Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? sizce ne demek, Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? size neyi çağrıştırıyor?
Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? terimi Aslı Birer tarafından tarihinde eklendi
Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? terimi Aslı Birer tarafından tarihinde eklendi
Akılsızlar cenneti inşaa etmeye uğraşır, Akıllılar cenneti kalplerinde Yaşar.
Ata kızı
AYDIN ÖNCEL
14.04.2023 - 16:01
Paylaşımınız için çok teşekkür ederim. Ön yazınız, yazımdan çok daha değerli. Kaleminize yüreğinize sağlık.
Estağfurullah Aydın bey yazınız sayfaya geç düştüğü İçin şimdi gördüm.
Çok kıymetli yazarlarımızdan birisiniz.
Satın alınamayan şeyleri severim ben.
Deniz gibi,
Gökyüzü gibi,
Ay ve güneş gibi
Ve sevgi gibi.
S.A
Neden böyleyim diyorum bazen samimiyetsiz insanları nerede görsem tanıyorum.
Dedim ki; Neslim almış nasibini müptezel sevdalardan.
Ne yana başımı çevirsem aşkçıklara çarpıyor artık ne kadar basitleşmişse ortalık aşk meşk dolu. Gelde İnan şimdi.
Gel gelelim şu bizim eski bank’a
Yine yıldızlı gece, yine ay, yüzüne meftun
Vurulmuşsam yakamozlu limon çiçeğine
Suç benim mi bu kadar güzel olmasaydın
Dedi; çığırtkan gece kuşu deniz kızına
Sağlı sollu binlerce yıldız tozu karışmış
Havaya, soluk soluğa esiyor lodos
Yosun kokuları amber gibi tütsüleniyor buram buram
Elimde keçi sütlü dondurma bu arada adı da dillere destan meşhur keçi “Pakize”
Bu zamanlar çok güzel olur benim bank
Dalgalar bana ben dalgalara karışırım
Herkes tanıdık, adım başına bir Gülen yüz
Bir hoş safa bir de hoş bir seda kalır yüreğe dokunan insan yüreklerinden öpüyorum doyasıya yolumu gözleyen dost selamların. :)
Ata kızı
Yağmur toprağa vurdukça doldum, doldukça eğildim, eğildikçe büyüdüm, topraktan gayrısına hiç eyvallah etmedim bakıyorum etrafıma bahçeler var çeşit çeşit bahçeler. Kimileri bir demet Yasemin ekti, kimileri gül döktü yollara. Kimilerinin burnu değerken kaf dağına, kimileri olgunlaşmaya durdu her daim toprağında.
Ata kızı
Gelecek günleri hayal ediyorum da şimdilerde yaşanması ihtimal masalsı anlar varken, oralara varınca elimde bir avuç keşkeler kalmasından muaf tuttum zamanımı, iyikilerle gidiyorum senden hayat.
