Ahh ahh ben onu bi alabilsem karşıma bi ağlayabilsem onun omuzlarında..Cezmi Ersöz abim benim,hocam büyük insan..Daha ne olsun bilmiyorum nasıl yapıyorsun nasıl yazıyorsun benim ruhumun durumunu kendi şiirlerine..Öl de ölüyüm ölmeden önce bu canımın en güzel yerini sana veriyim bea abi..
cezmi ersöz o türkiyenin belkide en cesur yazarlarından biri kendisini hiç sıkmadan ifade ediyor ve insanların onu tanımasına çok kısa zamanda imkan veriyor kitaplarında size son yüzler tavsiye ederim.kısacası bizi anlatıyor.
ilk leman da dikkat çekici yazıları ile sevdim.sonrasında şiirleri ve kitapları sanırım her daim sıkı bir takipçisiyim..yüreğini ortaya döküş biçimini seviyorum.
Sana olan aşkımı bir sır gibi saklayıp bu aşka o derin merhametinle bağlandığın için sana minnettarım...çok yanlızım ve seni çok özlüyorum....ÖYLE HAZİN,ÖYLE EKSİK,ÖYLE PARAMPARÇA....
'içini içinden çıkartırken sanat yapan, bu sanat ki uğraşmadan kendiliğinde oluşan, ve bu sanat haline getirdiği içini kitap yapıp öylece mütevazi bir şekilde bir kitabevine bırakan, az bulunur ustalardan..'
bir kalem virtiözü...
onu okurken hep bu adam durmaksızın yazmalı diye geçer içimden..
hep yazsa, hiç ölmese.. ölse de yazsa, yazsa, yazsa.....
Uykunda ağlıyorsun... Uykunda öpüyorum seni... Korkmadan ağlıyorum seninle... Senin için bir şey yapamayışıma, seni bu dünyada yapayalnız, kimsesiz bırakışıma ağlıyorum... Senin için gerçeklik yok, bu hayat, bu hayatın kuralları yok... Kendine nasıl derinden ve katıksız inanıyorsan, bu hayata, bu insanlara da öyle inanıyorsun... Bunu sana ben anlatamam. Bak bu sensin, bak bu da hayat, bu da kuralları; bak, insanlar seni aslında nasıl görüyor, yok bu hayatta duygularının karşılığı, diyemem. Seni sevginden uyandıramam...
İyi kalpli günahkar Kanaatkar ve şakacı bir gece lambası gibisin... Yanıyorsun sevişmelerin en koyusunda, Sönüyorsun binlerce bilmeceyle. Dışarıda mağrur, gizemli, yasakçı... İçeride sevecen, başıboş, ahlaksız. İyi kalpli günahkarları Aydınlatan bir gece lambası gibisin... Kendi yangınına aşık...
Kendi web sitesinde yazanlara göre 'Cezmi ERSÖZ, 1959 yılında İstanbul’da doğdu. Kabataş Ekek Lisesi’ni bitirdi. Daha sonra İstanbul Siyasal Bilimler Fakültesi’nde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Önceleri edebiyat dergilerinde şiirleri ve eleştirileri yayımlandı. Cumhuriyet, Güneş, Özgür Gündem ve Aydınlık gibi günlük gazetelerde yazdı. Daha sonra haftalık Deli dergisinde yazmaya başladı. Halen LeMan dergisinde yazıyor ve www.cezmiersoz.net adresli bir internet sitesi ve “Senin Gemin Camdandır Sevgili” isimli bir şiir kasedi var. 2003 yılında başlattığı 'lobicilik' tartışmalarıyla Türk Edebiyatı'nın gündemine oturan Cezmi Ersöz'ün kitapları: Kafka Market (Aykırı Yazılar-1991) , Şehirden Bir Çocuk Sevdin Yine (Şiirler-1993) , Hayat Bir Emrin Var mı? (Deneme-1993) , Haritanın Yırtılan Yeri (Röportajlar/Yazılar-1994) , Ancak Bir Benzerim Öldürebilir Beni (Deneme-1994) , Son Yüzler (Röportajlar-1994) , Saçlarının Kardeş Kokusu (Deneme-1995) , Annelik Oyunu Bitti (Deneme-1996) , Yok Karşılığı Yüzünün (Yazılar/Şiirler-1997) , Kırk Yılda Bir Gibisin (Yazılar-1997) , Hayallerini Yak Evi Isıt (Yazılar/Şiirler-1998) , İçime Gir Ama Sigaranı Söndürme (Öykü-1999) , Bana Türkçe Bir Ekmek Ver (Öykü-2000) , Şizofren Aşka Mektup (Mektuplar-2001) , Yine Seninle Geldi Hayat (2002) , Suçtur Umutsuzluğa Kapılmak (2004) , Ölürsem Beni Seninle Ararlar Şimdi (Deneme-2004) , Zarfını Ben Açardım Sana Yazdığım Mektupların (Okur Mektupları-2005) .' www.gencyazarlar.org'ta ODTÜ Genç Yazarlar Topluluğu başkanı Ozan Önen'e verdiği röportaj sayesinde bu herifi sevmeye başlasam da Ozan Önen'in bile bu adamı sevmediğini, sevemeyeceğini düşünüyorum. Yine de yazardır, sanatçıdır, dudak payını vermek lazımdır.
