Eylül ayı veya güz mevsimi birçok edebiyatçının edebi duygularını harekete geçiren önemli imgelerin kaynağı olmuştur. Ne şiirler, ne nesirler yazılmıştır Eylül üzerine. Eşlik ettiği yorgunluk, tükeniş, sona doğru hızla yol alış, ölüm, ayrılık, yaşlılık bahisleri, Eylül edebiyatını kaçınılmaz olarak melankolik-depresif bir tür kılıyor. 1980 yılından sonra bu mevsimle ilgili imgelere memleketin üzerine bir kâbus gibi çöken 12 Eylül imgesi de dâhil olmuştur.
Bugünlerde yapılan açılış konuşmalarının bu melankolik ruh haliyle bir ilgisi var mıdır bilmiyoruz. Ama bu konuşmaların hepsinin ortak temasının “irtica” olması bir eylül konusu olarak kayda geçebilir ve hiç kuşkunuz olmasın bunun da melankolik bir boyutu vardır. Belki de tek fark bu konuşmaların hiçbir edebi boyutunun olmaması. Bırakınız edebi boyutu, hiçbir akıl boyutu olmayan bu konuşmalar yine de günlerce konuşuluyor, gündemi belirliyor insanların endişelerini artırıyor, karamsar, melankolik, kasvetli bir havayı hâkim kılabiliyor.
Bu konuşmaların hepsinin ortak özellikleri var. Hiç birini bir lise öğrencisine bile yakıştıramayacağınız kadar edebiyat ve akıl kalitesinden yoksun. Hepsi de asık suratla ve tehditkâr bir ses tonuyla, üstelik kâğıttan ve bir sürü hatayla okunarak yapılıyor. Konuşmaların içerikleri her türlü değerlendirmeyle sınıfta kalıyor. Ne akıldan eser var ne mantıktan ne de bilgiden. Hiç biri toplumda en ufak bir yapıcılık ve birlik hedeflemiyor, aksine her biri toplumun bir kesimini öbüründen daha fazla nefret ettirmeye yarıyor. Hepsi de Eylül'e özgü depresif ruh hallerinden izler taşıyor.
Papa'nın İslam'a saldıran konuşmasını yaptığı günün ertesinde Türkiye'nin Cumhurbaşkanı, dini inançların doğmatik olduğunu ifade eden skandal bir konuşma yapıyor. Papa özür dilemese bile sözlerinin yanlış anlaşıldığını ve bundan dolayı üzüntü duyduğunu ifade ederek Müslümanların gönlünü bir şekilde alıyor. Ama Türkiye'nin Cumhurbaşkanı bir defa okuduğu metnine dönüp bir daha bakmıyor bile.
Bir üniversite rektörü, Anadolu'nun Müslüman olmakla ne kadar çok şey kaybettiğini anlatıyor. Dinleyenler arasında tarihçiler de vardır mutlaka.
Kara kuvvetleri komutanı laikliği korumanın yargıya değil orduya düştüğünü savunuyor,
ODTÜ rektörü kendi öğretim üyelerini ve öğrencilerini irticaya karşı beşinci sınıf bir hamasetle dolduruşa getirmeye çalışıyor.
Giderek bu konuşmalar üniversite rektörleri arasında bambaşka bir yarışa dönüşüyor: Hamaset yarışına. Akla davet ediyorlar, ama davet ettikleri kendi mahdut akılları. Bilime davet ediyorlar, bilimden anladıkları 19. yüzyılın artık ilkel sayılan pozitivist bilim anlayışı. Laiklik diyorlar, bundan anladıkları laiklik adına fetişleştirilmiş kutsalların yüceltilmesinden başka bir şey değil. İrtica diyorlar, düşünüyorsunuz, taşınıyorsunuz, bizzat İslam'dan ve Müslümanlardan başka bir kasıt bulamıyorsunuz. İslam'ın yaşanması, ciddiye alınması rahatsız ediyor, buna irtica diyorlar. Bizzat İslam'a ve İslam'ın en doğal tezahürlerine irtica diyerek Müslümanların kutsallarına hakaret ediyorlar.
