İnsanı hayvandan farklı kılan yanlardan biri, onun eski yaşam biçimlerinden tıpkı yılanın derisinden yavaşça sıyrıldığı gibi sıyrılma çabasıdır. Hiçbir yaşam biçimi, hiçbir düşünce, hiçbir ideoloji kalıcı değildir. Bunlar ya şekil değişikliğine uğratılır, ya da topyekün terk edilir. İnsan değişmek için elinden geleni yapan, değişime yazgılı, yeninin peşinde koşan, olmayanı olur hale getirmek isteyen bir varlıktır. Eskide ısrar edenler çığın önünde duran bir kuru buğday sapı gibidir. Kısaca değişim ve devinim esastır. Bu devinimin sebebi, insanın evrimsel sürecinde bilincinin de devreye girmiş olmasıdır.
Sıradan yaşam içerisinde biz, sadece yüzeysel birtakım ilişkilere işaret ettiğimiz için yetersiz bir dil ile idare ederiz. ‘’Derin ilişkiler’’ mevzu bahis edilir edilmez, derhal başka bir dil işe koyulur; Şiirsel dil. (Goethe)
Ego, personaya bağlandığında kişi kendini tamamen unutur ve toplumun beklentilerini karşılamak adına kendinden ödün verir. Bu durum bireyin psikolojik gelişimini engeller ve içsel benliğiyle olan bağı koparır. Her meslek veya toplumsal rol kendine özgü bir persona yaratır. İnsanlar toplumun kendilerinden beklediği davranışa uyum sağlamak için bu personaya bürünür. Profesör ders kitabıyla, tenor sesi ile özdeşleşir ve kendi kimliklerini kaybederler. Bir süre sonra sadece başkalarının gözünden gördükleri sahte kimliklerle yaşarlar. (Carl Gustav Jung)
Zaman ayırmakta zorlanıyoruz üç beş kişiye bile! Bazen yalnız geçiyor günlerimiz. Ne ilginçtir ki bu yalnızlığa rağmen kendimizle de vakit geçiremiyoruz.Olamıyoruz kimseyle.
Çocukluğumda ne acılar çektim. Ne var ki gençlik çağına geçişimden sonra bu korkunç özelliğimin bilincine her yıl daha çok varmama karşın bunu nedense daha sakin karşılamaya başlamıştım. Bunun neden böyle olduğunu bugüne dek çözebilmiş değilim. Belki de herhangi bir nedenle ruhuma çökmüş, orada büyüdükçe büyümüş, benden çok yükseklerde korkunç bir hüzündür bunun nedeni! Evet içime yerleşmiş olan, dünyada her yerde, her şeyin aynı olduğu kanısı idi bunun nedeni. Çok eskilerden beri seziyordum bunu ama kesin kanısı birdenbire yer etti içimde. Ansızın dünya varmış ya da hiçbir yerde hiçbir şey yokmuş, benim için bunun bir anlamı olamazmış gibi hissettim. Benim için hiçbir şeyin var olmadığını bütün varlığımla duymaya, anlamaya başladım. Başlangıçta daha önce her şey varmış gibi geliyordu bana. Ama sonra daha önce de bir şeyin olmadığını ancak nedense bana öyle geldiğini anladım. Yavaş yavaş hiçbir zaman hiçbir şeyin var olmadığına inandım. O zaman birden insanlara kızmamaya, onları nedense fark etmemeye başladım. Onlarla birlikte sorunlarım da uzaklaşıyordu benden. (Fyodor Dostoyevski-Tuhaf bir adamın rüyası)
İşçinin alın terini kurutmaları yüreğimi yaralıyor. Uzaklara gitmek istiyorum. Çok uzaklara. Yorgun gözlerim topraktan ve gökyüzünden başka şey görmesin artık.
