Programda tanıştığım bir arkadaş ve ailesi, vizeleri sebebiyle üç yıldır Türkiye’ye gidemiyorlarmış. O arkadaşım, her fırsatta Türkiye’ye olan sevgisini dile getiriyor, sürekli gurbetten ve yabancı bir ülkede bulunmaktan şikayet ediyordu. Öyle ki, bazen dalıp gidiyor, oynadığı oyundan bile zevk alamıyordu. Onun bu halini görünce ben de çok üzüldüm; kendisine verilen güzellikleri farkedebilmesi ve onlara şükredip mutlu olabilmesi için bazı şeyler anlatmaya çalıştım. Program sorumlumuz da onun halini farketmiş herhalde ki bir ikindi dersinde bu konu üzerinde durdu.
Önce vücudumuzdaki organlarımızın nasıl büyük birer nimet olduğunu anlattı. Örneğin, gözümüzün konulduğu yerin, zarar görmemesi için alınmış olan tedbirlerin, bir de ondaki görme kabiliyetinin ne kadar harika bir şekilde tasarlandığından bahsetti. Bunun dışında bize verilen nimetleri saymakla bitiremeyeceğimizden ve ne yaparsak yapalım yine de bu nimetlerin şükrünü tam olarak eda edemeyeceğimizden söz açtı.
O arkadaş, kullar arasında ayrım yapıldığını, bazılarına daha güzel şeyler verildiğini, bunun ise haksızlık olduğunu, o yüzden de haksızlığa uğrayan kimsenin teşekkür etmesine gerek olmadığını söyledi. (Bu cümleleri yazarken bile adeta titriyorum; onlar ne kadar çirkin düşüncelerdi; Yüce Yaratıcı, o türlü eksik ve kusurlardan uzaktır. Bir hakikati anlatmak için olsa da bu cümlelere yer verdiğim için beni de o arkadaşımı da affetsin.) Bu düşüncelere sahip olan arkadaşıma o denli kızmıştım ki, ona faydalı olabileceğimi düşünmesem bir daha onun yanına bile gitmeyebilirdim. “Allah hakkında böyle bir şeyi nasıl söyler? ” diye düşünmeden edemiyordum. Hoşgörüsüne, merhametine, bize karşı sevgisine ve yumuşak tavırlarına hayran olduğum rehberimiz her zamanki sakin haliyle ona cevap verdi:
“Birisi sana, ‘Neden hep defterinin sol sayfalarına resim yapıyor, sağdakilere yazı yazıyorsun; diğerine de resim yapsan olmaz mı? ’ dese, ne cevap verirsin? ” Aceleci bir yapısı olan arkadaş hemen;
“Defter benim değil mi, ister yazı yazarım, ister resim çizerim, istersem de sayfa sayfa yırtar uçak yaparım.” diyerek soruya cevap verdi.
“Peki hiç düşündün mü, sen kiminsin? Senin neyin var, ötelerden ne getirdin? Allah’a ne verdin ki O’ndan bazı şeyleri bolca vermesini istiyorsun? Allahu Teâlâ sana dese ki, “Benim olanları Bana ver, senin olanlarla çık ortaya da kimliğini göster ve elinde ne kaldığını söyle! ” Acaba, bu teklife ne cevap verirsin? O’nun olanları verince sana ne kalır? Sen bile O’nun değil misin? Evet, bu kainatta gördüğümüz ve hatta göremediğimiz her şey Allah’a aittir, bizim olduğunu zannettiğimiz şeyler bile. Bu sebeple de Allah, sahip olduklarına istediğini yapar, kimse de O’na ‘Niye öyle yapıyorsun? ’ diye hesap soramaz. Biz, Allah’ın bize emaneten verdiği bir defteri bile istediğimiz gibi kullanabileceğimizi söylerken her şeyin sahibi olan Allah’ın tasarruflarına nasıl haksızlık diyebiliriz ki? Hem biz Allah’ın bize lutfederek verdiği ağzımız, gözümüz, kulağımız, ayaklarımız, ailemiz, her saniye alıp verdiğimiz nefeslerimiz ve bunlar gibi milyonlarca şey karşılığında Allah’a ne verdik ki bir de hak iddia edelim.”
