Alevilik aslında islamın kendisidir.Ben sünni bir vatandaş olarak alevilere dini persfektif sahasında çok haksızlık yapıldığına inanıyorum.Hz.Ali islamın ve Peygamberimiz Hz.Muhammed efendimizin yetiştirdiği ve güvendiği en büyük islam öncülerindedir.Onun anısını yüceltmek ve hürmet etmek çok güzel.Felsefi anlamda Alevilikteki, eline beline ve diline sahip olmak düşüncesi aslında kuranın bize vermek istediği pek çok ışıktan önde gelenleri aleviliğn olduğu kadar islamında özetlerindendir.
Türkiye`de, 23 Milyondan fazla Türk, Türkmen, Kürt ve Arap kökenli insan kendini Alevi olarak belirlemektedir. Almanya`da Alevilerin sayısının 700.000 in üstünde olduğu tahmin edilmektedir. Çoğu inanç ögesinin Müslümanlığın doğuşuna kadar geriye gittiği Aleviliğin, zamanımızdaki bilinen inançsal yapısı ve kültürü, Anadolu`da 13. yy. ve 16. yy. lar arasında oluşmuştur. Anadolu Alevileri, İslam öncesi inançlarını tamamen terketmedikleri için ve tarihsel politik koşulların gereği olarak İslamın Sünni ve Şii mezheplerinden farklı bir inanç ve ibadet biçimi oluşturmuşlardır. Aleviliği, Sünni ve Şii mezheplerinden ayıran en önemli özellik, Şeriat İslam hukukunu benimsememesidir. Özellikle kadın erkek eşitliği, saz ve semahın ibadetteki vazgeçilmez yeri, dört kapı kırk makam ahlak sistemi, düşkünlük dışında dini ceza yaptırımın olmayışı ve inançta zorlamaya gitmemesi en belirgin farklılıklardır. Aleviliğin Sünni İslam`la olan benzerliklerinin yanında önemli olan farkları kısaca şöyle sıralamak mümkündür: · Alevilik haremlik selamlık ayırımını tanımamakta ve hem öğretide hem de pratikte kadın ve erkeği eşit tutmaktadır. · Alevilikte çok evlilik yoktur ve hatta yasaktır. · Alevi inancında diğer inançlara ve insanlara aynı gözle bakılmakta ve ayırım yapılmamaktadır. « 72 millete bir nazarla bak! » Aleviler için önemli bir düsturdur. · Alevilikte ölüm cezası kesinlikle yasaktır. Dini anlamda en yüksek ceza düşkünlük cezasıdır. Bu cezayı alan kişi toplum dışına itilir. Herkes düşkün olan kişi ile ilişkiyi keser. Alevilerde kan davası güdülmez ve kan davası Alevilik dışı kabul edilir. · Aleviler, dört kapı kırk makam ahlak sistemine özellikle de « eline, diline ve beline sahip ol! » prensibine sadık kalırlar. Alevilerde ibadetin amacı, dört kapı kırk makamla Allah- Muhammed Ali yolundan Allah`a ulaşmaktır. · Alevi ocakları, belirli bir sistem içinde birbirine bağlı olarak « el ele el hakka » prensibi ile Aleviliğe hizmet verirler. · Aleviler, akşamları kendi kendilerine ve perşembe akşamları topluca cem ayininde ibadetlerini yaparlar. Cemde karşılıklı rızalık alınır, varsa kırgınlıklar giderilir, lokmalar paylaşılır, bağlama eşliğinde Alevi beyitleri ve nefesleri söylenir, gülbenkler çekilir ve bacı kardeşlerle birlikte semah dönülür. · Aleviler, Ramazan orucu değil, Muharrem ayında 12 günlük matem orucu tutarlar. · Aleviler, « Benim kabem insandır. » diyerek Hac yerine Allah- Muhammed -Ali yolunu tercih ederler. · Alevi öğretisi, insanı ve insanın özgürlüğünü en önde savunan ve insana tam bir inanç ve düşünce özgürlüğü tanıyan bir öğretidir. · Alevilerin, inançlarını ve kültürlerini en iyi laik ve demokratik bir devlet düzeninde sürdürebileceklerine güvenleri tamdır. Türkiye Cumhuriyeti yakın zamana kadar Alevilerin varlığını kabul etmemiştir. Devlet organları halkın dinini genel olarak İslam diye belirlemekte bununla da sadece Sünni İslam kasdedilmektedir. Son yıllarda bu yönde olumlu gelişmeler olmasına rağmen hala, Sünni İslam dışındaki diğer etnik ve inanç grupları din ve dil eğitiminde dikkate alınmamaktadır. · Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet olmasına rağmen, Diyanet İşleri Başkanlığı devletin ana kurumlarından biri olarak 88.000 den fazla camisiyle ve 90.000 den fazla personeli ile devlet bütçesinden en büyük payı almaktadır. Halkın üçte birine yakınını Alevilerin oluşturmasına rağmen, camilerde sadece Sünni İslam temsil edilmekte ve öğretilmektedir. Alevilerin varlığı resmen kabul edilmediği için, cemevleri ve dedeler Diyanet İşlerinin hizmetlerinden – Alevi olarak – yararlanamıyorlar. · Yıllardır 400.000 imam hatip ve 450.000 Kuran kursu kapasitesi ile Sünni İslam doğrultusunda öğrenci yetiştirilmektedir. · Aleviler cem evlerinde ibadet ettikleri halde 1980 den beri Alevi köylerine de sistemli bir şekilde cami yapımı ve Sünni imam kadrolarının yerleştirilmesi devam etmektedir. · 1992 Anayasasının kabulü ile din ve ahlak derslerine katılmak zorunlu hale getirilmiştir. Bu derslerde Alevilikle ilgili hiç bir bilgi olmamasına rağmen, milyonlarca Alevi inancına mensup öğrenci, bu derslere katılmakta ve sadece Sünnilik öğrenmek zorunda kalmaktadırlar. Bu her şeyden önce bu öğrencilerin ve onların velilerinin inanç özgürlüklerinin hiçe sayılması demektir. · Okullarda Alevilikle ilgili bilgi öğrenilmediği için, Sünni öğrenciler ve veliler Alevilik konusunda bilgisiz kalmakta ve yanlış ve ön yargılı bilgilerle Alevilere yaklaşmaktalar ve böylece Alevi- Sünni ilişkilerinde güven ve arkadaşlık duyguları zarar görmektedir. Yukarıda sıralanan faktörler, programlı ve samimi bir programla değişmediği sürece, Alevilerin Türkiye toplumunda sünnileştirilmek istendikleri duyguları değişmeyecektir. Almanya`da devlet tarafından – diğer inanç gruplarına olduğu gibi- Alevilere de herhangi bir baskı yapılmamaktadır. Buna rağmen, bazı eyaletlerdeki Alman okullarında yıllardır anadil dersleri bağlamında Türkiye Milli Egitimi ile bağlantılı uygulanan din ve ahlak kültürü derslerinde Alevilikle ilgili bilgiler öğretilmemektedir. Bundan 10 yıl öncesine kadar, cami yapma ve yaşatma dernekleri adı altındaki sünni tarikatlarının örgütlenmelerinde, Alevilere de yoğun manevi baskılar yapılmıştır. Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu`nun çalışmaları ve her şehirde en az bir Alevi derneğinin kurulması ve dini ve kültürel çalışmaları yürütmesi sonucu, bu baskılar oldukça azalmıştır. Ayrıca son yıllarda Alman okullarında Alevilikle ilgili bilgilerin okutulması için çalışmalara hız verilmiştir. Aleviler Almanya`da inanç ve kültür birliği dikkate alınırsa kendi içinde uyum gösteren geniş bir göçmen grubunu oluşturmaktadırlar. Aleviler, İslam coğrafyası içinde gelişmiş kendilerine özgü yorum ve ibadet kültleri ile sayıca önemli bir inanç grubunu oluştururlar. İnsanın dokunulmazlığı, kadın erkek eşitliği, insanlar arasında din, dil, ırk ve renk ayırımı yapılmaması, bütün inançlara ve dinlere saygı gibi anayasal değerler üzerinde Aleviler arasında tam bir görüş birliği vardır. Aleviler, geçtiğimiz yüzyıla kadar baskılar ve katliamlar nedeniyle kendi içlerinde ve daha çok bağlama ve nefeslerle yaşattıkları inanç ve kültürlerini, modern toplumun görsel ve yazın olanaklarını da kullanarak ortaya koymaya ve yeni koşullara uyarlamaya başladılar. Almanya`da, Alevilik dinler arası din derslerine ve diğer derslere konu olmaya başladı bile. Bu çalışmanın başını Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu ve onun üyesi olan 90 a yakın Alevi Dernekleri çekiyorlar. Tüzükleri gereğince Alevi Dernekleri, Alevi kültürünün ve inancının tanıtılması ve geliştirilmesi için çalışmalar yapıyorlar. Alevi Dernekleri, Alevi inancının ve kültürünün çocuklarına ve komşularına anlatma ve aktarmalarında Alevi ailelerine yardımcı olmaktadırlar. Alevi derneklerinde; saz, semah kursları, kültürel etkinlikler, seminer ve konferanslar, düzenlenmekte, cemler organize edilmekte, yaşlılara, gençlere ve kadınlara yönelik sosyal ve kültürel çalışmalar yapılmaktadır. Maddi olanaksızlıklara rağmen her dernek, olağanüstü bir gayretle fahri olarak bu çalışmaları yürütmektedir. Almanya`da yaşayan Türkiyeli ve Türkiye kökenlilerin % 30 unu oluşturan Aleviler, artık kendi inanç ve kültürlerini bu topluma açmaya ve bu toplumla paylaşmaya başladılar. Aleviler, çok kültürlü bir toplumun üyeleri olarak, bunu kendileri için bir görev olarak görüyorlar. Alevilerin en çok değer verdikleri özellikleri olan hoşgörü ancak böyle bir ortamda gelişebilir, önyargılar kırılabilir ve yeni önyargıların oluşması önlenebilir. Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu; kültürel etkinliklerle, kültürlerarası diyalogla Alevi ve Alevi olmayanlar arasında ilişkileri desteklemekte ve böylelikle de kültürler arası anlayış ve insanlararası iletişime katkıda bulunmaktadır.
Alevilik İslam’ın Anadolu’da vücut bulmuş halidir. Horasan pirleri tarafından Müslümanlaştırılan Türklerin oluşturduğu bir yapıdır. Arapçı zihniyete karşın, Kuran-ı Kerim’i okur ve Allah’ın emirlerine anladığıyla ve yorumladığıyla inanır. Hz. Ali sevgisi ön plandadır. Çünkü Kuran-ı kerimde geçtiği gibi Ehlibeyti sevmek her müslümanın görevidir. Aleviler bu görevi fazlasıyla yerine getiriler. İslam’ın özüne inanç temeldir.Çünkü İslam ibadet temelli bir din değil İMAN temelli bir dindir.Kelime-i Şahadet getirmeden Müslüman olunmayacağı bunu bir kanıtıdır.Emeviler tarafından formülize edilmiş İslam; İslam’ın anlamını daraltığı için kendilerini anlatmakta zorlanmaktadırlar.Çünkü İslam denince birçok insanın kafasında sadece 5 ve 6 rakamları oluşmaktadır.(5:İslamın şart sayısı,6:imanın şart sayısı) Oysa İslam bu şekilde küçültülüp daraltılmayacak kadar derindir. Aleviler bu derinlikte kendilerini bulur ve Allah’ı anlamaya yönelirler.Bu yüzdendir ki sunilerin “Allah korkusu” öğretisine karşı Aleviler “Allah sevgisi” üzerinde yoğunlaşırlar. Allah’ı sevdiğinden O’na olan minnettarlıktan dolayı iman ederler. Ya ALLAH Ya Muhammed Ya Ali ve ELİNE,BELİNE,DİLİNE SAHİP OL, Alevilikte temel düstürlardır.Yapılan iyilikler cennete gitme amacıyla değil tamamen HAK,MUHAMMED, ALİ rızası yapılır. Aleviler tarih boyunca Sünni/Hanefi cemaat tarafından düzenli bir biçimde katledilmişlerdir. Cumhuriyet yönetimi Aleviler için belli bir rahatlama getirse de katliamlardan yine kaçamamışlardır.. Kahramanmaraş’ta kafaları kesilerek kurşuna dizilerek, Sivas-Madımak’ta yakılarak,İstanbul-Gazi Mahallesinde polis eliyle öldürülerek bu Ebu Suud geleneği sürdürülmüştür. Her türlü toplumsal karışıklıkta hedef durumuna getirilmişlerdir. Kendilerini anlamaya yönelmeyen her zaman tenkite yönelen Suni toplum tarafından sürekli dışlanmaya tabi tutulmuşlardır. Bazı Kendini bilmeyen, sunilikte istediği özgürlüğü bulamamış ve hatta ateist insanlar kendilerine Alevi deyip bu mezhepte toplum gözünde erozyon yaratmaktadırlar. Oysa Alevilik oldukça hiyerarşik bir yapıyla bireyden topluma uzanır.Yol ağır kapı denilerek kuralcılığı belirtilir. Sunilik/Hanefilik ile arasında Anlayış ve İslam’ı yorumlama farklıları varsa da bu asla milli birlik ve bütünlüğü tehdit etmemelidir. Bilinmelidir ki nerdeyse her Alevinin evinde Hz. Ali resmi Türk bayrağı ve Atatürk resmiyle yan yanadır. Oransal olarak Türkiye Cumhuriyet’i en çok seven toplum kesimidir.
:-) Alparslan TÜRKEŞ neyin ne olduğunu gayet iyi bilen bir Liderdi, Bir Başbuğ'du. Kaldıki, Daha uşkurunu bağlayamayan, kişilik sahibi olmamış varlıkların sağda solda kendi kendine hüküm verdiği insanların dediklerine meyil verilsin. Böyle bir talihsizlik olamaz, bu tip düşünceler ne bir Ülkücüyü bağlar, Nede bir MHP liyi, nede aklı selim bir inanç makanizmasını bağlar. mesele nedir... Mesele; bir taktik meselesidir, Ülkücü Hareketi, MHP zihniyetini Alevi Sunni çatışmaısına tekrar sürüklemektir, Yapan kimdir, yapan ise, Hiçbir zaman ne bir Ülkücü nede Bir MHP li olacaktır. Bugüne kadar Başbuğun ağzından böyle bir beyanat çıkmamıştır...Lütfen bir zihniyeti, uşkurunu çekemeyenlerin beyanatıyla yada sağda solda sallamasıyla yargılamayınız.Bu bir talihsizlik olur kanaatindeyim. Ben TÜRKCÜ yüm, Türkcülüğümün Temelinde Ülkücülük yatar, o kadar Toplantılarına katıldım böyle bir talihsiz açıklamaya denk gelmedim, geleciğimide sanmıyorum. Bahse konu olan Kızılbaşlığa gelince, İyi Tahlil edilmesi gerekli, Toplumumuzun büyük bir kesiminde bu ibareyi hep yanlış anlattılar ve anlatmaktalar. Bilinçli Bir Ülkücü Neyin ne olduğunu gayet iyi bilir... Ülkücü, Ne bir Köpekçidir, nede bir bebe katilidir... Ülkücü bu vatana hiçbir zaman İhanet içersinde olmamıştır, olamaz, olmayacak... Ülkücülük kisvesi altında Uygunsuz hareket eden bir yığın olduğu kesin, bunu tasviye etmemiz mümkün değil. Nasılki, şu anda ben Sosyal Demokratlık adına yada Solculuk adına bir beyan versem, ne sosyal demokratlığı bağlar nede solculuğu... Sanıyorum ki, bu mesele gündeme kasıtlı olarak empoze ettirildi, ve bu meseleyi aklı selim insanların konuşmadığı belli...Bu bir PROVAKASYONDUR...bunun altınıda Bilinçli kardeşlerimiz fitillemesin...Eğer böyle bir durum varsa, ki gerçekse, Bunun cevabını Ülkücü arkadaşlarımız verebilecek kapasitededir... Meraklanmayınız, böyle bir durumda Ülkücü diye bilinen Fikriyat buna karşı bir cephe alacaktır...
Öyle Ana baba usulü ağızdan dolma, kulaktan boşalma KIZILBAŞLIK hikayelerine pirim verilmez...Oturulur İlmî bir araştırma yapılır, Kim Kimdir...
Ne çok şey biliyormuşuz, hiçbir şey bilmezken.... İslam dini nasıl tek bir Allah'ı simgeliyorsa, İslamın yaşamı da tek bir kaynaktan beslenir.. O da Kuran-ı Kerim... Sünnilik, Alevilik vb. her zaman bu görüşü benimseyenler tarafından savunulur... Bu, güneşin parçalara bölünmesi gibi bir şey.. Eskilerin hayat tarzı zamanla dinle özdeşleşmiş duruma geldi... Bir insan, ben Aleviyim, ben Sünniyim dememeli... Bir insan ya müslümandır ya da müslüman değildir... Hz. Ali'den daha Ali'ci olanları görseydi (Kİ GÖRÜYORDUR) , eminim İslamiyeti ilk benimseyenlerin 3.sü, Hz. Muhammed tarafından büyütülen, Hz.Muhammed'in damadı, amcası oğlu ve 4. İslam Halifesi Hz. Ali acı acı gülüyordur.. Allah(cc) hiç kimsenin anlayamayacağı kurallarla insanları yönlendirir, gerisi size kalmış... Yezid mi dediniz? Tarih kitaplarında yazılanlardan başka neler biliyoruz?