İlkbahardaki bir nehir gibi hızla akıp gidiyordu ömrümüz. Akıp giden geri gelmiyor. Bu nedenle bu yedi yıl sonsuzluk gibi gelmişti biz sabırsızlara! Bedenlerimiz birbirini bu kadar arzularken, dudaklarımız sevdiğinin öpücüğüne bu kadar susamışken katlanılacak gibi değildi bu yedi yıl. Fakat yüce tanrım, Yakup yine de boyun eğdi bu hükme. Ben de uydum babamın buyruğuna. Yüreğimizi elimize aldık ve ona itaat etmeyi, sabretmeyi öğrettik. Sabretmek aciz kullar için ne zor! Çünkü yanan yüreği canlı bedenimize sen koydun. Yeryüzündeki ömrümüzün ne kadar kısa olduğunu, bilincinin ve korkusunun tohumlarını derinlerde bir yerlere sen yerleştirdin. Ömrümüzün sonbaharı ilkbaharının çok yakınındadır. Yazı ise hiç uzun değildir. Bu nedenle böyle bir sabırsızlık çalkalanır kanımızda! Bu nedenle büyük bir açlıkla uzanır ellerimiz sevdiğini almaya! (Stefan Zweig- Rahel tanrıyla hesaplaşıyor)
Oz büyücüsü adlı eserdeki Dorothy’yi diğer masal kahramanlarından ayıran, her şeyi tek başına yapmak zorunda olmasıdır. Ama tıpkı erkek masal kahramanlarını koruyan iyilik perileri gibi, kendisini de iyilik cadısı korumaktadır. Yolculuğu esnasında Dorothy üç kişiyle tanışır. Korkuluk kendine güveni düşük, aptal olduğuna dair inancı tam, aşağılık kompleksine sahiptir. Teneke adam ise kalbi olmayan biridir. Hissedememekten yakınır. Korkak aslan, çalıların arasından gelene geçene kükreyen ama karşı karşıya gelince korkudan titreyen biridir. Yazarın bu eserinde bu üç figür toplumun üç sınıfını sembolize eder. Korkuluk aklına güvenmediği için popülist siyasetçilerin peşinden giden cahil çiftçiler, teneke adam sanayileşmeden ve kapitalizmden dolayı kendine yabancılaşan işçi, korkak aslan ise esip gürleyen ama asla harekete geçmeyen politikacılardır.
Çoğu insan kendine değil aslında dış faktörlere güvenir. Bunlardan parayı, malı ve statüyü çekip aldığınızda çırılçıplak hissederler kendilerini. 21.asır insanı dışarıdan sağlam görünen bir enkazdır.
Kapitalizmin işleyiş mekanizmasının temelinde, insanı eksik hissettirme gücü bulunur. İnsan eksik olabilir lakin onun eksiğini giderecek olan, sistemin ürettiği mal ve hizmetler değildir.
Metafizik, felsefenin konusudur ve önemlidir. İnsanlara metafizik öğretmezseniz sosyal çürümeyi, toplumsal dağılmayı ancak son evrede yani sokaklar cehennem yerine döndüğünde fark ederler.
Galiba gülebilen tek varlığın insan olmasını anlayabiliyorum. O kadar acı çekmiştir ki insan, bu acıların üstesinden gelebilmek için gülmeyi keşfetmiştir. (Friedrich Nietzsche- Ecce Homo: İnsan nasıl kendisi olur.)
Şişli’de bir apartman, yoksa eğer halin yaman, nikel kübik mobilyalar, duvarda yağlı boyalar, lüküs hayat… Bu bir güldürü idi ama aynı zamanda son derece ciddi bir toplumsal eleştiri idi. Olumsuz ekonomik şartlardan haberi bile olmayan, yoksulların geçim sıkıntısına karşı duyarsız kalan, sosyete tabir edilen kimselerin menfaatlerine dayalı vıcık vıcık ilişkilerin aynasıydı lüküs hayat müzikali.
