Ünlü şair ve yazar Dilaver Cebeci, İstanbul'da tedavi gördüğü hastanede vefat etti. 28 Mayıs 2008 23:13 Yazı boyutunu büyütmek için Alınan bilgiye göre, bir süre önce kalp krizi geçirerek Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tedavi altına alınan Cebeci, bu akşam saatlerinde hayatını kaybetti.
Özellikle bestelenen 'Türkiyem' şiiriyle adını geniş kitlelere duyuran Cebeci'nin cenazesi, 30 Mayıs Cuma günü Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camisi'nde öğle vakti kılınacak namazın ardından İstanbul'da toprağa verilecek.
-CEBECİ-
Dilaver Cebeci, 1943'te Gümüşhane'ye bağlı Kelkit ilçesinin Dayısı köyünde doğdu.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun olan Cebeci, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde İktisat Tarihi yüksek lisansı ve sosyoloji doktorası yaptı. Cebeci, öğretim üyesi olarak görev yaptığı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden emekli oldu.
İlk şiiri 1965 yılında Defne dergisinde çıkan Cebeci'nin şiir, hikaye ve mizah yazıları, Devlet, Töre, Bozkurt, Türk Edebiyatı, Türk Yurdu, Güney Su, Ortadoğu, Hergün, Yeni Düşünce, Ayrıntılı Haber, Türkiye dergi ve gazetelerinde yayınlandı.
Cebeci'nin 'Hun Aşkı' (1972) , 'Şafağa Çekilenler' (1984) , 'Ve Sığınırım içime' (1992) adlı şiir kitapları, kendi sesiyle şiirlerini okuduğu 'Kandahar Dağlarında Sabah Namazı' adlı bir kaseti ile çeşitli kitapları bulunuyor.
Ayla Cebeci ile evli olan Dilaver Cebeci, karikatürist Çağrı Cebeci'nin de babasıydı.
BEŞ ZAMAN ARASINDA BİR KASÎDE Aşk henüz balçıkla kan arasındaydı:
Ben saçlarını örüyordum bir ıssız gezegende, Daha yaşanmamış geceleri hayâl ediyordum, Bir yılkı atı gibi başıboş sıcaklığını Tutup geleceğe ben yediyordum.
Aşk henüz bedenle can arasındaydı:
Tâ gözlerinin içine bakıyordum bir ıssız gezegende, Yıldızları koyuyordum yerliyerine... Acıyı öğreniyordum, o muhteşem acıyı... Nefesimle çizgiler çiziyordum ellerine...
Aşk henüz mekânla zaman arasındaydı:
Göç arzuları mı ne kımıldıyordu içimizde? Kolların boynumdaydı, yüzün yüzüme değiyordu, Bir yasak ağacın gölgesindeydik ikimiz; Olgun şiirler dalları yere eğiyordu...
Aşk henüz toprakla duman arasındaydı:
Dokuz renkli kehkeşanlar dolaşıyordu çevremizde, Ben süt-beyaz teninden ay ışığını süzüyordum. Kalem yoktu, kâğıt yoktu, harf yoktu, Kirpik uçlarımla alnına bir şeyler yazıyordum.
Aşk henüz gurubla tan arasındaydı:
Bir ıssız gezegende fısıldaşıyorduk ikimiz, Sözün lezzetini tadıyorduk bir mercan kadehten, Deli yağmurlar dolduruyordu derin çukurları, Henüz denizler yoktu ben seni severken...
Dönence Hani kısrak memelerinden ufukları sağardık Esrik dolunaylar öperdi çekik gözlerimizden Gökten firuze yağardı hep yollara düşerdik Böyle kirli değildi maviler Denizler böyle soluksuz... Topla çadırları apakayım burdan gidelim...
Bir divane kirmene sarardık sonsuz mesafeleri Alp eren dağlara yaslanırdık korkulardan âzâde Uçmaktan ırmaklar gelir çimerdik sularında Önce kubbeler yıkıldı üstümüze Gökler çökecek birazdan... Eğerle atları apakayım burdan gidelim.
Sallanır dururdu güneş bir tuğun saçaklarında Göğçek ormanlarda göğerirdi sevdamız Oturur bengü taşlara adımızı vururduk Böyle sert değildi kayalar Uçurumlar böyle dipsiz... Giyindir çocukları apakayım burdan gidelim
Bir yaz gecesinde çıkalım samanyoluna Ata bergüzerı yıldızlara konalım Bir ince yağmur yağsın uyansın kervansaraylar Böyle ürkek değildi bakışların Kirpiklerin böyle ıslak... Haydi sil gözlerini apakayım burdan gidelim...
Dokuzlama (Atsız Yabgu Katında) Gök yeleli Bozkurtlar, kutlu ülkü erleri! Atsız Yabgu önünde dizleyin yağız yeri!
