1995-İnternet gerçeğin yerini alabilir mi? paranoyası 1999-Yaşadığımız gerçek mi? gerçek nedir ki? paranoyası 2016-Gerçek sonrası ya da sürreal paranoyalar 2021-Yeni normal paranoyası. Bakalım sıradaki paranoya ne ile alakalı olacaktır.
Frankenstein canavarı aşırı çirkinliği yüzünden insanlardan ilgi ve değer görmeyince, içindekileri onlara aktaramayınca tasarımcısına, yani Victor’a gider ve ondan kendisinin bir dişi versiyonunu yapmasını, ancak bu şekilde sakinleşeceğini söyler. bunun kendisi için bir kurtuluş olduğu konusunda Victor'u ikna eder. Viktor dişi bir canavar yapmak üzere kolları sıvadıktan sonra kafasında türlü tereddütler oluşur. Sonunda yapmakta olduğu canavarı parçalar. Öncelikle Viktor’da bir güvensizlik oluşmuştur. Bu yeni yaratığın da insanlardan onay alamama ihtimalinin felaketle, cinayetlerle sonuçlanmasından korkar. Ayrıca iki yaratığın elele verip beraber daha beter dehşet saçmasından da korkar. Üçüncüsü ise dişi canavarın, erkek canavarı aşırı çirkinliğinden ötürü beğenmeme ihtimalinin erkek canavarı çok daha tehlikeli yapmasından çekinir. Dördüncü ve en önemlisi ise bu iki yaratığın bir şekilde üremeyi başarıp insanlığın kökünü kurutacaklarını düşünmesidir. Sonunda ne mi olur? Yaratık bu olaya çok öfkelenir ve Victor’un kız arkadaşını öldürür.
Gerçekliği anlamak yetmez, bunu dönüştürmek de gerekir. Öncelikle bir amaç belirlemek, sonra bu amaca uygun bir bilinç geliştirmek, ve bunları gerçekleştirmek için de bir iradenin ortaya konması gereklidir. Bunlar olmadan gerçekliği dönüştüremezsiniz.
Akıl, neden sonuç ilişkisi kurduğundan her türlü oluşumu merak eder. Dolayısıyla kendisini, varlığı, tabiatı hep araştırmak ister. Net cevaplar ister çünkü akıl melekesi cevaba ulaşamadığı yerde belirsizlik denen sorunu yaşar. Belirsizlik stres sistemini aktive edince insan gerilmeye başlar. Anksiyete oluşur.
Postmodernizmin sonucudur değer diye bir şeyin kalmaması! Her şey eşdeğer hale gelmiş. Eylemler ve durumlar arasında değer farkı yoktur günümüzde. Bu bir çıkmazdır. Aslında a eyleminin değeri ile b eyleminin değerini bir tutmak pek mümkün olmasa gerek.
İnsanın acımasızlığı vahşi sözcüğüyle ifade edilir ama bu vahşi hayvanlara yapılan korkunç bir haksızlık ve hakarettir. Vahşi hayvan hiçbir zaman ustalık ve zevk almak bakımından bir insan kadar acımasız olamaz. (Fyodor Dostoyevski-Karamazov kardeşler)
Modernite sürekli bir harekettir. Kişi vizyonun güzelliği ve gerçekliğin çirkinliği arasında gidip gelen bir dünyaya atılmakla zaten harekete başlamıştır. (Zygmunt Bauman-Akışkan Modernite)
Hiçbir şey kesin değildir. Aynı zamanda bütün felsefi yaklaşımlar da insanların mizacından kaynaklanır. Yani insanlar bir şeyi doğru olduğu için değil karakterleri, psikolojileri ve yaklaşımları ona müsait olduğu için savunurlar. (William James- Pragmatizm:Bazı eski düşünme tarzları için yeni bir ad)
Kimin yüzde yüz haklı olduğunu bilmiyorum ama kendisi gibi düşünmeyenleri, kendisi ile aynı inançlara sahip olmayanları düşman ilan edenlerin yüzde yüz haksız olduğunu biliyorum.
