1989'da ölen yönetmen Ertem Eğilmez'in son çevirdiği filmdir. Eğilmez, bir zamanlar kendisinin de içinde bulunduğu klasik Yeşilçam sinemasını neredeyse tüm entrikalarını abartıp karikatürize ederek kullandığı bu son filmiyle, hem bir özeleştiri gerçekleştirmiş, hem de bugünün seyircisine tanıdık ve eğlenceli gelecek bu yaklaşımla büyük bir ticari başarı elde etmişti. Müjde Ar ve Uğur Yücel'in farklı yöntemler kullanarak filmin "absurd” yapısına katkı getiren "bozguncu” oyunları ve Şener Şen'in ustası olduğu komik oyunculuğu, "Arabesk”in Türk sinemasında çevrildiği dönemin en parlak yapıtlarından biri olmasını sağlamıştır.
Ülkemizi uzun bir zaman kasıp kavuran müzik türüne nasılsa adını veren "Arabesk"in aslında iki gerçek anlamı vardır. Öncelikle tipik örnekleri eski İslam sanatında bulunan bir çeşit oyma ve resmedilmiş süse 'Arabesk' adı verilir. Bu süsleme sanatında tabiat dışı unsurlar çok alçak kabartmalar şeklinde işlenmiştir, kesintisiz sular ve girişik süsler vardır. Yazı sanatının da büyük etkisi görülür. Balede ise 'Arabesk' bir dans pozudur. Bir bacak yere basar, öbür bacak kaldırılır ve arkaya doğru gerilir. Vücut yana eğilir. Bir veya her iki kol kalkık bacağın uzantısında genellikle ters yönde yer alır. Arabesk pozunun doğu danslarından esinlenerek baleye girdiği söylenir.
Otuzbeş yaş sonrası tanıştıklarımdan.Belli bir dönem empati anlayışımı geliştirse de olması veya olmaması arasında farkın olmadığı müzik. Bi kokoreç etkisi yok mesela onu hala yiyorum.
tabii yanlış yorumlamamak lazım bu türüde, o kadar çok ticari şarkı mevcut ki bu sadece arabesk te değil, nerdeyse tüm çeşitlerde var, ama arabeskte çarpı beş kez ticari şarkı oranı... aslında gerçekten müzik dinleyenlerin sevebileceği çok ta güzel yorumlanmış yazılmış bestelenmiş olanları var, arabeski sadece varoşa, keşliğe indirgememek lazım
milyonlarca insanın yaşam tarzıdır..tıpkı şarkılardaki gibi kahpe kader! hayırlısı olsun! neydi günahım! hey gidi felek! acıların insanı! işte bu felsefe ile yaşayan, yaşadığı ve yaptığı bir çok şeyi kadere yükleyip hayatla olan kavgadan kolayca sıyrılmayı tercih eden yaşam felsefesi...
ben zaten hiç sevilmedim ki.. benim zaten hiç param olmadı.. ben zaten hiç mutlu olmadım.. benim zaten karşıma hiç iyi insan çıkmadı.. ben........zaten.......hiç.............
