(buyuk patlama) baslangicta madde ve enerji tek bir noktada yogunlasmis bulunuyordu; elementler parcaciklar patlamadan cok kisa bi sure sonra olustu zaman ve uzay bile bu surecle olustu..
10 15 milyar yıl önce büyük patlama oluyor gaz tuz buz dan oluşan nebula dönmeye başlıyor bu nebula bulutsu yapıda işte gaz ve toz sıkışıyor sonra ilkel güneş oluyor sonra gezegenleri yörüngesine topluyor..plüton bi gezegen değilmiş çünkü aynı yörünge de değil farklı bi şekilde kafasına göre takılmaktadır kendisi=) selam ederim=)) =)) şu yorumu ilkokul öğrenciisi bile okusa anlar hocam=)
Big Bang, diğer adıyla büyük patlama, bundan milyarlarca yıl önce sıfır noktasından gelen muazzam bir patlamanın ismidir. Evren bu patlamanın ardından aşama aşama şekillenerek günümüzdeki haline ulaşmıştır. Edwin Hubble 1929 yılında dev teleskopuyla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan bir ışık yaydıklarını saptadı. Bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kaymaktaydı. Yani yıldızlar her an bizden uzaklaşmaktaydılar. Ayrıca yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Herşeyin birbirinden uzaklaştığı bir evrende varılabilecek tek sonuç, evrenin her an genişlemekte olduğuydu. Big Bang'in başka bir delili de hidrojen-helyum oranıdır. Yıldızlar, içerdikleri hidrojen gazını nükleer tepkimeyle helyuma dönüştürerek enerji üretirler. Eğer evrenin bir başlangıcı olmasaydı, yıldızlardaki tüm hidrojenin helyuma dönüşmüş olması gerekirdi. Görüldüğü gibi tüm bu gerçekler, ateistlerin 'evren sonsuzdan gelir ve sonsuza gider ve bu yüzden yaratıcıya ihtiyacı yoktur.' ve 'kainatta hiçbir şey yoktan var, vardan da yok olamaz.' gibi ezberlerini alt üst etmiştir. Big Bang, sıradan bir patlama değildir. Normalde patlamalar maddenin yapısını düzensizleştirirler fakat big bang'den sonra ortaya çıkan eşsiz düzen ateistlerin yaşamın kaynağını bağladığı doğanın bile patlamanın bir ürünü olduğunu gösteriyor. Çünkü o öyle bir düzen ki evrenin genişleme hızının küçük oynamalarla bile evrenin dengelerini bozacak sonuçlar doğurmasına yol açar.
Dünyamızın ay ve yıldızların ve güneşinde içinde yer aldığı bizim gezegenimiz SAMANYOLU gezegeninde 100.000.000 (yüz Milyar) adet yıldızlar topluluğu vardır. Ve her birinin bir birine uzaklığı milyonlarca kilometredir. Işık hızı mesafesindedirler ki, bir ışık yılı yaklaşık olarak on trilyon kilometredir. Samanyolu galaksimize en yakın galaksi Andromeda'dır; bizim galaksimize mesafesi 2 milyon ışık yılıdır. oda Samanyolu gibi milyarlarca yıldız barındırır. Samanyolu ve Andromeda gibi daha milyarlarca galaksi vardır, her bir galaksidede bizim galaksimizdeki gibi milyarlarca yıldız ucsuz bucaksız evrende milyarlarca yıldız adeta raks eder dururlar, hemde ahenk içinde, itaatkar biçimde.. . Evren bunları tek başına milimetrik saniyelerde yapacak kadar akıllı bir varlıkmıdır, bunun cevabınıda evrimciler ve atesitler vermelidirler. .
15 milyar yıl önceydi, kainatta bir nokta aniden patlayıverdi. Bu noktaya Simgularity deniyor. Bu noktadan tüm enerjiyle birlikte özellikle zaman ve manyetik eylem doğdu. Bu an, bugünkü zaman kavramı ile 10 üzeri -43 saniyedir. Bu an dediğimiz salise bile değildir. Allah o bir an yerine bir saniye yaratmaya devam etseydi, buı günkü galaksiler, evrenler gibi milyarlarcası daha yaratılırdı.
görünmeyenden görünene,yokluktan varlığa,bilinmezlikten bilinene geçiş,görüpte kör olanların suratına atılmış tokat.ALLAH'IN varlığına iman etmenin güzel bir delili,bazıları maymunlaşmış olsada gerçek tektir.ALLAH! TAN BAŞKA TAPILACAK YOKTUR.
ne mekan, ne de zaman vardı. kainat yaratıldı... o ana hiçbirimiz şahid değildik... bu yaratılış anına, yaratılışta ilk safha olarak, bilim adamları 'big bang' adını vermişlerdir... bütün madde, enerji, mekan ve zamanın, bu patlama sonrası ortaya çıktığı düşünüyorlar... bütün bu olup bitenlerin sebeplerini soracak olursanız alacağınız cevap çok enterasan: 'somehow' (her nasılsa) olmuş işte! gaflet ve cehaleti örtmek için ne güzel bir kelime değil mi, 'her nasılsa'?
