ne derlerse desinler yakın dostlarım cinler havanın ve alevin kemiksiz çocukalrı yüzbir odalı evin haşmetli konukları rüzgardan topukları yakın dostlarım cinler
kum gibi kalabalık bim şekil ve bin kılık suda bir gümüş balık postacı güvercinler zümrüt yüklü hecinler yakın dostlarım cinler
hep bu ayak sesleri hep bu ayak sesleri dolaşıyor dışarda gün batışından beri bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime bir eski çıban gibi işliyor içerime
ey şimdi kara haber gibi bana yaklaşan sonra saadet olup yanımdan uzaklaşan sesler ayak sesleri kesilmez çıtırdılar ban gelen müjdeyi galiba caydırdılar böyle adım atarlar ayrılanlar eşinden böyle yürür gidenler bir tabutun peşinden kimsesiz gecelerim bu kesik sesle doldu artık atan kalbim de bir ayak sesi oldu bir gün sönük göğsüme düştüğü vakit başım benden ayrılıyormuş gib bir can yoldaşım gittikçe uzaklaşan bu sesi duya duya yavaşça dalacağım o kalkılmaz uykuya
bir ağızdan çalınan düdkler kalın kalın boşlukta tos vuracak nokta arayan çığlık koşup yılanlar gibi üzerinden suların arıyor teknemizi oturtacak bir sığlık
omuz omza şahlanan dalgalar büyük büyük bir ses işitip ürkmüş sürülerle canavar gözlerinde kıvılcım ağızlarında köpük birbirinin üstünde atlayıp geliyorlar
gittikçe boşluklara düşmekteyiz enginde arkadaki sahilse fosfor bir iz halinde her an bir parça daha uzaklaşıyor bizden
deniz bu yerde ölüm korkusu kadar derin kocaman bir kuş gibi geliyor peşimizden ruhu bu kapkaranlık suda can verenleri
hasreti denizlerin denizler kadar derin ve o kadr bucaksız ta karşımda yapraksız kullanılmış bir takvim üzerinde bir resim azgın sonsuz bir deniz kaygısız düşüncesiz çalkalanıyor boşlukta resimdeyse bir nokta yana yatmış bir gemi kaybettiği alemi arıyor deryalarda bu resim rüyalarda gib aklımı çeldi bana sahici geldi
geçtim kendi kendimden yüzüme o resimden köpükler vurdu sandım duymuş gibi ytıkandım ciğerimde bir yosun artık beni kim tutsun denizler oldu tasam yakar onu bulmazsam beni bu hasret dedim varırım elbet dedim bir ömür geze geze takvimdeki denize ne var ne oldu bana odma nasıl doldu birdenbire bu meltem ve dalgalandı perdem havalandı kağıtlar odamda kıyamet var ah yolculuk yolculuk ne kadar baygın soluk o gün bizde betbeniz ve ne titrek kalbimiz ve eşyamız ne küskün yola çıktığımız gün bir sıraya dizilmiş gözyaşalrını silmiş bakarlar sinsi sinsi niçino anda hepsi bir kuş gibi hafifler arkandan geleyim der niçin o güne kadar dilsiz duran ne kadar eşya varsa dirilir yolumuza serpilir
ufak böcekler gib gezer onların kalbi üstünde döşemenin bir gizli didişmenin saati çalar o an birden bakar ki insan herşey karmakarışık ayırmak olmaz artık bir kalbi bir taraktan ve kalb ağlayaraktan çekilir geri geri terkeder bu mahşeri bu mahşerin içinden o gün bend egeçtim en nem varsa evim anam çocukluğum hatıram ve ne sevdalar serde bıraktım gerilerde kaçar gib yangından rüzgarların ardından baktımd asüzgün süzgün kurşun yükünü gönlün tüy gibi hafiflettim denize hicret ettim
Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik; Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur. İçiçe mimari, içiçe benlik; Bildim seni ey Rab, bilinmez bilinmez meşhur!
Nizam köpürüyor, med vakti deniz; Nizam köpürüyor, ta çenemde su. Suda bir gizli yol, pırıltılı iz; Suda ezel fikri, ebed duygusu.
Kaçır beni ahenk, al beni birlik; Artık barınamam gölge varlıkta. Ver cüceye, onun olsun şairlik, Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.
Öteler öteler, gayemin malı; Mesafe ekinim, zaman madenim. Gökte saman yolu benim olmalı; Dipsizlik gölünde, inciler benim.
Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! Heybem hayat dolu, deste ve yumak. Sen, bütün dalların birleştiği kök; Biricik meselem, Sonsuza varmak... NECİP FAZIL KISAKÜREK
Bu şiirin üstüne ne yazarsam yazayım abesle iştigal olur.
