Bu yazıyı okuyunca beni bu partinin tarafdarı sanmayın. Eğer aksini iddia ediyorsanız, o zaman konuşabiliriz.
Saadet Partisi, Türkiye'nin tek kitle partisidir. Siz aldığı oyun miktarına bakmayın. Merhum Türkeş de zamanında % 1-2'lerle başlamışdı. Erbakan Hoca da % 3-5'lerle. Bugün geldikleri nokta ortada.
Saadet Partisi kitle partisi olduğunu Sivas ve Konya'da değil Doğu ve Güneydoğu illerinde göstermişdir. Nasıl mı? Bakın şimdi.
Malum, son seçimlerde Doğu'da tüm vilayetlerde iki parti yarışdı. AKP ve DTP.
Aşikârdır ki, AKP hükümet olmanın avantajıyla, devletin imkânlarını kullanarak bu bölgede faaliyet gösteriyor ve bu sayede vatandaşın belirli bir kısmından oy alabiliyor.
DTP ise, terör örgütünün gölgesinde, onun emrinde siyaset yapdığından bölgenin birinci partisi görünüyor. Seçmeni ikiye ayrılabilir: 1. gerçekden bölücü olanlar, 2. terör örgütü tarafından baskı ve tehdidlerle desteklemeye icbar edilenler.
2007 milletvekili seçiminde DTP adayları seçime 'bağımsız' adıyla girdi. Oysa herhangi bir vatandaş gerçekden 'Bağımsız' olarak aday olaydı, bu kişinin başına gelebilecekleri, bilmiyorum benim yazmam gerekir mi?
Şimdi soramaz mıyız: hani 'cumhuriyetin kurucusu' olmakla övünen CHP? Hani 'vatan bir bütündür, parçalanamaz' sloganını ağzından düşürmeyen MHP? Hani Doğu'da olsun, Batı'da olsun masum ve mazlum vatandaşlarımızın en sevdiği siyasetci olan merhum Adnan Menderes'in mirasına konan DP? Doğu'da ve Güneydoğu'da gücünüz nedir, çapınız nedir?
Oysa Saadet Partisi bu bölgelerde, ne hükümetten ne de terör örgütünden gelen baskılara boyun eğiyor. Doğru bildiği adımlarla ilerliyor ve istesek de, istemesek de bugünki muhalefet elini taşın altına sokmakdan korkduğu müddetce AKP'nin tek alternativi; OLACAKDIR demiyorum, OLMUŞDUR.
Veto, şeklen 'redd' anlamına gelir. Ancak 'cumhurbaşkanı şu yasayı veto etti' demek yanlışdır. Çünkü bizim kanunlarda ve anayasada Veto kelimesi geçmiyor. Cumhurbaşkanının sadece 'iade' hakkı vardır. Yani kanunu veya taslağı yazanlara iade etmesi.
Buna mukabil Fransız ve Rus cumhurbaşkanlarının ise veto hakkı vardır. Çünkü onlar bir kanun veya taslağı 'veto' etti mi, meclis veya hükümet, ikinci bir defa konuşamaz, tartışamaz, sunamaz. Basta (bitmişdir) ! ..
Bu Ergenekon'a damgasını vuran son iddia Albay Dursun Çiçek imzalı (olduğu ileri sürülen) belge idi.
Bu belgenin aslına ulaşılmadı. Elde sadece bir fotokopi var ve hukukculardan duyduğumuza göre ceza muhakemeleri mevzuatına göre 'yaş imza' olmayan evrak, delilden sayılmıyor.
Genelkurmayımız bu belgeyi 'kâğıt parçası' olarak nitelendirdi ve Albay Çiçek hakkında hiç bir işlemde bulunmadı, sadece YAŞ'da görev mühletini bir yıl daha uzatmak hariç. Oysa Çiçek'in, Ergenekon Davası'nda sanık statüsü devam ediyor. Belki de bu belge ortaya çıkmasaydı amiralliğe terfi ettireceklerdi. Şimdi terfi ettirilirse, hükümetden veya cumhurbaşkanından veto yiyebilirdi.
