İngilizlerle ilgili tarihsel süreçteki ve gelecek planlarındaki en iyi bilgiler, İskenderiye yayınlarından çıkan 'İngilizler ve Planlar' kitabında var.
'İngiliz hodgâmdır, heyecansızdır. Bir millet değil bir yığın. Yığını kolayca kandırabilirsiniz, duyguları hiçbir temele dayanmaz. Yığın düşünmez, maruz kalır. Nezleye yakalanır gibi tutulur bir fikre. Ateşi yükselince arslanlaşır, nöbet geçince her mukaddesi unutuverir. Büyük bir milletin duyguları, ölçülü, düzenli, devamlıdır.'
ingilizler denilince anglsaksonların torunları kendilerine göre asil ama başka devletlere göre pekte öyle olmayan millet.daha dün adı var olmayan sonradan ortaya çıkan lanetlenmiş insanlar.bernad shaw in dediği gibi 'İNGİLİZLERİN ATLARINI İNGİLİZLERİN KÖPEKLERİNİ İNGİLİZLERİN KUŞLARINI İSTERİM AMA İNGİLİZ İNSANLARI MI ASLA ASLA ASLA!
telefon paraları en az gelen topluluk.(okadar hızlı konuşuyolar ki bizim 10cümleyle anlattığımız şeyi 10 kelimeyle bitiriyorlar.bunlara telefon parası çok gelmez) :)
İngiltere'nin silah satışı yaptığı ülkeler arasında, politikalarını en çok eleştirdiği Suudi Arabistan bulunuyor.
İngiltere'nin silah satışı yaptığı ülkelerin listesinin açıklanmasının ardından, haberi yayımlayan The Guardian gazetesi, hükümeti 'ilkeli silah satışı' konusunda kendi verdiği karara ters düşmekle suçlarken, insan haklarını savunan gruplar da yaptıkları açıklamalarda, Endonezya, Kolombiya, Nepal gibi ülkelere silah satışı yapılmasını eleştirdi.
Suudi Arabistan'ın 189 milyon sterlinle birinci olduğu listede, ikinci büyük silah alıcısı da yıllık 116 milyon sterlinlik alımla ABD oldu. Malezya 97 milyon sterlinle üçüncü sırada yer aldı.
Türkiye ise İngiltere'den yaptığı 42 milyon 370 bin sterlinlik silah alımıyla sekizinci sıraya yerleşti.
Medeni ülkeler sıralamasında ilk iki sırayı alan, lordların ülkesi ABD ve İngiltere, barbar diye alay ettiği Araplar karşısında bile küçük düştü.
Önce Amerikalı askerlerin Iraklı esirlere yaptıkları işkence ve aşağlamaların fotoğraflarıyla irkildik, şok olduk. Tüm dünya tepkisini gösterdi, İngiltere Başbakanı Blair, Iraklı mahkumlara Amerikalı askerlerin uyguladığı kötü muameleyi kınadı, ‘dehşet verici’ bulduğunu söyledi.
Aradan bir gün bile geçmedi, dün İngiliz askerlerin ‘dehşet verici’ fotoğrafları ortaya çıktı. İngiliz Daily Mirror gazetesi, İngiliz askerinin, kafasına çuval geçirilmiş, yarı çıplak Iraklı bir esirin üzerine idrarını yaparken çekilmiş fotoğrafını yayımladı. Yazıda bu esirin henüz 18 yaşında olduğu, ‘hırsızlıkla’ suçlandığını, ancak hiçbir delilin bulunmadığı belirtildi. Gençe, 8 saak boyunca işkence yapan İngiliz askerler, önce ağzına tüfek namlusu soktular, dişlerini kırdılar, dövdüler, üzerine işediler, ağzından ve burnundan kan gelmesine rağmen durmadılar, kafasındaki çuvalı bile çıkarmadılar. Sonunda genci, seyir halindeki bir kamyondan attılar. Yaşayıp yaşamadığı bilinmiyor...