Üçbin yılın süzdüğü temiz duru bir pınar Ya Üçoktur ya Bozok, o da bizlerden biri,
Uçup gitti Cennete, hak Yalavaç katına, Ordan Özge menzil yok, ne ileri ne geri.
Gidişi bir faninin burdan göçüşü değil, Sanki Hıtay üstüne Tanrıkut'un seferi...
Kaldırdak dokuz tuğu tam hedefe yönelttik Tanık olsun yıldızlar, bu Aralık gökleri!
Ilgar ile yürüyen şu tümenler onundur... Bilekler katı pulat, pençeler iri iri...
Narası yankılanır hala karşı dağlarda, Sıyra-kılıç, dört nala, bu Çiçi'nin askeri...
O bir Ural havası Türk illeri üstünde, Daha bin yıl solunur göğüslerden içeri.
Gök yeleli Bozkurtlar, kutlu ülkü erleri! Atsız Yabgu önünde dizleyin yağız yeri!
Dündar Taşer Sagusu 'Aman karlı dağlar ne olur Esker ağam gelende yaralarım ey olur.'
Dündar Ağam, çoh görestim hardasan? Eller sanir bir karanluk gordasan Mene göre Tanrı nerde ordasan,
Get Cennette nebileri gör ağam, Muhammedin sağ yanında dur ağam.
Ilduz ahar, yuhudaki er bilmez, Yol nicedür, degeneksiz kör bilmez Yadlar helbet gadir bilmez, ar bilmez,
Beş bin yıldur biz tanışuh hey ağam, Esker ağam, yiğit ağam, beğ ağam,
Nece yıldur, bir işıhlı düşüm var, Durağım yoh; beyle böyük işim var. Hele bahın, ne çileli başım var;
Abu Felek merd ağamı apardı, Ciğerimin bir parasın kopardı
Her gavgede duzah olur, al olur, Ülkü içün boz tikenler gül olur. Rehmet yağar ifak sular sel olur,
Şahin kuşu ucalardan av gollar, Turan ilde düğümlenür sarp yollar.
Bu Yusuf'un Zindandan Seslenişidir Eğilin önümde çağdaş güneşler! Kenanlı yıldızlar varın secdeye! Issız çöllerde, derin kör kuyularda Ben görürüm camgöbeği düşleri Ve ben yorarım sırma şafaklarda, Bulanık, korkulu düşlerinizi...
Tebessümlerimi yollarım vakur kervanlarla Küfür karanlığı gecelerinize, Sonra düşüncelerinizi yeşertirim... İnce belli üç attır Tih sahrasında; Güzelliğim, sabrım ve yalnızlığım. Çılgınca yarışırlar kader güzergahımda; Nalları değer kader çizgilerinize...
Bilemiyorum, bensiz nasıl olursunuz? Cibril nefesli rüzgarlarda perdelenir gözleriniz, Körpe bir ceylan gibi kaçıp gider güzellik, Ateş yağar avuçlarınıza bir yerden, Nil söndüremez içinizdeki yangınları, Ağulu bir yılan ölüsü gibi yatar durur öyle Mu’cizelere gebe Kızıl Deniz...
Dinleyin hele dinleyin çağdaş kadınlar! Gamzesiz, zülüfsüz, yorgun kadınlar! Mor mor halkalarda tutsak kadınlar! Birer bıçak vermedi mi ellerinize Züleyha? Çizdirmedi mi güzelliği avuçlarınıza?
Züleyha dedim ya biraz durmalısınız; Lacivert çöl gecelerinden bir parçadır o, Gözbebeklerinde dinlenir bereketli Nil... Nasıl anlatsam size Züleyha'yı; Gözleri bir vaha gibi yeşil...
Ve gidin! Nereye giderseniz gidin! Kuyular her yerde derin! İster Kenan illerinde, ister Mısır’da, Zindanlar karanlık, mahzenler serin...
Hapsederim gençliğimi damarlarıma, Kaç kere yaşanmış bir cenge girerim; Unuturum sizi çağdaş kadınlar! Sarılırım sımsıkı soğuk demirlere, Kıtlıktan, bereketten haber veririm... Ben yorarım düşlerinizi böyle bilin!
“Ümmü’l Kitab” üstüne yemin ederim; Bir gün beni çağıracaksınız. Yediye ve katlarına yemin olsun ki; Bana muhtaçsınız! Bana muhtaçsınız! Bana muhtaçsınız!
Bozkırda Kalan Sancı O çocuklar birer birer gittiler... Soylu sevda türküleri dudaklarında, Saclarında kurt nefesi rüzgârlar, O çocuklar birer birer gittiler...
Bir tamu karanlığı keleplenirken bozkıra Kehkeşenlardan yıildız gibi indiler. Tutuşturdular yeniden küllenmiş ocakları, Bacalardan duman duman tüttüler...