= Büyük Patlama neredeyse sonsuz kütle ve sıfır hacime sahip bir ŞEYin patlayarak aniden çok çok hızlı şekilde büyümek suretiyle oluşturduğu ŞEYe biz evren diyoruz
YORUM: 'big bang den öncesi mi? bunu bize sormayın, ne olduğunu biz de bilmiyoruz, bir yokluk diye farz edelim' cinsi bir replik okudum Bilim ve Teknik Dergisinin bir ekinde... iyi de bilim yapan adamlara sormayacağım da aristo mu cevap verecek bana big bang'den öncesi hakkında... :)))
BU KONUDA EN AYRINTILI BİLGİ www.varliktanveriler.com da 20. veri Varlıktan Veriler 20
DARVİN’İN TEKAMÜL NAZARİYESİ, BUDİZM(REENKARNASYON) VE BİG BANG Budistlerin nirvana dediği Külli-Bütüncül Candır.(Ruh değil; Budistler ruha ve Tanrı'ya inanmazlar.) Ve bu bütüncül canda Akıl niteliği yoktur. Yani bu inandıkları, herkesteki organik candır. Zaten organik canda, akıl yoktur. Akıl olsaydı; canlı olan bitki ve hayvanda da olurdu. Ruh ve akıl yalnızca insanda vardır. Yine onlara göre, doğanın yarısı can(organik) , yarısı Cansız-inorganik maddedir. Can ve madde durmadan bileşir ve ayrışır (sentez-analiz) . Bu bileşme ve ayrışma olaylarında, nesneler şekil-biçim değiştirirler ve Budistler şöyle derler: Bitki hayvan, hayvan insan olur. Tekrar insan hayvan, bitki olur.(Yani bunlar onlara göre olasıdır.) Yani hayvan insan oluyor; O insan kötü ise tekrar vahşi hayvana dönüşüyor.Peki insan hayvana dönüşüyorsa insandaki akıl ne oluyor? Oysa akıl hayvanda yok, hayvanlarda düşün-tefekkür yoktur; olsa onlarda insan gibi büyük işler yapar, teknoloji üretebilirlerdi. Birde şöyle diyorlar: bir insan bu dünyada ne kadar ızdırap çekerse, ne kadar fakir ve fakirliğe razı olursa ikinci gelişte bir mihrace(İngililizlerin Lord dediği) gibi çok zengin olacaktır. Sefahat içinde eğlenceli bir hayat sürecektir. Ve ne kadar tez ölürse, o kadar tez geri dönecektir. Onun için fakirler fakirliği doğal bir olay kabul edip buna razı olup, ikinci gelişte; zengin, soylu olarak gelebilmesi için ölümü beklemelidir. Yoksa mihrace olarak değil de; tekrar vahşi bir hayvan olarak gelir. Yani insan iken vahşi bir hayvana dönüşür. Tabii bunlar safsatadır. İnsanı fakirliğe razı edip pasifleştirmek, burjuvaya ve egemen güçlere direnmesini önlemektir. Budistler, fakirlere düşkünler(Parya) derler. Bir de seçkinler, üst sınıf vardır. Fakirler, ölümü beklediklerinden ölünceye kadar zamanı bilmemek için tarihte, sürekli afyon kullanmışlardır. Mao, devrim ertesi afyon kullanmayı yasaklamıştır.
Nirvanaya kavuşma olayı ise şöyledir: İyi bir insan, Buda’nın bu öğretilerine uyar; öyle hareket ederse, yazgısına razı olursa, bazıları Nirvana(Külli canla) ile özdeşleşebilirler. Onlara göre tabiat-doğa iki şeyden ibarettir. Yarısı madde(İnorganik) , yarısı can (Hayat-organik) dır. İkisi bir bütündür. Bu iki şey bileşirler, ayrışırlar ve bu ebedidir. Çünkü onlar evrenin yok olacağına da inanmazlar. Halbuki bilim bile bir gün bu alemin-evrenin geri bozulup yok olacağını, yani başka bir hal alacağını kabul ediyor. Hindular, evrenin ezeli ve ebedi olduğunu kabul ederek hem kitabi dinlere hem de bilime ters düşüyorlar.
İslam ve İslam tasavvufu; ruhun Allah’a kavuşacağını beyan eder. Budistlerde nesnel can, büyük cana karışabilir. Buda’nın, nirvanaya; büyük cana kavuştuğuna inandıkları gibi.
Budistler ruha inanmazlar. Onlarda iki şey var; Madde ve can. Ruha inanmayıp sadece akılsız cana(Organizmaya) inanmaktadırlar. Zira ruh-akıl sadece insanda vardır. Hayvanın ve bitkininde canı vardır, ama bitkilerin ve hayvanların akıl taşıyan ruhları yoktur. Hindu-budist dinler, din değildir. Bir düşünce, bir teoridir. Tabiata (madde ve cana tapmak gibi) bir görüş, ilkel bir materyalizmdir. Din değildir. Metafiziği yoktur. Ayrıca Darvin’ e göre her şey o arada insanda; tekamül olgunlaşma gelişme devam etmektedir. Ve bu olgunlaşma sonsuza dek hep devam eder.Yani evrende dünyada ve nesnelerde, insanda sukut (düşüklük) ve geriye dönüş yok; hep ilerleme gelişme ve güzelleşme vardır. Budizm-Hindu Felsefesi Darvin’in Tekamül-Teorisine de ters düşmektedir. Çünkü reenkarnasyona göre mükemmel olan, (insan) tekrar basite(hayvana) dönüşmektedir. O nedenle diyoruz ki; Reenkarnasyon Kitabi dinlere de, bilime de, Darvin Teorisinede, big Bang (büyük Patlama ve bunun sonucu bu alemin sonradan olması gerçeği)) olayına da uymuyor. Çünkü Budistler-Hindu dinleri Kâinatın –evrenin ezelden beri böyle olduğunu ve ebedi olarak böyle kalacağına inanıyorlar. Onlara göre; olaylar, olacaklar hep bu yok olmayacak evrenin içinde olmaktadır.
