Bir sayın muhterem,çekilen bu derdi günahların kefaleti olarak yorumlamış,iyi de bu acıyı çekenlerin en azından bir kısmının çocuk olabileceğini aklına getirememiş.
Turk Dil Kurumu'nun resmi sitesinde yer alan Buyuk Turkce Sozluk'te, karsiligi olmayan sozcuktur. Bunun yerine 'ötanazi' sozcugu var ve karsilik olarak da 'Tedavisi mümkün olmayan hastalıklarda, canlıyı ağrı ve acı vermeden öldürme, uyutma.' ve ayrica 'Olme hakki' olarak verilmis...
Ötenezi isteyen açısından bakacak olursak, elbette acı çekmesi, ızdıraptan kıvranması içimizi burksada, acıyı çeken buızdıraba katlanmayabilir, zor durumdur, ama derdi veren derdi çekenin durumunu en iyi bilendir aynı zamanda. O halde sabretmek gerek, Bilinmelidir ki çekilen bu dert ve sıkıntı, dünyadaki günahlara keffarettir, acı çeken bunu bilirse dayanma gücü ona göre artar.
Ötenazi isteyen kişinin fişini çeken kişinin, insanların kafasını uçuran yada idamlıkların bıynuna iipi geçiren adamdan pek farkı yoktur. Sonuçta her iki durumdada kişinin yaşamına nokta koymak fiili vardır.
İslam'da kişinin ölme hakkını diye bir hakkı yok. Kendini öldürme, yani intihardır ötenazi. Durmun ne kadar ümitsiz olursa olsun, kimse kimsenin yaşamına son veremez,. Hele kişinin kendisi çektiği ızdıraba rağmen çektiği acılara rağmen, böyle bir hakkı kullanamaz.Kaldı ki o çilelerde bile sabredilirse mutlaka bir mükafat vardır. Tabi İslama göre. Başka dinin mensupları ve inançsızlar için geçerli değildir bu.
efendim ötelenen nazi manasındadır.malumunuz nazizim artık almanyada popülaritesini kaybetmiş lüzumsuz görülen gün geçtikçe ötelenen ve ötelenmesi gereken bir faşizm bir kafatasçılık güdüleriyle hareket eden sürüye ait izmdir.tavsiyyemiz öteleyin ancak ötelenmeyin... ihtiyat ilen...
've hangi çöp kutularının çöp müzesine konup korunacağı hangilerinin şehir dışına çıkarılıp yakılacağı kara kedilerce belirlenmektedir gizli kapaklı! .' kusura bakma mayakovski ama...
Geçmiş zamanların birinde bağlarıyla ünlü Suriye topraklarında Eyüp adında zengin ve iyi ahlaklı biri yaşardı. ‘Para insanı saptırır’ derler ya, onunkisi öyle değildi; malı gün geçtikçe çoğalıyor, o da gün geçtikçe daha çok hayırsever biri oluyordu. Malın mülkün Allah vergisi olduğunu, onların bir gün hesabını vereceğini aklından çıkarmaz, dilinden şükrünü, malından sadakasını eksik etmezdi.
Bir insan hem varlıklı hem ahlaklı olunca, onu çekemeyenler de elbette olacak… Bazıları şöyle diyordu:
“–İnsan bu kadar varlıklı olduktan sonra elbette herkese dağıtır… Malı nasıl olsa çok..! Dağıt, dağıt bitmez ki...! Bu kadar refah içinde olan biri tabi ki iyi ahlaklı olur; ona sataşan yok, çatışan yok… Herkes ona nasıl olsa saygılı davranıyor…”
Oysa Allah, kulu Eyüp’ün samimiyetini ve Hakk’a bağlılığını biliyordu. Bunu diğer insanlara da göstermek istedi. Hem böylece Eyüp gelmiş geçmiş herkese sabrın simgesi olacaktı.
Hz. Eyüp’ün tıkır tıkır giden işleri ilk kez hayvanlarının peş peşe hastalanmaya başlamasıyla bozuldu. Kısa süre içinde koca sürüden bir tek sıska inek, bir tek kara keçi kalmadı; hepsi telef oldu. İnsanlar Eyüp’ün bu duruma ne diyeceğini merak ediyor; ağzını yoklayarak:
“–Nedir bu başına gelenler…! ” diyor ah vah ediyorlardı. Eyüp peygamber yüksek ahlakından ödün vermeksizin:
“-Allah verdi; Allah aldı; her şey O’nun değil mi? ” diyordu.