Arabesk (Fr.arabesque, Alm.arabeske) : Arap üslubu. Bilhassa Endülüs yoluyla Avrupa'ya geçmiş ve mimarlıkta, süslemede, musikide, ballet'te kullanılan serbest, grifit, süslü üslup. (Öztuna,1969 ansiklopedisinden)
Arabesk: Çevreye uyumsuzluğun, yabancılaşmanın müziği. Sadece bir müzik olayı olmayan arabesk, kente göçen, kent ortamıyla uyum kuramamış, kentsel yaşantıya katılamamış olan kır kökenli nüfusun kültürüdür. Kırdaki gelenksel ortamı kente taşıyan bu nüfusun, kırsal değerleri bırakmamasının nedeni bu uyumsuzluktur. Doğu motifli, kuralsız ve söz ağırlıklı olan arabesk müzik, kentli kültürüne sırt çevirmeye, düşmanlık beslemeye başlayan nüfusun, kentte çekilen bu sıkıntıları, bu bunalımı, bu uyum kuramama olgusunu dile getirmek, haykırmak, boşalmak gereksinimini sağlayan bir yığın kültürüdür. (Şenyapili, 1985 Müzik Ansiklopedisi'nden)
A.2) Varsayım Eleştirisi:
İster muhafazakâr, isterse de radikal taraftan olsun, neredeyse arabeskin ortakduyusal değerlendirmesi haline gelen bu bakış açısı, sorgulanması gereken bir bakış açısıdır. Arabeski, üstelik bir müzik ansiklopedisinde, 'Bu ansiklopedide, Türkiye'de kullanılan geniş anlamıyla arabeske toplum bilimleri açısından bakılmış ve müzikle ilgisi buna göre değerlendirilmiştir.' diyerek, 'yabancılaşmanın müziği' olarak tanımlamak, öncelikle, arabeski onu tanımlayan özgün alandan, yani müzik alanından koparıp, özgüllüğünü yadsımak demektir.
İkinci olarak ise, yalnızca şarkı sözlerini ele alıp, bunları, üstelik bütünlüklü olarak değil de seçmeci bir biçimde ve ayrıca tüketiciye, tüketicinin varsayılan niteliklerine göre yorumlamak, sosyolojik analizi indirgemek demektir. Yani, arabeskin ilk ve asıl tüketicileri olan kente göçen kır kökenli nüfusun (gecekonducuların) , kimlik bunalımı ve uyumsuzluk içinde olduğu, böylelikle onların dinledikleri müziğin de 'çevreye uyumsuzluğu' yansıtması gerektiği düşünülmekte, bu açıdan bakılıp, arabeskin 'babası' olarak bilinen Orhan Gencebay'ın şarkı sözlerinden uygun mısralar aktarılarak, bu müziğin de 'yabancılaşmanın müziği' olduğu söylenmektedir.
(...)
B) BİR MÜZİK TÜRÜ, SÖZLERİNE BAKILARAK AÇIKLANABİLİR Mİ?
Bir müzik türünü anlamak için yalnızca şarkı sözlerine bakmak yeterli değildir. Müzik, ses ve sözden oluşan bir bütün, bir sembolik sistemdir (Geertz, 1973: 91-94) . Müziğin algılanmasında yalnızca sözler değil, o sözleri anlamlı kılan sesin (sound) niteliği de çok önemlidir. Sesin niteliği ise müziksel yapı ve müzik psikolojisinin belirlediği bir bütündür.Sözlere son anlamını veren, yorumu veren bestedir; yani sözleri ortaya çıkaran, vurgusunu ve duygusunu belirleyerek anlam kazandıran, anlamını veren, ritmi, melodisi ve tabii ki sonuçta sesidir. (...) Müzik sosyolojisini, sadece sözlerin içerik analizi, anlamı ve bunların gerek yazarı gerekse dinleyenleri açısından ne anlama geldiği, yani nasıl üretilip, tüketildiğine yönelik araştırma çabasıyla sınırlamak, eksik bir yaklaşımdır.
(...)
Orhan Gencebay arabeskini, yalnızca sözlerine bakarak ve üstelik bu sözlerin yalnızca 'kadere' ilişkin yanlarını seçerek yorumlayanlar, şarkı sözlerine manasını veren, duygusunu belirleyerek anlamını tamamlayan 'ses' öğesini atlamaktadırlar.