Acaba kamuoyunun aklına hiç gelmiyor mu? Genelkurmay, bu zamana kadar, sorgusuz sualsiz yüzlerce subayı ordudan atarken, Albay Çiçek'e neden dokunmadı. En azından, neden dava sonucuna kadar açığa almadı?
Birileri çıkıp diyecekdir: masuniyet karinesi vardır, suçu sabit olana kadar herkes masum sayılır. Oysa YAŞ kararları ile ordudan atılan subayların çoğuna bizim hukuk ehli, toplum mühendisleri ve kanaat önderleri 'bugün masumsun ama yarın tehlikeli olabilirsin! ' demiyorlar mıydı?
Galatasaray Üniversitesi'nden Kabasakal isimli bir sözde hukukcu tv.de şöyle diyordu: yasak fiil eyleme geçmedi ise, düşünce babında kaldı ise cezaya tabi değildir!
Gelin bu Aciz'le eyleme nasıl geçildiğini irdeleyelim: Genelkurmay'ın 'kâğıt parçası' dediği belge, Albay Çiçek'in koynunda değil, avukatının bilgisayarında bulunmuşdur ve o avukat halihazırda Ergenekon'un (zannederim tutuklu) sanığıdır. Şimdi onu da, Çiçek'i de başka avukatlar savunmakdalar.
Belgenin altında imza neden vardır? - Eğer Albay Çiçek, bu senaryoyu vakit öldürmek için yazmış olsa idi, imza atmasına gerek olmazdı. Muhtemelen rapor halinde 'büyüklerine' sunması gerekdiğinden imzaladı. Beni burda müfteri durumuna düşecek tek nokta, belgedeki imzanın misansen yoluyla oraya yerleştirilmiş olmasıydı. Bir vatandaş olarak beklerdim ki, Genelkurmay araştırma emri vere!
Albay Çiçek, nöbetci mahkeme tarafından tutklandıkdan sonra üç saat içerisinde nasıl tahliye ettirildi? - Anlaşılan, kolu kanadı bağlı olan saygıdeğer albayımızdan korkanlar var. Bu korkanlar Ergenekon savcıları mı? - Yanıldınız, ondan sadece 'ya mahkemede bizim adımızı verirse' diye düşünenler korkuyor.
İnşaallah yazdıklarım yanlış çıkar da, ben de Genelkurmay'dan ve Albay Çiçek'den özür dilemeye mecbur kalırım.
Sene 1997, ülkemiz bir 28 Şubat süreci yaşıyor. Bu sürecde, liberal, sosyal demokrat, sosyalist takımı tehdidkâr cuntacılara şakşakcılık yapıyor.
Gerisini o günlerde Türkiye gazetesinde yazan merhum Ayhan Songar Hoca'dan dinleyelim, yani okuyalım:
Milletimiz açıkca tehdid ediliyor ve hukuk ehli de bu tehdidkârların yanında yer alıyor. Refah Partisi zulme uğramasına rağmen, hakkını müdafaa edemiyor. Zor bir imtihandayız, böyle bir imtihanı başarıyla veren kişiler ise sadece üç kişi. 1. Muhsin Yazıcıoğlu, 2. (Songar Hocamızın zikrettiği 2 ve 3 no.lu yiğitler halen hayatdadırlar, Allah uzun ömür versin de, ben reklam olmaması için ismlerini yazmıyorum, isteyen benden özel mesajla öğrenebilir. Aciz)
Mevlam Songar Hoca'ya da, Muhsin Başkan'a da rahmet eylesin!
Oldum olası komplo teorilerini sevmem, çünkü cıvık medyamız sürekli öküzün altında buzağı aradığı için, iyice tiksinti geldi.
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatı hakkında da bu şekil medyatik spekülasyonlar yapılıyor. Ben Yazıcıoğlu'na suikast yapıldığını düşünmek istemiyorum. Aklımı kurcalayan şeyler de yok değil. Bir helikopter rotası düşünün ki, kalkdığı yer, gideceği yer, geçeceği güzergâh belli, bilahare bu enkaza 48 saat sonra ulaşılıyor. Geçenler de meclis eski başkanı Bülent Arınç bir takım paşaları eleşdirirken 'Allah'dan bunların döneminde bir harbe girmemişiz' dedi. Allah selamet versin, tam teşhis koydu. Demek ki yurdumuza düşman da girse 48 saat ulaşılamayacak ve bu düşman istediğini yapabilecek.