Bir ögünç hil'ati gibi giydiler güzelliği Ufuklara oturup dolunayı sevdiler. Uzun,siyah kirpiklerinde seyyareler yanardı, Ağ buluttan atlarla ta Sidre'ye yettiler...
Onlar,Oğuz mayası gök ışığın erleri, Onlar,ülkü çağının bahadır melekleri... Mor dağların göğsünde kaldı pençe izleri, Haceru'l esved gözlerini gönlümüze resmettiler...
Eyvah biz kaldık Efsele safilinde! Ahsen-i takvim üzre,onlar geçip gittiler...
Birlik Çağrısı Yağı 'Hurra! ' deyip hücum edende, Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır? Yüz bin değer yıkılırken bir günde, Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?
Kâfir oku hedef döğer uzaktan Haber gelmez Kırgız, Tatar, Kazaktan. Kurtulmadan içerdeki tuzaktan, Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?
Göğümüzden mavi rengi çaldılar, Tanrıdağ`da tuğumuzu yoldular, · Yurdumuzu bölük bölük böldüler, Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?
'Üzerinde gün batmayan' ilin yok! Yandı Asya, tutunacak dalın yok! Sarp dağları açmak için dalın yok! Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?
Kalın ordu nerde olsa görülür. Ülkülere birlik ile varılır. Yoldaşlarımız, gök pusatlar darılır. Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?
Hey şahinler, cılasınlar, alperler! Yiğitliği muştulaşmış askerler! Soğuk yaman, bulut kara, gök gürler, Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?
BAŞBUĞA Mektup -12 Eylül sonrası tutuklanan Alparslan TÜRKEŞ ve bütün dava arkadaşlarına... -
Sana bu mektubu bir gece yarısında yazıyorum Azatlığın zirvesinde sohbete dalmış yıldızlar Zühre bir aşkı tutturmuş Bâbil’ de kalan Zavallı dünya habersiz, zavallı dünya sağır Bir Hârût’la Marut bir de ben dinliyorum Derken kayıp gidiyor yıldızlardan birisi Bir intikam fişeği gibi saplanıyor karanlığın karnına Senin namına yıldızları kıskanıyorum. Kim bilir kaç ışık yılı uzakta Öfkeyle kollarını çeviriyor yalancı fecir İmanım gibi biliyorum vakit asılmak vaktidir Ve taksim gazinolarında trahomlu şairler Mısra arıyorlar masaların altında Kanını içiyorlar bilmeden “Cennet atları” nın Ben yurdumun en sert tütününden bir sigara sarıyorum Dumanı ciğerlerime değil iliklerime çekiyorum Ne kadar ürkek ceylan varsa Asya çöllerinde Domaniç yaylasında ne kadar dizginsiz at Başlıyorlar koşmaya kılcal damarlarımda Sıcak solukları yalarken alnımı Toynaklarını hissediyorum alyuvarlarımda.
Sana bu mektubu evimin balkonunda yazıyorum Sağ elimi koyuyorum tam yüreğimin üstüne Çankaya yokuşunda söylediğimiz marşı duyuyorum Ulu kayalar parçalanıyor beynimin bir yerinde Bir yerinde demirden dağlar eriyor Atlas yelkenli gemileri unutmuş birkaç levent Viski kokulu bulvarlarda yavaş yavaş ölüyor İstediğin o seccadeyi hemen gönderiyorum Üstünde Kabe resmi ve anamın duaları var Ve bildiğin sebeplerden ben gelemiyorum. Yine biliyorsun ki, Sevmedim ülküden başkasını Başı dumanlı dağları, dolunayı, ufukları Bir de Çankaya yokuşunda rüzgara tutulmuş saçlarını Önce Allah, sonra genlerim şahit. Sevgimi üç bin yıl sonra doğacak torunuma yolluyorum Trahomlu şairler doğruluyorlar masaların altından Elleri fahişelerin karanlık saçlarında Benim kalemimden kan değil süt damlıyor Geceler boyu böyle geleceği emziriyorum Kahrolayım sevmedim ülküden başkasını Bir de seni çok seviyorum
Dilâver Cebeci 1943 Kelkit doğumludur. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 1970 mezunu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde master ve doktora yaptı. Çeşitli liselerde ve enstitülerde öğretmen olarak çalıştı. Halen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi. Evli, 2 çocuk sahibi. İstanbul'da oturuyor.Çok yönlü bir sanatçı olan Cebeci'nin, Hun Aşkı (Şiir, 1973) , Mavi Türkü (Mensure, 1983) , Devranname (Mizah, 1984) , Şafağa Çekilenler (Şiir, 1984) , Büyü (Oyun, 1984) ,... Ve Sığınırım İçime (Şiir, 1992) , Kandehar Dağlarında Sabah Namazı (Kaset, 1993) , Sitâre (Şiir, 1997) , Tanzimat ve Türk Ailesi (İlmî Araştırma, 1993) , Seyrânnâme (Mizah, 1997) gibi eserleri neşredildi
Güneş kanlar içinde yavaş yavaş boğulur Karanlık kuşanır pusatlarını Titretir bozkırların başı boş atlarını Yıldızlar uzakta kehkeşanlara sığınır Ben sana...