Darvin’in tekamül teorisini de biraz irdeleyecek olursak: ona göre insan, hayvanın tekâmülü-gelişmesi ve düşünen-anlayan insan olmasıdır. İnsanın varlığı bilime göre milyon seneden fazladır. Bu milyon sene içinde tarihin derinliklerinde; örneğin 5-6 bin yıl öncesi ile şimdiki 2004 yılları arasında 4 bin yıl öncesinden Miladi 7.yıla kadar 25-30 peygamber gelmiş. Tevrat gibi 3500 yıllık çok eski yazılı ve çok düşündürücü bir kitap var. Ayrıca Davut Peygamber’in mazmurları-defterleri(Zebur) var, İncil var, Kurân var. Bunlar yazılı belgelerdir.
Ayrıca, tarihin derinliklerinde bilge-feylezof kişiler var. Örneğin Yunan Felsefecileri, Sokrat, Eflatun, Aristo vs.gibi. Bunlar Milattan önce yaşamış Bilge- ve feylezof kişilerdir.
Bu durumda şu soruyu sorabiliriz. Mademki İnsan, Tekâmül ediyor. O halde bütün insanların hepsinin; bu görüşe göre, hep birlikte-topluca birer bilge kişi, Sokrat, Eflatun, Aristo gibi olması hatta gelişme devam ettiğine göre bunları da aşması icab etmez mi? KAZIM YARDIMCI www.varliktanveriler.com
Peki insanlık camiasında neden Peygamberler, Feylezoflar çok az? devamı için www.varliktanveriler.com
ateistlerin bittiği an.....atesitleri metaryalist felsefecileri bitiren onların savundukları tezleri çürüten bir bilimsel buluş.........ama hala direniyorlar yazıkkkkkkkkkk
Örnek verecek olursak... Üzerinde benekler olan bir balonu şişirsek. Benekler birbirinden uzaklaşacaktır.
Bu uzaklaşma tespiti yüzünden batılı bilimadamları (doğulular daha bu noktaya bile gelemedikleri için onları her zamanki gibi pas geçiyoruz) başlangıçta sonsuz küçük bir kütle(kütle diyoruz cisim değil) olabileceğini hayal etmiştir.
Oysa sıradan bir balon gibi de olabilir. O zaman da big bang balonun patlaması olarak literatüre geçer. Bu patlama sonucu her bir benek ayrı yerlere fırlayacak ve kaos başlayacaktır.
Yani big bang bence çok şişirilmiş bir balonun patlamasıdır.
Oldukça fantastik bir kurgudur. Teoridir. Evrenin genişlediği ispatlandıktan sonra mantık kazanmıştır. Bence mantıklı değil.
Ha bu işi dine bağlayanlara gelince; yarın evrenin daraldığı ispatlanınca bu sefer nerden bir ayet bulup dinlerini bilimsel teorilere yakıştıracaklar merak ediyorum doğrusu..
Sıfır hacim, maddi anlamda yokluk demektir.Bu sıfır hacmin sahip olduğu sonsuz kütle ise, sıradan beyinlerin kadıramayacağı sınırsız bir kudretin varlığını gösterir.Patlama sonrası oluşan düzen, bu sınırsız kudretin düzenlediği bir ahenktir.Yani Big Bang yokluktan varlığa geçiş demektir.
Bu olayı tesadüfle açılamaya çalışmak insanın kendini kandırmasından baçka bişey olamaz...
Belli yerlere çekilmeye çalışılarak dogmatik zemine oturtulmaya çalışılan ve en tembel fizik öğrencisinin dahi takdir edebileceği çapta bilimsel zeminden doğmuş 'teori'
kainatı,onun sırlarını,nizamını incelikleini,büüyklüğünü,parlaklığını,düşündüğümüz zaman elbette yaratıcı bir ilahı da düşünmemiz icap eder.berrak bir yaz gecesind egöğe bakıp uzaktan parıldayan yıldızları gördükten sonra bütün bu kainatın kör bir tesadüfün eseri olduğunu kim iddia edebilir..(a.c.cronin-imana kavuşanlardan)
Edwin Hubble, dev teleskobuyla yaptığı gözlemlerde evrenin genişlediğini fark etti. Hubble böylece “sonsuz evren” efsanesini yıkacak Big Bang teorisinin de ilk delilini bulmuş oluyordu.
Bu iddiayı ısrarla sahiplenenlerden biri, 20. yüzyılın ilk yarısında yazdığı kitaplarla materyalizmin ve Marksizm'in ünlü bir savunucusu haline gelen Georges Politzer idi. Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri adlı kitabında, 'sonsuz evren' modelinin geçerliliğine güvenerek yaratılışa şöyle karşı çıkıyordu:
Evren yaratılmış bir şey değildir. Eğer yaratılmış olsaydı, o takdirde, evrenin Tanrı tarafından belli bir anda yaratılmış olması ve evrenin yoktan varedilmiş olması gerekirdi. Yaratılışı kabul edebilmek için, her şeyden önce, evrenin var olmadığı bir anın varlığını, sonra da, hiçlikten (yokluktan) bir şeyin çıkmış olduğunu kabul etmek gerekir. Bu ise bilimin kabul edemeyeceği bir şeydir. (1)
Politzer, yaratılışa karşı sonsuz evren fikrini savunurken, bilimin kendi tarafında olduğunu sanıyordu. Oysa bilim, çok geçmeden, Politzer'in 'eğer öyle olsa, bir Yaratıcı olduğunu kabul etmek gerekir' dediği gerçeği, yani evrenin bir başlangıcı olduğu gerçeğini ispatladı.