Ata kızı
S onsuz boşlukta gibiyim
D ünsüz ve sessiz
S en vazgeçemediğim
Ç ağlayan ırmaklar gibi ruhum
S ona hasret,
Vuslata çeyrek kaldı sevgilim
Ata kızı
Sen sık sık gülen gülerken de
Sevecen bir akdeniz çizgisini
Sol yanına ağzının
İliştiren çocuk özenle
Yabana mı atıyorum yani seni
Yabana mı atıyorum saat altı buçukları
Çocuk ve Allah’ın en eski baskısını
Değil, değil bunların biri
Gözlerimin gemileri kuş istiyor
Açılıp kapandıkça sevdam
Kapanıp açılıyor bir mavi
Şahmaran süt istiyor kefeninde
Üç aylık ölmüş çocukların
Kerem ile Arzu geliyor Aslı ile Kamber
Ay kana kana batıyor
Ay kana kana batıyor
Eşkiyalar gecenin yangınını izliyorlar uzakta
Kargapazarı dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir otobüsteyim
Jandarma daima nesirde kalacaktır
Eşkiyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine
Ve bu dağlar böyle eşkiya güzelliği taşıdıkça
Patronun karısını zimmetine geçirip
Amasya’dan Kars’a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla
Alevilikten konuşuyoruz uzun süre
Yanımdaki hep bir gazetede Marilyn Monroe’nun resimlerine bakıyor
Mariyln Monroe öldü diyorum ona
Ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi
Şimdiyse cennette Nietzsche’nin metresi olması gerekir
Bunları diyorum daha ne varsa diyorum
İşte hiçbir sebep olmadığını sevişmemeye
İşte çocukluğumdan beri içimde bir önsezi olduğunu
Bunun bir gün birine rastlamak gibi bir şey olduğunu
Belki de bir günler bunun için Aydın’da bulunduğumu
Zaten nedense hep bir şehirden bir şehre yolcu olduğumu
İşte eflatun kakalı çocuklar olduğunu Kütahya’da
Ankara’da dokunak Yozgat’ta becerik olduğunu
Van’da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları
İstanbul’da minarelerin lirik olduğunu köprülerinse dialektik
Acemi bir bulut bozuyor görüntüyü eski bir şarkı gibi
Bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma
Sinirli bir elin uysal bir bardağa
Çok yukardan döktüğü bir içki gelir
Sonsuz ve olağanüstü bir bira
Köpüklene köpüklene biçimlendirir
Soyunarak ağlayan bir kadını
Acı bilincinde sonrasızlığın
Ama bırakalım bırakalım bunları
Yoldan piyade erleri geçiyor tahta bavullarıyla ve büyük yakalarıyla
Ve faytoncular görüyorum
Yere basışlarındaki ağırlığı azaltmak için
Tanrısal bıyıklarıyla durumlarını paraşütlendiren
Kars’tayım bu ne biçim Kars bir kenarda
Pekala yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin üstünde
Kars kalesi yükseliyor
Gökyüzünü Ankara kalesine göre daha soyut ve daha elverişli bir şekilde
Hırpalayan bu kale de olmasa
N’olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa
Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk
Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası
Bir de yine sevgili çocuk
Biliyorsun kişi tutkularıyla
Yalnızlığını adlandırıyor o kadar
Arkada bir su devrile devrile akıyor
Rastgele bir ağaca soruyorum
Bir şey var sanki onu soruyorum
Değil orda diyor belki biraz daha ilerde
Tanrı meleğini ağırlamaya çalışan
Ataerkil bir aile gözümü alıyor
Dedelerin yüzlerinde erozyon
Silip götürmüş bütün evetleri
Annelerinse ağızlarında hiyeroglif
Babalarınsa ağustoslar atasözleri
Amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri
Teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini
Ablalarınsa boyunları soru işareti
Ağabeylerse utançlarından emrah
Sıralanmışlar su boylarına
Bıçakla soyuyorlar kelimeleri
Ya suya giden küçük kızlar
Onlar
Tıpkı o kuşlar gibi
Uçan daha bir süre
Sonra da vurulduktan
Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri
Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi
Şu son dönemecini de aşınca gecenin
Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
Bu ağartı ancak yürekle karşılanabilir
Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil
Tutsaksan ellerin sıvışır gider zincirlerinden
Ve balyozla vursalar mısralarına
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi
Ellerim gece yatısına çağrılmış
Ve
Telaşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi
Yüzüm giyotine abone
Cemal Süreya
Sabahın ilk saatlerinde datçanın eşsiz güzellikleri arasında şu benim meşhur limon ağacımın dibindeyim. Acı kahvenin kokusuyla limon ağacımın kokusu birbirine karıştı. Ve hayaller, yaşanmışlıklar, henüz yaşanamamış duygular (yaşanmayacak anlamına gelmez) birbirine harmanlanırken; yine yazmak, yine kalem, yine şiir ve ben... okuyan ve gülümseyen güzel kalplere
güzel hafta sonu dileklerimle kocaman bir.gülücük ve GÜNAYDIN :)
Güzel arkadaşım biz her türlü anlaşacak ortak bir payda buluruz:))
Sevgilerimle:)
Güzel seçim Ata kızı sevgiler
Aynı düşünceyi farklı biçimde söylediğimizi düşünüyorum.