Obam yurdum talan oldu
Destanlarım yalan oldu
Yollar birer yılan oldu
Kervanlarım geçmez gayrı
Gümüşhaneli hemşerim değerli bir edebiyat ustası Türkiyem şiirinin sahibi
Şair ve yazar... Ayrıca benim öğretmenimdi.
Allah rahmet eylesin... Mekanı cennet olur inşallah.
Ruhun sad olsun Dilaver Cebeci Hocam...
Hasret
Şu dumanlı doruklarda
Boz şahinler uçmaz gayrı
Gözelerden ağı çıkar
Alperenler içmez gayrı
Obam yurdum talan oldu
Destanlarım yalan oldu
Yollar birer yılan oldu
Kervanlarım geçmez gayrı
Hani mavi denizlerim
Üç kıtada nal izlerim
Kör mü oldu bu gözlerim
Çaşıtları seçmez gayrı
Dilaver Cebeci
Ümitler dal-budak, ümitler sıcak
Ellerinki karanlığı kovacak
Bir rahmet bekliyorum yağdı yağacak
Bu kısır toprağı sürecek misin
Ellerini bana verecek misin..
Dilâver Cebeci
Ünlü Şair Dilaver Cebeci vefat etti
Ünlü şair ve yazar Dilaver Cebeci, İstanbul'da tedavi gördüğü hastanede vefat etti.
28 Mayıs 2008 23:13
Yazı boyutunu büyütmek için
Alınan bilgiye göre, bir süre önce kalp krizi geçirerek Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tedavi altına alınan Cebeci, bu akşam saatlerinde hayatını kaybetti.
Özellikle bestelenen 'Türkiyem' şiiriyle adını geniş kitlelere duyuran Cebeci'nin cenazesi, 30 Mayıs Cuma günü Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camisi'nde öğle vakti kılınacak namazın ardından İstanbul'da toprağa verilecek.
-CEBECİ-
Dilaver Cebeci, 1943'te Gümüşhane'ye bağlı Kelkit ilçesinin Dayısı köyünde doğdu.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun olan Cebeci, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde İktisat Tarihi yüksek lisansı ve sosyoloji doktorası yaptı. Cebeci, öğretim üyesi olarak görev yaptığı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden emekli oldu.
İlk şiiri 1965 yılında Defne dergisinde çıkan Cebeci'nin şiir, hikaye ve mizah yazıları, Devlet, Töre, Bozkurt, Türk Edebiyatı, Türk Yurdu, Güney Su, Ortadoğu, Hergün, Yeni Düşünce, Ayrıntılı Haber, Türkiye dergi ve gazetelerinde yayınlandı.
Cebeci'nin 'Hun Aşkı' (1972) , 'Şafağa Çekilenler' (1984) , 'Ve Sığınırım içime' (1992) adlı şiir kitapları, kendi sesiyle şiirlerini okuduğu 'Kandahar Dağlarında Sabah Namazı' adlı bir kaseti ile çeşitli kitapları bulunuyor.
Ayla Cebeci ile evli olan Dilaver Cebeci, karikatürist Çağrı Cebeci'nin de babasıydı.
SAFLIK DÜRÜSTLÜK YİĞİTLİK TÜRKLÜK VE İSLAM BAYRAKTARLIĞI CENABI HAK ÖMRÜNÜ UZUN EYLESİN SAĞLIKTAN AYIRMASIN
Dilaver Cebeci Hoca'da Müslüman Türk'ün güzelliğini buluyorum.
BEŞ ZAMAN ARASINDA BİR KASÎDE
Aşk henüz balçıkla kan arasındaydı:
Ben saçlarını örüyordum bir ıssız gezegende,
Daha yaşanmamış geceleri hayâl ediyordum,
Bir yılkı atı gibi başıboş sıcaklığını
Tutup geleceğe ben yediyordum.
Aşk henüz bedenle can arasındaydı:
Tâ gözlerinin içine bakıyordum bir ıssız gezegende,
Yıldızları koyuyordum yerliyerine...
Acıyı öğreniyordum, o muhteşem acıyı...
Nefesimle çizgiler çiziyordum ellerine...
Aşk henüz mekânla zaman arasındaydı:
Göç arzuları mı ne kımıldıyordu içimizde?
Kolların boynumdaydı, yüzün yüzüme değiyordu,
Bir yasak ağacın gölgesindeydik ikimiz;
Olgun şiirler dalları yere eğiyordu...