2. Spekülasyon ise; merhum Yazıcıoğlu'nun, Ergenekon'da gizli sanık olduğu idi. Gerçi BBP yönetimi bu iddiayı yalanladı ama, ben şu kadarını yazayım: 'Gizli sanık' kavramı, sanıkların güvenliği için ihdas edilmişdir. Eğer merhum Muhsin Bey şahidlik yapacak olsa idi, gizliden değil, açıkdan yapardı. Çünkü O, tehdidden, palavradan, lincden çekinecek biri değildi. Mekânı cennet olsun!
İktidar her zaman “hükümetlik” mi etmeli, yoksa iktidarın da muhalefet etme hakkı var mıdır?
- Bana göre var. Doğru mudur, yanlış mı henüz bilemedik, zira CHP en ufak yaprak kıpırdamasında bürokratların kellesini istiyor. Gerçi şimdiye kadar başbakan Erdoğan hiçbir bürokratını “Baykal istiyor” diye harcamadı, ama aynı siyaseti uygulamamakla hatalıdır.
Geçen hafta içinde Ergenekon’un 2. iddianamesi mahkemeye sunuldu ve muhtevasında Anayasa Mahkemesi başkanvekili Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt’ün sanık olarak bulunduğu duyuruldu.
Bu iddianameye bakdığımızda, Ergenekon sanıklarının kahir ekseriyetinin emekli veya muvazzaf kamu görevlisi ve gazeteci olduğuna bakarsak ve Ferda Hanım’ın da böyle bir gazeteci veya memur gibi bir sıfatı bulunmadığını görürsek, aklımıza şu şüphenin gelmesi normaldir:
- Ferda Paksüt, muhtemelen eşinden aldığı bilgileri Ergenekon’a taşımışdır veya Ergenekon’dan aldığı bilgileri eşine taşımışdır.
Şimdi siz, Osman Paksüt’ün tarafsız, bağımsız bir hukuk adamı olabileceğini düşünebiliyor musunuz?
Bu yüzden, sn. Şahin, sn. Erdoğan ve sn. Gül’ün acilen Osman Paksüt’ün anayasa mahkemesi üyeliğinden istifasını istemeleri, direndiği takdirde kendisini icbar etmeleri gerekmekdedir. Yoksa daha çok ergenekonlar yaşarız.
Allah'a şükür, bu yaşa kadar hiç silahım olmadı ama, silahlara karşı hiç de ilgisiz kalmadım. Bazen Amerikan filmlerinde (hatta Kurtlar Vadisi'nde de) rol icabı da olsa, bazı kişilerin silah koleksionunu görünce, ah ulan benim de böyle bir envanterim olsa diye iç geçirdiğim de oluyor.
Şimdi ise Avrupa'dayım ve biliyor musunuz, neden Türkiye'de olmak istediğimi? Zengin değilim, o yüzden para verip silah alamam, zaten param olsa da hangi kaynakdan alabilirim? Ama sağolsun, bazı vatansever arkadaşlar son günlerde yol kenarlarına uluorta silahlar bırakıyorlar, ben Ankara'da olsam, bu silahlara polisten önce ulaşıp, evimde sergilemek isterdim. - Yok yahu, onlar polisin her an sürpriz bir ziyaret yapmasından korkdukarı için atıyorlar, o meret mallara el sürüp ben mi kendimi ateşe atayım? Keriz derler adama!
hakkınızdır ki, siz de bu sayfaya yorumlarınızı eklemek arzusundasınız. Ancak Uğur Mumcu'yu bugünün mevkûfları ile bir tutmanız hiç yakışmadı. Zira fikirlerini ve misyonunu tasvib etmesem de Uğur Mumcu, bazen birilerine lüzumsuz iftiralar atmış olsa da, devlet barsaklarındaki mikrobları, yani Ergenekon'un bir çok tarafını daha 'adı konmadan' ifşa etmişdir, bilhassa terörden geçinen resmî erkânı veya devletten geçinen teröristleri. Zaten öldürülmeseydi, bu soruşdurma da biz 28 Şubat'a varmadan açılırdı.
