dervislerin manevî* bir yetkinlige, ulkuye ulasabilmek amacıyla kendilerini bazı seylerden yoksun bırakarak yasamaya zorladıkları donem, buyuk sıkıntı, zahmet, eziyet
ticaretin tüm ziyan diye bir ses rüyada mezarına birlikte girecek şeyi kazan seni gözleyen eşya bitpazarı dünyada patiska kefen çürük teneşir isli kazan
minarede ölü var diye bir acı sala er kişi niyetine saf saf namaz..ne ala böyledirde ölüme kimse inanmaz hala ne tabutu taşıyan ne de toprağı kazan
bir od ayerde bir mum perdler indirilmiş yerde çıplak bir gömlek korkusundan dirilmiş süt beyaz duvarlarda çivilerin gölgesi artık ne bir çıtırtı ne de bir ayak sesi yatıyor yatağında didik upuzun ölü üstü boynuna kadar bir çarşafla örtülü bezin üstünde ayak parmaklarının izi mum alevinden sarı baygın ve donuk benzi son nefeste göğsü boş eli uzanmış yana gözleri renkli bir cam mıhlı ahşap tavana sarkık dudaklarının ucund abir çizgi var küçük bir çizgi küçük titreyen bir an kadar sarkık dudaklarında asılı titrek bir an belli ki birden bire gitmiş çırpınamadan bu benim kendi ölüm bu benim kendi ölüm ban geldiği zaman böyle olacak ölüm
odamda yanan mumu üfledi bir çan sesi gözlerim halka halka gördü bu uçan sesi önümden bir hız geçti aktı ateşten izler açıldı kızrım kıvrım toprak altı dehlizler şimşekler yandı söndü şimşekler sönüp yandı derindeki sarnıçta durgun sular uyandı sağa sola sallanıp dan dan dan çaldı çanlar durmadan çaldı çanlar durmadan çaldı çanlar sular ürperdi eşya ürperdi tunç ürperdi çanlar kocaman çanlar korkunç korkunç ürperdi gördüm ki adım adım gölge gölge keşişler ebedi karanlığın mahzenine inmişler
ya bin yıl ya bin asır sonra o gün gelecek koklarken küllerimi mezarımd air böcek o kadar yanacak ki bir yüksüklük toprağım yerden bir damar gibi kopup fışkıracağım ve birden bakacağım her tarafım bitişmiş başım toprak altında bir maden gibi pişmiş nefes daha ince bir ipek kumaş derim fosfordan dah parlak ince uzun elelrim dalacağım kendimin hayran hayran seyrine diyeceğim bu dönen şeyler eski yerine benim diye baktığım şeyler miydi bir zaman külümün rüyası mı yoks agördüğüm aman başımd aaçılacak fanilerin seması ve onların toprağa gerçek diye tenması bir attlı vehim gibi içimi bayıltacak toprağın koşacağım üzerinde yalnayak şehrin dolaşacağım kuş gibi etrafında bir beyaz hayaletin upuzun çarşafında gezeceğim doğduğum evin odalarını geceleyin koskoca şehrin lambalarını bir keskin üfleyişim söndürmeye yetecek korku şehrin çelikten sesini tüketecek herşey susacak o an çalınacak kapılar kiremitleri yaprak yaprak alan bir rüzgar ağzımdan haykıracvak uzun gizli çapraşık erişilmez fikir ki düğüm düğüm dolaşık sarıldıkça boşanan yumak çözülen demet başı görünmez hayal sonu gelmez nedamet
ölüler bağırıyor mezarlarından yolcular oturun taşlarımızda onları dviren biziz toprağa biz attık onları böyle ayağa sakın atlamayın kenarlarından ölüler bağrıyor mezarlarından
yolcular uzanın yere upuzun dayayın taşlara başlarınızı tüy yastıklar gibi rahat taşımız birleşsin bir lahza orda başımız bizdedir cevabı kuruntunuzun yolcular uzanın yere upuzun
ben de bir gün böyle haykıracağım yolcular oturun mezar taşımda yolcular önümde fısıldaşacak yolcular aşılmaz yollar aşacak taşımı yerlere yatıracağım bende bir gün böyle haykıracağım
esfel -i safilin
bir bak zaman ve mekan nasıl kuşatılmışız
belli ki en tepeden en dibe atılmışız
onlar
onlar ki dudakları ölümsüzlük tasında
imzaları mevera yurdu haritasında
insan
bir bölünmezki insan onu zaman bölüyor
insan her an dirilip her saniye ölüyor
sual cevap
sual:ey veli insan nasıl olmalı söyle
cevap:son anda nasıl olacaksa hep öyle
çift kanat
biir aşk biir nefret bizim kanadımız çift
ateş saçmalı ki nur erisin kapkara zift
dev
öyle bir devim ki ben hakikatte pireyim
bir delik gösterinde utancımdan gireyim
Hayatın tuzu!