Irak Savaşı’nın henüz ilk günlerinde Iraklılar’ın esir aldıkları Amerikalı askerlere nasıl muamele ettikleri unutulmuş olabilir. Ancak onlar ne dövüldü, ne aç bırakıldı, ne kafalarına çuval geçirildi, ne çırılçıplak soyulup çıplaklıklarıyla alay edildi ya da cinsel ilişkiye zorlanıp aşağlanmadı. Iraklılar onlara çay bile ikram etti. Pijamalar verdiler, yaralarını sardılar. Medeniyeti kişi başına düşen milli gelirle ölçen işgalciler insaniyeti unuttular. Star Gazetesi'nin dediği gibi.. Tüm dünya iki gündür batılı barbarları tanıdı..
İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir 'kemik evi'ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti 'graveyard shift') denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur ('saved by the bell') bazıları da 'ölü zilci' (dead ringer) olurdu.
Gerçekler bunlar. Kim demiş tarih sıkıcıdır diye..
Orjinali
England is old and small and the local folks started running out of places to bury people. So they would dig up coffins and would take the bones to a 'bone-house' and reuse the grave. When reopening these coffins, 1 out of 25 coffins were found to have scratch marks on the inside and they realized they had beenburying people alive. So they thought they would tie a string on the wrist of the corpse, lead it through the coffin and up through the ground and tie it to a bell. Someone would have to sit out in the graveyard all night (the 'graveyard shift') to listen for the bell; thus, someone could be 'saved by the bell' or was considered a 'dead ringer.'
And that's the truth... (who ever said that History was boring) ?
Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü.
Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında 'tabak ağzı' (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu.
Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.
Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna 'uyanma' nöbeti deniyordu.
Orjınali:
Those with money had plates made of pewter. Food with a high acid content caused some of the lead to leach onto the food, causing lead poisoning and death. This happened most often with tomatoes, so for the next 400 years or so, tomatoes were considered poisonous.
Most people did not have pewter plates, but had trenchers, a piece of wood with the middle scooped out like a bowl. Often trenchers were made from stale bread which was so old and hard that they could be used for quite some time. Trenchers were never washed and a lot of times worms and mold got into the wood and old bread. After eating off wormy, moldy trenchers, one would get 'trench mouth.'
Bread was divided according to status. Workers got the burnt bottom of the loaf, the family got the middle, and guests got the top, or 'upper crust.'
Lead cups were used to drink ale or whiskey. The combination would sometimes knock them out for a couple of days. Someone walking along the road would take them for dead and prepare them for burial. They were laid out on the kitchen table for a couple of days and the family would gather around and eat and drink and wait and see if they would wake up. Hence the custom of holding a 'wake.'
Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır.
Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı 'thresh hold' (saman tutan; Türkçesi 'eşik') idi.
Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu. 'Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük' (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur.
Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı. Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna 'yağ çiğnemek' (chew the fat) adı veriliyordu.
Orjinali:
The floor was dirt. Only the wealthy had something other than dirt, hence the saying 'dirt poor.'
The wealthy had slate floors that would get slippery in the winter when wet, so they spread thresh (straw) on the floor to help keep their footing. As the winter wore on, they kept adding more thresh until when you opened the door it would all start slipping outside. A piece of wood was placed in the entranceway, hence, a 'thresh hold.'
In those old days, they cooked in the kitchen with a big kettle that always hung over the fire. Every day they lit the fire and added things to the pot.. They ate mostly vegetables and did not get much meat. They would eat the stew for dinner, leaving leftovers in the pot to get cold overnight and then start over the next day. Sometimes the stew had food in it that had been there for quite awhile. Hence the rhyme, 'peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old.'
Sometimes they could obtain pork, which made them feel quite special. When visitors came over, they would hang up their bacon to show off. It was a sign of wealth that a man 'could bring home the bacon.' They would cut off a little to share with guests and would all sit around and 'chew the fat.'
Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce'deki 'kedi-köpek yağıyor' (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.
Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.