1920'li yıllar, modern astronominin gelişimi açısından çok önemli yıllardı. 1922'de Rus fizikçi Alexandre Friedmann, Einstein'in genel görecelik kuramına göre evrenin durağan bir yapıya sahip olmadığını ve en ufak bir etkileşimin evrenin genişlemesine veya büzüşmesine yol açacağını hesapladı. Friedmann'ın çözümünün önemini ilk fark eden kişi ise Belçikalı astronom Georges Lemaitre oldu. Lemaitre, bu çözümlere dayanarak evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bu başlangıçtan itibaren sürekli genişlediğini öngördü. Ayrıca, bu başlangıç anından arta kalan radyasyonun da saptanabileceğini belirtti.
Bu bilim adamlarının teorik hesaplamaları o zaman çok ilgi çekmemişti. Ancak 1929 yılında gelen gözlemsel bir delil, bilim dünyasına bomba gibi düşecekti. O yıl California Mount Wilson gözlemevinde, Amerikalı astronom Edwin Hubble astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden birini yaptı. Hubble, kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan bir ışık yaydıklarını saptadı. Bu buluş, o zamana kadar kabul gören evren anlayışını temelden sarsıyordu. Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. (Gözlemciden uzaklaşmakta olan bir trenin düdük sesinin gittikçe incelmesi gibi.) Hubble'ın gözlemi ise, bu kanuna göre, gökcisimlerinin bizden uzaklaşmakta olduklarını gösteriyordu. Hubble, çok geçmeden çok önemli bir şeyi daha buldu; yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Her şeyin birbirinden uzaklaştığı bir evren karşısında varılabilecek tek sonuç ise, evrenin 'genişlemekte' olduğuydu.
Evrenin yaratılışı, bundan bir asır önce, astronomların önemli bir bölümü tarafından gözardı edilen bir kavramdı. Bunun nedeni ise, 19. yüzyıldaki bilim anlayışının, evrenin sonsuzdan beri var olduğu varsayımını benimsemesiydi. Evreni inceleyen bilim adamlarının çoğu, zaten sonsuzdan beri var olan bir maddeler bütünüyle karşı karşıya olduklarını sanıyor ve evren için bir 'yaratılış', yani başlangıç olduğunu akıllarından bile geçirmiyorlardı.
Bu 'sonsuzdan beri var olan evren' fikri, Batı düşüncesine materyalist felsefe ile birlikte girmişti. Eski Yunan'da gelişen bu felsefe, maddeden başka bir varlık olmadığını savunuyor ve evrenin sonsuzdan gelip sonsuza gittiğini öne sürüyordu. Aslında materyalizm, Ortaçağ'da Kilise'nin hakim olduğu dönemde rafa kaldırılmıştı. Ama Rönesans'tan sonra Batılı bilim ve fikir adamlarının yeniden Eski Yunan kaynaklarına merak sarmaları ile birlikte, materyalizm de yeniden kabul görmeye başladı.
Büyük patlama denen bu teoreme göre, evrenin bir noktadan bir patlama ile oluştuğu sanılmaktadır. Patlamadan sonra milyon kere milyon mertebelerinde sıcak olan evren zaman içinde soğumaya başladı. Ve ortamda bulunan Hidrojen, helyum v.s. gibi gazlar tepkimeye girmeye daha kompleks yapılara dönüşmeye başladılar. Bizim kitaplarda gaz ve toz bulutu diye okuduklarımız o anki ortamın durumundan başka bir şey değildir. Daha büyük kütlelerin oluşumu daha büyük çekim kuvvetlerini doğurdu ancak hidrojen helyum dönüşümü (füzyon olayı) sonrasında oluşan tepkime enerjileri bu büyük kütlelerin kendi içlerine çökmeleri (yerçekimi kuvveti etkisi ile) engellenmiştir. Ve günümüz gök cisimleri, gezegenler yıldızlar v.s. oluşmuştur, deniyor...
Buyuk patlama dogru degil. Sonrasinda bir toz bulutu ve yildiz ve gezengenler olusmus oylemi?
Bir mıknatıs gibimi?
Bence bunlarin mantiginda Özür var.
Bir yildizin donmesinin bir sebebi var. Gezegenlerinde. Hatta gezegenler donmeye bilirlerlerde ama yildiz donmez ise onun yercekimi olmaz.
Yani nasil yildizlar ve gezegenler top haline gelsin sonrasinda bir 'toz bulutundan'.
Ben evreni onlardan daha iyi anliyorum ama bu konuda fikrimi paylasmam. Okuyan var ise sende gicik olabilirsin bana.