... Sözlerin, kelimelerin, düşlerin, umutların tükendiği yerde duruyorum; 'eylül' diyorum... Yıpranmış defterinin sayfalarını karıştırırken, hayatının kokusu siniyor ellerime... Ürperiyorum..Sonra hayalinin gözlerine bakıyorum ve aynı kabusun birbirine sırtı dönük iki kahramanı olduğumuzu fark ediyorum... Meğer yalnızlığımızın içinde nekadar kalabalıkmışız.. Tıpkı kalabalıkların arasında yapayalnız olduğumuz gibi... Olur olmaz yerlerde hayatımıza dair dipnotlar düşüyoruz elimize geçirdiğimiz küçük kağıtların üzerine.. bazen bir sigara paketine, bazen bir fişin arkasına.. Sen başka bir yerde ben başka bir yerde... Senin dip notların şiir oluyor, benimkiler garip bir günce... Bak işte seni de dip not düştüm yıpranmış bir kağıdın üzerine... ...
bütün doğa,hüznün farklı tonlarına bürünür. mavi gök,kurşuni bir hal alıp yer,yer siyaha dönerken,güneş azalan gücüyle, yorgun bir şekilde yeryüzüne ulaşmaya çalışır…denizin eski debdebesi kalmamıştır,asude bir hal alıp,sürekli küçük çiçeklemeler üretir.akköpükleri taşıyan dalgalar, usulca kumsalı yalayıp,geri dönerler... ağaçlardan dökülen yapraklar,rüzgar eşliğinde yer değiştirirek,ortama garip bir sessizlik ve yalnızlık duygusu salar…
doğadaki bu değişimler ruhuma yansır. içimi kara bir hüzün kaplar. ne kadar karşı koymaya çalışssamda,baş edemem.hüznün kollarına bırakırım kendimi.olur olmaz şeyler düşünmeye başlarım,nasıl olduğunu anlayamadığım tutku yüklü bir özlem gelip, boğazıma yapışır,neyi-kimi özlediğimi bilmeden çıldırasıya özlerim.saçmalama,deyip sakinleşirim.özlem duygusuyla baş ettiğimi düşündüğüm an, esen rüzgarla içim ürperir, ruhuma yalnızlığımı fısıldar,yarım kalan aşklarım düşer aklıma, hüznüm katmerlenir. yerimde duramayıp, amok koşucuları gibi arkamda küçük çaplı bir toz bulutu oluşturarak, dağlara doğru koşmaya başlarım. nefesim kesilir,küçük bir limon ağacının dibine uzanıp,nabız atışlarımı dinlerim. limon kokusu aklımı başımdan alır, bitmiş aşklarım düşer aklıma,taş kesilip,susarım.her şey hüzün yüklü,biraz içip kendime gelmeliyim...gevşiyorum. hiçbir şey düşünmemeye çalışıyorum,ne mümkün,bu seferde hayali aşklar kurguluyorum! kimi-neyi istiyorum? dellendim,kesin dellendim.sızıyorum,gecenin kör saatinde yataktan fırlayıp,yalnızlığımla yüzleşmeye çalışıyorum,zor oluyor.uzaktan bekçi düdüklerinin kesik kesik sesleri geliyor,güneyden bir yıldız hızla torosların zirvesine kayıp,sönüyor.eylül gecesinin hüznünü yırtacak bir mesaj olup olmadığını kontrol etmek için cep telefonuma bakıyorum…gün ağarıyor..bir boşvermişlik saplanıyor,akışına bırak,zorlama,diyor…
eylül,edilgen,karamsar bir ruh haliyle geçiyor.usuma turgut uyar’ın nefis dizeleri geliyor:
“tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
sonbahar geldi hüzün …
sevgim acıyor
kimi sevsem
kim beni sevse…”
not: içimden bir ses”ne yazıyorsun”diyor.”eylül’ü”diyorum.”kırık,dökük duygularını,klişeleşmiş kelimelerle terennüm edip durmuşsun, boşver,sil”diyor.”boşver”diyorum…
eylül! daha çocukluğumdan beri size bakardım ben bir yazın azalmakta olan sözcüklerinden nasıl da ansızın sökülürdünüz bahçelerle ve kül dolardı içim... eylül!
eylül! kırılgan mevsim! cam hançeri güzün dağılırdı kalbimde birden gecenin ve gündüzün perdesiyle örtülürdünüz tenhâyla ve tül dolardı içim... eylül!
eylül! unuttum sizi dağ kızarır yol sararırdı ve ben dönüşlere bakardım o aman vermez belleğin paramparça güldüğüydünüz aynalarla ve gül dolardı içim... eylül!