Merhum Ecevit tüm faili meçhulleri bulmak iddiasında olduğu zaman, şip şak bir organizasyonla Muammer Aksoy ve Uğur Mumcu’nun katillerinin yakalanıp adalete teslim ettiklerini ilan etmişti. Ardından da bu kişilerin yetkili mahkeme tarafından gereken cezaya çarpdırıldığını duyduk. Ancak ne vahimdir ki, maktul kişilerin varisleri, bu haberlere hiç itibar etmemişler ve mahkûm edilenlerin olayla hiç bir ilgisi olamayacağını iddia etmişlerdi.
Yakın geçmişde de bir Danıştay saldırısı oldu ve tetikci olay anında yakalandı, ancak tetiği çekdiren halen meçhul. Sanık bir iki dinî slogan atınca suçluyu bulduk: tamam bu bir gerici ayaklanması, diyerek. Ergenekon savcısı bu vak’a yı da Ergenekon soruşdurmasına dahil etmek isteyince önce CHP karşı çıkdı. Ardından da Ankara’da yetkili Ağır Ceza Mahkemesi. Öyle ya katil belli, cezası kesilmişdi. Yeniden deşmeye ne gerek vardı. Allah’dan Yargıtay, bu umursamazlığa set çekdi ve Danıştay davasının yeniden soruşdurulması yönünde karar aldı. Sıkca eleşdirdiğim Yargıtay’ı bu defa kutladım içimden.
Yakluşık 10 yıl önce işadamı Üzeyir Garih mel’un bir cinayete kurban gitti, dinince dinlensin. Yener Yermez adlı bir kişi yakalandı, suçunu itiraf(!) etti ve mahkûm oldu. Şimdi ise Yener Yermez, cinayeti kendisinin işlemediğini, tehdid ve baskı karşılığında üstlenmeye icbar edildiğini bir gazeteciye yazmış. Söyledikleri doğru mu bilmem ama bana mantıkî geliyor, çünkü Yermez’in suçladığı kişiler, o zamanlarda yüksek güc sahibi kişilerdi, bugün ise bir çoğu Ergenekon tutuklusu olarak, elleri kolları bağlı. Yermez bu fırsatı değerlendirmek istemiş de olabilir.
Peki bu telaşa memuru Ali Bey kim? – Müsadenizle efendim, o ShowTv haber koordinatörü “dürüst gazeteci” Ali Kırca beyefendi!
Ali Bey, Yener Yermez’in daha önceki ifadeleri ile tam zıdd düşen yeni ifadesine atfen “suçunu itiraf etmiş, bir daha bu adam sorgulanır mı, bakın görmedinizse suçunu nasıl itiraf ettiğini size Türkiye’nin en çok izlenen haber programı Show Haber ekranlarından tekrar sunalım. Aaaz sonra! ” Yani Ergenekon’un savcı ve hakimleri vazifelerini bilmiyordu ve Kırca’ya göre “bir yangının külünü yeniden yakıp geçiyorlardı”.
Ali Bey, Yermez’le ilgili konuşurken müzik eşliğinde lafı şuraya getirmek istiyordu: ulan Yener, erkek adam sözünden döner mi, ne güzel Garih’i öldürdün, şimdi niye öldürmedim diyorsun, delikanlıya yakışır mı, hem de bir Adlî Tıbb uzmanını suçlayarak?
Peşinden de “insan hakları savunucusu” kesiliyordu. Öyle ya, Yermez İzmit’den İstanbul’a getirtilir miydi, buna “kişiyi zoraki alıkoymak” denir, bu nakil kişinin özgürlüğünü kısıtlardı. Böylece emekli ve görevli bunamış ehl-i hukuk’u savcı Öz hakkında “Yermez’in hürriyetini tahdid ettiği” iddiasıyla suç duyurusunda bulunmaya çağırıyordu.
Bu yazıyı okuyunca beni bu partinin tarafdarı sanmayın. Eğer aksini iddia ediyorsanız, o zaman konuşabiliriz.
