bilmem hangi alemden bu toprağa düşeli yataklara serildim cam kırığı döşeli kafam bir cenk meydanı kokusu kan ve barut elindeyse düşünme gücün yeterse unut takılıyor yerdeki gölgelere ayağım sanki arz delinecek ve ben yutulacağım bana yazmak düşüyor yangın görsem resimde yaşıyorum zamanın koptuğu bir kesimde alırken dilenciyim verirken de borçluyum kalmadı eşya ile aramda hiçbir uyum taş taş üstüne koysam bozuk diyorlar devir bir ok çeksem diyorlar peşinden koş ve çevir nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık kimse edemez bana benim kadar düşmanlık işte şüpheci aklı çatlatan korkunç nokta o ki sonsuz var nasıl aranır dipsiz yok ta olur ve olmaz her şey yokluk da O nun kulu bu noktaya vardın mı el tutuk dil burkulu Allah ı hakikate soran kafa ne sakat hakikat de ne hakkın muradıdır hakikat balonunu kaçırmış çocuk gibi ağla dur rabbim böyle emretmiş ya dize gel ya kudur hayat bir zar içinde hayatı örten bir zar bana da hayat yeri bağlum köyünde mezar .
camekanlı odanın kızıl perdeleri var kızıl o ateş rengi kapanan gözlere sor perdeler bilezikler üstünde ilerliyor gerisinde güneşler kıvılcımlar yangınlar
mazgallı taş odanın siyah perdeleri var siyah otsuz dağların yüreği kadar siyah bir tokmak sedasıdır orda akşamla sabah dövülür mahzenlerde büyük tahta havanlar
sarmaşıklı odanın yeşil perdeleri var yeşil doğan göz gibi baharın ortasında öyle hisli bir duman yüzer ki havasında sanki orda buluşmuş ve ayrılmış aşıklar
titrek mumlar yanınca bu bir asırlık ağaç mehtapta orman gibi gizli yollarla dolu dedi yastığa dayan o cam gözlerini aç seyret çizgilerimlde neler geçti neler oldu
manalarla çizgiler içiçe bende hazır her şey her şey toz duman zamnın havanında arıyorsan tarihin hani kaybettiği sır çok eski bir konağın oymalı tavanında
bitmez
bilmezdim iş bütünde
bir ömür derdim bitmez
bir yuvarlak üstünde
git git giderdim bitmez
bir deli kafacıktım
sonsuzluğa acıktım
farzet denize çıktım
su biter derdim bitmez
bela
ne var ne var alemde
bela kadar çekici
örse benzer kellemde
belaların çekici
çiçeklik bana ateş
bana pınar kerbala
koynumdan çıkmayan eş
suyum ekmeğim bela
saat kaç
bir yürek bir yürek kutuda tık tık
korkarım saat kaç diye bakamam
son vapur kalkarken atlayamadık
kapılar kapandı vadeler tamam
ne oldu ne bitti anlayamadık
zamandaymış meğer zorlanmaz mantık
o her yaratığı yiyen yaratık
bense öz beynini dişleyen yamyam
hayat
rüzgardan açılsa kapım bir anda
kara haber gelmiş gibi ürkerim
sanki gemilerim battı ummanda
paramparça oldu gökte ülkerim
ne acı kaybetmek için sahiplik
ölümlüyü sevmek ne korkulu iş
hayat mı püf desen kopacak iplik
çıkmaz sokaklarda varılmaz gidiş
rüya
uzun bir uykudan kalkıp bir sabah
baktım ki yepyeni odamda eşya
çocukluk evim bu değildi..eyvah
gördüğüm değildi bildiğim dünya
ellerim bir kanat gibi titrekti
tutmasam gözümden yaş inecekti
bir şey beni dürtüp aynaya çekti
ondaydı gecenin esrarı guya
sordum etrafıma ne oldu ne var
nedir suratımda bu çukur yollar
sanki yaşamaya güvenim kadar
büyük bir şey çaldı benden o rüya
bu yağmur
bu yağmur bu yağmur bu kıldan ince
nefesten yumuşak yağan bu yağmur
bu yağmur bu yağmur bir gün dinince
aynalar yüzümü tanımaz olur
