Kültür Sanat Edebiyat Şiir

charles darwin sizce ne demek, charles darwin size neyi çağrıştırıyor?

charles darwin terimi Burcu Smith tarafından tarihinde eklendi

  • Tuna Kafkas
    Tuna Kafkas

    https://pin.it/3gwT8dx

  • İmelda Cisil
    İmelda Cisil

    en hayran olunacak yani 'evrim' teorisinden baskalarinin uretmis oldugu hicbir ogretiye iltifat etmemis olmasidir. hayatinin sonuna kadar bu bilimsel yan-tutmazligini surdurdu. epistemolojik acidan onu bilim adamlari arasinda gercek bir 'aziz' sayabiliriz.

  • Aslı Artı
    Aslı Artı

    yaaa bu adama halaa inanan varmı? ? ?
    bu adam yıllar önce insanların maymun soyundan geldigine inandırmış bi kaç saf insanları hala da inanıyorlar nasıl yani ya insanlar maymun dan geliyse peki maymun nereden geldi oda karıncadan mı yoksa hadi yaa biri çıkmış buna inanıyorum demiş.... çoğu insanı inandırmış ama o kadar inanmak istiyorsanız'EVRİM ALDATMACASI 'kitaplarını bi okuyun bu kadar aptallık yeter zorla inandırıyorsunuz kendinizi 'LAMARCK ' da vardı ama yok oldu siz bişeylerin illa göz le görülecek diye kanııtlan masını istiyorsunuz işte bu olmuyor........... size tavsiye ettigim kitabıda bi okuyun 'YAZARI HARUN YAHYA' lütfen eger onlara inaıyorsanız inançınızı hiç bişey yıkmaz degilmi o zaman okumanız da hiç bişey kaybettirmez sizlere ve DARWIN cilere..................

  • Elif Şahin
    Elif Şahin

    ...YORUM?

    ...DARWİN İBN-İ MAYMUN HAKLI OLSAYDI EĞER? ? ?

    ...doğru olsaydı edisonlar yetişirdi?
    ...doğru olsaydı newtonlar yetişirdi?

    ...oysa ki,alamet-i kıyametlerden biriside cehaletin artması ilmin azalmasıdır? ? ?
    ...bu durumda darwin ibn-i maymun teorisinde yanılmıştır? ? ?

    ...cuma-yı kıyameti şeytan unutturmasın?

    ...2012 yaklaşıyor?

    ...12 inci imam muhammed el mehdinin zuhuruda yaklaşıyor vesselam? ? ?

  • Erdem Ülkün
    Erdem Ülkün

    Şayet size gül dalından yaratıldığnız söylenseydi, hoşunuza gider,belki de bu kadar tepkili olmaz kabullenirdiniz.

  • Osman Aslan
    Osman Aslan

    Charles Darwin bir bilimadamıdır.. Darwinizm karşıtlığı ideolojik ve toptancı bir karşıtlıksa temelsizdir. Bilimsel karşı görüşleri ile karşıtlık söz konusu ise tartışma ve sorgulanmaya açık olmak gerekir..

  • Nusret Orhan
    Nusret Orhan

    Şükredin ki,
    Anne babanızı biliyorsunuz,
    atanızı tanıyorsunuz,
    ve insanın maymundan türediğini iddia eden topluluktan biri değilsiniz!

  • Mustafa Yıldırım
    Mustafa Yıldırım

    Eski rahip, amatör biyolog...

  • Berfin Aydın
    Berfin Aydın

    o 4 kromozomun mutasyonlar sonucu dna da olan değişmeler yanlış eşleşmeler ve eksik kopyalanma sonucu eklenmiştir.bilim adamları canlıların hayatlarının su da başlayıp sonradan karaya ulaştıklarını savunurlar.tür içi çeşitlilik zamanla yaygınlaşan mutasyonlar sonucu dna da değişmeler oluşur.bu neden a türünden b türüne geçiş gerçekleşir.senn gibi bilim adamları işin benzerlik boyutuna bakmıyorlar tabii.nokta kadar bilginle bilim adamlarının görüşlerine meydan okumana şaşırdım doğrusu.cahillik hali bi başka oluyor tabii

  • Ali Özsoy
    Ali Özsoy

    Bugünkü savunulduğu şekliyle evrim teorisini ortaya atan kişi, amatör bir İngiliz doğabilimci olan Charles Robert Darwin'dir.

    Darwin hiçbir zaman gerçek bir biyoloji eğitimi almamıştı. Doğa ve canlılar konusunda sadece amatör bir ilgiye sahipti. Bu ilgisinin bir sonucu olarak, 1832 yılında İngiltere'den yola çıkan ve beş yıl boyunca dünyanın farklı bölgelerini gezen H.M.S. Beagle adlı resmi keşif gemisinde gönüllü olarak yer aldı. Darwin, bu gezi sırasında gördüğü farklı canlı türlerinden, özellikle de Galapagos Adalarında gördüğü farklı ispinoz türlerinden çok etkilenmişti. Bu kuşların gagalarındaki farkların, çevreye uyum sağlamalarından kaynaklandığını düşündü. Bu düşünceden hareketle canlılardaki bütün çeşitliliğin kökeninde 'çevreye uyum' kavramının olduğunu varsaydı. Darwin bu varsayımı ile bilimsel gerçekleri göz ardı ederek, canlı türlerini Allah'ın yarattığı gerçeğine karşı çıkmış ve canlıların ortak bir atadan gelerek, doğa şartları sonucunda birbirlerinden farklılaştıklarını öne sürmüştü.

    Darwin'in bu varsayımı hiçbir bilimsel bulgu ya da deneye dayanmıyordu. Ancak Darwin, dönemin ünlü materyalist biyologlarından aldığı destek ve teşviklerle, bu varsayımlarını zamanla iddialı bir teori haline getirdi. Bu teoriye göre canlılar tek bir ilkel atadan geliyorlardı ama çok uzun bir süreç içinde küçük küçük değişimlere uğramışlar ve böylece farklılaşmışlardı. Ortama en iyi şekilde uyum sağlayanlar özelliklerini gelecek nesillere aktarıyor, böylece bu yararlı değişimler zamanla birikerek bireyi, atalarından tamamen farklı bir canlıya dönüştürüyordu. (Bu 'yararlı değişimler'in kökeninin ne olduğu ise meçhuldü.) Darwin'e göre insan da, bu hayali mekanizmanın en gelişmiş ürünüydü.

    Darwin hayal gücünde canlandırdığı bu mekanizmaya 'doğal seleksiyonla evrim' adını verdi. Artık, 'türlerin kökeni'ni bulduğunu düşünüyordu: Bir türün kökeni başka bir türdü. Sonunda bu fikirlerini 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabında açıkladı.

    Darwin teorisini 'doğal seleksiyon' kavramı üzerine kurmuştu. Doğal seleksiyon, doğadaki yaşam mücadelesinde, güçlü veya ortamın şartlarına uygun olan canlıların hayatta kalması anlamına gelir. Darwin'in teorisini ortaya koyduğu kitabının başlığında bile vurgulanan iddia budur: Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla.

    Darwin'in temelsiz mantığı şöyledir:

    Bir canlı türü içinde doğal ve rastlantısal farklılıklar olmaktadır. Örneğin bazı inekler daha büyük, bazıları daha koyu renklidir. Bu değişikliklerin hangisi avantajlı ise, o özellik doğal seleksiyon vasıtasıyla seçilecektir. Böylece söz konusu avantajlı özellik, o hayvan topluluğuna hakim hale gelecektir. Bu özelliklerin uzun zaman içinde birikmesiyle de, ortaya yeni bir tür çıkacaktır.

    Ancak Darwin'in ortaya attığı bu 'doğal seleksiyonla evrim' teorisi, daha ilk aşamada en temel soruları cevapsız bırakıyordu. Şayet canlılar Darwin'in iddia ettiği gibi kademe kademe evrimleşmiş olsalardı, bu durumda çok sayıda 'ara tür' yaşamış olmalıydı. Ancak fosil kayıtlarına bakıldığında bu teorik canlılardan -hayali ara geçiş formlarından- hiçbir eser yoktu. Darwin bu sorun üzerinde çok kafa yormuş ve sonuçta 'bu fosiller ileride bulunabilir' demek zorunda kalmıştı. Ancak aradan 150 yıl geçmesine rağmen umulan fosiller bulunamadı.

    Darwin, canlıların sahip oldukları göz, kulak, kanat gibi kompleks organları doğal seleksiyonla açıklama konusunda da çaresizlik içindeydi. Çünkü tek bir dokuları bile eksik olsa hiçbir işe yaramayacak olan bu organların, kademe kademe gelişmiş olduklarını savunmak imkansızdı.
    Nitekim Darwin, teorisiyle ilgili yaşadığı sıkıntıları Türlerin Kökeni adlı kitabında kendisi de belirtmek zorunda kalmıştı. Tüm bunların öncesinde, Darwin'in 'tüm canlıların ortak atası' dediği ilk canlı organizmanın nasıl oluştuğu konusu tam bir muammaydı. Çünkü cansız maddelerin, doğal süreçlerle canlı hale gelmesi mümkün değildi. İlerleyen bilim ve teknoloji ise çok kısa bir süre içinde Darwin'in ilkel bilim anlayışının ürünü olan teorisini temelinden yıktı.

    Darwinizm ve Irkçılık

    Günümüzdeki Darwinistlerin çoğu, aslında Darwin'in ırkçı olmadığını, ancak ırkçıların kendi görüşlerini desteklemek amacıyla Darwin'in fikirlerini taraflı olarak yorumladıklarını iddia ederler. Türlerin Kökeni kitabının alt başlığında yer alan 'Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla' ifadesinin ise sadece hayvanlar için kullanıldığını iddia ederler. Ancak bu iddiaların sahiplerinin gözardı ettikleri şey, Darwin'in İnsanın Türeyişi isimli kitabında, insan ırkları için söyledikleridir.

    Darwin'in bu kitapta ortaya koyduğu görüşlere göre, insan ırkları evrimin farklı basamaklarını temsil ediyordu ve bazı insan ırkları, diğer insanlara göre daha çok evrimleşmiş ve ilerlemişlerdi. Bazıları ise, neredeyse hala maymunlarla aynı düzeydeydi.

    Darwin, 'yaşam mücadelesi'nin insan ırkları arasında da geçerli olduğunu öne sürmüştü. 'Kayırılmış ırklar' bu mücadelede üstün geliyorlardı. Darwin'e göre kayırılmış ırklar, Avrupalı beyazlardı. Asyalı ya da Afrikalı ırklar ise, yaşam mücadelesinde geri kalmışlardı. Darwin daha da ileri giderek, bu ırkların dünya üzerindeki 'yaşam mücadelesi'ni yakın zamanda tamamen kaybederek yok olacaklarını ileri sürmüştü:


    Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları, vahşi ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte yandan insansı maymunlar da… kuşkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile en yakın akrabaları arasındaki boşluk daha da genişleyecek. Bu sayede ortada şu anki Avrupalı ırklardan bile daha medeni olan ırklar ve şu anki zencilerden, Avustralya yerlilerinden ve gorillerden bile daha geride olan babun türü maymunlar kalacaktır.

    Darwin, yine İnsanın Türeyişi isimli kitabının başka bir bölümünde, aşağı ırkların yok olmaları gerektiğini ve gelişmiş insanların onları yaşatmak ve korumak için çalışmalarının gereksiz olduğunu iddia etmiş ve bu durumu damızlık hayvan yetiştiricileri ile karşılaştırmıştı:

    Yabanıl insanların vücutça ve kafaca zayıf olanları eleniverir ve sağ kalanlar, çoğunlukla, gerçekten sağlıklı kimselerdir. Öte yandan biz uygar insanlar, elenme sürecini engellemek için elimizden geleni yaparız; geri zekalılar, sakatlar ve hastalar için bakımevleri kurarız; yoksulları koruma yasaları çıkarırız; tıp uzmanlarımız, her hastayı yaşatmak için en son ana dek bütün ustalıklarını gösterir… Böylece uygarlaşmış toplumların zayıf bireyleri kendi soylarını sürdürmektedir. Evcil hayvan yetiştiriciliği yapmış hiç kimse bunun insan ırkına büyük bir zarar vereceğinden kuşku duymaz.