C) BİLİNMEYEN GEÇMİŞ
C.1) Türk Müziğine Devlet Müdahalesi
1926 yılında okullardan Klasik Türk Müziği eğitimi kaldırılıyor. 1930'lu yılların ortasında da 20 aylık bir süre için Türk Müziği'nin radyodan yayını yasaklanıyor.(*)
*Paragraf ile ilgili dipnot-no 60: Aslında Klasik Türk Müziği'ne ilk devlet müdahalesi 1826'da II.Mahmut'un Yeniçeri Ocağı'nın parçası sayılan Mehterhane'yi kapatıp yerine ilk Batı MüziğiOkulu sayılabilecek Mızıkay-ı Humayun'u kurmasıdır. Aam bu olay, 1920'li yıllara dek Klasik Türk Müziği'nin Enderun ve tekkeler olmak üzere başlıca kurumlarda üretilmesini engellemiyor. Mızıkay-ı Humayun'un batı müziği kısımları 1924'te Rıyaset-i Cumhur Musiki Heyeti, sonra da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'na dönüştürülüyor. 1914'te yeniden kurulan Mehteran, 1935 yılında kapatılıp, 1952'de yeniden kuruluyor. 1913'te kurulan ve hem Batı hem Türk Müziği kısımları olan Darülbedayi, savaş koşullarında gelişemeyince, yerine benzeri bir kurum olan Darülelhan kuruluyor; bu da sonradan İstanbul Belediye Konservatuvarı'na dönüştürülüyor. 1926 yılındaki Türk Müziği eğitimi yasağının ardından, 1976 yılına dek Türkiye'de hiçbir resmî kurumda Klâsik Türk Müziği öğretilemiyor.
Dipnot no-62: Cem Behar, 'Ziya Gökalp'in cumhuriyet resmî ideolojisinin oluşmasında oynadığı stratejik rol gözönüne alınınca musıki konusunda yazdıklarına bir ülkü, bir siyasi program olarak bakmamak olası değil.' diyor. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları'nda, 'Türk harsına ait olan yalnızca halk türküleridir. Şark müziği denen Klasik Türk Müziği hem eski medeniyete aittir, hem de hasta ve Bizans-Arap kırması olduğu için gayrımillidir. Çağdaşlık ve yeni medeniyet Batı armonisindedir. O halde, milli musikimiz memleketimizdeki halk musikisiyle garp musikisinin birleşiminden doğacaktır.' demektedir.
1937'de radyo devletleştirildikten sonra da halkçılık ideolojisi doğrultusunda radyo ve devlet konservatuvarlarında halk müziği derlenerek, repertuar oluşturuluyor. Ancak, bu derlemelerde halk müziği, yöreselliği ve bireyselliği kaybettiren notaya alma ve söyleme tarzı gibi icra özellikleri sonucunda önemli ölçüde standartlaştırılıyor. Bu özelliklere uymayan halk müziği bestecilerine de yayın denetiminde yer verilmiyor. O halde, Türk Müziği'ne yapılan resmî müdahaleler sonucu Türk Sanat Müziği geleneğinin tahrip edildiği, Türk Halk Müziği geleneğinin ise bir tür tutuculuk şeklinde 'icat edildiği' söylenebilir.
1926'dan itibaren okullarda Türk Müziği eğitiminin yasaklanması ve 1930'lu yılların sonunda radyolarda Türk Müziği çalınmasının 20 ay boyunca yasaklanması birlikte ele alındığında, yeni Türk Cumhuriyeti'nin Osmanlı'yla kültürel bağlarını topyekün koparmak istediğinin, modernleşme ideolojisinde geleneğe 'gericilik' rolünün atfedildiğinin, çağdaşlaşmanın yolu olarak Batı kimliği seçildiğinin, demokrasi anlayışındaki 'halka rağmen' niteliğinin bir göstergesi olduğu söylenebilir. Bu yasak, aydınlar katında, alaturka-alafranga ikilemi olarak beliren Doğu-Batı tartışmasını keskinleştirmiştir.
Yasağın asıl etkisi ise, yarattığı boşluk sonucu halkın Arap radyolarının müzik programlarını dinlemeye başlaması olarak değerlendirilmektedir. 1930'lu yıllarda radyo yasağı sırasında, başta Kahire radyosu olmak üzere Arap radyoları, ardından da 1930 sonlarından itibaren sinema sektörünün gelişmesiyle Mısır filmleri aracılığıyla Arap müziği Türkiye'de yayılmaya başlıyor.