öldür beni yaşamayı istemiyorum
senden ayrı bu çileyi çekemiyorum...........
KADIN
beklenen
ne hasta bekler sabahı
ne taze ölüyü ezar
ne de şeytan bir günahı
seni beklediğim kadar
geçti istemem gelmeni
yokluğund abuldum seni
bırak vehmimde gölgeni
gelme artık neye yarar
bekleyen
sen kaçan bir ürkek ceylansın dağda
ben peşine düşmüş bir canavarım
istersen dünyayı çağır imdada
sen varsın dünyada bir de ben varım
seni korkutacak geçtiğin yollar
arkandan gelecek hep ayak sesim
sarıp vücudunu belirsiz kollar
enseni yakacak ateş nefesim
kimsesiz odand akış geceleri
için ürperdiği demler beni an
de ki o dur sarsan pencereleri
de ki rüzgar değil odur haykıran
göğsümden havaya kattığım zehir
solduracak bir gül gibi ömrünü
kaçıp dolaşsanda sen şehir şehir
bana kalacaksın yine son günü
ölürsün...kapanır yollar geriye
ben mezarla sırdaş olur beklerim
varılmaz hayale işaret diye
topraüınd abir taş olur beklerim
dönemeç
bir gündü hava ılık
ve cadde kalabalık
bir kadın sapıverdi önümden dönemece
yalnız bir endam gördüm arkasından ipince
ve görmeden sevdiğim işte bu kadın dedim
çarpıldım sendeledim
bir gündü mevsim bayat
ve esnemekte hayat
dönemçten bir tabut çıktı ve üç beş adam
yalnız bir ahenk sezdim çerçevede o endam
ve tabutta incecik o kadın var anladım
bir köşede ağladım..
gel
yüzün bir sebepsiz korkuyla uçuk
o gün başucuma karalarla gel
arkanda çepçevre kızıl bir ufuk
tepende simsiyah kargalarla gel
elinden dal gibi düşerken ümit
ne bir hasret dinle ne bir ah işit
bir yaprak ol esen rüzgarlarla git
kırık bir tekne ol dalgalarla gel
..
veda
elimde sükutun nabzını dinle
dinlede gönlümü alıver gitsin
saçlarımdan tutup kor gözlerinle
yaşlı gözlerime dalıver gitsin
yürü gölgen seni uğurlamakta
küçülüp küçülüp kaybol ırakta
yolu tam dönerken arkana bakta
köşede bir lahza kalıver gitsin
ümidim yılların seline düştü
saçının en titrek teline düştü
kuru yaprak gibi elime düştü
istersen rüzgara salıver gitsin
aydınlık
uyan yarim uyan söndü yıldızlar
gün karşı tepeden doğmak üzredir
her sabah güneşi seyreden kızlar
mahmur gözlerini oğmak üzredir
uyan yarim sesler geldi derinden
karanlık oynadı koptu yerinden
ilk ışık kapının eşiklerinden
şimdi bir gölgeyi koğmak üzredir
sevgilim kapımı çaldı aydınlık
baygın gözlerimi aldı aydınlık
içimde tıkandı kaldı aydınlık
bu aydınlık beni boğmak üzredir
kadın
kalıp değil bir fikir
elmas sorguçlu fakir
açıkta sırrı bakir
kadın..
çölde kaçan bir serap
yönü kementli mihrap
madeni som ıstırap
kadın...
dipsiz hasrete tuzak
en yakından en uzak
tadı zehrinde erzak
kadın..
bir işaret bir misal
ayrılık remzi visal
Allah a yol bir timsal
kadın...