Saadet Partisi, Türkiye'nin tek kitle partisidir. Siz aldığı oyun miktarına bakmayın. Merhum Türkeş de zamanında % 1-2'lerle başlamışdı. Erbakan Hoca da % 3-5'lerle. Bugün geldikleri nokta ortada.
Saadet Partisi kitle partisi olduğunu Sivas ve Konya'da değil Doğu ve Güneydoğu illerinde göstermişdir. Nasıl mı? Bakın şimdi.
Malum, son seçimlerde Doğu'da tüm vilayetlerde iki parti yarışdı. AKP ve DTP.
Aşikârdır ki, AKP hükümet olmanın avantajıyla, devletin imkânlarını kullanarak bu bölgede faaliyet gösteriyor ve bu sayede vatandaşın belirli bir kısmından oy alabiliyor.
DTP ise, terör örgütünün gölgesinde, onun emrinde siyaset yapdığından bölgenin birinci partisi görünüyor. Seçmeni ikiye ayrılabilir: 1. gerçekden bölücü olanlar, 2. terör örgütü tarafından baskı ve tehdidlerle desteklemeye icbar edilenler.
2007 milletvekili seçiminde DTP adayları seçime 'bağımsız' adıyla girdi. Oysa herhangi bir vatandaş gerçekden 'Bağımsız' olarak aday olaydı, bu kişinin başına gelebilecekleri, bilmiyorum benim yazmam gerekir mi?
Şimdi soramaz mıyız: hani 'cumhuriyetin kurucusu' olmakla övünen CHP? Hani 'vatan bir bütündür, parçalanamaz' sloganını ağzından düşürmeyen MHP? Hani Doğu'da olsun, Batı'da olsun masum ve mazlum vatandaşlarımızın en sevdiği siyasetci olan merhum Adnan Menderes'in mirasına konan DP? Doğu'da ve Güneydoğu'da gücünüz nedir, çapınız nedir?
Oysa Saadet Partisi bu bölgelerde, ne hükümetten ne de terör örgütünden gelen baskılara boyun eğiyor. Doğru bildiği adımlarla ilerliyor ve istesek de, istemesek de bugünki muhalefet elini taşın altına sokmakdan korkduğu müddetce AKP'nin tek alternativi; OLACAKDIR demiyorum, OLMUŞDUR.
Selam ve muhabbetle...
Veto, şeklen 'redd' anlamına gelir. Ancak 'cumhurbaşkanı şu yasayı veto etti' demek yanlışdır. Çünkü bizim kanunlarda ve anayasada Veto kelimesi geçmiyor. Cumhurbaşkanının sadece 'iade' hakkı vardır. Yani kanunu veya taslağı yazanlara iade etmesi.
Buna mukabil Fransız ve Rus cumhurbaşkanlarının ise veto hakkı vardır. Çünkü onlar bir kanun veya taslağı 'veto' etti mi, meclis veya hükümet, ikinci bir defa konuşamaz, tartışamaz, sunamaz. Basta (bitmişdir) ! ..
Bu Ergenekon'a damgasını vuran son iddia Albay Dursun Çiçek imzalı (olduğu ileri sürülen) belge idi.
Bu belgenin aslına ulaşılmadı. Elde sadece bir fotokopi var ve hukukculardan duyduğumuza göre ceza muhakemeleri mevzuatına göre 'yaş imza' olmayan evrak, delilden sayılmıyor.
Genelkurmayımız bu belgeyi 'kâğıt parçası' olarak nitelendirdi ve Albay Çiçek hakkında hiç bir işlemde bulunmadı, sadece YAŞ'da görev mühletini bir yıl daha uzatmak hariç. Oysa Çiçek'in, Ergenekon Davası'nda sanık statüsü devam ediyor. Belki de bu belge ortaya çıkmasaydı amiralliğe terfi ettireceklerdi. Şimdi terfi ettirilirse, hükümetden veya cumhurbaşkanından veto yiyebilirdi.
Acaba kamuoyunun aklına hiç gelmiyor mu? Genelkurmay, bu zamana kadar, sorgusuz sualsiz yüzlerce subayı ordudan atarken, Albay Çiçek'e neden dokunmadı. En azından, neden dava sonucuna kadar açığa almadı?
