ve belki de panayırda kaybolmuş bir çocuktu, tuzlu kocaman gözleriyle ve, atlı karınca döndükçe, hareleri oyuncak çemberiydi ne malum, ve mutlu çocuk yüzleri biriktirdi ve yasladı yüzünü parlak bir yıldızın yanağına; zaman pastasını bir kez daha keserken…,
gök; matem giysisini geçirip üstüne, tülden siyah örtüsüyle, sildi tuzlarını çocuğun gözlerinden, ve üfledi mumu…, bir dilek panayıra düştü, belki de bir düştü…, kaybolmuş bir çocuktu kendi karanlık ormanında ve yağmur kokusu avuç içlerinde, alnı buz gibi, ve bir kerameti kendinden menkul eli öptü, gömüldü; yürek boşluğuna, uysal kalbinin kuş tüyleri…,
ki panayırda kaybolmuş çocuktu, korku tünelindeki gürültü, içinden hızla geçerken, aralık kapılar bırakıyordu, ve hep o; aralık kapılardan süzüldü o/nun ol tecellisi, her seferinde açık kalan o kapılardan…,
ve haylaz bir çocuk gibi, sak/lan/baç zamanı derdi; - çık ortaya…,
tebessümü ılık taze süt kokusu, yüzünde iki mürdüm eriği…, elma yanağında yıldız izi…; parıl parıl parıldıya koşardım ona, panayırda kardeşini bulmuş çocuk gibi, koşardım ona, ciğerindeki yara izlerini takip ederek..., yok ki kimsenin böyle bir muhabbet ve özlemek sandığı,
en yaşanmış ve en yaşanmamış düşlerle, pamuklara sarılıp saklanmış ki, kemirmesin sohbetin s/özünü tahta kuruları ve, lavanta koksun her daim, düşümüz…,
ve buluşuruz düşte bir yerde, lavanta tak o kalabalıkta göğsüne ki, kokun yaslansın yüreğime peygamber torunu, ve istediğimiz kadar çok sarılalım, ağaçlar gibi ayakta ölebilen evvel gidenlere…, eflatun/mor ve sonsuz bir uykuda, ah;
Eflatun'a iki soru sormuşlar: Birincisi; 'İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir? Eflatun tek tek sıralamış:'Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler.Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için para öderler. Yarından endişe ederken bu günü unuturlar. Dolayısıyla ne bu günü ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler. ' Sıra gelmiş ikinci soruya; 'Peki sen ne öneriyorsun? ' Bilge yine sıralamış:'Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır. ÖNEMLİ OLAN; HAYATTA EN ÇOK ŞEYE SAHİP OLMAK DEĞİL, EN AZ ŞEYE İHTİYAÇ DUYMAKTIR.'
eflatun bir aldanış kafiyesiydi peşine düşmştü imkansızın eflatun gecenin en siyahı kar tanesinin en yalanıydı anlatamazdı hiç bir redifin aymaz sapağı konuşlanmıştı inanmadığı zamanın en geçmiş bir haline severdi yok oluşluğunu tutamayışlarını an'ı dini zaman ve mevsimlerin döngüsü olan br kavmin meczup günahkarıydı sövmekteydi bilinen tüm riyakarlıklarına kainatı bir 'dün' kadar eflatuna boyayamayıp ebruli gri pembe beyaz siyah kelimesini bilmediği bilmem hangi renkelerin lisanından usanmış bir geçmiş kadar bir geçmemiş anılara zamansızlıkta dolan bir isyandı eflatun!
ben bazı kaynaklardan hayatını okuduğum vakit...kendisinin İsa (a.s) ile aynı zamanda yaşadığını öğrenmiştim...(kaynakların yalancısıyım)
Kendisine İsa (a.s) hasletleri ve özellikleri bildirildiği zaman, hemde görme ve tanıma şansına sahipken malesef nefsine, gururuna vede hırsına yenilerek kendisine tanıma fırsatını vermemiştir...