Bir eylüldü başlayan içimde Ağaçlar dökmüştü yapraklarını Çimenler sararmıştı Rengi solmuştu tüm çiçeklerin Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı Katar gidiyordu kuşlar uzaklara Deli deli esiyordu rüzgar Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar Sevmişliğim, sevilmişliğim O heyheyler, o delişmenlikler neydi Ne bu kadere boyun eğmişliğim Ne bu acıdan korlaşan yürek Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran Gamlı, yıkık eylül sonuma Bir ilk yaz tazeliği getirdin Masmavi göğünle Cana can katan güneşinle Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime Çiçekler açtı dokunduğun Çimler büyüdü yürüdüğün Ve güller katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi Oldurduğun yemişlerin ağırlığından Dallarım yere değiyor Güneşi batmadan saçlarının Bir dolunay doğuyor bakışlarından Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma Baksana; parmak uçlarım ateş Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan Benimle meydan oku her çaresizliğe Benimle uyu, benimle uyan Birlikte varalım on üçüncü aylara
Ayrılık ve hüzünle birlikte kullanılır.bütün o cıvıltının bittiği; herkesin,her şeyin bir yere dağıldığı ay..ben yine de seviyorum bu ayı huzur veriyor..
...Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık... - ahmet telli -
yalancı mutluluklar dağıtan peri..esince rüzgar, yaprakların altından çıkan yaşanmışlıklar bana kalan...doğumumun şahidi tek ay..yine de sevemiyorum senii
Yegenimin ismi eylül yeni dogdu göremedim daha..Belki daha da göremem. Eylül acilarin ayidir, acilarin üniformali ayidir. Ülkem boynu bükük bir hünüyusuf benim....
İleri-geri konuşmalar mevsimi
Eylül ayı veya güz mevsimi birçok edebiyatçının edebi duygularını harekete geçiren önemli imgelerin kaynağı olmuştur. Ne şiirler, ne nesirler yazılmıştır Eylül üzerine. Eşlik ettiği yorgunluk, tükeniş, sona doğru hızla yol alış, ölüm, ayrılık, yaşlılık bahisleri, Eylül edebiyatını kaçınılmaz olarak melankolik-depresif bir tür kılıyor. 1980 yılından sonra bu mevsimle ilgili imgelere memleketin üzerine bir kâbus gibi çöken 12 Eylül imgesi de dâhil olmuştur.
Bugünlerde yapılan açılış konuşmalarının bu melankolik ruh haliyle bir ilgisi var mıdır bilmiyoruz. Ama bu konuşmaların hepsinin ortak temasının “irtica” olması bir eylül konusu olarak kayda geçebilir ve hiç kuşkunuz olmasın bunun da melankolik bir boyutu vardır. Belki de tek fark bu konuşmaların hiçbir edebi boyutunun olmaması. Bırakınız edebi boyutu, hiçbir akıl boyutu olmayan bu konuşmalar yine de günlerce konuşuluyor, gündemi belirliyor insanların endişelerini artırıyor, karamsar, melankolik, kasvetli bir havayı hâkim kılabiliyor.
Bu konuşmaların hepsinin ortak özellikleri var. Hiç birini bir lise öğrencisine bile yakıştıramayacağınız kadar edebiyat ve akıl kalitesinden yoksun. Hepsi de asık suratla ve tehditkâr bir ses tonuyla, üstelik kâğıttan ve bir sürü hatayla okunarak yapılıyor. Konuşmaların içerikleri her türlü değerlendirmeyle sınıfta kalıyor. Ne akıldan eser var ne mantıktan ne de bilgiden. Hiç biri toplumda en ufak bir yapıcılık ve birlik hedeflemiyor, aksine her biri toplumun bir kesimini öbüründen daha fazla nefret ettirmeye yarıyor. Hepsi de Eylül'e özgü depresif ruh hallerinden izler taşıyor.
