hatırla sevgilim, mutlaka sen de hatırla o kadar çok kovaladık ki hayat içersinde kendi kendimizi mecali kalmadı hayatların başka hayatları yakalamaya!
Ben senin eşkıyanım Barudî, menzilime el ver; Suretimin gölgesi yok, pençelerim zırnık kokuyor. Aşkımın eşkaline uymuyor vurdumduymaz yağmur ...Gecenin albenisi yok; al beni Barudî, rahleme geri ver!
Teninin karanlığına cephane gibi inerken yılan dudaklarım Zehrinle emzir beni, varsın yeni bir çağ başlatmasın İçimde gasbedilen Tanrı ırmakları; sen bana ruhun öğrettiği ilk harfsin Barudî; yüzümdeki denizleri ikiye ayıran asadır bakışlarındaki zifiri şahadet! Beni zulme sen teslim et Barudî, Cesedimdeki sevda viraneleri bir tek sana emanet!
Ağzımdaki ölüm kokusu Gövdemdeki cennet kapısı Nefretimdeki kan sızıntısı Sırtımdaki hançerin etten kabzası Seni ayyuka çıkartsın Barudî; öyle bir seviş ki benimle birbirine karışsın genetik şifrelerimiz ve herhangi bir klasik gitarın herhangi bir tınısında Şaha kalksın acıda verdiğimiz firelerimiz! Ben senin hayata karşı işlenmiş bütün suçlarındaki kaza süsünüm Barudî, ifademe el ver; Teslimiyetimin ceremesi yok, kesik bileklerim gül kokuyor. Son şehrimin ikazlarına uymuyor darmadağınık hatıralarım Gecenin terbiyesi yok; al beni Barudî, cehaletime geri ver!
Toprağın kafatasıdır gökyüzü; Gökyüzüne sıkılan birkaç mermi gibi Sık beni şaibeli kara parçalarına, Barudî, beni salt kötülüğüme geri ver!
Bizim senle hukukumuz var... Avukatımız var, suçumuz var... Bizim senle bir ömrü paylaşmaya andımız; Bu andı çiğneyip iç yüzümüzü ifşa eden ihanetlerimiz, Birbirimizi kolayca harcamanın lüksü, Bu lükse sığan baş önde boş boş oturuşlarımız var. Konuşamayışlarımız, hiçbir şeyi açıklayamayışlarımız, Kaçıp gitmeyi erdem sayışlarımız var.
inanılmaz bir yorumlama ve bakış açısına sahip, dili ironik ve çok başarılı bir şekilde kullanan, 5 yıl tıp okuduktan sonra bırakıp sosyolojiye devam eden, anlatımına ve bakış açısına hayran olduğum, kendime çok yakın bulduğum, çok etkilendiğim ve ayrıca ağır roman'ı izlerken, 'bu replikleri iskender yazmış olmalı' deyip haksız çıkmadığım için beni mutlu eden yazar, şair, yarı doktor, yarı sosyolog, dahi...
Ben mezarın öteki yanına yatacağım sana iyi geceler Aramıza bir hançer bırakacağım, belki küflü bir hançer Onun küfüyle paslanırken gizli saklı yalnızlığımız Rüyamıza giren prensler İçimizdeki mutsuzluğu içecekler
Ben intiharın öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler............
Ben jiletin öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler Puhuların üstünden gece vardiyaları ve rıhtım görülüyor Üstündeki kan kokusu bütün cesetleri buraya çekecek Öyle şehvetli ki dudaklarını saran atmosfer Diplerine kömür çökmüş tırnaklarıyla küçük serseriler Senin ellerinden kabusun matarasını kapacak ve İçindeki sessizliği içecekler.............
... bugün hep ağlıyorsam kızmayın. çünkü doğarken hiç ağlamadım ben! bunu söylemiş olmalıyım! çünkü doğarken hiç ağlamaz ibneler! ...
buna benzer bir çok şiire sahip, kitaplarını uluorta okumaktan çekindiğim şahıs. karmakarışık yazıyor gibi görünse de aslında birçok şeyi derin bir şekilde ifade ediyor.
ağzında kir taşıyorsa bir kuş,masumiyetinden değil dünyadan şüphe duymalı....küçüksün,iskendersin,ağzında kir taşıyan kuşsun...bir akla mezardır deliliğin...
Onlar, okurlarım. Onlar, okur olmayı edebiyatı sevdikleri için seçmediler. Mideleri yıkansın diye okudular. Bileklerindeki kesikler dikilsin diye okudular. Potansiyel negatif enerji dağılsın diye okudular. Benden korkmak için okudular. Bir kez daha haklılıklarına ağlamak için okudular. Doğru düşündükleri onaylansın diye okudular. Dertleşebilmek için okudular. İçlerini dökebilmek için okudular. Yaptıklarının yasak, ayıp, günah olmadığına bir başkası da arka çıkabildiği için okudular. Yabancı altkültür yazarlarından sıkıldıkları için okudular. Bana haykırabilmek, benimle itişip kakışabilmek, arkadaşlarından, benzerlerinden haber alabilmek için okudular.
Beni bir gazetenin üçüncü sayfası gibi, o, ölümle yüzyüze gelebilme cesareti taşımanın gururunun bedenleri nasıl kavurduğunu kanıtlamak için okudular.
Son sigarayı, son alkol yudumunu paylaşabileceklerini öngördükleri için okudular.
Şehirlerine gittiğimde beşinci sınıf otel odaları yerine onların küçük bekar evlerinde bir yer yatağında uyuyacağıma yemin edebildikleri için okudular.
Beni 1 mayıs meydanında, bir gay clupta, bir rock barda görebildikleri için okudular.