Ayrıca belirtiyim yunan filozofu Platon'nun diğer adının Eflatun olmasının sebebi rengin çağrıştırdığı mana deildir. Asıl sebebi arapçada 'p' harfinin bulunmamasıdır. o yüzden Eflatun denmiştir :)
kızılımsı mor renk ayrıca yunan filozofu 'platon'un arapça söylenişi eflatun rengi roma/bizans dünyasında soyluluk ve otoritenin simgesi olduğu için 'platon' yani 'eflatun' ismini bu özellikten alır.
kötüyüm. umutsuz vakayım. içimde sürekli konuşan seslerden en zehirli olanı, en canımı yakanı en sinsisi faaliyette. o yaşatıyor ve acıtıyor, acıttırıyor. mutsuzken yanımda. ve mut' um kalmadı; mutsuzum.. senin gibi mi yapmalıyım ben de. kapatsam mı kendimi şarjım bitmeksizin. başım dönüyor, oturduğum yerde havada gibiyim şuan. halbuki bu baş dönmesini sağlayacak hiçbir maddeye bağımlılığım sempatim yok. biliyor musun ben içimde çöller inşa ediyorum. parlak ve kızgın zerreleri ateşli hummaları yılanları kaktüsleri susuzluğıyla; içimde çıplak ayaklı çöller kanlı ayaklı çöller. parmaklarım mutsuz. kendini yazmaktan alıkoyuyor. niçin benim içimde boşluklar büyüyor. niçin karışıyor toza dumana bulanıyor. sigara dumanı havada asılı kalır. öylece durur çöker mekanın üç kuruşluk atmosferine. havada asılı lacivert bir duman. ben o duman gibi hissediyorum kendimi. o kadar sızılı. o kadar ağır. gözlerimde zihnimi ve içimi rahatsız eden düşünmeyi istemediğim görüntüler. hiç yaşanmadılar. belki estetik yoksunu değiller ancak hiç sağlıklı da değiller. her şeye rağmen o görüntüleri estetik bulmam bile beni rahatsız kılmaya yeter. içimde aynalar var. sonsuzu var etmeye çalışan paralel aynalar. ve öyle bir boyutsuzluğun içinde var olmuşlar ki aynalar darmadağın paralel olması imkansıza yakın. ama paraller işte bu boyutsuz çıkmazın içinde. dönemeçlerime çıkmaz sokkaklar sığdırmayı ne de çok seviyorum. çıkmazında olduğum sokkakların hepsinde hikayesi olan hiç tanımadığı yüzler. nadir gördüğüm rüyalara da girerler bazen. hiçbirinin yüzü aynı değildir ve bir görünen yüz bir dha asla bana göz kırpacak değil. çıkmaz sokaklarımda her zaman bir yıkıntı ev var. geçmişle sarmaş dolaş olmuş. kafayı yiyeceğim geçmiş geçmiş diye diye. ben kendi geçmişimde de değilim. ben geçmiş kavramının kendisinde kilitliyim. hiç anahtarım yok hiç çilingirim yok. bir zamanlar severdim ben kocaman şatomu. kimsenin aşamayacağı herkesin etkisine sırrına bir şekilde kapıldığı karanlık şato. karanlık denizlerin dibi. şimdi de seviyorum o hain sesi. elimde değil o karanlık seste boğulmak havasız kalmak kadar güzelini bulamadım hala. ancak gerçek ortada. bu şatonun anahtarı yok. kilitsiz kalemde kendime kilitliyim. kendimin labirentinde öyle kaybolmuşum ki kendime aciz kendimden kaçak kendime tutsak kendime köle kendime asi kendimle kavgalı kendimden nefretli kendime aşık... zavallıyım. başım ağrıyor.
ve belki de panayırda kaybolmuş bir çocuktu,
tuzlu kocaman gözleriyle ve,
atlı karınca döndükçe,
hareleri oyuncak çemberiydi ne malum,
ve mutlu çocuk yüzleri biriktirdi
ve yasladı yüzünü parlak bir yıldızın yanağına;
zaman pastasını bir kez daha keserken…,
gök; matem giysisini geçirip üstüne,
tülden siyah örtüsüyle,
sildi tuzlarını çocuğun gözlerinden,
ve üfledi mumu…,
bir dilek panayıra düştü,
belki de bir düştü…,
kaybolmuş bir çocuktu kendi karanlık ormanında
ve yağmur kokusu avuç içlerinde,
alnı buz gibi,
ve bir kerameti kendinden menkul eli öptü,
gömüldü; yürek boşluğuna,
uysal kalbinin kuş tüyleri…,
ki panayırda kaybolmuş çocuktu,
korku tünelindeki gürültü,
içinden hızla geçerken,
aralık kapılar bırakıyordu,
ve hep o; aralık kapılardan süzüldü
o/nun ol tecellisi,
her seferinde açık kalan o kapılardan…,
ve haylaz bir çocuk gibi,
sak/lan/baç zamanı derdi;
- çık ortaya…,
tebessümü ılık taze süt kokusu,
yüzünde iki mürdüm eriği…,
elma yanağında yıldız izi…;
parıl parıl parıldıya koşardım ona,
panayırda kardeşini bulmuş çocuk gibi,
koşardım ona,
ciğerindeki yara izlerini takip ederek...,
yok ki kimsenin böyle bir muhabbet ve
özlemek sandığı,
en yaşanmış ve en yaşanmamış düşlerle,
pamuklara sarılıp saklanmış ki,
kemirmesin sohbetin s/özünü tahta kuruları ve,
lavanta koksun her daim,
düşümüz…,
ve buluşuruz düşte bir yerde,
lavanta tak o kalabalıkta göğsüne ki,
kokun yaslansın yüreğime peygamber torunu,
ve istediğimiz kadar çok sarılalım,
ağaçlar gibi ayakta ölebilen evvel gidenlere…,
eflatun/mor ve sonsuz bir uykuda,
ah;
Gerçek olmayan
İki ürkek, kırılgan insandı onlar.