The Big Bang Theory...
kesinlikle en sevdiğim dizi.izlemediyseniz tavsiye ederim
dizilerden laf açılmışken yaziym dedim ;)
(buyuk patlama) baslangicta madde ve enerji tek bir noktada yogunlasmis bulunuyordu; elementler parcaciklar patlamadan cok kisa bi sure sonra olustu zaman ve uzay bile bu surecle olustu..
10 15 milyar yıl önce büyük patlama oluyor gaz tuz buz dan oluşan nebula dönmeye başlıyor bu nebula bulutsu yapıda işte gaz ve toz sıkışıyor sonra ilkel güneş oluyor sonra gezegenleri yörüngesine topluyor..plüton bi gezegen değilmiş çünkü aynı yörünge de değil farklı bi şekilde kafasına göre takılmaktadır kendisi=) selam ederim=)) =)) şu yorumu ilkokul öğrenciisi bile okusa anlar hocam=)
Big Bang, diğer adıyla büyük patlama, bundan milyarlarca yıl önce sıfır noktasından gelen muazzam bir patlamanın ismidir. Evren bu patlamanın ardından aşama aşama şekillenerek günümüzdeki haline ulaşmıştır. Edwin Hubble 1929 yılında dev teleskopuyla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan bir ışık yaydıklarını saptadı. Bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kaymaktaydı. Yani yıldızlar her an bizden uzaklaşmaktaydılar. Ayrıca yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Herşeyin birbirinden uzaklaştığı bir evrende varılabilecek tek sonuç, evrenin her an genişlemekte olduğuydu. Big Bang'in başka bir delili de hidrojen-helyum oranıdır. Yıldızlar, içerdikleri hidrojen gazını nükleer tepkimeyle helyuma dönüştürerek enerji üretirler. Eğer evrenin bir başlangıcı olmasaydı, yıldızlardaki tüm hidrojenin helyuma dönüşmüş olması gerekirdi. Görüldüğü gibi tüm bu gerçekler, ateistlerin 'evren sonsuzdan gelir ve sonsuza gider ve bu yüzden yaratıcıya ihtiyacı yoktur.' ve 'kainatta hiçbir şey yoktan var, vardan da yok olamaz.' gibi ezberlerini alt üst etmiştir. Big Bang, sıradan bir patlama değildir. Normalde patlamalar maddenin yapısını düzensizleştirirler fakat big bang'den sonra ortaya çıkan eşsiz düzen ateistlerin yaşamın kaynağını bağladığı doğanın bile patlamanın bir ürünü olduğunu gösteriyor. Çünkü o öyle bir düzen ki evrenin genişleme hızının küçük oynamalarla bile evrenin dengelerini bozacak sonuçlar doğurmasına yol açar.
Dünyamızın ay ve yıldızların ve güneşinde içinde yer aldığı bizim gezegenimiz SAMANYOLU gezegeninde 100.000.000 (yüz Milyar) adet yıldızlar topluluğu vardır.
Ve her birinin bir birine uzaklığı milyonlarca kilometredir.
Işık hızı mesafesindedirler ki, bir ışık yılı yaklaşık olarak on trilyon kilometredir.
Samanyolu galaksimize en yakın galaksi Andromeda'dır; bizim galaksimize mesafesi 2 milyon ışık yılıdır. oda Samanyolu gibi milyarlarca yıldız barındırır. Samanyolu ve Andromeda gibi daha milyarlarca galaksi vardır, her bir galaksidede bizim galaksimizdeki gibi milyarlarca yıldız ucsuz bucaksız evrende milyarlarca yıldız adeta raks eder dururlar, hemde ahenk içinde, itaatkar biçimde..
.
Evren bunları tek başına milimetrik saniyelerde yapacak kadar akıllı bir varlıkmıdır,
bunun cevabınıda evrimciler ve atesitler vermelidirler.
.
15 milyar yıl önceydi,
kainatta bir nokta aniden patlayıverdi. Bu noktaya Simgularity deniyor.
Bu noktadan tüm enerjiyle birlikte özellikle zaman ve manyetik eylem doğdu.
Bu an, bugünkü zaman kavramı ile 10 üzeri -43 saniyedir.
Bu an dediğimiz salise bile değildir.
Allah o bir an yerine bir saniye yaratmaya devam etseydi, buı günkü galaksiler, evrenler gibi milyarlarcası daha yaratılırdı.
görünmeyenden görünene,yokluktan varlığa,bilinmezlikten bilinene geçiş,görüpte kör olanların suratına atılmış tokat.ALLAH'IN varlığına iman etmenin güzel bir delili,bazıları maymunlaşmış olsada gerçek tektir.ALLAH! TAN BAŞKA TAPILACAK YOKTUR.
ne mekan, ne de zaman vardı. kainat yaratıldı...
o ana hiçbirimiz şahid değildik... bu yaratılış anına, yaratılışta ilk safha olarak, bilim adamları 'big bang' adını vermişlerdir...
bütün madde, enerji, mekan ve zamanın, bu patlama sonrası ortaya
çıktığı düşünüyorlar... bütün bu olup bitenlerin sebeplerini soracak olursanız
alacağınız cevap çok enterasan:
'somehow' (her nasılsa) olmuş işte!
gaflet ve cehaleti örtmek için ne güzel bir kelime değil mi, 'her nasılsa'?