Kavram: Gündelik hayatta karşılaşılan olay, ilişki ve durumları, yani sosyoloji biliminin konusu olan her şeyi anlamlandırmak için ihtiyaç duyulan temel düşünce araçlarıdır. Diğer deyişle yol bulmayı sağlayan, harita görevi üstlenen adlandırma, tanımlamalardır.
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir? Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir! Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray, Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay; Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir? Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir! Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray, Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay; Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Zihinsel zincirlerini kıramayanlar, kendilerindekini masaya yatırıp enine boyuna incelemeyenler, değişime sırt çeviren ve sadece eldeki mevcut eski malzeme ile yaşam tesis etmeye çalışanlar, dış dünyadan gelen sert darbeler karşısında her zaman seyirci kalmak durumundadır.
İnsan ve toplum sorunlarına akıl perspektifinden bakmak gerekir. Bunu söylemesi kolay, uygulaması ise çok zordur. Nitekim dünyanın dörtte üçü bunu uygulamaya koyamamaktadır.
İnsan bir şey yapmaya yapmaya kötülük öğrenir. (Aristoteles)
İnsanı hayvandan farklı kılan yanlardan biri, onun eski yaşam biçimlerinden tıpkı yılanın derisinden yavaşça sıyrıldığı gibi sıyrılma çabasıdır. Hiçbir yaşam biçimi, hiçbir düşünce, hiçbir ideoloji kalıcı değildir. Bunlar ya şekil değişikliğine uğratılır, ya da topyekün terk edilir. İnsan değişmek için elinden geleni yapan, değişime yazgılı, yeninin peşinde koşan, olmayanı olur hale getirmek isteyen bir varlıktır. Eskide ısrar edenler çığın önünde duran bir kuru buğday sapı gibidir. Kısaca değişim ve devinim esastır. Bu devinimin sebebi, insanın evrimsel sürecinde bilincinin de devreye girmiş olmasıdır.
Sıradan yaşam içerisinde biz, sadece yüzeysel birtakım ilişkilere işaret ettiğimiz için yetersiz bir dil ile idare ederiz. ‘’Derin ilişkiler’’ mevzu bahis edilir edilmez, derhal başka bir dil işe koyulur; Şiirsel dil. (Goethe)
Ego, personaya bağlandığında kişi kendini tamamen unutur ve toplumun beklentilerini karşılamak adına kendinden ödün verir. Bu durum bireyin psikolojik gelişimini engeller ve içsel benliğiyle olan bağı koparır. Her meslek veya toplumsal rol kendine özgü bir persona yaratır. İnsanlar toplumun kendilerinden beklediği davranışa uyum sağlamak için bu personaya bürünür. Profesör ders kitabıyla, tenor sesi ile özdeşleşir ve kendi kimliklerini kaybederler. Bir süre sonra sadece başkalarının gözünden gördükleri sahte kimliklerle yaşarlar. (Carl Gustav Jung)
Her zaman bir miktar yapmacıklık vardır çünkü kişilik, en iyi özelliklerimizi sergilediğimiz bir vitrindir. (Anthony Stevens)
Zaman ayırmakta zorlanıyoruz üç beş kişiye bile! Bazen yalnız geçiyor günlerimiz. Ne ilginçtir ki bu yalnızlığa rağmen kendimizle de vakit geçiremiyoruz.Olamıyoruz kimseyle.