bu yağmur kanımı boğan bir iplik
tenimde acısız yatan bir bıçak
bu yağmur yerde taş ve bende kemik
dayandıkça çisil çisil yağacak
bu yağmur delilik vehminden üstün
karanlık kovulmaz düşüncelerden
cinlerin beynimde yaptığı düğün
sulardan seslerden ve gecelerden
azap
azap saçlarıma ak
yüzüme çizgi serdi
ruhumu çırıl çıplak
soyup çarmıha gerdi
bağrım çizgi çizgi kan
beni seyretti hayran
bir kadın oldu o an
kendini bana verdi
40 derece
dizilirler ayakta
anne baba ve kardeş
hayal uzak uzakta
eder fillerle güreş
başından kayar yastık
nura döner karanlık
sırlar çözülür artık
kırka çıkınca ateş
sayıklama
kedim ayak ucuma büzülmüş uyumakta
iplik iplik sarıyor sükutu bir yumakta
hırıl hırıl
hırıl hırıl
bir göz gibi süzüyor beni camlardan gece
dönüyor etrafımda bir sürü kambur cüce
fırıl fırıl
fırıl fırıl
söndürün lambaları uzaklara gideyim
nurdan bir şehir gibi ruhumu seyredeyim
pırıl pırıl
pırıl pırıl
sussun sussun uzakta ölümüme ağlayan
gencim ölmem arzular kanımda bir çağlayan
şırıl şırıl
şırıl şırıl
ne olurdu bir kadın elleri avucumda
bahsetse yaşamanın tadından başucumda
mırıl mırıl
mırıl mırıl
saat 12
çın çın on iki hece
çaldı bir eski saat
on ikide her gece
bana diyor ki saat
dün bugün yarın siz biz
bu yayın içindeyiz
onu yüz yıl sayın siz
ömür on iki saat
ağlayan çocuklar
kafesli evlerde ağlar çocuklar
odalarda akşam olurken henüz
o zaman gözümün önünde parlar
buruşuk buruşuk ağlayan bir yüz
ne vakit karanlık kaplarsa yeri
başlar çocukların büyük kederi
bakınır korkuyla dolu gözleri
ya artık bir daha olmazsa gündüz
gittikçe kesilir derken sedalar
gece bir siyah el gözümü bağlar
duyarım içime sığınmış ağlar
bir ufacık çocuk bir küçük öksüz
örümcek ağı
duvara bir titiz örümcek gibi
ince dertlerimle işledim bir ağ
ruhum gün doğunca sönecek gibi
şimdiden ediyor hayata veda
kalbim yırtılıyor her nefesinde
kulağım ruhumun kanat sesinde
eserim duvarın bir köşesinde
çıkamaz ğöğsümden başka bir seda
külhan yeri
yaklaştım hamamda külhan yerine
yaklaştıkça daha sıcak bölmeler
saplandı mı akıl bir kez derine
her an dirilmeler her an ölmeler
necipcik,necipcik dem çekiyor kuş
yokuşlar iniştir inişler yokuş
bir yokluk bir varlık ne değiş -tokuş
bir şu yan bir bu yan gidip gelmeler
halim
bilmem hangi alemden bu toprağa düşeli
yataklara serildim cam kırığı döşeli
kafam bir cenk meydanı kokusu kan ve barut
elindeyse düşünme gücün yeterse unut
takılıyor yerdeki gölgelere ayağım
sanki arz delinecek ve ben yutulacağım
bana yazmak düşüyor yangın görsem resimde
yaşıyorum zamanın koptuğu bir kesimde
alırken dilenciyim verirken de borçluyum
kalmadı eşya ile aramda hiçbir uyum
taş taş üstüne koysam bozuk diyorlar devir
bir ok çeksem diyorlar peşinden koş ve çevir
nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık
kimse edemez bana benim kadar düşmanlık
işte şüpheci aklı çatlatan korkunç nokta
o ki sonsuz var nasıl aranır dipsiz yok ta
olur ve olmaz her şey yokluk da O nun kulu
bu noktaya vardın mı el tutuk dil burkulu
Allah ı hakikate soran kafa ne sakat
hakikat de ne hakkın muradıdır hakikat
balonunu kaçırmış çocuk gibi ağla dur
rabbim böyle emretmiş ya dize gel ya kudur
hayat bir zar içinde hayatı örten bir zar
bana da hayat yeri bağlum köyünde mezar
.