Aleviler’de suç işleyen düşkün, bu durum da düşkünlük olarak adlandırılır. Düşkün olanlara suçlarına göre değişik cezalar verilirdi. Düşkünlere tarik çalınır, para vd. cezalar uygulanırdı ki, “Buyruk” kitaplarında bu cezalar her suç için ayrı ayrı belirtilmekteydi. Düşkün olanlar cem törenlerine katılamazlar, kurban yiyemez ve yediremezler, toplumdan dışlanırlardı. Ailesi bile o kişiyi bu yanlış davranışından dolayı koruyamazdı. Çünkü yanlış yapan kişiye sahip çıkan da düşkün ilan edilirdi. Ayrıca üç sünnet, yedi farz olarak bilinen esaslara uymayanlara uygulanacak cezalar da “Buyruk” kitaplarında bulunmaktadır. (Aytekin 1958: 114)
Eğer talibin suçu, büyük günahlardan (günah-ı kebair) ise dede’nin bu konuda yapabileceği bir şey yoktur. Buyruk’taki deyimle “Ancak onun davasını mahşerde Hak Taalâ icra eder.” (Aytekin 1958: 178) Oysa küçük günahların (günah-ı sagayir) cezalandırılma ve affedilmesine ilişkin koşulların belirlenmesi ve uygulatılmasında dede tam yetkilidir.
Özellikle kırdan kente göç olgusunun sonucunda 1980’lerin sonlarına kadar diğer Alevilik kurumlarında olduğu gibi Cem kurumunun da uygulanmamaya başladığı bilinmektedir. (Erdentuğ 1971: 43, 51; Shankland 1997: 30) Araştırmacılarca görüşülen Alevilerin çoğu kez “Nerede eski cemler” şeklinde eskiyi özlemle andıklarını ve bu eski cemlerde yaşananların zihinlerinde çok büyük izler bıraktığını gözlemlemek mümkündür. Bugün artık cem ibadetinin eski işlevlerinden daha farklı bir yapı kazandığını görüyoruz. Cem törenleri bugün, eskiden sahip olduğu işlevlere oranla daha dar işlevselliğe sahiptir. Yeni sosyo-ekonomik yapı içerisinde cemler özellikle inanç işlevini sürdürmektedir. Özellikle hukuksal boyutu tamamıyla devre dışı kalmıştır.
1990’larla birlikte Alevilik konusunda yaşanan canlanma geleneksel ibadetlere yönelik olumlu bir bakışı Alevi kitleler arasında yaygınlaştırmıştır. Alevilikle ilgili yayınlar, makaleler ve ilgilenenler artmıştır. Bu şüphesiz hem uluslararası hem de ulusal konjonktürle yakından ilişkilidir. Cemevlerinin ve Cem ibadetlerinin yaygınlaşması da bu gelişmelerin ardından yaşanıyor. Daha önce pek de dile getirilmeyen Dedelere olan gereksinim dile getirilmeye başlanıyor. Giderek Cemevlerinde, Karaca Ahmet Sultan, Şahkulu Sultan, Garip Dede, Erikli Baba, Okmeydanı Cemevi, Yenibosna Cemevi, Gazi Cemevi ve diğer cemevlerinde Dedeler görevlendiriliyor. Hatta Dede yetiştiren okulların kurulması konusu bile tartışmaya açılıyor.
Günümüzde Cemler kentlerde, ya müsait bir evde, ya bir salonda ya da Cemevlerinde yapılmaktadır. Özellikle son on yılda başlayan ve artık büyük ölçüde kentlerde yaşayan Alevilerin yeni gereksinimleri doğrultusunda cemevleri inşa edilmekte, buralarda Alevilerin özellikle inançsal ve kültürel talepleri giderilmeye çalışılmaktadır. Ancak yaptığımız araştırmalar çerçevesinde gördüğümüz cemevlerinin birçoğunun mimari yapılanmaları bu veya başka projelerin değerlendirmesi veya planlı olmaktan çok rastgele ve plansızdır. Özellikle İstanbul ve Ankara’da yoğunlaşan yoğun bir Cemevi yaptırma faaliyeti dikkat çekmektedir. Artık büyük oranda kentlerde yaşamakta olan Alevi nüfus Cemlere büyük ilgi göstermektedir. Tanınmış Alevi inanç merkezlerinde düzenli olarak hafta içi Perşembe akşamları veya hafta sonu Cem ibadetleri yapılmaktadır.
Arkadaşlar en büyük eksikliğiniz olan İNANCA saygıyı lütfen unutmayın. Herşeyden önce saygı......
Cem’de Oniki hizmet ve bu hizmetlerin ayrı ayrı sahipleri vardır. Her hizmet sahibi Cem’deki işleyiş sırasında görevini yerine getirir. Her Alevi’nin görgüden geçmesi, hal ve gidişatının muhasebesini yapması, ikrarını tazelemesi ve gerektiğinde topluma hesap vermesi genel kuraldır. Ocakzade dedeler, her yıl düzenli bir şekilde kendilerine bağlı köylerdeki taliplerini ziyaret ederler. Dedelerin bu ziyaretleri genellikle, hasat zamanı geçtikten sonra yapılır. Dede bir yere geldiğinde peyik (davetçi) adı verilen bir kişi ve ev dolaşarak dedenin geldiğini ve cem yapılacağını köylülere haber verir. Köydeki evlerden biri cem töreni için hazırlanır. Bu cem töreni cuma akşamı, yani perşembeyi cumaya bağlayan gece yapılır. Cem’deki oniki hizmet sahipleri ve görevleri şu şekildedir: Dede, cem törenini yönetir. Rehber, cemde görgüsü yapılanlara yardımcı olur. Gözcü, cemde düzeni sağlar. Çerağcı, çerağı (mumu) yakar, meydanın aydınlanmasını sağlar. Zakir, saz çalarak deyişler söyler. Süpürgeci, her hizmetin sonunda, süpürge çalma görevini yerine getirir. Sakka, su dağıtır, lokmalar yendikten sonra temizlik için ibrik, leğen, havlu getirir. Sofracı, kurban ve yemek işlerine bakar. Pervane, cemevine gelenler ve gidenlerle ilgilenir. Peyik, cemin yapılacağını herkese haber verir. İznikçi, cemevinin temizliğine bakar. Kapıcı, cem yapılan yerin kapısında bekler. Hizmet sahipleri ve görevleri özetle bu şekildedir. (M. Yaman 1998)
Cem’deki işleyiş ise şu şekildedir: Cem töreni, dede tarafından görevlendirilmiş yukarıda adları verilen hizmet sahiplerince, dedenin yönetiminde, belli bir düzen içerisinde yerine getirilir. Dede, cem yapılacak yerin en üst tarafında ve ocak yanında önceden hazırlanmış, ceme katılanların hepsi tarafından rahatça görülebilecek ve duyulabilecek bir yerde bazan serilen postun üzerinde oturarak yönetir. (Aynı yönde bk. Şapolyo 1964: 283; Fırat 1970: 233) Dedenin oturduğu yer dede postu, pir postu olarak adlandırılır. Yanında diğer Dedeler veya zakir/aşık oturur. Bazı bölgelerde zakirlik görevini de Dedeler yerine getirdiğinden ayrıca bir zakir bulunmaz. Toplulukla dedenin oturduğu yer arasındaki meydan hizmetlerin bir bölümü için boş bırakılmıştır. Semah hizmetleri bu alanda görülür. Hizmet sahipleri dedenin karşısında dara durarak, dualarını burada alırlar.
Cem törenine düşkünler alınmazlar. Cem’de ibadet “cemal cemale”dir. İnsanı kabe olarak gören bir anlayış doğaldır ki cemal cemale ibadet edecektir. Oturuş ise halka şeklinde belli bir düzen içerisinde diz üstüdür. Dede zaman zaman destur verdiğinde rahat oturulabilir. Görgü cemi bütün taliplerin müsahipleri ile birlikte görülmesi şeklinde sürer. İfade ettiğimiz gibi oniki hizmet sırasıyla yerine getirilir. Her musahip görülmesinde dede, cemaatten razılık alır. “Bu canlardan razı mısınız? ” diye sorar. Cem’de kurban hizmeti de görülür. Semah ve dualar (gülbâng) okunur. Musahiplerin görülmediği cemlerde de musahiplik hizmeti dışında diğer Oniki hizmetler yürütülür. Cem’de işleyiş, dedenin yönetiminde ve diğer hizmet sahiplerinin hizmetleriyle büyük bir disiplin içerisinde yürütülür. Her hizmet sahibi görevini bilir ve eskiden genellikle belli aileler belli hizmetleri yürütmekteydi. Mürşid (Dede) her yıl, geçmişteki Cem törenlerinde verilmiş derslerin ve öğütlerin uygulanıp uygulanmadığını denetlemek ve yeni derslerde bulunmak için cemaati toplar, Cem ibadetini yürütür. Bütün talipler Mürşid, Pir, Rehber huzuruna davet edilir. Bu daveti duyan canlar, musahipleri ile görüşür. Herkes evinde hazırlanıp en temiz elbiselerini giydikten sonra ev halkı ve musahibinin ev halkı ile birlikte, Dede’nin belirttiği zamanda Cem’e katılırlar.
Özetle bir Cem ibadetindeki hizmetlerde aşağıdaki sıra izlenir. Bu sırada yöresel bazı farklılıklar da olabilmektedir. Burada verilen uygulama Karaca Ahmet Sultan’ın oğlu olan Düşkün Ocağı Hıdır Abdal Ocağı’ndaki işleyiştir:
1. Dede, orada bulunanlara eğitici bir konuşma yapar. 2. Zâkirler, sazla deyiş çalıp söyler. 3. Süpürge(car) çalınır. 4. Post serilir. 5. Dargınlar barıştırılır, sorunlar çözümlenir, canlardan rızalık alınır. 6. Oniki Hizmet sahiplerinin duaları verilir. 7. Çerağ (delil) uyandırılır. 8. Tezekâr (ibriktar) tarîkat abdesti aldırır. 9. Kurban ve lokmaların duaları verilir. 10. Dede, yol-erkân konusunda canlara bilgi verir. 11. Gerekirse kısa bir mola verilir. 12. Cem mühürlenir (secde yapılır) . 13. Üç Düvazimam okunur (secde yapılır) . 14. Üç Tevhîd çekilir (secde yapılır) . 15. Miraclama okunur, Kırklar Semahı yapılır. 16. İstek semahları yapılır. 17. Sakka suyu dağıtılır. 18. Mersiyeler okunur. 19. Lokma ve Kurban (Sofra) hizmeti sunulur. 20. Lokmalar yenilip sofra duası edildikten sonra Dede “Duran oturan…” duası verir. Bundan sonra da şu hizmetler yerine getirilir: Süpürge çalınır, post kaldırılır, Oniki hizmet sahiplerinin duası verilir, çerağ dinlendirilir ve cem ibadeti sona erer. (M. Yaman 1998: 11-12)
Görgüden geçen talipler, aynı zamanda daha önce yaptıkları hataları bir daha tekrarlamamak üzere Hak-Muhammed-Ali meydanında yemin ederler. Görgüden geçtikten sonra manen temizlenmiş olurlar. Ancak bundan sonra Cem’e katılanlar, görgü-sorgudan geçerek temizlenmiş olanların kurban lokmasını yiyebilirler. Ayrıca Cem ibadetinin, hukuksal boyutu yani düşkünlük, kente göç öncesi kırda yaşayan Aleviliğin sosyal yapısını koruyan ve sürdürebilmesini sağlayan en önemli faktörlerden biri olmuştur.
Cem ibadeti Aleviliğin temel kurumlarındandır. Bu sadece dinsel değil sosyal içeriğe de sahiptir.Alevilerin ibadetlerinin temeli bu cem törenlerine dayanır. Dedelerin en önemli işlevlerinden biri de, cem törenlerini yönetmesinde kendini gösterir.Ocakzade dedeler, her yıl düzenli bir şekilde kendilerine bağlı köylerdeki taliplerini ziyaret ederler. Dedelerin bu ziyaretleri, hasat zamanı geçtikten sonra yapılır. Dede bir yere geldiğinde peyik (davetçi) adı verilen bir kişi ev ev dolaşarak dedenin geldiğini ve cem töreni yapılacağını canlara haber verir. Köydeki evlerden biri cem töreni için hazırlanır. Bunun için cemaatin sığabileceği büyük bir salon seçilir. Bazı köylerde bu hep belli yerlerdir. Bu cem töreni (görgü cemi) cuma akşamı, yani perşembeyi cumaya bağlayan gece yapılır. Eğer görgü cemi olacaksa tarîk ve kurban hizmeti de mutlaka vardir. Bazı ocaklarda ise tarîk yerine pençe ile cem görülür. Bunlar daha çok çelebilere bağlı dede, baba veya vekillerdir. Cem ibadetinde Oniki hizmet ve bu hizmetlerin ayrı ayrı sahipleri vardır. Oniki sayısı Hz. Muhammed’in soyunu, yani kızı Hz. Fatıma ile amcasının oğlu Hz. Ali’nin soyundan gelen oniki imamı simgelemektedir. Cem ibadeti Kırklar Cemi’ne dayanmaktadır. Alevilerce Cem, “HAK-MUHAMMED-ALİ DİVANI”dır. Cem ibadetinin bir diğer adı da “halka namazı”dır. Cem’deki halkada esas olan namaz deyişiyle kastedilen Buyruk’taki ifadeyle niyazdır, (M. Yaman 2000: 23) Allah’a yalvarmaktır, dua etmektir. Cem’e ayrıca; Ayn-ül Cem, Ayin-i Cem, Cem âyini, Abdal Musa Kurbanı, Birlik Cemi, Dardan İndirme Erkanı, Koldan Kopan Erkanı, Ali Cemi, Görgü Cemi, İçeri Kurbanı, İkrar Cemi, de denir. Kış aylarında, özellikle Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan akşam başlaması esastır. Muharrem ayı dışında Cem İbadeti yapılabileceğine dayanarak “Kırksekiz Cuma haktır.” derler. Cem Kurumu’nun içeriği sadece dinsel değildir daha kapsamlıdır.
Cem olayının kökeni nereye dayanmaktadır. Geleneksel görüş Alevilikle ilgili temel toplumsal kurumların tümünü olduğu gibi Cem kurumunu Hz. Muhammed’in Mirac’ı sonrası yapılan “Kırklar Cemi”ne dayandırmaktadır. Buna göre Cem ibadetinin temelleri Kırklar Cemi’nde atılmıştır. Büyük Alevi Ozanlarının Cem’in Kırklar Cemine dayandığına ilişkin birçok deyişleri bulunmaktadır. Mesela Kul Himmet bir deyişinde (Aslanoğlu 1997a: 77) bunu
“Kırklar ile bile âyin-i cemde
Bu aşkın sırrına özendi Ali”
diyerek ifade etmektedir. Kırklar Cemi ile ilgili ayrıntılar hem Buyruk kitaplarında, (Aytekin 1958; M. Yaman 2000) hem de Alevilerin zihinlerinde önemli yer tutar. Özellikle yaşlı kuşak bu konuda oldukça bilgilidir. Gençler ise bu geleneksel bilgiler bakımından hem yaşamak anlamında hem de bilgilenmek anlamında oldukça yetersizdirler ve hatta bir bölümü anlatılanlara şüphe ile yaklaşabilmekteyse de son zamanlarda yaşanan bilgilenme süreciyle bu eksiklikler giderilmektedir.
Alevilerin sosyal yapısının ve kurumlarının kapalı yapısının doğal bir sonucu olarak Cem ibadetine yönelik küçümseyici ve ahlakdışılık yüklü birçok kulaktan dolma söylentinin ki -bu Sünni halk arasında mum söndü sözü ile ifadelendirilir- yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladığı görülmektedir. Alevi olmayan gruplarca Alevilerin farklı bir islam yorumları olduğunun reddedilmesi, bu törenin Alevi olmayanlarca izlenememesi sonucunda Cemlerdeki işleyişin bir türlü anlaşılamaması ve Alevi-Sünni grupların karşılıklı önyargılarının bu söylentilerde rol sahibi olduğu söylenebilir. Ancak son zamanlarda bu konuda araştırmacıların verdikleri bilgiler, konunun yazılı ve görsel basında yeralması ve bu cemlerin kapalılıktan kurtulup kentlerde düzenli olarak yapılması sonucunda bu söylentilerin de dayanaksız olduğu anlaşılmaya başlanmıştır.
Cem kurumunun Alevi topluluklarında yüzyıllarca gördüğü işlevleri genel olarak ise şu şekilde özetleyebiliriz:
Cem kurumunun dinsel işlevi ön plandadır. Aleviliğin temel ibadeti bu yolla icra edilir. Cem kutsal bir ritüeldir. Cem’deki işleyişin de temeli Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin de katıldığı Kırklar Cemi ile atılmıştır. Cem, Alevinin inancını oluşturan düzenli bir ibadeti olmaktadır. Cemlerdeki dualar büyük ölçüde Türkçedir. Anadili kırmanci veya zazaca olan Alevi topluluklarda bile - istisnalar olmakla birlikte - Türkçe dualar ve Şah Hatayi, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet vb. Alevi ozanlarının Türkçe deyişleri okunmaktadır.
Cem kurumunun bir diğer yönü de sosyal ve eğitsel işlevidir. Sosyal dayanışmayı sağlamasının yanısıra, orada gerçekleştirilen ritüel ve anlatılanlar inanca, tarihe gündelik yaşama ilişkin bilgiler de içermektedir. Geleneksel kır yaşamında bulundukları toplum içinde nisbeten daha eğitimli ve okumuş olan Dedeler Cemlerdeki sundukları bilgilerle uzun süre bu eğitsel işlevi yerine getirmişlerdir.