Batıda ‘’Kritik’’ denilen kavramla ülkemizde ‘’eleştiri’’ kavramı aynı değildir. Türkçedeki eleştirinin mutlak bir doğruyu gerektirmesine ve baskıcı olmasına karşın kökü Yunanca olan ve oradan Fransızcaya geçen ‘’Kritik’’ sözcüğünün ‘’Bana göre’’ yi önce çıkardığını görürüz. Eleştiri denince bir zihinsel tahakküm kurma isteği ön plana çıkar. Oysa kritik denildiğinde daha esnek, tartışmayı daha ileri götüren, daha yararlı kılan bir durum söz konusudur. (Ömer Naci Soykan-Felsefe ve dil)
Deliler sanıldığı gibi şuursuzca yaşamazlar. Esasında kendi aralarında bir mantık, bir düzen tesis ederler. Davranışların onlara özgü olduğunu söyleyebiliriz. Bunu yapan tek tek deliler değil tımarhane ortamıdır. (Erving Goffman- Tımarhaneler)
Arzu eden değil arzu ettirilendir pek çokları bu devirde. İçinde bulunduğumuz yapı arzuları bile hormonlu hale getirdi. Aklınızın ucundan bile geçmeyecek bir eylemi gerçekleştirmenizi isteyenler, sizin öncelikle o eylemi arzulamanızı sağlarlar.
Gül tohumunu çorak toprağa ekerseniz o asla filizlenmeyecektir. İçindeki potansiyeli asla dışarı çıkaramayacaktır. İşte yeryüzünde bazı beldeler de gençler için çorak toprak moduna girmiş durumdadır. Uzun lafın kısası bir yerlerde birileri doğmadan ölüyor, yaşamadan geçip gidiyor..
Filozofun yalnızlığı, bilim insanlarıyla sanatçıların yalıtılmışlığı, tarihçilerle yargıçların tarafsızlığı, gazetecilerle televizyoncuların bağımsızlığı önemlidir. Bu onları siyasetle karşı karşıya getirir. Siyaset ortak kanılar ister. Yukarıdakiler toplumsallaşamaz.
Diğerini engellememek yeterli değildir. Diğerinin kendini gerçekleştirmesinde yardımcı olmak, ortamı buna elverişli hale getirmek de gereklidir. İnsanın kendi özgürlüğünü gerçekleştirebilmesi ancak diğerinin özgürlüğüne katkıda bulunması ile, buna olanak sağlaması ile mümkündür. İnsanların özgürlüklerini gerçekleştirebilmelerinde kader birliği esastır. (Immanuel Kant)
Neşe ile hüzün birbirine giriyordu gündüzün dolambaçlı yollarında. Gece çöktüğünde ise büsbütün dağılıyordum. Boş ver diyordum zayıf, bitap düşmüş ruhuma. Yarın veya öbür gün bir şekilde semireceğime, tıka basa dolacağıma inanıyordum. Renkli dünyalarda karşıma çıkan farklı simalarda kendimi yeniden bulacağımı düşlerken kayboluyordum. Kaybolmaktan korkarken kaybolup gidiyordu oysa zerrelerim. Beni bana bırakmıyordu hayat dedikleri sevgilim. Bir başkası olup çıkıyordum farkına varamadan. Değişik sesler işitiyordum. Değişik kokular geliyordu burnuma. Her birinde ayrı bir derinlik, ayrı bir sıcaklık, ayrı bir coşku vardı insanların.... Onlarla düşüp kalkarken sendeliyordu ruhum. Kabına sığmıyor, taşıyordu arzularım. Gidenlere üzülüyor, gelenlerle avunuyordum. Zaman yavaş da olsa öğretiyordu yeni günün bir şey getirmeyeceğini aslında. Gelen de giden de ben oluyordum. Satırlara akan mürekkebin acı olduğunu biliyordum en az denizin o tuzlu suyu kadar. Ne görürsem onu veriyordum dünyaya. Öfkeyi tutan, biriktiren ruhların ortasında çiçek gibi açmayı umuyordum. Kendisiyle savaşması ne zor insanın! Her sitem, her çığlık kendi içindeki devasa, ıssız mağaranın derinliklerine çarpıp geri dönermiş meğer. Bu gözler nereye baksa, dünya neler sunsa benden çıkıyormuş yanardağ misali.
Kapitalizmi yıkıcı kılan akıl dışı büyüme zorlamasını neyin açığa çıkardığı yanıtsız kalmaktadır. Kapitalizmi kör bir sermaye birikimine zorlayan şey nedir? Burada ölüm akla gelmelidir. Kapitalizm ölüm olumsuzlamasına dayanır. Sermaye mutlak bir kayıp olan ölüme karşı biriktirilmektedir. Üretim ve büyüme zorlamasını meydana getiren ölümdür. Tüm bunlar ölüm dürtüsüne direnme eylemidir. (Byung Chul Han)
***Şüphe mana aleminde çıplak kalmayı göze alabilmektir. Önyargılardan, hurafelerden ya da zanlardan oluşan o elbiseyi üstünden çıkarmayanlar ne kendilerini ne de dünyayı görebilirler.