Sahici olduğum, onlara yalan söylemediğim, söyleyemeyeceğim, çok azarlarsa yatağa atabilecekleri için okudular. Çok gençtiler. Onlar ta yolun başında terkedilindi; bu unutuş, bu yok sayma kabullenemez, bağışlanamaz. Çünkü yanlarında ne bir harita, ne bir pusula ne de güvenecekleri bir yandaş vardı.
Ben bu insanları tanımadan sevmek mecburiyetinde bırakıldım; olumsuz bir mecburiyet değildi bu elbette, tam tersine kavmini bulmuş, uzun zamandır yalnız yaşayan bir adam gibiydim. Gittiğim en uçlarda bile bana saldıracak ya da sevecek birileri vardı mutlaka. Yukarı aşağı, yatay her noktada yeterince düşman ve dost! Sesimi, gitgide çığlığa dönüşen sesimi duyurabilmiştim. Onlar biliyordu: Marksist kökenli bir anarşisttim artık. Onlar biliyordu: Çocukken tacize uğramadan, kadınlarla birlikte ola ola gayliğimi keşfetmiştim ve herkes kadar mutlu, herkes kadar aşk acılarıyla derbederdim. Onlar biliyordu: Keyif verici maddelerle haşır neşirdi. Haşır neşir arkadaşlarımdan kimileri ölmüştü. Onların da arkadaşları ölmüştü. Hepimizin birileri ölüp ölüp duruyordu. Ve işin boktan yanı, tutkuyla bağlı olduğumuz, güzel insanlardı gidenler. Hırçındık bize saldıranlara. Şevkatliydik kollarını açıp bekleyenlerin karşısında hep. Hep özledik. Huzurdan gebermeyi, eşitliği, özgürlüğü, paylaşmanın fevkaladeliğini. Olmayacağını bile bile bekledik. Onlar biliyordu: İntiharın zembereğine çomak sokuyordum kırılmak pahasına. Hüznü kızıştırmak, üstümüze çekmenin altında elbette puştluk vardı. Farkındaydık. Çünkü zayıftık ve karşımızdakine vurabileceğimiz tek bir yumruktu. Gücümüz ortadaydı işte. Onlar biliyordu: Ölümle burun burunaydım. Peşimdeki faşist kiralık katillerle, yatağımda zincirle beni boğmaya kalkanlarla, evimi soyanlarla, kleptomanlarla, ihanetlerle, sahtekarlıklarla cebelleşiyorduö. Onlar biliyordu: Önceleri asker kaçağıydım. Ve yurtdışına çıkıp orada yaşananları görüp yazılarıma aktarmak için ani bir kararla askere gittim. Param yoktu. Bu ülkede kalemiyle, ek bir iş yapmadan ayatka durmaya çabalayan tek adam olduğumun bilincindeydiler. Onlar biliyordu: Popüler kültüre de düşkündüm. Sarhoş olup zırlarken Chopin dinlenmeyeceğini anlayacak kadar zekiydim. Batıdan çalıntı bir altkültürün bize, Ortadoğu'ya uymayacağını, bunun yapmacık, sahte kaçacağını söylediğimi işitmişlerdi. Onlar biliyordu: Sinemaya da gönüllüydüm. Ayrıca komiktik de. Dalga geçmesini Öğrenmiştik. Onlar biliyordu: Yaşamadığım halde başımdan geçmiş gibi anlatılan ve kulaktan kulağa yayılan olaylar vardı. Oysa ben hiçbir şeyi saklayamayacak kadar tek hücreliydim. Basitten iğreniyordum. Kolaycılıkatn iğreniyordum. İçten pazarlık ve sömürgecilik, insani değerlerin hiçe sayılması, bağımsızlığın kısıtlanması midemi kaldırmakla kalmıyordu. Bütün bu anlamlara açtığım savaşta sürüyü avucunda tutma yöntemlerinden gelenekselcilik ve ahlak da paylarını alıyordu. Onlar biliyordu: Rock tabanlıydım. Otonom oluşumlardan yanaydım. İşgal evleri düşleri kuruyordum. Seksin pervasızca kullanılmasını istiyordum. Töreye anne, devlete baba dediğimin altını onlar çiziyordu zaten. Onlar biliyordu: Biz bir bütündük. Kırılmış bir bardaktan etrafa saçılmış cam parçacıklarıydık. Üstümüze basmaya çalışanın ayağını kanatmak ödevimizdi.
Aslında çoktular. Suskunlukları yüzünden az gibi görünüyorlardı. Çünkü onlar bir darbenin içine doğmuşlardı. 1980'in çocuklarıydı onlar. En ağır koşullardan geçen ailelerin, ezilmiş, işkence görmüş, ruhsal bunalımlar geçirmiş anne-babaların evlatlarıydılar. İsyanlarını politik merkezde değil, sosyal hayatta göstermenin güzelliğine kapıldılar. Kısmen haklıydılar da. Kimse onlarla konuşmuyor ve asla anlatmıyordu.
Yalnızca gördüklerini yorumlama şansına sahiptiler. Yol göstericiler yoktu, kaybolmuşlardı. Müzik, uyuşturucu ve bir parça kitapla, seyredebildikleri altkültür filmleriyle kendilerine bir ifade biçimi geliştirme uğraşına girdiler. Ne ebeveynler, ne politikacılar, ne sanatçılar ne de hızla gelişen teknoloji onların utangaç ama isyankar olmalarını engelleyebildi. Odalarına kapanmak, hücrelerini oluşturmak ve oradan kişisel anlamlar çıkarmak tek yol gibiydi.