    Üstteki alıntılarda görüldüğü gibi Darwin, Avustralya yerlilerini ve zencileri gorillerle aynı seviyede görmüş ve bu ırkların yok olacaklarını ileri sürmüştü. Diğer 'aşağı' gördüğü ırkların ise çoğalmalarının engellenmesi ve böylece bu ırkların yok edilmeleri gerektiğini savunmuştu. İşte günümüzde halen kalıntılarına rastladığımız ırkçı ve ayrımcı uygulamalar, Darwin tarafından bu şekilde onaylanmış ve meşrulaştırılmıştır.

    Darwin'in bu ırkçı fikirlerine göre 'medeni insana' düşen görev, bu evrimsel süreci biraz daha hızlandırmaktı. Bu durumda zaten yok olacak olan geri kalmış ırkların şimdiden yok edilmelerinin 'bilimsel' açıdan hiçbir sakıncası kalmamıştı!

    Darwin'in ırkçı yönü, birçok yazısında ve tespitlerinde de etkisini göstermiştir. Örneğin, 1871'de çıktığı uzun gezide gördüğü Tierre del Fuego'lu yerlileri tanımlarken de ırkçı ön yargılarını açıkça ortaya koymuştur. Yerlileri, 'çırılçıplak, boyalara batmış, yabanıl hayvanlar gibi ne yakalayabilirse yiyen, yönetimsiz, kendi kabileleri dışındakilere karşı acımasız, düşmanlarına işkence yapmaktan zevk alan, kanlı kurbanlar sunan, çocuklarını öldüren, eşlerine köle gibi davranan, ağır batıl inançlarla dolu' canlılar olarak tasvir etmişti. Oysa aynı bölgeyi, ondan on yıl önce gezen W.P. Snow isimli araştırmacı, aynı yerlileri 'güzel, güçlü, çocuklarına düşkün, bazı özgün el sanatlarına sahip, bazı eşyalarda özel mülkiyeti tanıyan, en yaşlı birkaç kadının otoritesini kabul etmiş' insanlar olarak anlatmıştı

    Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi Darwin tam bir ırkçıydı. Nitekim What Darwin Really Said (Darwin Gerçekte Ne Söyledi) kitabının yazarı Benjamin Farrington'ın ifadesiyle de, Darwin İnsanın Türeyişi kitabında 'insan ırkları arası eşitsizliğin apaçıklığı' hakkında birçok yorum yapmıştır.

    Ayrıca Darwin'in teorisinin Allah'ın varlığını inkar ediyor olması, insanın Allah'ın yarattığı bir varlık olduğu ve her insanın birbirbiriyle eşit olarak yaratıldığı gerçeğinin de gözardı edilmesine neden oldu. Bu da ırkçılığın yükselişini ve dünyada kabul görmesini hızlandıran etkenlerden biriydi. Amerikalı bilim adamı James Ferguson, yaratılışın reddedilmesinin ırkçılığın yükselişi ile doğrudan bağlantılı olduğunu şöyle açıklar:

    19. yüzyıl Avrupası'nda gelişen yeni antropoloji, insanın kökeni hakkındaki iki zıt düşünce ekolünün savaş alanı haline geldi. Bunların daha eski ve köklü olanı, 'tek kökenlilik'ti. Bu görüş, tüm insanoğlunun renk ve özellik farkı olmadan, doğrudan Adem'in soyundan geldiği ve Tanrı'nın tek bir fiili ile yaratıldığı inancına dayanıyordu. Ancak bu dönemde 'çok kökenlilik' olarak bilinen ve dini inanca karşı koyuştan doğan rakip bir teori (evrim teorisi) gelişti. Çok kökenlilik, farklı insan ırklarının farklı kökenleri olduğunu savunuyordu.'

    Hintli antropolog Lalita Vidyarthi, Darwin'in evrim teorisinin, ırkçılığı sosyal bilimlere nasıl kabul ettirdiğini şöyle açıklar:

    Darwin'in ortaya attığı 'en güçlülerin hayatta kalması' düşüncesi, insanoğlunun kültürel bir evrim sürecinden geçtiğine ve en üst kademenin Beyaz Adam'ın medeniyeti olduğuna inanan sosyal bilimciler tarafından coşkuyla karşılandı. Bunun bir sonucu olarak, 19. yüzyılın ikinci yarısındaki Batılı bilim adamlarının çok büyük bir kısmı ırkçılığı şiddetle benimsediler.

  • Selahattin Aykurt
    Selahattin Aykurt

    Türlerin Kökenine Yolculuk



    Darwin ve kuramı, 'Türlerin Kökeni'nin yazıldığı tarihten 140 yıl sonra bile tartışılıyor.

    [Sadece Kayitli Üyeler Linkleri Görebilir. Kayit Olmak Için Tiklayin]
    'Binyılın en büyük bilimsel gelişmesi hangisidir' sorusuna, olasılıkla farklı yanıtlar gelecektir: Bir ihtimalle Büyük Patlama, izafiyet, belki de kuvantum kuramı. Ancak, herkes Darwin'in 'evrim kuramı'nı bilir... Charles Darwin, getirdiği yeni bilimsel yaklaşımlar nedeniyle, evrim biliminin babası olarak nitelendiriliyor. Hatta, evrim sözcüğü çoğunlukla Darwin'le eşanlamlı kullanılıyor ve bu yüzden de darwincilik diye anılıyor. Darwin ve ona ait terimler, 'Türlerin Köke'ni' adlı kitabının yayımından bugüne geçen 140 yılı aşkın bir süreden beri, dünyanın en uzun bilimsel tartışmasını oluşturuyor.
    Charles Robert Darwin, 12 Şubat 1809'da, İngiltere'nin Shrewsburg kentinde dünyaya geldi. Çocukluk yıllarında, zamanının büyük bölümünü böcek, bitki, kuş yumurtası ve çakıltaşı toplamakla geçirdi. Bilime meraklıydı, babası doktor olmasını istediğinden, onu Edinburg Üniversitesi'ne gönderdi. Ancak, doktorluk Darwin'e göre bir meslek değildi. Bu sefer de, teoloji öğrenimi yapması için Cambridge Üniversitesi'ne yollandı. Okulu yeterli bir dereceyle tamamladı.
    İlginç bir biçimde, Darwin'i 'Türlerin Kökeni' adlı kitabı yazmaya yönlendiren kişi bir papazdı. Cambridge Üniversitesi botanik profesörü John Stevens Henslow'un bilimsel çalışmaları, Darwin'in zooloji ve botaniğe merak salmasına öncülük etti. Zamanının çoğunu, Henslow'la birlikte araziye çıkıp kınkanatlı böcekleri toplamakla geçiriyordu.
    Bu arada, İngiliz gemisi HMS Beagle, bilimsel araştırmalar yapmak üzere, Güney Amerika'yı yakından tanıyan kaptan Robert Fitzroy'un yönetiminde, dünya turu yapmak için sefere hazırlanıyordu. Başta, yolculuğun iki yıl süreceği düşünülüyordu; ama, beş yılda tamamlandı. Kaptan, yanında jeolojik yapıyı gözlemesi için iyi yetişmiş bir doğabilimcisini de götürmek istiyordu. Darwin, babasının itirazına karşın, Henslow'un çabalarıyla bu geziye çıkmayı kabul etti. 27 Aralık 1831'de, 22 yaşındaki Darwin, Devenport limanından denize açıldı.
    Yanına pek çok kitap almıştı. Bunlardan biri de, Henslow'un salık verdiği, İskoç bilim adamı Charles Lyell'in yazdığı 'Jeolojinin İlkeleri' (Principles of Geology) başlıklı kitabın birinci cildiydi. Kitapta, dünya yüzünün devamlı değişme fikri işleniyordu ve Darwin bundan büyük ölçüde etkilendi. Lyell'in kitabı ona, gününün dünyası ile geçmiş arasında ilişki kurulabileceğini gösterdi. Dahası, dünyanın geçmişi çok eskilere uzanıyordu. İşte bu kavramlar, Darwin'in evrim kuramının kaynağını oluşturdu.
    Güney Amerika'daki yolculuğu, bilim adamına birtakım anahtar göstergeler de sundu. Kıyılarda yol alırken, türlerin çevre etkisiyle nasıl değişikliğe uğradığını saptadı. Patagonya'da, Arjantin pampalarındaki büyük devekuşlarının, yerini daha küçük olanlara bıraktığına tanık oldu. O zaman, bu kuşların ortak bir atadan geldiğini ve coğrafi ayrılmalara bağlı olarak birbirinden farklılaştığını varsaydı. Galapagos Adaları'na ulaştığında, ilk bakışta çok ıssız görünen bu adalarda, evrimsel uyuma çok iyi bir örnek oluşturan birçok canlı buldu. Bu hayvanlar, Güney Amerika’dakilere benziyordu, ancak onlardan belirli derecelerde farklılaşmışlardı.
    Her adada, diğer adalara uçarak ulaşamayan, bir çeşit ispinoz kuşu yaşıyordu. Her kuş, bulunduğu adaya uyum sağlamıştı. Bu, 'uyumsal açılım' adı verilen evrimsel kurala en iyi örneklerden biri. Yine dev kaplumbağaları, iguanaları inceleyerek, her türün birinden diğerine evrimle farklılaştığını kaleme aldı.
    1836 yılında İngiltere'ye döndüğünde, elindeki malzemeler bir kitap yazmak için yeterli değildi. Ancak yine de, türlerin standart görünümlerine ilişkin birtakım soruları sormaya başladı. Güvercin yetiştiricilerini ziyaret ederek, onların ayıklanma (seçilim) yoluyla nasıl yeni özellikler elde ettiklerini öğrendi. Örneğin, yapay ayıklanma yöntemiyle birkaç döl sonra büyük kuyruklu güvercinler elde ediliyordu.
    [Sadece Kayitli Üyeler Linkleri Görebilir. Kayit Olmak Için Tiklayin] Charles Robert Darwin Darwin, evrimle ilgili açıklayamadığı bir işleyişi, Thomas Malthus'un 1798 yılında yazdığı 'Nüfusun Kuralları Üzerine bir Deneme' (An Essay on the Principles of Population) adlı makalesini okurken çözdü. Makale, türlerin sayısını sabit tutacak düzeyden çok, daha fazla üreyebilme yeteneğini savunuyordu ve kavramı insana uygulamıştı. Darwin, bundan hareketle türlerin gerekenden fazla ürediklerini, aralarında başarılı olan varyasyonların uyum sağlayarak ayakta kaldıklarını açıkladı. Bunlar, gelecek için seçeneklerin doğmasını sağlıyordu.
    1858'de, doğabilimci Alfred Russel Wallace'tan bir yayın taslağı aldı. Bu kısa makalede de, Darwin'in uzun yıllar sonra ulaştığı sonuç, yani canlıların yavaş yavaş değişme kavramı açıklanıyordu. Sonraları çok sıkı dost olan iki bilim adamı, araştırmalarını yayımlatmaya karar verdiler. 24 Kasım 1859'da, 'Doğal Ayıklanma ile Türlerin Kökeni' ya da kısa adıyla 'Türlerin Kökeni' (Origin of Species) adlı kitap 1.250 adet basıldı. Bu kitapta, tüm organizmaların gereğinden fazla yavru meydana getirme yeteneğine sahip olduğunu; ancak, elenenlerle nüfusta denge sağlandığını belirtti. İkinci olarak, bir türün içerisindeki bireylerin, kalıtsal özellikler bakımından farklı olduğu gerçeğini anlattı. Bu gerçeklerden hareketle, yavruların hayatta kalması için yaşam kavgası vermek zorunda olduğunu, çevreye uyum sağlayan türlerin yaşamına devam ettiğini, veremeyenlerinse ortadan kalktığını, istenen özelliklerin de kalıtsal olarak gelecek döllere aktarıldığını ve türlerin özelliklerinin seçiminin her bölge ve koşulda farklı olması gerektiğini varsaydı.
    Bilimsel çevrelerde büyük yankı uyandıran kitap, saldırılarla da karşılaştı. Aslında kitabında Tanrısal bir yaratılış fikrini benimsediğini belirtmişti. Ona göre, tanrı tarafından ruh verilmiş bir ya da pek az basit formdan, dünyada var olan fiziki güçlerle çeşitlenmeler ortaya çıkmış ve çok sayıda mükemmel, güzel yaratıklar oluşmuştu.
    Darwin, tüm tepkilere rağmen araştırmalarını sürdürdü ve insan evrimi konusundaki görüşlerini saklamanın gereksiz olduğuna karar vererek, 1867' de, 'İnsan Soyunun Türemesi ve Cinsiyetine Bağlı Ayıklanma' (The Descent of Man and Selection in Relation to ***) kitabını yayımladı. Burada, insanın diğer memelilerden morfolojik, fizyolojik ve psikolojik bakımdan farklı olmadığını savunuyordu. Çünkü insan da evrim yasalarına bağlıydı. Bu kitapta aynı zamanda eşeysel ayıklanma kavramı da açıklanıyordu.
    Biyolojideki yeni gelişmeler, genetik bilimi, özellikle kalıtım konusundaki bilgi birikimi, Darwin'in varsayımını özü itibariyle destekliyor. 19 Nisan 1882'de hayata gözlerini yuman Darwin'in 'Türlerin Kökeni' adlı eseri, bilim tarihinin en önemli eserlerinden. Darwin'in mezarı, tarihe adını yazdırmış kişilerin gömüldüğü Westminister Manastırı'nda bulunuyor.