Orjinali:
Houses had thatched roofs-thick straw-piled high, with no wood underneath. It was the only place for animals to get warm, so all the dogs, cats and other small animals (mice, bugs) lived in the roof. When it rained it became slippery and sometimes the animals would slip and fall off the roof-hence the saying 'It's raining cats and dogs.'
There was nothing to stop things from falling into the house. This posed a real problem in the bedroom where bugs and other droppings could really mess up your nice clean bed. Hence, a bed with big posts and a sheet hung over the top afforded some protection. That's how canopy beds came into existence.
Nette dolaşan İngilizlerle ilgili bazı yazılar var; baya ilginç:
1. Yazı:
Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığımı düşünün. 1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu:
İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma mtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın' (Don't throw the baby out with the bath water) deyimi buradan gelmektedir.
Orjinali:
Next time you're washing your hands and the water temperature isn't just how you like it, think about how things used to be. Here are some facts about the 1500s.
Most people got married in June because they took their yearly bath in May and still smelled pretty good by June. However, they were starting to smell, so brides carried a bouquet of flowers to hide the body odor.
Baths consisted of a big tub filled with hot water. The man of the house hadthe privilege of the nice clean water, then all the other sons and men, then the women and finally the children-last of all the babies. By then the water was so dirty you could actually lose someone in it. Hence the saying, 'Don't throw the baby out with the bath water.'
Tony Blair, Saray, Kralice... BBC, MI6, Sogan tursusu, Bikla, Sirkeli ve tuzlu patatesler (mayonezi sevenlerdenseniz o nadir bulunur) , Sadece buz gibi ve kaynar suyun bulundugu musluklar ve dus degil banyo yapma zorunlulugu. The Guardian gazetesi.Sacma bulvar gazeteleri. *** MI6,Westminister, Londra dendi mi sanirim Londra koprusu, (acilaninin Tower Bridge oldugunu gidince ogrendim) meshur Bigben.. Madam Touso muzesi (sahi oyle yazilirmiydi) Hyde park, Marble Arch, British Museum. Tate Modern Sanat galerisi.. Nehrin yanindaki kucuk kafeler ve sokaklar arasindaki heykeller. Koseyi dondugunuzde karsiniza ne cikacagini bilmezsiniz ve bu kesfetme hissi yaratir. Turk, Hint, Pakistanli kebapcilar. Anlattikca fark ediyorum ki ben Londrayi sevmisim. İyi de ingiliz kelimesinin altinda bunlar ne :) yine de silmiyorum hadi kalsin bakalim
ileri görüşlü olup problemler büyümeden uzun dönemli çözümler getiren... çoğu cahil ve genel kültür sıfır ama çoğunluğu yöneten azınlık ileri derecede zeki ve akıllı... bize göre çoğu şeyleri ters, kapıları bile tersten kilitlenip açılıyor, ama standardlarını dünyaya kabul ettirmiş bir güç...
Sokak calgicilari. Dans guruplari. Protestolar.. Arendale Center. Marks and Spencer, Next, Doroty Perkins, Selfridges magazalari. İngiliz tipi otobusler (cift katli ve kirmizi)
Cagrisimlar: Manchesteri tabii ki :) Picadilly Gardens, Her sehrinde olan Oxford caddesi ve yolu (yol biter cadde baslar ayni guzergah fark ne?) Londra, Cambridge, Birmingham. Virgin Trenleri.. Publar, Hayaletler. Salford Universitesi.. İngiliz kahvaltilari (iki sosis, iki janbon, iki yumurta ve tost ekmegi)
Arkadaslarimi. Vivien, John, Tracy, Dean bir hintliydi ama Dean ve Camal. Camal in bebegi olacakti ve karisini birakip sirf burs aldigi icin yollara dusmustu. Endonezyaliydi. Aİlesi koy kokenliydi bu kadar okumasi onlar icin gurur kaynagiydi. Hep sansli oldum ve nereye gidersem gideyim destek gordum diyen bes vakit namazinda bir insan. BBC nin ve alabildigim bes diger kanalin ne kadar kotu olduklari. İngiliz insaninin korkular icinde kivranmasi. Aslinda bu kadar nimetler verilmis ya da zorla zaptedmis bir ulkenin insaninin ne kadar mutsuz oldugu. sikayet etmek istedigde sikayet edeck merci bulamamak. Eskiden bir numara olan ingiliz egitiminin gun gectikce gerilemesi. Ve gerilemeye mahkum olmasi.