Sonra buluştuk. Mektuplar, mailler, kapıma bırakılmış notlar, imzalanıp gönderilmiş kitaplar, kolajlanmış resimler, imza günleri, telefon görüşmeleri, cep telefonu mesajları, söyleşiler, bana hazırlanmış defterlerle buluştuk. Zarflardan çıkan kanlı cam parçacıkları, akineton tabletleri, kurutulmuş böcekler aslında herşeyi ifade etmeye yetiyordu. Benim bildiğimi onlar da biliyordu: Artık söylenebilecek söz kalmasa da, ortak bir dilimizin varlığı kesindi. Bu tükenişte, bu yere çakılmış uçağın enkazında belalı şizofrenler gibi karnımızı doyurmak için birbirimizi yiyecektik. Bizim kriterlerimiz kendiliğinden oluşmuştu. Küçük, saldırgan ve naif bir orduyduk.
Karşılıklı sevdalar, nefretlerle çoğaldık. Onlar biliyordu: Hissettiklerini benim önüme sürdüler. Onları anladığımı, bununla birlikte bir çare bulamadığımı onlar da biliyordu.
Onların bildiklerini, onların ürettiklerini onlara ve onları merak etmeyenlere sunmak için hazırladım bu kitabı. Kelimelere dokunmadan, imlaları düzeltmeden. Tıpkı bana geldikleri gibi. Amaç ne: Hem kardeşlerin birbirlerini tanımaları, hem ürettikleriyle bir sese dönüşmeleri hem de bir nebze bu dönemin gençliğinin neler yaşayıp nelerin peşinde olduklarının sosyolojik dökümü diye adlandırılsın arzusundayım. Yüzlerce mektuptan, mailden ve nottan bir seçme yaptım. Diğer imzalar kırılmasın. Çok özellerin burda işi yok. Özellikle mail dışındakileri saklıyorum. Soyadlarını çıkarttım; adresleri bozdum. Kimi yerlerde de incinme olasılığı nedeniyle kısaltmalar yapmayı uygun görmemi bağışlayın, bağışlasınlar. Neydi sıkıntım: Tamamlanıp bir puzzle havasına bürünelim hevesine kapıldım. Mamafih, böyle bir ülkede bu çalışmanın bir megalomani ürünü sayılabileceği de açık. Derdim(iz) değil. Keşke her ot ne boka yaradığını bilse. Ben biliyorum. Onlar biliyor. Yani, biz biliyoruz.
hayatıma girişi bambaşkaydı ev arkadaşımın tozlu ve boklu raflanın en arka hizasında yanıda ticaret hukuku ve ince bir suntayla neredeyse birleşmiş bir şekilde buldum onu 'bir nedeni yok yanlızca öptüm..' nedense hep böle sıkışmış yada dolabın arkasına düşmüş kitaplara ilgi duyarım..hayatıma burun deliklerimde giren saman kağıdı kokusu ve cigerlerimden çıkan hapşırık olarak girdi.. HAYAT sadece GÜZELLİKLERDEN ibaret değil,pisliğide var hayatın neden hep korkarız toplum içinde osurmaktan hatta abartıp hapşıramazız bile yada ne bilim ben neden çekiniriz seksten bahsetmekten ASLINDA hatalıbaşladım bu paragrafa hayatın pisliği yada güzelliği değilki bu OLMASI GEREKENİ zorununluluğuuu... ama işte bize hep başka başka anlattıklarından bu acıdan bakmıyoruz hayata KÜÇÜK İSKENDERse oldugu gibi bakıyor (tamam belki abartıgı noktalarda oluyor) gülmekle ağlamanın insanı oldugunu bilmek gibi yemekle sıçmakta aynı şey aslında insanı ama yemek yemek doğal sıçmak yasak! ! komik bence ve KÜÇÜK İSKENDER bunu çok güzel vurguluyor TABİ anlayana...
bir yerlerde kaybettiğiniz unuttuğunuz hatırlamaktan korktuğunuz herşeyi onda bulabilirsiniz öyle ki bir gecede bile tüm yaşantınızı değiştirebilecek güçlükte bir savaşçı
bir martıyı ağlattın işte bir çocuk garanti intihar eder artık kütür kütür küfrediyor gece imanıma bir yaprak kırılıp suya düşüyor su yaralanıyor su kanıyor şelale!
ah nasıl titredim tensiz bir piyanist büküldü sanki kesişen ayrışık doğrular gibi çarpışıverdim yüzünle. yüzün öyle düzgün suna bir elyazısı yüzün yüzüme aksedince yüzün ayna alnımda yüzün uzun hüzünlü bir alınyazısı!
bitmemiş bir ömrün yalanısın sen: kabuslarımın tabiri çocukluğumun arta kalanısın! öldüreceğim kendimi dudaklarınla dudakların etle, şehvetle seferber sen! bana inen son kutsal kitap son fakir yatır son aciz peygamber!
bir martıyı ağlattın işte bir çocuk garanti intihar eder artık
hacivat adamlar zülfikar kemiğiyle lades tutuşurdu denize kusarlardı; yosun tutuşur, karides tutuşurdu elele tutuşurduk, kimse susmazdı, susmak olmazdı istanbul’da bir asit şişesi kırılırdı bir çocuk kapıyı açıp laciverde girerdi
dudaklarından öperdim, başım derde girerdi ve bir ayna şarkı söylemeye başlardı olduğu yerde
örneğin sarıyer’de: bir börekçi aniden küçümsenirdi çay bardaklarıyla asya’nın en eski haritası çizilirdi seni düşlerdik tüm belleğimizle acı çizilirdi, et çizilirdi, kafatası çizilirdi!
bir vapura binerdik, yüzümüz üstümüz limon ağacı her iskele biraz daha uzak, her aşk biraz daha latince iki parmak daktilo yazar gibi kopuk kopuk iki sözcükle gözlerine yazardım kendimi acemice! ve bayram harçlıklarımı, açlıklarımı düşürmüş olurdum böylece...!
sen ise gençliğini, hep çocukluğunu düşürmüşsün diyelim gece, diyelim alelacele yalnızsın diyelim ki oturup beni düşünmüşsün ağlamışsın gride biraz siyah, biraz beyaz arar gibi yeşilde mavi yok oysa, sarı hiç yok!