Papa'nın İslam'a saldıran konuşmasını yaptığı günün ertesinde Türkiye'nin Cumhurbaşkanı, dini inançların doğmatik olduğunu ifade eden skandal bir konuşma yapıyor. Papa özür dilemese bile sözlerinin yanlış anlaşıldığını ve bundan dolayı üzüntü duyduğunu ifade ederek Müslümanların gönlünü bir şekilde alıyor. Ama Türkiye'nin Cumhurbaşkanı bir defa okuduğu metnine dönüp bir daha bakmıyor bile.
Bir üniversite rektörü, Anadolu'nun Müslüman olmakla ne kadar çok şey kaybettiğini anlatıyor. Dinleyenler arasında tarihçiler de vardır mutlaka.
Kara kuvvetleri komutanı laikliği korumanın yargıya değil orduya düştüğünü savunuyor,
ODTÜ rektörü kendi öğretim üyelerini ve öğrencilerini irticaya karşı beşinci sınıf bir hamasetle dolduruşa getirmeye çalışıyor.
Giderek bu konuşmalar üniversite rektörleri arasında bambaşka bir yarışa dönüşüyor: Hamaset yarışına. Akla davet ediyorlar, ama davet ettikleri kendi mahdut akılları. Bilime davet ediyorlar, bilimden anladıkları 19. yüzyılın artık ilkel sayılan pozitivist bilim anlayışı. Laiklik diyorlar, bundan anladıkları laiklik adına fetişleştirilmiş kutsalların yüceltilmesinden başka bir şey değil. İrtica diyorlar, düşünüyorsunuz, taşınıyorsunuz, bizzat İslam'dan ve Müslümanlardan başka bir kasıt bulamıyorsunuz. İslam'ın yaşanması, ciddiye alınması rahatsız ediyor, buna irtica diyorlar. Bizzat İslam'a ve İslam'ın en doğal tezahürlerine irtica diyerek Müslümanların kutsallarına hakaret ediyorlar.
Yasin Aktay
...
Sözlerin, kelimelerin, düşlerin, umutların tükendiği yerde duruyorum; 'eylül' diyorum...
Yıpranmış defterinin sayfalarını karıştırırken, hayatının kokusu siniyor ellerime... Ürperiyorum..Sonra hayalinin gözlerine bakıyorum ve aynı kabusun birbirine sırtı dönük iki kahramanı olduğumuzu fark ediyorum... Meğer yalnızlığımızın içinde nekadar kalabalıkmışız.. Tıpkı kalabalıkların arasında yapayalnız olduğumuz gibi...
Olur olmaz yerlerde hayatımıza dair dipnotlar düşüyoruz elimize geçirdiğimiz küçük kağıtların üzerine.. bazen bir sigara paketine, bazen bir fişin arkasına.. Sen başka bir yerde ben başka bir yerde... Senin dip notların şiir oluyor, benimkiler garip bir günce... Bak işte seni de dip not düştüm yıpranmış bir kağıdın üzerine...
...
Ayların hüzünlüsü......
Mapusun içinde
Sabahın üçünde
Gözlerinde yangınlar vardı
Üç duvar bir kapıya
Sığmayan umutlardı
Ankara'nın kalbinde
Patlayacak volkandı
Geldiler can almaya
Tükendiler vurdukça
Korktular kıydıkça
Çoğalan hayatlardan
Gecenin içinde
Sabahın üçünde
Ankara'yı ateşler sardı
(Yüreğime kurşunlar yağdı)
Toprağın uykudan
Uyandığı bir andı
Gidenlerin ardından
Soluksuz bir sabahtı
Sesleri soluğuydu
Doruğuydu kavganın
Yaşamın onuruydu
Muştusuydu yarının
Düştüler birer birer
Dillerinde yeminler
Direnerek ölümü
Yeneceğiz dediler
Söz - Müzik: Grup Yorum
bütün doğa,hüznün farklı tonlarına bürünür. mavi gök,kurşuni bir hal alıp yer,yer siyaha dönerken,güneş azalan gücüyle, yorgun bir şekilde yeryüzüne ulaşmaya çalışır…denizin eski debdebesi kalmamıştır,asude bir hal alıp,sürekli küçük çiçeklemeler üretir.akköpükleri taşıyan dalgalar, usulca kumsalı yalayıp,geri dönerler... ağaçlardan dökülen yapraklar,rüzgar eşliğinde yer değiştirirek,ortama garip bir sessizlik ve yalnızlık duygusu salar…