Bir yolun ağzında ayrıldılar.
Kadın çirkindi artık,
Adamsa hala çelikten.
Eflatun
Devlet adlı eseri, yıllarca 'ilahi' bir kitap olarak görüldü...
...
Amicus Plato,sed magis amica veritas:Eflatun'u severim ama,gerçeği daha çok severim.Latin Atasözü
Eflatun yani Platon;
Eski Yunan filozoflarındandır.
Sokrat'ın öğrencisi,
Aristo'nun hocasıdır.
Eflatun'a iki soru sormuşlar:
Birincisi; 'İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir?
Eflatun tek tek sıralamış:'Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler.Ne var ki çocukluklarını özlerler.
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için para öderler.
Yarından endişe ederken bu günü unuturlar. Dolayısıyla ne bu günü ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.
' Sıra gelmiş ikinci soruya; 'Peki sen ne öneriyorsun? '
Bilge yine sıralamış:'Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.
ÖNEMLİ OLAN; HAYATTA EN ÇOK ŞEYE SAHİP OLMAK DEĞİL, EN AZ ŞEYE İHTİYAÇ DUYMAKTIR.'
şükrü nâkıs....
aşkı ziyâde bir kul...
BİR EFLATUN ÖLÜM
'aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.
söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım'
Behcet Aysan
mart
kazımın sevdiği renk.odasını o renk yapmak istiyor.umarım birgün herşey o renge boyanır.ve etrafını sever.
eflatun bir aldanış kafiyesiydi
peşine düşmştü imkansızın
eflatun gecenin en siyahı
kar tanesinin en yalanıydı
anlatamazdı hiç bir redifin aymaz sapağı
konuşlanmıştı
inanmadığı zamanın
en geçmiş bir haline
severdi yok oluşluğunu
tutamayışlarını an'ı
dini zaman ve
mevsimlerin döngüsü olan br kavmin
meczup günahkarıydı
sövmekteydi bilinen tüm riyakarlıklarına
kainatı bir 'dün' kadar eflatuna boyayamayıp
ebruli gri pembe beyaz siyah
kelimesini bilmediği
bilmem hangi renkelerin lisanından usanmış
bir geçmiş kadar
bir geçmemiş
anılara zamansızlıkta dolan
bir isyandı eflatun!
ben bazı kaynaklardan hayatını okuduğum vakit...kendisinin İsa (a.s) ile aynı zamanda yaşadığını öğrenmiştim...(kaynakların yalancısıyım)
Kendisine İsa (a.s) hasletleri ve özellikleri bildirildiği zaman, hemde görme ve tanıma şansına sahipken malesef nefsine, gururuna vede hırsına yenilerek kendisine tanıma fırsatını vermemiştir...
Ne Büyük bir gaflet....
Ayrıca belirtiyim yunan filozofu Platon'nun diğer adının Eflatun olmasının sebebi rengin çağrıştırdığı mana deildir. Asıl sebebi arapçada 'p' harfinin bulunmamasıdır. o yüzden Eflatun denmiştir :)
kızılımsı mor renk
ayrıca yunan filozofu 'platon'un arapça söylenişi
eflatun rengi roma/bizans dünyasında soyluluk ve otoritenin simgesi olduğu için
'platon' yani 'eflatun' ismini bu özellikten alır.
beni susarak öldürdüler.. sustum içimde kuşlar öldü sustun kalbimin şavkı söndü. sustun..susuşun beni öldürdü...
renk sardı antolojiyi...