Din konusunda size laf söyleyenler kendilerini sorgulamalıdır.
Cüz-i irade ve külli irade kavramını kendi menfaatleri için kullananlar ancak size tepki gösterir.
Bir konuda ayrı düşüyoruz gibi doğuştan engelli doğmak insanın elinde olmayan bir durumdur. Bu külli iradedir.
Sonradan bu duruma maruz kalmak aynı değildir. Diyabet hastasını göz önüne alalım. Şekerden uzak durması gerekiyor ve duramıyor zamanla şeker tüm vücudu tahrip edince buna elbet kader diyemez kendi cüz-i irade ile kendine dikkat etmediği için bur duruma düşer.
Ben az söyleyeyim sen çok anla Aslı'cım :)
Saygılarımla
Geçer birazdan
Enerjiler artsın eksilmesin, yaşadığımızı hissedelim keman yankılansın tembelleşen beynimizde, uyandırsın notalarla körelen yanlarımız yenilensin daha modern düşüncelere evrilsin:))
Rica ederim Cenk Caner hoş geldiniz sayfaya değerli paylaşımlarınızı her zaman bekleriz.
Sevgili Ata kızı, yazınız aklımda bazı şeyleri tekrar ettirdi bazı şeyleri tazeledi bazı şeylere eklemeler yaptı. Tecrübeler gelir geçer muhakeme kurarız ardından kimileri vicdanen kimileri aklen. Sonunda ya daha bilge oluruz ya daha yıkık...Bu sabah esintisinin bittiği yerde bende aldım teşekkürler...
Hayatı toprağa benzetmemin sebebi; sen “nasıl yaşarsan hayat onu verir” çünkü hayat dediğimiz şey senin yaşayış tarzındır aslında. Bu yüzden eşittir. Bana göre aksi mümkün değildir. Hayat dediğimiz süreç zamandır ve bunun da alma ya da verme yetisi yoktur. Tamamen hayat insan, insan hayattır. Canlı= hayat
Hayat tek başına canlı varlıklar olmadan da vardır dünya’ya gelir ve hayatın içinde size biçilen ömür ile varolursunuz. Yaşamaya başlarsınız bazılarımız doğuştan uzuvları eksik olarak doğar bunun da sebebi “kromozal bozukluklar” aksi ispat edilene kadar da bu bilgi objektif ve bilimsel bir bilgidir. Bazılarımız kaza sonucu uzuv kayıpları yaşar. Yani; sonradan impute olmak ya da önceden eksik doğmayı, hayatın verdiği ya da aldığı bir şey gibi düşünmemeliyiz. Hayatın size verdiği bir şey yoktur. Sizin hayatı yaşamak için vermeniz gereken şeyler vardır. Bunlar da seçeneklerdir nasıl ve neler vererek ne ve neler ve nasıl yaşamayı istersek onu seçip yaşamak yani.
Kadere iman konusuna gelince bu başlı başına büyük bir konu ama şöyle söyleyeyim kadere inanıyorum ama her şeyin kader olduğuna inanmıyorum farkındalığı da bu nüans üzerine yapmaya çalışıyorum yazılarımda bazıları beni dinsiz ilan etse de doğru olan düşünce budur bana göre. Mesela depremden örneklersek madem ki kader tanrısal ise deprem kaderdir ama üzerindeki binaların yıkılması kader değildir. Her şeyi kadere bağlayamayız değil mi?
Her toprakta her tohum bitmeyeceğini de insanın öğrenmiş olması gerekmez mi? Mesela akıl denen hazineyi kullansa da toprağına göre tohum ekse diyorum ne eksen onu almaz mı? :)
Peki sence Einstein tarafından söylenen bu söz hangi toprağa ne ekeceğini bilmek gerektiğini söylemiyor mu?
“Başarılı bir insan hayattan verdiğinden fazlasını alır, değerli insan ise, hayattan aldığından fazlasını verir.” Albert Einstein.