dervislerin manevî* bir yetkinlige, ulkuye ulasabilmek amacıyla kendilerini bazı seylerden yoksun bırakarak yasamaya zorladıkları donem, buyuk sıkıntı, zahmet, eziyet
En büyük çile çilesizliktir.....
akıl
akıl akıl olsaydı ismi gönül olurdu
gönül gönül bulsaydı bozkırlar gül olurdu
insan
insan bir mesut zalim insan bir mağruru cahil
tekne kırık su azgın ve kayıplarda sahil
sevinç
bir sevinç var ki kalbte arşı doldurur sesi
o ne sonsuz sevinçtir ebediyet neşesi
yağız at
işaret bekliyorum yağız atım eyerli
yanarım sorarlarsa ne getirdin değerli
şarkı
her ağızda her telde fanilik dırıltısı
sonunda tek bir şarkı tabutun gıcırtısı
vasiyet
son gün olamsın dostum çelngim top arabam
alıp götürsün beni inanmış tam dört adam
işim acele
gökte zamansızlık hangi noktada
elindeyse yıldız yıldız hecele
hüküm yazılıyken kara tahtada
insan yine çare arar ecele
gençlik gelip geçti bir günlük süstü
nefsim doymamaktan dünyaya küstü
eser darmadağın emek yüzüstü
toplayın eşyamı işim acele
orada
güneş mızrak boyu yaklaştı ufka
camlarda renklerin veda cümbüşü
ey gönül madenin ne kadar yufka
yeter ağlamana bir kuş ötüşü
ölüm dedikleri ölünceyedek
dünya balı zehir yalancı petek
orada bulursun biraz bekle tek
burada yaşamak sandığın düş
inanmaz
ticaretin tüm ziyan diye bir ses rüyada
mezarına birlikte girecek şeyi kazan
seni gözleyen eşya bitpazarı dünyada
patiska kefen çürük teneşir isli kazan
minarede ölü var diye bir acı sala
er kişi niyetine saf saf namaz..ne ala
böyledirde ölüme kimse inanmaz hala
ne tabutu taşıyan ne de toprağı kazan
ölmemek
kesilmiş bir kamış ormanlıklardan
insan..rüzgarlara bağlı bir düdük
indik de dünyaya karanlıklardan
sıra sıra mezar başka ne gördük
ölmemek ilk ve son büyük kelime
çarpıldık ölmemek için ölüme
ver Allahım büyük sırrı elime
geçmez an solmaz renk kopmaz bütünlü
eski rafta
oyuncak kırılır haydi ya insan
nasıl parçalanır nasıl bölünür
söylerler mezara kulak dayasan
bir daha ölmemek için ölünür
çekilmez akılda bu kadar sancı
akıl bir çürük diş at kurtulursun
ölmemenin olsa gerek ilacı
eski rafta ara belki bulursun...
dövün
ben ölünce etsin dostlarım bayram
üstüste tam kırk gün kırk gece düğün
açı doyurmaksa kabirde meram
yemeğim fatiha günde beş öğün
hey gidi gölgeler ülkesi dünya
bir görünmez şeyin gölgesi dünya
boşlukta ayrılık bölgesi dünya
bu dünyada yeme içme ve dövün
ölünün odası
bir od ayerde bir mum perdler indirilmiş
yerde çıplak bir gömlek korkusundan dirilmiş
süt beyaz duvarlarda çivilerin gölgesi
artık ne bir çıtırtı ne de bir ayak sesi
yatıyor yatağında didik upuzun ölü
üstü boynuna kadar bir çarşafla örtülü
bezin üstünde ayak parmaklarının izi
mum alevinden sarı baygın ve donuk benzi
son nefeste göğsü boş eli uzanmış yana
gözleri renkli bir cam mıhlı ahşap tavana
sarkık dudaklarının ucund abir çizgi var
küçük bir çizgi küçük titreyen bir an kadar
sarkık dudaklarında asılı titrek bir an
belli ki birden bire gitmiş çırpınamadan
bu benim kendi ölüm bu benim kendi ölüm
ban geldiği zaman böyle olacak ölüm
çan sesi
odamda yanan mumu üfledi bir çan sesi
gözlerim halka halka gördü bu uçan sesi
önümden bir hız geçti aktı ateşten izler
açıldı kızrım kıvrım toprak altı dehlizler
şimşekler yandı söndü şimşekler sönüp yandı
derindeki sarnıçta durgun sular uyandı