Aleviler’de hayat çok sıkı ve birbirini tamamlayıcı kurum ve kurallarla donatılmıştır. Bu sosyal yaşam en ince ayrıntısına kadar düzenlenmiştir. Dede talip herkes bunlara uymak zorundadır. Örneğin Dede her evde Cem bile yapamaz. Cem yapılacak evde ve evin sahibi ailede bazı özellikler aranır. “Muhammed-Ali Meydanı” ve “ölmeden önce ölünen yer” olarak da nitelenen Cem Meydanı her yönüyle kutsal kılınmıştır. Cem’ler bazı yörelerde sadece Dede evlerinde yapılmaktadır. Bu evlerde büyük bir odada Cem’ler tutulurdu. Hele bazı Dede ailelerinin evleri vardı ki uzun yıllar buralarda Cem yapılması bir gelenek halini almış buralarla ilgili menkıbeler de dilden dile yayılmıştır. Cem’in bu evlerde yapılmasında bir diğer neden de Cem’de Dede’nin görgü zamanı kullandığı “tarîk, erkân, zülfikar, serdeste” vb. adlarla anılan asanın bu evlerde bulunmasındandır. Kutsal olan tarîk asılı olduğu yerden indirilmek için dualar edilir, kurban kesilirdi.
Dede genellikle bu Cem yapılacak evde konuk olurdu. Ancak Dede’nin konuk olacağı ve Cem yapacağı bu evin Cem yapılabilmesine uygun bir odaya sahip olmasının yanısıra ev sahibi aile de yukarıda ifade ettiğimiz üzere titizlikle seçilirdi. Bu aile bireylerinin düşkün olmaması kapı komşularıyla sorunlu olmaması, lokmasının yenebilmesi, o köyde sevilen bir aile olmaları gerekirdi. Yoksa Dede o evde kalamaz Cem yapamazdı. Çünkü Cem’in amacı “eline, diline, beline ve aşına, işine, eşine sahip olmak” şeklinde özetlenebilecek doğruluk ilkelerinin toplulukta yaşatılması, benimsetilmesidir. Dede’nin köye gelişinden Cem’in yapılması ve sonrasına kadar her aşamada bu ilkelerin gözetilmesine önem verilir. Bu konuda titizlik gösterilmemesi topluluğun bu ilkelere inancınin ve güveninin sarsılmasıyla sonuçlanabilir. Zaman zaman bu konudaki hassasiyetlere uymayanlarda olmuştur ancak bu yolun kurallarını bağlamamaktadır.
Hz. Muhammed’in vefatı sonrasında ortaya çıkan kimin halife olacağı sorunu, Alevi-sünni meselesinin ilk tohumlarını atmıştır. Hz. Muhammed daha sağlığında birçok kez Hz. Ali’nin halefi olacağını vurgulamıştı. Hz. Muhammed’in soyu, kızı Hz. Fatıma’yı eş olarak verdiği Hz. Ali’den devam etmişti.Hz. Muhammed Mekke’ye Hicret ettiği zaman da ailesine ve işlerine bakmak üzere Hz. Ali’yi yerine bırakmıştı. Üstelik Peygamber Hz. Ali’nin katıldığı hemen hemen bütün savaşlarda onu komutan olarak atamıştır.
Bilindiği üzere Hz. Muhammed Veda Haccı dönüşünde (632) Gadîru Hum adlı yerde beraberindeki müslümanlarla konaklayarak bir konuşma yapmış ve bu konuşmasında kendisinden sonra amcasıoğlu ve damadı Hz. Ali’nin müslümanlara önder yani halife tayin olduğunu ifade etmişti. Orada aralarında İkinci Halife Ömer’in de bulunduğu müslümanlar bundan dolayı Hz. Ali’yi kutlamışlardı.
Ölmeden önce Hz. Muhammed “Bana bir kalem ve kağıt getirin size bir vasiyet yazdırayım ki, benden sonra ihtilafa düşmeyesiniz.” demiş ancak bu isteği yerine getirilmemiş ve Peygamber vasiyetini yazamadan vefat etmişti. Daha sonra Hz. Ali ve diğer aile üyeleri Peygamberin defin işleriyle uğraşırken, Ebu Bekir ve Ömer’in de aralarında bulunduğu ensar ve muhacirin ileri gelenleri iktidar kavgasına başlamışlardı bile. Bu iktidar mücadelesi Ebu Bekir’in halife olması ile sonuçlanmış, daha sonra sırasıyle Ömer ve Osman halife olmuşlardır. Sonuç olarak bu üç kişinin halifelikleri, deyim yerindeyse Peygamberin Ehli Beytine rağmen gerçekleşmiş, bu nedenle yüzyıllardır tartışılagelmiştir. Hz. Ali ve Hz. Fatıma bu halifelikleri onaylamamakla birlikte, iktidar uğruna gerginlik yaratmaktan da kaçınmışlar, bu haksızlığı sineye çekmeyi uygun görmüşlerdir.
Alevi-Sünni meselesinin ilk çıkışı özetlemeğe çalıştığımız bu halifelik meselesine dayanır. Ehli Beytin başına gelenler ve bunlardan en önemlisi Kerbela Olayı ise Aleviliğin siyasal ve düşünsel bakımlardan daha da olgunlaşmasına ve Araplar dışındaki diğer uluslar arasında da yayılmasına neden olmuştur.Şimdi bu gelişmeleri görelim:
Osman’ın halifelik dönemi (644-656) , daha önce tohumları ekilmiş bulunan bölünmelerin, problemlerin su yüzüne çıktığı bir dönem olmuştur. Halife Osman’ın yönetiminde akrabalarına, yani Emevi ailesine gösterdiği aşırı yakınlık ve valiliklere onları tayin etmesi ve diğer suistimaller ona karşı Irak, Mısır, Hicaz ve Surite’de yoğun bir hoşnutsuzluk duyulmasına yolaçmıştır. Valileri halka kötü davranıyor olmalarına rağmen onları koruyucu bir tutum takınmış, sonuçta Mısır, Basra ve Kûfe’den yola çıkan gruplar Halife Osman’ın evini kuşatarak onu öldürmüşlerdir.(656)
Üçüncü Halife Osman’ın öldürülmesi sonrası Hz. Ali halifeliği sahabenin ısrarları üzerine kabul etmiştir. Hz. Ali iç karışıklıkların çok yoğun olduğu bir dönemde ve bu karışıklıkları sonlandırmak amacıyla halifelik görevini kabul etmiştir. Daha önce Osman’ın aleyhinde bulunmuş olan Hz. Muhammed’in eşlerinden Ayşe, Talha ve Zübeyr, Hz. Ali’nin halife olması sonrasında onu Osman’ın ölümünden sorumlu tutarak Cemel savaşına yolaçmışlardır. Cemel Savaşı Hz. Ali’nin galibiyetiyle sonuçlanmıştır. Hz. Ali bu olaydan sonra Şam’da hüküm sürmekte olan ve kendisine biat etmeyi reddeden Şam Valisi Muaviye sorununun çözümüne girişti. Muaviye, Hz. Ali’yi Osman’ın ölümünden sorumlu tutuyor ve Şam’da bunun propagandasını yapıyordu. Hz. Ali’nin uyarıları sonuçsuz kalınca Hz. Ali ve Muaviye Orduları arasında Sıffin Savaşı (657) başlamış oldu. Hz. Ali’nin ordusu savaşı kazanmak üzereyken, Muaviye’nin yakın adamı Amr İbn-ül As’ın, askerlerin mızraklarının ucuna Kuran sayfalarını bağlatarak “Allahın kitabı sizinle bizim aramızda hakem olsun.” diye bağırtması sonucu Hz. Ali’nin ordusu saldırıyı durdurdu. Bu şekilde Amr’ın hilesi işe yaramış ve iki taraftan hakemler seçilmiş, bir sonuca ulaşılamamıştır. Burada Hz. Ali’nin ordusundan ayrılan bir grup da Hariciler adını almışlardır. Böylece müslümanlar Hz. Ali yandaşları, Muaviye yandaşları ve Hariciler olmak üzere üçe bölünmüş oluyorlardı. Hz. Ali vefatından önce Haricilere yönelik askeri bir harekat düzenlemiş, önemli bir bölümünü yok etmişti. 24 Ocak 661’de ise Hz. Ali, İbn Mülcem adlı bir harici tarafından uğradığı saldırı sonucunda şehid olmuştur.
Bu şekilde Emevi hükümdarı Muaviye iktidara yönelik siyasal amaçlarını ne pahasına olursa olsun elde etmeye uğraşmış, Sıffin’de Hz. Ali’ye yenileceğini anlayınca hileye başvurmuş ve Hz. Ali’nin vefatı ile Emevi saltanatını kurma amacına ulaşmıştır. Hz. Ali’nin vefatı sonrası Şam ve Mısır dışında bütün eyaletler Hz. Hasan’a biat etmişlerdi. Muaviye kendi iktidarı için tehlikeli saydığı Hz. Hasan’ı zehirletmekten de çekinmedi. Muaviye, Ehli Beyte ve Hz. Ali yandaşlarına her türlü eziyeti yaptırmış, camilerde Hz. Ali’ye lanet okutmuş ve kendisinden sonra oğlu Yezid’in halife olmasını sağlamak yoluna gitmişti. Hz. Hasan’ın zehirletilmesiyle Yezid’in önünde en büyük engel olarak Hz. Hüseyin bulunmaktaydı.
Yezid ilk iş olarak Medine Valisi ve akrabası Velid’e bir mektup yazarak, özellikle Hz. Hüseyin’in muhakkak kendisine uymasının sağlanmasını, bunu reddederse öldürülmesini emrediyordu. Doğal olarak Hz. Hüseyin’in Yezid gibi bir zalime itaat etmesi mümkün değildi. Hz. Hüseyin, Muhammed Hanefi’nin de tavsiyesiyle 4 Mayıs 680 gecesi, bütün aile fertlerini yanına alarak Mekke’ye gitti. Ayrıca, Hz. Hüseyin’in Yezid’e biat etmediğini ve Mekke’ye gittiğini öğrenen Kûfeliler de Hz. Hüseyin’e elçiler göndererek Kûfe’ye davet ile kendisini halife olarak tanıyacaklarını bildirdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin amcaoğlu Müslim’i uygun bir ortam sağlamak için Kûfe’ye gönderdiyse de Müslim Yezid’in adamlarınca yakalanarak idam edildi. Hz. Hüseyin Mekke’den Kûfe’ye doğru yola çıktığı sırada Müslim öldürülmüştü.
Hz. Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela’ya geldiklerinde hem susuz bırakılmış, hem de binlerce kişilik ordu tarafından sarılmış durumdaydılar. Yezid’in Kûfe valisi Ubeydullah, Hz. Hüseyin’in geri dönmek, Yezid’le görüşmek veya islam sınırlarından birine gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun görevi Yezid’in emrini yerine getirmek, yani Hz. Hüseyin’i öldürmekti. Çünkü biliyordu ki Hz. Hüseyin yaşadığı sürece efendisi Yezid’e rahat yoktu. Sözde müslümanlardan oluşan koskoca bir ordu iktidar uğruna kendi dinlerini kuran Peygamberin torununu ve ailesini katletmeye kararlıydı.
Nihayet 10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü Hz. Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezid’in ordusuna yaklaşarak hitab etmek istediyse de, bu anlamlı konuşma Yezid’in ordusunu pek etkilemedi. Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hz. Hüseyin’in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan savaşçıları öğleden sonraya gelindiğinde gittikçe azalmış bulunuyordu. Hz. Hüseyin de bu az sayıda insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda Şimr’in emriyle her yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin şehid edildi.Sonra çadırlar yağma edildi, hasta olan İmam Zeynel Abidin de öldürülmek istendiyse de engellendi. Bu çirkin savaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Asgar’dı. Hz. Hüseyin tarafında şehid olanlar yetmiş iki kişi idi.
Kerbela olayı yüzyıllara damgasını vurmuş bir tarihsel olaydır. Bu olay o zamanki müslüman memleketleri halklarını o kadar etkiledi ki Emevi saltanatı kökünden sarsıldı. Kerbela Olayı İran ve Hicaz’da duyulunca halkta Emevilere karşı büyük bir kin oluştu ve isyan hareketleri başgösterdi. Yezid’in Mekke ve Medine’ye saldırması ise bardağı taşıran son damla oldu. Özet olarak, camilerde Hz. Ali’ye küfür ettirilmesi, önce Hz Hasan’ın daha sonra da Hz. Hüseyin ve ailesinin ki Peygamberin soyu onlardan devam ediyordu, acımasızca öldürülmeleri, Emevi Hanedanına karşı muhalif bir düşünsel ve siyasal temeli olan bir harekete yolaçtı. Bu harekete Hz.Ali yandaşlığı veya Alevilik demek mümkündür.
Hacı Bektaş Veliyi (Makalat) ve Pir Sultan Abdal-ı iyi bir şekilde tahlil edemeyen Alevi olamaz, artık insanlar kelime canbazlığından bıktılar, şunu bunu yapmamakla Alevi olunmaz...Kendi içlerinden Ataistliği çıkarmaları lazım. Neredeyse Ali sevgisini Ateizme dönderdiler...Hiç hesabını yapmıyorlar, o kadar Ali, Hüseyin ismi varki kendilerinde yoktur bu kadar...
Hepside Pir Sultan Abdal deyişlerini dinliyor, Pir Sultan Abdal azından Muhammedi hiç düşürmemiş, dinlemeye gelince dinleyip transa geçiyorlar, ama iş tatbik durumuna geldiği zaman sus-pus...
hadi oradan Alevilik kim 'SİZ' kim... Aleviliğe Kurban olun...
Kendilerine müslüman diyen kesimin 'sünnilikle' sınıflandırılmasına sebep olan bir kavram. Bence daha çok 'biri kendini islamiyete yakın hissediyorsa onu müslüman yapalım' mantığından kaynaklı bir kargaşa var. Ne zaman, kendilerini mezhepsiz müslüman gören ama sünniler diye tanımlanan kesim herkesi müslüman yapmaktan vazgeçerse o zaman aleviler de rahat eder. Hıristiyanlıkta protestanlık gibi bin yıl sonra çıkmış bir kol varken ve kimse bunları ya katolik olursunuz yada sizi tanımayız diyerek yok etmeye kalkmıyorsa, sünnilerde diğer (kollara diyeceğim) kollara ses çıkarmamalı. İbadet şekli ve ibadethanelerine karışmamalı..
Ama ne gezer bunlar adamı öldürür yine zorla müslüman yapar. Ya da birşeyler değişmiştir umarım diyelim...