Kışın ortasında, içimde yenilmez bir yaz olduğunu fark ettim. (Albert Camus)
Çocukluğumda ne acılar çektim. Ne var ki gençlik çağına geçişimden sonra bu korkunç özelliğimin bilincine her yıl daha çok varmama karşın bunu nedense daha sakin karşılamaya başlamıştım. Bunun neden böyle olduğunu bugüne dek çözebilmiş değilim. Belki de herhangi bir nedenle ruhuma çökmüş, orada büyüdükçe büyümüş, benden çok yükseklerde korkunç bir hüzündür bunun nedeni! Evet içime yerleşmiş olan, dünyada her yerde, her şeyin aynı olduğu kanısı idi bunun nedeni. Çok eskilerden beri seziyordum bunu ama kesin kanısı birdenbire yer etti içimde. Ansızın dünya varmış ya da hiçbir yerde hiçbir şey yokmuş, benim için bunun bir anlamı olamazmış gibi hissettim. Benim için hiçbir şeyin var olmadığını bütün varlığımla duymaya, anlamaya başladım. Başlangıçta daha önce her şey varmış gibi geliyordu bana. Ama sonra daha önce de bir şeyin olmadığını ancak nedense bana öyle geldiğini anladım. Yavaş yavaş hiçbir zaman hiçbir şeyin var olmadığına inandım. O zaman birden insanlara kızmamaya, onları nedense fark etmemeye başladım. Onlarla birlikte sorunlarım da uzaklaşıyordu benden. (Fyodor Dostoyevski-Tuhaf bir adamın rüyası)
Kader insana benzer. Eğer bize yaptıklarından etkilenmediğimizi ona gösterirsek o zaman bizi rahat bırakır. (Fernando Pessoa– Ophelia’ya mektuplar)
İşçinin alın terini kurutmaları yüreğimi yaralıyor. Uzaklara gitmek istiyorum. Çok uzaklara. Yorgun gözlerim topraktan ve gökyüzünden başka şey görmesin artık.
İlkbahardaki bir nehir gibi hızla akıp gidiyordu ömrümüz. Akıp giden geri gelmiyor. Bu nedenle bu yedi yıl sonsuzluk gibi gelmişti biz sabırsızlara! Bedenlerimiz birbirini bu kadar arzularken, dudaklarımız sevdiğinin öpücüğüne bu kadar susamışken katlanılacak gibi değildi bu yedi yıl. Fakat yüce tanrım, Yakup yine de boyun eğdi bu hükme. Ben de uydum babamın buyruğuna. Yüreğimizi elimize aldık ve ona itaat etmeyi, sabretmeyi öğrettik. Sabretmek aciz kullar için ne zor! Çünkü yanan yüreği canlı bedenimize sen koydun. Yeryüzündeki ömrümüzün ne kadar kısa olduğunu, bilincinin ve korkusunun tohumlarını derinlerde bir yerlere sen yerleştirdin. Ömrümüzün sonbaharı ilkbaharının çok yakınındadır. Yazı ise hiç uzun değildir. Bu nedenle böyle bir sabırsızlık çalkalanır kanımızda! Bu nedenle büyük bir açlıkla uzanır ellerimiz sevdiğini almaya! (Stefan Zweig- Rahel tanrıyla hesaplaşıyor)
Onu görmek, sesini duymak, çöpü atmak için sokağa çıkıp yıldız kaymasına şahit olmak gibiydi. (Beyza Alkoç-Sınırsız)
Oz büyücüsü adlı eserdeki Dorothy’yi diğer masal kahramanlarından ayıran, her şeyi tek başına yapmak zorunda olmasıdır. Ama tıpkı erkek masal kahramanlarını koruyan iyilik perileri gibi, kendisini de iyilik cadısı korumaktadır. Yolculuğu esnasında Dorothy üç kişiyle tanışır. Korkuluk kendine güveni düşük, aptal olduğuna dair inancı tam, aşağılık kompleksine sahiptir. Teneke adam ise kalbi olmayan biridir. Hissedememekten yakınır. Korkak aslan, çalıların arasından gelene geçene kükreyen ama karşı karşıya gelince korkudan titreyen biridir. Yazarın bu eserinde bu üç figür toplumun üç sınıfını sembolize eder. Korkuluk aklına güvenmediği için popülist siyasetçilerin peşinden giden cahil çiftçiler, teneke adam sanayileşmeden ve kapitalizmden dolayı kendine yabancılaşan işçi, korkak aslan ise esip gürleyen ama asla harekete geçmeyen politikacılardır.