Sevgi ve saygı eleştirel aklınıza ve güzel yüreklerinize benden size gelsin. :)
Günaydın sevgili Tuba
Öncelikle bu sözü aforizma olarak alıyorum.
“Kalem tutabilmek çok büyük bir nimettir.”
Merhaba Mecit Aktürk, emek varolsun yüreğinize sağlık.
Gün aydı güzel sözleriniz ile Ata kızı.
Aslı'cım ve Bekir bey geciken cevap için özr'ümü kabul edin lütfen.
Hayatın ne alıp verdiği bakış açısıyla ilgili olduğunu düşünüyorum.
Yazılarınızı okudum yüreğinize, emeğinize sağlık.
Nimete şükürsüzlük olarak değil de imtihan açısından sorgulamıştım bu yazıyı.
Kalem tutabilmek çok büyük bir nimettir, lâkin ampute olmuş bir uzva sahip bir çocuk hayattan ne almış olabilir ki ?
Ya da doğarken vefat etmiş bir bebeğin annesi hayattan ne almış olabilir ki ciğerparesini kaybetmiştir.
Tabi ki görevimiz olumlu düşünüp daha ileriye yönelik davranışlarında bulunarak hayatımızı idame etmek.
Umutsuzluğa düşmemek.
Herkes birer engelli adayıdır diye düşününce bu kadere ve kazaya iman oluyor.
Hayat toprak gibidir her toprak aynı çiçeği yetiştirecek kapasiteye sahip değildir. Bataklıkta gül yetişmez sözü de buna işaret eder.
İnsanız ve çevre faktörlerine mutlaka maruz kalıyoruz. Herkesin tepkisi elbet farklıdır. Bir üstadım'dan öğrendiğim üzre her insan aynı yaratılışa sahip olabilir AKIL her insanda farklıdır.
Aydın Öncel'in de yazısında vurguladığı gibi Aklımızı kullanma cesaretini göstermeliyiz.
Yazıma Einstein'ın bir sözüyle son vermek istiyorum;
Başarılı bir insan hayattan verdiğinden fazlasını alır, değerli insan ise, hayattan aldığından fazlasını verir. Albert Einstein.
Sevgi ve saygılarımı sunuyorum
Teşekkür ederim.
Günaydın Mehmet bey, yüreğinize sağlık ne güzel cümleler dökülmüş sayfaya.
Bugün yine gül bekledim geceden, “gül” dedi ay; “aysın” geceye. Aysın, birkaç kelimeyle gülsün sabaha gün, sonsuza dek yaşasın gönüllerde.
Ata kızı
Hadi sitare ışığınla aydınlat karanlık geceyi, etten kemikten renklerle boyayacağım yeryüzünün kara toprağını söz.
Ata kızı
Paylaşımınız için çok teşekkür ederim. Ön yazınız, yazımdan çok daha değerli. Kaleminize yüreğinize sağlık.????
Öncelikle bu yazıyı yazdığı İçin Sn.Aydın Önceli tebrik etmeliyim ve dediğiniz gibi herkes eleştirilebilir öyle de olmalı. Atatürk sağlığına dikkat edememiş bu onun kendisiyle alakalı zarar, he şöyle düşünürsek topluma yapacağı daha çok işler vardı bizleri istemeden de olsa bundan maalesef mahrum bıraktı. Günümüzde çok ciddi tahammülsüzlükler var. Herkes kendisi gibi olanı benimseyip onu yanına alıyor. Neredeyse her konuda partizan ayrışma ve ötekileştirme var. Şimdi bunu yazınca aklıma Aziz Nesin’in bir sözü geldi. “ Aynı kağıdın arka ve ön yüzleri gibiyiz. Sonsuza dek beraber; ama hiçbir zaman birbirlerini görmeyen” insan yanlarımız sevebilen yanlarımız, emperyalizmin gölgesinde kölelere dönüştürülüp yok edilmek üzere. Kendi aklımızı kullanmanın önemi burada başlıyordu. Söz dinleyen kölelere dönüşmemeliydi toplum. Bizi böylesi ayrıştırma çalışmalarını ta Madımakta engellenmeliydi. O çılgınca naralar atan güruh! O zaman engellenmeliydi. Şimdi önünü almakta zorlanılan aynı yobaz zihniyetler sayesinde kutuplaşmalar çığ gibi büyüyor. Konuşulacak, yazılacak çok yazılar ve şiirler var. Birlikte dinleyeceğimiz türkülerimiz var. Biz birlikte güçlüyüz birlikte güzeliz diyor ve bir video atıyorum hepimize.:)
Medeniyet, bir toplumun bilimini, sanatını, edebiyatını, hukukunu, siyasetini, ahlakını, dinini, felsefesini kısacası tüm kültürünü oluşturan değerler sistemini ifade eder. Tarihsel süreçte medeniyetler, bilimsel temellere oturtulur, oturtulmalıdır.