Sokrates, kötülük yapmaktansa kötülüğe maruz kalmayı tercih edeceğini söylediğinde Kallikles buna karşı çıkar. Bu görüşün sağduyuya ve insan tecrübelerine aykırı olduğunu dile getirir. Aklı başında hiç kimsenin böyle bir görüş öne süremeyeceğini söyler. İnsan doğası gereği yaşamı ölüme tercih eder. Özgürlüğü köleliğe, gücü zayıflığa, ezmeyi ezilmeye tercih eder.
Descartes modern felsefenin kurucu babalarından biridir. Diğeri ise kuşkusuz Hobbes’tir. Bu iki zıt gözüken filozofun görüşlerinde aslında bir bütünlük vardır. Hobbes bir adalet bilimcidir. Adalet bilimini temellendirmek istemiştir. Hobbes insanın özgürlüğünün dış koşullarını araştırmıştır. Yani maddi, toplumsal ve politik koşulları araştırmıştır. Descartes ise insanın özgürlüğünün iç koşullarını araştırmıştır. İnsanın kendi kendisiyle yabancılaşmasının nasıl ortadan kalkacağını araştırmıştır. Hobbes bireyin toplumla ve toplumun da bireyle yabancılaşmasının nasıl ortadan kalkacağını araştırmıştır.
Kendi değerinin farkına varamayanlar, yarattıkları küçük katastrofinin de farkına varamazlar.
1995-İnternet gerçeğin yerini alabilir mi? paranoyası
1999-Yaşadığımız gerçek mi? gerçek nedir ki? paranoyası
2016-Gerçek sonrası ya da sürreal paranoyalar
2021-Yeni normal paranoyası.
Bakalım sıradaki paranoya ne ile alakalı olacaktır.
İnsan vesayet altındayken endişelidir. Özgürlüğüne kavuştuğundaysa hem başka mekanlara hem de başka endişelere doğru yol alır.
Frankenstein canavarı aşırı çirkinliği yüzünden insanlardan ilgi ve değer görmeyince, içindekileri onlara aktaramayınca tasarımcısına, yani Victor’a gider ve ondan kendisinin bir dişi versiyonunu yapmasını, ancak bu şekilde sakinleşeceğini söyler. bunun kendisi için bir kurtuluş olduğu konusunda Victor'u ikna eder. Viktor dişi bir canavar yapmak üzere kolları sıvadıktan sonra kafasında türlü tereddütler oluşur. Sonunda yapmakta olduğu canavarı parçalar. Öncelikle Viktor’da bir güvensizlik oluşmuştur. Bu yeni yaratığın da insanlardan onay alamama ihtimalinin felaketle, cinayetlerle sonuçlanmasından korkar. Ayrıca iki yaratığın elele verip beraber daha beter dehşet saçmasından da korkar. Üçüncüsü ise dişi canavarın, erkek canavarı aşırı çirkinliğinden ötürü beğenmeme ihtimalinin erkek canavarı çok daha tehlikeli yapmasından çekinir. Dördüncü ve en önemlisi ise bu iki yaratığın bir şekilde üremeyi başarıp insanlığın kökünü kurutacaklarını düşünmesidir. Sonunda ne mi olur? Yaratık bu olaya çok öfkelenir ve Victor’un kız arkadaşını öldürür.
Gerçekliği anlamak yetmez, bunu dönüştürmek de gerekir. Öncelikle bir amaç belirlemek, sonra bu amaca uygun bir bilinç geliştirmek, ve bunları gerçekleştirmek için de bir iradenin ortaya konması gereklidir. Bunlar olmadan gerçekliği dönüştüremezsiniz.
Akıl, neden sonuç ilişkisi kurduğundan her türlü oluşumu merak eder. Dolayısıyla kendisini, varlığı, tabiatı hep araştırmak ister. Net cevaplar ister çünkü akıl melekesi cevaba ulaşamadığı yerde belirsizlik denen sorunu yaşar. Belirsizlik stres sistemini aktive edince insan gerilmeye başlar. Anksiyete oluşur.
Postmodernizmin sonucudur değer diye bir şeyin kalmaması! Her şey eşdeğer hale gelmiş. Eylemler ve durumlar arasında değer farkı yoktur günümüzde. Bu bir çıkmazdır. Aslında a eyleminin değeri ile b eyleminin değerini bir tutmak pek mümkün olmasa gerek.