Birileri çıkıp diyecekdir: masuniyet karinesi vardır, suçu sabit olana kadar herkes masum sayılır. Oysa YAŞ kararları ile ordudan atılan subayların çoğuna bizim hukuk ehli, toplum mühendisleri ve kanaat önderleri 'bugün masumsun ama yarın tehlikeli olabilirsin! ' demiyorlar mıydı?
Galatasaray Üniversitesi'nden Kabasakal isimli bir sözde hukukcu tv.de şöyle diyordu: yasak fiil eyleme geçmedi ise, düşünce babında kaldı ise cezaya tabi değildir!
Gelin bu Aciz'le eyleme nasıl geçildiğini irdeleyelim: Genelkurmay'ın 'kâğıt parçası' dediği belge, Albay Çiçek'in koynunda değil, avukatının bilgisayarında bulunmuşdur ve o avukat halihazırda Ergenekon'un (zannederim tutuklu) sanığıdır. Şimdi onu da, Çiçek'i de başka avukatlar savunmakdalar.
Belgenin altında imza neden vardır? - Eğer Albay Çiçek, bu senaryoyu vakit öldürmek için yazmış olsa idi, imza atmasına gerek olmazdı. Muhtemelen rapor halinde 'büyüklerine' sunması gerekdiğinden imzaladı. Beni burda müfteri durumuna düşecek tek nokta, belgedeki imzanın misansen yoluyla oraya yerleştirilmiş olmasıydı. Bir vatandaş olarak beklerdim ki, Genelkurmay araştırma emri vere!
Albay Çiçek, nöbetci mahkeme tarafından tutklandıkdan sonra üç saat içerisinde nasıl tahliye ettirildi? - Anlaşılan, kolu kanadı bağlı olan saygıdeğer albayımızdan korkanlar var. Bu korkanlar Ergenekon savcıları mı? - Yanıldınız, ondan sadece 'ya mahkemede bizim adımızı verirse' diye düşünenler korkuyor.
İnşaallah yazdıklarım yanlış çıkar da, ben de Genelkurmay'dan ve Albay Çiçek'den özür dilemeye mecbur kalırım.
Ergenekon, Türk tarihinin dönüm noktalarından biridir. Sanırım yakında bitiririz ve Malazgirt'e geliriz.
Sene 1997, ülkemiz bir 28 Şubat süreci yaşıyor. Bu sürecde, liberal, sosyal demokrat, sosyalist takımı tehdidkâr cuntacılara şakşakcılık yapıyor.
Gerisini o günlerde Türkiye gazetesinde yazan merhum Ayhan Songar Hoca'dan dinleyelim, yani okuyalım:
Milletimiz açıkca tehdid ediliyor ve hukuk ehli de bu tehdidkârların yanında yer alıyor. Refah Partisi zulme uğramasına rağmen, hakkını müdafaa edemiyor. Zor bir imtihandayız, böyle bir imtihanı başarıyla veren kişiler ise sadece üç kişi. 1. Muhsin Yazıcıoğlu, 2. (Songar Hocamızın zikrettiği 2 ve 3 no.lu yiğitler halen hayatdadırlar, Allah uzun ömür versin de, ben reklam olmaması için ismlerini yazmıyorum, isteyen benden özel mesajla öğrenebilir. Aciz)
Mevlam Songar Hoca'ya da, Muhsin Başkan'a da rahmet eylesin!
Oldum olası komplo teorilerini sevmem, çünkü cıvık medyamız sürekli öküzün altında buzağı aradığı için, iyice tiksinti geldi.
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatı hakkında da bu şekil medyatik spekülasyonlar yapılıyor. Ben Yazıcıoğlu'na suikast yapıldığını düşünmek istemiyorum. Aklımı kurcalayan şeyler de yok değil. Bir helikopter rotası düşünün ki, kalkdığı yer, gideceği yer, geçeceği güzergâh belli, bilahare bu enkaza 48 saat sonra ulaşılıyor. Geçenler de meclis eski başkanı Bülent Arınç bir takım paşaları eleşdirirken 'Allah'dan bunların döneminde bir harbe girmemişiz' dedi. Allah selamet versin, tam teşhis koydu. Demek ki yurdumuza düşman da girse 48 saat ulaşılamayacak ve bu düşman istediğini yapabilecek.
