sakal ile bıyık kalmış. Bunları almaktansa tüysüz
kalmayı tercih ederim.
Edebiyatımızda Hiciv Şiirleri ve Hiciv Ustaları
www.akademi.nl/sayi6/Edebiyat.htm
www.akademi.nl/sayi7/Edebiyat.htm
www.akademi.nl/sayi8/Edebiyat.htm
Sair Esref, Abdülhamit'i ve onun Mabeyncisi Arap Izzet Pasa'yi
su kita ile ne güzel hicveder:
Besmele gûseyleyen seytan gibi
Korkuyorsun höt dese bir ecnebi
Padisahim öyle alçaksin kî
Izzetin nefsin Arap Izzet gibi.
Sair Esref (1843-1911)
home.tiscalinet.ch/s.alcinkaya/esref_fikralari.html
Aynı şeyleri tekrarlamaktan
Dinleyicileri uyuttu;
Nihayet kendisinin de
Esneyeceği tuttu...
Ağzını bir açtı ki,
Mikrofonu yuttu...
Arif Nihat Asya
Gündüzlere taç giydirecek akşam yok,
Her gün arefeymiş, ne yazık bayram yok,
Mevzu sayısız, model bol, eller fırça,
Bez var, boya var bizde fakat ressam yok...
Arif Nihat Asya
Sadrazam Talat Paşa, bir gün Neyzen Tevfik'e devlet dairelerinden birinde kâtiplik önerir. Neyzen Tevfik:
-Kâtip olacağım da ne olacak? Diye sorar. Teşekkür beklerken böyle bir soru ile karşılaşınca şaşıran Talat Paşa, memurluk katlarını altta üste sıralar:
-Önce şu, sonra bu...
Neyzen'in hâlâ hoşnut olmadığını sezince de, şöyle sürdürür:
-Daha sonra vekil, nâzır, kim bilir belki de sadrazam...
Neyzen'in yanıtı yine bir soru olur:
-Ya sonra?
Talat Paşa, bir an duraksar, 'sonrası' padişahliktır çünkü. İster istemez:
-Hiç!
Der. Bu yanıt karşısında güler ve şöyle der Neyzen Tevfik:
-Ben bugün de 'hiç'im! Sonu 'hiç' olduktan sonra bunca zahmete ne gerek var?
Padişahım bir dirahta döndü kim guya vatan,
Her gün bir baltadan bir şahı hâli kalmıyor.
Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesi.
Git gide zulmetmeye elde ahali kalmıyor.
(diraht: ağaç – şah: dal – hâli: uzak)
Şair Eşref
Hasırcızade’den bir gün yeni Müslüman olmuş yoksul bir gayrimüslim için yardım istemişler. Mehmet Ağa da o zamanın en değerli parası olan iki tane “El-Gâzi” altını yardımda bulunmuş. Fakat arkasından bir nükte savurmadan edememiş:
“Müslüman oldu bir Kâfir, şehid oldu iki Gâzi.”
19. yy. âlim ve şairlerinden Gaziantepli Hasırcızade Mehmet Ağa, devrinin en nüktedan kişilerinden biriymiş. Dönemin devlet adamlarından Fuat Paşa ile de tanışıklığı olan Hasırcızade Mehmet, Paşayla görüştüğü bir gün, gözü onun parmağındaki yüzüğe takılmış. Fuat paşa sormuş:
- Taşına mı bakıyorsunuz?
- Evet Paşam.
- Elmastır.
- Ne faydası var, yani ne getirir?
- Yüzük taşı ne getirecek Mehmet Ağa?
- Benim de babadan kalma iki taşım var, senede yüz altın getirirler.
- Yaa, ne taşı bunlar?
- Değirmen taşı paşam.
Namık Kemal, kötü bir havada kayıkla Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçiyormuş. Deniz bir ara iyice azmış ve kayığı alabora etmeye başlamış. Namık Kemal “ah” “vah” diye korku belirtileri göstermiş. Kendisine refakat edenlerden biri büyük şaire sitem etmiş:
- Üstadım, biz de kayıktayız; bizimki de can. Yalnız siz niye telaş ediyorsunuz?
Namık Kemal, yazı ve konuşmalarıyla milletin sesini duyurmaya çalıştığını hissettirecek şu karşılığı vermiş:
- Kendi canımı, sizin canınızı düşündüğünüzün çeyreği kadar düşünmem. Benim endişemin sebebi, bu kayık batarsa onunla birlikte kamuoyunun da batacak olmasıdır.
İmparatorluk dönemi şairlerinin en esprililerinden biri olan şair Haşmet’in (18. yy.) kendine göre aptalca işler yapanların adını kaydettiği gizli bir defteri varmış. Kim ahmakça, akılsızca bir iş yapsa adını oraya işlermiş. Haşmet’in böyle bir defter tuttuğundan haberdar olan padişah (3. Mustafa) bir yolunu bulup bu defteri elde etmiş. Padişah zevk ve merakla bu defteri karıştırırken, aptalca işler yapanların listesi demek olan bu defterde kendi adına da rastlamış. Hemen şair Haşmet’in huzuruna çıkarılmasını emretmiş. Şair karşısına çıkınca vakit kaybetmeden paylamaya başlamış:
- Bu ne küstahlık! Sen nasıl oluyor da benim adımı böyle aptallar listesine kaydediyorsun?