İngilizler, Romalıların bügün Britanya dediğimiz yeri MS. 43'de işgal ettiği zaman kurduğu 'Britannia' adlı Roma kolonisidir... Daha önceden yaşayan Celticler (keltler) zamanla Romalılaştırılmış ve 5. yy'ın erken çağlarında Roma'nın yıkılmasıyla Germanic denilen kabileler (Angles, Saxons, Jutes, Frisians) MS. 410'dan itabren İngiltere'ye yerleşmeye başlamışlardır.
Görüldüğü gibi İngilizler bir ırk değil British dediğimiz Roma kolonileriden, germenic kabilelerinden ve hristiyanlaştırılmış Keltler'den meydana gelirler.. Benzer kaderi Fransa, Belçika, Almanya gibi ülkelerde paylaşmıştır...
İngilizlerle ilgili tarihsel süreçteki ve gelecek planlarındaki en iyi bilgiler, İskenderiye yayınlarından çıkan 'İngilizler ve Planlar' kitabında var.
'İngiliz hodgâmdır, heyecansızdır. Bir millet değil bir yığın. Yığını kolayca kandırabilirsiniz, duyguları hiçbir temele dayanmaz. Yığın düşünmez, maruz kalır. Nezleye yakalanır gibi tutulur bir fikre. Ateşi yükselince arslanlaşır, nöbet geçince her mukaddesi unutuverir. Büyük bir milletin duyguları, ölçülü, düzenli, devamlıdır.'
Cemil Meriç
ingiliz deyince hep aklıma hainlik geliyor.
ingilizler denilince anglsaksonların torunları kendilerine göre asil ama başka devletlere göre pekte öyle olmayan millet.daha dün adı var olmayan sonradan ortaya çıkan lanetlenmiş insanlar.bernad shaw in dediği gibi 'İNGİLİZLERİN ATLARINI İNGİLİZLERİN KÖPEKLERİNİ İNGİLİZLERİN KUŞLARINI İSTERİM AMA İNGİLİZ İNSANLARI MI ASLA ASLA ASLA!
Velş'(yazılım şekli öğrenilecek) ler hariç soğuk insanlar. Velş'ler çok sıcak insanlar..
İnsanlara ünvan verip topraklarını alan dünyanın en büyük sömürge imparatorluğunu kurmuş yağmurlu iklimin soğuk kanlı insanları.
Sömürgelerindeki en yüksek değer Michael Jackson'un beyaz olmak istemesi gibi sömürülenlerin de bir İngiliz olabilmek isteğidir.
telefon paraları en az gelen topluluk.(okadar hızlı konuşuyolar ki bizim 10cümleyle anlattığımız şeyi 10 kelimeyle bitiriyorlar.bunlara telefon parası çok gelmez) :)
Şişman ve soğuk insan toplulukları.
ANTİ TÜRKÇÜLER...
İngilizler ırk değildir. Çeşitli ırklardan ve Roma İmparatorluğu'nun bir kalonisinden meydana gelir.
İngiltere'nin silah satışı yaptığı ülkeler arasında, politikalarını en çok eleştirdiği Suudi Arabistan bulunuyor.
İngiltere'nin silah satışı yaptığı ülkelerin listesinin açıklanmasının ardından, haberi yayımlayan The Guardian gazetesi, hükümeti 'ilkeli silah satışı' konusunda kendi verdiği karara ters düşmekle suçlarken, insan haklarını savunan gruplar da yaptıkları açıklamalarda, Endonezya, Kolombiya, Nepal gibi ülkelere silah satışı yapılmasını eleştirdi.