Bu konuşmalar esnasında ben de söz istedim ve dedim ki;
“Bir gün Ayyüzlü misafirlerine hediye dağıtmıştı. Ben bir kenarda sessiz sessiz duruyordum ki benim elime de bir kutu uzattı. Belki orada bulunanlardan bazılarına verdiği kutular büyüktü; onların hediyeleri bir tane değil birkaç taneydi. Fakat, hediyeler arasındaki fark beni hiç meşgul etmemişti. Hep şunlar geçmişti zihnimden: “O hak dostu beni de insan yerine koydu ya; bana da iltifatta bulunup şefkat nazarıyla baktı ya. Oysa, o yaramaz halimle ben imzalı bir saati hiç hak etmiyordum; hak etmediğim halde öyle bir hediye aldıktan sonra daha nasıl olurdu da fazlasını almadığım için üzülüp şikayet edebilirdim? ”
N.Fazıl Kısakürek,vapurla Kadıköy’ e geçerken, yanına biri yaklaşıp: -Üstad, diye sormuş. Peygamberlere ne diye gerek duyuldu? Biz yolumuzu bulabilirdik. Necip Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan: -Ne diye vapura bindin ki, cevabını vermiş. Yüzerek karşıya geçebilirdin.
Ateist benim için bişey çağrıştırmıyor çünkü o güzel aklımı bunun gibi küçük şeylerle yoramam yok bilimmiş yok kıl yok tüy bazı insanların ateist olmasının tek sebebi farklı olma arzusu,herkes beni özel görsün düşüncesi.Onlara soruyorum acaba bilim onlara öldükten sonra ne kadar yardım edecek.Şimdiden acıyorum sadece kolaya kaçıyolar başka birşey değil.Zavallı varlıklar şimdiden çıtır çıtır yanış seslerini duyuyorum.Acımaktan başka daha napalım.İki üçtane lafı süslüyolar üslüyolar sonra bilimden bahsediyolar.Laf karmaşası içinde birşeyler yaptıklarını sanıyolar.Aman kimse o mallara inanmasın öyle yaşayıp gitsinelr huzur ve ferah içinde ne olsa bu son huzurları olacak
bana din öğretilirken fikrim sorulmadı, dil öğretilirken fikrim sorulmadı, ahlak öğretilirken,neyin doğru neyin yanlış, neyin 'cıss' yaptığı öğretilirken fikrim sorulmadı... bla bla bla....
Ben ateistim diyenlerin,Tanrıya inanmadıkları konusuna ben şahsen şlüphe ile yaklaşıyorum Bir şeyleri bahane edip,Tanrıya inat yapıyorlar,güç gösterisinde bulunmaya çalışıyorlar Ama sadece kendilerini kandırıyorlar
Düşen uçakta ateist olmaz.Allah (c.c.) insanları ve bütün herşeyi bir araya toplayıp Elestubirabbikum (ben sizin rabbiniz değilmiyim) diye sorduğu zaman kaalu (cevaben) canlı cansız her şey -bela (evet sen bizim rabbimizsin.) ve herşeyin ruhu o Elestubirabbikum sorusunu sorana aşık oldu Allah (c.c.) kalplere aşkını Kaalu Bela da yerleştirdi.Şimdi kalp onu arıyor.Kimisi bu arayışını putlarla tatmin ediyor onlara kurbanlar kesiyor.insan kurban ediyor.kimisi güneşe tapıyor.kimisi ateşe tapıyor.bunlar manyakmı neden bunu yapıyorlar.hayır manyak falan değiller ne yaparsa yapsın o içindeki arayışa engel olamaz.kalp alemlerin rabbini arıyor.İşte işte kalbimizi mutmain etmemiz içinde Allah Azze ve Celle bize ismini zikr etmeyi tavsiye ediyor.kişi her ne kadar ben ateistim desede kalbi her zaman kendinden yüce bir varlığı arıyor buna kimse engel olamaz kalp arıyor çünkü işte bu bazı insanlarda zorda kaldığı durumlarda ortaya çıkıyor ateistler gibi.