beni düşünmüşsün saçlarını akordeonlarla tarar gibi küçücük bir kız gibi küçücük bir delikanli gibi küçük bir yaradaki büyük bir kabuk gibi büyük bir yaradaki küçük bir kabuk gibi kanar gibi, kanatır gibi, birlikte kanar gibi beni düşünmüşsün!
ecel olur gelirim sana artık adressiz bir zarf gibi zarfı yalayıp kapatırken dudaklarımı kağıtla keser gibi çünkü ben orda celladım, biraz katil seri haldeyim sana, paralel haldeyim
bütün suçlar üstüme yıkıldı, hataların altında kaldım hayatım hayatına düşüp patlamayan hayali bir bomba gibi...!
radyo oyunlarına benzer insan hayatı hep arkası yarın! arkası yarın! arkası yarın! sanki hep arkalarda kalmışçasına yarın! sanki hep arkalarda kalması gerekirmişçesine yarın bölük pörçük yaşanırken aşklar, acılar, nefretler başka insanların dillerinde, başka oyuncuların yeteneğinde radyo oyunlarına benzer insan hayatı efektler kimin elinden, seslendirenler kim, konu ne bir dinleyici gibi oturursunuz kendi hayatınızın önüne meraklanırsanız, heyecanlanırsınız, sinirlenirsiniz de oysa kahramanı olduğunuz oyunda habersizken olanlardan, olacaklardan ağlarken ince ince siz, titrerken yarım yarım.. radyo oyunlarına benzer insan hayatı hep arkası yarın! arkası yarın! arkası yarın!
dağılın lan ülkeler dağılın lan ordular sizin yüzünüzden kesip duruyorum sevgilimi! sizsiniz asıl muhatabım, ama ona vuruyorum adrenalin stalin’le kardeş çıkıyor kıymetsiz ve alakasız bir vakitden sadakat diliyorum tapınak ilan ediyorum yeryüzündeki cehennemi allah belanızı versin! doktor kontrolünde terkediyorum seni! çiğnediğim jilettin çünkü
ciddiyetini kaybeden alkoldün burda kötü tesadüftü dudaklarının zihniyeti harcadığım hayattın harcadığım, vekaletini aldığım haşarı velet evet, sesimdeki tattın, sesimdeki rüya sesimdeki avuç, sesimdeki dağ kısmi yalnızlığımın nüfus patlaması kuduran parmaklarım, kuduran parmakizim ellerimi rehin bıraktım sensizliğe ellerimi okula yazdırdım bedeninde çalan zildin, çalıp kaçan menzildin artık ticarete atılabilir ruhun artık ihanete kafiye olabilirsin ancak adını küfür sayıyorum sevdama vuruyorum, kırıyorum, dövüşüyorum... elbette biraz kurt cobain elbette biraz ozzie elbette tamı tamamına joplin fazında paralelden vazgeçip seri bağlanan kader kırsal kesim tenimdeki dejenerasyon sabah sabah esrar, sabah sabah sperm sabah sabah ortadoğu sabah sabah kanlı krem işin içinde devlet de var aşkın içinde hükümet de var bebeğim sen dışişleri ben içişleri bakanı beni arkamdan vuran dünya düzeni dünyayı düzenlerin anlı şanlı tarihi vaktim yok kıta keşfetmeye bir parça penis yeter mezarımı kazmaya bir parça his yeter yenilmeme, yıkılmama ah tabii ki 1999’dayız rosche’luyuz, mutluluk bizim normal halimiz aslında bizim mutluluktan kastımız zan altındaki hürriyetimiz delikanlı tarafımıza ters geliyor hususi hiyerarşi haplanmış bir kapitalizmle yaşarken halklar, dağılın lan ülkeler
uzun şiirlerden sözeden şairlerden korkacaksın hani bir de intihar, fiyakalı bir sustalı gibi duruyorsa arka ceplerinde! hani bir de kağıtta mürekkep, kainatta şiddet tükenmişse uzun şiirlerden sözeden şairlerden çok korkacaksın bir mecnun kul, gece vakti tanrıyla peygamberin arasına girmişse!
uzun sözcüğünden korkacaksın hani bir de kısaysa yazılırken bile!
...Ve şeytan kelime oldu, Lut gölü civarında... Kaybolmuş çocukları elmalı şekerlerle kandıran...kirleten ve gülen... Kelime şaire dönüştü. Tanrıya ve her şeye isyana çağıran bir şaire...
şu yazısını bir yerlerde bulun ve okuyun. Sanatçının 'marjinal' olması gerektiği, farklı bakış açılarıyla sanatı elde ettiğini kabul ederim ama.. Eğer bu esrarkeş, ruh hastası adam sanatçı ise ben böyle sanatı.. iğrenç tek kelimeyle.
hatırla sevgilim, mutlaka sen de hatırla
o kadar çok kovaladık ki hayat içersinde
kendi kendimizi
mecali kalmadı hayatların başka hayatları yakalamaya!
"...Diğerlerini kurtarırken telaşla o,
Tufanda biz geride bırakılanlar, anlıyoruz,
Meğer Nuh, asla sevmemiş hiçbirimizi...."
"İnsanın kendini en fazla güvende hissedeceği yer tek kişilik mezardır."
ışıklar içinde uyu
Allah rahmet eyleye... Büyük ustayı yitirdik.
Birini gerçekten sevdin mi;
Yaşı, ne kadar uzakta olduğu, boyu, kilosu sadece lanet birer sayıdır..'
- Küçük İskender
Ben senin eşkıyanım Barudî, menzilime el ver;
Suretimin gölgesi yok, pençelerim zırnık kokuyor.
Aşkımın eşkaline uymuyor vurdumduymaz yağmur
...Gecenin albenisi yok; al beni Barudî, rahleme geri ver!