Ne gereği var diyorum şimdi buraya bişiyler yazmamın? ne gereği var.... Herşey bunca ölü ve cansızken yorulmaya değmez...Tutamıyorum fakat kendimi...birşeyler yazmalıyım...Fakat bizim yaşamımızda herkes aynı durumda değilmi? Birtek ben mi böyleyim yani? Şu varki kimse açık vermeye yanaşmıyor.Herkes harika bi yaşamı varmış pozlarında. Ama yoksunluklar duruşlara, davranışlara, dile yansıyor... Gerginliklerle, gereksiz öfkelerle, kabalıklarla... Dayanamıyorum bölesi zamanlarda boş insanların yanında olmaya ve koşuyorum odama...kitaplarıma...okumaktan hiç sıkılmadığım en gözde yazarıma yani sana CEZMİ ERSÖZ....Sen benim çirkin kalabalıklardan kurtarıcım, SATIRLARIN ARASINDA KAYBOLDUĞUMSUN...
ısınamadım bu adama...çok kitabını okudum ve karar verdim hep kendini tekrar ediyor....aynı imgeler,aynı duygulanımlar..beni hiç sarmadı ama sarsaydı eminim çabuk sıkardı...
beni denizin dibinden cıkarıp bana baska bir dunya yaratan adam........son 3-4 seneden beri soluksuz takip ettiğim bir yazar-saır. Bir insan aşk anlatırken bukadar yakısıklı olabilir....onunla oturup karşılıklı bir kadeh rakı ıcmek isterdim umarım gerceklesır....
onunla iki yıl önce karsta tanışmıştık..konuşmasıyla sizi çok çabuk etkileyebiliyor..onu okumayı geçen yıl bıraktım,çünkü yazdıklarının yazınsal olamadığına ve kendini tekrarlayıp durduğuna inanıyorum ha bir de bana kitap göndereceğine söz verdi ama o kadar mesaj yazdım telefon açtım hala göndermedi..'bana türkçe bir ekmek ver' kitabının ilk yazısında cem yılmaz hakkında sözünde durmadı diyor..cem yılmaz lemandayken cezmi ersöz'e 'abi artık buradan ayrılmam ben burada tanındım bırakıp gitmem' diye söz vermiş..yazıda da diyor ki cezmi ersöz 'sonra olanları siz benden daha iyi biliyorsunuz..' halkın çok sevdiği bir ünlünün sözlerini kullanarak onun yalancı olduğunu anlatmaya çalışmak bir yazar için çok komik bir durum..üstelik bunu 'yazınsal' olma amacındaki kitabında yazıyor..o da bizim yaptığımızı yapsın kardeşim..girsin nedir.antoloji.com'daki cem yılmaz bölümüne eleştirilerini yazsın..cezmi ersöz de bana ve ÇYDD'ye kitap göndereceğine söz vermişti..ben onu burada yazıyorum..o da yapsın kardeşim..çünkü onun yaptığının benimkiyle farkı olmuyor..
'Yalnızım... Bunca acı tek bir söze nasıl sığabiliyordu... Aldım bu sözü dudaklarınızdan, saplayıp kalbimi onunla parçaladım... O söz ki; Rengi yarım kalmış aşkların tarifsiz esmerliğine kaçıyordu... O söz ki; Sapladıkça kalbimin her parçasına Yüzünüzü yeniden çiziyordu... Şimdi içimde binlerce yüz oldunuz... Şimdi içimde binlerce siz oldunuz...'
Yanlızsınız... bilseniz ne kadar suçluyum bunun için... Bilseniz ne kadar acı çekiyorum... Çünkü sevgim çakip alamıyor sizi derin ıssızlığınızdan... Oysa ben sizi, sizden önce gözlerinizdeki o ıssızlıkta dinşledim, sözlerinizden de önce... Benimle ölmeye hazır sesinizden bile önce...'
Melankolik olsam sadece onu okurdum. Sadece onu okusam melankolik olurdum. Çektim kurtardım kendimi yazılarından. İçime girdi, ama sigarasını söndüremeden kustum o'nu. Kasvet...kas-vet... Ama yine de (belki de okuduğum ilk kitabı olduğundan) 'annelik oyunu bitti'yi ayrı bir yere koyuyorum yazarken.
Entelijansiyanın yaratmış olduğu edebiyatın içerisinde iyi örnekler yok değil; ama geneline baktığınız zaman, bunu suçlama olarak da alabilirsiniz, hayattan kopmuş fikirlerin yağ tabakasının, arkaik fikirlerin hayatın canlılığını örttüğü kopuk, entelektüel oyunlarla bilgi iktidarından oluşturulmuş yapıtlar bunlar. Son zamanlarda kitap satış listelerinde onun ismini hep üst sıralarda görmeye başladık. Aslında yeni değildi yazarlık serüveni! Uzun yıllardır kalem oynatıyordu; ama ne hikmetse, bir türlü hak ettiği noktada değildi.