benim ilk ismim
pek de severim kendisini
ama mavi tercihimdir
Eflatun,Gökhan,Günsal farketmez ;))
mai akşamların olsun
Lila deyip bayağılaştırılan renk.
gizem...muamma..........bi de harika yaw! ! ! ....ama kendi bunu bilmiyor! ! ....göremiyor! ! ! .....eee...büyüyecek be...kolay diil tabe......- ;)) ..Pp
kötüyüm.
umutsuz vakayım.
içimde sürekli konuşan seslerden en zehirli olanı, en canımı yakanı en sinsisi faaliyette. o yaşatıyor ve acıtıyor, acıttırıyor.
mutsuzken yanımda.
ve mut' um kalmadı; mutsuzum..
senin gibi mi yapmalıyım ben de.
kapatsam mı kendimi şarjım bitmeksizin. başım dönüyor, oturduğum yerde havada gibiyim şuan. halbuki bu baş dönmesini sağlayacak hiçbir maddeye bağımlılığım sempatim yok.
biliyor musun ben içimde çöller inşa ediyorum. parlak ve kızgın zerreleri ateşli hummaları yılanları kaktüsleri susuzluğıyla; içimde çıplak ayaklı çöller kanlı ayaklı çöller.
parmaklarım mutsuz. kendini yazmaktan alıkoyuyor.
niçin benim içimde boşluklar büyüyor. niçin karışıyor toza dumana bulanıyor.
sigara dumanı havada asılı kalır. öylece durur çöker mekanın üç kuruşluk atmosferine. havada asılı lacivert bir duman. ben o duman gibi hissediyorum kendimi. o kadar sızılı. o kadar ağır.
gözlerimde zihnimi ve içimi rahatsız eden düşünmeyi istemediğim görüntüler. hiç yaşanmadılar. belki estetik yoksunu değiller ancak hiç sağlıklı da değiller. her şeye rağmen o görüntüleri estetik bulmam bile beni rahatsız kılmaya yeter.
içimde aynalar var. sonsuzu var etmeye çalışan paralel aynalar. ve öyle bir boyutsuzluğun içinde var olmuşlar ki aynalar darmadağın paralel olması imkansıza yakın. ama paraller işte bu boyutsuz çıkmazın içinde.
dönemeçlerime çıkmaz sokkaklar sığdırmayı ne de çok seviyorum.
çıkmazında olduğum sokkakların hepsinde hikayesi olan hiç tanımadığı yüzler. nadir gördüğüm rüyalara da girerler bazen. hiçbirinin yüzü aynı değildir ve bir görünen yüz bir dha asla bana göz kırpacak değil.
çıkmaz sokaklarımda her zaman bir yıkıntı ev var. geçmişle sarmaş dolaş olmuş.
kafayı yiyeceğim geçmiş geçmiş diye diye.
ben kendi geçmişimde de değilim. ben geçmiş kavramının kendisinde kilitliyim.
hiç anahtarım yok hiç çilingirim yok.
bir zamanlar severdim ben kocaman şatomu. kimsenin aşamayacağı herkesin etkisine sırrına bir şekilde kapıldığı karanlık şato. karanlık denizlerin dibi.
şimdi de seviyorum o hain sesi. elimde değil o karanlık seste boğulmak havasız kalmak kadar güzelini bulamadım hala.
ancak gerçek ortada.
bu şatonun anahtarı yok.
kilitsiz kalemde kendime kilitliyim.
kendimin labirentinde öyle kaybolmuşum ki kendime aciz kendimden kaçak kendime tutsak kendime köle kendime asi kendimle kavgalı kendimden nefretli kendime aşık...
zavallıyım.
başım ağrıyor.
Platon Socrates'in öğrencisidir. En meşhur eseri de 10 kitaptan oluşan Devlettir.
çok güzel bir erkek ismi.....bu isimde bir arkadasim vardi çoçukken...hep kiskanirdim ismini.........
(Platon)
ayy yazılılar aklıma geldi...
bi konu hakkındaki düşüncesi sorulurdu
Jan Jak Ruso ile karıştırırdım hep
hangisi neyi savunuyodu diye.....
huzun rengi,bıraz buruk..
hoş..dikkat çeken...' ben burdayım' diyen,.. farkedilen renk...- ;))
renk olarak sevdiğimiz...ama pek bir yalnız gördük kendini yakışan birşey bulalım hadi yanına...
ne olsun ne olsun?
hım... Mai pek bir güzel durdu :))
erguvan(?)