kalan
bir ebedi mahrumluk kalan bu hikayeden
git git bir çıkmaz sokak o varılmaz gayeden
kadın
bir ufuk ki ne mecnun varabildi ne ferhat
bir ufuk ki ilahi sırrı bekleyen serhad
kadın
kadından kendisinde olmayanı isteriz
hasret yerinde kalır ve biz çekip gideriz
KORKU
cinler
ne derlerse desinler
yakın dostlarım cinler
havanın ve alevin
kemiksiz çocukalrı
yüzbir odalı evin
haşmetli konukları
rüzgardan topukları
yakın dostlarım cinler
kum gibi kalabalık
bim şekil ve bin kılık
suda bir gümüş balık
postacı güvercinler
zümrüt yüklü hecinler
yakın dostlarım cinler
boş odalar
şu karşı evin boş odalarında
duvarlara sinmiş bir hayalet var
elinde mum gece ortalarında
bucak bucak gezer birini arar
camlar tutuşurken eski kafesler
beyaz duvarlara aksetmiş durur
dağınık sürüyü toplayan sesler
kapıya sokulup tokmağı vurur
sonra işitir sert bir hıçkırık
basar odaları belirsiz cinler
karanlık avluda döner bir çıkrık
sanırsın kundakta bir çocuk inler
akşam dağılırken yerli yerine
bu evin önünde ürperiyorlar
içlerinden kendi kendilerine
şu karşı ev tekin değil diyorlar
gece yarısı
her gece periler uyur odamda
derinlerden gelir uzun nefesler
yanan mum bir rüya seyreder camda
bir ağır hastanın nabzıdır sesler
gittikçe alçalır yükselir tavan
duvarda küçülür büyür parmaklar
elbisem çivide canlanır o an
içinde bir başka vücudu saklar
her perdeden çalar sivrisinekler
sanki bir tel gevşer bir tel burulur
sokakta uyanık kalan köpekler
yıldızlara bakıp durmadan ulur
birdenbire birşey çıtırdar derken
merdivenden gelir bir ayak sesi
basamaklar birer birer esnerken
kilitli kapının düşer perdesi
gözler parlayınca karanlıklarda
kemikten parmaklar terimi siler
yanyana oturmuş bekler dışarda
sarışın kediler siyah kediler
ayak sesleri
hep bu ayak sesleri hep bu ayak sesleri
dolaşıyor dışarda gün batışından beri
bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime
bir eski çıban gibi işliyor içerime
ey şimdi kara haber gibi bana yaklaşan
sonra saadet olup yanımdan uzaklaşan
sesler ayak sesleri kesilmez çıtırdılar
ban gelen müjdeyi galiba caydırdılar
böyle adım atarlar ayrılanlar eşinden
böyle yürür gidenler bir tabutun peşinden
kimsesiz gecelerim bu kesik sesle doldu
artık atan kalbim de bir ayak sesi oldu
bir gün sönük göğsüme düştüğü vakit başım
benden ayrılıyormuş gib bir can yoldaşım
gittikçe uzaklaşan bu sesi duya duya
yavaşça dalacağım o kalkılmaz uykuya
açıklarda
bir ağızdan çalınan düdkler kalın kalın
boşlukta tos vuracak nokta arayan çığlık
koşup yılanlar gibi üzerinden suların
arıyor teknemizi oturtacak bir sığlık
omuz omza şahlanan dalgalar büyük büyük
bir ses işitip ürkmüş sürülerle canavar
gözlerinde kıvılcım ağızlarında köpük
birbirinin üstünde atlayıp geliyorlar
gittikçe boşluklara düşmekteyiz enginde
arkadaki sahilse fosfor bir iz halinde
her an bir parça daha uzaklaşıyor bizden
deniz bu yerde ölüm korkusu kadar derin
kocaman bir kuş gibi geliyor peşimizden
ruhu bu kapkaranlık suda can verenleri
vehim
her gün elim tokmakta
bir an irkiliyorum
annem belki yatakta
annem belki toprakta
gün bitiyor şafakta
biliyor biliyorum
tabut gıcırdamakta
ve hevesler damakta
karınca
ruhum kelel şekeri vehimlerse karınca
kömürden kara rengim onlar beni sarınca
korkuyorum
su çekildi göründü sanki zamanın dibi
korkuyorum bu akşam kıyamet varmış gibi
korku
bir kalbim var ki benim sevdiğinde burkulur
kahredenden ziyade sevilenden korkulur
DAUSSILA
takvimdeki deniz
hasreti denizlerin
denizler kadar derin
ve o kadr bucaksız
ta karşımda yapraksız
kullanılmış bir takvim
üzerinde bir resim
azgın sonsuz bir deniz
kaygısız düşüncesiz
çalkalanıyor boşlukta
resimdeyse bir nokta
yana yatmış bir gemi
kaybettiği alemi
arıyor deryalarda
bu resim rüyalarda
gib aklımı çeldi
bana sahici geldi
geçtim kendi kendimden
yüzüme o resimden
köpükler vurdu sandım
duymuş gibi ytıkandım
ciğerimde bir yosun
artık beni kim tutsun
denizler oldu tasam
yakar onu bulmazsam
beni bu hasret dedim
varırım elbet dedim
bir ömür geze geze
takvimdeki denize
ne var ne oldu bana
odma nasıl doldu
birdenbire bu meltem
ve dalgalandı perdem
havalandı kağıtlar
odamda kıyamet var
ah yolculuk yolculuk
ne kadar baygın soluk
o gün bizde betbeniz
ve ne titrek kalbimiz
ve eşyamız ne küskün
yola çıktığımız gün
bir sıraya dizilmiş
gözyaşalrını silmiş
bakarlar sinsi sinsi
niçino anda hepsi
bir kuş gibi hafifler
arkandan geleyim der
niçin o güne kadar
dilsiz duran ne kadar
eşya varsa dirilir
yolumuza serpilir
ufak böcekler gib
gezer onların kalbi
üstünde döşemenin
bir gizli didişmenin
saati çalar o an
birden bakar ki insan
herşey karmakarışık
ayırmak olmaz artık
bir kalbi bir taraktan
ve kalb ağlayaraktan
çekilir geri geri