Birkaç farklı yayınevinden çıkan kitaplarının yanı sıra Leman dergisindeki köşesinde de kaleme aldığı yazılarla kendi okur çevresini oluşturmuş olmasına rağmen, daha geniş bir kitleye Gendaş Yayınları'yla yaptığı antlaşmasının ardından ulaştı. Kısa süre içerisinde eski ve yenilerden oluşan 13 kitabı piyasaya çıktı. Tarzı ve üslubuyla basmakalıplılığın dışında olduğunu kurduğu her cümle ile ortaya koyan Cezmi Ersöz, en son kitabı 'Bana Türkçe Bir Ekmek Ver' ile bir kez daha dikkatleri üzerine çekti. Birçok edebiyatçıdan farklı olarak Ersöz'ün yazdıklarının hayatında karşılığı var. Acılarının resmini çizmekten hoşlanıyor. Süslü cümlelerin aksine,
o yalnızca 'bağırıyor', bu yüzden olsa gerek, edebiyat çevrelerince dışlanıyor. Fakat o, bu durumu bir lütuf olarak değerlendiriyor ve ekliyor: 'Biz öteki edebiyatçılarız! '
Sizce edebiyatın efendisi kimdir?
Edebiyatın efendisi hayat tabii ki, hayattan daha büyüğü yok. Benim efendim de hayat, dolayısıyla ben klasik bir edebiyatçı değilim, yani verili anlamda sunulan, seçkinci ve elitist tarzda ele alınan bir edebiyatçı kimliğim yok benim. Türkiye'de bu anlamda iki tür kanal var; bir resmî çevrelerin dayattığı, diğeri ise elitist çevrelerin yarattığı bir edebiyat. Edebiyat ortamı çok hormonlu, körler sağırlar birbirini ağırlar! Medyanın da kapısını araladığı dar bir havuz olarak görüyorum ben bu edebiyat ortamını. Bir de halkla iç içe bire bir ilişki kuran, hayata tanıklık eden, kendi kanalını, kendi mecrasını yaratan, kendi okurunu yaratan bir edebiyat var, ben o tavırdan yanayım. Şimdilerde 'öteki Türkiye' deniyor ya, bir de 'öteki edebiyat' var. Ben o tür edebiyatın içindeyim.
Bir kesimin, diğer bir kesimi, edebiyat anlamında kategorize etme, yerden yere vurma hakkı var mı?
Yok, bu skalayı kim belirliyor? Bir otorite var, elitist bir otorite. İsmi bu tür tartışmalarda çok geçiyor diye belirtiyorum Hilmi Yavuz'dan bahsetmiyorum. Hilmi Yavuz benim çok sevdiğim bir şairdir. Genel olarak konuşuyorum, bir kalıp var, kimin şair olacağını olmayacağını tespit ediyorlar. Böyle bir şey yok, böyle bir merci yok, böyle bir kurum yok. Hakları yok yani 'Bu şairdir, bu değildir' diye söylemeye.
Peki bu anlamda gerçek edebiyat nedir?
Ona da hayat karar verecek, tarih karar verecek, yıllar sonra ortaya çıkacak.
Edebiyatın bir kimyasal formülü yok mu yani?
Bunun kimyası birileri için kafalarında üretilen donmuş fikirler, hayattan kopmuş fakat birtakım zeki kurgularla, edebi oyunlarla kotarılmış şeyler. Hepsi demiyorum entelijansiyanın yaratmış olduğu edebiyatın içerisinde iyi örnekler yok değil; ama geneline baktığınız zaman, bunu suçlama olarak da alabilirsiniz, hayattan kopmuş fikirlerin yağ tabakasının, arkaik fikirlerin hayatın canlılığını örttüğü kopuk, entelektüel oyunlarla bilgi iktidarından oluşturulmuş yapıtlar bunlar. Sait Faik de mesela öteki edebiyatçıydı ya da Orhan Veli, bunlar popülist değildi, hayatın içinde olup hissettiklerini bağımsızca aktardılar. Cemil Meriç 'havuz' kavramıyla açıklar bu durumu. Dar bir havuzda birbirlerini yok eden böcekler gibi görmüştür o seçkinci edebiyatçıları.
Siz bu havuzun ne kadar dışındasınız?
Egemen çevreden gelen küçümsemelere, beni yok saymalarına aldırmadım. Onlar beni ciddiye almadı, ben de onları ciddiye almadım. Beni zorlayan uyumsuzluk. Misafir gibi görüyorum kendimi dünyada. Tam mutlu oldum dediğim anda yüreğimdeki acı çıkıyor ortaya.
Bu da sizi yalnızlaştırıyor!
Ben tutunamıyorum, köksüz gibi hissediyorum, bu dünyaya fırlatılmış gibiyim. Beni hayatla, toplumla, kurumlarla bir türlü bütünleştirmek istemeyen bir acı var, içimde ayrı tutan, farklı kılan bir acı.
Ve acınızı yazarak resmediyorsunuz, öyle mi?