Suudi Arabistan'ın 189 milyon sterlinle birinci olduğu listede, ikinci büyük silah alıcısı da yıllık 116 milyon sterlinlik alımla ABD oldu. Malezya 97 milyon sterlinle üçüncü sırada yer aldı.
Türkiye ise İngiltere'den yaptığı 42 milyon 370 bin sterlinlik silah alımıyla sekizinci sıraya yerleşti.
internethaber, 02.05.2004
Medeni ülkeler sıralamasında ilk iki sırayı alan, lordların ülkesi ABD ve İngiltere, barbar diye alay ettiği Araplar karşısında bile küçük düştü.
Önce Amerikalı askerlerin Iraklı esirlere yaptıkları işkence ve aşağlamaların fotoğraflarıyla irkildik, şok olduk. Tüm dünya tepkisini gösterdi, İngiltere Başbakanı Blair, Iraklı mahkumlara Amerikalı askerlerin uyguladığı kötü muameleyi kınadı, ‘dehşet verici’ bulduğunu söyledi.
Aradan bir gün bile geçmedi, dün İngiliz askerlerin ‘dehşet verici’ fotoğrafları ortaya çıktı. İngiliz Daily Mirror gazetesi, İngiliz askerinin, kafasına çuval geçirilmiş, yarı çıplak Iraklı bir esirin üzerine idrarını yaparken çekilmiş fotoğrafını yayımladı. Yazıda bu esirin henüz 18 yaşında olduğu, ‘hırsızlıkla’ suçlandığını, ancak hiçbir delilin bulunmadığı belirtildi. Gençe, 8 saak boyunca işkence yapan İngiliz askerler, önce ağzına tüfek namlusu soktular, dişlerini kırdılar, dövdüler, üzerine işediler, ağzından ve burnundan kan gelmesine rağmen durmadılar, kafasındaki çuvalı bile çıkarmadılar. Sonunda genci, seyir halindeki bir kamyondan attılar. Yaşayıp yaşamadığı bilinmiyor...
Irak Savaşı’nın henüz ilk günlerinde Iraklılar’ın esir aldıkları Amerikalı askerlere nasıl muamele ettikleri unutulmuş olabilir. Ancak onlar ne dövüldü, ne aç bırakıldı, ne kafalarına çuval geçirildi, ne çırılçıplak soyulup çıplaklıklarıyla alay edildi ya da cinsel ilişkiye zorlanıp aşağlanmadı. Iraklılar onlara çay bile ikram etti. Pijamalar verdiler, yaralarını sardılar. Medeniyeti kişi başına düşen milli gelirle ölçen işgalciler insaniyeti unuttular. Star Gazetesi'nin dediği gibi.. Tüm dünya iki gündür batılı barbarları tanıdı..
5. Yazı
İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir 'kemik evi'ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti 'graveyard shift') denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur ('saved by the bell') bazıları da 'ölü zilci' (dead ringer) olurdu.
Gerçekler bunlar. Kim demiş tarih sıkıcıdır diye..
Orjinali
England is old and small and the local folks started running out of places to bury people. So they would dig up coffins and would take the bones to a 'bone-house' and reuse the grave. When reopening these coffins, 1 out of 25 coffins were found to have scratch marks on the inside and they realized they had beenburying people alive. So they thought they would tie a string on the wrist of the corpse, lead it through the coffin and up through the ground and tie it to a bell. Someone would have to sit out in the graveyard all night (the 'graveyard shift') to listen for the bell; thus, someone could be 'saved by the bell' or was considered a 'dead ringer.'
And that's the truth... (who ever said that History was boring) ?
4. Yazı
Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü.
Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında 'tabak ağzı' (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu.
Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.
Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna 'uyanma' nöbeti deniyordu.
Orjınali:
Those with money had plates made of pewter. Food with a high acid content caused some of the lead to leach onto the food, causing lead poisoning and death. This happened most often with tomatoes, so for the next 400 years or so, tomatoes were considered poisonous.