- Efendimiz sakin olunuz, izah edeyim. Siz geçenlerde baş seyise yüklü bir para vererek cins bir Arap atı almaya gönderdiniz. O kadar parayla Arabistan’a gönderilen kimse artık geri döner mi? Bunun için sizin adınız da orada bulunuyor.
- Peki, ya baş seyis geri dönerse?
- Kolayı var efendimiz, sizin adınızı siler onunkini yazarız...
Fitnat Hanım, çok güzel, henüz sakalı bile çıkmamış bakkal çırağı bir delikanlıya âşık olmuş. Bu nedenle bir bahane bulup sık sık bakkala, delikanlıyı görmeye gelirmiş. Bunu duyanlar delikanlıya, “Fitnat Hanım gelip sana dikkatle baktığı zaman ‘çok bakma güzel, âteş-i hüsnümle (güzelliğimin ateşiyle) yanarsın’ de.” diye öğretmişler. Gerçekten Fitnat Hanım gelip kendisine bakınca delikanlı bu dizeyi söylemiş. Şair, hazır cevap Fitnat Hanım da hemen cevabı yapıştırmış:
Hattın (sakalın) çıkınca sen de beni mumla ararsın!
Osmanlı imparatorluğunda yetişmiş bir iki kadın şairden biri olan Fitnat Hanım ile çağdaşları olan Koca Ragıp Paşa ve Şair Haşmet arasında geçtiği rivayet edilen bir çok olay anlatılmaktadır. Bu üç kişi ellerine fırsat düştüğünde birbirini kıyasıya iğnelemekten de geri durmazlarmış. Ragıp Paşa’nın da, Haşmet’in de Fitnat Hanıma aşk duyguları besledikleri de bilinmektedir.
Bir kurban bayramı arefesinde, Fitnat Hanım kurbanlık almak için Beyazıt çevresinde dolaşıyormuş. Şair Haşmet de oradaymış. Haşmet gökte ararken yerde bulduğu Fitnat Hanımı görünce hemen önünde bir reverans yapıp bir emri olup olmadığını sormuş. Fitnat Hanım bir emri bulunmadığını, bayram için kurbanlık bir koç alacağını söylemiş. Haşmet takılmadan edememiş:
- Bu bayram kulunuzu kurban etseniz olmaz mı?
- Maalesef olmaz, çünkü bu bayram boynuzsuz bir koç kurban edeceğim.
Divan edebiyatının en şiddetli hicivlerini yazmış ve bu uğurda kelleyi de vermiş olan Nefî’ye, zamanın önde gelen şahsiyetlerinden Tâhir Efendi “kelb” (köpek) demiş. Bunu duyan Nefî şu dörtlüğü yazmış:
Bana kelb demiş Tâhir Efendi
İltifâtı bu sözde zâhirdir.
Mâlikî mezhebim benim zira
İtikadımca kelb Tâhirdir.
(Tahir: temiz)
Kanuni Sultan Süleyman, Şeyhülislam Ebüssuud Efendi’den, manzum bir beyitle, Topkapı Sarayının bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların yok edilmesinin dinen mümkün olup olmadığını sormuş. Beyit şöyle:
Dırahta ger ziyan etse karınca
Günah var mıdır ânı kırınca?
Şairliği de bulunan Ebüssuud Efendi, manzum soruya manzum bir cevap vermiş:
Yarın Hakkın divanına varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca.
Eylemem ölsem de kizb'i ihtiyar
Doğruyu söyler gezer bir şairim
Bir güzel mazmun bulunca eşrefâ
Kendimi hicveylemezsem kafirim.
Yine Eşref'ten...
Kime sordumsa seni dogru cevap vermediler
Kimi alçak, kimi hirsiz, kimi deyus dediler.
Künyeni almak için partiye ettim telefon,
Bizdeki kayda göre, simdi o mebus dediler.
Neyzen Tevfik
Bir toplantıda millete eşek diyen kamil Paşa için Eşref:
Millete erbâbı mansıptan biri eşek demiş,
Reddedilmez böyle bir söz, amma ki pek can sıkar...
Olsa da millet eşek, eşek diyen bilmez mi ki:
Sadrazamlarla vâliler de milletten çıkar...
(makam sahibi bir kişi, millete eşek demiş, bu söz reddedilmez ama, cansıkar...Millet eşek olsa dahi, eşek diyen kişi bilmez mi ki; sadrazamlarla valiler de milletin içinden çıkar...)
diyerek tepkisini ortaya koymuştur.
Şair Eşref
1847 yıllarında doğan Şair Eşref, çeşitli yerlerde vali yardımcılığı ve kaymakamlık görevlerinde bulunmuştur.
Kaymakamlık görevinde bulunduğu sırada, siyasi suç işlediği gerekçesiyle, görevinden alınıp Istanbul'a getirilmiştir.
Evinde zararlı evrak bulundurmak suçundandan tutuklanıp mahküm edilen Şair Eşref, tahliye edildikten sonra, Mısır'a kaçmış, burada değişik dergiler ve kitaplar yayımlamıştır.
Türk Edebiyatı'nın büyük hiciv şairi olarak bilinen Şair Eşref'in en meşhur kıtaları şunlardır:
Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için
Gelmesin, reddeylerim billahi öz kardeşimi,
Gözlerim ebnâ-yı âdemden o kadar yıldı ki,
Istemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı...
(gözüm insanlardan o kadar yıldı ki, kabrimi ziyaret etmek için öz kardeşim dahi gelse kovarım. Ben insanlardan fatiha dahi istemem, yeterki mezar taşımı çalmasınlar)