Oraya dokundukları anda, o eski soluk ağrıya, acımdan başka, yaramdan başka beni kimse anlayamaz diyorum. Sanki bu acıyla doğuyoruz gibi geliyor ve ben bu acının üstünü örtmüyorum.
Acıdan zevk mi alıyorsunuz?
O beni yaşatıyor, müthiş bir yaşama sevinci veriyor bana. Nitzche'nin bir sözü var 'Uçmak için acının da ölümün de kucağına inmek gerekir' diyor ya, işte o acı beni fırlatıyor, sırf o fırlama, yükseliş adına o acıya katlanıyorum.
13 kitabınız var, seri üretim kimi zaman sizi sıradanlaştırmış olmuyor mu?
Oluyor. Bu yüzden çok yıprandığımı hissediyorum; ama okurun talebi var, okur sürekli üretmemi istiyor.
Yazmak zorunda olduğunuz için mi yazıyorsunuz, yoksa yazmak istediğiniz için mi?
Eğer yazdığım şeyden tatmin olmazsam, o hafta öyküyü vermiyorum Leman'a. Her şeye yazan bir insan gözüyle baktığım için kafamda, beynimde çalışan bir makine var. Yazma tutkusu hiç kimseyle sizi paylaşmak istemiyor, sizi bir zorba gibi elinde tutuyor.
Bu parçalanmışlık ve çelişkiler mi aşkınızı besleyen?
Evet, parçalanmışlık beni besliyor, ben o aşk duygusundan yoksun yaşayamam. Mutluluktan yana değilim ben, mutlu insanların öyküsü yoktur çünkü. Trajedi istiyorum ben, beni trajediler hayata bağlıyor. Hayatımda trajedi yoksa, tutkuyla beni kemiren aşk yoksa, ben kendi kalbimi yiyorum. Acı aslında ilahi bir şeye duyulan susuzluk gibi. Ben ilahi parçadan kopmuş gibi hissediyorum kendimi, kopmuş, öksüz bırakılmış. Çok ağır bir sendrom kopmuşluk, aşkla falan da giderilecek bir şey değil, aşk sadece bu acıyı biraz daha kanatıyor.
Ölüm sonrası herhangi bir acıya dair hesabınız var mı?
Yunus gibi düşünüyorum ben. Yunus'un Allah'a kavuşmak derdi vardı. Sosyalizme inanıyorum, mistik bir sosyalizm ama. İlahi bir gücün olduğuna hep inandım, buna en çok yazarken inandım. Mesela bir yazı yazıyordum, Hz. İsa'ya 'Neden öbür yanağını çevirdin, bunun büyük bir acımasızlık yarattığını fark etmedin mi? ' dedim ve bilgisayardan yazı silindi. Ve bir kez daha İlahi güce inandım. Hakkım yoktu böyle yazmaya. Kendi düşüncemden ters bir düşünceye yönelmiştim. Çünkü ben öbür yanağını çevirmek felsefesinin boyutlarını biliyordum; ama o an anlamak istememiştim.
'Bana Türkçe Bir Ekmek Ver' dediğinize göre masanıza nasıl bir Türkçe ekmeğin sunulacağını düşünüyorsunuz?
'Bana Türkçe Bir Ekmek Ver' dışlanmış insanların öyküsüdür. Kendi dilinde ekmek isteyemeyen bir Kürt insanının çığlığıdır bu. Düşünün ki siz bir halka ana dilinde konuşmayı yasak etmişsiniz, ana dilinde ekmek isteyemiyor, bundan daha büyük bir zulüm olabilir mi? Kesilmiş diller var. Dillerin kesilmediği, insanların kendini özgürce ifade ettiği bütünüyle özgür bir toplumda, erdemin de özgür kaldığı bir toplumu arzuluyorum. Ben bu çığlıktan vazgeçemem. (Rasih YILMAZ)
yok böyle bir yüz..yok böyle bir maske acaba maskemi bize görünen bu yüzler yoksa gerçek ile yalan arasımı...
eğer öyleyse ben cehennetliğim=)
Ahh ahh ben onu bi alabilsem karşıma bi ağlayabilsem onun omuzlarında..Cezmi Ersöz abim benim,hocam büyük insan..Daha ne olsun bilmiyorum nasıl yapıyorsun nasıl yazıyorsun benim ruhumun durumunu kendi şiirlerine..Öl de ölüyüm ölmeden önce bu canımın en güzel yerini sana veriyim bea abi..
cezmi ersöz o türkiyenin belkide en cesur yazarlarından biri kendisini hiç sıkmadan ifade ediyor ve insanların onu tanımasına çok kısa zamanda imkan veriyor kitaplarında size son yüzler tavsiye ederim.kısacası bizi anlatıyor.
ilk leman da dikkat çekici yazıları ile sevdim.sonrasında şiirleri ve kitapları sanırım her daim sıkı bir takipçisiyim..yüreğini ortaya döküş biçimini seviyorum.