Çoğu insan kendine değil aslında dış faktörlere güvenir. Bunlardan parayı, malı ve statüyü çekip aldığınızda çırılçıplak hissederler kendilerini. 21.asır insanı dışarıdan sağlam görünen bir enkazdır.
Kapitalizmin işleyiş mekanizmasının temelinde, insanı eksik hissettirme gücü bulunur. İnsan eksik olabilir lakin onun eksiğini giderecek olan, sistemin ürettiği mal ve hizmetler değildir.
İnsan, diğer insanların bedensel acılarına üzülen, ruhsal acılarına ise kayıtsız kalan, zaman zamansa sevinen bir varlıktır.
Metafizik, felsefenin konusudur ve önemlidir. İnsanlara metafizik öğretmezseniz sosyal çürümeyi, toplumsal dağılmayı ancak son evrede yani sokaklar cehennem yerine döndüğünde fark ederler.
Dünyada cennet ülkesinin kurulamama nedeni, herkesin krallığa soyunmak istemesidir.
Toplumlara özgürlüğe giden yolda yardımcı olan, yaralı yüreklere merhem, sorunlu bireylerle hemhal olan şairlere çok şey borçluyuz.
Galiba gülebilen tek varlığın insan olmasını anlayabiliyorum. O kadar acı çekmiştir ki insan, bu acıların üstesinden gelebilmek için gülmeyi keşfetmiştir. (Friedrich Nietzsche- Ecce Homo: İnsan nasıl kendisi olur.)
Ey duymayan insanı,
Ey hayat dedikleri büyük kusur.
....
Ey kimselere değişmediğim
Ayrılığın neden bunca ağır?
Hani adalet?
Bir kasım'dan öteki kasım'a
Bir yanım kör bir yanım sağır.
Birhan K.
Şişli’de bir apartman,
yoksa eğer halin yaman,
nikel kübik mobilyalar,
duvarda yağlı boyalar, lüküs hayat… Bu bir güldürü idi ama aynı zamanda son derece ciddi bir toplumsal eleştiri idi. Olumsuz ekonomik şartlardan haberi bile olmayan, yoksulların geçim sıkıntısına karşı duyarsız kalan, sosyete tabir edilen kimselerin menfaatlerine dayalı vıcık vıcık ilişkilerin aynasıydı lüküs hayat müzikali.
Kavram: Gündelik hayatta karşılaşılan olay, ilişki ve durumları, yani sosyoloji biliminin konusu olan her şeyi anlamlandırmak için ihtiyaç duyulan temel düşünce araçlarıdır. Diğer deyişle yol bulmayı sağlayan, harita görevi üstlenen adlandırma, tanımlamalardır.
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Tevfik Fikret
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Tevfik Fikret
Hayat hiçbir şey için üzülmeye değmez. Aslında neşelenmeye de değmez. (Albert Camus-Yabancı)
Zihinsel zincirlerini kıramayanlar, kendilerindekini masaya yatırıp enine boyuna incelemeyenler, değişime sırt çeviren ve sadece eldeki mevcut eski malzeme ile yaşam tesis etmeye çalışanlar, dış dünyadan gelen sert darbeler karşısında her zaman seyirci kalmak durumundadır.
Erdem öğretilebilirdir. İyi yönetilmek için erdemli bireyler yetiştirmek ve bu erdemlilerden uygun olanlarını yönetici konumuna getirmek gereklidir.
Mutlak bilgi yoktur. Bilgi çağa ve koşullara göre değişmektedir. Her toplumun belli iç ve dış dinamikleri, belli yaşam şekilleri, koşulları vardır.
İnsan ve toplum sorunlarına akıl perspektifinden bakmak gerekir. Bunu söylemesi kolay, uygulaması ise çok zordur. Nitekim dünyanın dörtte üçü bunu uygulamaya koyamamaktadır.