Allahın yokluğunu ispat edemeyen, ama inanmayıda göze alamayan kişidir. Atesitler içinde ılımlı olanlara diyeceğim birşey yoktur, oturur konuşur muhabbet ederiz, ama içlerinde birde yobaz bir azınlık varki, bunlar neyi tartıştığını bilmeden, konuşur dururlar, ama yine biryere varamazlar....
“Elbette insanları etkiledim, bu yüzden vermiş olabileceğim büyük zararı gidermek istiyorum ve bunun için çaba göstereceğim”. (Antony Flew)
81 yaşındaki İngiliz felsefe profesörü Flew, 15 yaşında ateist olmayı seçmiş ve adını akademik alanda ilk olarak, 1950 yılında yayınladığı bir makaleyle duyurmuştu. Sonraki 54 yıllık sürede, eğitim vermekte olduğu Oxford, Aberdeen, Keele ve Reading Üniversiteleri ile ziyaret için bulunduğu çok sayıda Amerikan ve Kanada üniversitesinde, tartışmalarda, kitap, ders ve makalelerde ateizmi savundu. Ancak Flew, geçtiğimiz günlerde, bu yanılgısını terk ettiğini ve evrenin yaratılmış olduğunu kabul ettiğini açıkladı.
Bu köklü karar değişikliğinde etkili olan şey, modern bilimin yaratılış hakkında ortaya koyduğu açık ve kesin kanıtlar. Flew, yaşamın bilgiye dayalı kompleksliği karşısında, hayatın gerçek kökeninin bilinçli tasarım olduğunu gördü ve 66 yıl boyunca savunduğu ateizmin, çökmüş bir felsefe olduğunu kabul etti. Flew, bu inanç değişikliğinin temelinde yatan bilimsel sebepleri şu sözlerle açıklıyordu:
'Biyologların DNA araştırmaları, yaşam için gerekli düzenlemelerin neredeyse inanılmaz olan kompleksliğini ortaya koyarak, yaşamın temelinde bilinç bulunmuş olması gerektiğini gösterdi”. (1) “Artık, üreyebilen o ilk hücrenin naturalist evrime dayali bir açıklamasını oluşturmayı düşünmeye başlamak bile aşırı derecede zor bir hal almıştır'(2) . “İlk canlının cansız maddeden evrimleştiği ve olağanüstü kompleks bir canlıya dönüştüğü iddiasının hiçbir geçerliliği olmadığına, kesin bir şekilde kanaat getirdim”. (3)
1- Richard N. Ostling, “Lifelong atheist changes mind about divine creator”, The Washington Times, http://washingtontimes.com/national/20041209-113212-2782r.htm 2- Antony Flew’ün Philosophy Now dergisinin Ağustos-Eylül sayısına mektubu; http://www.philosophynow.org/issue47/47flew.htm 3- Stuart Wavell and Will Iredale, “Sorry, says atheist-in-chief, I do believe in God after all,” The Sunday Times, 12 Aralık 2004, http://www.timesonline.co.uk/article/0,,2087-1400368,00.html
Varligi isbat etmek kolay yoklugu isbat etmek ise pek bir zordur. Kainatta var olmayan tek sey tesadüftür. Kainatta tanri yoktur demek icin bütün kainati gezmek lazim gelir ki bu insan ömrüne sigmaz. Halbuki varligini isbat etmek icin gözünün gördügü ilk sey yeterlidir. İste ateist bu müşkilat ve imkansizlik icinde yokluga karar vermis bir bicaredir. Eger boyle olmasa idi hic bir insan ateizme karar verdikten sonra dusuncesinden vazgecmez idi. Demek onlarin rehber edindikleri bilim bu konuda yok demiyor.
İnsanların ateist ile din düşmanı arasında ki farkı önemsememeleri gerçekten çok üzücü, hele hele müslüman kardeşlerimin ateist diye genelleme yapmaları... Bu vucud ruhun arabası ise egolar son hız gaza basıyor, fakat Hz. Ali değil miydi egosuna yenilmemek için düşmanı yüzüne tükürse bile kılıcını kaldırmayan...
Vur dedik öldürmeyin kardeşler, kendimi bilmesem bunu demezdim. Sahabeleri hatırlayın sahabeleri, hepsi sonradan müslüman olmadır, bazıları dinimizin düşmanı bile olmuşlardı...