Teninin karanlığına cephane gibi inerken yılan dudaklarım
Zehrinle emzir beni, varsın yeni bir çağ başlatmasın
İçimde gasbedilen Tanrı ırmakları; sen bana ruhun öğrettiği
ilk harfsin Barudî; yüzümdeki denizleri ikiye ayıran asadır
bakışlarındaki zifiri şahadet! Beni zulme sen teslim et Barudî,
Cesedimdeki sevda viraneleri bir tek sana emanet!
Ağzımdaki ölüm kokusu
Gövdemdeki cennet kapısı
Nefretimdeki kan sızıntısı
Sırtımdaki hançerin etten kabzası
Seni ayyuka çıkartsın Barudî; öyle bir seviş ki benimle
birbirine karışsın genetik şifrelerimiz ve herhangi bir klasik gitarın
herhangi bir tınısında
Şaha kalksın acıda verdiğimiz firelerimiz!
Ben senin hayata karşı işlenmiş bütün suçlarındaki
kaza süsünüm Barudî, ifademe el ver;
Teslimiyetimin ceremesi yok, kesik bileklerim gül kokuyor.
Son şehrimin ikazlarına uymuyor darmadağınık hatıralarım
Gecenin terbiyesi yok; al beni Barudî, cehaletime geri ver!
Toprağın kafatasıdır gökyüzü;
Gökyüzüne sıkılan birkaç mermi gibi
Sık beni şaibeli kara parçalarına,
Barudî, beni salt kötülüğüme geri ver!
k.iskender / B a r u d î
Şiirleri aradan yıllar geçtikten sonra bir kitabın arasından düşen eski sevgilinin fotoğrafı gibi acı veriyor...
Bizim senle hukukumuz var...
Avukatımız var, suçumuz var...
Bizim senle bir ömrü paylaşmaya andımız;
Bu andı çiğneyip iç yüzümüzü ifşa eden ihanetlerimiz,
Birbirimizi kolayca harcamanın lüksü,
Bu lükse sığan baş önde boş boş oturuşlarımız var.
Konuşamayışlarımız, hiçbir şeyi açıklayamayışlarımız,
Kaçıp gitmeyi erdem sayışlarımız var.
karanlıkta herkes biraz zencidir
inanılmaz bir yorumlama ve bakış açısına sahip, dili ironik ve çok başarılı bir şekilde kullanan, 5 yıl tıp okuduktan sonra bırakıp sosyolojiye devam eden, anlatımına ve bakış açısına hayran olduğum, kendime çok yakın bulduğum, çok etkilendiğim ve ayrıca ağır roman'ı izlerken, 'bu replikleri iskender yazmış olmalı' deyip haksız çıkmadığım için beni mutlu eden yazar, şair, yarı doktor, yarı sosyolog, dahi...
Ben mezarın öteki yanına yatacağım sana iyi geceler
Aramıza bir hançer bırakacağım, belki küflü bir hançer
Onun küfüyle paslanırken gizli saklı yalnızlığımız
Rüyamıza giren prensler
İçimizdeki mutsuzluğu içecekler
Ben intiharın öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler............
Ben jiletin öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler
Puhuların üstünden gece vardiyaları ve rıhtım görülüyor
Üstündeki kan kokusu bütün cesetleri buraya çekecek
Öyle şehvetli ki dudaklarını saran atmosfer
Diplerine kömür çökmüş tırnaklarıyla küçük serseriler
Senin ellerinden kabusun matarasını kapacak ve
İçindeki sessizliği içecekler.............
kilidine sıkışmış bir anahtarın,
kapıya bakışındaki çocuksu ifade kadar
seviyorum seni...
hayranım benzetmelerine...
olayları çok farklı açılardan yorumluyor.
ovdun ve okşadın beni.
çıktı içimdeki cin.
ondan ölümümü diledin.
:/
...
bugün hep ağlıyorsam kızmayın.
çünkü doğarken hiç ağlamadım ben!
bunu söylemiş olmalıyım!
çünkü doğarken hiç ağlamaz ibneler!
...
buna benzer bir çok şiire sahip, kitaplarını uluorta okumaktan çekindiğim şahıs.
karmakarışık yazıyor gibi görünse de aslında birçok şeyi derin bir şekilde ifade ediyor.
bir de eşcinsel...
ağzında kir taşıyorsa bir kuş,masumiyetinden değil dünyadan şüphe duymalı....küçüksün,iskendersin,ağzında kir taşıyan kuşsun...bir akla mezardır deliliğin...
anlamak okumaktır.
masum değiliz hiçbirimiz...
Onlar, okurlarım.
Onlar, okur olmayı edebiyatı sevdikleri için seçmediler. Mideleri yıkansın diye okudular.
Bileklerindeki kesikler dikilsin diye okudular.
Potansiyel negatif enerji dağılsın diye okudular.
Benden korkmak için okudular.
Bir kez daha haklılıklarına ağlamak için okudular.
Doğru düşündükleri onaylansın diye okudular.
Dertleşebilmek için okudular. İçlerini dökebilmek için okudular.
Yaptıklarının yasak, ayıp, günah olmadığına bir başkası da arka çıkabildiği için okudular.
Yabancı altkültür yazarlarından sıkıldıkları için okudular.
Bana haykırabilmek, benimle itişip kakışabilmek, arkadaşlarından, benzerlerinden haber alabilmek için okudular.
Beni bir gazetenin üçüncü sayfası gibi, o, ölümle yüzyüze gelebilme cesareti taşımanın gururunun bedenleri nasıl kavurduğunu kanıtlamak için okudular.
Son sigarayı, son alkol yudumunu paylaşabileceklerini öngördükleri için okudular.