çok sevdim... sıkı çapkınmış kendileri, duyurulur yaniiii
Sana olan aşkımı bir sır gibi saklayıp bu aşka o derin merhametinle bağlandığın için sana minnettarım...çok yanlızım ve seni çok özlüyorum....ÖYLE HAZİN,ÖYLE EKSİK,ÖYLE PARAMPARÇA....
hiç durmasa, hep yazsa, yazsa, yazsa..
benim gözümde o; CEZMİ ERSÖZ
'içini içinden çıkartırken sanat yapan, bu sanat ki uğraşmadan kendiliğinde oluşan, ve bu sanat haline getirdiği içini kitap yapıp öylece mütevazi bir şekilde bir kitabevine bırakan, az bulunur ustalardan..'
bir kalem virtiözü...
onu okurken hep bu adam durmaksızın yazmalı diye geçer içimden..
hep yazsa, hiç ölmese..
ölse de yazsa, yazsa, yazsa.....
UYKUNDA ÖPÜYORUM SENİ
Uykunda ağlıyorsun...
Uykunda öpüyorum seni... Korkmadan ağlıyorum
seninle...
Senin için bir şey yapamayışıma, seni bu dünyada
yapayalnız, kimsesiz bırakışıma ağlıyorum...
Senin için gerçeklik yok, bu hayat, bu hayatın
kuralları yok... Kendine nasıl derinden ve katıksız
inanıyorsan, bu hayata, bu insanlara da öyle
inanıyorsun... Bunu sana ben anlatamam. Bak bu sensin,
bak bu da hayat, bu da kuralları; bak, insanlar seni
aslında nasıl görüyor, yok bu hayatta duygularının
karşılığı, diyemem. Seni sevginden uyandıramam...
KELİME İŞÇİSİ.....
İyi Kalpli Günahkar
İyi kalpli günahkar
Kanaatkar ve şakacı bir gece lambası gibisin...
Yanıyorsun sevişmelerin en koyusunda,
Sönüyorsun binlerce bilmeceyle.
Dışarıda mağrur, gizemli, yasakçı...
İçeride sevecen, başıboş, ahlaksız.
İyi kalpli günahkarları
Aydınlatan bir gece lambası gibisin...
Kendi yangınına aşık...
Cezmi Ersöz
yeni nesil edebiyatçısı geçinip arabesk öğeleri bünyesinde barındıran yazılarıyla bu yönde zaten meyli olan kişileri benzer ifadelerle kandıran kişi
Kendi web sitesinde yazanlara göre 'Cezmi ERSÖZ, 1959 yılında İstanbul’da doğdu. Kabataş Ekek Lisesi’ni bitirdi. Daha sonra İstanbul Siyasal Bilimler Fakültesi’nde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Önceleri edebiyat dergilerinde şiirleri ve eleştirileri yayımlandı. Cumhuriyet, Güneş, Özgür Gündem ve Aydınlık gibi günlük gazetelerde yazdı. Daha sonra haftalık Deli dergisinde yazmaya başladı. Halen LeMan dergisinde yazıyor ve www.cezmiersoz.net adresli bir internet sitesi ve “Senin Gemin Camdandır Sevgili” isimli bir şiir kasedi var. 2003 yılında başlattığı 'lobicilik' tartışmalarıyla Türk Edebiyatı'nın gündemine oturan Cezmi Ersöz'ün kitapları: Kafka Market (Aykırı Yazılar-1991) , Şehirden Bir Çocuk Sevdin Yine (Şiirler-1993) , Hayat Bir Emrin Var mı? (Deneme-1993) , Haritanın Yırtılan Yeri (Röportajlar/Yazılar-1994) , Ancak Bir Benzerim Öldürebilir Beni (Deneme-1994) , Son Yüzler (Röportajlar-1994) , Saçlarının Kardeş Kokusu (Deneme-1995) , Annelik Oyunu Bitti (Deneme-1996) , Yok Karşılığı Yüzünün (Yazılar/Şiirler-1997) , Kırk Yılda Bir Gibisin (Yazılar-1997) , Hayallerini Yak Evi Isıt (Yazılar/Şiirler-1998) , İçime Gir Ama Sigaranı Söndürme (Öykü-1999) , Bana Türkçe Bir Ekmek Ver (Öykü-2000) , Şizofren Aşka Mektup (Mektuplar-2001) , Yine Seninle Geldi Hayat (2002) , Suçtur Umutsuzluğa Kapılmak (2004) , Ölürsem Beni Seninle Ararlar Şimdi (Deneme-2004) , Zarfını Ben Açardım Sana Yazdığım Mektupların (Okur Mektupları-2005) .' www.gencyazarlar.org'ta ODTÜ Genç Yazarlar Topluluğu başkanı Ozan Önen'e verdiği röportaj sayesinde bu herifi sevmeye başlasam da Ozan Önen'in bile bu adamı sevmediğini, sevemeyeceğini düşünüyorum. Yine de yazardır, sanatçıdır, dudak payını vermek lazımdır.