    [Sadece Kayitli Üyeler Linkleri Görebilir. Kayit Olmak Için Tiklayin] Darwin, Galapagos Adaları'ndaki kaplumbağaların hızını ölçüyor Evrim kuramı, son zamanlarda ciddi eleştirilere hedef oluyor. Hatta bazılarına göre, binyılın en önemli yapıtlarından biri olan 'Türlerin Kökeni' çökmek üzere. Bu saldırılara geçmeden önce, ilk basımı 1859 tarihinde yapılan bu bilimsel eserin ana tezlerini bir kez daha hızlı bir biçimde anımsayalım.
    Bu eserinde, Darwin'in en büyük fikri, 'doğal ayıklanma' kavramıydı. Evrim kuramında 'doğal ayıklanma', türlerin değişimini yönlendiren tek değilse bile, temel etkendi. Darwin, bu görüşe bir çıkarsamadan ve bir gözlemden yola çıkarak ulaşmıştı. Çıkarsamasının temelinde, dönemin havası egemendi. 19. yüzyıl başlarında insanlık 'ilerleme' hareketinin peşine düşmüştü. İşte Darwin, pozitivistlerin öncüsü olduğu bu 'ilerleme' kavramını, toplumsal ve ekonomik boyuttan alıp doğaya taşımıştı. Ona göre türler, içinde yaşadıkları ortamdan her zaman daha iyi bir ortama uyum sağlama eğilimi içindeydiler.
    Darwin'in gözlemi ise, doğadaki olağanüstü çeşitlilikti. O, bunu Beagle adlı tekneyle yaptığı dünya turunda, özellikle de Galapagos Adaları'ndaki ispinoz kuşları üstündeki çalışmalarında edinmişti. Nitekim bu kuşlar, günümüzde Darwin ispinozları olarak adlandırılıyor. Darwin'in dikkatini, bu kuşlardaki beslenme ihtiyacından kaynaklanan çok farklı gaga yapıları çekmişti. Bu arada, çeşitli ihtiyaçlar için yetiştiricilerin geliştirdiği 'yapay ayıklanma' ürünü güvercin türlerini de gözlemleyen Darwin, onlardan farklı olarak 'doğal ayıklanma' hipotezini geliştirdi: Bu ayıklanma, yetiştiricilerin fantezilerinden değil, ortama uyum sağlama gereksinmesinden kaynaklanıyordu.

    [Sadece Kayitli Üyeler Linkleri Görebilir. Kayit Olmak Için Tiklayin] Darwin'in yola çıktığı 'HMS Beagle' gemisi Peki bu mekanizma nasıl çalışıyordu? Türler arasındaki mücadele ve fizik koşullar, uygun değişikliklerin korunmasını, ötekilerin de yok olmasını getiriyordu. Başka bir deyişle, ortama en iyi uyum gösteren ayakta kalıyordu. Tabii bu noktada hemen şu sorular gündeme geliyordu: Doğal ayıklanmanın gerçekleştiği değişimlerin doğası neydi? Bunlar nasıl ortaya çıkıyordu ve nasıl aktarılıyordu? Darwin, bu konuda çağdaşları gibi çok açık fikirlere sahip değildi. Hemen hatırlatalım ki, Mendel ünlü yasalarını, 'Türlerin Kökeni'nin yayımlanmasından 6 yıl sonra formülleştirmiş; ama çalışmaları, ne yazık ki 1900 yılına kadar tamamen göz ardı edilmişti.
    Darwin, bu değişimlerin esas olarak kendiliğinden ve rastlantısal olduğunu düşünüyordu. Ama bu arada, çevrenin kendisinin de yeni uyumları gerektiren değişimleri zorlayabileceğini ve bunların, kullanım ilkesine bağlı olduğunu da kabul ediyordu. Ona göre bir organ, eğer gerekliyse, artan derecede güçlenip gelişecek, ama bir şeye yaramadığı zaman da yok oluncaya kadar da gerileyecekti. Bu konuda, Fransız doğabilimci Lamarck'ın 'zürafanın boynu' örneğini esas alıyordu. Bu hayvanın boynu, akasya ağacının yüksek dallarındaki yaprakları yemek için evrim geçirerek bugünkü uzun konumunu almıştı. Her kuşakta kazanılan değişimler, bir sonraki kuşağa iletiliyordu. Bu mekanizmaya Lamarck 'kazanılan karakterlerin kalıtımı' adı vermişti. Kalıtım kuramında Darwin, kesin bir biçimde Lamarck'ı izliyordu.
    Ne var ki, Darwin’in çağdaş izleyicileri yenidarwinciler, Lamarck’ın 'kazanılmış karakterlerin kalıtımı' kuramını kabul etmiyorlar. Onlara göre, Darwin'de değişiklikler kendiliğinden ya da rastlantısaldı; ama, bunların ayıklanmasında ana belirleyici 'doğal ayıklanma' kavramıydı. Ancak 80'li yıllarda yapılan bazı deneyler, tamamen olumsuz bir ortamın, çevrenin etkisiyle, normalin üstünde, daha yüksek bir oranda mutasyonlara yol açabileceğini gösterdi. Bunun en somut kanıtı, 'Escherichia coli' adlı bakteriydi. Normalde enerji kaynağı olarak süt şekerini (laktoz) kullanamayan bu bakteri, sadece laktoz sağlayan bir ortamda büyümeyi ve çoğalmayı başarabiliyordu. Yine bazı genlerin, anne ve babadan miras kaldığından farklı olduğunu, bugün bilim kanıtlamış durumda. Yani doğada, Lamarck'ın iddia ettiği gibi bir 'kazanılmış karakterlerin kalıtımı' söz konusu. Aslında, yenidarwinciler, bu kavrama tümden karşı çıkmıyorlar; ama, olayın yalnız kültürel kalıtımla sınırlı olduğunu söylüyorlar. Ve bunun, sadece 'ileri' primatlarda ve insanda görüldüğünü vurguluyorlar.
    Son yıllarda Darwin'e yöneltilen eleştirilerden biri de 'evrimin ritmi' konusunda. Bu akımın başını, 1972 yılında bir dizi omurgasız fosilini inceleyen ve 'amaca yönelik dengeler' (ponctual denge) kuramını geliştiren, iki Amerikalı bilim adamı, Niles Eldredge ile Stephen Jay Gould çekiyor. Darwin'e göre, türlerin dönüşümü aşamalı bir biçimde, küçük dönüşümlerin birikimiyle gerçekleşiyordu. Bu mantıktan hareket edince, belli bir zaman aralığının ayırdığı aynı fosil çizgisindeki iki tür arasında, kaçınılmaz olarak ara serilerin varlığı gerekiyordu. Aktarımın devamlılığı için bu şarttı. Yine Darwincilere göre, eğer bugün bu ara türlerin fosilleri yoksa, nedeni ya fosilleşmemiş olmaları ya da henüz keşfedilmemeleriydi. Yani, zincirin halkalarında boşluklar vardı. Kuşkusuz bu halkalardaki boşlukların en önemlisi, büyük maymunlarla insan arasında kalan türlere ilişkin örneklerdi.
    Amerikalı Eldregde ve Gould'a göre 'halka boşlukları' diye bir şey söz konusu değil... Onlar için, evrim sürecinde açık bir biçimde var olan bu boşluklar, aslında çok uzun denge dönemlerinden başka bir şey değil. Bu uzun denge dö-nemlerinde, söz konusu olan bir grup tür, anlamlıdeğişiklikler göstermiyor ve yeni türlerin oluşumuna yol açmıyor. Bu uzun denge dönemleri içinde, amaca yönelik, yoğun türleşme dönemleri bulunuyor. Yoğun türleşme döneminin uzunluğu, 5 ile 50 bin yıl arasında değişirken, uzun denge dönemleri birkaç milyon yıla yayılıyor.
    Amaca yönelik dengeler kuramı, darwinciliğe 'yok oluş kuramı' alanında da bir darbe indiriyor. Eldredge ve Gould'a göre, yok oluş dönemleri de tıpkı tür-leşme dönemleri gibi ani, hızlı ve yoğun bir özellik gösteriyor. Tıpkı dinozorların yok olması gibi... Yenidarwincilere göre ise, yok oluşu belirleyen, türler arasındaki rekabet... En zor uyum gösteren elenirken, iyi uyum sağlayan varlı-ğını koruyor. Chicago Üniversitesi öğretim üyelerinden David Raup, yok oluş ile 'doğal ayıklanma' arasında hiçbir ilişki bulunmadığını savunuyor. Ona göre, bazı türler yanlış zamanda yanlış yerde oldukları için, o güne kadar çevrelerine mükemmel bir uyum gösterseler de yok oluyorlar. Ne var ki, bu konuda Darwin'i aşırı eleştirmemek gerekiyor. Çünkü, bir asteroit düşmesinin ya da yanardağ patlamasının Darwin'in kuramıyla tamamen çatıştığı söylenemez. Çünkü, bu olaylar son kertede çevrenin fizik kurallarını etkiliyor ve yeni oluşan koşullar, türlerin bazıları için duruma uyumu olanaksız kılıyor.
    Dengeci ponktüalistlerin eleştirisi, bugüne kadar Darwin'e yapılan saldırıların en sert olanı. Onlara göre, 'Türlerin Kökeni', sadece, ama sadece türlerin çevrelerine uyumunu açıklayan bir eser. Yeni türlerin yaratılışı ve yok oluşu konusunda kesinlikle yetersiz. Amerika'daki Santa Fe Enstitüsü'nden kuramsal biyoloji profesörü Stuart Kaufmann ise, eleştiriyi bir başka noktaya taşıyor ve Darwin'in, 'doğal ayıklanma, türlerin çevreye uyumunun sürekli bir biçimde ileri gitmesini garanti eder' çıkarmasının doğru olmadığını ileri sürüyor. Özellikle enformatik modeller, günümüzde durumun her zaman böyle gerçekleşmediğini gösteriyor.