2. Spekülasyon ise; merhum Yazıcıoğlu'nun, Ergenekon'da gizli sanık olduğu idi. Gerçi BBP yönetimi bu iddiayı yalanladı ama, ben şu kadarını yazayım: 'Gizli sanık' kavramı, sanıkların güvenliği için ihdas edilmişdir. Eğer merhum Muhsin Bey şahidlik yapacak olsa idi, gizliden değil, açıkdan yapardı. Çünkü O, tehdidden, palavradan, lincden çekinecek biri değildi. Mekânı cennet olsun!
İktidar her zaman “hükümetlik” mi etmeli, yoksa iktidarın da muhalefet etme hakkı var mıdır?
- Bana göre var. Doğru mudur, yanlış mı henüz bilemedik, zira CHP en ufak yaprak kıpırdamasında bürokratların kellesini istiyor. Gerçi şimdiye kadar başbakan Erdoğan hiçbir bürokratını “Baykal istiyor” diye harcamadı, ama aynı siyaseti uygulamamakla hatalıdır.
Geçen hafta içinde Ergenekon’un 2. iddianamesi mahkemeye sunuldu ve muhtevasında Anayasa Mahkemesi başkanvekili Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt’ün sanık olarak bulunduğu duyuruldu.
Bu iddianameye bakdığımızda, Ergenekon sanıklarının kahir ekseriyetinin emekli veya muvazzaf kamu görevlisi ve gazeteci olduğuna bakarsak ve Ferda Hanım’ın da böyle bir gazeteci veya memur gibi bir sıfatı bulunmadığını görürsek, aklımıza şu şüphenin gelmesi normaldir:
- Ferda Paksüt, muhtemelen eşinden aldığı bilgileri Ergenekon’a taşımışdır veya Ergenekon’dan aldığı bilgileri eşine taşımışdır.
Şimdi siz, Osman Paksüt’ün tarafsız, bağımsız bir hukuk adamı olabileceğini düşünebiliyor musunuz?
Bu yüzden, sn. Şahin, sn. Erdoğan ve sn. Gül’ün acilen Osman Paksüt’ün anayasa mahkemesi üyeliğinden istifasını istemeleri, direndiği takdirde kendisini icbar etmeleri gerekmekdedir. Yoksa daha çok ergenekonlar yaşarız.
Selamlar.
Allah'a şükür, bu yaşa kadar hiç silahım olmadı ama, silahlara karşı hiç de ilgisiz kalmadım. Bazen Amerikan filmlerinde (hatta Kurtlar Vadisi'nde de) rol icabı da olsa, bazı kişilerin silah koleksionunu görünce, ah ulan benim de böyle bir envanterim olsa diye iç geçirdiğim de oluyor.
Şimdi ise Avrupa'dayım ve biliyor musunuz, neden Türkiye'de olmak istediğimi? Zengin değilim, o yüzden para verip silah alamam, zaten param olsa da hangi kaynakdan alabilirim? Ama sağolsun, bazı vatansever arkadaşlar son günlerde yol kenarlarına uluorta silahlar bırakıyorlar, ben Ankara'da olsam, bu silahlara polisten önce ulaşıp, evimde sergilemek isterdim. - Yok yahu, onlar polisin her an sürpriz bir ziyaret yapmasından korkdukarı için atıyorlar, o meret mallara el sürüp ben mi kendimi ateşe atayım? Keriz derler adama!
Hayırlı sabahlar
BirBilge rumuzlu arkadaş,
hakkınızdır ki, siz de bu sayfaya yorumlarınızı eklemek arzusundasınız. Ancak Uğur Mumcu'yu bugünün mevkûfları ile bir tutmanız hiç yakışmadı. Zira fikirlerini ve misyonunu tasvib etmesem de Uğur Mumcu, bazen birilerine lüzumsuz iftiralar atmış olsa da, devlet barsaklarındaki mikrobları, yani Ergenekon'un bir çok tarafını daha 'adı konmadan' ifşa etmişdir, bilhassa terörden geçinen resmî erkânı veya devletten geçinen teröristleri. Zaten öldürülmeseydi, bu soruşdurma da biz 28 Şubat'a varmadan açılırdı.