terkeder bu mahşeri
bu mahşerin içinden
o gün bend egeçtim en
nem varsa evim anam
çocukluğum hatıram
ve ne sevdalar serde
bıraktım gerilerde
kaçar gib yangından
rüzgarların ardından
baktımd asüzgün süzgün
kurşun yükünü gönlün
tüy gibi hafiflettim
denize hicret ettim
geceye şiir 1
kalbim bir çiçektir gündüzler ölgün
gelin gelin onu açın geceler
beni yadedermiş gibi bütün gün
ötün kulağımda çın çın geceler
geceler çekmeyin benimçin hüzün
gelin siz ruhumu tenimden süzün
bırakın naşı mı yerde gündüzün
gelgemi alın da kaçın geceler
Çile
Gaiblerde bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...
Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tulbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı
Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna (yok) un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı
Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al san rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!
Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye
Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor;
Makânı bir satih, zamanı vehim.
Bütün bir kahinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.
Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!
***
Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.
Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl?
Bir fikir ki sıcak yarad kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selam sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.
Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci gök, esrarını aç!
Annemin duası, düş de perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!
Uyku, katillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.
Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle...
Akrep nokta nokta ruhumu sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.
***
Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesafelerden!
Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun ve dolaşık.
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde bir mavi ışık.
Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehir kıymak gibi, beynimde.
Lugat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar söyleyin bana, ben kimim?
Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan muhacir; eşyadan öksüz?
Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!
Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.
***
Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.
Açıl susam, açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede.
Yandı sırça saray, ilahi yapı,
Binbir avizeyle uçsuz maddede.
Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
İçiçe mimari, içiçe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez bilinmez meşhur!
Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu.
Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.
Öteler öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.
Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...
NECİP FAZIL KISAKÜREK
Bu şiirin üstüne ne yazarsam yazayım abesle iştigal olur.
geceye şiir 2
insanlar içinde en yalnız insan
düşün taş duvara başın gömülü
ve kapan sükuta grnitten taştan
mazgallı bir kale gibi örülü
gözünü tavandan ayırmaki sen
üşürsün gölgeni yerde görürsen
dikilir karşına mumu söndürsen
ölüler içinde en yalnız ölü
geceye şiir 3
sesimi alıpta kaybetse rüzgar
versem gözlerimi bir sonsuz renge
içimd ebir mahşer uğultusu var
ruhumdur çağıran tenimi cenge
gözlerim bir kuyu dilim kördüğüm
bir görünmez alem ols agördüğüm
mermer bir kabuğa girip ördüğüm
kapansam iimden gelen ahenge
..
yolculuk
yolculuk her zaman düşündüm onu
içimdebu azgın davet ne demek
oraya nerdeyse güneşin sonu
uçmak kayıp gitmek kaçıp dönmemek
altımdan kaydırdı bir el minderi
herkes yatağında ben ayaktayım
bir gece rüyada gördüğüm yeri
gözlerim yumulu aramaktayım
beni çağırmakta yabancı dostlar
bu dostlar ne güzel dilsiz ve adsız
eski evde şimdi bir başka ev var
avlusu karanlık suları tadsız
her akşam aynı yer aynı saatta
güneşten eşyama düşen bir çubuk
yangın varmış gibi yukarı katta
arkamdan gel diyor sessiz ve çabuk
başım artık onu taşımak ne zor
başım günden güne kayıtsız bana
dalınd abir yaprak gibi dönüyor
acı rüzgarların çektiği yana
..
anneme mektup
ben bu gurbet ile düştüm düşeli
her gün biraz daha süzülmekteyim
her gece içine mermer döşeli
bir soğuk yatakta büzülmekteyim
böylece bir lahza kaldığım zaman
geceyi koynuma aldığım zaman
gözlerim kapanıp daldığım zaman
yeniden yollara düzülmekteyim
son günüm yaklaştı görünesiye
kalmadı bir adım yol ileriye
yüzünü görmeden ölürsem diye
üzülmekteyim ben üzülmekteyim