bu değerli Üstad'ın adını 2003'de bu sayfaya eklemişsin de, ben acizin haberi olmamış.
Geç de olsa, hocamız hakkında düşüncelerimi sizlerle paylaşmakdan bahtiyarım.
Nurullah Genç hocamız, klasik şiirlere özel isimleri en layıkıyla oturtan şairimizdir. 'Hüznün lalesidir dünya' adlı kitabında, şiirler içinde gördüğüm özel isimler, bendenize 'Türkülerde seni aradım' şiirini yazma ilhamı verdi. Allah ondan razı olsun, uzun ve sahih ömür versin.
Şiirlerine 'klasik' dediğim için, değerlendirme yapdığım sanılmasın, o klasik şiirin de, modern şiirin de ustasıdır.
'Ey insanoğlu, nereye gidiyorsun' Ayetiyle başlayan, teslimiyet yolculuğunun meyvesi... YAĞMUR. ve bu meyveye toprak olma şerefine ermiş insan NURULLAH GENÇ.
Benim gibiler için dünyadaki bütün diller az gelir hissettiklerini anlatmaya. Ama Nurullah Genç öyle mi? Eserlerinde kelimelerin birbiriyle raksı,yazdığı şiirlerin her okunuşundaki hissedişi nasıldır..Büyük olmak marifet ister.Genç'te o büyüklerden.
Necip Fazıl'dan sonra en başarılı şair 'Hala bilemedim ne olduğunu köle mi sultan mısın' Çile'ye arkadaş kitabımın şairi Üzülme ayaklarım dokunuyor geceye üzülme her iklimde heyelandır kederim...
09.09.1960 yılında Erzurum' un Horasan İlçesinde doğdu. 1979-1983 Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü' nü bitirdi. Daha sonra 1985 yılında başladığı Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Bölümü Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalında yaptığı yüksek lisans eğitimini 1987 yılında tamamladı. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Bölümü Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalında Doktora çalışmasını yaptı.(1987-1990) 1995'te Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı'nda Doçent oldu. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi' nin görevlendirmesi ile İngiltere'de iki aylık araştırma programına katıldı(Ocak-Şubat2000) 2001 yılında Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı'nda Profesör unvanını aldı.
KİTAP VE ARAŞTIRMALARI: 1-İşletme, Yönetim, Organizasyon; Karizma Yayınlan, İstanbul, 2000, 213 sayfa 2-İşletme Ahlâkı, Karizma Yayınları, İstanbul, 2000, 83 Sayfa, (Ortak Kitap) 3-Örgüt İkliminin Gücü, Karizma Yayınlan, İstanbul, 2000, 151 Sayfa, (Ortak Kitap) 4-Zirveye Götüren Yol: Yönetim, Timaş Yayınlan, 8. Baskı, İstanbul, 1999, 224 Sayfa 5-Yönetim El Kitabı, Birey Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul, 2000, 269 Sayfa, (Ortak Kitap) 6-İş Ahlâkı ve Sosyal Sorumluluk, Atatürk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Z.F. Fındıkoğlu Araştırma Merkezi Yayın No: 190, Basılmamış Doçentlik Çalışması, Erzurum, 1994, 111 sayfa 7-Başarı Bedel İster, Timaş Yayınlan, 2. Baskı, İstanbul, 2001, 253 Sayfa
Yaktılar mı eflatun çiçeklerini aşkın saatler bozuldukça kırılıyor umutlar taşlar bile gözyaşı düğümlüyor zamana biri yaktı eflatun çiçeklerini aşkın...
ufuklarında birkaç kara leke birkaç kan pıhtısı dudaklarında istanbul hâlâ sevimli mi sevimli ve hâlâ bir tomurcu tadında yürüyelim seninle istanbul'da
Son dönemin en önemli şairlerinden. İmgelemi ve anlatım gücüyle kendini kabul ettirip gönüllerde taht kurmuştur.Yeni yetişen kuşağa örnek olacağını düşünüyorum.
Daha dokunmadan kurudu irem çöllere bir türlü yağamıyorum yeni bir koşunun başlangıcında biraz deprem sonrası biraz şehir hülyası bir kalp yangınından geriye kalan siyah gözlerine beni de götür artık bu yerlere sığamıyorum.