    [Sadece Kayitli Üyeler Linkleri Görebilir. Kayit Olmak Için Tiklayin]
    'İnsan maymundan geliyor'... Darwin'in bu sözleri, o yıllarda büyük bir skandal yaratmıştı. Bugün, çok az sayıda insan bunun tersini düşünüyor. Ancak mesele bütünüyle açıklığa kavuşmuş değil. Özellikle bir soru hâlâ yanıtını arıyor: Maymundan insana geçiş nasıl gerçekleşti? Bu soruyu şöyle de sorabiliriz: İnsanın evrimi aşamalı bir biçimde mi, yoksa bir anda, aniden mi gerçekleşti? Ya da insan sürekli bir biçimde, çevresindeki değişikliklerin etkisiyle aşamalı bir biçimde mi ayağa kalktı, yoksa bir tramplenden atlar gibi, embriyon gelişimini etkileyen çok ani dönüşümlerin sonucu her şey bir anda mı gerçekleşti?
    Gelişme aşamalarıyla (fazlarıyla) ilgili uzunluk ve hız değişmelerinin, yeni türlerin doğmasında çok önemli bir etken olduğu tezi, 70'li yıllarda Harvard Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould tarafından yeniden gündeme getirilmişti. Son günlerde bir başka araştırmacı, Paris'teki Doğal Tarih Ulusal Müzesi paleontologlarından Anne Dambricourt Malasse, insan evriminin mekaniğinin geometrik bir modelini oluşturarak, bu kurama yeni bir soluk kazandırdı. Bazı uzmanlar, Malasse'ın çalışmalarının Yaratılış Kuramına temel oluşturduğunu ileri sürerken, bir başka grup, tamamen bilimsel bir özelliği olduğunu savunuyorlar.
    [Sadece Kayitli Üyeler Linkleri Görebilir. Kayit Olmak Için Tiklayin]
    Malasse çalışmalarını, çocuklardaki yüz ve altçene büyüme anormallikleri inceleyen ünlü ağızbilimci (stomatolog) Marie Josephe Deshayes'ın araştırma sonuçlarına dayandırıyor. Yüz ve ağız ortopedisi uzmanları, bu bölgelerin gelişiminde sık sık anormallikler saptıyorlar. Boynu yüze bağlayan altkafatasındaki büyüme sorunlarından kaynaklanan bu anormallikler iki büyük kategoriye ayrılıyor: Altçene gerilediği için, omuriliğin içinden geçtiği artkafa boşluğu yukarıda kalıyor ya da altçene çok öne çıktığı için, boyun ve boğaz çok fazla ön tarafta bir konum alıyor. Birincisinde, yüzün dikey ve yatay büyümesinde yetersizlik söz konusuyken, ikincisinde yüz, çok dikey bir biçimde büyüyor.
    Peki ama, embriyon ya da çocuk büyümesiyle insan evrimi arasındaki ilişki ne? Geçen yüzyılda geliştirilen bir ilkeye göre, ontojeni (bireyoluş; embriyonun ve çocuğun yetişkinlik dönemine kadar olan gelişimi) ile filojeni (soyoluş; türler arasındaki akrabalık ilişkileri) arasında bir paralellik var. İşte bu ilkeden hareket eden Malasse, çocuklar üstünde gerçekleştirilen gözlemleri, 1952'de paleontolog Robert Gudin tarafından geliştirilen geometri öğelerini kullanarak, primatlardaki kafatası temelinin evrimine uyarladı. Gudin, profilden görülen kafatası örneğinde, kafatasının tabanıyla yanlarını birer çizgiyle birbirine bağlamıştı. Böylece 'pantograf' adı verilen bir geometrik şekil elde etmişti. Embriyonun gelişimi boyunca bu pantograf, kafatası ve yüz kemiklerinin kasılıp açılması sonucu dönüşüme uğruyor ve sonunda, Homo sapiens türüne özgü bir denge durumuna geliyordu. Bu denge durumu, gerçek anlamda bir ontojenik bellekti ve insan, insan olduğundan, yani tam 120.000 yıldan beri bütün insanlarda tekrarlanıyordu. Evrimimiz boyunca sıralanan her tür, kendi karakteristik denge durumuna (pantografına) sahipti.

    [Sadece Kayitli Üyeler Linkleri Görebilir. Kayit Olmak Için Tiklayin]
    Malassea göre, çocuklardaki güncel dengesizlikler, söz konusu dengenin şimdiye kadar gözlenen korelasyonlarının kopma noktasına geldiğini gösteriyor. Öte yandan diş ve çene ortopedisi, normal bir gelişimin, dengesizliğe girip farklı bir yönde evrim gösterebileceği dönemlerin varlığını kabul ediyor. Malasse bunlara 'dinamik pencereler' (dynamic windows) adını veriyor ve evrimimiz sırasında da böyle 'dinamik pencereler'in var olabileceğini söylüyor. Sonuçlar, kafatası ve yüz kemiklerindeki 5 kasılıp açılmanın, bizi ilk primatlardan ayırdığını gösteriyor. Kafatası gelişimindeki değişikliklerden her biri, bütün embriyojenezi tamamen yeniden yapılandırabiliyor. Örneğin, bipedi rahatsızlığı, bu kasılmaların bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Oysa bu kasılmalar, kesinlikle yeni bir çevreye uyumun ürünü değil.
    İnsan çizgisinin çeşitli türleri arasındaki zincir o denli fazla alt üst olmuş değil. Homo habilis, ergaster, rudolfensis, erectus; hatta neardertaller, aynı pantografa ve denge durumuna sahipler. Bütün bunlar, aslında bir grup oluşturuyor ve Malasse, bunlara 'ilkel insanlar' adını veriyor. Sadece modern insan, 'sapiens' türünün sahip olduğu pantografın aynısına sahip. İşte bu nedenle, insanın var oluşunu sapiens türü ile özdeşleştiriyor.
    Peki bütün bu açıklamalarda Darwin nerede? Malasse, 'Kesinlikle uyum mantığı üzerine kurulu bir kuramı kabul edemeyiz' diyor. Ona göre tesadüf ve doğal ayıklanma, kuşkusuz bir rol oynuyor; ama, kesinlikle bir maymunu Homo australopithecus yapmıyor. Hemen şu soruyu ekliyor: 'Her türün kendisine özgü olan embriyon belleği nereye kayıtlı? DNA'ya mı, hücrelere mi, yoksa hücreler arasındaki interaktif ilişkilere mi? ' Bunun yanıtını henüz bilmediğimizi söylüyor. Ama ona göre bir tek şey kesin: Günümüzde evrim mekanizmalarına ilişkin söylenenlerin hemen tümü büyük bir dönüşüm sürecinde... Eğer yukarıdaki sorunun yanıtı bulunursa, darwinciliğin günleri sayılı demektir.


    [Sadece Kayitli Üyeler Linkleri Görebilir. Kayit Olmak Için Tiklayin] 'Doğal Ayıklanma', Hitler'in elinde öldürücü bir silaha dönüştü. Darwin kuramı, 1859 yılında yayımlandığı tarihten hemen sonra, bir anda birbirine tamamen zıt ideolojilerin çekim merkezi haline dönüştü. Aslında buna o kadar da şaşmamak gerekir. Toplumsal ve ekonomik eylemin temeli olarak mücadele, o günlerde çok yaygındı. Nitekim Karl Marx ve Friderich Engels, 'Türlerin Kökeni' eserinin satır aralarında, toplumların tarihsel değişiminin ipuçlarını yakaladıklarını düşünüyorlardı. Onlar, sadece doğadaki var olma mücadelesini sınıf mücadelesine dönüştürmekle yetindiler.
    Darwin'in düşünceleri, marksizmden tamamen uzak bir başka ideoloji için de çok elverişli zemin hazırlamıştı. Üstün ırk hayali peşinde koşanların elinde, artık ciddi bir silah vardı. Bu konuda ilk adımı, Darwin'in kuzeni İngiliz antropolog Francis Galton (1822-1911) attı. Darwin'in eserinde yakaladığı İngilizce 'eugenics' kelimesinden hareket ederek, öjenizm (soyarıtımcılık) akımını başlattı. Ona göre, öjenizm iki ana biyolojik kuram çevresinde biçimleniyordu: Evrim ve kalıtım kuramları... Evrim konusunda Darwin'in 'doğal ayıklanma' kavramını benimsemişlerdi. Bireyler ve topluluklar arasındaki rekabet, ayakta kalacak olanı belirleyecekti. Ne var ki, evrim kuramının yorumunda 'soyarıtımcılar' ikiye ayrılmışlardı. İngiliz doğabilimci ve sosyalist Alfred Wallace ile Alman biyoloji uzmanı Ernst Haeckel 'pasif' bir ırkçılığın sözcülüğünü yapıyorlardı. Onlara göre, 'doğal ayıklanma' insanı, özellikle de beyinsel ve etik yeteneklerini etkiliyordu. Bu duruma kesinlikle müdahale etmeye gerek yoktu. İlerlemeye olan genel eğilim ve toplumların yetkinleşmesi, kaçınılmaz biçimde 'ilkel' olanları eleyecek, 'ileri' unsurların varlığını koruyacaktı. Bu süreç, yine kaçınılmaz olarak 'beyaz ırkın' üstünlüğüyle sonuçlanacaktı.

    [Sadece Kayitli Üyeler Linkleri Görebilir. Kayit Olmak Için Tiklayin] Antropometre, insan vücudunu bir çizgilere indirgiyor ve bu çizgilerle ırkları ayrıştırıyor Bu pasif ırkçılığı önerenlere, Francis Galton ve gazeteci William Greg 'aktif ırkçılık' ile karşılık veriyorlardı. Onlara göre, 'doğal ayıklanma'nın toplumlardaki en 'ilkel' unsurları eleyip, 'ileri' unsurları korumasını beklemek yeterli değildi. Bu anlamda, 'evrim kuramı'na, gelişmiş toplumlarda fazla güvenilemezdi. Çünkü gelişmiş toplumlar, özellikle tıp bilimindeki kazanımlar ve insanlarda artan iyilik yapma duygusu nedeniyle yozlaşma içindeydiler. 1868 yılında İngiliz gazeteci William Greg, gelişmiş İngiliz toplumunda soyluların yozlaştığını, fakirleşip yoksullaştığını, buna karşın, daha üretken ve daha ileri bir güç olan orta sınıfın çok az çocuk yaptığını yazıyordu. Bu durumda, 'doğal ayıklanma' sürecine dışarıdan müdahale gerekiyordu. Tabii 'ilkel' olanları bir biçimde safdışı ederek...
    Öjenizmin bir ayağını Darwin kuramı, ikincisini ise Mendel'in genetik kuramı oluşturuyordu. Mendel'e göre genetik miras, kuşaktan kuşağa sadece cinsel hücreler aracılığıyla aktarılıyordu. Kazanılmış karakterlerin mirasını reddeden bu köktenci yaklaşım, ırkçılığın elinde hastalıkları, özellikle de beyinsel hastalıkları, toplumsal handikapları ve suçluluğu açıklayan bir araca dönüşmüştü.
    Peki ama bütün bu suçlamalar karşısında Darwin kendisini nasıl savundu? Önceleri yapacağı bir şey yoktu. Çünkü, 'Türlerin Kökeni' eserinde Darwin insandan hiç söz etmemişti. Ancak 1871 yılında yayımladığı 'İnsan Soyunun Türemesi' başlıklı yapıtında, öjenizme bilimsel ve ahlaki açıdan karşı olduğunu açık bir biçimde ifade etti. Yoksul sınıfların hızla artan nüfusunun bir tehlike oluşturmadığını söyledi. Çünkü, bu sınıf içinde ölüm oranı da yüksekti. Bu noktadan yola çıkan Darwin, herhangi bir biçimde doğumların kontrolünü öngören toplumsal programlara da karşı çıktı. Ve son olarak sempati ve merhamet gibi kavramların 'doğal ayıklanma'nın sonuçları olduğunu, toplumsallaşmanın temelini oluşturdukları için de gerekli olduğunu söyledi. Kuşkusuz bütün bunlar, öjenizmin temellerini Darwin kuramının üstüne inşa ettiği gerçeğini değiştirmedi.