Eyüp Peygamber hayvanlarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Belalar geldiğinde aile ve akrabalarıyla gelirmiş...! Eyüp Peygamber bir gün dışarıda işleriyle meşgul iken acı bir haber aldı. Ani bir sarsıntıyla evleri yıkılmış, tüm çocukları göçük altında kalmıştı. Yıkıntıdan sağ kurtulan yalnızca karısıydı. Hz. Eyüp’ün gözleri evlat acısından kanlı yaşlarla doldu; ama ‘sabır’ dedi.
Eyüp Peygamber çocuklarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Belalar henüz bitmemişti. Hz. Eyüp’ün vücudunda yaralar çıkmaya başladı. Küçük küçük çıbanlar, gün geçtikçe büyüdü; bütün vücuduna yayıldı. Eyüp Peygamber hekimlere gitti, ilaçlar kullandı ama nafile… Yaralar iyileşeceğine azıyordu. Eyüp Peygamber’in hastalığı arttı. Artık çalışamadığı için elde avuçta ne varsa hepsini tüketti. Karısı ona bakıyor, evi geçindirmeye çalışıyordu.
Eyüp Peygamber’in yaraları çok fenalaştı. Hastalığının bulaşıcı olması ihtimaline karşı kimse onun yanına yaklaşmak istemiyordu. Eyüp Peygamber yapayalnız kalmıştı. Acı ve ıstıraplar içindeydi… Allah’a dua etmeye ve O’ndan sabır istemeye devam etti. Ama artık bırakın vücudunu hareket ettirmeyi, dudaklarını kıpırdatacak takati kalmamıştı. Bir insanın başına gelebilecek her türlü felaket ve müsibet, onun başına gelmişti ve o, tıpkı sağlıklı ve varlıklı günlerinde olduğu gibi Allah’tan uzaklaşmamış, O’na olan bağlılığını ve güvenini kaybetmemişti. Hz. Eyüp imtihanını başarıyla geçmiş ve insanlara örnek bir kul olmuştu.
Eyüp Peygamber sağlığını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Hastalığının şiddetlendiği bir anda:
“Ey Rabbim! ” diye dua etti. Halim sana malumdur. Adını anamayacak kadar hastayım! Ey Şifa Veren! Şifana muhtacım…”
Yüce Allah, kulundan hoşnuttu. Eyüp Peygamberin makamını, katında daha da yüceltti. Ona:
“–Ayağını yere vur” diye vahyetti. Eyüp Peygamber güçlükle ayağını kaldırıp indirdi. Ayağını indirdiği yerden berrak bir su kaynamaya başladı. Eyüp Peygamber o suyla yaralarını temizledi. Yaraları kısa sürede kuruyup kayboldu; sudan doyasıya içti, içindeki dertler şifa buldu. Eyüp aleyhisselam, hastalanmadan önceki sağlığına tez zamanda kavuştu. Sağlığını kazanan Hz. Eyüp, servetini de yeniden kazandı. Böylece o, refah ve sağlık içindeyken Allah’ı unutmadığı gibi, yoksul ve hastalıktayken de O’na küsmedi, isyan etmedi. Böylece Eyüp aleyhisselam, Allah’ın sadık ve sabırlı bir kulu olarak tarihe geçti.
şadırvana terk edildin sen,
her hak yerine halka aşık gibi…,
ve aşk
seni ayaklar altında ezdiler,
üstüne kilit vurulmuş kederli bir kapı,
mührünü öptü gözlerinden…;
yüreğimin çatısı aktı
rutubete,
kırmızı kadife perde,
kapat pencereni rüzgâra...,
aşk, sana demediklerini bırakmadılar,
ah,
ey aşk;
varsın desinler,
sunarım kızıl ve kenarda kalmış güllerimi ben,
tenha yüreğine…,
bir küfür gibi doldu içime
kavuşup/ayrılmamız hekimim,
keramet eblehlerine postnişin atarım ikimizi de,
ki içimde uğuldayan ötenazi,
ne olur sus sus,
ah;
çilekeş aşk yeter.
yatalak,alzheimer gibi hastalıklarda uygulanmasını yanlış bulmuyorum...
Mar Adentro (İçimdeki Deniz) 'i izledikten sonra anladım ki,
insanların yaşamak kadar ölmek de hakları...
Hiç kimse, kendisinin ya da bir başkasının ölmesine/öldürülmesine karar vermemeli.
Madem hiçbir insan bırakıp gideceği şeyin gerçekten sahibi olmamış, erken bırakmış ne çıkar...
AİHM ötenaziyi reddetti..Ötenazinin yapıldığı tek ülke..Hollanda,ydi...
ya mucize
gercekleşirse! !
Bir sayın muhterem,çekilen bu derdi günahların kefaleti olarak yorumlamış,iyi de bu acıyı çekenlerin en azından bir kısmının çocuk olabileceğini aklına getirememiş.