Şehirlerine gittiğimde beşinci sınıf otel odaları yerine onların küçük bekar evlerinde bir yer yatağında uyuyacağıma yemin edebildikleri için okudular.
Beni 1 mayıs meydanında, bir gay clupta, bir rock barda görebildikleri için okudular.
Sahici olduğum, onlara yalan söylemediğim, söyleyemeyeceğim, çok azarlarsa yatağa atabilecekleri için okudular. Çok gençtiler. Onlar ta yolun başında terkedilindi; bu unutuş, bu yok sayma kabullenemez, bağışlanamaz. Çünkü yanlarında ne bir harita, ne bir pusula ne de güvenecekleri bir yandaş vardı.
Ben bu insanları tanımadan sevmek mecburiyetinde bırakıldım; olumsuz bir mecburiyet değildi bu elbette, tam tersine kavmini bulmuş, uzun zamandır yalnız yaşayan bir adam gibiydim. Gittiğim en uçlarda bile bana saldıracak ya da sevecek birileri vardı mutlaka. Yukarı aşağı, yatay her noktada yeterince düşman ve dost! Sesimi, gitgide çığlığa dönüşen sesimi duyurabilmiştim. Onlar biliyordu: Marksist kökenli bir anarşisttim artık. Onlar biliyordu: Çocukken tacize uğramadan, kadınlarla birlikte ola ola gayliğimi keşfetmiştim ve herkes kadar mutlu, herkes kadar aşk acılarıyla derbederdim. Onlar biliyordu: Keyif verici maddelerle haşır neşirdi. Haşır neşir arkadaşlarımdan kimileri ölmüştü. Onların da arkadaşları ölmüştü. Hepimizin birileri ölüp ölüp duruyordu. Ve işin boktan yanı, tutkuyla bağlı olduğumuz, güzel insanlardı gidenler. Hırçındık bize saldıranlara. Şevkatliydik kollarını açıp bekleyenlerin karşısında hep. Hep özledik. Huzurdan gebermeyi, eşitliği, özgürlüğü, paylaşmanın fevkaladeliğini. Olmayacağını bile bile bekledik. Onlar biliyordu: İntiharın zembereğine çomak sokuyordum kırılmak pahasına. Hüznü kızıştırmak, üstümüze çekmenin altında elbette puştluk vardı. Farkındaydık. Çünkü zayıftık ve karşımızdakine vurabileceğimiz tek bir yumruktu. Gücümüz ortadaydı işte. Onlar biliyordu: Ölümle burun burunaydım. Peşimdeki faşist kiralık katillerle, yatağımda zincirle beni boğmaya kalkanlarla, evimi soyanlarla, kleptomanlarla, ihanetlerle, sahtekarlıklarla cebelleşiyorduö. Onlar biliyordu: Önceleri asker kaçağıydım. Ve yurtdışına çıkıp orada yaşananları görüp yazılarıma aktarmak için ani bir kararla askere gittim. Param yoktu. Bu ülkede kalemiyle, ek bir iş yapmadan ayatka durmaya çabalayan tek adam olduğumun bilincindeydiler. Onlar biliyordu: Popüler kültüre de düşkündüm. Sarhoş olup zırlarken Chopin dinlenmeyeceğini anlayacak kadar zekiydim. Batıdan çalıntı bir altkültürün bize, Ortadoğu'ya uymayacağını, bunun yapmacık, sahte kaçacağını söylediğimi işitmişlerdi. Onlar biliyordu: Sinemaya da gönüllüydüm. Ayrıca komiktik de. Dalga geçmesini Öğrenmiştik. Onlar biliyordu: Yaşamadığım halde başımdan geçmiş gibi anlatılan ve kulaktan kulağa yayılan olaylar vardı. Oysa ben hiçbir şeyi saklayamayacak kadar tek hücreliydim. Basitten iğreniyordum. Kolaycılıkatn iğreniyordum. İçten pazarlık ve sömürgecilik, insani değerlerin hiçe sayılması, bağımsızlığın kısıtlanması midemi kaldırmakla kalmıyordu. Bütün bu anlamlara açtığım savaşta sürüyü avucunda tutma yöntemlerinden gelenekselcilik ve ahlak da paylarını alıyordu. Onlar biliyordu: Rock tabanlıydım. Otonom oluşumlardan yanaydım. İşgal evleri düşleri kuruyordum. Seksin pervasızca kullanılmasını istiyordum. Töreye anne, devlete baba dediğimin altını onlar çiziyordu zaten. Onlar biliyordu: Biz bir bütündük. Kırılmış bir bardaktan etrafa saçılmış cam parçacıklarıydık. Üstümüze basmaya çalışanın ayağını kanatmak ödevimizdi.
Aslında çoktular. Suskunlukları yüzünden az gibi görünüyorlardı. Çünkü onlar bir darbenin içine doğmuşlardı. 1980'in çocuklarıydı onlar. En ağır koşullardan geçen ailelerin, ezilmiş, işkence görmüş, ruhsal bunalımlar geçirmiş anne-babaların evlatlarıydılar. İsyanlarını politik merkezde değil, sosyal hayatta göstermenin güzelliğine kapıldılar. Kısmen haklıydılar da. Kimse onlarla konuşmuyor ve asla anlatmıyordu.
Yalnızca gördüklerini yorumlama şansına sahiptiler. Yol göstericiler yoktu, kaybolmuşlardı. Müzik, uyuşturucu ve bir parça kitapla, seyredebildikleri altkültür filmleriyle kendilerine bir ifade biçimi geliştirme uğraşına girdiler. Ne ebeveynler, ne politikacılar, ne sanatçılar ne de hızla gelişen teknoloji onların utangaç ama isyankar olmalarını engelleyebildi. Odalarına kapanmak, hücrelerini oluşturmak ve oradan kişisel anlamlar çıkarmak tek yol gibiydi.