Ahmed b. Hanbel Hz. Ali radiyellahü anh'tan ?unu rivayet etmi?tir: Beni Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellem ça?yrdy ve buyurdu ki, ' Sende Ysâ'ya benzer bir yön vardyr. Yahudiler onu öylesine horlamy?lardyr ki, anasyna iftira bile etmi?lerdir. Hyrystiyanlar da öylesine sevmi?lerdir ki, onu kendisine layyk olmayan bir yere indirmi?lerdir.' Hz. Ali ?öyle devam etti: Dikkat edin, iki grup, benim hakkymda kendilerini gerçekten mahvedeceklerdir. Birisi sevenlerdir ki, beni bende olmayan ?eylerle öveceklerdir. Di?eri de horlayanlardyr ki, bana olan kinleri onlary bana iftiraya zorlayacaktyr. Bakyn, ben peygamber de?ilim. Bana vahiy gelmez. Ama ben gücümün yetti?i kadar Allah'yn kitabyna ve Resulüllahyn sünnetine uygun i? yaparym. Size Allah'a boyun e?meyi emretti?im sürece ho?unuza gitse de gitmese de bana boyun e?emek görevinizdir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/160)
Hz. Ali hakkynda a?yrylyk edenler iki gruptur. Biri ona a?yry sevgi besleyenler di?eri de onu a?yry derecede horlayanlardyr. Hz. Ali 'nin ifadesi ile bunlaryn her ikisi de kendilerini mahvetmi?lerdir
son peygamberin hz. Ali olduğuna inanılan din. bide bazı insanlar ülkeyi bölmek için alevi sünni tartışması yapar onların peşinden gidenlerde insan değiller. NELERLE UĞRAŞIYORUZ
Hz. Ebubekir (r.a) ile Hz. Ali (r.a) 'nın Münazarası Bir Münazara Bir gün Ebu Bekir Sıddık (r.a) Resulüllah(S.A.V) 'ın evine geldi. İçeri gireceği sırada, Hz. Ali Bin Ebi Talib (r.a) da geldi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) (Geri çekilip) : -Ya Ali sen buyur, gir dedi. O da cevap verip, aralarında, aşağıdaki uzun konuşma oldu: -Ya Ebu Bekir! Sen önce gir ki, her iyilikte önde olan, her hayırlı işte ileri olan, herkesi geçen sensin. Hz. Ebu Bekir (r.a.) : - Sen önce gir ki! Resulüllah'a (s.a.v) daha yakın sensin. Hz. Ali (r.a) : -Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah (s.a.v) 'tan işittim. 'Ümmetimden, Ebu Bekir'den daha üstün bir kimsenin üzerine güneş doğmadı' buyurdu. Hz. Ebu Bekir (r.a.) : - Ben, senin önüne nasıl geçebilirim ki, Resulüllah (s.a.v) kızı Fatıma(r.a) 'yı sana verdiği gün, 'Kadınların en iyisini, erkeklerin en iyisine verdim' buyurdu. Hz. Ali (r.a) : - Ben, senin önüne geçemem. Çünkü Resulüllah (s.a.v) : 'İbrahim(a.s) 'ı görmek isteyen Ebubekir'in yüzüne baksın' buyurdu. Hz. Ebu Bekir (r.a.) : - Ben, senin önüne geçemem. Çünkü Resulüllah(s.a.v) : 'Adem (a.s) 'ın hilm sıfatını ve Yusuf (a.s) 'ın güzel ahlakını görmek isteyen Ali Mürteza'ya baksın' buyurdu. Hz. Ali (r.a) : - Senin önünde gidemem. Çünkü Resulüllah (s.a.v) : 'Ya Rabbi! Beni en çok seven ve ashabımın en iyisi kimdir? dedi. Cenab-ı Hak:Ya Muhammed! Ebu Bekir Sıddıktır,' buyurdu. Hz. Ebu Bekir (r.a.) : - Ben, senin önüne geçemem. Çünkü Resulüllah (s.a.v) Hayber'de: 'Yarın sancağı öyle bir kimseye veririm ki, Allahü Teala onu sever. Ben de, onu çok severim' buyurdu. Hz. Ali (r.a) : - Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah (s.a.v) 'Cennetin kapıları üzerinde 'Ebu Bekir Habibullah' yazılıdır' buyurdu. Hz. Ebu Bekir (r.a.) : - Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) Hayber gazasında, bayrağı sana verip 'Bu bayrak Melik-i Galibin, Ali Bin Ebi Talib'e hediyesidir' buyurdu. Hz. Ali (r.a) : - Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki: 'Ya Eba Bekir, sen benim gören gözüm ve bilen gönlüm yerindesin'. Hz. Ebu Bekir (r.a.) : - Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki: 'Kıyamet günü Ali cennet hayvanlarından birine binmiş olarak gelir. Cenab-ı Hak buyurur ki 'Ya Muhammed! (s.a.v) Senin baban İbrahim Halil, ne güzel babadır. Senin kardeşin Ali Bin Ebi Talib ne güzel kardeştir.' Hz. Ali (r.a) : Ben, senin geçemem. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki: 'Kıyamet günü, Cennet meleklerinin reisi olan Rıdvan adındaki melek Cennete girer. Cennetin anahtarlarını getirir, Bana verir. Sonra Cebrail (a.s) gelip, Ya Muhammed (s.a.v) ! Cennetin ve cehennemin anahtarlarını, Ebu Bekir Sıddık'a(r.a) ver, istediğini Cennete, dilediğini Cehenneme göndersin der.' Hz. Ebu Bekir (r.a.) : Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah (s.a.v) buyurdu ki: 'Ali kıyamet günü benim yanımdadır.Havz ve Kevser yanında, benimledir. Sırat üzerinde benimledir. Cennette, benimledir. Allahü Teala'yı görürken, benimledir.' Hz. Ali (r.a) : Ben, senden önce giremem. Çünkü Resulüllah(s.a.v) 'Ebu Bekir'in imanı, bütün mü'minlerin imanı ile tartılsa, Ebu Bekir'in imanı ağır gelir' buyurdu. Hz. Ebu Bekir (r.a.) : Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki: 'Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır.' Hz. Ali (r.a) : Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki: 'Ben sadıklığın şehriyim.Ebu Bekir onun kapısıdır.' Hz. Ebu Bekir (r.a.) : Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki: 'Kıyamet günü Ali bir ata biner, görenler, acaba bu hangi peygamberdir? Derler.Allahü Teala, bu Ali Bin Ebi talib'dir, buyurur.' Hz. Ali (r.a) : Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki: 'Ben ve Ebu Bekir, bir topraktanız. Tekrar bir olacağız.' Hz. Ebu Bekir (r.a.) : Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki: 'Allahü Teala, ey Cennet! Senin dört köşeni, dört kimse ile bezerim.Birir Peygamberleri üstünü Muhammed'dir(s.a.v) .Biri, Allah'dan korkanların üstünü Ali'dir.üçüncüsü kadınların üstünü Fatımat'üz Zehra'dır. Dördüncü köşesindeki de temizlerin üstünü Hasan ve Hüseyin'dir.' Hz. Ali (r.a) : Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki: 'Sekiz Cennetten şöyle ses gelir'Ebu Bekir! Sevdiklerinle birlikte gel, hepiniz Cennete girin.' Hz. Ebu Bekir (r.a.) : Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki: 'Ben bir ağaca benzerim,Fatıma bunun kökü,Ali gövdesi, Hasan ve Hüseyin meyvesidir.' Hz. Ali (r.a) : Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki: 'Allahü Teala Ebu Bekirin bütün kusurlarını affetsin. Çünkü O kızı Aişe'yi bana verdi.Hicrette bana yardımcı oldu.bilal-i Habeşi'yi, benim için azad etti.' Resulüllah(s.a.v') in bu iki sevgilisi, kapıda böyle konuşurlarken, kendileri içeriden dinliyorlardı. Hz. Ali'nin sözünü kesip içeriden buyurdu ki: -Ey kardeşlerim Ebu Bekir ve Ali! Artık içeri girin.Cebrail (a.s) gelip dedi ki, yerdeki ve yedi kat göklerdeki melekler sizi dinlemektedir.kıyamete kadar birbirinizi övseniz, Allahü Teala yanındaki kıymetinizi anlatamazsınız. İkisi birbirine sarılıp, birlikte Resulullah'ın(s.a.v) huzuruna girdiler. Resulullah'ın(s.a.v) : -Allahü Teala ikinize de yüzbinlerce rahmet etsin. İkinizi sevenlere de, yüzbinlerce rahmet etsin ve düşmanlarınıza da yüzbinlerce lanet olsun, buyurdu. Hz. Ebu bekir Sıddık dedi ki: -Ya Resulallah(s.a.v) Ben Ali kardeşimin düşmanlarına şefaat etmem. Hz.Ali dedi ki: -Ya Resulallah (s.a.v) Ben de Ebu Bekir kardeşimin düşmanlarına şefaat etmem ve başını kılıç ile bedeninden ayırırım. Hz. Ebu bekir Sıddık(r.a) : -Ben, senin düşmanlarına Kevser havzından su vermem, buyurdu. Hz. Ali de: -Ben, senin düşmanlarını Sırat üzerinden geçirmem, buyurdu.
Hz. Ali (r.a.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) taraftarlarının ve düşmanlarının kulakları çınlasın.
Alevilik demek, verilen farzlara karşı çıkmak demek değildir... aleviler de oruç tututar.Yalnız onların kutsal günü farklıdır.Muharremin onu kutsal günleri olur, oruç ibadetlerini ogünleri gerçekleştirirler...
namaza gelince, bu bir nevi tepkidir.Hz. Ali namazda zayıf düştüğünden, düşmanları tarafından şerefsizce, gambazca öldürülüyor...Bu ne erkekliğe ne de islama uyar...
bu bir tepkidir ve sünlü kardeşlerin karışması gereken bir konu değildir.Herkes kendi ibadetine baksın hoşgörü ve saygı çerçevesinde ibadet ve yaşayışlarımızı sürdürelim.... Alevilik Hz. Alinin yolundan gitmek değildir gibi sözler de uydurmadır.Araştırılmadan, düşünülmeden, anlamadan söylenen sözlerdir...
Biz herşeyi Allah'a havale ediyoruz evet ve en doğrusunu yapıyoruz. Araştırmıyorsunuz diyorsunuz din adamlarımıza baka bilirsiniz. Bizim en büyük araştırma kaynağımız Allah'ın kitabı (Kuran-ı Kerim) Allah varda neden Irakta bunlar oluyor neden kötüler var. Burası sınav yeri öğretmen sınav yaparken tembel ve çalışkanı hepsini beraber sınava alır. Buda böyle. Sınavda olduğumuz için sınavın sonunun ne olduğuda belli değil. Iraktakiler belkide ahireti iyi olsun diye Allah burda bunlara bu dertleri veriyor. Biz Allah'ın işine karışamayız ve bilemeyiz.
Sunni biri olarak incelediğim ve tanıdığım kadarıyla, Alevilik her şeyden önce insan olma erdemliliği çağrıştırıyor. Hoşgörüyü, sevgiyi, dürüstlüğü, doğruluğu en önemlisi de insana insan gibi ve tüm insanlara aynı gözle bakmayı çağrıştırıyor... Dostlarıma diyorum ki üzülmeyin, insana ancak insan insan gözüyle bakar, hayvan da hayvan gözüyle...
neyi güzel bulduğunu anlamadığımdan beni anlamadığını düşünüyorum...istersen yazımı tekrar oku...
ayrıca tavşan işinin aslını senden sormadım..ciddi ciddi alevilerden sordum...
ve yine ayrıca hz.Ali (r.a) ve 12 imam hakkındaki tavrın alevilerden hoşnut değilsin diye kabul edilebilir gibi değil...ben hz. aliyi pek severim...onun kalbimde yeri ayrıdır....
ve yine ayrıca alevilerden neden hoşnut değilisin bu da pek açık değil... istersen burdan başlayabilirsin....
kızılbaş mı neydi..önüne tavşan resmi koyar kenara çekilir hocanın nasıl davranacağını düşünür..gülüşürdük..hiçte gülecek bi şey olmamıştı...
cehalet işte..o günden sonra bir daha hiç bir alevi ile karşılaşmadım..tanışmadım...babamın bi alevi dedesi vardı...sık sık arardı..(babamı pek severdi) hatırladığım kadarıyla oruç da tutardı...ama ben ne yerler ne içerler neyi savunurlar doğrusu bilmiyorum... hiçte merak etmedim..burdaki yazıları da okumuş değilim...şöyle bir bakındım...
şimdi merak ettim..bu tavşan hikayesinin bir aslı var mı...ya da aslı nedir..
Arkadaşlar ben sünniyim ama aleviler canım feda bütün müslümanlara. Ama alevi diyorum kızılbaş demiyorum yani namında niyazında orucunda olan aleviler. Zaten diğerleri alevi değil refazi olur. HZ Ali ye kimse hiç bir şey diyemez Velilerin Babası al bucanım sana feda ola...
AB nin son raporundan sonra alevilik tartışmaları yoğunlaştı.Ama görünen o ki alevi vatandaşlarımız arasında da kendilerini tanımlama konusunda derin görüş ayrılıkları var...Bir insanın ne olarak gördüğü,nasıl tanımladığı önemlidir.Ama daha önemli olan,karşıdaki insanın da o tanımlamaya,o 'kendini ifade etmeye' müdahele etmeden kabul etmesi saygı göstermesidir....Bu Ülkede yıllarca kürtlerin Türklüğünden dem vuruldu.Bu görüş,hem bir grubun,hem de devletin yıllarca savunduğu bir tezdi.Ama çok yanlış ve tutarsız bir tezdi.Sonuç ne oldu? Sonuç kocaman bir sıfır.Ve bu gün bu görüş dalga geçilen,alay edilen bir görüştür.Bölücü teröre zemin hazırlamaktan başka bir işe yaramadı.Ne zamanki bir takım şeyler açıkça tartışılmaya ve bir takım haklar verilmeye başlandı geçmişte bölücü bir unsur olan hareket,artık sadece bir takım haklar elde etme mücadelesine dönüştü,bundan da kimseye zarar gelmez.Artık dağdaki militan bile Türkiyeden ayrılmanın abesle iştigal olduğunu,dibi görünmeyen dipsiz bir kuyu olduğunu anladı....İzlenen yanlış politikalar yüzünden olan yine bize oldu.
Türkiyede yaklaşık 20 milyon alevi var, ve bu insanlar ülkelerini seven,vergisini veren vatanperver insanlar.Bir takım haklar istemeleri,bir takım şeylerden şikayet etmeleri de gayet normal.Örneğin alevi köylerine neden cami yapılıp,bir de imam atanır? Aleviler neden namaz kılmıyor,ya da oruç tutmuyor,diyemeyiz buna hiç hakkımız yok.Öyle dediğiniz anda yukarıdaki kürt meselesine döner sorun.Diyanet İşleri Başkanlığı kimi temsil ediyor? O başkanlığa ayrılan bütçede alevilerin parası yok mu?
Şimdi AB bir şeyler yumurtladı,ben AB nin samimiyetine ve iyi niyetine inanan birisi değilim.Ama sırf onlar gündeme getirdi diye de 'art niyet' 'gizli emel' gibi bir takım kalıplaşmış lafların arkasına sığınarak bir yere varamayız.Hep böyle yaparak bu günlere gelmedik mi zaten
Alevilik ve aleviler bu ülkenin bir parçası,bir realitesidir.Hem devlet,hem de toplum olarak onları onları olduğu gibi kabul etmek ve bunun şartlarını yerine getirmek kimseye zarar getirmez
alevilik benimde sevdiğim bir kültürdür ne bir din nede mezhep içinde türklerin orta asyadan beri yaşayış larınıda barındıran bi kültür.. günümüzde ise bir çok çevre alevi gençliğini kendi siyasi çıkarları için kullanmaya çalışıyor.
-Alevılık nedır? -alevilik hz aliyi sevmek ve onun yolunda olmaktır -hz aliyi sevmek ve onun yolunda olmak alevılık ise o halde bende alevıyım -o halde sorun yok -dur bakalım sorun yenı baslıyor bakalım sen hz alının yolunda mısın. soyle bakalım hz ali korkak mıydı yoksa cesur muydu -cesurdu -evet cesurdu,pekı goruldugu gıbı mert mıydı yoksa ıkıyuzlu muydu -goruldugu gibi mertti -evet dogru.Peki siz ebubekır omer osmanı sız sever mısınız -hayır sevmeyiz cocuklarımızın ısmınıde bunlardan koymayız bırde ayse yı sevmeyız onlardan nefret ederiz -Pekı ebubekır omer osman halıfe ıken seyhulıslam alı ıdı 20 yıl boyunca onların hızmetınde ıdı ınsan sevmedıgı yerde calısamaz. Hz alının sevdıgı bu 3 sahabeyı sız neden sevmezsiniz? -canım alı onları sev mıyordu sever gıbı yapıyordu -e hanı alı ıkıyuzlu degıl dıye anlasmıstık -yahu alı tek basına ne yapsın adamların ordusu vardı -hanı alı korkak degıl dı demıstık. Pekı bunlar bır tarafa sız neden namaz kılmazsınız. bakın alı kılıyordu? -alı namaz kılarken ıbnı mulcem tarafından sehıt edılınce 'sizin yerınıze ben namazınızı kıldım sızın kılmanıza gerek yok' demıs -pekı aynı safta hasan ve huseyın de vardı ve huseyın kerbalada sehıt olana kadar namaz kıldıgını hasanın vakıt namazlarını bırakın gece namazlarını bıle kıldıgı mubaregın namaz kılmaya baslayacagı sırada ıcınden gelen acı seslerının allahın huzuruna cıkma korkusundan olarak yorumladıgını sahıh kaynaklardan bılıyoruz. hepsınden ote ınsan bırının yerıne namaz kılabılecek olsa oglunun yerıne kılar alevının namazını nıye kılsın degılmı -! ! ! ! ? ? ? ? ? BU konusma bırı alevı dıgerı alevı olmayan 2 yakın arkadasım arasında gectı yorumu sıze bırakıyor tum alevı kardeslerımı tarafsız dusunceye davet edıyorum SAYGILARLA,,,,
Allahın bir olduğuna Hz. Muhammedin (Övülmüş) onun kulu ve resulü olduğuna inanan her insan müslümandır. Müslüman olmak için daha fazlasına ihtiyaç yoktur. Tabiki müslüman olmakla müslüman yaşamak arasında büyük bir fark var. Bazıları sadece görüntüden ibaret bazıları ise o görüntünün kaynağı. Ayna görüntüyü kaynağından alır. Efendim bunun dışında güneş ile ay arasında ayla yıldızlar arasında bir farklılık yoktur. Hz. Muhammed ve Hz. Ali veya Hz. Ebubekir, Hz. Ayşe. Hz. Osman. Hz. Ömer.Hz. Fatıma Hz. Hatice Hepsi birdir. Aralarında birlikten başka birşey de yoktur. Birlikten başka birşeye de zaten ihtiyaç yoktur.Eğer güneşi görmeye gücün olsaydı Ayın varlığına ne luzum kalırdı.
yalnız Aleviler değil kürtlerde müslüman böyle bir yaklaşım seviyesizlikten başka bir şey değildir. aleni bölücülük yapmaktır.
Alevlik diye bir mezhep yoktur. Hak PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S.A.V) 'dir. HZ ALİ kendiside efendimize ittiba etmiştir. Onun her kararına inanan şecaatli islam kahramanıdır. ALLLH'ın kılıcı SEYFULLAH namına mazhar olmuştur.
Halifelik sırası: HZ EBUBEKİR, HZ. ÖMER, HZ. OSMAN, HZ. ALİ
yolumuz EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT. bunun ötesine geçmek bidattır.
Aleviler sanirlar ki Hz. Ali'yi onlar sunnilerden daha cok severler. Devrimizdeki aleviler Hz.Ali'nin terketmedigi cogu seyi terkettiler. Sadece kafalarindaki kuru sevgileri kaldi, kalplerinde yok.
Eski Türk geleneklerini yaşatıp bunları islamla sentezleştiren bir topluluk daha çok siyasi içerikli emevilerin bütün müslüman toplumları araplaştırmaya çalışmasına bir tepki şu bir gerçekki emevilerin islama kattığı saçma sapan inançlar günümüzde de sürmekte ve sünniler neredeyse bütün arap geleneklerini benimsemişlerdir. Not: Ben alevi deilim sünni de deilim
Alevilik aslında islamın kendisidir.Ben sünni bir vatandaş olarak alevilere dini persfektif sahasında çok haksızlık yapıldığına inanıyorum.Hz.Ali islamın ve Peygamberimiz Hz.Muhammed efendimizin yetiştirdiği ve güvendiği en büyük islam öncülerindedir.Onun anısını yüceltmek ve hürmet etmek çok güzel.Felsefi anlamda Alevilikteki, eline beline ve diline sahip olmak düşüncesi aslında kuranın bize vermek istediği pek çok ışıktan önde gelenleri aleviliğn olduğu kadar islamında özetlerindendir.