= Büyük Patlama
neredeyse sonsuz kütle ve sıfır hacime sahip bir ŞEYin patlayarak aniden çok çok hızlı şekilde büyümek suretiyle oluşturduğu ŞEYe biz evren diyoruz
YORUM: 'big bang den öncesi mi?
bunu bize sormayın, ne olduğunu biz de bilmiyoruz, bir yokluk diye farz edelim' cinsi bir replik okudum Bilim ve Teknik Dergisinin bir ekinde... iyi de bilim yapan adamlara sormayacağım da aristo mu cevap verecek bana big bang'den öncesi hakkında... :)))
Evrimcilerin yüzünde ve beyninde patlamış hakikat
TOKATI halada maymundan geliklerini sanıyorlar
iyiki patlamışsın.....
BU KONUDA EN AYRINTILI BİLGİ
www.varliktanveriler.com da 20. veri
Varlıktan Veriler 20
DARVİN’İN TEKAMÜL NAZARİYESİ, BUDİZM(REENKARNASYON) VE BİG BANG
Budistlerin nirvana dediği Külli-Bütüncül Candır.(Ruh değil; Budistler ruha ve Tanrı'ya inanmazlar.) Ve bu bütüncül canda Akıl niteliği yoktur. Yani bu inandıkları, herkesteki organik candır. Zaten organik canda, akıl yoktur. Akıl olsaydı; canlı olan bitki ve hayvanda da olurdu. Ruh ve akıl yalnızca insanda vardır. Yine onlara göre, doğanın yarısı can(organik) , yarısı Cansız-inorganik maddedir. Can ve madde durmadan bileşir ve ayrışır (sentez-analiz) . Bu bileşme ve ayrışma olaylarında, nesneler şekil-biçim değiştirirler ve Budistler şöyle derler:
Bitki hayvan, hayvan insan olur. Tekrar insan hayvan, bitki olur.(Yani bunlar onlara göre olasıdır.) Yani hayvan insan oluyor; O insan kötü ise tekrar vahşi hayvana dönüşüyor.Peki insan hayvana dönüşüyorsa insandaki akıl ne oluyor? Oysa akıl hayvanda yok, hayvanlarda düşün-tefekkür yoktur; olsa onlarda insan gibi büyük işler yapar, teknoloji üretebilirlerdi.
Birde şöyle diyorlar: bir insan bu dünyada ne kadar ızdırap çekerse, ne kadar fakir ve fakirliğe razı olursa ikinci gelişte bir mihrace(İngililizlerin Lord dediği) gibi çok zengin olacaktır. Sefahat içinde eğlenceli bir hayat sürecektir. Ve ne kadar tez ölürse, o kadar tez geri dönecektir. Onun için fakirler fakirliği doğal bir olay kabul edip buna razı olup, ikinci gelişte; zengin, soylu olarak gelebilmesi için ölümü beklemelidir. Yoksa mihrace olarak değil de; tekrar vahşi bir hayvan olarak gelir. Yani insan iken vahşi bir hayvana dönüşür.
Tabii bunlar safsatadır. İnsanı fakirliğe razı edip pasifleştirmek, burjuvaya ve egemen güçlere direnmesini önlemektir. Budistler, fakirlere düşkünler(Parya) derler. Bir de seçkinler, üst sınıf vardır. Fakirler, ölümü beklediklerinden ölünceye kadar zamanı bilmemek için tarihte, sürekli afyon kullanmışlardır. Mao, devrim ertesi afyon kullanmayı yasaklamıştır.
Nirvanaya kavuşma olayı ise şöyledir: İyi bir insan, Buda’nın bu öğretilerine uyar; öyle hareket ederse, yazgısına razı olursa, bazıları Nirvana(Külli canla) ile özdeşleşebilirler. Onlara göre tabiat-doğa iki şeyden ibarettir. Yarısı madde(İnorganik) , yarısı can (Hayat-organik) dır. İkisi bir bütündür. Bu iki şey bileşirler, ayrışırlar ve bu ebedidir. Çünkü onlar evrenin yok olacağına da inanmazlar. Halbuki bilim bile bir gün bu alemin-evrenin geri bozulup yok olacağını, yani başka bir hal alacağını kabul ediyor. Hindular, evrenin ezeli ve ebedi olduğunu kabul ederek hem kitabi dinlere hem de bilime ters düşüyorlar.
İslam ve İslam tasavvufu; ruhun Allah’a kavuşacağını beyan eder. Budistlerde nesnel can, büyük cana karışabilir. Buda’nın, nirvanaya; büyük cana kavuştuğuna inandıkları gibi.
Budistler ruha inanmazlar. Onlarda iki şey var; Madde ve can. Ruha inanmayıp sadece akılsız cana(Organizmaya) inanmaktadırlar. Zira ruh-akıl sadece insanda vardır. Hayvanın ve bitkininde canı vardır, ama bitkilerin ve hayvanların akıl taşıyan ruhları yoktur. Hindu-budist dinler, din değildir. Bir düşünce, bir teoridir. Tabiata (madde ve cana tapmak gibi) bir görüş, ilkel bir materyalizmdir. Din değildir. Metafiziği yoktur. Ayrıca Darvin’ e göre her şey o arada insanda; tekamül olgunlaşma gelişme devam etmektedir. Ve bu olgunlaşma sonsuza dek hep devam eder.Yani evrende dünyada ve nesnelerde, insanda sukut (düşüklük) ve geriye dönüş yok; hep ilerleme gelişme ve güzelleşme vardır.