Pembe uçurtmalar yolladığından beri sarardı tiryaki menekşeleri sonbaharın tozlu kafeslerinde sevgi turnaları yakalıyorum turnalar gidiyor; ben kalıyorum avareyim,asudeyim,yorgunum bilmiyorum neden sana vurgunum Erzurum garında banklar üstünde uyku tutmuyor karanlıkları yitik düşlerimi kovalıyorum gölgeler gidiyor; ben kalıyorum.
Binbir türlü kokuyorsa yaylalar siyah gözlerine beni de götür baharın koynundan koparıp sana ipek bir mendile sardığım yüreğimle şehzade gülleri gönderiyorum umutlar kalıyor; ben gidiyorum.
Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini kaptanları sorgulayan yanından geçen küheylanların korku tufanına yakalandığı siyah gözlerine beni de götür güneş ülkesinden gelen yiğitler benzeri olmayan bir dünya kursun cellat,ayrılığın boynunu vursun.
Usul usul intizarı çürüten bu hercai diken,bu çılgın arzu sürüklüyor imkansız muştuların eşiğine gönül vadilerini bir ağaçtan düşen yapraklar gibi düşüyorum tanyerine ya topla yaralı kırlangıçları ya da bu vefasız şarkıyı bitir özgürlüğe giden tutsaklar gibi siyah gözlerine beni de götür.
Vâreden'in adıyla insanlığa inen Nûr Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebâbil dudağından Rahmet vâdilerinden boşanır âb-ı hayat En müstesna doğuşa hâmiledir kâinat Yıllardır bozbulanık suları yudumladım Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Hasretin alev alev içime bir ân düştü Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü
İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla Mehtâbını düşlerken o mühür sahibinin Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla Evlerin arasına dikilir yeşil bayrak Yeryüzü avâredir, yapayalnız ve kurak
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü
Bir güzîde mektuptur, çağların ötesinden Ulaşır intizârın yaldızlı sabahına Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin Sukûtu yâr, sevinci duâlar kadar derin
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış, mâzide Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü Yarılan göğsümüzden umutlar bîcan düştü Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü
Melekler sağnak sağnak gülümser mâveradan Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar Mutluluk nağmeleri işitirler Hıra'dan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri Paramparça, ateşler şahının hayalleri
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım O mücellâ çehreni izleseydim ebedî Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Dolaşan ben olsaydım Sâve'nin damarında Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin Ebedî aşka giden esrarlı yollarında Senden bir kıvılcımın, süreyyâ bir şûlenin Tarasaydım bengisu fışkıran kâkülünü On asırlık ocağın savururdum külünü
Bazen kendine âşık deli bir fırtınaydım Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü Mazluma sürgün evi; zâlime cihan düştü Sana meftûn ve hayran, sana râm olanlara Bir belâ tünelinde ağır imtihan düştü
Bâdiye yaylasında koklasaydım izini Kefenimi biçseydi Ebvâ'da esen rüzgâr Seninle yıkasaydım acılar dehlizini Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihâr Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya
Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryâdım Tereddüt oymak oymak kemirdi gurûrumu Bahîra'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü Kırıldı adâletin kılıcı, kalkan düştü Mahkûmlar yargılıyor, hâkimler mahkûm şimdi Hakların temeline sanki bir volkan düştü
Firâkınla kavrulur çölde kum taneleri Ahûların içinde sevdan akkor gibidir Erdemin, bereketin doldurur hâneleri Sensiz hayat, toprağın sırtında ur gibidir Şemsiyesi altında yürürsün bulutların Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların
Devlerin esrarını aynalara sorsaydım Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü İlkin karardı yollar; sonra heyelân düştü Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer Sensizlik diyârından püsküllü yalan düştü
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından Alsam, ölümsüzlüğü billûr dudaklarından
Madenî arzuların ardında seyre daldım Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Şehirler kâbus dolu; köylere duman düştü Tersine döndü herşey sanki; âsûman düştü Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayalî Hazîndir ki, dertleri aşmaya ummân düştü
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır Sesini duymayanlar, girdâbında boğulur Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenîn Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin
Saatlerin ardında hep kendimi aradım Bir melâl zincirine takıldı parmaklarım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü Bir kölelik ruhuna mahkûm olunca gönül Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü
Ay gibisin Güneşler parlıyor gözlerinde Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde Sümeyrâ'yı arıyor her damlada bir saray Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin Mekânın fırçasında solmayan resim senin
Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım Güzellik şâhikası gülümserdi yüzüme Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım
Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryân düştü Toplumun gündemine koyu bir isyân düştü İniltiler geliyor doğudan ve batıdan Sensizlikten bozulan dengeye ziyân düştü
Islaklığı sanaydı âhımın, efgânımın İçimde hicranımla tutuşuyor nağmeler Sendendir eskimeyen cevheri efkârımın Nazarın ok misali karanlıkları deler Bu değirmen seninle dönüyor; âhenk senin Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Yağmur, sayrılığıma seninle dermâan düştü Beynimin merkezine ölümsüz fermân düştü Silindi hayalimden bütün efsûnu ömrün Bir dönüm noktasında aklıma Rahmân düştü
Nefesinle yeniden çizilecek desenler Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek Aydınlığa nûrunla kavuşacak mahzenler Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin Sana mü'mindir semâ; sana muhtâçtır zemin Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Kardeşler arasına heyhât, sû-i zan düştü Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın İnsanlık bahçemize sensizlik hazân düştü
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım.