Most people did not have pewter plates, but had trenchers, a piece of wood with the middle scooped out like a bowl. Often trenchers were made from stale bread which was so old and hard that they could be used for quite some time. Trenchers were never washed and a lot of times worms and mold got into the wood and old bread. After eating off wormy, moldy trenchers, one would get 'trench mouth.'
Bread was divided according to status. Workers got the burnt bottom of the loaf, the family got the middle, and guests got the top, or 'upper crust.'
Lead cups were used to drink ale or whiskey. The combination would sometimes knock them out for a couple of days. Someone walking along the road would take them for dead and prepare them for burial. They were laid out on the kitchen table for a couple of days and the family would gather around and eat and drink and wait and see if they would wake up. Hence the custom of holding a 'wake.'
3 Yazı:
Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır.
Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı 'thresh hold' (saman tutan; Türkçesi 'eşik') idi.
Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu. 'Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük' (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur.
Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı. Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna 'yağ çiğnemek' (chew the fat) adı veriliyordu.
Orjinali:
The floor was dirt. Only the wealthy had something other than dirt, hence the saying 'dirt poor.'
The wealthy had slate floors that would get slippery in the winter when wet, so they spread thresh (straw) on the floor to help keep their footing. As the winter wore on, they kept adding more thresh until when you opened the door it would all start slipping outside. A piece of wood was placed in the entranceway, hence, a 'thresh hold.'
In those old days, they cooked in the kitchen with a big kettle that always hung over the fire. Every day they lit the fire and added things to the pot.. They ate mostly vegetables and did not get much meat. They would eat the stew for dinner, leaving leftovers in the pot to get cold overnight and then start over the next day. Sometimes the stew had food in it that had been there for quite awhile. Hence the rhyme, 'peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old.'
Sometimes they could obtain pork, which made them feel quite special. When visitors came over, they would hang up their bacon to show off. It was a sign of wealth that a man 'could bring home the bacon.' They would cut off a little to share with guests and would all sit around and 'chew the fat.'
2. Yazı:
Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce'deki 'kedi-köpek yağıyor' (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.
Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.
Orjinali:
Houses had thatched roofs-thick straw-piled high, with no wood underneath. It was the only place for animals to get warm, so all the dogs, cats and other small animals (mice, bugs) lived in the roof. When it rained it became slippery and sometimes the animals would slip and fall off the roof-hence the saying 'It's raining cats and dogs.'
There was nothing to stop things from falling into the house. This posed a real problem in the bedroom where bugs and other droppings could really mess up your nice clean bed. Hence, a bed with big posts and a sheet hung over the top afforded some protection. That's how canopy beds came into existence.
Nette dolaşan İngilizlerle ilgili bazı yazılar var; baya ilginç:
1. Yazı:
Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığımı düşünün. 1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu:
İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma mtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın' (Don't throw the baby out with the bath water) deyimi buradan gelmektedir.
Orjinali:
Next time you're washing your hands and the water temperature isn't just how you like it, think about how things used to be. Here are some facts about the 1500s.
Most people got married in June because they took their yearly bath in May and still smelled pretty good by June. However, they were starting to smell, so brides carried a bouquet of flowers to hide the body odor.
Baths consisted of a big tub filled with hot water. The man of the house hadthe privilege of the nice clean water, then all the other sons and men, then the women and finally the children-last of all the babies. By then the water was so dirty you could actually lose someone in it. Hence the saying, 'Don't throw the baby out with the bath water.'
Tony Blair, Saray, Kralice...
BBC, MI6,
Sogan tursusu, Bikla,
Sirkeli ve tuzlu patatesler (mayonezi sevenlerdenseniz o nadir bulunur) ,
Sadece buz gibi ve kaynar suyun bulundugu musluklar ve dus degil banyo yapma zorunlulugu.
The Guardian gazetesi.Sacma bulvar gazeteleri.