Budizm-Hindu Felsefesi Darvin’in Tekamül-Teorisine de ters düşmektedir. Çünkü reenkarnasyona göre mükemmel olan, (insan) tekrar basite(hayvana) dönüşmektedir. O nedenle diyoruz ki; Reenkarnasyon Kitabi dinlere de, bilime de, Darvin Teorisinede, big Bang (büyük Patlama ve bunun sonucu bu alemin sonradan olması gerçeği)) olayına da uymuyor. Çünkü Budistler-Hindu dinleri Kâinatın –evrenin ezelden beri böyle olduğunu ve ebedi olarak böyle kalacağına inanıyorlar. Onlara göre; olaylar, olacaklar hep bu yok olmayacak evrenin içinde olmaktadır.
Darvin’in tekamül teorisini de biraz irdeleyecek olursak: ona göre insan, hayvanın tekâmülü-gelişmesi ve düşünen-anlayan insan olmasıdır. İnsanın varlığı bilime göre milyon seneden fazladır. Bu milyon sene içinde tarihin derinliklerinde; örneğin 5-6 bin yıl öncesi ile şimdiki 2004 yılları arasında 4 bin yıl öncesinden Miladi 7.yıla kadar 25-30 peygamber gelmiş. Tevrat gibi 3500 yıllık çok eski yazılı ve çok düşündürücü bir kitap var. Ayrıca Davut Peygamber’in mazmurları-defterleri(Zebur) var, İncil var, Kurân var. Bunlar yazılı belgelerdir.
Ayrıca, tarihin derinliklerinde bilge-feylezof kişiler var. Örneğin Yunan Felsefecileri, Sokrat, Eflatun, Aristo vs.gibi. Bunlar Milattan önce yaşamış Bilge- ve feylezof kişilerdir.
Bu durumda şu soruyu sorabiliriz. Mademki İnsan, Tekâmül ediyor. O halde bütün insanların hepsinin; bu görüşe göre, hep birlikte-topluca birer bilge kişi, Sokrat, Eflatun, Aristo gibi olması hatta gelişme devam ettiğine göre bunları da aşması icab etmez mi? KAZIM YARDIMCI www.varliktanveriler.com
Peki insanlık camiasında neden Peygamberler, Feylezoflar çok az?
devamı için www.varliktanveriler.com
ateistleri bitiren müthiş gerçek. büyük patlama... yoktan varolma...
ateistlerin bittiği an.....atesitleri metaryalist felsefecileri bitiren onların savundukları tezleri çürüten bir bilimsel buluş.........ama hala direniyorlar yazıkkkkkkkkkk
'ben size demiştim,benimle dalga geçmiştiniz,O vardı ve var da...'
Örnek verecek olursak...
Üzerinde benekler olan bir balonu şişirsek. Benekler birbirinden uzaklaşacaktır.
Bu uzaklaşma tespiti yüzünden batılı bilimadamları (doğulular daha bu noktaya bile gelemedikleri için onları her zamanki gibi pas geçiyoruz) başlangıçta sonsuz küçük bir kütle(kütle diyoruz cisim değil) olabileceğini hayal etmiştir.
Oysa sıradan bir balon gibi de olabilir. O zaman da big bang balonun patlaması olarak literatüre geçer. Bu patlama sonucu her bir benek ayrı yerlere fırlayacak ve kaos başlayacaktır.
Yani big bang bence çok şişirilmiş bir balonun patlamasıdır.
büyük patlama..
evren oluştu (bir sürü bilimsel açıklama) evren genişliyo (gene aynı)
ve big boom..
Oldukça fantastik bir kurgudur. Teoridir.
Evrenin genişlediği ispatlandıktan sonra mantık kazanmıştır.
Bence mantıklı değil.
Ha bu işi dine bağlayanlara gelince; yarın evrenin daraldığı ispatlanınca bu sefer nerden bir ayet bulup dinlerini bilimsel teorilere yakıştıracaklar merak ediyorum doğrusu..
İnsanoğlunun keşfettiği en muazzam maddi olay...
Sıfır hacim, maddi anlamda yokluk demektir.Bu sıfır hacmin sahip olduğu sonsuz kütle ise, sıradan beyinlerin kadıramayacağı sınırsız bir kudretin varlığını gösterir.Patlama sonrası oluşan düzen, bu sınırsız kudretin düzenlediği bir ahenktir.Yani Big Bang yokluktan varlığa geçiş demektir.
Bu olayı tesadüfle açılamaya çalışmak insanın kendini kandırmasından baçka bişey olamaz...
Belli yerlere çekilmeye çalışılarak dogmatik zemine oturtulmaya çalışılan ve en tembel fizik öğrencisinin dahi takdir edebileceği çapta bilimsel zeminden doğmuş 'teori'
benim doğumumla babamın benle geçen yıllarının öfkesi
İnamasanız da gerçek.Çıkarınız ne Allah aşkına.
kainatı,onun sırlarını,nizamını incelikleini,büüyklüğünü,parlaklığını,düşündüğümüz zaman elbette yaratıcı bir ilahı da düşünmemiz icap eder.berrak bir yaz gecesind egöğe bakıp uzaktan parıldayan yıldızları gördükten sonra bütün bu kainatın kör bir tesadüfün eseri olduğunu kim iddia edebilir..(a.c.cronin-imana kavuşanlardan)
göğü kendi ellerimizle biz kurduk v ebiz onu genişleticiyiz...(zariyat 47)
Edwin Hubble, dev teleskobuyla yaptığı gözlemlerde evrenin genişlediğini fark etti. Hubble böylece “sonsuz evren” efsanesini yıkacak Big Bang teorisinin de ilk delilini bulmuş oluyordu.