    Aşırılarda dolaşmak
    Öjenizm, süreç içinde çok değişik biçimler kazandı. Alfred Wallace, yaşamının sonlarına doğru, 'cinsel ayıklanma' tezini geliştirdi. Aslında bu kavram Darwin'de de vardı. Eserinde 'doğal ayıklanma' ile uyuşmayan bazı karakteristiklerin 'cinsel ayıklanma'dan kaynaklandığını belirtmişti. Wallace ise, 'cinsel ayıklanma' sürecinde, insan topluluklarının kalıtımsal özelliklerini iyileştirici bir nitelik görüyordu. Bu noktadan hareketle şu tezi ileri sürüyordu: 'Eşitlikçi bir toplumda, kadınlar bundan böyle kocalarını paraları için değil, fizik, entelektüel ve moral nitelikleri için seçeceklerdi.' İşte bu düşünce, daha sonra doğmakta olan feminizm hareketi tarafından açık bir biçimde benimsendi. Öyle ki, feministler 'cinsel ayıklanma'yı, öjenizmin kabul edilebilir tek biçimi olarak aldılar.
    Öjenizmin, tam bir asır önce 'Türlerin Kökeni' eserinde dile getirilen kuramlarla uzaktan yakından ilgisi yok. Günümüzde, artık sadece 'bireysel öjenizm' söz konusu. Yani, ailelerin normal çocuklar doğurma kaygısını ifade ediyor. Bu konu da Darwin'i hiç ilgilendirmeyen, bambaşka bir sorun...


    [Sadece Kayitli Üyeler Linkleri Görebilir. Kayit Olmak Için Tiklayin] Prof. Dr. Ali Demirsoy Prof. Dr. Ali Demirsoy'un yorumuyla Darwin ve evrim:

    'Darwin'in, temel ilkeler olarak kabul edilen hiçbir bulgusu, bugüne kadar aşındırılmış ya da tersi kanıtlanmış değildir. Örneğin, Darwin'in kurmuş olduğu 'Doğal Ayıklanma Yasası', kesinlikle güncelliğini ve bilimselliğini yitirmedi. Darwin'in ayrıca bir söylediği de şuydu, 'Fakir toplumlar istedikleri kadar çocuk yapsınlar, bunun çok büyük zararı olmaz; çünkü burada zaten ölüm oranı çok yüksek olacaktır ve ayıklanma fazladır.' Bence doğru da söylemiştir. Ama Darwin antibiyotiğin bulunacağını bilemezdi. Yani, bu kadar ilacın ve tıbbi gelişmenin, insan soyuna yapılacak müdahalelerin geleceğini bilemezdi. Dolayısıyla, bugün fazla çocuk yapan ailelerin çocukları da yaşamış oluyor. Böylece denge bozulmuş ve doğal ayıklanma önlenmiş oluyor. Tabii bir sürü hastalıklı, rahatsız ve zayıf olan birey, kalıtsal materyallerini gen havuzuna sokmuş oluyor. Darwin'in bu anlamdaki sözleri doğrudur ve sonradan yapay yollardan yapılan müdahaleler, ilke olarak doğaya terstir. Darwin doğal olayları işlemiştir; doğal olmayan olayları herhangi bir şekilde göz önüne almamıştır. Örneğin bir meteorun dünyaya çarpması, dünyada önemli bir deprem olayının gerçekleşmesi, yanardağların patlaması ya da insanın ürettiği doğadışı verilerle Darwin arasında ilişki kurulmaya çalışılması, Darwinizm'e körü körüne saldırıdan başka bir sonuç doğurmaz.
    Darwin'in en çok tartışılan sözlerinden biri de, gelişmemiş ırkların, eninde sonunda gelişmiş ırkların egemenliğine gireceğidir. Bu çok doğrudur ve bugün de geçerlidir. Nitekim Türkiye'nin, şu anda kendisinin koymadığı, zorlama bir sürü kuralı kabul etmesi, herkesin cebinde dolarların bulunması ve dolarla konuşmamız bile, uygarlık bakımından bizden ileride olan ülkelerin, Darwin anlamında egemenliğine girdiğimizin kanıtıdır.
    Darwin hatalar yapmış olabilir. Çünkü, dinler tarihine baktığımızda bile bir dolu yanlış ve eksiklikler görebiliyoruz. Bunların hepsi bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor ve bu Darwin için de geçerlidir. Ancak bu eksiklikler kuramın doğru ve geçerliliğini etkilemez.
    Yukarıda söylediklerimizin dışında, Darwin'in yaşadığı dönemde kıtaların kayması bilinmiyordu, mutasyonlar bilinmiyordu, kromozomlar bilinmiyordu, mayoz bölünme bilinmiyordu, sperm bilinmiyordu, yumurta bilinmiyordu, eşeysel üremenin kuralları bilinmiyordu, neredeyse hiçbir şey bilinmiyordu. Yalnız Darwin, doğayı gözlediği zaman, üstün olan ve uyum yapan bireylerin ayıklanmış olacağını gözledi. Biyolojide bu hiç değişmedi. Darwin'in belki açıklama tarzında bir eksiklik bulunabilir; ama, bu da dediğimiz gibi, bilgi eksikliğinden kaynaklanıyordu. Bugün biz bu kuramın ayrıntısına girdiğimizde şunu anlıyoruz; gerçekten de bireyler, olması gerektiğinden fazla sayıda yavru ya da kombinasyon meydana getiriyor. Örneğin bir insan, kuramsal olarak, yaşamı boyunca 70 trilyon çocuk meydana getirme şansına sahip. Üstelik bir kadınla bir erkek, hiçbir baz ya da nükleotik değişiklik ve mutasyon olmazsa, ancak 70 trilyon çocuk meydana getirdiğinde birbirinin aynısı olabiliyor.
    Bu sayı, aşağı organizasyonlu canlılarda çok daha fazla ve nedeni de, kuşkusuz 70 trilyon yaşasın diye değil. Bunlar arasında, gelecek kombinasyonlardan hangisi yeni ortama uyum sağlarsa, o ayıklansın diye... Canlıların ayakta kalmasının nedeni bu. Darwin bunu bilmeden, gözlem ve sezinleme yoluyla ortaya koymuştu. Modern biyoloji de Darwin'in bütün söylediklerini moleküler düzeyde kanıtlıyor.
    Biyolojinin dışında Darwin'in kuramı, toplumsal olaylarda da geçerli. Bugünkü bilgilerimize göre, dünya tarihinde kaybolmuş yüzlerce toplum ve kültürün bir zamanlar var olduğunu biliyoruz. Bunların temel çöküş nedeni, sosyal evrimlerini oluşturamamalarında yatıyor. Bilimsel atılımını yapmış olan, doğanın mekaniğini değiştirmeye kalkan toplumlar, giderek daha bir güçlenip ayakta kaldı ve diğerlerine egemen oldular.
    1950'den sonra DNA üzerinde yapılan çalışmalar, 2000 yılına geldiğimizde evrimi adım adım kanıtlamış durumda... Çünkü biz DNA'yı, yani temel harfleri bulduğumuzda, artık sorunu daha rahat olarak çö-zebiliyoruz. Örneğin, DNA'nın üzerindeki çeşitlenmelerin neden meydana geldiğini sorduğumuzda, Darwin'in Doğal Ayıklanma Yasası ile karşı karşıya gelmiş oluyoruz. Bir başka deyişle, DNA üzerinde çeşitlilik, Doğal Ayıklanma'ya tam ve gerçek bir temel oluşturuyor. Örneğin, siz herhangi bir solunum enzimini aldığınızda, aynı toplumda çok çeşitli farklılıkların olduğunu görüyorsunuz. İşte bu farklılığın olması, temelde evrimsel sürece bir taban hazırlıyor. Bunu doğanın bilinçli olarak getirmesi de mümkün değil. Çünkü bilinçli olsa, fazladan malzeme oluşturmasına gerek yok. Doğa 70 trilyon örneğinde olduğu gibi, niçin çok sayıda işe yaramayan bireyler üretsin?
    Gerçekte ise, doğanın mekaniğinde, tamamen rasgele ve yeni durumlara uyum yapabilecek çeşitli varyasyonlar meydana geliyor. Yani, önceden gideceği yeri öngörmüyor; daha temel bir anlatımla amaçlı değil. Ancak onların içerisinde hangisi yeterliyse, hangisi uyumluysa, hangisi başarılıysa, o doğal olarak ayıklanıyor. Bu nedenle, bir alabalık her defasında 1 milyon yumurta yapıyor, ancak bunların arasından 10 tanesi uyum yapmayı başarıp yaşayabiliyor. Bu geri kalan büyük miktarın varlığı, temelde doğa için bir savurganlık gibi görünüyor. Yani, siz bu işleyişi planlayan bir doğaüstü güce inanırsanız, düşünün ki, ancak binde birinin kullanıldığı bir düzenin kurulmuş olduğuna inanmanız gerekiyor. Böyle bir mekanizma kolayca anlaşılacağı gibi verimli değil, ama doğanın mekanizması, yani Darwinizm açısından son derece düzgün bir mekanizma. Çünkü zayıf çoğunluk elenecek, uyum sağlayabilen hayatta kalacak. İşte temel çelişki burada yatmaktadır. Biyolojinin kendi içerisinde, düşünebilen bir mantığı yoktur, ama işle-yebilir bir mantığı vardır. Dolayısıyla, bizim geri kafalı dediğimiz tutucu kesim, biyolojik işleyişe bir doğaüstü mantık ve akılcı bir amaç sokmaya çalışır, ama öyle değildir. Mekanizmanın kendi içerisinde bir işleyiş mantığı vardır ve bu da düzensizlikler içerisinde kurulu bir düzen şeklinde işlemektedir. Kuşkusuz biyolojinin temeli de budur.
    2000 yılı bizim için çok önemli bir yıl. Bugüne kadar doğal evrime bıraktığımız canlı soyunu, bundan böyle insan soyu giderek yapay bir evrimle yönlendirmeye çalışacak. Bunun sakıncalı tarafları da var, verimli olacağı yanları da olacaktır. Üzerinde düşünülmesi gerekiyor... Şimdi yediğimiz domateslerden sebzelerden tutunuz da, adı yeni yeni duyulan meyvelere kadar, bunların hepsi yapay evrim ya da müdahalelerle ortaya çıkmış ırklar, türler ya da alttürlerdir. Bugün sadece yabani lahanadan, ayrı ayrı yenilebilir ve tür düzeyinde, 8 çeşit yeni ve görünüşleri farklı bitkiyi yapay yollarla oluşturabilmişiz. Bunların doğada ayrı yabani formları yok ve hepsi insanın bizzat ürettiği sebzeler. Örneğin brokkoli, marul, kara lahana, lahana gibi... Bunların doğal yollardan oluşması da mümkün, ama doğada bunlar uzun sürede meydana gelebilirler. Oysa, insan evrime müdahale edince, yeni ortaya çıkışlar kısa sürede, ama doğrudan insanın etkisiyle gerçekleşiyor.
    Biz artık yaşamımızı doğanın inisiyatifine ve uzun süren etkileşimine bırakamıyoruz. Bunun nedeni, eğer geçmişte insan soyu diğer canlıların bağlı olduğu kurallara uysaydı, yani 10 çocuk meydana getirip de, biri yaşasaydı, yapay evrime yönlenmemiş olacaktık. Ama doğanın işleyişine karşı çıkan bir sosyal yapıyı gerçekleştirdik.
    Bunun ortaya çıkmasıyla da, ister istemez çevremizi de aynı biçimde yapay olarak yönlendirmeye başladık. Bunun getireceği kazanımların yanında bir dolu sorunlar da olacaktır. Ancak bir kez başlamışız ve bırakabilmemiz mümkün değil. Önümüzdeki yıllarda insan soyunun bugüne kadar tahmin edemeyeceği son derece ilginç bir yol izlenecektir ve biyolojide yeni yeni canlı türleri ve yapay sistemler ortaya çıkacaktır. Bu kaçınılmazdır ve eğer insanlar gerçekten doğal yaşamak istiyorlarsa, en azından ilaç kullanmamaları gerekiyor. Örneğin hastalıklarda ilaç kullanmak, doğaya doğrudan doğruya bir müdahaledir. Çünkü doğanın kendisinde olmayan bir nesneyi sisteme sokmuş oluyorsunuz. Sonuçta gerçekçi olmak zorundayız ve Darwinizm'i eğer iyi öğretirsek, okullarımızda iyi k*****ırsak, 2000 yılından sonra olabilecekleri de insanlara çok iyi k*****mış olacağız. Yoksa, diğer gelişmiş toplumların zorunlu olarak gerisinde kalacağız. Darwinizm'e karşı olmak, gericilik, tutuculuk, Osmanlı Devleti örneğindeki gibi tarihte elenmiş bir sürü toplumun başına gelen yok oluşun, sizin başınıza da gelmesi anlamındadır. Nitekim ABD'deki Yüksek Mahkeme'nin orta eğitimde mecburen evrim öğretisinin verilmesi kararının arkasında, 1957 yılından itibaren Amerika'nın bilimsel olarak gerilemesinin etkisi çok büyüktür. Anlaşılmıştır ki, Amerika'da Darwinizm okutulmadığı için, bilimsel gelişim kendini sürdüremiyor. Dolayısıyla, Darwinizm'in içeriğinden küçük küçük parçalar alıp da, Darwin'in o çağda henüz bilmediği konulardan ona hücum edip, öğretiyi sözüm ona yıkma gibi bir saflığa düşmemek gerekiyor. Aksine onun mantığını kavrayıp, onu bütün sosyal gelişmelere de uygulamak gerekiyor.'YAŞASIN DARWİNİZİM DARVİNİST OLMAYAN HİÇ BİR İNSAN BİLİM ADAMI OLAMAZ! ! ! ! ! ! !