Bilmem anlatabildim mi?
Selam ve saygılar.
Ali Bey’in telaşı...
Merhum Ecevit tüm faili meçhulleri bulmak iddiasında olduğu zaman, şip şak bir organizasyonla Muammer Aksoy ve Uğur Mumcu’nun katillerinin yakalanıp adalete teslim ettiklerini ilan etmişti. Ardından da bu kişilerin yetkili mahkeme tarafından gereken cezaya çarpdırıldığını duyduk. Ancak ne vahimdir ki, maktul kişilerin varisleri, bu haberlere hiç itibar etmemişler ve mahkûm edilenlerin olayla hiç bir ilgisi olamayacağını iddia etmişlerdi.
Yakın geçmişde de bir Danıştay saldırısı oldu ve tetikci olay anında yakalandı, ancak tetiği çekdiren halen meçhul. Sanık bir iki dinî slogan atınca suçluyu bulduk: tamam bu bir gerici ayaklanması, diyerek. Ergenekon savcısı bu vak’a yı da Ergenekon soruşdurmasına dahil etmek isteyince önce CHP karşı çıkdı. Ardından da Ankara’da yetkili Ağır Ceza Mahkemesi. Öyle ya katil belli, cezası kesilmişdi. Yeniden deşmeye ne gerek vardı. Allah’dan Yargıtay, bu umursamazlığa set çekdi ve Danıştay davasının yeniden soruşdurulması yönünde karar aldı. Sıkca eleşdirdiğim Yargıtay’ı bu defa kutladım içimden.
Yakluşık 10 yıl önce işadamı Üzeyir Garih mel’un bir cinayete kurban gitti, dinince dinlensin. Yener Yermez adlı bir kişi yakalandı, suçunu itiraf(!) etti ve mahkûm oldu. Şimdi ise Yener Yermez, cinayeti kendisinin işlemediğini, tehdid ve baskı karşılığında üstlenmeye icbar edildiğini bir gazeteciye yazmış. Söyledikleri doğru mu bilmem ama bana mantıkî geliyor, çünkü Yermez’in suçladığı kişiler, o zamanlarda yüksek güc sahibi kişilerdi, bugün ise bir çoğu Ergenekon tutuklusu olarak, elleri kolları bağlı. Yermez bu fırsatı değerlendirmek istemiş de olabilir.
Peki bu telaşa memuru Ali Bey kim? – Müsadenizle efendim, o ShowTv haber koordinatörü “dürüst gazeteci” Ali Kırca beyefendi!
Ali Bey, Yener Yermez’in daha önceki ifadeleri ile tam zıdd düşen yeni ifadesine atfen “suçunu itiraf etmiş, bir daha bu adam sorgulanır mı, bakın görmedinizse suçunu nasıl itiraf ettiğini size Türkiye’nin en çok izlenen haber programı Show Haber ekranlarından tekrar sunalım. Aaaz sonra! ” Yani Ergenekon’un savcı ve hakimleri vazifelerini bilmiyordu ve Kırca’ya göre “bir yangının külünü yeniden yakıp geçiyorlardı”.
Ali Bey, Yermez’le ilgili konuşurken müzik eşliğinde lafı şuraya getirmek istiyordu: ulan Yener, erkek adam sözünden döner mi, ne güzel Garih’i öldürdün, şimdi niye öldürmedim diyorsun, delikanlıya yakışır mı, hem de bir Adlî Tıbb uzmanını suçlayarak?
Peşinden de “insan hakları savunucusu” kesiliyordu. Öyle ya, Yermez İzmit’den İstanbul’a getirtilir miydi, buna “kişiyi zoraki alıkoymak” denir, bu nakil kişinin özgürlüğünü kısıtlardı. Böylece emekli ve görevli bunamış ehl-i hukuk’u savcı Öz hakkında “Yermez’in hürriyetini tahdid ettiği” iddiasıyla suç duyurusunda bulunmaya çağırıyordu.
Sevsinler sizi Ali Bey.