doğadaki bu değişimler ruhuma yansır. içimi kara bir hüzün kaplar. ne kadar karşı koymaya çalışssamda,baş edemem.hüznün kollarına bırakırım kendimi.olur olmaz şeyler düşünmeye başlarım,nasıl olduğunu anlayamadığım tutku yüklü bir özlem gelip, boğazıma yapışır,neyi-kimi özlediğimi bilmeden çıldırasıya özlerim.saçmalama,deyip sakinleşirim.özlem duygusuyla baş ettiğimi düşündüğüm an, esen rüzgarla içim ürperir, ruhuma yalnızlığımı fısıldar,yarım kalan aşklarım düşer aklıma, hüznüm katmerlenir. yerimde duramayıp, amok koşucuları gibi arkamda küçük çaplı bir toz bulutu oluşturarak, dağlara doğru koşmaya başlarım. nefesim kesilir,küçük bir limon ağacının dibine uzanıp,nabız atışlarımı dinlerim. limon kokusu aklımı başımdan alır, bitmiş aşklarım düşer aklıma,taş kesilip,susarım.her şey hüzün yüklü,biraz içip kendime gelmeliyim...gevşiyorum. hiçbir şey düşünmemeye çalışıyorum,ne mümkün,bu seferde hayali aşklar kurguluyorum! kimi-neyi istiyorum? dellendim,kesin dellendim.sızıyorum,gecenin kör saatinde yataktan fırlayıp,yalnızlığımla yüzleşmeye çalışıyorum,zor oluyor.uzaktan bekçi düdüklerinin kesik kesik sesleri geliyor,güneyden bir yıldız hızla torosların zirvesine kayıp,sönüyor.eylül gecesinin hüznünü yırtacak bir mesaj olup olmadığını kontrol etmek için cep telefonuma bakıyorum…gün ağarıyor..bir boşvermişlik saplanıyor,akışına bırak,zorlama,diyor…
eylül,edilgen,karamsar bir ruh haliyle geçiyor.usuma turgut uyar’ın nefis dizeleri geliyor:
“tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
sonbahar geldi hüzün …
sevgim acıyor
kimi sevsem
kim beni sevse…”
not: içimden bir ses”ne yazıyorsun”diyor.”eylül’ü”diyorum.”kırık,dökük duygularını,klişeleşmiş kelimelerle terennüm edip durmuşsun,
boşver,sil”diyor.”boşver”diyorum…
...de denize girmek,aklımın ucundan bile geçmezdi.hele bir gün öncesin de de yağmur yağmış.su o kadar ılıktı ki,keyfini yaşadım...
BENİMLE EYLÜL
Yaraşır bilirim sonbahara gam:
Geçerim bir hayel gibi kenardan
Sahilde sorarım böyle bir akşam
Rüzgarı sulardan, seni rüzgardan
Ey siyah saçlı kız, mevsimin kızı
Unutmuş kayalar maceramızı...
Ruhuna yayılır derin bir sızı
Sahilde gezen her bahtiyardan.
...Karanlık, neşesiz bir sonbahardı,
Dalgalar kenardan seni sorardıarardı
Duydumki ağlıyan bir seda vardı:
Geçmişsin, anladım, sen bu yoldan!
Bir yaprak daha düştü hayat ağacımdan... Bir yıl daha gitti ömrümden... 3 Eylül 2006 Pazar...
hüzün, son, ayrılık
EYLÜL'ün duası...
Yazılmış şiirlerin pek çoğu, yazılmışsa Nisan’a...
Bir o kadarı da yazılmıştır...yazılmıştır bil sana...
Eylül! sen ne hoş, ne güzel, ne tatlı, ne ılık bir ay’sın! ..
Tanrı emretmiş, demiş sanki, “insanın içini baysın! ”
Yumuşak, güneşli, dingin! bir Sonbahar ki pırıl-pırıl...
Gel de sevme Eylül’ü...hadi sevmede, beğenme darıl...
Ben doğmuşum, ben! 26’sında, Eylül benim ay’ım...
Her ay Eylül olsa...12 ay! hep Eylül’le olayım...
Nisan’da sevdiğimin ay’ı! Dünya’ya geldiği aydır...
Benliğim O’na kuldur, köledir! .. gönlüm ise saraydır! ..
Ne mutlu ki O Bahar! ..İlkbahar, çiçek çiçek bahardır...