ATATÜRK VE CUMHURİYET
Mustafa Kemal ve arkadaşları, büyük enkazdan milli ve çağdaş bir devlet kurmayı başarmıştı. “Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen milli felaketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir” diyerek hatırlatmada bulunan Atatürk, deneyimlerden elde edilen çıkarımların önemine dikkat çekmişti.
Cumhuriyetin kurucu devrimci kadroları, emperyalizmin işbirlikçisi saltanat ve hilafeti ortadan kaldırırken çok sert bir “iktisadi” savaşın içine girilmesi gerektiğinin de farkındaydı. Cumhuriyetin ilanından, çok partili parlamenter sisteme geçene kadar devlet eliyle gerçekleştirilen reformlarla sürdürülen bu mücadeleye son verilerek “ademimerkeziyetçi” anlayışa teslim edilen, kuruluş amaç ve ilkelerinden koparılan Türkiye, devletçilikten hızla uzaklaştırılıp, kapitalist üretim sürecine yöneltildi. Ekonomisi, emperyalizme bağımlı hale getirildi.
Özellikle, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 emperyalist, gerici, faşist darbeleriyle Türkiye laik, demokratik, anayasal hukuk çizgisinden çıkarılarak siyasal İslamcıların tahakkümü altına sokdu ve rejim sorgulanır hale geldi!
Atatürk, Cumhuriyet, laiklik düşmanlığının ve “Türk” kelimesinden duyulan rahatsızlığın dillendirildiği, siyasal İslamcı, ırkçı, faşist, gerici saldırıların artarak devam ettiği böylesi karanlık bir süreçte, Ahmet Arif’in, “Biz ki, ustasıyız/ Vatan sevmenin/ Umut, saklımızda ölümsüz bayrak/ Kırmızı-kırmızı/ Dalga-dalgadır...” dizelerindeki “ustalık” mertebesi, hepimiz için ulaşılması zorunlu bir seviye haline gelmiştir!
Bu seçim, 1950’lerden itibaren birbirinin devamı olan ve bunu her fırsatta vurgulayan bir sağ iktidar döneminde gerçekleşecek. Aynı ideolojilerin yönetiminde bugüne kadar gerçekleşen hiçbir olayın (darbeler, krizler vb.) bir diğerinden bağımsız olamayacağı asla unutulmamalıdır!
FARKLI SEÇİM
Hak, hukuk, adalet mücadelesinin ötesinde laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık meselesi haline getirilmiş, farklı bir seçimden söz edilmektedir artık. Bunu sol, sağ, sosyal demokrat, sosyalist, liberal, muhafazakâr, etnik politik yaklaşımı olan kişi ve partilerin ortak bir aday ismi altında birleşmesinden rahatlıkla anlayabiliyoruz.
18. yüzyıl düşünürlerinden olan Immanuel Kant, “Aklını kullanma cesaretini göster!” diyerek insanlığa çağrıda bulunmuştu. Şimdi, yüzyıllar sonra bu çağrı, Türk halkı için çok yüksek sesle yapılmalı ve sandığa gidene kadar sık sık tekrarlanmalıdır! Akıllı ve yürekli ol, geleceğine ve ülkene sahip çık!
AYDIN ÖNCEL
Aslında sayfada paylaşayım.