zehir
çocukken haftalar bana asırdı
derken saat oldu derken saniye
ilk düşünce beni yokluk ısırdı
sonum yokluk olsa bu varlık niye
yokluk sen de yoksun bir var bir yoksun
insanoğlu kendi varından yoksun
gelsin beni yokluk akrebi soksun
bir zehir ki hayat özü faniye
gizli
azdırma rahat bırak içimdeki deliyi
ban sorma benimde bilmeiğim gizliyi
uykusuz baş
soğu ey terli kemik soğu ey yanık tuğla
fabrikam mühendisin kaçtı ya dur ya patla
kafa
kan pıhtısı takkeli saçları yoluk kafa
sende dır -tır bildiğin ne varsa kaldır rafa
ne arıyorum
an oluyor bir garip duyguya varıyorum
ben bu sefil dünyadaacep ne arıyorum
lodos
lodos rüzgarıdır bu tımarhane kafesi
günahkar ölülerin kezzap yüklü nefesi
zıpkın
zıpkın düşüncelerden kalbim iğne yastığı
çökecekmiş gibi yer ayağımın bastığı
medet
beni zaman bölüyor beni doğruyor adet
medet ey birin Bir i ey birin Bir i medet
koşu
hakikat değişiyor daha bitmeden cümle
koşuyorum yetişmek için bütün gücümle
ecel
yetişir boğuştuğum gece gündüz ecelle
Allah rahim ve rahman Allah azze ve celle
DEKOR
anneciğim
ak saçlı başını alıp eline
kara hülyalara dal anneciğim
o titrek kalbini bahtın yeline
bir ince tüy gibi sal anneciğim
sanma bir gün geçer karanlıklar
gecenin ardında yalnız gece var
çocuklar hıçkırır anneler ağlar
yaşlı gözlerinle kal anneciğim
gözlerinde aksi bir derin hiçin
kanadın yayılmış çırpınmak için
bu kış yolculuk var diyorsa için
beni de beraber al anneciğim
anneme
anne girdin düşüme
yorganın olsum duam
mezarında üşüme
anlamam anlatamam
düşen düştü peşime
artık vadeler tamam
bahçedeki ihtiyar
yıllar bir gözyaşı olup da kaymış
nurlu ihtiyarın yanaklarında
yapraktan saçını yerlere yaymış
sonbahar ağlıyor ayaklarında
süzüyor ufukta bir kızıl yeri
içi karanlıkla dolu gözleri
alnında akşamın ince kederi
sessizliğin sırrı dudaklarında
yanan bir kağıtta küçük bir satır
yazı gibi akşam onu karartır
artık o silinen bir hatıradır
bu ıssız bahçenin uzaklarında
odalarım
camekanlı odanın kızıl perdeleri var
kızıl o ateş rengi kapanan gözlere sor
perdeler bilezikler üstünde ilerliyor
gerisinde güneşler kıvılcımlar yangınlar
mazgallı taş odanın siyah perdeleri var
siyah otsuz dağların yüreği kadar siyah
bir tokmak sedasıdır orda akşamla sabah
dövülür mahzenlerde büyük tahta havanlar
sarmaşıklı odanın yeşil perdeleri var
yeşil doğan göz gibi baharın ortasında
öyle hisli bir duman yüzer ki havasında
sanki orda buluşmuş ve ayrılmış aşıklar
tavan
titrek mumlar yanınca bu bir asırlık ağaç
mehtapta orman gibi gizli yollarla dolu
dedi yastığa dayan o cam gözlerini aç
seyret çizgilerimlde neler geçti neler oldu
manalarla çizgiler içiçe bende hazır
her şey her şey toz duman zamnın havanında
arıyorsan tarihin hani kaybettiği sır
çok eski bir konağın oymalı tavanında