    PATİKAYOLU@MSN.COM
    HARAMİLER@MSN.COM
    KUZEYYOLU@PASSPORT.COM

  • Selahattin Aykurt
    Selahattin Aykurt

    Charles Darwin
    Charles Darwin


    Bilim tarihinin en önemli biyologlarından biri olan Darwin, bilim adamlarının gözünde türlerin evriminin gerçek olduğunu ilk defa kanıtlayan bilgindir; halkın gözündeyse? insan maymundan türemiştir? kuramının babası olmaya devam ediyor.

    Charles Darwin? in kuramı felsefi alanda büyük bir yankı uyandırdı, çünkü bu kuram insanın evrendeki yeriyle ilgili görüşü tamamen değiştirdi. Daha doğrusu Darwin, Kopernik? in üç yüzyıl önce başlattığı, insanın kozmostaki üstün konumuna son veren, onu? tahtından indiren? hareketin tamamlanmasını sağlamış oldu. (XVI. yy? da Polonyalı astronom, Güneş? in Dünya çevresinde değil, Dünya? nın Güneş çevresinde döndüğünü söyleyerek, insanoğlunun yaşadığı toprağın evrenin merkezi olduğu yolundaki, genel kabul gören görüşü sorgulamıştı) XIX yy? da, Darwin? le birlikte, bu defa insanoğlunun dünyadaki yeri sorgulanıyordu: İngiliz doğabilimciye göre insanoğlu da yeryüzüne diğer hayvan türlerinin tabi olduğu mekanizmaya göre gelmişti.


    Keşif Yolculuğu

    Charles Darwin 1809? da Shrewsbury? de (Birmingham? ın batısı) , hali vakti yerinde bir ailenin çocuğu olarak doğdu (babası hekimdi) . 16 yaşında tıp öğrenimi görmesi için Edinburgh Üniversitesi? ne gönderildi. Ancak bu konu ilgisini çekmediği için babası ona rahip olmasını ve bu amaçla Cambridge Üniversitesi? nde öğrenim görmesini önerdi. Bununla birlikte, Darwin? i en çok ilgilendiren konu doğa tarihiydi. Çocukken koleksiyon yapmaktan (kınkanatlılar, mineraller) ve kırda gezinirken kuşları gözlemekten çok hoşlanırdı, daha sonra Edinburgh? da deniz kabukları koleksiyonu yaptı. Kuş avlamayı ve sonra onları tahnit etmeyi öğrendi. Bu çalışmalar onu yerel doğa tarihi dernekleriyle ilişki kurmaya (kısa süre sonra söz konusu kurumların yayımlarında, topladığı hayvan örnekleri üzerine kısa incelemeleri yayımladı) ve tecrübeli doğa, bilimcilerin arasına karışmaya yöneltti. Özellikle Cambridge? de botanik profesörü, saygın bir isim olan Joseph S. Henslow? la dost oldu; onun sayesinde, kraliyet deniz kuvvetlerine ait Beagle gemisinin Güney Amerika kıyılarında yapacağı resmi keşif gezisine katılmak olanağını buldu. Keşif yolculuklarının sayısı XVIII. yy? dan beri artmıştı. Egzotik bölgelerin coğrafyası, faunası ve bitki örtüsü üzerine şaşırtıcı bilgiler deneyen Kaptan Cook gibi keşifler, büyük bir ün kazanmışlar ve bilgilerin önemli ölçüde artmasını sağlamışlardı. Darwin Cambridge? deyken, büyük bir doğa bilimci ve XIX. yy başlarının kaşiflerinden olan Alexander von Humboldt? un eserlerini ilgiyle okumuştu. Humboldt onda, bir keşif gezisine katılmak ve otobiyografisinde de belirteceği gibi,? doğa biliminin soylu yapısına bir katkıda bulunmak? isteği uyandırdı. Bu bağlamda Beagle? la yolculuğa çıkmak teklifi tam yerini bulmuş oluyordu. 27 Aralık 1831? de gemi beş yıl sürecek (2 Ekim 1836? ya kadar) ve Charles Darwin? in kaderini değiştirecek bir yolculuk için denize açıldı.

    1838? de Darwin, artık teorisinin temel noktalarını geliştirmişti. Fakat Darwin çalışmalarının sonuçlarını yayımlamakta duraksadı ve 1858? de A.R. Wallace? ın türlerin evrimi, var olma mücadelesi ve hayvanların üreme hızı ile ortalama sayılarının yiyecek miktarına bağlılığı konularını ele aldığı çalışması eline geçene kadar 20 yıl bekledi. Durum böyle olunca, dostları işi oldu bittiye getirip 1 Temmuz 1858? de Londra? daki Linn Derneği? nde Türlerin Çeşitlilik Eğilimi ve Doğal Ayıklanma Yoluyla Türlerin Çeşitliliğinin Devamı Üzerine ortak başlığıyla Darwin? in ve Wallace? ın bildirilerini okudular. Darwin, en önemli kitabı Türlerin Kökeni? ni ancak 1859? da yayımlayacaktı.


    Evrimin İtici Gücü: Doğal Ayıklanma

    Türlerin evrimi artık ortama uyum sağlama ile değil, ayıklanma kavramıyla açıklanmaktadır. Canlı kavramı, ancak ortam kavramına bağlı olarak anlam kazanır. Lamarck? a göre ortam, organizmanın uymak zorunda olduğu? etkili koşullar? bütününü belirtirken, Darwin, canlının diğer canlılarla ilişkisini vurgular; canlı, başkalarıyla rekabet, yararlanma ve yok etme ilişkilerini sürdürür. Hem av, hem de avcı olduğu gerçek ortamı oluşturan da diğer canlılardır. Gücün sürekli egemen olduğu bu dünyada, bu yaşam kavgasında, bir bireyde meydana gelen yapısal değişimler, ya onun lehine ya da aleyhine rol oynayacaktır En iyi silahlanmış bireylerin soyları daha kalabalık, diğerlerinin ise tersine sayıca daha az olacaktır. Demek ki doğa, avantaj niteliğindeki bazı değişimleri koruyup dezavantaj oluşturanları eleyen bir elek görevi görmektedir. Darwin,? bu elverişli değişimlerin korunup elverişsiz olanların atılmasına doğal ayıklanma adını veriyorum? , diye yazmıştır. Darwin? e göre bu değişimler büyük boyutlu değildir, ama soylara göre küçük farklılıklar gösterirler. Sadece aşamalı olarak birikenler kayda değer değişimlere yol açar. Böylece, klasik formüle göre? doğa, sıçrama yapmaz? ve evrim, çeşitlilik üzerindeki doğal ayıklanmadan kaynaklanan türlerin, yavaş ve aşamalı değişiminden başka bir şey değildir. Burada söz konusu olan, yenilikçi ama olumsal, doğanın gizli düzenini ifşa etmekle hiçbir ilgisi bulunmayan ve her türlü kayırımcılığa karşı olan uzun ve kör bir süreçtir.

    Darwin? in teorisi genel bir kabul görmüştür. Ancak Lamarck? ın, edinilmiş özelliklerin kalıtımla aktarıldığı biçimindeki artık terk edilmiş anlayışını koruyan ve çeşitliliklerin kaynağına yeterince inmeyen bu teori, zorunlu olarak birçok kez yeniden gözden geçirilmiştir.


    Darwinciliğe Saldırılar

    Türlerin Kökeni? nin yayımlanmasından sonra Darwin, korktuğu gibi, felsefi-dini alanda şiddetli saldırılara uğradı (zaten kuramını yayımlamak için yirmi yıl beklemesinin sebeplerinden biri de buydu) . Tartışmanın en can alıcı bölümlerinden biri, İngiliz Bilimsel İlerleme Derneği? nin 30 Haziran 1860? ta Oxford? da toplanan yıllık oturumunda meydana geldi. Anglikan Piskoposu Samuel Wilberforce bu toplantıda Darwin? in kuramının bütününe saldırdı, Wilberforce? a göre, doğanın hiçbir yerinde türlerin dönüşüme uğradığı görülmemişti, hele insanın bir maymun türünden gelmesi kesinlikle düşünülemezdi. Darwin o oturumda bulunmadığı için onun yerine dostları, biyolog T. H. Huxley ve özellikle de J. Hooker cevap vererek, piskoposun öne sürdüğü bilimsel kanıtların zayıflığına dikkat çektiler. Kitabın yayımlanmasını takip eden yıllarda, bilim adamlannın çoğu Darwin? in kuramını benimsedi. Bunlardan, ancak ünlü biyolog Louis Agassiz gibi bazılan türlerin değişmezliğini ısrarla savunacaktı (Agassiz, art arda bir dizi yaratılış gerçekleştiğini, 1873? te ölünceye kadar savunmaya devam etti) .

    Daha sonra, türlerin evrimini yadsıyanlar yalnızca bilim adamı olmayanlardan da çıktı; bunlar Amerikan köktencileri gibi bütüncülük yandaşlarıydı, bunlar bugün de evrim kuramının ABD? deki okullarda öğretilmesine karşı çıkıyorlar. Bununla birlikte, Anglikan Kilisesi? nin tutumu zamanla yumuşadı ve Darwin 1882? de öldüğünde yüksek rütbeli din adamlarının övgüleri arasında Westminster? de Newton? un yanına gömüldü. Ancak Katolik Kilisesi evrim fikrini ancak 1950? de, Papa XII. Pius? un Humani Generis başlıklı genelgesiyle kabul etti. Birçok bilim adamı türlerin evrimi fikrini kabul etmekle birlikte, doğal ayıklanma kavramına karşı çıktılar. Onlar hayvanların çevreye uyumunu açıklamak için, doğal ayıklanmadan çok, kazanılmış özelliklerin soyaçekimi ilkesine başvuruyorlardı (onlara göre, zürafa ağaçların yüksek kesimlerindeki yapraklan yemek için uzun bir boyuna sahipti ve bu özelliğini döllerine aktarmıştı) . Bu anlayış Lamarck? ın eski kuramında da bulunduğundan, bu okula? Yeni-Lamarckçı? adı verildi (bu okulun Fransa? da pek çok yandaşı vardır; son büyük Yeni-Lamarckçı Zoolog Pierre Paul Grasse, 1985? te öldü) . Bu araştırmacılardan çoğu, evrimin, doğal ayıklanma kuramının öne sürdüğü gibi rastlantı eseri gerçekleşmediğini ve en karmaşık canlı durumundaki insanın ortaya çıkışının zorunlu olduğunu, çünkü onun kozmik evrimin bütününe bir anlam kazandırdığını savunurlar. Bu tip kuramların Fransa? daki yandaşları arasında filozof Henri Bergson? u (Yaratıcı Tekamül, [l? Evolution Creatrice, 1907]) , daha sonra da cizvit ve paleontolog Pierre Teilhard de Chardin? i (? İnsan Olgusu? [le Phnomenü humain, 1955]) sayabiliriz.