Sonra buluştuk. Mektuplar, mailler, kapıma bırakılmış notlar, imzalanıp gönderilmiş kitaplar, kolajlanmış resimler, imza günleri, telefon görüşmeleri, cep telefonu mesajları, söyleşiler, bana hazırlanmış defterlerle buluştuk. Zarflardan çıkan kanlı cam parçacıkları, akineton tabletleri, kurutulmuş böcekler aslında herşeyi ifade etmeye yetiyordu. Benim bildiğimi onlar da biliyordu: Artık söylenebilecek söz kalmasa da, ortak bir dilimizin varlığı kesindi. Bu tükenişte, bu yere çakılmış uçağın enkazında belalı şizofrenler gibi karnımızı doyurmak için birbirimizi yiyecektik. Bizim kriterlerimiz kendiliğinden oluşmuştu. Küçük, saldırgan ve naif bir orduyduk.
Karşılıklı sevdalar, nefretlerle çoğaldık. Onlar biliyordu: Hissettiklerini benim önüme sürdüler. Onları anladığımı, bununla birlikte bir çare bulamadığımı onlar da biliyordu.
Onların bildiklerini, onların ürettiklerini onlara ve onları merak etmeyenlere sunmak için hazırladım bu kitabı. Kelimelere dokunmadan, imlaları düzeltmeden. Tıpkı bana geldikleri gibi. Amaç ne: Hem kardeşlerin birbirlerini tanımaları, hem ürettikleriyle bir sese dönüşmeleri hem de bir nebze bu dönemin gençliğinin neler yaşayıp nelerin peşinde olduklarının sosyolojik dökümü diye adlandırılsın arzusundayım. Yüzlerce mektuptan, mailden ve nottan bir seçme yaptım. Diğer imzalar kırılmasın. Çok özellerin burda işi yok. Özellikle mail dışındakileri saklıyorum. Soyadlarını çıkarttım; adresleri bozdum. Kimi yerlerde de incinme olasılığı nedeniyle kısaltmalar yapmayı uygun görmemi bağışlayın, bağışlasınlar. Neydi sıkıntım: Tamamlanıp bir puzzle havasına bürünelim hevesine kapıldım. Mamafih, böyle bir ülkede bu çalışmanın bir megalomani ürünü sayılabileceği de açık. Derdim(iz) değil. Keşke her ot ne boka yaradığını bilse. Ben biliyorum. Onlar biliyor. Yani, biz biliyoruz.
hayatıma girişi bambaşkaydı ev arkadaşımın tozlu ve boklu raflanın en arka hizasında yanıda ticaret hukuku ve ince bir suntayla neredeyse birleşmiş bir şekilde buldum onu 'bir nedeni yok yanlızca öptüm..' nedense hep böle sıkışmış yada dolabın arkasına düşmüş kitaplara ilgi duyarım..hayatıma burun deliklerimde giren saman kağıdı kokusu ve cigerlerimden çıkan hapşırık olarak girdi..
HAYAT sadece GÜZELLİKLERDEN ibaret değil,pisliğide var hayatın neden hep korkarız toplum içinde osurmaktan hatta abartıp hapşıramazız bile yada ne bilim ben neden çekiniriz seksten bahsetmekten ASLINDA hatalıbaşladım bu paragrafa hayatın pisliği yada güzelliği değilki bu OLMASI GEREKENİ zorununluluğuuu...
ama işte bize hep başka başka anlattıklarından bu acıdan bakmıyoruz hayata KÜÇÜK İSKENDERse oldugu gibi bakıyor (tamam belki abartıgı noktalarda oluyor) gülmekle ağlamanın insanı oldugunu bilmek gibi yemekle sıçmakta aynı şey aslında insanı ama yemek yemek doğal sıçmak yasak! ! komik bence ve KÜÇÜK İSKENDER bunu çok güzel vurguluyor TABİ anlayana...
bir yerlerde kaybettiğiniz unuttuğunuz hatırlamaktan korktuğunuz herşeyi onda bulabilirsiniz öyle ki bir gecede bile tüm yaşantınızı değiştirebilecek güçlükte bir savaşçı
Paraşüt açılmasın bu sefer dudaklarımızda!
lambaları söndür,
gazı aç,
çakmağı çak!
anzısın bir infilak olsun ölümüne seviştiğimiz oda!
bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık
kütür kütür küfrediyor gece imanıma
bir yaprak kırılıp suya düşüyor
su yaralanıyor su kanıyor şelale!
ah nasıl titredim tensiz
bir piyanist büküldü sanki
kesişen ayrışık doğrular gibi
çarpışıverdim yüzünle. yüzün
öyle düzgün suna bir elyazısı
yüzün yüzüme aksedince
yüzün ayna alnımda
yüzün uzun hüzünlü bir alınyazısı!
bitmemiş bir ömrün yalanısın
sen: kabuslarımın tabiri
çocukluğumun arta kalanısın!
öldüreceğim kendimi dudaklarınla
dudakların etle, şehvetle seferber
sen! bana inen son kutsal kitap
son fakir yatır
son aciz peygamber!
bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık
neyse ki sevdim
neyse ki incindim
çok yıkılmadım
sadece yoruldum
gözlerini akıttım son sevgilimin
ve hayata böyle el koydum!