beynimi çağıran bir sese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız mekansız nefese doğru... bir yüreği sürçen gördüğümde gönlümden çağlayan sonra inceden süzülen bu sarsıcı mısralar onun. tanışmak nasib olmuştu feshanede,acaba hatırlar mı honçalı navroz'un manasını soran bu garibi?
daha dokunmadan kurudu irem çöllere bir türlü yağamıyorum yeni bi koşunun başlangıcında biraz deprem sonrası biraz şehir hülyası bir kalp yangınından arta kalan siyah gözlerine beni de götür...
Yanarım; öyle bakma yüzüm yağmur gibi Dağıt kalbini saran hasret bulutlarını Parlasın gözlerinde sonsuzluk usaresi Dalgınlık evlerinin en güzel melikesi Sevemem,tozlu raflar arasına girmeden Çöllerim kan'dır benim Sevemem,karanlığı bir daha devirmeden AŞKIM İSYANDIR BENİM....
Öğrencisi olmaktan ve Onu yakından tanımış olmaktan Gurur duyduğum kişi...Yönetim ve Organizasyon Profesörü,Değerli Akademisyen,Alemlerin Sultanına yazılmış en güzel şiirin sahibi,Gönül adamı,Duygu insanı, Allahın üstün yeteneklerle bezediği insan.Yaşayan en büyük Şairdir diyorum..
pembe uçurtmalar yolladığından beri sarardı tiryaki menekşeleri.. sonbaharın tozlu kafeslerinde sevgi turnaları yakalıyorum turnalar gidiyor ben kalıyorum siyah gözlerine beni de götür...
benim o şiirde dikkatimi çeken hem kafiye hem redif olması, onun dışında ne var bilmiyorum... bu arada nurullah GENÇ benim gözümde bir numara her zaman...
Gönlümün maviliği gitmesin gökyüzünden Kuşların gülücüğü eksilmesin yüzünden Kar yağsada bu sessiz vadiye, gün bitmesin Yapraklar üşüse de, çiçekler üşümesin
BİR TEREDDÜDÜN ŞİİRİ Bir nilüfer büyüyor yüreğimde can gibi Büyüyor esrarıyla göklerin hicran gibi Yüreğimde göklerin serzenisi kan gibi Can gibi hicran gibi kan gibi volkan gibi
Bir nilüfer isyanı yudumluyor zan ile İsyanı damgalamış ömrüne hazan ile Yudumluyor ömrüne karanlığı tan ile Zan ile hazan ile tan ile vatan ile
Bir nilüfer sararır gözlerimde an olur Sararır dünya bana ufuklar zindan olur Gözlerimde ufuklar yıkılır viran olur An olur zindan olur viran olur şan olur
Not: Üstad Nurullah GENÇ'e ait bu şiir önemli bir özelliğe sahip... Bakalım bu özelliği farkeden olacak mı?
Aah, sevgili Haluk Cenk bey kardeşim,
bu değerli Üstad'ın adını 2003'de bu sayfaya eklemişsin de, ben acizin haberi olmamış.
Geç de olsa, hocamız hakkında düşüncelerimi sizlerle paylaşmakdan bahtiyarım.