***
MI6,Westminister,
Londra dendi mi sanirim Londra koprusu, (acilaninin Tower Bridge oldugunu gidince ogrendim) meshur Bigben.. Madam Touso muzesi (sahi oyle yazilirmiydi) Hyde park, Marble Arch, British Museum. Tate Modern Sanat galerisi.. Nehrin yanindaki kucuk kafeler ve sokaklar arasindaki heykeller. Koseyi dondugunuzde karsiniza ne cikacagini bilmezsiniz ve bu kesfetme hissi yaratir.
Turk, Hint, Pakistanli kebapcilar.
Anlattikca fark ediyorum ki ben Londrayi sevmisim. İyi de ingiliz kelimesinin altinda bunlar ne :) yine de silmiyorum hadi kalsin bakalim
ne acayip konu! ! !
üçbeş barbar kavmin bir araya gelerek oluşturduğu ırkımsı bişey
ileri görüşlü olup problemler büyümeden uzun dönemli çözümler getiren...
çoğu cahil ve genel kültür sıfır ama çoğunluğu yöneten azınlık ileri derecede zeki ve akıllı...
bize göre çoğu şeyleri ters, kapıları bile tersten kilitlenip açılıyor, ama standardlarını dünyaya kabul ettirmiş bir güç...
keltler/iskoçlar/angıl ve saksonlar/normanlar/irlandalılar/ kraliyet/ anglikan kilisesi/ sömürgecilik/ denizcilik/ ingilizce/ soğukkanlılık/ gelenekçilik/ soylu sınıfı/ işçi partisi/ oxford+cambridge kültürü
Sokak calgicilari. Dans guruplari. Protestolar..
Arendale Center.
Marks and Spencer, Next, Doroty Perkins, Selfridges magazalari.
İngiliz tipi otobusler (cift katli ve kirmizi)
Cagrisimlar:
Manchesteri tabii ki :)
Picadilly Gardens, Her sehrinde olan Oxford caddesi ve yolu (yol biter cadde baslar ayni guzergah fark ne?)
Londra, Cambridge, Birmingham.
Virgin Trenleri..
Publar, Hayaletler.
Salford Universitesi..
İngiliz kahvaltilari (iki sosis, iki janbon, iki yumurta ve tost ekmegi)
Arkadaslarimi. Vivien, John, Tracy, Dean bir hintliydi ama Dean ve Camal. Camal in bebegi olacakti ve karisini birakip sirf burs aldigi icin yollara dusmustu. Endonezyaliydi. Aİlesi koy kokenliydi bu kadar okumasi onlar icin gurur kaynagiydi. Hep sansli oldum ve nereye gidersem gideyim destek gordum diyen bes vakit namazinda bir insan.
BBC nin ve alabildigim bes diger kanalin ne kadar kotu olduklari.
İngiliz insaninin korkular icinde kivranmasi.
Aslinda bu kadar nimetler verilmis ya da zorla zaptedmis bir ulkenin insaninin ne kadar mutsuz oldugu.
sikayet etmek istedigde sikayet edeck merci bulamamak.
Eskiden bir numara olan ingiliz egitiminin gun gectikce gerilemesi. Ve gerilemeye mahkum olmasi.
İngilizler, Romalıların bügün Britanya dediğimiz yeri MS. 43'de işgal ettiği zaman kurduğu 'Britannia' adlı Roma kolonisidir... Daha önceden yaşayan Celticler (keltler) zamanla Romalılaştırılmış ve 5. yy'ın erken çağlarında Roma'nın yıkılmasıyla Germanic denilen kabileler (Angles, Saxons, Jutes, Frisians) MS. 410'dan itabren İngiltere'ye yerleşmeye başlamışlardır.
Görüldüğü gibi İngilizler bir ırk değil British dediğimiz Roma kolonileriden, germenic kabilelerinden ve hristiyanlaştırılmış Keltler'den meydana gelirler.. Benzer kaderi Fransa, Belçika, Almanya gibi ülkelerde paylaşmıştır...
beş çayı....