çalıntı bir aşktan alıntı
hacivat adamlar zülfikar kemiğiyle lades tutuşurdu
denize kusarlardı; yosun tutuşur, karides tutuşurdu
elele tutuşurduk, kimse susmazdı, susmak olmazdı
istanbul’da bir asit şişesi kırılırdı
bir çocuk kapıyı açıp laciverde girerdi
dudaklarından öperdim, başım derde girerdi
ve bir ayna şarkı söylemeye başlardı olduğu yerde
örneğin sarıyer’de: bir börekçi aniden küçümsenirdi
çay bardaklarıyla asya’nın en eski haritası çizilirdi
seni düşlerdik tüm belleğimizle
acı çizilirdi, et çizilirdi, kafatası çizilirdi!
bir vapura binerdik, yüzümüz üstümüz limon ağacı
her iskele biraz daha uzak, her aşk biraz daha latince
iki parmak daktilo yazar gibi kopuk kopuk
iki sözcükle gözlerine yazardım kendimi
acemice!
ve bayram harçlıklarımı, açlıklarımı düşürmüş olurdum böylece...!
sen ise
gençliğini, hep çocukluğunu düşürmüşsün
diyelim gece, diyelim alelacele yalnızsın
diyelim ki oturup beni düşünmüşsün
ağlamışsın gride biraz siyah, biraz beyaz arar gibi
yeşilde mavi yok oysa, sarı hiç yok!
beni düşünmüşsün saçlarını akordeonlarla tarar gibi
küçücük bir kız gibi
küçücük bir delikanli gibi
küçük bir yaradaki büyük bir kabuk gibi
büyük bir yaradaki küçük bir kabuk gibi
kanar gibi, kanatır gibi, birlikte kanar gibi beni düşünmüşsün!
ecel olur gelirim sana artık adressiz bir zarf gibi
zarfı yalayıp kapatırken dudaklarımı kağıtla keser gibi
çünkü ben orda celladım, biraz katil
seri haldeyim sana, paralel haldeyim
bütün suçlar üstüme yıkıldı, hataların altında kaldım
hayatım hayatına düşüp patlamayan
hayali bir bomba gibi...!
radyo oyunlarına benzer insan hayatı
hep
arkası yarın!
arkası yarın!
arkası yarın!
sanki hep arkalarda kalmışçasına yarın!
sanki hep arkalarda kalması gerekirmişçesine yarın
bölük pörçük yaşanırken
aşklar,
acılar,
nefretler
başka insanların dillerinde, başka oyuncuların yeteneğinde
radyo oyunlarına benzer insan hayatı
efektler kimin elinden, seslendirenler kim, konu ne
bir dinleyici gibi oturursunuz kendi hayatınızın önüne
meraklanırsanız,
heyecanlanırsınız,
sinirlenirsiniz de
oysa kahramanı olduğunuz oyunda
habersizken olanlardan, olacaklardan
ağlarken ince ince siz, titrerken yarım yarım..
radyo oyunlarına benzer insan hayatı
hep
arkası yarın!
arkası yarın!
arkası yarın!
dağılın lan ülkeler
dağılın lan ordular
sizin yüzünüzden kesip duruyorum sevgilimi!
sizsiniz asıl muhatabım, ama ona vuruyorum
adrenalin stalin’le kardeş çıkıyor
kıymetsiz ve alakasız bir vakitden sadakat diliyorum
tapınak ilan ediyorum yeryüzündeki cehennemi
allah belanızı versin!
doktor kontrolünde terkediyorum seni!
çiğnediğim jilettin çünkü
ciddiyetini kaybeden alkoldün
burda kötü tesadüftü dudaklarının zihniyeti
harcadığım hayattın
harcadığım, vekaletini aldığım haşarı velet
evet, sesimdeki tattın, sesimdeki rüya sesimdeki avuç, sesimdeki dağ
kısmi yalnızlığımın nüfus patlaması
kuduran parmaklarım, kuduran parmakizim
ellerimi rehin bıraktım sensizliğe
ellerimi okula yazdırdım bedeninde
çalan zildin, çalıp kaçan menzildin
artık ticarete atılabilir ruhun
artık ihanete kafiye olabilirsin ancak
adını küfür sayıyorum sevdama
vuruyorum, kırıyorum, dövüşüyorum...
elbette biraz kurt cobain elbette biraz ozzie
elbette tamı tamamına joplin fazında
paralelden vazgeçip seri bağlanan kader
kırsal kesim tenimdeki dejenerasyon
sabah sabah esrar, sabah sabah sperm
sabah sabah ortadoğu sabah sabah kanlı krem
işin içinde devlet de var
aşkın içinde hükümet de var bebeğim
sen dışişleri ben içişleri bakanı
beni arkamdan vuran dünya düzeni
dünyayı düzenlerin anlı şanlı tarihi
vaktim yok kıta keşfetmeye
bir parça penis yeter mezarımı kazmaya
bir parça his yeter yenilmeme, yıkılmama
ah tabii ki 1999’dayız
rosche’luyuz, mutluluk bizim normal halimiz
aslında bizim mutluluktan kastımız
zan altındaki hürriyetimiz
delikanlı tarafımıza ters geliyor hususi hiyerarşi
haplanmış bir kapitalizmle yaşarken halklar,
dağılın lan ülkeler
uzun şiirlerden sözeden şairlerden korkacaksın
hani bir de intihar, fiyakalı bir sustalı gibi duruyorsa arka ceplerinde!
hani bir de kağıtta mürekkep, kainatta şiddet tükenmişse
uzun şiirlerden sözeden şairlerden çok korkacaksın
bir mecnun kul, gece vakti tanrıyla peygamberin arasına girmişse!
uzun sözcüğünden korkacaksın
hani bir de kısaysa yazılırken bile!
...Ve şeytan kelime oldu, Lut gölü civarında...
Kaybolmuş çocukları elmalı şekerlerle kandıran...kirleten ve gülen...
Kelime şaire dönüştü. Tanrıya ve her şeye isyana çağıran bir şaire...
r o c k m a n i f e s t o
şu yazısını bir yerlerde bulun ve okuyun. Sanatçının 'marjinal' olması gerektiği,
farklı bakış açılarıyla sanatı elde ettiğini kabul ederim ama..
Eğer bu esrarkeş, ruh hastası adam sanatçı ise
ben böyle sanatı..
iğrenç tek kelimeyle.