Nurullah Genç hocamız, klasik şiirlere özel isimleri en layıkıyla oturtan şairimizdir. 'Hüznün lalesidir dünya' adlı kitabında, şiirler içinde gördüğüm özel isimler, bendenize 'Türkülerde seni aradım' şiirini yazma ilhamı verdi. Allah ondan razı olsun, uzun ve sahih ömür versin.
Şiirlerine 'klasik' dediğim için, değerlendirme yapdığım sanılmasın, o klasik şiirin de, modern şiirin de ustasıdır.
Selam ve muhabbetle...
Aydın Bayrakdar
'Ey insanoğlu, nereye gidiyorsun' Ayetiyle başlayan, teslimiyet yolculuğunun meyvesi... YAĞMUR. ve bu meyveye toprak olma şerefine ermiş insan NURULLAH GENÇ.
'Senin için görülen
bir düş de
ben olsaydım.
Sana sırılsıklam
bir bakış da
ben olsaydım.'
Yağmur
kapama gözlerini; karanlıktan korkarım
atlılar kaybeder yolunu, hasretimin
posta güvercinleri geri dönmez ülkeme
yaslı dereler gibi mutsuzluğa akarım
kapama gözlerini; karanlıktan korkarım
Benim gibiler için dünyadaki bütün diller az gelir hissettiklerini anlatmaya. Ama Nurullah Genç öyle mi? Eserlerinde kelimelerin birbiriyle raksı,yazdığı şiirlerin her okunuşundaki hissedişi nasıldır..Büyük olmak marifet ister.Genç'te o büyüklerden.
Necip Fazıl'dan sonra en başarılı şair
'Hala bilemedim ne olduğunu köle mi sultan mısın'
Çile'ye arkadaş kitabımın şairi
Üzülme ayaklarım dokunuyor geceye
üzülme her iklimde heyelandır kederim...
http://www.antoloji.com'da 'kalbilediyemedim' rumuzuyla da kayıtlı üye.
09.09.1960 yılında Erzurum' un Horasan İlçesinde doğdu. 1979-1983 Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü' nü bitirdi. Daha sonra 1985 yılında başladığı Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Bölümü Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalında yaptığı yüksek lisans eğitimini 1987 yılında tamamladı. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Bölümü Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalında Doktora çalışmasını yaptı.(1987-1990) 1995'te Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı'nda Doçent oldu. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi' nin görevlendirmesi ile İngiltere'de iki aylık araştırma programına katıldı(Ocak-Şubat2000) 2001 yılında Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı'nda Profesör unvanını aldı.
KİTAP VE ARAŞTIRMALARI:
1-İşletme, Yönetim, Organizasyon; Karizma Yayınlan, İstanbul, 2000, 213 sayfa
2-İşletme Ahlâkı, Karizma Yayınları, İstanbul, 2000, 83 Sayfa, (Ortak Kitap)
3-Örgüt İkliminin Gücü, Karizma Yayınlan, İstanbul, 2000, 151 Sayfa, (Ortak Kitap)
4-Zirveye Götüren Yol: Yönetim, Timaş Yayınlan, 8. Baskı, İstanbul, 1999, 224 Sayfa
5-Yönetim El Kitabı, Birey Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul, 2000, 269 Sayfa, (Ortak Kitap)
6-İş Ahlâkı ve Sosyal Sorumluluk, Atatürk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Z.F. Fındıkoğlu Araştırma Merkezi Yayın No: 190, Basılmamış Doçentlik Çalışması, Erzurum, 1994, 111 sayfa
7-Başarı Bedel İster, Timaş Yayınlan, 2. Baskı, İstanbul, 2001, 253 Sayfa
İNTİZAR
BAŞARI BEDEL İSTER
ZİRVEYE GÖTÜREN YOL: YÖNETİM
MÜPTELADIR GEMİLER BENİM DENİZLERİME
YÜRÜYELİM SENİNLE İSTANBUL'DA
AŞK ÖLÜMCÜL BİR HÜLYADIR
YAĞMUR
RÜVEYDA
GÜL ve BEN
HÜZNÜN LALESİDİR DÜNYA
SENSİZ KALAN BU ŞEHRİ YAKMAYI ÇOK İSTEDİM
BİRKAÇ DELİ GÜVERCİN
Yaktılar mı eflatun çiçeklerini aşkın
saatler bozuldukça kırılıyor umutlar
taşlar bile gözyaşı düğümlüyor zamana
biri yaktı eflatun çiçeklerini aşkın...
bileydim lâyık olmadığını
yürürmüydüm yollarında..
ufuklarında birkaç kara leke
birkaç kan pıhtısı dudaklarında
istanbul hâlâ sevimli mi sevimli
ve hâlâ bir tomurcu tadında
yürüyelim seninle istanbul'da
Günlerce gezersin hayalim ile
Nihayet varırsın sen de menzile
Kimsenin aklına gelmese bile
Bu sevda tarihin dilinde kalır.