sağa sola sallanıp dan dan dan çaldı çanlar
durmadan çaldı çanlar durmadan çaldı çanlar
sular ürperdi eşya ürperdi tunç ürperdi
çanlar kocaman çanlar korkunç korkunç ürperdi
gördüm ki adım adım gölge gölge keşişler
ebedi karanlığın mahzenine inmişler
ruh
ya bin yıl ya bin asır sonra o gün gelecek
koklarken küllerimi mezarımd air böcek
o kadar yanacak ki bir yüksüklük toprağım
yerden bir damar gibi kopup fışkıracağım
ve birden bakacağım her tarafım bitişmiş
başım toprak altında bir maden gibi pişmiş
nefes daha ince bir ipek kumaş derim
fosfordan dah parlak ince uzun elelrim
dalacağım kendimin hayran hayran seyrine
diyeceğim bu dönen şeyler eski yerine
benim diye baktığım şeyler miydi bir zaman
külümün rüyası mı yoks agördüğüm aman
başımd aaçılacak fanilerin seması
ve onların toprağa gerçek diye tenması
bir attlı vehim gibi içimi bayıltacak
toprağın koşacağım üzerinde yalnayak
şehrin dolaşacağım kuş gibi etrafında
bir beyaz hayaletin upuzun çarşafında
gezeceğim doğduğum evin odalarını
geceleyin koskoca şehrin lambalarını
bir keskin üfleyişim söndürmeye yetecek
korku şehrin çelikten sesini tüketecek
herşey susacak o an çalınacak kapılar
kiremitleri yaprak yaprak alan bir rüzgar
ağzımdan haykıracvak uzun gizli çapraşık
erişilmez fikir ki düğüm düğüm dolaşık
sarıldıkça boşanan yumak çözülen demet
başı görünmez hayal sonu gelmez nedamet
tabut
tahtadan yapılmış bir uzun kutu
baş tarafı geniş ayak ucu dar
çakanlar bilir ki u boş kutuyu
yarın kendileri dolduracaklar
her yandan küçülen bir oda gibi
duvarlar yanaşmış tavan alçalmış
sanki bir taş bebek kutuda gibi
hayalim içinde uzanmış kalmış
cılız vücuduma tam görünsede
içim bu dar yere sığılmaz diyor
geride kalanlar hep dövünsede
insan birer birer yine giriyor
ölenler yeniden doğarmış gerçek
tabut değildir bu bir tahta kudak
bu ağır hediye kime gidecek
çakılır çakılmaz üstüne kapak
ölüler
ölüler bağırıyor mezarlarından
yolcular oturun taşlarımızda
onları dviren biziz toprağa
biz attık onları böyle ayağa
sakın atlamayın kenarlarından
ölüler bağrıyor mezarlarından
yolcular uzanın yere upuzun
dayayın taşlara başlarınızı
tüy yastıklar gibi rahat taşımız
birleşsin bir lahza orda başımız
bizdedir cevabı kuruntunuzun
yolcular uzanın yere upuzun
ben de bir gün böyle haykıracağım
yolcular oturun mezar taşımda
yolcular önümde fısıldaşacak
yolcular aşılmaz yollar aşacak
taşımı yerlere yatıracağım
bende bir gün böyle haykıracağım
cansız at
bilmem kaçı kaç geçe
bilmem kaça kaç kala
ya erkence ya geçce
sıram gelir hoppala
altımda gacır gucur
kişner durur cansız at
işte servili çukur
ve ölümsüz hakikat
gözler
bir şey kalmaz yalınız
kalır maziden gözler
ölür de her yanımız
sağ kalır neden gözler
birer yıldız olurda
kırpışırlar havada
kupkuru bir kafada
apaçık giden gözler...
..
biter
kakılır bir yerde kalır oyuncak
kurgular biter
ölüm...o geldi mi ne var korkacak
korkular biter
fikir açmaz artık beyinde kuyu
burgular biter
unuturuz hayat adlı uykuyu
uykular biter
biter her şey biter ses şekil ve renk
kokular biter
kabir sualiyle kapanır kepenk
sorgular biter
şükür
kıyamete kadar yıkılmaz çatı
kabir
ha doksanbir olmuş evlerin katı
ha bir
karanlık deştikçe dipsiz karanlık
düşün
olanca gerçeği işte bir anlık
düşün
tükür bu hayatın irin yüzüne
tükür
gam yeme çıkmak var yolun düzüne
şükür