    Eugenik Bilimi Ve Sosyal Darwincilik

    Eugenism, doğal ayıklanma düşüncesinden kaynaklanmış olan girişimlerin en tehlikelisi olarak kabul edilir.

    Eugenism, Darwin? in kuzeni olan Francis Galton? ın çalışmaları sonucunda ortaya çıktı. Galton, ırkların sınıflandırılması düşüncesini ve? en yetenekli? olanlarının gelişmesini desteklemek gerekti-

    ğini savundu. 1870? ten nazizmin yükselişine kadar olan ilk dönemde, özellikle bol miktarda İngilizce ve Fransızca eser aracılığıyla bu düşünceler yayıldı. Burada amaç, özellikle sosyal yardımları en yetenekliler? e aktararak bunların çoğalmasını kolaylaştırmaktır. Bu düşünceleri sistemli bir şekilde uygulamaya koyan Hitler, işi? aşağı ırk? tan saydığı insanların elenmesine kadar vardıracaktı. Genetik alanındaki başarılar, örneğin bazı hastalıklarda etken olan? kötü genler? in ortaya çıkarılması veya ayıklanması şeklinde bilimsel bir seçimi mümkün kılmaktaydı. Eugenism uygulamaları kolaylıkla otoriter ve polisiye bir görünüm alırken, sosyal Darwincilik, insan davranışlarını, doğal dünyaya özgü yaşam mücadelesi modeline göre yorumlamakla yetinme niyetindeydi. İlk temel biçimi, rekabet ve ayıklanma düşüncesinin toplumsal plana aktarılmasıydı; bu da, XIX. yy? da başarı kazanan ekonomik liberalizmdir. 1970? li yıllarda ortaya çıkan ve? hümanist? sosyobiyoloji diye adlandırılabilecek olan ikinci biçimi, insan davranışlarının tümünü genetik bir temele indirgemeye çalışır. Ahlaki planda tartışmaya bile gerek kalmadan, Eugenism ile sosyal Darwinciliğin birçok karışıklık üzerine kurulu olduğunu söylemek gerekir. İnsan topluluklarının genetiği, ırk düşüncesinin ne kadar az güvenilir olduğunu göstermiştir. Her toplum, tek bir tipin varlığı ile değil, genetik çok biçimlilikle nitelik kazanır. Öte yandan,? Darwinci yetenek? ve doğal ayıklanma kavramları, kesinlikten yoksundur. Bu noktada ideolojik çabaları, bilimsel kavramlara bağlı olanlardan ayırt etmek gerekir.


    Düşünce Kaynakları

    Darwin, evrim kuramının doğal ayıklanmayla ilgili bölümünde iki ayrı kaynak eserden esinlenmişti:

    bir yandan, 1838? den itibaren Thomas Malthus? un? Toplumun Gelecekteki Gelişmesine Etkileri Açısından Nüfusu Üzerine Bir Deneme? sini (An Essay on the Future Improvement of Society) , okumuştu; diğer yandan, Cambridge? deki öğrenciliği sırasında, hayvan yetiştiriciliğinin uyguladığı ıslah ve ayıklama çalışmaları hakkında bilgi edinmişti.

    Malthus? a göre, bir insan veya hayvan topluluğu, bütün bireyleri yetişkin yaşa gelir ve ürerse çok büyük bir hızla iki katına çıkabilir. Darwin buradan hareketle hayvan topluluklarının az çok kararlı bir nüfusu korumalarını, çok sayıda bireyin üreme yaşına gelmeden ölmesine bağlamaktadır. Ancak kendilerini yaşam koşullarına iyi uyarlayanlar üreyecek yaşa gelebilmektedir. Her şey sanki yaşam zorlukları üremeye yatkın bireyler arasında bir ayıklama yapıyormuş gibi gerçekleşmektedir (? doğal ayıklanma? deyimi de buradan gelmektedir) .

    Buna karşılık Darwin, üreyecek bireylerin at, sığır veya köpek yetiştiricileri tarafından bilinçli olarak ayıklandığına işaret eder. Doğal ayıklanmanın tersine, bu suni ayıklama, bireylerin verimliliklerinde (ineklerin süt verimi, tavukların yumurtladığı yumurta sayısı) veya bedensel görüşlerinde (buldog, foksteriyeden veya senbernardan çok farklı bir görünüşe sahiptir) çok belirgin bir değişiklik meydana gelmesini sağlar. Demek ki kaynak türün bir çeşidinin zaman içinde yeterince evrim geçirerek çok farklı özelliklere sahip yeni bir türün kaynağı haline gelmesi mümkündür. Darwin, Türlerin Kökeni? ni yayımladığı sırada, doğal ayıklanma konusunda dolaysız bir kanıt ortaya koyabilmiş değildi. Dört yıl sonra İngiliz doğa bilimcisi Henry W. Bates, bazı Amazon kelebeklerinin, kanatlarında, kuşların yemekten kaçındıkları pis kokulu bir kelebeğin kanatlarında bulunan renkli motiflere benzer motifler taşıdıklarını belirtiyordu. Bu tür bir öykünme ancak doğal ayıklanmayla açıklanabilir: bir kelebeğin renkli motifleri, pis kokulu türün motiflerine ne kadar çok benzerse, hayatta kalma ve döl bırakma şansı da o kadar yüksek olacaktır. Belli bir süre sonra, pis kokulu kelebekler ile onları taklit edenler arasındaki benzerlik neredeyse mükemmel bir hale gelecektir. Darwin bu örneği Türlerin Kökeni? nin daha sonraki baskılarında kullandı.


    Evrimin Kanıtları

    Darwin kitabının daha ilk baskısında, sonunda meslektaşlarını ikna edecek ve her zaman kabul gören ve günümüzde de öğretilen beş temel kanıtını öne sürdü. Bunlardan birincisi paleontolojiyle ilgilidir: fosil türler ne kadar eskiyse, yaşayan türlere o kadar az benzerler. İkinci kanıt biyocoğrafyayla ilgilidir: bir ana türden gelen türler genellikle atalarıyla aynı coğrafi bölgede yaşarlar (bu yüzden, Güney Amerika, Güney Afrika veya Avustralya faunaları? nda hemen hemen aynı iklim hüküm sürse de aynı hayvanlardan meydana gelmez; bu bölgeler başlangıçta ataları farklı olan türlerin barınağıydı; mesela keseli hayvanlara Avustralya? da rastlanıyor, buna karşılık Afrika? da rastlanmıyordu) . Üçüncü kanıt sınıflandırmayla ilgilidir: biyologlar türleri familyalar halinde bir araya getirilen cinsler içinde gruplandırmışlardır ve bireyler için geçerli olan, türler için de geçerlidir; onları sınıflandırmanın mümkün olması, aralarında çok eski bir bağ bulunduğunu göstermektedir. Dördüncü kanıt, hayvanların morfolojisiyle ilgilidir: bir türden diğerine görünüşte çok büyük farklılıklar gösteren organlar, birbirine benzer olabilir, yani tamamen aynı, ama oranları farklı unsurlardan meydana gelmiş olabilir. Mesela insanın eli ile atın bacağı aynı kemik takımından (tarak kemikleri) oluşmuştur. Böyle bir benzerlik ancak çok uzak bir ortak atadan kaynaklanan, organların oluşum planındaki kalıtımsal bir geçişle açıklanabilir. Nihayet beşinci kanıt, birbirine yakın türlerin embriyon gelişiminin başlangıç evreleri arasındaki benzerlikle (yalnızca son evreler farklılık göstermektedir) ilgilidir. Burada da, mümkün tek açıklama, aynı gelişim planının başlangıçtan itibaren aktarılmış olduğudur. Jeolojik Çağlar boyunca balıklardan amfibyumlar ve onlardan sürüngenler türemişse ve sonra bunlardan da memeliler türeyip ortaya çıkmışsa, o zaman, memeli embriyonun- da balık, amfibyum ve sürüngen embriyonlarını anımsatan başlangıç evrelerinin bulunması mantıklıdır. Özellikle bu sonuncu kanıt

    akla yatkındır, çünkü memeli türlerinin tek tek? yaratılmış? oldukları varsayımında, embriyonların, balıkların su yaşamına uyarlanmaları evresini anımsatan bir uyarlanma evresinden geçmeleri (özellikle de solungaç yarıklarının varlığı) açıklamasız kalmaktadır.


    Darwin? in Mirası

    Darwin Türlerin Kökeni? ni yayımladığı sırada, kalıtımsal değişmelerin bireylerde kendiliğinden ortaya çıktığını ve doğal ayıklanma izin verirse, onların döllerine de aynen aktarıldığını varsayıyordu, ama kalıtımın ne şekilde yürüdüğü konusunda en küçük bir fikri yoktu. Darwin, kuramındaki bu boşluğu kapatmak için 1868? de? Evcilleştirilen Hayvan ve Bitkilerde Değişiklik? (The Variation of Animais and Plants Under Domestication) adlı kitabını yayımladı. Bu eserde öne sürdüğü,? pangenez kuramı? diye bilinen kalıtım kuramı ne yazık ki yanlıştı. Kalıtım yasaları ancak 1900? de, Hollandalı Biyolog Hugo de Vries tarafından ortaya kondu; De Vries bunlara? Mendel yasaları? adını verecekti, çünkü Moravyalı Rahip Gregor Mendel? in bu yasaları kendisinden çok önce keşfettiğini öğrenmişti.

    H. de Vries de türlerin evrimi üzerine bir kuram yayımladı:? Mutasyon kuramı, Bitkiler Aleminde Türlerin Kökeni Üzerine Deneyler ve Gözlemler? (1901-1903) . Mutasyon diye adlandırılan bu kuram, yeni türlerin ortaya çıkması sürecinde esas rolü genetik değişimlere atfetmekte, doğal ayıklanmaya pek az yer vermektedir. Dolayısıyla, kalıtım yasalarının keşfi, ilk genetikçilerin Darwin? in doğal ayıklanma kuramına karşı düşmanca bir tavır almalarına da yol açtı (bu? na karşılık genetikçiler türlerin evrimi fikrini elbette kabul ediyorlardı) . Amerikalı nüfus genetikçisi Theodosius Dobzhansky, 1937? de yayımladığı? Genetik ve Türlerin Kökeni? (Genetics and the Origin of Species) adlı eserinde, Mendel? in kalıtım yasalarının mükemmel bir şekilde doğal ayıklanma kuramıyla birleştirilebileceğini ve böylece yeni türlerin oluşum sürecinin açıklanabileceğini gösterdi. Yüzyılımızın biyologları tarafından büyük ölçüde kabul edilen ve Darwin? in anısına? Yeni darwinci? diye adlandırılan kuramın çıkış notasında bu fikir vardır; nitekim yeni darwinciler kuramla ilgili önemli düzeltmeler yapmak gerektiğini gösterdiler. Nihayet Darwin, Türlerin Kökeni? nde örtük olarak bulunmakla birlikte, biçimsel olarak belirtmediği noktayı, yani? insanın atası maymundur? görüşünü ortaya koyacaktı:? İnsan Soyunun Türemesi ve Cinsiyet Bağlı Ayıklanma? (The Descent of Man and Selection in Relation to Sex, 1871) . Oysa dostu T. H. Huxley,? İnsanın Doğadaki Yerine İlişkin Kanıtlar? (Evidenc as to Man? s Place in Nature, 1863) adlı eserinde, anatomik kanıtlara dayanarak, insan ile şempanzenin ortak atalardan türediklerini göstermiş bulunuyordu. Darwin? İnsanın Türemesi? , daha sonra da? İnsanda ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi? (The Expression of the Emotion in Man and Animais, 1872) adlı çalışmalarında, insan ruhunun pek çok yönünü doğal ayıklamayla biçimlenmiş içgüdülere bağlayarak, insanla ilgili biyolojik yorumunu daha da ileri götürdü. Böylece? toplumsal darwincilik? denen görüşün kuramsal temellerini atmış oluyordu; buna göre insan toplumu da doğanın geri kalan kesiminde geçerli ayıklanma yasalarına tabiydi ve ticari rekabet, sömürgecilik ve bazı? ırklar? ın yok edilmesi gibi olgular, güçlü olanların zayıf olanlara karşı kazandıkları? doğal? zaferin ifadesinden başka bir şey değildi. Darwinci mirasın bu bölümü evrim kuramından elbette daha çok eleştiriye açıktır.