***
Okunmamış esrarlı bir öykünün
memnu satırları gibidir yüzün
vuslatın eflatun gecelerinde
uykusunu kaçırmışsın gündüzün
oysa ne yerdesin, ne gökyüzünde
derindesin rüya kadar derinde
'siyah gözlerine beni de götür
artık buralara sığamıyorum'
Son dönemin en önemli şairlerinden.
İmgelemi ve anlatım gücüyle kendini kabul ettirip gönüllerde taht kurmuştur.Yeni yetişen kuşağa örnek olacağını düşünüyorum.
AŞKIM ISYANIMDIR BENIM
Yanarim; öyle bakma yüzüme yagmur gibi
Dagit kalbini saran hasret bulutlarini
Damlasin gözlerine sonsuzluk usaresi
Dalginlik evlerinin en güzel melikesi
Sevemem; tozlu raflar arasina girmeden
Çöllerim kandir benim
Sevemem; karanligi bir daha devirmeden
Aşkim isyandir benim
NURULLAH GENÇ
Siyah Gözlerine Beni de Götür
Daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşunun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür
artık bu yerlere sığamıyorum.
Pembe uçurtmalar yolladığından beri
sarardı tiryaki menekşeleri
sonbaharın tozlu kafeslerinde
sevgi turnaları yakalıyorum
turnalar gidiyor; ben kalıyorum
avareyim,asudeyim,yorgunum
bilmiyorum neden sana vurgunum
Erzurum garında banklar üstünde
uyku tutmuyor karanlıkları
yitik düşlerimi kovalıyorum
gölgeler gidiyor; ben kalıyorum.
Binbir türlü kokuyorsa yaylalar
siyah gözlerine beni de götür
baharın koynundan koparıp sana
ipek bir mendile sardığım yüreğimle
şehzade gülleri gönderiyorum
umutlar kalıyor; ben gidiyorum.
Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini
kaptanları sorgulayan
yanından geçen küheylanların
korku tufanına yakalandığı
siyah gözlerine beni de götür
güneş ülkesinden gelen yiğitler
benzeri olmayan bir dünya kursun
cellat,ayrılığın boynunu vursun.
Usul usul intizarı çürüten
bu hercai diken,bu çılgın arzu
sürüklüyor imkansız muştuların
eşiğine gönül vadilerini
bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
düşüyorum tanyerine
ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefasız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür.
Nurullah Genç
YAĞMUR
Vâreden'in adıyla insanlığa inen Nûr
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebâbil dudağından
Rahmet vâdilerinden boşanır âb-ı hayat
En müstesna doğuşa hâmiledir kâinat
Yıllardır bozbulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Hasretin alev alev içime bir ân düştü
Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü
İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtâbını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin arasına dikilir yeşil bayrak
Yeryüzü avâredir, yapayalnız ve kurak
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü
Bir güzîde mektuptur, çağların ötesinden
Ulaşır intizârın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden
Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sukûtu yâr, sevinci duâlar kadar derin
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış, mâzide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bîcan düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü
Melekler sağnak sağnak gülümser mâveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hıra'dan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler şahının hayalleri
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücellâ çehreni izleseydim ebedî
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Sarardı yeşil yaprak; dal koptu, fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Kâtil sinekler deldi hicâbın perdesini
İstiklâl boşluğunda arılar nâdân düştü.