Boşlukta kalmış insanlar dünya da göremedikleri adaleti arayıp dururlar, isyanları, tepkileri, nefretleri hepsi olan adaletsizliklere karşı...Ne düşmanlar ne kardeş, ne gerek var düşman yapmaya o zaman, bırakın serseri kurşunu gibi etrafı suçlasınlar... Ne gerek var karşımıza almaya... ilgi ve şevkat bekliyor bu insanlar... Ne gerek var yutamıyacakları lokmaları vermeye, ne gerek var geçecekleri kapıları kapatmaya...
Bu kapının bekçileri biz değiliz, bu kapı herkese açık, herkese, Allah'ın askerlere ihtiyacı yoktur ve kimse giremez kulla O'nun arasına... Bizler kendi namusumuzu korumakla yükümlüyüz, bir zaman gelecek kardeşimiz bizi öldürmek için el kaldırdığında ahireti kabul edip elimizi kaldırmıyacağız, zamanı gelecek tüm mallarımızdan, sevdiklerimizden koparılacağız, acılar, işkenceler, zorluklar göreceğiz ama hakkını vermezsek boşa geçen hayat bizim olur. Allah canlarımızı müslüman olarak alsın...
Seni Mahrum Etmedi ya!
Programda tanıştığım bir arkadaş ve ailesi, vizeleri sebebiyle üç yıldır Türkiye’ye gidemiyorlarmış. O arkadaşım, her fırsatta Türkiye’ye olan sevgisini dile getiriyor, sürekli gurbetten ve yabancı bir ülkede bulunmaktan şikayet ediyordu. Öyle ki, bazen dalıp gidiyor, oynadığı oyundan bile zevk alamıyordu. Onun bu halini görünce ben de çok üzüldüm; kendisine verilen güzellikleri farkedebilmesi ve onlara şükredip mutlu olabilmesi için bazı şeyler anlatmaya çalıştım. Program sorumlumuz da onun halini farketmiş herhalde ki bir ikindi dersinde bu konu üzerinde durdu.
Önce vücudumuzdaki organlarımızın nasıl büyük birer nimet olduğunu anlattı. Örneğin, gözümüzün konulduğu yerin, zarar görmemesi için alınmış olan tedbirlerin, bir de ondaki görme kabiliyetinin ne kadar harika bir şekilde tasarlandığından bahsetti. Bunun dışında bize verilen nimetleri saymakla bitiremeyeceğimizden ve ne yaparsak yapalım yine de bu nimetlerin şükrünü tam olarak eda edemeyeceğimizden söz açtı.
O arkadaş, kullar arasında ayrım yapıldığını, bazılarına daha güzel şeyler verildiğini, bunun ise haksızlık olduğunu, o yüzden de haksızlığa uğrayan kimsenin teşekkür etmesine gerek olmadığını söyledi. (Bu cümleleri yazarken bile adeta titriyorum; onlar ne kadar çirkin düşüncelerdi; Yüce Yaratıcı, o türlü eksik ve kusurlardan uzaktır. Bir hakikati anlatmak için olsa da bu cümlelere yer verdiğim için beni de o arkadaşımı da affetsin.) Bu düşüncelere sahip olan arkadaşıma o denli kızmıştım ki, ona faydalı olabileceğimi düşünmesem bir daha onun yanına bile gitmeyebilirdim. “Allah hakkında böyle bir şeyi nasıl söyler? ” diye düşünmeden edemiyordum. Hoşgörüsüne, merhametine, bize karşı sevgisine ve yumuşak tavırlarına hayran olduğum rehberimiz her zamanki sakin haliyle ona cevap verdi:
“Birisi sana, ‘Neden hep defterinin sol sayfalarına resim yapıyor, sağdakilere yazı yazıyorsun; diğerine de resim yapsan olmaz mı? ’ dese, ne cevap verirsin? ” Aceleci bir yapısı olan arkadaş hemen;
“Defter benim değil mi, ister yazı yazarım, ister resim çizerim, istersem de sayfa sayfa yırtar uçak yaparım.” diyerek soruya cevap verdi.