Aşk henüz toprakla duman arasındaydı:
Dokuz renkli kehkeşanlar dolaşıyordu çevremizde,
Ben süt-beyaz teninden ay ışığını süzüyordum.
Kalem yoktu, kâğıt yoktu, harf yoktu,
Kirpik uçlarımla alnına bir şeyler yazıyordum.
Aşk henüz gurubla tan arasındaydı:
Bir ıssız gezegende fısıldaşıyorduk ikimiz,
Sözün lezzetini tadıyorduk bir mercan kadehten,
Deli yağmurlar dolduruyordu derin çukurları,
Henüz denizler yoktu ben seni severken...
TÜRKİYEM
Baş koymuşum Türkiyemin yoluna
Düzlüğüne yokuşuna ölürüm
Asırlardır kır atımı suladım
Irmağının akışına ölürüm
Sevdalıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem
Pınarlardan su doldurur Eminem
Mavi boncuk takışına olurum
Düğünüm, derneğim, halayım, barım,
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım
Kilimlerde çizgi çizgi efkarım,
Heybelerin nakışına ölürüm
Nur Dağından Gelenler
Onlar bu dünyaya niye geldiler
'Li ya'budun' diye diye geldiler.
Konaklı,sofralı tuğralıydılar
Bir dilim ekmekle doya geldiler.
Eline,beline,diline sahip
Kalpleri nurla yuya geldiler.
Burçlar her taraftan çağırıyordu
Onlar yıldız ile aya geldiler.
Ünlü şehirlerde ünsüz gezdiler
Bazen de bir sessiz köye geldiler.
Kutlu seferlerden zaferle dönüp
Ala sayvanlarda toya geldiler.
Din-ü devlek ile mülk-ü millete
Asi olmadılar uya geldiler.
Hem yüzleri hem sözleri güzeldi
En güzel sözleri duya geldiler.
Yedi göbek nesepleri helaldi
Helal rızıkları yiye geldiler
Dağları Tanrı'ydı,Süphan'dı,Nur'du,
Göklerin sesini duya geldiler.
Hasret
Şu dumanlı doruklarda
Boz şahinler uçmaz gayrı
Gözelerden ağı çıkar
Alperenler içmez gayrı
Obam yurdum talan oldu
Destanlarım yalan oldu
Yollar birer yılan oldu
Kervanlarım geçmez gayrı
Hani mavi denizlerim
Üç kıtada nal izlerim
Kör mü oldu bu gözlerim
Çaşıtları seçmez gayrı
Hasret Türküsü
Bekleme, ağlama, beni çağırma
Tükendi dermanım gelemiyorum
Bu dağlar harami, yollar ejderha
Yitirdim yönleri bulamıyorum
Ezel meclisinde divan kurmuşlar
Çamurumu çile ile karmışlar
Yazıp çizip ak alnıma vurmuşlar
Hasret fermanımı silemiyorum
Gündüzler, ağ atıp tuttular beni
Geceler, zindana attılar beni
Çağdaş şehirlerde sattılar beni
Zincirlerden azat olamıyorum
Ellerini Bana Verecek misin?
Dost kentleri yıkıp sana gelmişim
Esirin olmayı şeref bilmişim
Bilsen ıssızlıktan nasıl yılmışım
Bu sessiz dünyama girecek misin
Ellerini bana verecek misin
Gül yüzünü geceler dokurum
Şiirimsin günde binkez okurum
Dara düştüm sağım solum uçurum
Şimdi bu müşkülüm görecek misin
Ellerini bana verecek misin
Ümitler dal-budak, ümitler sıcak
Ellerinki karanlığı kovacak
Bir rahmet bekliyorum yağdı yağacak
Bu kısır toprağı sürecek misin
Ellerini bana verecek misin
Güllü Kız
ne ağla, ne kız güllü,
hep gül gibi gülümse,
bahar güllü, yaz güllü.
yanakların gül kokar,
eda güllü naz güllü.
ben nice güller gördüm,
senin gibi az güllü.
parmakların güldendir
gül suyu mürekkebin
gül dalından kalem al
güle güle yaz güllü.
Güven
Koç yiğidim, Bahadırım, Ozanım
Alp Dadaşım, Yağız Efem, Ozanım
Bir nârada dokuz tümen bozanım,
Tuğ kaldırıp yürüyecek Bozkurtum!
Tanrım Türk'ü koruyacak Bozkurtum!
Dört yaman sızım var inceden ince;
Vatanca, Bayrakça, Törece, Dince...
Ay-yıldızın ışığını görünce,
Arsız otlar çürüyecek Bozkurtum!
Tanrı Türk'ü koruyacak Bozkurtum!
Yeline de Ergenekon yeline!
Kurban olam kutlu ülkü yoluna!