Türkiye`de, 23 Milyondan fazla Türk, Türkmen, Kürt ve Arap kökenli insan kendini Alevi olarak belirlemektedir. Almanya`da Alevilerin sayısının 700.000 in üstünde olduğu tahmin edilmektedir. Çoğu inanç ögesinin Müslümanlığın doğuşuna kadar geriye gittiği Aleviliğin, zamanımızdaki bilinen inançsal yapısı ve kültürü, Anadolu`da 13. yy. ve 16. yy. lar arasında oluşmuştur. Anadolu Alevileri, İslam öncesi inançlarını tamamen terketmedikleri için ve tarihsel politik koşulların gereği olarak İslamın Sünni ve Şii mezheplerinden farklı bir inanç ve ibadet biçimi oluşturmuşlardır. Aleviliği, Sünni ve Şii mezheplerinden ayıran en önemli özellik, Şeriat İslam hukukunu benimsememesidir. Özellikle kadın erkek eşitliği, saz ve semahın ibadetteki vazgeçilmez yeri, dört kapı kırk makam ahlak sistemi, düşkünlük dışında dini ceza yaptırımın olmayışı ve inançta zorlamaya gitmemesi en belirgin farklılıklardır. Aleviliğin Sünni İslam`la olan benzerliklerinin yanında önemli olan farkları kısaca şöyle sıralamak mümkündür: · Alevilik haremlik selamlık ayırımını tanımamakta ve hem öğretide hem de pratikte kadın ve erkeği eşit tutmaktadır. · Alevilikte çok evlilik yoktur ve hatta yasaktır. · Alevi inancında diğer inançlara ve insanlara aynı gözle bakılmakta ve ayırım yapılmamaktadır. « 72 millete bir nazarla bak! » Aleviler için önemli bir düsturdur. · Alevilikte ölüm cezası kesinlikle yasaktır. Dini anlamda en yüksek ceza düşkünlük cezasıdır. Bu cezayı alan kişi toplum dışına itilir. Herkes düşkün olan kişi ile ilişkiyi keser. Alevilerde kan davası güdülmez ve kan davası Alevilik dışı kabul edilir. · Aleviler, dört kapı kırk makam ahlak sistemine özellikle de « eline, diline ve beline sahip ol! » prensibine sadık kalırlar. Alevilerde ibadetin amacı, dört kapı kırk makamla Allah- Muhammed Ali yolundan Allah`a ulaşmaktır. · Alevi ocakları, belirli bir sistem içinde birbirine bağlı olarak « el ele el hakka » prensibi ile Aleviliğe hizmet verirler. · Aleviler, akşamları kendi kendilerine ve perşembe akşamları topluca cem ayininde ibadetlerini yaparlar. Cemde karşılıklı rızalık alınır, varsa kırgınlıklar giderilir, lokmalar paylaşılır, bağlama eşliğinde Alevi beyitleri ve nefesleri söylenir, gülbenkler çekilir ve bacı kardeşlerle birlikte semah dönülür. · Aleviler, Ramazan orucu değil, Muharrem ayında 12 günlük matem orucu tutarlar. · Aleviler, « Benim kabem insandır. » diyerek Hac yerine Allah- Muhammed -Ali yolunu tercih ederler. · Alevi öğretisi, insanı ve insanın özgürlüğünü en önde savunan ve insana tam bir inanç ve düşünce özgürlüğü tanıyan bir öğretidir. · Alevilerin, inançlarını ve kültürlerini en iyi laik ve demokratik bir devlet düzeninde sürdürebileceklerine güvenleri tamdır. Türkiye Cumhuriyeti yakın zamana kadar Alevilerin varlığını kabul etmemiştir. Devlet organları halkın dinini genel olarak İslam diye belirlemekte bununla da sadece Sünni İslam kasdedilmektedir. Son yıllarda bu yönde olumlu gelişmeler olmasına rağmen hala, Sünni İslam dışındaki diğer etnik ve inanç grupları din ve dil eğitiminde dikkate alınmamaktadır. · Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet olmasına rağmen, Diyanet İşleri Başkanlığı devletin ana kurumlarından biri olarak 88.000 den fazla camisiyle ve 90.000 den fazla personeli ile devlet bütçesinden en büyük payı almaktadır. Halkın üçte birine yakınını Alevilerin oluşturmasına rağmen, camilerde sadece Sünni İslam temsil edilmekte ve öğretilmektedir. Alevilerin varlığı resmen kabul edilmediği için, cemevleri ve dedeler Diyanet İşlerinin hizmetlerinden – Alevi olarak – yararlanamıyorlar. · Yıllardır 400.000 imam hatip ve 450.000 Kuran kursu kapasitesi ile Sünni İslam doğrultusunda öğrenci yetiştirilmektedir. · Aleviler cem evlerinde ibadet ettikleri halde 1980 den beri Alevi köylerine de sistemli bir şekilde cami yapımı ve Sünni imam kadrolarının yerleştirilmesi devam etmektedir. · 1992 Anayasasının kabulü ile din ve ahlak derslerine katılmak zorunlu hale getirilmiştir. Bu derslerde Alevilikle ilgili hiç bir bilgi olmamasına rağmen, milyonlarca Alevi inancına mensup öğrenci, bu derslere katılmakta ve sadece Sünnilik öğrenmek zorunda kalmaktadırlar. Bu her şeyden önce bu öğrencilerin ve onların velilerinin inanç özgürlüklerinin hiçe sayılması demektir. · Okullarda Alevilikle ilgili bilgi öğrenilmediği için, Sünni öğrenciler ve veliler Alevilik konusunda bilgisiz kalmakta ve yanlış ve ön yargılı bilgilerle Alevilere yaklaşmaktalar ve böylece Alevi- Sünni ilişkilerinde güven ve arkadaşlık duyguları zarar görmektedir. Yukarıda sıralanan faktörler, programlı ve samimi bir programla değişmediği sürece, Alevilerin Türkiye toplumunda sünnileştirilmek istendikleri duyguları değişmeyecektir. Almanya`da devlet tarafından – diğer inanç gruplarına olduğu gibi- Alevilere de herhangi bir baskı yapılmamaktadır. Buna rağmen, bazı eyaletlerdeki Alman okullarında yıllardır anadil dersleri bağlamında Türkiye Milli Egitimi ile bağlantılı uygulanan din ve ahlak kültürü derslerinde Alevilikle ilgili bilgiler öğretilmemektedir. Bundan 10 yıl öncesine kadar, cami yapma ve yaşatma dernekleri adı altındaki sünni tarikatlarının örgütlenmelerinde, Alevilere de yoğun manevi baskılar yapılmıştır. Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu`nun çalışmaları ve her şehirde en az bir Alevi derneğinin kurulması ve dini ve kültürel çalışmaları yürütmesi sonucu, bu baskılar oldukça azalmıştır. Ayrıca son yıllarda Alman okullarında Alevilikle ilgili bilgilerin okutulması için çalışmalara hız verilmiştir. Aleviler Almanya`da inanç ve kültür birliği dikkate alınırsa kendi içinde uyum gösteren geniş bir göçmen grubunu oluşturmaktadırlar. Aleviler, İslam coğrafyası içinde gelişmiş kendilerine özgü yorum ve ibadet kültleri ile sayıca önemli bir inanç grubunu oluştururlar. İnsanın dokunulmazlığı, kadın erkek eşitliği, insanlar arasında din, dil, ırk ve renk ayırımı yapılmaması, bütün inançlara ve dinlere saygı gibi anayasal değerler üzerinde Aleviler arasında tam bir görüş birliği vardır. Aleviler, geçtiğimiz yüzyıla kadar baskılar ve katliamlar nedeniyle kendi içlerinde ve daha çok bağlama ve nefeslerle yaşattıkları inanç ve kültürlerini, modern toplumun görsel ve yazın olanaklarını da kullanarak ortaya koymaya ve yeni koşullara uyarlamaya başladılar. Almanya`da, Alevilik dinler arası din derslerine ve diğer derslere konu olmaya başladı bile. Bu çalışmanın başını Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu ve onun üyesi olan 90 a yakın Alevi Dernekleri çekiyorlar. Tüzükleri gereğince Alevi Dernekleri, Alevi kültürünün ve inancının tanıtılması ve geliştirilmesi için çalışmalar yapıyorlar. Alevi Dernekleri, Alevi inancının ve kültürünün çocuklarına ve komşularına anlatma ve aktarmalarında Alevi ailelerine yardımcı olmaktadırlar. Alevi derneklerinde; saz, semah kursları, kültürel etkinlikler, seminer ve konferanslar, düzenlenmekte, cemler organize edilmekte, yaşlılara, gençlere ve kadınlara yönelik sosyal ve kültürel çalışmalar yapılmaktadır. Maddi olanaksızlıklara rağmen her dernek, olağanüstü bir gayretle fahri olarak bu çalışmaları yürütmektedir. Almanya`da yaşayan Türkiyeli ve Türkiye kökenlilerin % 30 unu oluşturan Aleviler, artık kendi inanç ve kültürlerini bu topluma açmaya ve bu toplumla paylaşmaya başladılar. Aleviler, çok kültürlü bir toplumun üyeleri olarak, bunu kendileri için bir görev olarak görüyorlar. Alevilerin en çok değer verdikleri özellikleri olan hoşgörü ancak böyle bir ortamda gelişebilir, önyargılar kırılabilir ve yeni önyargıların oluşması önlenebilir. Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu; kültürel etkinliklerle, kültürlerarası diyalogla Alevi ve Alevi olmayanlar arasında ilişkileri desteklemekte ve böylelikle de kültürler arası anlayış ve insanlararası iletişime katkıda bulunmaktadır.
Alevilik İslam’ın Anadolu’da vücut bulmuş halidir. Horasan pirleri tarafından Müslümanlaştırılan Türklerin oluşturduğu bir yapıdır. Arapçı zihniyete karşın, Kuran-ı Kerim’i okur ve Allah’ın emirlerine anladığıyla ve yorumladığıyla inanır. Hz. Ali sevgisi ön plandadır. Çünkü Kuran-ı kerimde geçtiği gibi Ehlibeyti sevmek her müslümanın görevidir. Aleviler bu görevi fazlasıyla yerine getiriler. İslam’ın özüne inanç temeldir.Çünkü İslam ibadet temelli bir din değil İMAN temelli bir dindir.Kelime-i Şahadet getirmeden Müslüman olunmayacağı bunu bir kanıtıdır.Emeviler tarafından formülize edilmiş İslam; İslam’ın anlamını daraltığı için kendilerini anlatmakta zorlanmaktadırlar.Çünkü İslam denince birçok insanın kafasında sadece 5 ve 6 rakamları oluşmaktadır.(5:İslamın şart sayısı,6:imanın şart sayısı) Oysa İslam bu şekilde küçültülüp daraltılmayacak kadar derindir. Aleviler bu derinlikte kendilerini bulur ve Allah’ı anlamaya yönelirler.Bu yüzdendir ki sunilerin “Allah korkusu” öğretisine karşı Aleviler “Allah sevgisi” üzerinde yoğunlaşırlar. Allah’ı sevdiğinden O’na olan minnettarlıktan dolayı iman ederler.
Ya ALLAH Ya Muhammed Ya Ali ve ELİNE,BELİNE,DİLİNE SAHİP OL, Alevilikte temel düstürlardır.Yapılan iyilikler cennete gitme amacıyla değil tamamen HAK,MUHAMMED, ALİ rızası yapılır.
Aleviler tarih boyunca Sünni/Hanefi cemaat tarafından düzenli bir biçimde katledilmişlerdir. Cumhuriyet yönetimi Aleviler için belli bir rahatlama getirse de katliamlardan yine kaçamamışlardır.. Kahramanmaraş’ta kafaları kesilerek kurşuna dizilerek, Sivas-Madımak’ta yakılarak,İstanbul-Gazi Mahallesinde polis eliyle öldürülerek bu Ebu Suud geleneği sürdürülmüştür. Her türlü toplumsal karışıklıkta hedef durumuna getirilmişlerdir.
Kendilerini anlamaya yönelmeyen her zaman tenkite yönelen Suni toplum tarafından sürekli dışlanmaya tabi tutulmuşlardır.
Bazı Kendini bilmeyen, sunilikte istediği özgürlüğü bulamamış ve hatta ateist insanlar kendilerine Alevi deyip bu mezhepte toplum gözünde erozyon yaratmaktadırlar. Oysa Alevilik oldukça hiyerarşik bir yapıyla bireyden topluma uzanır.Yol ağır kapı denilerek kuralcılığı belirtilir.
Sunilik/Hanefilik ile arasında Anlayış ve İslam’ı yorumlama farklıları varsa da bu asla milli birlik ve bütünlüğü tehdit etmemelidir. Bilinmelidir ki nerdeyse her Alevinin evinde Hz. Ali resmi Türk bayrağı ve Atatürk resmiyle yan yanadır. Oransal olarak Türkiye Cumhuriyet’i en çok seven toplum kesimidir.
Geneldir...
:-) Alparslan TÜRKEŞ neyin ne olduğunu gayet iyi bilen bir Liderdi, Bir Başbuğ'du. Kaldıki, Daha uşkurunu bağlayamayan, kişilik sahibi olmamış varlıkların sağda solda kendi kendine hüküm verdiği insanların dediklerine meyil verilsin. Böyle bir talihsizlik olamaz, bu tip düşünceler ne bir Ülkücüyü bağlar, Nede bir MHP liyi, nede aklı selim bir inanç makanizmasını bağlar.
mesele nedir... Mesele; bir taktik meselesidir, Ülkücü Hareketi, MHP zihniyetini Alevi Sunni çatışmaısına tekrar sürüklemektir, Yapan kimdir, yapan ise, Hiçbir zaman ne bir Ülkücü nede Bir MHP li olacaktır.
Bugüne kadar Başbuğun ağzından böyle bir beyanat çıkmamıştır...Lütfen bir zihniyeti, uşkurunu çekemeyenlerin beyanatıyla yada sağda solda sallamasıyla yargılamayınız.Bu bir talihsizlik olur kanaatindeyim.
Ben TÜRKCÜ yüm, Türkcülüğümün Temelinde Ülkücülük yatar, o kadar Toplantılarına katıldım böyle bir talihsiz açıklamaya denk gelmedim, geleciğimide sanmıyorum. Bahse konu olan Kızılbaşlığa gelince, İyi Tahlil edilmesi gerekli, Toplumumuzun büyük bir kesiminde bu ibareyi hep yanlış anlattılar ve anlatmaktalar. Bilinçli Bir Ülkücü Neyin ne olduğunu gayet iyi bilir...
Ülkücü, Ne bir Köpekçidir, nede bir bebe katilidir... Ülkücü bu vatana hiçbir zaman İhanet içersinde olmamıştır, olamaz, olmayacak... Ülkücülük kisvesi altında Uygunsuz hareket eden bir yığın olduğu kesin, bunu tasviye etmemiz mümkün değil. Nasılki, şu anda ben Sosyal Demokratlık adına yada Solculuk adına bir beyan versem, ne sosyal demokratlığı bağlar nede solculuğu... Sanıyorum ki, bu mesele gündeme kasıtlı olarak empoze ettirildi, ve bu meseleyi aklı selim insanların konuşmadığı belli...Bu bir PROVAKASYONDUR...bunun altınıda Bilinçli kardeşlerimiz fitillemesin...Eğer böyle bir durum varsa, ki gerçekse, Bunun cevabını Ülkücü arkadaşlarımız verebilecek kapasitededir...
Meraklanmayınız, böyle bir durumda Ülkücü diye bilinen Fikriyat buna karşı bir cephe alacaktır...
Öyle Ana baba usulü ağızdan dolma, kulaktan boşalma KIZILBAŞLIK hikayelerine pirim verilmez...Oturulur İlmî bir araştırma yapılır, Kim Kimdir...
Sevgilerimle...
Ne çok şey biliyormuşuz, hiçbir şey bilmezken....
İslam dini nasıl tek bir Allah'ı simgeliyorsa, İslamın yaşamı da tek bir kaynaktan beslenir.. O da Kuran-ı Kerim... Sünnilik, Alevilik vb. her zaman bu görüşü benimseyenler tarafından savunulur... Bu, güneşin parçalara bölünmesi gibi bir şey.. Eskilerin hayat tarzı zamanla dinle özdeşleşmiş duruma geldi... Bir insan, ben Aleviyim, ben Sünniyim dememeli... Bir insan ya müslümandır ya da müslüman değildir... Hz. Ali'den daha Ali'ci olanları görseydi (Kİ GÖRÜYORDUR) , eminim İslamiyeti ilk benimseyenlerin 3.sü, Hz. Muhammed tarafından büyütülen, Hz.Muhammed'in damadı, amcası oğlu ve 4. İslam Halifesi Hz. Ali acı acı gülüyordur.. Allah(cc) hiç kimsenin anlayamayacağı kurallarla insanları yönlendirir, gerisi size kalmış... Yezid mi dediniz? Tarih kitaplarında yazılanlardan başka neler biliyoruz?