Kişinin kendini kurtarması
intihar..
ACI ÇEKİYORSA KİKŞİ BÖYLE BİR HAKKI OLMALI GALİBA
GEREKLİ OLDUĞU ANLARDA UYGULANMALI AMA BİR KRİTERİ OLMALI
serbest bırakılmalı benim amcam 1984 de yaptı kimseyide üzmedi
yeni bir başlangıç
İntihar mıdır cinayet midir ikisi de midir hiçbiri midir?
Turk Dil Kurumu'nun resmi sitesinde yer alan Buyuk Turkce Sozluk'te, karsiligi olmayan sozcuktur. Bunun yerine 'ötanazi' sozcugu var ve karsilik olarak da 'Tedavisi mümkün olmayan hastalıklarda, canlıyı ağrı ve acı vermeden öldürme, uyutma.' ve ayrica 'Olme hakki' olarak verilmis...
Ötenezi isteyen açısından bakacak olursak, elbette acı çekmesi, ızdıraptan kıvranması içimizi burksada, acıyı çeken buızdıraba katlanmayabilir, zor durumdur, ama derdi veren derdi çekenin durumunu en iyi bilendir aynı zamanda. O halde sabretmek gerek,
Bilinmelidir ki çekilen bu dert ve sıkıntı, dünyadaki günahlara keffarettir, acı çeken bunu bilirse dayanma gücü ona göre artar.
Ötenazi isteyen kişinin fişini çeken kişinin, insanların kafasını uçuran yada idamlıkların bıynuna iipi geçiren adamdan pek farkı yoktur.
Sonuçta her iki durumdada kişinin yaşamına nokta koymak fiili vardır.
İslam'da kişinin ölme hakkını diye bir hakkı yok. Kendini öldürme, yani intihardır ötenazi.
Durmun ne kadar ümitsiz olursa olsun, kimse kimsenin yaşamına son veremez,.
Hele kişinin kendisi çektiği ızdıraba rağmen çektiği acılara rağmen,
böyle bir hakkı kullanamaz.Kaldı ki o çilelerde bile sabredilirse
mutlaka bir mükafat vardır. Tabi İslama göre.
Başka dinin mensupları ve inançsızlar için geçerli değildir bu.
'İçimdeki Deniz' filminin konusudur.
Sağlık ve sıhhat yerindeyken daha çok yaşamak istenilirken, amansız bir hastalğa yakalandığında öldürülme isteği.
Allah'ın hikmetine sual olunmayacağını bilmeyen inançsız hasta ve hasta yakınlarının, şeytanın tuzağına düşmesi denilebilir..
efendim ötelenen nazi manasındadır.malumunuz nazizim artık almanyada popülaritesini kaybetmiş lüzumsuz görülen gün geçtikçe ötelenen ve ötelenmesi gereken bir faşizm bir kafatasçılık güdüleriyle hareket eden sürüye ait izmdir.tavsiyyemiz öteleyin ancak ötelenmeyin...
ihtiyat ilen...
've hangi çöp kutularının çöp müzesine konup korunacağı hangilerinin şehir dışına çıkarılıp yakılacağı kara kedilerce belirlenmektedir gizli kapaklı! .'
kusura bakma mayakovski ama...
eyyüp peygamber ihtiaç duymamışl
ama biz peygamber diilik maalesef
Allah tercih yapmak zorunda bırakmasın...
amansız bir hastalığa yakalanan kişinin kendi isteğiyle, kendisi ya da bir başkası tarafından hayatına son verilmesi eylemi..
Hz. Eyüp
Geçmiş zamanların birinde bağlarıyla ünlü Suriye topraklarında Eyüp adında zengin ve iyi ahlaklı biri yaşardı. ‘Para insanı saptırır’ derler ya, onunkisi öyle değildi; malı gün geçtikçe çoğalıyor, o da gün geçtikçe daha çok hayırsever biri oluyordu. Malın mülkün Allah vergisi olduğunu, onların bir gün hesabını vereceğini aklından çıkarmaz, dilinden şükrünü, malından sadakasını eksik etmezdi.
Bir insan hem varlıklı hem ahlaklı olunca, onu çekemeyenler de elbette olacak… Bazıları şöyle diyordu:
“–İnsan bu kadar varlıklı olduktan sonra elbette herkese dağıtır… Malı nasıl olsa çok..! Dağıt, dağıt bitmez ki...! Bu kadar refah içinde olan biri tabi ki iyi ahlaklı olur; ona sataşan yok, çatışan yok… Herkes ona nasıl olsa saygılı davranıyor…”
Oysa Allah, kulu Eyüp’ün samimiyetini ve Hakk’a bağlılığını biliyordu. Bunu diğer insanlara da göstermek istedi. Hem böylece Eyüp gelmiş geçmiş herkese sabrın simgesi olacaktı.