Yetmiş körük milyon oldu biline!
Demir dağlar eriyecek Bozkurtum!
Tanrı Türk'ü koruyacak Bozkurtum!
Bizim ilde doğan olur baz olur,
Kara taşa pençe vursa iz olur.
Bir yiğide yedi kâfir az olur!
Orduları kürüyecek Bozkurdum!
Tanrı Türk'ü koruyacak Bozkurdum!
Yola çıktık Tanrıkurtlar yolundan,
Yandık piştik 'Kızıl Elma' derdinden.
Günde bin kez Gükbörünün ardından
Beş yüz köpek ürüyecek Bozkurtum!
Tanrı Türk'ü koruyacak Bozkurtum!
Dokuz ışık kör zulmeti yaranda
Dokuz sene şölen olur Turanda
Ol Yezdan'ın va'di Kur'an'da
Soysuz eller kuruyacak Bozkurtum!
Tanrı Türk'ü koruyacak Bozkurtum!
Hasret
Şu dumanlı doruklarda
Boz şahinler uçmaz gayrı
Gözelerden ağı çıkar
Alperenler içmez gayrı
Obam yurdum talan oldu
Destanlarım yalan oldu
Yollar birer yılan oldu
Kervanlarım geçmez gayrı
Hani mavi denizlerim
Üç kıtada nal izlerim
Kör mü oldu bu gözlerim
Çaşıtları seçmez gayrı
Dönence
Hani kısrak memelerinden ufukları sağardık
Esrik dolunaylar öperdi çekik gözlerimizden
Gökten firuze yağardı hep yollara düşerdik
Böyle kirli değildi maviler
Denizler böyle soluksuz...
Topla çadırları apakayım burdan gidelim...
Bir divane kirmene sarardık sonsuz mesafeleri
Alp eren dağlara yaslanırdık korkulardan âzâde
Uçmaktan ırmaklar gelir çimerdik sularında
Önce kubbeler yıkıldı üstümüze
Gökler çökecek birazdan...
Eğerle atları apakayım burdan gidelim.
Sallanır dururdu güneş bir tuğun saçaklarında
Göğçek ormanlarda göğerirdi sevdamız
Oturur bengü taşlara adımızı vururduk
Böyle sert değildi kayalar
Uçurumlar böyle dipsiz...
Giyindir çocukları apakayım burdan gidelim
Bir yaz gecesinde çıkalım samanyoluna
Ata bergüzerı yıldızlara konalım
Bir ince yağmur yağsın uyansın kervansaraylar
Böyle ürkek değildi bakışların
Kirpiklerin böyle ıslak...
Haydi sil gözlerini apakayım burdan gidelim...
Dokuzlama (Atsız Yabgu Katında)
Gök yeleli Bozkurtlar, kutlu ülkü erleri!
Atsız Yabgu önünde dizleyin yağız yeri!
Üçbin yılın süzdüğü temiz duru bir pınar
Ya Üçoktur ya Bozok, o da bizlerden biri,
Uçup gitti Cennete, hak Yalavaç katına,
Ordan Özge menzil yok, ne ileri ne geri.
Gidişi bir faninin burdan göçüşü değil,
Sanki Hıtay üstüne Tanrıkut'un seferi...
Kaldırdak dokuz tuğu tam hedefe yönelttik
Tanık olsun yıldızlar, bu Aralık gökleri!
Ilgar ile yürüyen şu tümenler onundur...
Bilekler katı pulat, pençeler iri iri...
Narası yankılanır hala karşı dağlarda,
Sıyra-kılıç, dört nala, bu Çiçi'nin askeri...
O bir Ural havası Türk illeri üstünde,
Daha bin yıl solunur göğüslerden içeri.
Gök yeleli Bozkurtlar, kutlu ülkü erleri!
Atsız Yabgu önünde dizleyin yağız yeri!
Dündar Taşer Sagusu
'Aman karlı dağlar ne olur
Esker ağam gelende yaralarım ey olur.'
Dündar Ağam, çoh görestim hardasan?
Eller sanir bir karanluk gordasan
Mene göre Tanrı nerde ordasan,
Get Cennette nebileri gör ağam,
Muhammedin sağ yanında dur ağam.
Ilduz ahar, yuhudaki er bilmez,
Yol nicedür, degeneksiz kör bilmez
Yadlar helbet gadir bilmez, ar bilmez,
Beş bin yıldur biz tanışuh hey ağam,
Esker ağam, yiğit ağam, beğ ağam,
Nece yıldur, bir işıhlı düşüm var,
Durağım yoh; beyle böyük işim var.
Hele bahın, ne çileli başım var;
Abu Felek merd ağamı apardı,
Ciğerimin bir parasın kopardı
Her gavgede duzah olur, al olur,
Ülkü içün boz tikenler gül olur.