    Jeolog Darwin

    Darwin? in jeolojiyle ilgili çalışmaları pek bilinmez. Darwin daha çok hayvan ve bitki türlerinin evrimiyle ilgili kuramıyla tanınır. Oysa mükemmel bir jeolog olan Darwin, Güney Amerika yolculuğundan döner dönmez, İngiliz Jeoloji Derneği? ne, söz konusu bölgelerde yaptığı gözlemlere dayanarak birçok bildiri sunmuş; daha sonra da iki kitap yayımlamıştır:? H. M. S. Beagle? ın Gezisi Sırasında Uğranan Volkanik Adalar Üzerine Jeolojik Gözlemler? (Geological Observations on the Volcanic Islands Visited During the Voyage of H. M. S. Beagle, 1844) ve? Güney Amerika Üzerine Jeolojik Gözlemler? (Geological Darwin? in evrim teorisiyle çelişki içinde oldukları sanıldı. Genler? bu, Mendel? in adlandırması değildir? Jacques Monod? nun sözünü ettiği? hücresel makine? nin değişmezliğini sağlar. Yenileyici bir güç olan evrim ise tersine, canlının ilk özelliği değil, genleri etkileyen mutasyonların (değişimin) sonucudur ve bu anlamda kaynağını kalıtım sürecinin? yetkinsizliklerinden? alır. Zorunluluk kalıtımın, rastlantı ise evrimin özelliğidir.

    Mendel yasalarının evrim teorisindeki bir boşluğu doldurduğu, ancak 1920? li yıllarda anlaşılmıştır. Bu da özelliklerin nasıl aktarıldığının açıklanmasıdır. Bir grubun dönüşüm sürecini açıklamak, sık sık görülen gen değişimlerini belirlemekle aynıdır. Sıklığın ve rastlantının müdahaleleri, genetik bilimcilerin istatistiğe ve olasılık kavramına dayalı bir şekilde düşünmesini, dolayısıyla matematiksel modeller kullanmasını zorunlu kılar. Darwin ve Mendel? den esinlenerek yapılan sentez,? Yeni Darwincilik? in ortaya çıkışıyla sonuçlanmıştır. Fakat genotipin (bir bireyin genetik malzemesi) fenotip ile (genotip ile ortamın etkileşiminden kaynaklanan gözle görülür bireysel özellikler) nasıl bağdaştırılacağı sorusu etrafında dolaşan çok sayıda sorunun hepsine çözüm getirmez. Genetik, özelliklerin aktarılmasına ilişkin matematiksel örnekler verir, ama gerçek dünyadan uzaklaşmaya yönelir; zooloji ve paleontoloji, dönüşümlere ilişkin malzeme sağlar, fakat ak- tarım konusunda yeterli malzemeleri yoktur. Bu nedenle çoğu zaman rastlantı ve zorunluluk ikilemine yeniden dönülmüş duygusuna kapılırız. Zorunluluk terimi, tamamen bilimsel açıklamanın alanına girer. Oysa rastlantı terimi, vazgeçilemeyen, fakat açıklamakta zorluk çekilen bir temel ilke gibi işleme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

    Observations on South America, 1846) . 0 dönemde, Darwin Jeoloji Derneği? nin sekreterliğine de atanacaktı.

    GÜNÜMÜZDE DARWINCİLIK

    1920? li yıllardan 1950-1960? lı yıllara kadar? yeni Darwincilik? matematik- sel yönetmlerden yararlanarak Darwin ile Mendel? in görüşlerinin sentezine varmaya çalıştı. Mendel yasalan 1900 yılında yeniden keşfedildiğinde,


    PATİKAYOLU@MSN.COM
    HARAMİLER@MSN.COM

  • Ercan Özkalaycı
    Ercan Özkalaycı

    Türünün ilk örneği,bilim adamı olarak tanınan cehalet babası,ama helal olsun adama arkasından sürükleyeceği bir kitle oluşturmayı başardı,maymundan türemeye meraklı çok insan varmış anlaşılan ki bu başarısını zekasından çok buna borçlu...

  • Devrim Can
    Devrim Can

    bugünkü biyolojinin temel fikir babasıdır. yaptığı bir çok deneyle biyolojinin yani canlı biliminin gelişmesinde önemli rol üstlenmiştir. temel teorilerinden biride bugün halan çoğu üniversitede kabul edilen ve üzerinde çalışmalar yapılan evrim teorisidir.Bazı siyasi ve sosyolojik nedenlerde dolayı kimi çevrelerce teorileri dışlanlanmış ve çürütülmeye çalışılmıştır. daha fazla bilgi için bilim ve teknik dergilerine bakılabilir

  • Harun İşlek
    Harun İşlek

    acziyet ' in itirafına bir bakın hele..

    ' Tavus kuşunun tüylerini gördüğüm vakit, hasta oluyorum..'.. :))

  • Düşük Bütçeli Dev Prodüksüyonlar
    Düşük Bütçeli Dev Prodüksüyonlar

    çarlss darwin burayaaa muzlar havayaaa

  • Asli Bilgin
    Asli Bilgin

    ilk darwini sonrada adnan oktari maymunlar yesin....allah yaratti iste herseyi....))))

    luften biraz daha sorgulayarak bilimsel yaklasalim olaylara..ufurukculeri esefle kiniyorum.

  • Metin Mert
    Metin Mert

    maymunlarin atasi..yani 'nsan maymun degil maymun insandan gelmektedir...tarihi inceledigimiz zaman bunu goruruz..yillar once yasayan darwin adinda bir insanin yedigi kimyasallardan dolayi evrim gecirdigi ve maymuna dondugu ve boyle maymun irkinin meydana ciktigi tarihsel kanitlarla sabittir....turrrrppp sikayim onun evrim teorisine..asilk evrim teorisi bu iste...anladinmi darwin ve darwinci efendiler..

  • Harun İşlek
    Harun İşlek

    çağımızdaki yaşayan maymunlar soyunun, ortaçağ versiyonu...! ! ! ;)))) .

  • Mechule
    Mechule

    charles darwın demek kendisini maymun yapan dedesini ise orangutan yapan demektir....Allahım ya rabbim senin verdiğin akıl ile seni yok saymaya çalışıyorlar sen bunları bizden uzak eyle can allahım canan allahım

  • Devrim Can
    Devrim Can

    bugünkü biyolojinin temel fikir babasıdır. yaptığı bir çok deneyle biyolojinin yani canlı biliminin gelişmesinde önemli rol üstlenmiştir. temel teorilerinden biride bugün halan çoğu üniversitede kabul edilen ve üzerinde çalışmalar yapılan evrim teorisidir. daha fazla bilgi için bilim ve teknik dergilerine bakılabilir...

  • Selçuk Akçaören
    Selçuk Akçaören

    Kendini bilim adamı sanan delinin tekidir...
    Bence o şu anda cehennemin en ateşli en karanlık yerinde..
    Çünkü ALLAH ı,yaradılışı reddetmiş,insanların hayvandan türediğini iddia etmiş,insanların birbirini öldürmesini teşvik etmiş ve düşünceleri satanizm, faşizm,komunizm gibi akımlara örnek olmuş,diktatörlerin çıkmasına sebep olmuştur.

  • Mazlum Çimen
    Mazlum Çimen

    evrim toirisini ortaya atan dedesinin çirkinliğini bütün insanlığın maymundan gelmesiymiş gibi algılayan adam deilmi bu

  • Emrecan
    Emrecan

    galapagos adası ve aynı ismi taşıyan kuşları inceleyen DEHA.... tabiki sadece bununla kalmıyor ama araştırılması gereken bi hikaye galapagos.... mutlaka bilin ve evrim hakkından yersiz konuşmayın derim ben......

  • Tolga Erken
    Tolga Erken

    Ateizmin çıkışında en büyük rol oynayan amatör bir doğa bilimcinin adını

  • Selma Doğan
    Selma Doğan

    BİLGİSİZLİK. Aslında Darwin'i bu hipotezi ortaya attığı için suçlamak büyük hata.Darwin de emin değildi, o sadece düşündü. Ancaaak, bu yüzyıla geldik ve bazı biliminsanlarının evrim hipotezini desteklemek için yaptıkları sahtekarlıklar modern bilimle yapılan çalışmalarla tek tek ortaya çıkarıldı ve bu hipotez artık çürütüldü. Benim sözüm bu çağda sihirbazın şapkasından çıkan tavşanları görüp AAAAAAAAAA bak tavşan şapkadan türedi diyenlere. Arkadaşlar bilginiz olsun diye yazıyorum (evrimciler sözüm size) insanda 46, maymunda 42 kromozom var el insaf 4 kromozom nerden geldi? Deseniz ki fazla mal göz çıkarmaz, derim ki çıkarır. Zira insanda 47 kromozom bulunması durumunda mongolluk (Dawn sendromu) gibi bazı anormallikler olur. Varsayalım ki bir insan ne olduysa oldu ve maymundan türedi, arkadaşlar bu bebeğin vahşi doğada yaşaması ne zordur bunu bir düşünün...Diyelim ki sırf evrimciler mutlu ve umutlu olsun diye yaşadı, arkadaşlar içimizden kaç kişi tek anne yada tek baba tarafından imal edildi? ? ? Hadi yine evrimciler mutlu olsun, diyelim ki bir de karşı cinsten(bay/bayan) insan da başka bir maymundan türedi. Bunların aynı zaman diliminde, aynı kıtada, aynı yerde olma olasılığını hesaplamaya da benim matematik bilgim yetmez bunun için özür dilerim. Ha bir de şunu sormak istiyorum Evrimcilere, peki maymun hangi canlıdan türedi? ? ? Ayrıca yeryüzünde milyonlarca çeşit canlı ve bunlarn da bay ve bayanı olduğunu düşündüğümüzde Evrim teorisinin acizliği tüm çıplaklığıyla kaşımızda utana sıkıla durur.Aslında o kadar çok örnekler verebilirim ki....... Hala evrimle maymundan türedik diyenler varsa ben büyükbabalarını da araştırmalarını ve maymunun da hangi canlıdan türediğini anlatmalarını bekliyorum.. Allahın yarattığını kabul etmekte neden bu kadar zorlanır bazıları anlamak mümkün değil....O yüce yaratıcı RABBİMİZ için yaratmak çok kolay 'ol' der oluverir herşey.. Bu günkü teknolojiyle bir canlının tek bir hücresinin bile yoktan var edilemeyeceği ortadayken neden kendilerini kandırıyorlar? Ya da sormak lazım bu kadarcık dar bir fikre kanabiliyor musunuz? Aklı olan bunları ve daha fazlasını düşünemez mi?

  • Atakan Kartaltepe
    Atakan Kartaltepe

    Her ne kadar Maymunun OĞLU dedi isem deee (bu işin esprisi) ...Tüm canlılar tek bir ana hücreden türemiştir demiş ise...elhak doğrudur...Zira açın okuyun o da (Kur2an) öyle diyor...zaten bir diğer yerde de yazdım.. Darwin evrimi savunarak yaratmanın ol demekle bir anda değil bir plân program dahilinde olduğunu (yani o'nu...yani Kur'anı) savunuyor...haberi yok belki ama..aklın yolu birdir...

  • Atakan Kartaltepe
    Atakan Kartaltepe

    Maymunun OĞLU ya...Meselâ King Kong'un olabilir... :)))

  • Martin Gore
    Martin Gore

    bilimadami....esaslisindan..

  • Atakan Kartaltepe
    Atakan Kartaltepe

    Bence Darwin Yaradan'ı reddetmiyor...Farkında olmadan O'nun yaratmasını...ilmini tarif ediyor...