Aleviler’de suç işleyen düşkün, bu durum da düşkünlük olarak adlandırılır. Düşkün olanlara suçlarına göre değişik cezalar verilirdi. Düşkünlere tarik çalınır, para vd. cezalar uygulanırdı ki, “Buyruk” kitaplarında bu cezalar her suç için ayrı ayrı belirtilmekteydi. Düşkün olanlar cem törenlerine katılamazlar, kurban yiyemez ve yediremezler, toplumdan dışlanırlardı. Ailesi bile o kişiyi bu yanlış davranışından dolayı koruyamazdı. Çünkü yanlış yapan kişiye sahip çıkan da düşkün ilan edilirdi. Ayrıca üç sünnet, yedi farz olarak bilinen esaslara uymayanlara uygulanacak cezalar da “Buyruk” kitaplarında bulunmaktadır. (Aytekin 1958: 114)
Eğer talibin suçu, büyük günahlardan (günah-ı kebair) ise dede’nin bu konuda yapabileceği bir şey yoktur. Buyruk’taki deyimle “Ancak onun davasını mahşerde Hak Taalâ icra eder.” (Aytekin 1958: 178) Oysa küçük günahların (günah-ı sagayir) cezalandırılma ve affedilmesine ilişkin koşulların belirlenmesi ve uygulatılmasında dede tam yetkilidir.
Özellikle kırdan kente göç olgusunun sonucunda 1980’lerin sonlarına kadar diğer Alevilik kurumlarında olduğu gibi Cem kurumunun da uygulanmamaya başladığı bilinmektedir. (Erdentuğ 1971: 43, 51; Shankland 1997: 30) Araştırmacılarca görüşülen Alevilerin çoğu kez “Nerede eski cemler” şeklinde eskiyi özlemle andıklarını ve bu eski cemlerde yaşananların zihinlerinde çok büyük izler bıraktığını gözlemlemek mümkündür. Bugün artık cem ibadetinin eski işlevlerinden daha farklı bir yapı kazandığını görüyoruz. Cem törenleri bugün, eskiden sahip olduğu işlevlere oranla daha dar işlevselliğe sahiptir. Yeni sosyo-ekonomik yapı içerisinde cemler özellikle inanç işlevini sürdürmektedir. Özellikle hukuksal boyutu tamamıyla devre dışı kalmıştır.
1990’larla birlikte Alevilik konusunda yaşanan canlanma geleneksel ibadetlere yönelik olumlu bir bakışı Alevi kitleler arasında yaygınlaştırmıştır. Alevilikle ilgili yayınlar, makaleler ve ilgilenenler artmıştır. Bu şüphesiz hem uluslararası hem de ulusal konjonktürle yakından ilişkilidir. Cemevlerinin ve Cem ibadetlerinin yaygınlaşması da bu gelişmelerin ardından yaşanıyor. Daha önce pek de dile getirilmeyen Dedelere olan gereksinim dile getirilmeye başlanıyor. Giderek Cemevlerinde, Karaca Ahmet Sultan, Şahkulu Sultan, Garip Dede, Erikli Baba, Okmeydanı Cemevi, Yenibosna Cemevi, Gazi Cemevi ve diğer cemevlerinde Dedeler görevlendiriliyor. Hatta Dede yetiştiren okulların kurulması konusu bile tartışmaya açılıyor.
Günümüzde Cemler kentlerde, ya müsait bir evde, ya bir salonda ya da Cemevlerinde yapılmaktadır. Özellikle son on yılda başlayan ve artık büyük ölçüde kentlerde yaşayan Alevilerin yeni gereksinimleri doğrultusunda cemevleri inşa edilmekte, buralarda Alevilerin özellikle inançsal ve kültürel talepleri giderilmeye çalışılmaktadır. Ancak yaptığımız araştırmalar çerçevesinde gördüğümüz cemevlerinin birçoğunun mimari yapılanmaları bu veya başka projelerin değerlendirmesi veya planlı olmaktan çok rastgele ve plansızdır. Özellikle İstanbul ve Ankara’da yoğunlaşan yoğun bir Cemevi yaptırma faaliyeti dikkat çekmektedir. Artık büyük oranda kentlerde yaşamakta olan Alevi nüfus Cemlere büyük ilgi göstermektedir. Tanınmış Alevi inanç merkezlerinde düzenli olarak hafta içi Perşembe akşamları veya hafta sonu Cem ibadetleri yapılmaktadır.
Arkadaşlar en büyük eksikliğiniz olan İNANCA saygıyı lütfen unutmayın.
Herşeyden önce saygı......
Cem’de Oniki hizmet ve bu hizmetlerin ayrı ayrı sahipleri vardır. Her hizmet sahibi Cem’deki işleyiş sırasında görevini yerine getirir. Her Alevi’nin görgüden geçmesi, hal ve gidişatının muhasebesini yapması, ikrarını tazelemesi ve gerektiğinde topluma hesap vermesi genel kuraldır. Ocakzade dedeler, her yıl düzenli bir şekilde kendilerine bağlı köylerdeki taliplerini ziyaret ederler. Dedelerin bu ziyaretleri genellikle, hasat zamanı geçtikten sonra yapılır. Dede bir yere geldiğinde peyik (davetçi) adı verilen bir kişi ve ev dolaşarak dedenin geldiğini ve cem yapılacağını köylülere haber verir. Köydeki evlerden biri cem töreni için hazırlanır. Bu cem töreni cuma akşamı, yani perşembeyi cumaya bağlayan gece yapılır. Cem’deki oniki hizmet sahipleri ve görevleri şu şekildedir: Dede, cem törenini yönetir. Rehber, cemde görgüsü yapılanlara yardımcı olur. Gözcü, cemde düzeni sağlar. Çerağcı, çerağı (mumu) yakar, meydanın aydınlanmasını sağlar. Zakir, saz çalarak deyişler söyler. Süpürgeci, her hizmetin sonunda, süpürge çalma görevini yerine getirir. Sakka, su dağıtır, lokmalar yendikten sonra temizlik için ibrik, leğen, havlu getirir. Sofracı, kurban ve yemek işlerine bakar. Pervane, cemevine gelenler ve gidenlerle ilgilenir. Peyik, cemin yapılacağını herkese haber verir. İznikçi, cemevinin temizliğine bakar. Kapıcı, cem yapılan yerin kapısında bekler. Hizmet sahipleri ve görevleri özetle bu şekildedir. (M. Yaman 1998)
Cem’deki işleyiş ise şu şekildedir: Cem töreni, dede tarafından görevlendirilmiş yukarıda adları verilen hizmet sahiplerince, dedenin yönetiminde, belli bir düzen içerisinde yerine getirilir. Dede, cem yapılacak yerin en üst tarafında ve ocak yanında önceden hazırlanmış, ceme katılanların hepsi tarafından rahatça görülebilecek ve duyulabilecek bir yerde bazan serilen postun üzerinde oturarak yönetir. (Aynı yönde bk. Şapolyo 1964: 283; Fırat 1970: 233) Dedenin oturduğu yer dede postu, pir postu olarak adlandırılır. Yanında diğer Dedeler veya zakir/aşık oturur. Bazı bölgelerde zakirlik görevini de Dedeler yerine getirdiğinden ayrıca bir zakir bulunmaz. Toplulukla dedenin oturduğu yer arasındaki meydan hizmetlerin bir bölümü için boş bırakılmıştır. Semah hizmetleri bu alanda görülür. Hizmet sahipleri dedenin karşısında dara durarak, dualarını burada alırlar.
Cem törenine düşkünler alınmazlar. Cem’de ibadet “cemal cemale”dir. İnsanı kabe olarak gören bir anlayış doğaldır ki cemal cemale ibadet edecektir. Oturuş ise halka şeklinde belli bir düzen içerisinde diz üstüdür. Dede zaman zaman destur verdiğinde rahat oturulabilir. Görgü cemi bütün taliplerin müsahipleri ile birlikte görülmesi şeklinde sürer. İfade ettiğimiz gibi oniki hizmet sırasıyla yerine getirilir. Her musahip görülmesinde dede, cemaatten razılık alır. “Bu canlardan razı mısınız? ” diye sorar. Cem’de kurban hizmeti de görülür. Semah ve dualar (gülbâng) okunur. Musahiplerin görülmediği cemlerde de musahiplik hizmeti dışında diğer Oniki hizmetler yürütülür. Cem’de işleyiş, dedenin yönetiminde ve diğer hizmet sahiplerinin hizmetleriyle büyük bir disiplin içerisinde yürütülür. Her hizmet sahibi görevini bilir ve eskiden genellikle belli aileler belli hizmetleri yürütmekteydi. Mürşid (Dede) her yıl, geçmişteki Cem törenlerinde verilmiş derslerin ve öğütlerin uygulanıp uygulanmadığını denetlemek ve yeni derslerde bulunmak için cemaati toplar, Cem ibadetini yürütür. Bütün talipler Mürşid, Pir, Rehber huzuruna davet edilir. Bu daveti duyan canlar, musahipleri ile görüşür. Herkes evinde hazırlanıp en temiz elbiselerini giydikten sonra ev halkı ve musahibinin ev halkı ile birlikte, Dede’nin belirttiği zamanda Cem’e katılırlar.
Özetle bir Cem ibadetindeki hizmetlerde aşağıdaki sıra izlenir. Bu sırada yöresel bazı farklılıklar da olabilmektedir. Burada verilen uygulama Karaca Ahmet Sultan’ın oğlu olan Düşkün Ocağı Hıdır Abdal Ocağı’ndaki işleyiştir:
1. Dede, orada bulunanlara eğitici bir konuşma yapar. 2. Zâkirler, sazla deyiş çalıp söyler. 3. Süpürge(car) çalınır. 4. Post serilir. 5. Dargınlar barıştırılır, sorunlar çözümlenir, canlardan rızalık alınır. 6. Oniki Hizmet sahiplerinin duaları verilir. 7. Çerağ (delil) uyandırılır. 8. Tezekâr (ibriktar) tarîkat abdesti aldırır. 9. Kurban ve lokmaların duaları verilir. 10. Dede, yol-erkân konusunda canlara bilgi verir. 11. Gerekirse kısa bir mola verilir. 12. Cem mühürlenir (secde yapılır) . 13. Üç Düvazimam okunur (secde yapılır) . 14. Üç Tevhîd çekilir (secde yapılır) . 15. Miraclama okunur, Kırklar Semahı yapılır. 16. İstek semahları yapılır. 17. Sakka suyu dağıtılır. 18. Mersiyeler okunur. 19. Lokma ve Kurban (Sofra) hizmeti sunulur. 20. Lokmalar yenilip sofra duası edildikten sonra Dede “Duran oturan…” duası verir. Bundan sonra da şu hizmetler yerine getirilir: Süpürge çalınır, post kaldırılır, Oniki hizmet sahiplerinin duası verilir, çerağ dinlendirilir ve cem ibadeti sona erer. (M. Yaman 1998: 11-12)
Görgüden geçen talipler, aynı zamanda daha önce yaptıkları hataları bir daha tekrarlamamak üzere Hak-Muhammed-Ali meydanında yemin ederler. Görgüden geçtikten sonra manen temizlenmiş olurlar. Ancak bundan sonra Cem’e katılanlar, görgü-sorgudan geçerek temizlenmiş olanların kurban lokmasını yiyebilirler. Ayrıca Cem ibadetinin, hukuksal boyutu yani düşkünlük, kente göç öncesi kırda yaşayan Aleviliğin sosyal yapısını koruyan ve sürdürebilmesini sağlayan en önemli faktörlerden biri olmuştur.
CEM İBADETİ
Cem ibadeti Aleviliğin temel kurumlarındandır. Bu sadece dinsel değil sosyal içeriğe de sahiptir.Alevilerin ibadetlerinin temeli bu cem törenlerine dayanır. Dedelerin en önemli işlevlerinden biri de, cem törenlerini yönetmesinde kendini gösterir.Ocakzade dedeler, her yıl düzenli bir şekilde kendilerine bağlı köylerdeki taliplerini ziyaret ederler. Dedelerin bu ziyaretleri, hasat zamanı geçtikten sonra yapılır. Dede bir yere geldiğinde peyik (davetçi) adı verilen bir kişi ev ev dolaşarak dedenin geldiğini ve cem töreni yapılacağını canlara haber verir. Köydeki evlerden biri cem töreni için hazırlanır. Bunun için cemaatin sığabileceği büyük bir salon seçilir. Bazı köylerde bu hep belli yerlerdir. Bu cem töreni (görgü cemi) cuma akşamı, yani perşembeyi cumaya bağlayan gece yapılır. Eğer görgü cemi olacaksa tarîk ve kurban hizmeti de mutlaka vardir. Bazı ocaklarda ise tarîk yerine pençe ile cem görülür. Bunlar daha çok çelebilere bağlı dede, baba veya vekillerdir. Cem ibadetinde Oniki hizmet ve bu hizmetlerin ayrı ayrı sahipleri vardır. Oniki sayısı Hz. Muhammed’in soyunu, yani kızı Hz. Fatıma ile amcasının oğlu Hz. Ali’nin soyundan gelen oniki imamı simgelemektedir. Cem ibadeti Kırklar Cemi’ne dayanmaktadır. Alevilerce Cem, “HAK-MUHAMMED-ALİ DİVANI”dır. Cem ibadetinin bir diğer adı da “halka namazı”dır. Cem’deki halkada esas olan namaz deyişiyle kastedilen Buyruk’taki ifadeyle niyazdır, (M. Yaman 2000: 23) Allah’a yalvarmaktır, dua etmektir. Cem’e ayrıca; Ayn-ül Cem, Ayin-i Cem, Cem âyini, Abdal Musa Kurbanı, Birlik Cemi, Dardan İndirme Erkanı, Koldan Kopan Erkanı, Ali Cemi, Görgü Cemi, İçeri Kurbanı, İkrar Cemi, de denir. Kış aylarında, özellikle Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan akşam başlaması esastır. Muharrem ayı dışında Cem İbadeti yapılabileceğine dayanarak “Kırksekiz Cuma haktır.” derler. Cem Kurumu’nun içeriği sadece dinsel değildir daha kapsamlıdır.
Cem olayının kökeni nereye dayanmaktadır. Geleneksel görüş Alevilikle ilgili temel toplumsal kurumların tümünü olduğu gibi Cem kurumunu Hz. Muhammed’in Mirac’ı sonrası yapılan “Kırklar Cemi”ne dayandırmaktadır. Buna göre Cem ibadetinin temelleri Kırklar Cemi’nde atılmıştır. Büyük Alevi Ozanlarının Cem’in Kırklar Cemine dayandığına ilişkin birçok deyişleri bulunmaktadır. Mesela Kul Himmet bir deyişinde (Aslanoğlu 1997a: 77) bunu
“Kırklar ile bile âyin-i cemde
Bu aşkın sırrına özendi Ali”
diyerek ifade etmektedir. Kırklar Cemi ile ilgili ayrıntılar hem Buyruk kitaplarında, (Aytekin 1958; M. Yaman 2000) hem de Alevilerin zihinlerinde önemli yer tutar. Özellikle yaşlı kuşak bu konuda oldukça bilgilidir. Gençler ise bu geleneksel bilgiler bakımından hem yaşamak anlamında hem de bilgilenmek anlamında oldukça yetersizdirler ve hatta bir bölümü anlatılanlara şüphe ile yaklaşabilmekteyse de son zamanlarda yaşanan bilgilenme süreciyle bu eksiklikler giderilmektedir.
Alevilerin sosyal yapısının ve kurumlarının kapalı yapısının doğal bir sonucu olarak Cem ibadetine yönelik küçümseyici ve ahlakdışılık yüklü birçok kulaktan dolma söylentinin ki -bu Sünni halk arasında mum söndü sözü ile ifadelendirilir- yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladığı görülmektedir. Alevi olmayan gruplarca Alevilerin farklı bir islam yorumları olduğunun reddedilmesi, bu törenin Alevi olmayanlarca izlenememesi sonucunda Cemlerdeki işleyişin bir türlü anlaşılamaması ve Alevi-Sünni grupların karşılıklı önyargılarının bu söylentilerde rol sahibi olduğu söylenebilir. Ancak son zamanlarda bu konuda araştırmacıların verdikleri bilgiler, konunun yazılı ve görsel basında yeralması ve bu cemlerin kapalılıktan kurtulup kentlerde düzenli olarak yapılması sonucunda bu söylentilerin de dayanaksız olduğu anlaşılmaya başlanmıştır.
Cem kurumunun Alevi topluluklarında yüzyıllarca gördüğü işlevleri genel olarak ise şu şekilde özetleyebiliriz:
1. Dinsel işlevler, 2. Sosyal-Eğitsel işlevler, 3. Hukuksal işlevler
Cem kurumunun dinsel işlevi ön plandadır. Aleviliğin temel ibadeti bu yolla icra edilir. Cem kutsal bir ritüeldir. Cem’deki işleyişin de temeli Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin de katıldığı Kırklar Cemi ile atılmıştır. Cem, Alevinin inancını oluşturan düzenli bir ibadeti olmaktadır. Cemlerdeki dualar büyük ölçüde Türkçedir. Anadili kırmanci veya zazaca olan Alevi topluluklarda bile - istisnalar olmakla birlikte - Türkçe dualar ve Şah Hatayi, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet vb. Alevi ozanlarının Türkçe deyişleri okunmaktadır.
Cem kurumunun bir diğer yönü de sosyal ve eğitsel işlevidir. Sosyal dayanışmayı sağlamasının yanısıra, orada gerçekleştirilen ritüel ve anlatılanlar inanca, tarihe gündelik yaşama ilişkin bilgiler de içermektedir. Geleneksel kır yaşamında bulundukları toplum içinde nisbeten daha eğitimli ve okumuş olan Dedeler Cemlerdeki sundukları bilgilerle uzun süre bu eğitsel işlevi yerine getirmişlerdir.
Aleviler’de hayat çok sıkı ve birbirini tamamlayıcı kurum ve kurallarla donatılmıştır. Bu sosyal yaşam en ince ayrıntısına kadar düzenlenmiştir. Dede talip herkes bunlara uymak zorundadır. Örneğin Dede her evde Cem bile yapamaz. Cem yapılacak evde ve evin sahibi ailede bazı özellikler aranır. “Muhammed-Ali Meydanı” ve “ölmeden önce ölünen yer” olarak da nitelenen Cem Meydanı her yönüyle kutsal kılınmıştır. Cem’ler bazı yörelerde sadece Dede evlerinde yapılmaktadır. Bu evlerde büyük bir odada Cem’ler tutulurdu. Hele bazı Dede ailelerinin evleri vardı ki uzun yıllar buralarda Cem yapılması bir gelenek halini almış buralarla ilgili menkıbeler de dilden dile yayılmıştır. Cem’in bu evlerde yapılmasında bir diğer neden de Cem’de Dede’nin görgü zamanı kullandığı “tarîk, erkân, zülfikar, serdeste” vb. adlarla anılan asanın bu evlerde bulunmasındandır. Kutsal olan tarîk asılı olduğu yerden indirilmek için dualar edilir, kurban kesilirdi.
Dede genellikle bu Cem yapılacak evde konuk olurdu. Ancak Dede’nin konuk olacağı ve Cem yapacağı bu evin Cem yapılabilmesine uygun bir odaya sahip olmasının yanısıra ev sahibi aile de yukarıda ifade ettiğimiz üzere titizlikle seçilirdi. Bu aile bireylerinin düşkün olmaması kapı komşularıyla sorunlu olmaması, lokmasının yenebilmesi, o köyde sevilen bir aile olmaları gerekirdi. Yoksa Dede o evde kalamaz Cem yapamazdı. Çünkü Cem’in amacı “eline, diline, beline ve aşına, işine, eşine sahip olmak” şeklinde özetlenebilecek doğruluk ilkelerinin toplulukta yaşatılması, benimsetilmesidir. Dede’nin köye gelişinden Cem’in yapılması ve sonrasına kadar her aşamada bu ilkelerin gözetilmesine önem verilir. Bu konuda titizlik gösterilmemesi topluluğun bu ilkelere inancınin ve güveninin sarsılmasıyla sonuçlanabilir. Zaman zaman bu konudaki hassasiyetlere uymayanlarda olmuştur ancak bu yolun kurallarını bağlamamaktadır.
Hz. Muhammed’in vefatı sonrasında ortaya çıkan kimin halife olacağı sorunu, Alevi-sünni meselesinin ilk tohumlarını atmıştır. Hz. Muhammed daha sağlığında birçok kez Hz. Ali’nin halefi olacağını vurgulamıştı. Hz. Muhammed’in soyu, kızı Hz. Fatıma’yı eş olarak verdiği Hz. Ali’den devam etmişti.Hz. Muhammed Mekke’ye Hicret ettiği zaman da ailesine ve işlerine bakmak üzere Hz. Ali’yi yerine bırakmıştı. Üstelik Peygamber Hz. Ali’nin katıldığı hemen hemen bütün savaşlarda onu komutan olarak atamıştır.
Bilindiği üzere Hz. Muhammed Veda Haccı dönüşünde (632) Gadîru Hum adlı yerde beraberindeki müslümanlarla konaklayarak bir konuşma yapmış ve bu konuşmasında kendisinden sonra amcasıoğlu ve damadı Hz. Ali’nin müslümanlara önder yani halife tayin olduğunu ifade etmişti. Orada aralarında İkinci Halife Ömer’in de bulunduğu müslümanlar bundan dolayı Hz. Ali’yi kutlamışlardı.
Ölmeden önce Hz. Muhammed “Bana bir kalem ve kağıt getirin size bir vasiyet yazdırayım ki, benden sonra ihtilafa düşmeyesiniz.” demiş ancak bu isteği yerine getirilmemiş ve Peygamber vasiyetini yazamadan vefat etmişti. Daha sonra Hz. Ali ve diğer aile üyeleri Peygamberin defin işleriyle uğraşırken, Ebu Bekir ve Ömer’in de aralarında bulunduğu ensar ve muhacirin ileri gelenleri iktidar kavgasına başlamışlardı bile. Bu iktidar mücadelesi Ebu Bekir’in halife olması ile sonuçlanmış, daha sonra sırasıyle Ömer ve Osman halife olmuşlardır. Sonuç olarak bu üç kişinin halifelikleri, deyim yerindeyse Peygamberin Ehli Beytine rağmen gerçekleşmiş, bu nedenle yüzyıllardır tartışılagelmiştir. Hz. Ali ve Hz. Fatıma bu halifelikleri onaylamamakla birlikte, iktidar uğruna gerginlik yaratmaktan da kaçınmışlar, bu haksızlığı sineye çekmeyi uygun görmüşlerdir.
Alevi-Sünni meselesinin ilk çıkışı özetlemeğe çalıştığımız bu halifelik meselesine dayanır. Ehli Beytin başına gelenler ve bunlardan en önemlisi Kerbela Olayı ise Aleviliğin siyasal ve düşünsel bakımlardan daha da olgunlaşmasına ve Araplar dışındaki diğer uluslar arasında da yayılmasına neden olmuştur.Şimdi bu gelişmeleri görelim:
Osman’ın halifelik dönemi (644-656) , daha önce tohumları ekilmiş bulunan bölünmelerin, problemlerin su yüzüne çıktığı bir dönem olmuştur. Halife Osman’ın yönetiminde akrabalarına, yani Emevi ailesine gösterdiği aşırı yakınlık ve valiliklere onları tayin etmesi ve diğer suistimaller ona karşı Irak, Mısır, Hicaz ve Surite’de yoğun bir hoşnutsuzluk duyulmasına yolaçmıştır. Valileri halka kötü davranıyor olmalarına rağmen onları koruyucu bir tutum takınmış, sonuçta Mısır, Basra ve Kûfe’den yola çıkan gruplar Halife Osman’ın evini kuşatarak onu öldürmüşlerdir.(656)
Üçüncü Halife Osman’ın öldürülmesi sonrası Hz. Ali halifeliği sahabenin ısrarları üzerine kabul etmiştir. Hz. Ali iç karışıklıkların çok yoğun olduğu bir dönemde ve bu karışıklıkları sonlandırmak amacıyla halifelik görevini kabul etmiştir. Daha önce Osman’ın aleyhinde bulunmuş olan Hz. Muhammed’in eşlerinden Ayşe, Talha ve Zübeyr, Hz. Ali’nin halife olması sonrasında onu Osman’ın ölümünden sorumlu tutarak Cemel savaşına yolaçmışlardır. Cemel Savaşı Hz. Ali’nin galibiyetiyle sonuçlanmıştır. Hz. Ali bu olaydan sonra Şam’da hüküm sürmekte olan ve kendisine biat etmeyi reddeden Şam Valisi Muaviye sorununun çözümüne girişti. Muaviye, Hz. Ali’yi Osman’ın ölümünden sorumlu tutuyor ve Şam’da bunun propagandasını yapıyordu. Hz. Ali’nin uyarıları sonuçsuz kalınca Hz. Ali ve Muaviye Orduları arasında Sıffin Savaşı (657) başlamış oldu. Hz. Ali’nin ordusu savaşı kazanmak üzereyken, Muaviye’nin yakın adamı Amr İbn-ül As’ın, askerlerin mızraklarının ucuna Kuran sayfalarını bağlatarak “Allahın kitabı sizinle bizim aramızda hakem olsun.” diye bağırtması sonucu Hz. Ali’nin ordusu saldırıyı durdurdu. Bu şekilde Amr’ın hilesi işe yaramış ve iki taraftan hakemler seçilmiş, bir sonuca ulaşılamamıştır. Burada Hz. Ali’nin ordusundan ayrılan bir grup da Hariciler adını almışlardır. Böylece müslümanlar Hz. Ali yandaşları, Muaviye yandaşları ve Hariciler olmak üzere üçe bölünmüş oluyorlardı. Hz. Ali vefatından önce Haricilere yönelik askeri bir harekat düzenlemiş, önemli bir bölümünü yok etmişti. 24 Ocak 661’de ise Hz. Ali, İbn Mülcem adlı bir harici tarafından uğradığı saldırı sonucunda şehid olmuştur.
Bu şekilde Emevi hükümdarı Muaviye iktidara yönelik siyasal amaçlarını ne pahasına olursa olsun elde etmeye uğraşmış, Sıffin’de Hz. Ali’ye yenileceğini anlayınca hileye başvurmuş ve Hz. Ali’nin vefatı ile Emevi saltanatını kurma amacına ulaşmıştır. Hz. Ali’nin vefatı sonrası Şam ve Mısır dışında bütün eyaletler Hz. Hasan’a biat etmişlerdi. Muaviye kendi iktidarı için tehlikeli saydığı Hz. Hasan’ı zehirletmekten de çekinmedi. Muaviye, Ehli Beyte ve Hz. Ali yandaşlarına her türlü eziyeti yaptırmış, camilerde Hz. Ali’ye lanet okutmuş ve kendisinden sonra oğlu Yezid’in halife olmasını sağlamak yoluna gitmişti. Hz. Hasan’ın zehirletilmesiyle Yezid’in önünde en büyük engel olarak Hz. Hüseyin bulunmaktaydı.
Yezid ilk iş olarak Medine Valisi ve akrabası Velid’e bir mektup yazarak, özellikle Hz. Hüseyin’in muhakkak kendisine uymasının sağlanmasını, bunu reddederse öldürülmesini emrediyordu. Doğal olarak Hz. Hüseyin’in Yezid gibi bir zalime itaat etmesi mümkün değildi. Hz. Hüseyin, Muhammed Hanefi’nin de tavsiyesiyle 4 Mayıs 680 gecesi, bütün aile fertlerini yanına alarak Mekke’ye gitti. Ayrıca, Hz. Hüseyin’in Yezid’e biat etmediğini ve Mekke’ye gittiğini öğrenen Kûfeliler de Hz. Hüseyin’e elçiler göndererek Kûfe’ye davet ile kendisini halife olarak tanıyacaklarını bildirdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin amcaoğlu Müslim’i uygun bir ortam sağlamak için Kûfe’ye gönderdiyse de Müslim Yezid’in adamlarınca yakalanarak idam edildi. Hz. Hüseyin Mekke’den Kûfe’ye doğru yola çıktığı sırada Müslim öldürülmüştü.
Hz. Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela’ya geldiklerinde hem susuz bırakılmış, hem de binlerce kişilik ordu tarafından sarılmış durumdaydılar. Yezid’in Kûfe valisi Ubeydullah, Hz. Hüseyin’in geri dönmek, Yezid’le görüşmek veya islam sınırlarından birine gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun görevi Yezid’in emrini yerine getirmek, yani Hz. Hüseyin’i öldürmekti. Çünkü biliyordu ki Hz. Hüseyin yaşadığı sürece efendisi Yezid’e rahat yoktu. Sözde müslümanlardan oluşan koskoca bir ordu iktidar uğruna kendi dinlerini kuran Peygamberin torununu ve ailesini katletmeye kararlıydı.
Nihayet 10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü Hz. Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezid’in ordusuna yaklaşarak hitab etmek istediyse de, bu anlamlı konuşma Yezid’in ordusunu pek etkilemedi. Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hz. Hüseyin’in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan savaşçıları öğleden sonraya gelindiğinde gittikçe azalmış bulunuyordu. Hz. Hüseyin de bu az sayıda insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda Şimr’in emriyle her yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin şehid edildi.Sonra çadırlar yağma edildi, hasta olan İmam Zeynel Abidin de öldürülmek istendiyse de engellendi. Bu çirkin savaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Asgar’dı. Hz. Hüseyin tarafında şehid olanlar yetmiş iki kişi idi.
Kerbela olayı yüzyıllara damgasını vurmuş bir tarihsel olaydır. Bu olay o zamanki müslüman memleketleri halklarını o kadar etkiledi ki Emevi saltanatı kökünden sarsıldı. Kerbela Olayı İran ve Hicaz’da duyulunca halkta Emevilere karşı büyük bir kin oluştu ve isyan hareketleri başgösterdi. Yezid’in Mekke ve Medine’ye saldırması ise bardağı taşıran son damla oldu. Özet olarak, camilerde Hz. Ali’ye küfür ettirilmesi, önce Hz Hasan’ın daha sonra da Hz. Hüseyin ve ailesinin ki Peygamberin soyu onlardan devam ediyordu, acımasızca öldürülmeleri, Emevi Hanedanına karşı muhalif bir düşünsel ve siyasal temeli olan bir harekete yolaçtı. Bu harekete Hz.Ali yandaşlığı veya Alevilik demek mümkündür.
Hacı Bektaş Veliyi (Makalat) ve Pir Sultan Abdal-ı iyi bir şekilde tahlil edemeyen Alevi olamaz, artık insanlar kelime canbazlığından bıktılar, şunu bunu yapmamakla Alevi olunmaz...Kendi içlerinden Ataistliği çıkarmaları lazım. Neredeyse Ali sevgisini Ateizme dönderdiler...Hiç hesabını yapmıyorlar, o kadar Ali, Hüseyin ismi varki kendilerinde yoktur bu kadar...
Hepside Pir Sultan Abdal deyişlerini dinliyor, Pir Sultan Abdal azından Muhammedi hiç düşürmemiş, dinlemeye gelince dinleyip transa geçiyorlar, ama iş tatbik durumuna geldiği zaman sus-pus...
hadi oradan Alevilik kim 'SİZ' kim... Aleviliğe Kurban olun...
İlgililere...
Kendilerine müslüman diyen kesimin 'sünnilikle' sınıflandırılmasına sebep olan bir kavram. Bence daha çok 'biri kendini islamiyete yakın hissediyorsa onu müslüman yapalım' mantığından kaynaklı bir kargaşa var. Ne zaman, kendilerini mezhepsiz müslüman gören ama sünniler diye tanımlanan kesim herkesi müslüman yapmaktan vazgeçerse o zaman aleviler de rahat eder.
Hıristiyanlıkta protestanlık gibi bin yıl sonra çıkmış bir kol varken ve kimse bunları ya katolik olursunuz yada sizi tanımayız diyerek yok etmeye kalkmıyorsa, sünnilerde diğer (kollara diyeceğim) kollara ses çıkarmamalı. İbadet şekli ve ibadethanelerine karışmamalı..
Ama ne gezer bunlar adamı öldürür yine zorla müslüman yapar. Ya da birşeyler değişmiştir umarım diyelim...
Ahmed b. Hanbel Hz. Ali radiyellahü anh'tan ?unu rivayet etmi?tir: Beni Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellem ça?yrdy ve buyurdu ki, ' Sende Ysâ'ya benzer bir yön vardyr. Yahudiler onu öylesine horlamy?lardyr ki, anasyna iftira bile etmi?lerdir. Hyrystiyanlar da öylesine sevmi?lerdir ki, onu kendisine layyk olmayan bir yere indirmi?lerdir.' Hz. Ali ?öyle devam etti: Dikkat edin, iki grup, benim hakkymda kendilerini gerçekten mahvedeceklerdir. Birisi sevenlerdir ki, beni bende olmayan ?eylerle öveceklerdir. Di?eri de horlayanlardyr ki, bana olan kinleri onlary bana iftiraya zorlayacaktyr. Bakyn, ben peygamber de?ilim. Bana vahiy gelmez. Ama ben gücümün yetti?i kadar Allah'yn kitabyna ve Resulüllahyn sünnetine uygun i? yaparym. Size Allah'a boyun e?meyi emretti?im sürece ho?unuza gitse de gitmese de bana boyun e?emek görevinizdir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/160)
Hz. Ali hakkynda a?yrylyk edenler iki gruptur. Biri ona a?yry sevgi besleyenler di?eri de onu a?yry derecede horlayanlardyr. Hz. Ali 'nin ifadesi ile bunlaryn her ikisi de kendilerini mahvetmi?lerdir
türkü bağlama kardeşlik
son peygamberin hz. Ali olduğuna inanılan din. bide bazı insanlar ülkeyi bölmek için alevi sünni tartışması yapar onların peşinden gidenlerde insan değiller. NELERLE UĞRAŞIYORUZ
Hz. Ebubekir (r.a) ile Hz. Ali (r.a) 'nın Münazarası
Bir Münazara
Bir gün Ebu Bekir Sıddık (r.a) Resulüllah(S.A.V) 'ın evine geldi. İçeri gireceği sırada, Hz. Ali Bin Ebi Talib (r.a) da geldi.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) (Geri çekilip) :
-Ya Ali sen buyur, gir dedi.
O da cevap verip, aralarında, aşağıdaki uzun konuşma oldu:
-Ya Ebu Bekir! Sen önce gir ki, her iyilikte önde olan, her hayırlı işte ileri olan, herkesi geçen sensin.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
- Sen önce gir ki! Resulüllah'a (s.a.v) daha yakın sensin.
Hz. Ali (r.a) :
-Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah (s.a.v) 'tan işittim.
'Ümmetimden, Ebu Bekir'den daha üstün bir kimsenin üzerine güneş doğmadı' buyurdu.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
- Ben, senin önüne nasıl geçebilirim ki, Resulüllah (s.a.v) kızı Fatıma(r.a) 'yı sana verdiği gün,
'Kadınların en iyisini, erkeklerin en iyisine verdim' buyurdu.
Hz. Ali (r.a) :
- Ben, senin önüne geçemem. Çünkü Resulüllah (s.a.v) :
'İbrahim(a.s) 'ı görmek isteyen Ebubekir'in yüzüne baksın' buyurdu.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
- Ben, senin önüne geçemem. Çünkü Resulüllah(s.a.v) :
'Adem (a.s) 'ın hilm sıfatını ve Yusuf (a.s) 'ın güzel ahlakını görmek isteyen Ali Mürteza'ya baksın' buyurdu.
Hz. Ali (r.a) :
- Senin önünde gidemem. Çünkü Resulüllah (s.a.v) :
'Ya Rabbi! Beni en çok seven ve ashabımın en iyisi kimdir? dedi. Cenab-ı Hak:Ya Muhammed! Ebu Bekir Sıddıktır,' buyurdu.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
- Ben, senin önüne geçemem. Çünkü Resulüllah (s.a.v) Hayber'de:
'Yarın sancağı öyle bir kimseye veririm ki, Allahü Teala onu sever. Ben de, onu çok severim' buyurdu.
Hz. Ali (r.a) :
- Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah (s.a.v)
'Cennetin kapıları üzerinde 'Ebu Bekir Habibullah' yazılıdır' buyurdu.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
- Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) Hayber gazasında, bayrağı sana verip
'Bu bayrak Melik-i Galibin, Ali Bin Ebi Talib'e hediyesidir' buyurdu.
Hz. Ali (r.a) :
- Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki:
'Ya Eba Bekir, sen benim gören gözüm ve bilen gönlüm yerindesin'.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
- Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki:
'Kıyamet günü Ali cennet hayvanlarından birine binmiş olarak gelir. Cenab-ı Hak buyurur ki 'Ya Muhammed! (s.a.v) Senin baban İbrahim Halil, ne güzel babadır. Senin kardeşin Ali Bin Ebi Talib ne güzel kardeştir.'
Hz. Ali (r.a) :
Ben, senin geçemem. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki:
'Kıyamet günü, Cennet meleklerinin reisi olan Rıdvan adındaki melek Cennete girer. Cennetin anahtarlarını getirir, Bana verir. Sonra Cebrail (a.s) gelip, Ya Muhammed (s.a.v) ! Cennetin ve cehennemin anahtarlarını, Ebu Bekir Sıddık'a(r.a) ver, istediğini Cennete, dilediğini Cehenneme göndersin der.'
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah (s.a.v) buyurdu ki:
'Ali kıyamet günü benim yanımdadır.Havz ve Kevser yanında, benimledir. Sırat üzerinde benimledir. Cennette, benimledir. Allahü Teala'yı görürken, benimledir.'
Hz. Ali (r.a) :
Ben, senden önce giremem. Çünkü Resulüllah(s.a.v)
'Ebu Bekir'in imanı, bütün mü'minlerin imanı ile tartılsa, Ebu Bekir'in imanı ağır gelir' buyurdu.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki:
'Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır.'
Hz. Ali (r.a) :
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki:
'Ben sadıklığın şehriyim.Ebu Bekir onun kapısıdır.'
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki:
'Kıyamet günü Ali bir ata biner, görenler, acaba bu hangi peygamberdir? Derler.Allahü Teala, bu Ali Bin Ebi talib'dir, buyurur.'
Hz. Ali (r.a) :
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki:
'Ben ve Ebu Bekir, bir topraktanız. Tekrar bir olacağız.'
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki:
'Allahü Teala, ey Cennet! Senin dört köşeni, dört kimse ile bezerim.Birir Peygamberleri üstünü Muhammed'dir(s.a.v) .Biri, Allah'dan korkanların üstünü Ali'dir.üçüncüsü kadınların üstünü Fatımat'üz Zehra'dır. Dördüncü köşesindeki de temizlerin üstünü Hasan ve Hüseyin'dir.'
Hz. Ali (r.a) :
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki:
'Sekiz Cennetten şöyle ses gelir'Ebu Bekir! Sevdiklerinle birlikte gel, hepiniz Cennete girin.'
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki:
'Ben bir ağaca benzerim,Fatıma bunun kökü,Ali gövdesi, Hasan ve Hüseyin meyvesidir.'
Hz. Ali (r.a) :
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) buyurdu ki:
'Allahü Teala Ebu Bekirin bütün kusurlarını affetsin. Çünkü O kızı Aişe'yi bana verdi.Hicrette bana yardımcı oldu.bilal-i Habeşi'yi, benim için azad etti.'
Resulüllah(s.a.v') in bu iki sevgilisi, kapıda böyle konuşurlarken, kendileri içeriden dinliyorlardı. Hz. Ali'nin sözünü kesip içeriden buyurdu ki:
-Ey kardeşlerim Ebu Bekir ve Ali! Artık içeri girin.Cebrail (a.s) gelip dedi ki, yerdeki ve yedi kat göklerdeki melekler sizi dinlemektedir.kıyamete kadar birbirinizi övseniz, Allahü Teala yanındaki kıymetinizi anlatamazsınız.
İkisi birbirine sarılıp, birlikte Resulullah'ın(s.a.v) huzuruna girdiler.
Resulullah'ın(s.a.v) :
-Allahü Teala ikinize de yüzbinlerce rahmet etsin. İkinizi sevenlere de, yüzbinlerce rahmet etsin ve düşmanlarınıza da yüzbinlerce lanet olsun, buyurdu.
Hz. Ebu bekir Sıddık dedi ki:
-Ya Resulallah(s.a.v) Ben Ali kardeşimin düşmanlarına şefaat etmem.
Hz.Ali dedi ki:
-Ya Resulallah (s.a.v) Ben de Ebu Bekir kardeşimin düşmanlarına şefaat etmem ve başını kılıç ile bedeninden ayırırım.
Hz. Ebu bekir Sıddık(r.a) :
-Ben, senin düşmanlarına Kevser havzından su vermem, buyurdu.
Hz. Ali de:
-Ben, senin düşmanlarını Sırat üzerinden geçirmem, buyurdu.
Hz. Ali (r.a.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) taraftarlarının ve düşmanlarının kulakları çınlasın.
Bir kaf dağı varmış, birde leylek,
Hepsi hikaye
Alevilik demek, verilen farzlara karşı çıkmak demek değildir...
aleviler de oruç tututar.Yalnız onların kutsal günü farklıdır.Muharremin onu kutsal günleri olur, oruç ibadetlerini ogünleri gerçekleştirirler...
namaza gelince, bu bir nevi tepkidir.Hz. Ali namazda zayıf düştüğünden, düşmanları tarafından şerefsizce, gambazca öldürülüyor...Bu ne erkekliğe ne de islama uyar...
bu bir tepkidir ve sünlü kardeşlerin karışması gereken bir konu değildir.Herkes kendi ibadetine baksın hoşgörü ve saygı çerçevesinde ibadet ve yaşayışlarımızı sürdürelim....
Alevilik Hz. Alinin yolundan gitmek değildir gibi sözler de uydurmadır.Araştırılmadan, düşünülmeden, anlamadan söylenen sözlerdir...
hoşgörü içerisinde;
sevgi ve saygılarımla....
Biz herşeyi Allah'a havale ediyoruz evet ve en doğrusunu yapıyoruz. Araştırmıyorsunuz diyorsunuz din adamlarımıza baka bilirsiniz. Bizim en büyük araştırma kaynağımız Allah'ın kitabı (Kuran-ı Kerim) Allah varda neden Irakta bunlar oluyor neden kötüler var. Burası sınav yeri öğretmen sınav yaparken tembel ve çalışkanı hepsini beraber sınava alır. Buda böyle. Sınavda olduğumuz için sınavın sonunun ne olduğuda belli değil. Iraktakiler belkide ahireti iyi olsun diye Allah burda bunlara bu dertleri veriyor. Biz Allah'ın işine karışamayız ve bilemeyiz.
Sunni biri olarak incelediğim ve tanıdığım kadarıyla, Alevilik her şeyden önce insan olma erdemliliği çağrıştırıyor. Hoşgörüyü, sevgiyi, dürüstlüğü, doğruluğu en önemlisi de insana insan gibi ve tüm insanlara aynı gözle bakmayı çağrıştırıyor... Dostlarıma diyorum ki üzülmeyin, insana ancak insan insan gözüyle bakar, hayvan da hayvan gözüyle...
atsız kurt
neyi güzel bulduğunu anlamadığımdan beni anlamadığını düşünüyorum...istersen yazımı tekrar oku...
ayrıca tavşan işinin aslını senden sormadım..ciddi ciddi alevilerden sordum...
ve yine ayrıca hz.Ali (r.a) ve 12 imam hakkındaki tavrın alevilerden hoşnut değilsin diye kabul edilebilir gibi değil...ben hz. aliyi pek severim...onun kalbimde yeri ayrıdır....
ve yine ayrıca alevilerden neden hoşnut değilisin bu da pek açık değil...
istersen burdan başlayabilirsin....
lisedeyken bi alevi hocamız vardı...
kızılbaş mı neydi..önüne tavşan resmi koyar kenara çekilir hocanın nasıl davranacağını düşünür..gülüşürdük..hiçte gülecek bi şey olmamıştı...
cehalet işte..o günden sonra bir daha hiç bir alevi ile karşılaşmadım..tanışmadım...babamın bi alevi dedesi vardı...sık sık arardı..(babamı pek severdi) hatırladığım kadarıyla oruç da tutardı...ama ben ne yerler ne içerler neyi savunurlar doğrusu bilmiyorum... hiçte merak etmedim..burdaki yazıları da okumuş değilim...şöyle bir bakındım...
şimdi merak ettim..bu tavşan hikayesinin bir aslı var mı...ya da aslı nedir..
neden biz hocanın önüne tavşan resmi koyardık....
yaradan=yaratan
sözün doğrusu..yaratılmışı severiz yaratandan ötürü...
yani..yaratılmışı sevin yaratandan ötürü...
Arkadaşlar ben sünniyim ama aleviler canım feda bütün müslümanlara. Ama alevi diyorum kızılbaş demiyorum yani namında niyazında orucunda olan aleviler. Zaten diğerleri alevi değil refazi olur. HZ Ali ye kimse hiç bir şey diyemez Velilerin Babası al bucanım sana feda ola...
AB nin son raporundan sonra alevilik tartışmaları yoğunlaştı.Ama görünen o ki alevi vatandaşlarımız arasında da kendilerini tanımlama konusunda derin görüş ayrılıkları var...Bir insanın ne olarak gördüğü,nasıl tanımladığı önemlidir.Ama daha önemli olan,karşıdaki insanın da o tanımlamaya,o 'kendini ifade etmeye' müdahele etmeden kabul etmesi saygı göstermesidir....Bu Ülkede yıllarca kürtlerin Türklüğünden dem vuruldu.Bu görüş,hem bir grubun,hem de devletin yıllarca savunduğu bir tezdi.Ama çok yanlış ve tutarsız bir tezdi.Sonuç ne oldu? Sonuç kocaman bir sıfır.Ve bu gün bu görüş dalga geçilen,alay edilen bir görüştür.Bölücü teröre zemin hazırlamaktan başka bir işe yaramadı.Ne zamanki bir takım şeyler açıkça tartışılmaya ve bir takım haklar verilmeye başlandı geçmişte bölücü bir unsur olan hareket,artık sadece bir takım haklar elde etme mücadelesine dönüştü,bundan da kimseye zarar gelmez.Artık dağdaki militan bile Türkiyeden ayrılmanın abesle iştigal olduğunu,dibi görünmeyen dipsiz bir kuyu olduğunu anladı....İzlenen yanlış politikalar yüzünden olan yine bize oldu.
Türkiyede yaklaşık 20 milyon alevi var, ve bu insanlar ülkelerini seven,vergisini veren vatanperver insanlar.Bir takım haklar istemeleri,bir takım şeylerden şikayet etmeleri de gayet normal.Örneğin alevi köylerine neden cami yapılıp,bir de imam atanır? Aleviler neden namaz kılmıyor,ya da oruç tutmuyor,diyemeyiz buna hiç hakkımız yok.Öyle dediğiniz anda yukarıdaki kürt meselesine döner sorun.Diyanet İşleri Başkanlığı kimi temsil ediyor? O başkanlığa ayrılan bütçede alevilerin parası yok mu?
Şimdi AB bir şeyler yumurtladı,ben AB nin samimiyetine ve iyi niyetine inanan birisi değilim.Ama sırf onlar gündeme getirdi diye de 'art niyet' 'gizli emel' gibi bir takım kalıplaşmış lafların arkasına sığınarak bir yere varamayız.Hep böyle yaparak bu günlere gelmedik mi zaten
Alevilik ve aleviler bu ülkenin bir parçası,bir realitesidir.Hem devlet,hem de toplum olarak onları onları olduğu gibi kabul etmek ve bunun şartlarını yerine getirmek kimseye zarar getirmez
alevilik benimde sevdiğim bir kültürdür ne bir din nede mezhep içinde türklerin orta asyadan beri yaşayış larınıda barındıran bi kültür..
günümüzde ise bir çok çevre alevi gençliğini kendi siyasi çıkarları için kullanmaya çalışıyor.
-Alevılık nedır?
-alevilik hz aliyi sevmek ve onun yolunda olmaktır
-hz aliyi sevmek ve onun yolunda olmak alevılık ise o halde bende alevıyım
-o halde sorun yok
-dur bakalım sorun yenı baslıyor bakalım sen hz alının yolunda mısın.
soyle bakalım hz ali korkak mıydı yoksa cesur muydu
-cesurdu
-evet cesurdu,pekı goruldugu gıbı mert mıydı yoksa ıkıyuzlu muydu
-goruldugu gibi mertti
-evet dogru.Peki siz ebubekır omer osmanı sız sever mısınız
-hayır sevmeyiz cocuklarımızın ısmınıde bunlardan koymayız bırde ayse
yı sevmeyız onlardan nefret ederiz
-Pekı ebubekır omer osman halıfe ıken seyhulıslam alı ıdı 20 yıl boyunca
onların hızmetınde ıdı ınsan sevmedıgı yerde calısamaz. Hz alının sevdıgı
bu 3 sahabeyı sız neden sevmezsiniz?
-canım alı onları sev mıyordu sever gıbı yapıyordu
-e hanı alı ıkıyuzlu degıl dıye anlasmıstık
-yahu alı tek basına ne yapsın adamların ordusu vardı
-hanı alı korkak degıl dı demıstık. Pekı bunlar bır tarafa sız neden namaz kılmazsınız. bakın alı kılıyordu?
-alı namaz kılarken ıbnı mulcem tarafından sehıt edılınce 'sizin yerınıze
ben namazınızı kıldım sızın kılmanıza gerek yok' demıs
-pekı aynı safta hasan ve huseyın de vardı ve huseyın kerbalada sehıt olana kadar namaz kıldıgını hasanın vakıt namazlarını bırakın gece namazlarını bıle kıldıgı mubaregın namaz kılmaya baslayacagı sırada
ıcınden gelen acı seslerının allahın huzuruna cıkma korkusundan olarak yorumladıgını sahıh kaynaklardan bılıyoruz. hepsınden ote ınsan bırının yerıne namaz kılabılecek olsa oglunun yerıne kılar alevının namazını nıye
kılsın degılmı
-! ! ! ! ? ? ? ? ?
BU konusma bırı alevı dıgerı alevı olmayan 2 yakın arkadasım arasında gectı yorumu sıze bırakıyor tum alevı kardeslerımı tarafsız dusunceye davet edıyorum SAYGILARLA,,,,
Allahın bir olduğuna Hz. Muhammedin (Övülmüş) onun kulu ve resulü olduğuna inanan her insan müslümandır. Müslüman olmak için daha fazlasına ihtiyaç yoktur. Tabiki müslüman olmakla müslüman yaşamak arasında büyük bir fark var. Bazıları sadece görüntüden ibaret bazıları ise o görüntünün kaynağı. Ayna görüntüyü kaynağından alır. Efendim bunun dışında güneş ile ay arasında ayla yıldızlar arasında bir farklılık yoktur. Hz. Muhammed ve Hz. Ali veya Hz. Ebubekir, Hz. Ayşe. Hz. Osman. Hz. Ömer.Hz. Fatıma Hz. Hatice Hepsi birdir. Aralarında birlikten başka birşey de yoktur. Birlikten başka birşeye de zaten ihtiyaç yoktur.Eğer güneşi görmeye gücün olsaydı Ayın varlığına ne luzum kalırdı.
yalnız Aleviler değil kürtlerde müslüman böyle bir yaklaşım seviyesizlikten başka bir şey değildir. aleni bölücülük yapmaktır.
Alevlik diye bir mezhep yoktur. Hak PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S.A.V) 'dir. HZ ALİ kendiside efendimize ittiba etmiştir. Onun her kararına inanan şecaatli islam kahramanıdır. ALLLH'ın kılıcı SEYFULLAH namına mazhar olmuştur.
Halifelik sırası:
HZ EBUBEKİR, HZ. ÖMER, HZ. OSMAN, HZ. ALİ
yolumuz EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT. bunun ötesine geçmek bidattır.
Aleviler sanirlar ki Hz. Ali'yi onlar sunnilerden daha cok severler. Devrimizdeki aleviler Hz.Ali'nin terketmedigi cogu seyi terkettiler. Sadece kafalarindaki kuru sevgileri kaldi, kalplerinde yok.
Eski Türk geleneklerini yaşatıp bunları islamla sentezleştiren bir topluluk daha çok siyasi içerikli emevilerin bütün müslüman toplumları araplaştırmaya çalışmasına bir tepki şu bir gerçekki emevilerin islama kattığı saçma sapan inançlar günümüzde de sürmekte ve sünniler neredeyse bütün arap geleneklerini benimsemişlerdir.
Not: Ben alevi deilim sünni de deilim