İnsanın acımasızlığı vahşi sözcüğüyle ifade edilir ama bu vahşi hayvanlara yapılan korkunç bir haksızlık ve hakarettir. Vahşi hayvan hiçbir zaman ustalık ve zevk almak bakımından bir insan kadar acımasız olamaz. (Fyodor Dostoyevski-Karamazov kardeşler)
Modernite sürekli bir harekettir. Kişi vizyonun güzelliği ve gerçekliğin çirkinliği arasında gidip gelen bir dünyaya atılmakla zaten harekete başlamıştır. (Zygmunt Bauman-Akışkan Modernite)
Hiçlik de varlık gibi gerçeğin dokusunun bir parçasıdır. (Jean Paul Sartre)
Sanat, hayat denen bu okulda teneffüse çıkmak gibidir. Büyük sanatçılar ise ders zilini duymayanlardır.
Hiçbir şey kesin değildir. Aynı zamanda bütün felsefi yaklaşımlar da insanların mizacından kaynaklanır. Yani insanlar bir şeyi doğru olduğu için değil karakterleri, psikolojileri ve yaklaşımları ona müsait olduğu için savunurlar. (William James- Pragmatizm:Bazı eski düşünme tarzları için yeni bir ad)
Kimin yüzde yüz haklı olduğunu bilmiyorum ama kendisi gibi düşünmeyenleri, kendisi ile aynı inançlara sahip olmayanları düşman ilan edenlerin yüzde yüz haksız olduğunu biliyorum.
Batıda ‘’Kritik’’ denilen kavramla ülkemizde ‘’eleştiri’’ kavramı aynı değildir. Türkçedeki eleştirinin mutlak bir doğruyu gerektirmesine ve baskıcı olmasına karşın kökü Yunanca olan ve oradan Fransızcaya geçen ‘’Kritik’’ sözcüğünün ‘’Bana göre’’ yi önce çıkardığını görürüz. Eleştiri denince bir zihinsel tahakküm kurma isteği ön plana çıkar. Oysa kritik denildiğinde daha esnek, tartışmayı daha ileri götüren, daha yararlı kılan bir durum söz konusudur. (Ömer Naci Soykan-Felsefe ve dil)
Deliler sanıldığı gibi şuursuzca yaşamazlar. Esasında kendi aralarında bir mantık, bir düzen tesis ederler. Davranışların onlara özgü olduğunu söyleyebiliriz. Bunu yapan tek tek deliler değil tımarhane ortamıdır. (Erving Goffman- Tımarhaneler)
Yalan söylememek kolaydır. Önemli olan baskı anında, eğilip bükülmeden, yalan söylemeden durabilmektir. (Franz Kafka)
Arzu eden değil arzu ettirilendir pek çokları bu devirde. İçinde bulunduğumuz yapı arzuları bile hormonlu hale getirdi. Aklınızın ucundan bile geçmeyecek bir eylemi gerçekleştirmenizi isteyenler, sizin öncelikle o eylemi arzulamanızı sağlarlar.
Gül tohumunu çorak toprağa ekerseniz o asla filizlenmeyecektir. İçindeki potansiyeli asla dışarı çıkaramayacaktır. İşte yeryüzünde bazı beldeler de gençler için çorak toprak moduna girmiş durumdadır. Uzun lafın kısası bir yerlerde birileri doğmadan ölüyor, yaşamadan geçip gidiyor..
Bir kötülüğü binlerce iyilikle örtemezsiniz. Tıpkı Zevklerin binlercesinin bir acıyı telafi edememesi gibi. (Arthur Schopenhauer)
Filozofun yalnızlığı, bilim insanlarıyla sanatçıların yalıtılmışlığı, tarihçilerle yargıçların tarafsızlığı, gazetecilerle televizyoncuların bağımsızlığı önemlidir. Bu onları siyasetle karşı karşıya getirir. Siyaset ortak kanılar ister. Yukarıdakiler toplumsallaşamaz.
Bin yıl önce insanlar zorla çalıştırılıyordu. Şimdi insanlar yükümlülük kisvesi altında zorla çalıştırılmaktadır.
Diğerini engellememek yeterli değildir. Diğerinin kendini gerçekleştirmesinde yardımcı olmak, ortamı buna elverişli hale getirmek de gereklidir. İnsanın kendi özgürlüğünü gerçekleştirebilmesi ancak diğerinin özgürlüğüne katkıda bulunması ile, buna olanak sağlaması ile mümkündür. İnsanların özgürlüklerini gerçekleştirebilmelerinde kader birliği esastır. (Immanuel Kant)
Neoliberal sistemde tatil, insanın özünü gürleştireceği, kendini geliştireceği bir süreç değil, yakıt ikmali yaptığı bir süreç olarak algılanır.