“Peki hiç düşündün mü, sen kiminsin? Senin neyin var, ötelerden ne getirdin? Allah’a ne verdin ki O’ndan bazı şeyleri bolca vermesini istiyorsun? Allahu Teâlâ sana dese ki, “Benim olanları Bana ver, senin olanlarla çık ortaya da kimliğini göster ve elinde ne kaldığını söyle! ” Acaba, bu teklife ne cevap verirsin? O’nun olanları verince sana ne kalır? Sen bile O’nun değil misin? Evet, bu kainatta gördüğümüz ve hatta göremediğimiz her şey Allah’a aittir, bizim olduğunu zannettiğimiz şeyler bile. Bu sebeple de Allah, sahip olduklarına istediğini yapar, kimse de O’na ‘Niye öyle yapıyorsun? ’ diye hesap soramaz. Biz, Allah’ın bize emaneten verdiği bir defteri bile istediğimiz gibi kullanabileceğimizi söylerken her şeyin sahibi olan Allah’ın tasarruflarına nasıl haksızlık diyebiliriz ki? Hem biz Allah’ın bize lutfederek verdiği ağzımız, gözümüz, kulağımız, ayaklarımız, ailemiz, her saniye alıp verdiğimiz nefeslerimiz ve bunlar gibi milyonlarca şey karşılığında Allah’a ne verdik ki bir de hak iddia edelim.”
Bu konuşmalar esnasında ben de söz istedim ve dedim ki;
“Bir gün Ayyüzlü misafirlerine hediye dağıtmıştı. Ben bir kenarda sessiz sessiz duruyordum ki benim elime de bir kutu uzattı. Belki orada bulunanlardan bazılarına verdiği kutular büyüktü; onların hediyeleri bir tane değil birkaç taneydi. Fakat, hediyeler arasındaki fark beni hiç meşgul etmemişti. Hep şunlar geçmişti zihnimden: “O hak dostu beni de insan yerine koydu ya; bana da iltifatta bulunup şefkat nazarıyla baktı ya. Oysa, o yaramaz halimle ben imzalı bir saati hiç hak etmiyordum; hak etmediğim halde öyle bir hediye aldıktan sonra daha nasıl olurdu da fazlasını almadığım için üzülüp şikayet edebilirdim? ”
birlikte yaşamakta en çok zorlandığım insanlar...
ama ne var?
saygı duyuyorum :)))
inançsız kişiler...
inanclariyla sorunlari olanlarin satastiklari kisiler
yoktan var olma olayına ne gibi bi yanıt veriyolar en çok onu merak etmişimdir...
Sen ve benden farkı yok...
Bkz:İnsan..
Kendilerini hiçbir yere ait hissetmeyen, iki arada kalmış, 'ben' liklerinden sıyrılamamış, iman ve inanç eksikliği enfeksiyonu yaşayanlar..
N.Fazıl Kısakürek,vapurla Kadıköy’ e geçerken, yanına biri yaklaşıp:
-Üstad, diye sormuş. Peygamberlere ne diye gerek duyuldu?
Biz yolumuzu bulabilirdik.
Necip Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan:
-Ne diye vapura bindin ki, cevabını vermiş.
Yüzerek karşıya geçebilirdin.
esfeli safilin
Ateist benim için bişey çağrıştırmıyor çünkü o güzel aklımı bunun gibi küçük şeylerle yoramam yok bilimmiş yok kıl yok tüy bazı insanların ateist olmasının tek sebebi farklı olma arzusu,herkes beni özel görsün düşüncesi.Onlara soruyorum acaba bilim onlara öldükten sonra ne kadar yardım edecek.Şimdiden acıyorum sadece kolaya kaçıyolar başka birşey değil.Zavallı varlıklar şimdiden çıtır çıtır yanış seslerini duyuyorum.Acımaktan başka daha napalım.İki üçtane lafı süslüyolar üslüyolar sonra bilimden bahsediyolar.Laf karmaşası içinde birşeyler yaptıklarını sanıyolar.Aman kimse o mallara inanmasın öyle yaşayıp gitsinelr huzur ve ferah içinde ne olsa bu son huzurları olacak
Sonsuz saygı duyduğumuz insanlar...