Bu iddiayı ısrarla sahiplenenlerden biri, 20. yüzyılın ilk yarısında yazdığı kitaplarla materyalizmin ve Marksizm'in ünlü bir savunucusu haline gelen Georges Politzer idi. Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri adlı kitabında, 'sonsuz evren' modelinin geçerliliğine güvenerek yaratılışa şöyle karşı çıkıyordu:
Evren yaratılmış bir şey değildir. Eğer yaratılmış olsaydı, o takdirde, evrenin Tanrı tarafından belli bir anda yaratılmış olması ve evrenin yoktan varedilmiş olması gerekirdi. Yaratılışı kabul edebilmek için, her şeyden önce, evrenin var olmadığı bir anın varlığını, sonra da, hiçlikten (yokluktan) bir şeyin çıkmış olduğunu kabul etmek gerekir. Bu ise bilimin kabul edemeyeceği bir şeydir. (1)
Politzer, yaratılışa karşı sonsuz evren fikrini savunurken, bilimin kendi tarafında olduğunu sanıyordu. Oysa bilim, çok geçmeden, Politzer'in 'eğer öyle olsa, bir Yaratıcı olduğunu kabul etmek gerekir' dediği gerçeği, yani evrenin bir başlangıcı olduğu gerçeğini ispatladı.
1920'li yıllar, modern astronominin gelişimi açısından çok önemli yıllardı. 1922'de Rus fizikçi Alexandre Friedmann, Einstein'in genel görecelik kuramına göre evrenin durağan bir yapıya sahip olmadığını ve en ufak bir etkileşimin evrenin genişlemesine veya büzüşmesine yol açacağını hesapladı. Friedmann'ın çözümünün önemini ilk fark eden kişi ise Belçikalı astronom Georges Lemaitre oldu. Lemaitre, bu çözümlere dayanarak evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bu başlangıçtan itibaren sürekli genişlediğini öngördü. Ayrıca, bu başlangıç anından arta kalan radyasyonun da saptanabileceğini belirtti.
Bu bilim adamlarının teorik hesaplamaları o zaman çok ilgi çekmemişti. Ancak 1929 yılında gelen gözlemsel bir delil, bilim dünyasına bomba gibi düşecekti. O yıl California Mount Wilson gözlemevinde, Amerikalı astronom Edwin Hubble astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden birini yaptı. Hubble, kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan bir ışık yaydıklarını saptadı. Bu buluş, o zamana kadar kabul gören evren anlayışını temelden sarsıyordu.
Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. (Gözlemciden uzaklaşmakta olan bir trenin düdük sesinin gittikçe incelmesi gibi.) Hubble'ın gözlemi ise, bu kanuna göre, gökcisimlerinin bizden uzaklaşmakta olduklarını gösteriyordu. Hubble, çok geçmeden çok önemli bir şeyi daha buldu; yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Her şeyin birbirinden uzaklaştığı bir evren karşısında varılabilecek tek sonuç ise, evrenin 'genişlemekte' olduğuydu.
Evrenin yaratılışı, bundan bir asır önce, astronomların önemli bir bölümü tarafından gözardı edilen bir kavramdı. Bunun nedeni ise, 19. yüzyıldaki bilim anlayışının, evrenin sonsuzdan beri var olduğu varsayımını benimsemesiydi. Evreni inceleyen bilim adamlarının çoğu, zaten sonsuzdan beri var olan bir maddeler bütünüyle karşı karşıya olduklarını sanıyor ve evren için bir 'yaratılış', yani başlangıç olduğunu akıllarından bile geçirmiyorlardı.
Bu 'sonsuzdan beri var olan evren' fikri, Batı düşüncesine materyalist felsefe ile birlikte girmişti. Eski Yunan'da gelişen bu felsefe, maddeden başka bir varlık olmadığını savunuyor ve evrenin sonsuzdan gelip sonsuza gittiğini öne sürüyordu. Aslında materyalizm, Ortaçağ'da Kilise'nin hakim olduğu dönemde rafa kaldırılmıştı. Ama Rönesans'tan sonra Batılı bilim ve fikir adamlarının yeniden Eski Yunan kaynaklarına merak sarmaları ile birlikte, materyalizm de yeniden kabul görmeye başladı.
Büyük patlama denen bu teoreme göre, evrenin bir noktadan bir patlama ile oluştuğu sanılmaktadır. Patlamadan sonra milyon kere milyon mertebelerinde sıcak olan evren zaman içinde soğumaya başladı. Ve ortamda bulunan Hidrojen, helyum v.s. gibi gazlar tepkimeye girmeye daha kompleks yapılara dönüşmeye başladılar. Bizim kitaplarda gaz ve toz bulutu diye okuduklarımız o anki ortamın durumundan başka bir şey değildir. Daha büyük kütlelerin oluşumu daha büyük çekim kuvvetlerini doğurdu ancak hidrojen helyum dönüşümü (füzyon olayı) sonrasında oluşan tepkime enerjileri bu büyük kütlelerin kendi içlerine çökmeleri (yerçekimi kuvveti etkisi ile) engellenmiştir. Ve günümüz gök cisimleri, gezegenler yıldızlar v.s. oluşmuştur, deniyor...