Ne gereği var diyorum şimdi buraya bişiyler yazmamın? ne gereği var.... Herşey bunca ölü ve cansızken yorulmaya değmez...Tutamıyorum fakat kendimi...birşeyler yazmalıyım...Fakat bizim yaşamımızda herkes aynı durumda değilmi? Birtek ben mi böyleyim yani? Şu varki kimse açık vermeye yanaşmıyor.Herkes harika bi yaşamı varmış pozlarında. Ama yoksunluklar duruşlara, davranışlara, dile yansıyor... Gerginliklerle, gereksiz öfkelerle, kabalıklarla... Dayanamıyorum bölesi zamanlarda boş insanların yanında olmaya ve koşuyorum odama...kitaplarıma...okumaktan hiç sıkılmadığım en gözde yazarıma yani sana CEZMİ ERSÖZ....Sen benim çirkin kalabalıklardan kurtarıcım, SATIRLARIN ARASINDA KAYBOLDUĞUMSUN...
bu adamı okumayı seviyorum
her hafta leman dergisinde özellikle aradığım isim
karanlığını mı seviyorum acaba bilmiyorum ama
cümlelerinde kayıplığımı buluyorum bazen....
ısınamadım bu adama...çok kitabını okudum ve karar verdim hep kendini tekrar ediyor....aynı imgeler,aynı duygulanımlar..beni hiç sarmadı ama sarsaydı eminim çabuk sıkardı...
Sevmem ben bu adami...
Artık şimdi o karanlık denizde
“binlerce hiç kimseyim”
çıtır avcısı olduğuna emin olduğum yaratık,
kitap yazmak içinmi sevgili terkedilir, yoksa sevgili bulmak için yeni bir kitapmı yazılır cezmicim iyi bilir bu işleri :))
beni denizin dibinden cıkarıp bana baska bir dunya yaratan adam........son 3-4 seneden beri soluksuz takip ettiğim bir yazar-saır. Bir insan aşk anlatırken bukadar yakısıklı olabilir....onunla oturup karşılıklı bir kadeh rakı ıcmek isterdim umarım gerceklesır....
ne demek istediğini anlamadım zaten kırılmış bir aşktan çıkmıştım hep umutsuzluğa sürüklendiğimi anlayınca bıraktım okumayı
Tek bir dizeyle bir şiiri; hatta koskoca bir kitabı kurtaran tek şair...
onunla iki yıl önce karsta tanışmıştık..konuşmasıyla sizi çok çabuk etkileyebiliyor..onu okumayı geçen yıl bıraktım,çünkü yazdıklarının yazınsal olamadığına ve kendini tekrarlayıp durduğuna inanıyorum ha bir de bana kitap göndereceğine söz verdi ama o kadar mesaj yazdım telefon açtım hala göndermedi..'bana türkçe bir ekmek ver' kitabının ilk yazısında cem yılmaz hakkında sözünde durmadı diyor..cem yılmaz lemandayken cezmi ersöz'e 'abi artık buradan ayrılmam ben burada tanındım bırakıp gitmem' diye söz vermiş..yazıda da diyor ki cezmi ersöz 'sonra olanları siz benden daha iyi biliyorsunuz..' halkın çok sevdiği bir ünlünün sözlerini kullanarak onun yalancı olduğunu anlatmaya çalışmak bir yazar için çok komik bir durum..üstelik bunu 'yazınsal' olma amacındaki kitabında yazıyor..o da bizim yaptığımızı yapsın kardeşim..girsin nedir.antoloji.com'daki cem yılmaz bölümüne eleştirilerini yazsın..cezmi ersöz de bana ve ÇYDD'ye kitap göndereceğine söz vermişti..ben onu burada yazıyorum..o da yapsın kardeşim..çünkü onun yaptığının benimkiyle farkı olmuyor..
cevali
'Yalnızım...
Bunca acı tek bir söze nasıl sığabiliyordu...
Aldım bu sözü dudaklarınızdan,
saplayıp kalbimi onunla parçaladım...
O söz ki;
Rengi yarım kalmış aşkların tarifsiz esmerliğine kaçıyordu...
O söz ki;
Sapladıkça kalbimin her parçasına Yüzünüzü yeniden çiziyordu...
Şimdi içimde binlerce yüz oldunuz...
Şimdi içimde binlerce siz oldunuz...'
Yanlızsınız...
bilseniz ne kadar suçluyum bunun için...
Bilseniz ne kadar acı çekiyorum...
Çünkü sevgim çakip alamıyor sizi derin ıssızlığınızdan...
Oysa ben sizi, sizden önce gözlerinizdeki o ıssızlıkta dinşledim, sözlerinizden de önce...
Benimle ölmeye hazır sesinizden bile önce...'
peltek insan
Bir şizofrendim artık... Yalanlar söylüyordum, hem sana hem de ona... Kendimi tanıyamaz olmuştum. Hangisi bendim? ..
SAYGILAR OLSUN ONA.OKUDUĞUM BAĞIMLI OLDUĞUM TEK YAZAR-ŞAİR RUH YOLDAŞI YANİ.ONU ÇOK SEVİYORUM.
melenkolik veya değil,fark etmez,yazar olsaydım ondan etkilenerek yazardım herhalde...
melankoli ve leman dergisi..
yazıları hoş ama içe dönüklük sunmuyor mu insana, okumayı bıraktım...