Rehmet yağar ifak sular sel olur,
Şahin kuşu ucalardan av gollar,
Turan ilde düğümlenür sarp yollar.
Bahar gelür, mökkem buzlar çözülür,
Gözelerden duru sular sözülür
Durmak olmaz! Dündar Ağam üzülür,
Allah deyip, öz yurtlara varalım,
Zalımların bayrağını cıralım
Ataş yanıp tütün göğe ağanda,
Delü kurtlar düşmanını boğanda,
Tanrıdağ'da bayaz aylar doğanda
Dündar Ağam, Ötüken'de toy edek,
Kara kımız göl olanda pay edek.
Beyle yazdım, Türklük bunu tez bilsin
Türkmen bilsin, Yörük bilsin, Uz bilsin.
Kafkas ilde bala bilsin, kız bilsin,
Dündar Ağam heç çıkmasın ürekten,
Sayasında dertleşirih iraktan.
Bu Yusuf'un Zindandan Seslenişidir
Eğilin önümde çağdaş güneşler!
Kenanlı yıldızlar varın secdeye!
Issız çöllerde, derin kör kuyularda
Ben görürüm camgöbeği düşleri
Ve ben yorarım sırma şafaklarda,
Bulanık, korkulu düşlerinizi...
Tebessümlerimi yollarım vakur kervanlarla
Küfür karanlığı gecelerinize,
Sonra düşüncelerinizi yeşertirim...
İnce belli üç attır Tih sahrasında;
Güzelliğim, sabrım ve yalnızlığım.
Çılgınca yarışırlar kader güzergahımda;
Nalları değer kader çizgilerinize...
Bilemiyorum, bensiz nasıl olursunuz?
Cibril nefesli rüzgarlarda perdelenir gözleriniz,
Körpe bir ceylan gibi kaçıp gider güzellik,
Ateş yağar avuçlarınıza bir yerden,
Nil söndüremez içinizdeki yangınları,
Ağulu bir yılan ölüsü gibi yatar durur öyle
Mu’cizelere gebe Kızıl Deniz...
Dinleyin hele dinleyin çağdaş kadınlar!
Gamzesiz, zülüfsüz, yorgun kadınlar!
Mor mor halkalarda tutsak kadınlar!
Birer bıçak vermedi mi ellerinize Züleyha?
Çizdirmedi mi güzelliği avuçlarınıza?
Züleyha dedim ya biraz durmalısınız;
Lacivert çöl gecelerinden bir parçadır o,
Gözbebeklerinde dinlenir bereketli Nil...
Nasıl anlatsam size Züleyha'yı;
Gözleri bir vaha gibi yeşil...
Ve gidin!
Nereye giderseniz gidin!
Kuyular her yerde derin!
İster Kenan illerinde, ister Mısır’da,
Zindanlar karanlık, mahzenler serin...
Hapsederim gençliğimi damarlarıma,
Kaç kere yaşanmış bir cenge girerim;
Unuturum sizi çağdaş kadınlar!
Sarılırım sımsıkı soğuk demirlere,
Kıtlıktan, bereketten haber veririm...
Ben yorarım düşlerinizi böyle bilin!
“Ümmü’l Kitab” üstüne yemin ederim;
Bir gün beni çağıracaksınız.
Yediye ve katlarına yemin olsun ki;
Bana muhtaçsınız!
Bana muhtaçsınız!
Bana muhtaçsınız!
Bozkırda Kalan Sancı
O çocuklar birer birer gittiler...
Soylu sevda türküleri dudaklarında,
Saclarında kurt nefesi rüzgârlar,
O çocuklar birer birer gittiler...
Bir tamu karanlığı keleplenirken bozkıra
Kehkeşenlardan yıildız gibi indiler.
Tutuşturdular yeniden küllenmiş ocakları,
Bacalardan duman duman tüttüler...
Bir ögünç hil'ati gibi giydiler güzelliği
Ufuklara oturup dolunayı sevdiler.
Uzun,siyah kirpiklerinde seyyareler yanardı,
Ağ buluttan atlarla ta Sidre'ye yettiler...
Onlar,Oğuz mayası gök ışığın erleri,
Onlar,ülkü çağının bahadır melekleri...
Mor dağların göğsünde kaldı pençe izleri,
Haceru'l esved gözlerini gönlümüze resmettiler...
Eyvah biz kaldık Efsele safilinde!
Ahsen-i takvim üzre,onlar geçip gittiler...
Birlik Çağrısı
Yağı 'Hurra! ' deyip hücum edende,
Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?
Yüz bin değer yıkılırken bir günde,
Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?
Kâfir oku hedef döğer uzaktan
Haber gelmez Kırgız, Tatar, Kazaktan.
Kurtulmadan içerdeki tuzaktan,
Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?