İnananlardan daha çok Allah'tan bahseden kişiler...
peki Allah varsa...3 yaşında bir bebeğin günahı neydi de diabetik oldu?
sorusunu soran ilk kişiydi...
cevapsa...
çok zordu...
bana din öğretilirken fikrim sorulmadı,
dil öğretilirken fikrim sorulmadı,
ahlak öğretilirken,neyin doğru neyin yanlış,
neyin 'cıss' yaptığı öğretilirken fikrim sorulmadı...
bla bla bla....
Tanrının olmadığını anlayacak kadar zeki, ALLAH'ı tanrıdan ayıramayarak talihsizliklerin en büyüklerinden birine düçar olmuş insan topluluğu...
Cahillik.Dünya malina düskün olmak...
Ben ateistim diyenlerin,Tanrıya inanmadıkları konusuna ben şahsen şlüphe ile yaklaşıyorum
Bir şeyleri bahane edip,Tanrıya inat yapıyorlar,güç gösterisinde bulunmaya çalışıyorlar
Ama sadece kendilerini kandırıyorlar
Kendisini inkara şartlamış...
Düşen uçakta ateist olmaz.Allah (c.c.) insanları ve bütün herşeyi bir araya toplayıp Elestubirabbikum (ben sizin rabbiniz değilmiyim) diye sorduğu zaman kaalu (cevaben) canlı cansız her şey -bela (evet sen bizim rabbimizsin.) ve herşeyin ruhu o Elestubirabbikum sorusunu sorana aşık oldu Allah (c.c.) kalplere aşkını Kaalu Bela da yerleştirdi.Şimdi kalp onu arıyor.Kimisi bu arayışını putlarla tatmin ediyor onlara kurbanlar kesiyor.insan kurban ediyor.kimisi güneşe tapıyor.kimisi ateşe tapıyor.bunlar manyakmı neden bunu yapıyorlar.hayır manyak falan değiller ne yaparsa yapsın o içindeki arayışa engel olamaz.kalp alemlerin rabbini arıyor.İşte işte kalbimizi mutmain etmemiz içinde Allah Azze ve Celle bize ismini zikr etmeyi tavsiye ediyor.kişi her ne kadar ben ateistim desede kalbi her zaman kendinden yüce bir varlığı arıyor buna kimse engel olamaz kalp arıyor çünkü işte bu bazı insanlarda zorda kaldığı durumlarda ortaya çıkıyor ateistler gibi.
He who hasitates is lost
akıllı köprü arayıncaya kadar deli dereyi geçer.
He that seeks finds
arayan mevlasını da bulur, belasını da.
yok a takan..
Allahın yokluğunu ispat edemeyen, ama inanmayıda göze alamayan kişidir. Atesitler içinde ılımlı olanlara diyeceğim birşey yoktur, oturur konuşur muhabbet ederiz, ama içlerinde birde yobaz bir azınlık varki, bunlar neyi tartıştığını bilmeden, konuşur dururlar, ama yine biryere varamazlar....
Hep beraber onlara dua edelim.
Netice olarak, atesitlerin cevap veremedikleri ve çelişkilerle dolu yaklaşımları...
“Elbette insanları etkiledim, bu yüzden vermiş olabileceğim büyük zararı gidermek istiyorum ve bunun için çaba göstereceğim”. (Antony Flew)
81 yaşındaki İngiliz felsefe profesörü Flew, 15 yaşında ateist olmayı seçmiş ve adını akademik alanda ilk olarak, 1950 yılında yayınladığı bir makaleyle duyurmuştu. Sonraki 54 yıllık sürede, eğitim vermekte olduğu Oxford, Aberdeen, Keele ve Reading Üniversiteleri ile ziyaret için bulunduğu çok sayıda Amerikan ve Kanada üniversitesinde, tartışmalarda, kitap, ders ve makalelerde ateizmi savundu. Ancak Flew, geçtiğimiz günlerde, bu yanılgısını terk ettiğini ve evrenin yaratılmış olduğunu kabul ettiğini açıkladı.
Bu köklü karar değişikliğinde etkili olan şey, modern bilimin yaratılış hakkında ortaya koyduğu açık ve kesin kanıtlar. Flew, yaşamın bilgiye dayalı kompleksliği karşısında, hayatın gerçek kökeninin bilinçli tasarım olduğunu gördü ve 66 yıl boyunca savunduğu ateizmin, çökmüş bir felsefe olduğunu kabul etti.