Kalabalık olup da yalnız kalan şair.. yazar gibidir benim için....
Melankolik olsam sadece onu okurdum. Sadece onu okusam melankolik olurdum. Çektim kurtardım kendimi yazılarından. İçime girdi, ama sigarasını söndüremeden kustum o'nu.
Kasvet...kas-vet...
Ama yine de (belki de okuduğum ilk kitabı olduğundan) 'annelik oyunu bitti'yi ayrı bir yere koyuyorum yazarken.
'Öteki edebiyat'ın acı yüzü
Entelijansiyanın yaratmış olduğu edebiyatın içerisinde iyi örnekler yok değil; ama geneline baktığınız zaman, bunu suçlama olarak da alabilirsiniz, hayattan kopmuş fikirlerin yağ tabakasının, arkaik fikirlerin hayatın canlılığını örttüğü kopuk, entelektüel oyunlarla bilgi iktidarından oluşturulmuş
yapıtlar bunlar. Son zamanlarda kitap satış listelerinde onun ismini hep üst sıralarda görmeye başladık. Aslında yeni değildi yazarlık serüveni! Uzun yıllardır kalem oynatıyordu; ama ne hikmetse, bir türlü hak ettiği noktada değildi.
Birkaç farklı yayınevinden çıkan kitaplarının yanı sıra Leman dergisindeki köşesinde de kaleme aldığı yazılarla kendi okur çevresini oluşturmuş olmasına rağmen, daha geniş bir kitleye Gendaş Yayınları'yla yaptığı antlaşmasının ardından ulaştı. Kısa süre içerisinde eski ve yenilerden oluşan 13 kitabı piyasaya çıktı. Tarzı ve üslubuyla basmakalıplılığın dışında olduğunu kurduğu her cümle ile ortaya koyan Cezmi Ersöz, en son kitabı 'Bana Türkçe Bir Ekmek Ver' ile bir kez daha dikkatleri üzerine çekti. Birçok edebiyatçıdan farklı olarak Ersöz'ün yazdıklarının hayatında karşılığı var. Acılarının resmini çizmekten hoşlanıyor. Süslü cümlelerin aksine,
o yalnızca 'bağırıyor', bu yüzden olsa gerek, edebiyat çevrelerince dışlanıyor. Fakat o, bu durumu bir lütuf olarak değerlendiriyor ve ekliyor: 'Biz öteki edebiyatçılarız! '
Sizce edebiyatın efendisi kimdir?
Edebiyatın efendisi hayat tabii ki, hayattan daha büyüğü yok. Benim efendim de hayat, dolayısıyla ben klasik bir edebiyatçı değilim, yani verili anlamda sunulan, seçkinci ve elitist tarzda ele alınan bir edebiyatçı kimliğim yok benim. Türkiye'de bu anlamda iki tür kanal var; bir resmî çevrelerin dayattığı, diğeri ise elitist çevrelerin yarattığı bir edebiyat. Edebiyat ortamı çok hormonlu, körler sağırlar birbirini ağırlar! Medyanın da kapısını araladığı dar bir havuz olarak görüyorum ben bu edebiyat ortamını. Bir de halkla iç içe bire bir ilişki kuran, hayata tanıklık eden, kendi kanalını, kendi mecrasını yaratan, kendi okurunu yaratan bir edebiyat var, ben o tavırdan yanayım. Şimdilerde 'öteki Türkiye' deniyor ya, bir de 'öteki edebiyat' var. Ben o tür edebiyatın içindeyim.
Bir kesimin, diğer bir kesimi, edebiyat anlamında kategorize etme, yerden yere vurma hakkı var mı?
Yok, bu skalayı kim belirliyor? Bir otorite var, elitist bir otorite. İsmi bu tür tartışmalarda çok geçiyor diye belirtiyorum Hilmi Yavuz'dan bahsetmiyorum. Hilmi Yavuz benim çok sevdiğim bir şairdir. Genel olarak konuşuyorum, bir kalıp var, kimin şair olacağını olmayacağını tespit ediyorlar. Böyle bir şey yok, böyle bir merci yok, böyle bir kurum yok. Hakları yok yani 'Bu şairdir, bu değildir' diye söylemeye.
Peki bu anlamda gerçek edebiyat nedir?
Ona da hayat karar verecek, tarih karar verecek, yıllar sonra ortaya çıkacak.
Edebiyatın bir kimyasal formülü yok mu yani?
Bunun kimyası birileri için kafalarında üretilen donmuş fikirler, hayattan kopmuş fakat birtakım zeki kurgularla, edebi oyunlarla kotarılmış şeyler. Hepsi demiyorum entelijansiyanın yaratmış olduğu edebiyatın içerisinde iyi örnekler yok değil; ama geneline baktığınız zaman, bunu suçlama olarak da alabilirsiniz, hayattan kopmuş fikirlerin yağ tabakasının, arkaik fikirlerin hayatın canlılığını örttüğü kopuk, entelektüel oyunlarla bilgi iktidarından oluşturulmuş yapıtlar bunlar. Sait Faik de mesela öteki edebiyatçıydı ya da Orhan Veli, bunlar popülist değildi, hayatın içinde olup hissettiklerini bağımsızca aktardılar. Cemil Meriç 'havuz' kavramıyla açıklar bu durumu. Dar bir havuzda birbirlerini yok eden böcekler gibi görmüştür o seçkinci edebiyatçıları.