Göğümüzden mavi rengi çaldılar,
Tanrıdağ`da tuğumuzu yoldular, ·
Yurdumuzu bölük bölük böldüler,
Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?
'Üzerinde gün batmayan' ilin yok!
Yandı Asya, tutunacak dalın yok!
Sarp dağları açmak için dalın yok!
Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?
Kalın ordu nerde olsa görülür.
Ülkülere birlik ile varılır.
Yoldaşlarımız, gök pusatlar darılır.
Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?
Hey şahinler, cılasınlar, alperler!
Yiğitliği muştulaşmış askerler!
Soğuk yaman, bulut kara, gök gürler,
Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?
BAŞBUĞA Mektup
-12 Eylül sonrası tutuklanan
Alparslan TÜRKEŞ ve bütün dava arkadaşlarına... -
Sana bu mektubu bir gece yarısında yazıyorum
Azatlığın zirvesinde sohbete dalmış yıldızlar
Zühre bir aşkı tutturmuş Bâbil’ de kalan
Zavallı dünya habersiz, zavallı dünya sağır
Bir Hârût’la Marut bir de ben dinliyorum
Derken kayıp gidiyor yıldızlardan birisi
Bir intikam fişeği gibi saplanıyor karanlığın karnına
Senin namına yıldızları kıskanıyorum.
Kim bilir kaç ışık yılı uzakta
Öfkeyle kollarını çeviriyor yalancı fecir
İmanım gibi biliyorum vakit asılmak vaktidir
Ve taksim gazinolarında trahomlu şairler
Mısra arıyorlar masaların altında
Kanını içiyorlar bilmeden “Cennet atları” nın
Ben yurdumun en sert tütününden bir sigara sarıyorum
Dumanı ciğerlerime değil iliklerime çekiyorum
Ne kadar ürkek ceylan varsa Asya çöllerinde
Domaniç yaylasında ne kadar dizginsiz at
Başlıyorlar koşmaya kılcal damarlarımda
Sıcak solukları yalarken alnımı
Toynaklarını hissediyorum alyuvarlarımda.
Sana bu mektubu evimin balkonunda yazıyorum
Sağ elimi koyuyorum tam yüreğimin üstüne
Çankaya yokuşunda söylediğimiz marşı duyuyorum
Ulu kayalar parçalanıyor beynimin bir yerinde
Bir yerinde demirden dağlar eriyor
Atlas yelkenli gemileri unutmuş birkaç levent
Viski kokulu bulvarlarda yavaş yavaş ölüyor
İstediğin o seccadeyi hemen gönderiyorum
Üstünde Kabe resmi ve anamın duaları var
Ve bildiğin sebeplerden ben gelemiyorum.
Yine biliyorsun ki, Sevmedim ülküden başkasını
Başı dumanlı dağları, dolunayı, ufukları
Bir de Çankaya yokuşunda rüzgara tutulmuş saçlarını
Önce Allah, sonra genlerim şahit.
Sevgimi üç bin yıl sonra doğacak torunuma yolluyorum
Trahomlu şairler doğruluyorlar masaların altından
Elleri fahişelerin karanlık saçlarında
Benim kalemimden kan değil süt damlıyor
Geceler boyu böyle geleceği emziriyorum
Kahrolayım sevmedim ülküden başkasını
Bir de seni çok seviyorum
Dilaver Cebeci
(1943 -.......)
Dilâver Cebeci 1943 Kelkit doğumludur. Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi 1970 mezunu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde master ve
doktora yaptı. Çeşitli liselerde ve enstitülerde öğretmen olarak çalıştı.
Halen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi. Evli, 2
çocuk sahibi. İstanbul'da oturuyor.Çok yönlü bir sanatçı olan Cebeci'nin,
Hun Aşkı (Şiir, 1973) , Mavi Türkü (Mensure, 1983) , Devranname (Mizah, 1984) ,
Şafağa Çekilenler (Şiir, 1984) , Büyü (Oyun, 1984) ,... Ve Sığınırım İçime
(Şiir, 1992) , Kandehar Dağlarında Sabah Namazı (Kaset, 1993) , Sitâre (Şiir,
1997) , Tanzimat ve Türk Ailesi (İlmî Araştırma, 1993) , Seyrânnâme (Mizah,
1997) gibi eserleri neşredildi
Dün oturup hesap ettim
Sen doğduğun zaman
Ben bir askeri mektepte talebeymişim
Sen bilmezsin sitare...
Güneş kanlar içinde yavaş yavaş boğulur
Karanlık kuşanır pusatlarını
Titretir bozkırların başı boş atlarını
Yıldızlar uzakta kehkeşanlara sığınır
Ben sana...
Sana dert dökmeye yetmiyor bir gün.
Kâğıt bile mısralardan tedirgin.
Vakit gece, kalem hasta, göz yorgun,
Yazamadım, yazılmıyor Sultanım