Hz. Eyüp’ün tıkır tıkır giden işleri ilk kez hayvanlarının peş peşe hastalanmaya başlamasıyla bozuldu. Kısa süre içinde koca sürüden bir tek sıska inek, bir tek kara keçi kalmadı; hepsi telef oldu. İnsanlar Eyüp’ün bu duruma ne diyeceğini merak ediyor; ağzını yoklayarak:
“–Nedir bu başına gelenler…! ” diyor ah vah ediyorlardı. Eyüp peygamber yüksek ahlakından ödün vermeksizin:
“-Allah verdi; Allah aldı; her şey O’nun değil mi? ” diyordu.
Eyüp Peygamber hayvanlarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Belalar geldiğinde aile ve akrabalarıyla gelirmiş...! Eyüp Peygamber bir gün dışarıda işleriyle meşgul iken acı bir haber aldı. Ani bir sarsıntıyla evleri yıkılmış, tüm çocukları göçük altında kalmıştı. Yıkıntıdan sağ kurtulan yalnızca karısıydı. Hz. Eyüp’ün gözleri evlat acısından kanlı yaşlarla doldu; ama ‘sabır’ dedi.
Eyüp Peygamber çocuklarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Belalar henüz bitmemişti. Hz. Eyüp’ün vücudunda yaralar çıkmaya başladı. Küçük küçük çıbanlar, gün geçtikçe büyüdü; bütün vücuduna yayıldı. Eyüp Peygamber hekimlere gitti, ilaçlar kullandı ama nafile… Yaralar iyileşeceğine azıyordu. Eyüp Peygamber’in hastalığı arttı. Artık çalışamadığı için elde avuçta ne varsa hepsini tüketti. Karısı ona bakıyor, evi geçindirmeye çalışıyordu.
Eyüp Peygamber’in yaraları çok fenalaştı. Hastalığının bulaşıcı olması ihtimaline karşı kimse onun yanına yaklaşmak istemiyordu. Eyüp Peygamber yapayalnız kalmıştı. Acı ve ıstıraplar içindeydi… Allah’a dua etmeye ve O’ndan sabır istemeye devam etti. Ama artık bırakın vücudunu hareket ettirmeyi, dudaklarını kıpırdatacak takati kalmamıştı. Bir insanın başına gelebilecek her türlü felaket ve müsibet, onun başına gelmişti ve o, tıpkı sağlıklı ve varlıklı günlerinde olduğu gibi Allah’tan uzaklaşmamış, O’na olan bağlılığını ve güvenini kaybetmemişti. Hz. Eyüp imtihanını başarıyla geçmiş ve insanlara örnek bir kul olmuştu.
Eyüp Peygamber sağlığını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Hastalığının şiddetlendiği bir anda:
“Ey Rabbim! ” diye dua etti. Halim sana malumdur. Adını anamayacak kadar hastayım! Ey Şifa Veren! Şifana muhtacım…”
Yüce Allah, kulundan hoşnuttu. Eyüp Peygamberin makamını, katında daha da yüceltti. Ona:
“–Ayağını yere vur” diye vahyetti. Eyüp Peygamber güçlükle ayağını kaldırıp indirdi. Ayağını indirdiği yerden berrak bir su kaynamaya başladı. Eyüp Peygamber o suyla yaralarını temizledi. Yaraları kısa sürede kuruyup kayboldu; sudan doyasıya içti, içindeki dertler şifa buldu. Eyüp aleyhisselam, hastalanmadan önceki sağlığına tez zamanda kavuştu. Sağlığını kazanan Hz. Eyüp, servetini de yeniden kazandı. Böylece o, refah ve sağlık içindeyken Allah’ı unutmadığı gibi, yoksul ve hastalıktayken de O’na küsmedi, isyan etmedi. Böylece Eyüp aleyhisselam, Allah’ın sadık ve sabırlı bir kulu olarak tarihe geçti.
Canlı İntiar... Canlı İntiar Belgeseli:(
Düşünün ki insan beyin ölümü veya kurtulması zor bir hastalık geçiriyor..
Ve tarifsiz acılar çekiyor ölümü istiyor acılarından kurtulmak için...
Peki sonuç dinen günah ve olmaz,çünkü bu dünyada çekilen acıların mükafatı ahirette verilecek,,bu kadar basit değil mi?
Ötenazi,bilinci açık olan her birey acılarla hergün ölmektense bu hakkı kullanabilmelidir...