Neşe ile hüzün birbirine giriyordu gündüzün dolambaçlı yollarında. Gece çöktüğünde ise büsbütün dağılıyordum. Boş ver diyordum zayıf, bitap düşmüş ruhuma. Yarın veya öbür gün bir şekilde semireceğime, tıka basa dolacağıma inanıyordum. Renkli dünyalarda karşıma çıkan farklı simalarda kendimi yeniden bulacağımı düşlerken kayboluyordum. Kaybolmaktan korkarken kaybolup gidiyordu oysa zerrelerim. Beni bana bırakmıyordu hayat dedikleri sevgilim. Bir başkası olup çıkıyordum farkına varamadan. Değişik sesler işitiyordum. Değişik kokular geliyordu burnuma. Her birinde ayrı bir derinlik, ayrı bir sıcaklık, ayrı bir coşku vardı insanların.... Onlarla düşüp kalkarken sendeliyordu ruhum. Kabına sığmıyor, taşıyordu arzularım. Gidenlere üzülüyor, gelenlerle avunuyordum. Zaman yavaş da olsa öğretiyordu yeni günün bir şey getirmeyeceğini aslında. Gelen de giden de ben oluyordum. Satırlara akan mürekkebin acı olduğunu biliyordum en az denizin o tuzlu suyu kadar. Ne görürsem onu veriyordum dünyaya. Öfkeyi tutan, biriktiren ruhların ortasında çiçek gibi açmayı umuyordum. Kendisiyle savaşması ne zor insanın! Her sitem, her çığlık kendi içindeki devasa, ıssız mağaranın derinliklerine çarpıp geri dönermiş meğer. Bu gözler nereye baksa, dünya neler sunsa benden çıkıyormuş yanardağ misali.
Kapitalizmi yıkıcı kılan akıl dışı büyüme zorlamasını neyin açığa çıkardığı yanıtsız kalmaktadır. Kapitalizmi kör bir sermaye birikimine zorlayan şey nedir? Burada ölüm akla gelmelidir. Kapitalizm ölüm olumsuzlamasına dayanır. Sermaye mutlak bir kayıp olan ölüme karşı biriktirilmektedir. Üretim ve büyüme zorlamasını meydana getiren ölümdür. Tüm bunlar ölüm dürtüsüne direnme eylemidir. (Byung Chul Han)
***Şüphe mana aleminde çıplak kalmayı göze alabilmektir. Önyargılardan, hurafelerden ya da zanlardan oluşan o elbiseyi üstünden çıkarmayanlar ne kendilerini ne de dünyayı görebilirler.
Sokrates, kötülük yapmaktansa kötülüğe maruz kalmayı tercih edeceğini söylediğinde Kallikles buna karşı çıkar. Bu görüşün sağduyuya ve insan tecrübelerine aykırı olduğunu dile getirir. Aklı başında hiç kimsenin böyle bir görüş öne süremeyeceğini söyler. İnsan doğası gereği yaşamı ölüme tercih eder. Özgürlüğü köleliğe, gücü zayıflığa, ezmeyi ezilmeye tercih eder.
İnsanlar makinelerden daha karmaşık ve derindir ama makineler onları basitleştirdi. (Otomatik Piyano-Kurt Vonnegut)
Descartes modern felsefenin kurucu babalarından biridir. Diğeri ise kuşkusuz Hobbes’tir. Bu iki zıt gözüken filozofun görüşlerinde aslında bir bütünlük vardır. Hobbes bir adalet bilimcidir. Adalet bilimini temellendirmek istemiştir. Hobbes insanın özgürlüğünün dış koşullarını araştırmıştır. Yani maddi, toplumsal ve politik koşulları araştırmıştır. Descartes ise insanın özgürlüğünün iç koşullarını araştırmıştır. İnsanın kendi kendisiyle yabancılaşmasının nasıl ortadan kalkacağını araştırmıştır. Hobbes bireyin toplumla ve toplumun da bireyle yabancılaşmasının nasıl ortadan kalkacağını araştırmıştır.
Bekleme yapmayın!
Aşkını alan acıya doğru ilerlesin.
der şair.. Bazen herkes yükünü alır, kendi limanına çekilir..