Flew, bu inanç değişikliğinin temelinde yatan bilimsel sebepleri şu sözlerle açıklıyordu:
'Biyologların DNA araştırmaları, yaşam için gerekli düzenlemelerin neredeyse inanılmaz olan kompleksliğini ortaya koyarak, yaşamın temelinde bilinç bulunmuş olması gerektiğini gösterdi”. (1) “Artık, üreyebilen o ilk hücrenin naturalist evrime dayali bir açıklamasını oluşturmayı düşünmeye başlamak bile aşırı derecede zor bir hal almıştır'(2) . “İlk canlının cansız maddeden evrimleştiği ve olağanüstü kompleks bir canlıya dönüştüğü iddiasının hiçbir geçerliliği olmadığına, kesin bir şekilde kanaat getirdim”. (3)
1- Richard N. Ostling, “Lifelong atheist changes mind about divine creator”, The Washington Times, http://washingtontimes.com/national/20041209-113212-2782r.htm
2- Antony Flew’ün Philosophy Now dergisinin Ağustos-Eylül sayısına mektubu; http://www.philosophynow.org/issue47/47flew.htm
3- Stuart Wavell and Will Iredale, “Sorry, says atheist-in-chief, I do believe in God after all,” The Sunday Times, 12 Aralık 2004, http://www.timesonline.co.uk/article/0,,2087-1400368,00.html
Varligi isbat etmek kolay yoklugu isbat etmek ise pek bir zordur. Kainatta var olmayan tek sey tesadüftür. Kainatta tanri yoktur demek icin bütün kainati gezmek lazim gelir ki bu insan ömrüne sigmaz. Halbuki varligini isbat etmek icin gözünün gördügü ilk sey yeterlidir.
İste ateist bu müşkilat ve imkansizlik icinde yokluga karar vermis bir bicaredir. Eger boyle olmasa idi hic bir insan ateizme karar verdikten sonra dusuncesinden vazgecmez idi. Demek onlarin rehber edindikleri bilim bu konuda yok demiyor.
Hic bir sey icin gec degil ve gec degil bir sey icin hic bir sey! !
İnsanların ateist ile din düşmanı arasında ki farkı önemsememeleri gerçekten çok üzücü, hele hele müslüman kardeşlerimin ateist diye genelleme yapmaları... Bu vucud ruhun arabası ise egolar son hız gaza basıyor, fakat Hz. Ali değil miydi egosuna yenilmemek için düşmanı yüzüne tükürse bile kılıcını kaldırmayan...
Vur dedik öldürmeyin kardeşler, kendimi bilmesem bunu demezdim. Sahabeleri hatırlayın sahabeleri, hepsi sonradan müslüman olmadır, bazıları dinimizin düşmanı bile olmuşlardı...
Boşlukta kalmış insanlar dünya da göremedikleri adaleti arayıp dururlar, isyanları, tepkileri, nefretleri hepsi olan adaletsizliklere karşı...Ne düşmanlar ne kardeş, ne gerek var düşman yapmaya o zaman, bırakın serseri kurşunu gibi etrafı suçlasınlar... Ne gerek var karşımıza almaya... ilgi ve şevkat bekliyor bu insanlar... Ne gerek var yutamıyacakları lokmaları vermeye, ne gerek var geçecekleri kapıları kapatmaya...
Bu kapının bekçileri biz değiliz, bu kapı herkese açık, herkese, Allah'ın askerlere ihtiyacı yoktur ve kimse giremez kulla O'nun arasına... Bizler kendi namusumuzu korumakla yükümlüyüz, bir zaman gelecek kardeşimiz bizi öldürmek için el kaldırdığında ahireti kabul edip elimizi kaldırmıyacağız, zamanı gelecek tüm mallarımızdan, sevdiklerimizden koparılacağız, acılar, işkenceler, zorluklar göreceğiz ama hakkını vermezsek boşa geçen hayat bizim olur. Allah canlarımızı müslüman olarak alsın...
Yok olma isteğinin saldırganlaştıran ağırlığı.