Bende Eylül’le gelen serinlik, sonra yağmur ve kar’dır...
Yeşeren yapraktır O! ..bir dal’dır! O açan bir çiçektir! ..
O’nda can bulur canlı...ya insan ya da börtü – böcektir...
O 4 bense 9’um! hayattır O! ..can’dır! ..bense ölüm...
Bilirsin! öyle olmasa gülüm, ben ki çoktan ölürüm
Eylül’ün duasıdır var olman Nisan! ..cıvıltılarla...
Sen sağol! dileğim bu, sen yaşa! yetinirim bu kâr’la...
EYLÜL RÜBAİ
eylüle girdim eylüle girdim
her ömrün bir eylülü vardır
onca yaşadım
şimdi bildim
MURATHAN MUNGAN
eylül! daha çocukluğumdan
beri size bakardım ben
bir yazın azalmakta olan
sözcüklerinden nasıl da
ansızın sökülürdünüz
bahçelerle ve kül
dolardı içim... eylül!
eylül! kırılgan mevsim!
cam hançeri güzün
dağılırdı kalbimde
birden gecenin ve gündüzün
perdesiyle örtülürdünüz
tenhâyla ve tül
dolardı içim... eylül!
eylül! unuttum sizi
dağ kızarır yol sararırdı
ve ben dönüşlere bakardım
o aman vermez belleğin
paramparça güldüğüydünüz
aynalarla ve gül
dolardı içim... eylül!
Hilmi Yavuz
hisseder gibiyim gelişini,balkonda uyumak için uzandım ve üşüdüm...umarım yüreğim de üşümez...
Sarılar giyindin neye bu davet
Ayrılık getirme, ölüme evet
Ya da bu sevdayı başımdan def et
Aşıyor haddini; sevdiğim Eylül
Eylüller bahdıma kara düşüyor
Menekşe titriyor lale üşüyor
Gün vakitsiz doğup erken aşıyor
O buruk tadını sevdiğim Eylül.........
eylül
eylül ve
bitmeyen yağmurlar
alnım açık
yüzüm ak
hep güneşler altında tutsak
yanarak geçen bir ömrün
elbet hakkıdır da
ıslanmak...
y. e.
26'sı 1- Türk Dil Bayramı...
2- Doğum günüm...
3- Dikkat ederseniz Sonbaharın en sakin, limonata gibi günüdür...
eylül akşamı.. bülent ortaçgil..
ayrılık eylülü ilkbaharımın
güllerim kaçkere ekim'e kaldı.
bitmez seranadı yare yarımın
yarım umutlarda yıkıma kaldı...
BEN EYLÜL SEN HAZİRAN
Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
eylül dersem hüzün anla demiş şair
nisan ne ise eylül de o hayatımda
tıpkı doğum ve ölüm gibi
eylül şarkısını söyleyen alpay ve lise yılları
eylülde gel..
yağmurdan sonra toprağın kokusu...
Sonbaharın en güzel zamanı.Dökülen yapraklar,yağmurun o huşu sesi.Toprak kokusu ve hüzün.İçindeki hüzünle, huzura doğru yürümektir özgürce.
Ayrılık ve hüzünle birlikte kullanılır.bütün o cıvıltının bittiği; herkesin,her şeyin bir yere dağıldığı ay..ben yine de seviyorum bu ayı huzur veriyor..
...Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi
Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık... - ahmet telli -
yalancı mutluluklar dağıtan peri..esince rüzgar, yaprakların altından çıkan yaşanmışlıklar bana kalan...doğumumun şahidi tek ay..yine de sevemiyorum senii
Hüzün...
Yegenimin ismi eylül yeni dogdu göremedim daha..Belki daha da göremem. Eylül acilarin ayidir, acilarin üniformali ayidir. Ülkem boynu bükük bir hünüyusuf benim....
Dokunma bana eylül
rüzgarınla kopacak yaprak gibiyim
şimdi dostum ismini bile bilmediğim diyarlarda...
dokunma bana eylül
yağdırma bana yalnızlığımı hatırlatan yağmurlarını...
şimdi dostum çok uzaklarda
yolunu bile bilmediğim isimsiz diyarlarda...
o yanımda yokken dokunma bana eylül...
ona dokunma.........
sonbaharın en güzel çocuğu.