Siz bu havuzun ne kadar dışındasınız?
Egemen çevreden gelen küçümsemelere, beni yok saymalarına aldırmadım. Onlar beni ciddiye almadı, ben de onları ciddiye almadım. Beni zorlayan uyumsuzluk. Misafir gibi görüyorum kendimi dünyada. Tam mutlu oldum dediğim anda yüreğimdeki acı çıkıyor ortaya.
Bu da sizi yalnızlaştırıyor!
Ben tutunamıyorum, köksüz gibi hissediyorum, bu dünyaya fırlatılmış gibiyim. Beni hayatla, toplumla, kurumlarla bir türlü bütünleştirmek istemeyen bir acı var, içimde ayrı tutan, farklı kılan bir acı.
Ve acınızı yazarak resmediyorsunuz, öyle mi?
Oraya dokundukları anda, o eski soluk ağrıya, acımdan başka, yaramdan başka beni kimse anlayamaz diyorum. Sanki bu acıyla doğuyoruz gibi geliyor ve ben bu acının üstünü örtmüyorum.
Acıdan zevk mi alıyorsunuz?
O beni yaşatıyor, müthiş bir yaşama sevinci veriyor bana. Nitzche'nin bir sözü var 'Uçmak için acının da ölümün de kucağına inmek gerekir' diyor ya, işte o acı beni fırlatıyor, sırf o fırlama, yükseliş adına o acıya katlanıyorum.
13 kitabınız var, seri üretim kimi zaman sizi sıradanlaştırmış olmuyor mu?
Oluyor. Bu yüzden çok yıprandığımı hissediyorum; ama okurun talebi var, okur sürekli üretmemi istiyor.
Yazmak zorunda olduğunuz için mi yazıyorsunuz, yoksa yazmak istediğiniz için mi?
Eğer yazdığım şeyden tatmin olmazsam, o hafta öyküyü vermiyorum Leman'a. Her şeye yazan bir insan gözüyle baktığım için kafamda, beynimde çalışan bir makine var. Yazma tutkusu hiç kimseyle sizi paylaşmak istemiyor, sizi bir zorba gibi elinde tutuyor.
Bu parçalanmışlık ve çelişkiler mi aşkınızı besleyen?
Evet, parçalanmışlık beni besliyor, ben o aşk duygusundan yoksun yaşayamam. Mutluluktan yana değilim ben, mutlu insanların öyküsü yoktur çünkü. Trajedi istiyorum ben, beni trajediler hayata bağlıyor. Hayatımda trajedi yoksa, tutkuyla beni kemiren aşk yoksa, ben kendi kalbimi yiyorum. Acı aslında ilahi bir şeye duyulan susuzluk gibi. Ben ilahi parçadan kopmuş gibi hissediyorum kendimi, kopmuş, öksüz bırakılmış. Çok ağır bir sendrom kopmuşluk, aşkla falan da giderilecek bir şey değil, aşk sadece bu acıyı biraz daha kanatıyor.
Ölüm sonrası herhangi bir acıya dair hesabınız var mı?
Yunus gibi düşünüyorum ben. Yunus'un Allah'a kavuşmak derdi vardı. Sosyalizme inanıyorum, mistik bir sosyalizm ama. İlahi bir gücün olduğuna hep inandım, buna en çok yazarken inandım. Mesela bir yazı yazıyordum, Hz. İsa'ya 'Neden öbür yanağını çevirdin, bunun büyük bir acımasızlık yarattığını fark etmedin mi? ' dedim ve bilgisayardan yazı silindi. Ve bir kez daha İlahi güce inandım. Hakkım yoktu böyle yazmaya. Kendi düşüncemden ters bir düşünceye yönelmiştim. Çünkü ben öbür yanağını çevirmek felsefesinin boyutlarını biliyordum; ama o an anlamak istememiştim.
'Bana Türkçe Bir Ekmek Ver' dediğinize göre masanıza nasıl bir Türkçe ekmeğin sunulacağını düşünüyorsunuz?
'Bana Türkçe Bir Ekmek Ver' dışlanmış insanların öyküsüdür. Kendi dilinde ekmek isteyemeyen bir Kürt insanının çığlığıdır bu. Düşünün ki siz bir halka ana dilinde konuşmayı yasak etmişsiniz, ana dilinde ekmek isteyemiyor, bundan daha büyük bir zulüm olabilir mi? Kesilmiş diller var. Dillerin kesilmediği, insanların kendini özgürce ifade ettiği bütünüyle özgür bir toplumda, erdemin de özgür kaldığı bir toplumu arzuluyorum. Ben bu çığlıktan vazgeçemem. (Rasih YILMAZ)
Zaman Gazetesi
Bence yalnızca oynuyor.Hepimizin bir sevda yarası var.Deşmeyi iyi biliyor Cezmi Ersöz.