Dolaşan ben olsaydım Sâve'nin damarında
Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin
Ebedî aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyyâ bir şûlenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kâkülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü
Bazen kendine âşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zâlime cihan düştü
Sana meftûn ve hayran, sana râm olanlara
Bir belâ tünelinde ağır imtihan düştü
Bâdiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebvâ'da esen rüzgâr
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihâr
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya
Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryâdım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gurûrumu
Bahîra'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adâletin kılıcı, kalkan düştü
Mahkûmlar yargılıyor, hâkimler mahkûm şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü
Firâkınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahûların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur hâneleri
Sensiz hayat, toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların
Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar; sonra heyelân düştü
Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer
Sensizlik diyârından püsküllü yalan düştü
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billûr dudaklarından
Madenî arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Şehirler kâbus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü herşey sanki; âsûman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayalî
Hazîndir ki, dertleri aşmaya ummân düştü
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar, girdâbında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenîn
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin
Saatlerin ardında hep kendimi aradım
Bir melâl zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkûm olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü
Ay gibisin Güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyrâ'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekânın fırçasında solmayan resim senin
Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şâhikası gülümserdi yüzüme
Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım
Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryân düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyân düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyân düştü
Islaklığı sanaydı âhımın, efgânımın
İçimde hicranımla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkârımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; âhenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Yağmur, sayrılığıma seninle dermâan düştü
Beynimin merkezine ölümsüz fermân düştü
Silindi hayalimden bütün efsûnu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahmân düştü
Nefesinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek
Aydınlığa nûrunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir semâ; sana muhtâçtır zemin
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Kardeşler arasına heyhât, sû-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazân düştü
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım.
Yüreğimize kılavuz olmuş..
beynimi çağıran bir sese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız mekansız nefese doğru...
bir yüreği sürçen gördüğümde gönlümden çağlayan sonra inceden süzülen bu sarsıcı mısralar onun.
tanışmak nasib olmuştu feshanede,acaba hatırlar mı honçalı navroz'un manasını soran bu garibi?
daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bi koşunun başlangıcında
biraz deprem sonrası biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından arta kalan
siyah gözlerine beni de götür...
Yanarım; öyle bakma yüzüm yağmur gibi
Dağıt kalbini saran hasret bulutlarını
Parlasın gözlerinde sonsuzluk usaresi
Dalgınlık evlerinin en güzel melikesi
Sevemem,tozlu raflar arasına girmeden
Çöllerim kan'dır benim
Sevemem,karanlığı bir daha devirmeden
AŞKIM İSYANDIR BENİM....
Öğrencisi olmaktan ve Onu yakından tanımış olmaktan Gurur duyduğum kişi...Yönetim ve Organizasyon Profesörü,Değerli Akademisyen,Alemlerin Sultanına yazılmış en güzel şiirin sahibi,Gönül adamı,Duygu insanı, Allahın üstün yeteneklerle bezediği insan.Yaşayan en büyük Şairdir diyorum..
pembe uçurtmalar yolladığından beri
sarardı tiryaki menekşeleri..
sonbaharın tozlu kafeslerinde
sevgi turnaları yakalıyorum
turnalar gidiyor ben kalıyorum
siyah gözlerine beni de götür...
benim o şiirde dikkatimi çeken hem kafiye hem redif olması, onun dışında ne var bilmiyorum...
bu arada nurullah GENÇ benim gözümde bir numara her zaman...
Gönlümün maviliği gitmesin gökyüzünden
Kuşların gülücüğü eksilmesin yüzünden
Kar yağsada bu sessiz vadiye, gün bitmesin
Yapraklar üşüse de, çiçekler üşümesin
en sevdiğim şair.... aman Allahım ne güzel şiirler...
BİR TEREDDÜDÜN ŞİİRİ
Bir nilüfer büyüyor yüreğimde can gibi
Büyüyor esrarıyla göklerin hicran gibi
Yüreğimde göklerin serzenisi kan gibi
Can gibi hicran gibi kan gibi volkan gibi
Bir nilüfer isyanı yudumluyor zan ile
İsyanı damgalamış ömrüne hazan ile
Yudumluyor ömrüne karanlığı tan ile
Zan ile hazan ile tan ile vatan ile
Bir nilüfer sararır gözlerimde an olur
Sararır dünya bana ufuklar zindan olur
Gözlerimde ufuklar yıkılır viran olur
An olur zindan olur viran olur şan olur
Not: Üstad Nurullah GENÇ'e ait bu şiir önemli bir özelliğe sahip... Bakalım bu özelliği farkeden olacak mı?
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım