Aziz Üstadım vaad ettiğin gibi oldu. Sen kışta geldin işin cefasını çektin bizler ise Cennet asa bir baharda geldik sefasını çektik. Ektiğin tohumlar şimdi neşv-ü nema buldu. Öyle yayıldıki her tarafa, eserlerin okunuyor. İnsanlar bataklıktan çıkıp, kurtuluyor. Sen hala içimizdesin. Allah senden ebeden razı olsun.
Allah, Bediüzzaman HZ. lerinden razı olsun. Onun eserleriyle binlerce insanın imanı terakki etti. Allah'ı gerçek manada nasıl sevmemizi, Efendimize nasıl ümmet olacağımızı gösterdi. Mevcudattaki herşeyin insanlara nasıl musahhar kılındığını öğretti. Allah'ın arz ve semadaki nimetlerini tanıttırdı. Kamil insan olmanın metodlarını gösterdi. Kur'anın asra uygun en güzel şekilde tevilini yaptı. Felsefe diyenlerin kulakları çınlasın. Onlara tavsiyem Allah rızası için şu güzide eserlere bir göz gezdirsinler. Eserlerdeki uslup ve belagata baksınlar. Hangi eserinde devlet ve millet karşıtı fikri var. Milleti için cehennem alevlerine girmeye razı olan bir insan onların kötülüğünü istermi. Bence bunlar Ebu Cehil ruhlu insanlardır. Çünkü oda Efendimizin sayısız mucizelerini gördüğü halde gururu yüzünden biat etmedi. Şeytanda aynı akıbete uğramadımı. Şimdi ise esfeli safilindeler. Gururunuzu bırakıp aczinizi anlayıp, malikinizi tanıyınız.
O Vâhid'dir, Ehad'dir, her şey'e kâdirdir. Hiçbir şey ona ağır gelmez. Bir baharı halketmek bir çiçek kadar ona kolaydır. Cennet'i halk etmek, bir bahar kadar ona rahattır. Her günde, her senede, her asırda, yeniden yeniye icad ettiği hadsiz masnuatı, nihayetsiz kudretine nihayetsiz lisanlarla şehadet ederler. İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder. Der ki: Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubudiyet boşuboşuna gitmez. Bir dâr-ı mükâfat, bir mahall-i saadet senin için ihzar edilmiştir. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir Cennet seni bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ı Zülcelâl'in va'dine îman ve itimad et. Ona va'dinde hulfetmek muhaldir. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yoktur. İşlerine, acz müdahale edemez. Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, Cennet'i dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana va'd etmiş. Ve va'dettiği için, elbette seni onun içine alacak.
Ey bîçareler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, 'Eyvah! Malımız harab olup, sa'yimiz heba oldu; şu güzel ve geniş dünyadan gidip, dar bir toprağa girdik.' demeyiniz, feryad edip me'yus olmayınız... Çünki sizin herşey'iniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfatını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl, sizi celb edip, yer altında muvakkaten durdurur. Sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki; hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti, rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almağa gidiyorsunuz.
Evet geçen baharın defter-i a'mâlinin sahifeleri ve hidemâtının sandukçaları olan tohumları, çekirdekleri muhafaza eden.. ve ikinci baharda gayet şaşaalı, belki yüz derece aslından daha bereketli bir tarzda muhafaza eden, neşreden Kadîr-i Zülcelâl, elbette sizin de netâic-i hayatınızı öyle muhafaza ediyor ve hizmetinize pek kesretli bir surette mükâfat verecektir.
Ey sarhoş hamiyetfuruşlar! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil. Bolşevizm, sosyalizm meseleleri istilâ ediyor, unsuriyet fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti, muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da, İslâm milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka edemez.
Hazret-i Hızır'ın meşhur ve mühim bir virdi, mebde ve esas olarak marifetullahta ve tevhidin meratibinde altmış üç mertebeye işaret ediyor. O altmış üç mertebenin herbirisi iki cümledir.
Lâ ilâhe illâllah vahdaniyeti ispat ettiği gibi, Hüve ile başlayan isimler vücud-u Vâcibi ispat ediyor. Adeta birinci cümle vahdaniyeti gösterdiği zaman, bir sual-i mukadder hatıra geliyor. 'O Vâhid kimdir, nasıl bileceğiz? ' diye vaki olan suale, meselâ Hüve'r-Rahmânü'r-Rahîm ile cevap veriyor. Yani, kâinatı dolduran âsâr-ı şefkat ve merhamet Onundur, o Rahmân'ı tanıttırıyor. Ve hâkezâ, kıyas et.
Said Nursi
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahım,
Bütün mevcudatta ve zerrât-ı mevcudatta müşahede olunan herbir nimet ve rahmet ve hikmet ve inayetin önünde, herbir hayat ve memat ve hayvan ve nebatın önünde, herbir çiçek ve meyve ve çekirdek ve tohum önünde, herbir san'at ve sıbgat ve nizam ve mizan önünde, herbir tanzim ve tevzin ve temyiz önünde, işte bu şehadeti Sana takdim ediyorum:
Şahidiz ki Allah'tan başka ilâh yok; Odur Hayy ve Kayyûm. Allah'tan başka ilâh yok; Odur Bâkî ve Deymûm. Allah'tan başka ilâh yok; birdir O, şeriki yok. Allah'tan başka ilâh yok; Odur Aziz ve Cebbâr. Allah'tan başka ilâh yok; Odur Hakîm ve Gaffâr. Allah'tan başka ilâh yok; Odur Evvel ve Âhir. Allah'tan başka ilâh yok; Odur Zâhir ve Bâtın. Allah'tan başka ilâh yok; Odur Semî ve Basîr. Allah'tan başka ilâh yok; Odur Lâtîf ve Habîr. Allah'tan başka ilâh yok; Odur Gafûr ve Şekûr. Allah'tan başka ilâh yok; Odur Hallâk-ı Kadîr. Allah'tan başka ilâh yok; Odur Musavvir ve Basîr. Allah'tan başka ilâh yok; Odur Cevvâd-ı Kerîm.
Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünkü kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var.
Hem kadınların on adetten altı yedisi, ya ihtiyardır, ya çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır, kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan, ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın.
Malûmdur ki, insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve serîütteessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa'da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, 'Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar' diye polislere şekvâ ediyorlar. Demek, medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur'ân'ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.
Hem kadınlarda ecnebî erkeklere karşı, fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü iktiza ediyor. Çünkü, sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmetle çekmekle beraber, hâmisiz bir veledin terbiyesiyle, sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vâki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettürle, nâmahremin iştahını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı olduğunu gösteriyor. Mesmûâtıma göre, merkez ve payitaht-ı hükûmette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!
İKİNCİ HİKMET
Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.
Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü'min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız
'Dünya öyle bir metâ değil ki nizâa değsin.' Çünkü, fâni ve geçici olduğundan kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz'î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın.
Aziz Üstadım vaad ettiğin gibi oldu. Sen kışta geldin işin cefasını çektin bizler ise Cennet asa bir baharda geldik sefasını çektik.
Ektiğin tohumlar şimdi neşv-ü nema buldu. Öyle yayıldıki her tarafa, eserlerin okunuyor. İnsanlar bataklıktan çıkıp, kurtuluyor. Sen hala içimizdesin. Allah senden ebeden razı olsun.
Allah, Bediüzzaman HZ. lerinden razı olsun. Onun eserleriyle binlerce insanın imanı terakki etti. Allah'ı gerçek manada nasıl sevmemizi, Efendimize nasıl ümmet olacağımızı gösterdi. Mevcudattaki herşeyin insanlara nasıl musahhar kılındığını öğretti. Allah'ın arz ve semadaki nimetlerini tanıttırdı. Kamil insan olmanın metodlarını gösterdi. Kur'anın asra uygun en güzel şekilde tevilini yaptı. Felsefe diyenlerin kulakları çınlasın. Onlara tavsiyem Allah rızası için şu güzide eserlere bir göz gezdirsinler. Eserlerdeki uslup ve belagata baksınlar. Hangi eserinde devlet ve millet karşıtı fikri var. Milleti için cehennem alevlerine girmeye razı olan bir insan onların kötülüğünü istermi. Bence bunlar Ebu Cehil ruhlu insanlardır. Çünkü oda Efendimizin sayısız mucizelerini gördüğü halde gururu yüzünden biat etmedi. Şeytanda aynı akıbete uğramadımı. Şimdi ise esfeli safilindeler. Gururunuzu bırakıp aczinizi anlayıp, malikinizi tanıyınız.
Mevlam ondan razı olduktan sonra bütün dünya ona sırtını dönsede hiçbir ehemmiyeti yoktur.
Evet gündüz gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar.
O Vâhid'dir, Ehad'dir, her şey'e kâdirdir. Hiçbir şey ona ağır gelmez. Bir baharı halketmek bir çiçek kadar ona kolaydır. Cennet'i halk etmek, bir bahar kadar ona rahattır. Her günde, her senede, her asırda, yeniden yeniye icad ettiği hadsiz masnuatı, nihayetsiz kudretine nihayetsiz lisanlarla şehadet ederler. İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder. Der ki: Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubudiyet boşuboşuna gitmez. Bir dâr-ı mükâfat, bir mahall-i saadet senin için ihzar edilmiştir. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir Cennet seni bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ı Zülcelâl'in va'dine îman ve itimad et. Ona va'dinde hulfetmek muhaldir. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yoktur. İşlerine, acz müdahale edemez. Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, Cennet'i dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana va'd etmiş. Ve va'dettiği için, elbette seni onun içine alacak.
Risale-i Nur
Ey bîçareler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, 'Eyvah! Malımız harab olup, sa'yimiz heba oldu; şu güzel ve geniş dünyadan gidip, dar bir toprağa girdik.' demeyiniz, feryad edip me'yus olmayınız... Çünki sizin herşey'iniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfatını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl, sizi celb edip, yer altında muvakkaten durdurur. Sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki; hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti, rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almağa gidiyorsunuz.
Evet geçen baharın defter-i a'mâlinin sahifeleri ve hidemâtının sandukçaları olan tohumları, çekirdekleri muhafaza eden.. ve ikinci baharda gayet şaşaalı, belki yüz derece aslından daha bereketli bir tarzda muhafaza eden, neşreden Kadîr-i Zülcelâl, elbette sizin de netâic-i hayatınızı öyle muhafaza ediyor ve hizmetinize pek kesretli bir surette mükâfat verecektir.
MEKTUBAT
Ey sarhoş hamiyetfuruşlar! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil. Bolşevizm, sosyalizm meseleleri istilâ ediyor, unsuriyet fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti, muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da, İslâm milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka edemez.
Hazret-i Hızır'ın meşhur ve mühim bir virdi, mebde ve esas olarak marifetullahta ve tevhidin meratibinde altmış üç mertebeye işaret ediyor. O altmış üç mertebenin herbirisi iki cümledir.
Lâ ilâhe illâllah vahdaniyeti ispat ettiği gibi, Hüve ile başlayan isimler vücud-u Vâcibi ispat ediyor. Adeta birinci cümle vahdaniyeti gösterdiği zaman, bir sual-i mukadder hatıra geliyor. 'O Vâhid kimdir, nasıl bileceğiz? ' diye vaki olan suale, meselâ Hüve'r-Rahmânü'r-Rahîm ile cevap veriyor. Yani, kâinatı dolduran âsâr-ı şefkat ve merhamet Onundur, o Rahmân'ı tanıttırıyor. Ve hâkezâ, kıyas et.
Said Nursi
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahım,
Bütün mevcudatta ve zerrât-ı mevcudatta müşahede olunan herbir nimet ve rahmet ve hikmet ve inayetin önünde, herbir hayat ve memat ve hayvan ve nebatın önünde, herbir çiçek ve meyve ve çekirdek ve tohum önünde, herbir san'at ve sıbgat ve nizam ve mizan önünde, herbir tanzim ve tevzin ve temyiz önünde, işte bu şehadeti Sana takdim ediyorum:
Şahidiz ki Allah'tan başka ilâh yok; Odur Hayy ve Kayyûm.
Allah'tan başka ilâh yok; Odur Bâkî ve Deymûm.
Allah'tan başka ilâh yok; birdir O, şeriki yok.
Allah'tan başka ilâh yok; Odur Aziz ve Cebbâr.
Allah'tan başka ilâh yok; Odur Hakîm ve Gaffâr.
Allah'tan başka ilâh yok; Odur Evvel ve Âhir.
Allah'tan başka ilâh yok; Odur Zâhir ve Bâtın.
Allah'tan başka ilâh yok; Odur Semî ve Basîr.
Allah'tan başka ilâh yok; Odur Lâtîf ve Habîr.
Allah'tan başka ilâh yok; Odur Gafûr ve Şekûr.
Allah'tan başka ilâh yok; Odur Hallâk-ı Kadîr.
Allah'tan başka ilâh yok; Odur Musavvir ve Basîr.
Allah'tan başka ilâh yok; Odur Cevvâd-ı Kerîm.
TESETTÜR
BİRİNCİ HİKMET
Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünkü kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var.
Hem kadınların on adetten altı yedisi, ya ihtiyardır, ya çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır, kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan, ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın.
Malûmdur ki, insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve serîütteessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa'da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, 'Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar' diye polislere şekvâ ediyorlar. Demek, medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur'ân'ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.
Hem kadınlarda ecnebî erkeklere karşı, fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü iktiza ediyor. Çünkü, sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmetle çekmekle beraber, hâmisiz bir veledin terbiyesiyle, sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vâki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettürle, nâmahremin iştahını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı olduğunu gösteriyor. Mesmûâtıma göre, merkez ve payitaht-ı hükûmette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!
İKİNCİ HİKMET
Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.
Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü'min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız
'Dünya öyle bir metâ değil ki nizâa değsin.' Çünkü, fâni ve geçici olduğundan kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz'î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın.
(Risale-i Nur)
boş emeller uğruna hem dünyasını hem ahiretini mahveden abes bir insan