Yılmaz Öztuna, Türkiye'de Mısır müziğinin bu kadar çok tutmasının nedenini, gerek eğitiminin gerekse radyolarda çalınmasının engellenerek Türk musikisinin adeta resmen yasaklanmasına bağlıyor:' Türk halkı mecburen Arap radyolarını açtı ve onların musikileri kendisine Batı'nınkinden yakın olduğu için onları sevdi. '
Türk Müziği'ne radyo yasağı 1934'te başlıyor ve 1936'da kaldırılıyor... (Not: Radyo yasağının konulması ve kaldırılmasının nedenleri ve Atatürk'ün görüşleri veyahut bu görüşlerin çarpıtılması ile ilgili daha detaylı açıklamalar kitapta.)
C.2) Mısır Filmlerinin Girişi
Türk sinemasının geçiş çağı olarak adlandırılan 1939-1950 yılları içindeki 1939-1944 dönemini II.Dünya Savaşı koşulları belirliyor... Türk sinemasında bu dönemde yıllık film yapım sayısı ortalama 2'ye düşüyor. Film ithalatı, Türkiye'nin tarafsızlık politikası nedeniyle Amerikan filmlerinin ithalatı şeklinde gerçekleşmeye başlıyor. Amerikan filmlerinin ithalat yolunun savaş nedeniyle açık pazar olan Mısır üzerinden gerçekleşmesi, beraberinde Mısır filmleri de getiriyor.
Türkiye'de 1938'de Mısırlı şarkıcı Abdülvahhab'ın oynadığı Aşkın Gözyaşları isimli filmin çok rağbet görmesi üzerine, Mısır filmlerinin müziklerinin Arapça söylenmesi yasaklanıyor. Bununla birlikte Türkiye'de film musikisi adaptasyonu sektörü doğuyor. Meşhur Hafız Burhan, Aşkın Gözyaşları filminin Türkçe'ye çevrilmiş güftesini plağa okuyor ve bu plak satış rekorları kırıyor.
Bu gelişmeler doğrultusunda, devlet bu sefer 1948'de Mısır filmlerinin Türkiye'ye girişini yasaklıyor. Fakat o zamana kadar 130 Mısır filmi Türkiye'de oynatılmış oluyor. Bu filmlerin müzikleri bazen üstüne Türkçe sözler yazılıp aynen alınarak, bazen de esinlenme yoluyla yeni besteler yapılarak piyasaya sürülüyor. Mısır filmlerinin adaptasyonlarına beste yapmak çok revaçta oluyor. Mısır filmlerine şarkı yapan bestekârların başında Saadettin Kaynak, Münir Nurettin Selçuk geliyor. Onlardan başka, Sadi Işılay, Artaki Candan, Şerif İçli, Şükrü Tunar, Kadri Şençalar, Hüseyin Çoşkuner, Mustafa Nafiz Irmak, Selahattin Pınar Arap müziklerinin adaptasyonlarını yapıyorlar. Saadettin kaynak 1940-1950 yılları arasında Mısır yapımı 85 filmin musikisini düzenliyor. Münir Nurettin Selçuk 1939'da Allah'ın Cenneti, 1941'de Kahveci Güzeli isimli filmlerde oynuyor ve bu filmlerde kendi yaptığı bestelerin yanı sıra Saadettin kaynak'ın yaptığı besteleri kullanıyor. Bu filmler çok tutulunca, yerli sinema bu modaya uyuyor, Müzeyyen Senar 1942'de Kerem ile Asli isminde bir film çeviriyor. Bu adaptasyonlar ve bu besteler hiçbir şekilde radyo denetiminden geçmiyor ve çalınmıyor.
C.3) 'Arap müziği' ve 'Arabesk' Kelimelerinin Çıkışı
Özellikle 1930'lardan sonra,örneğin Haydar Tatlıyay'ın Arap tarzı yay kullanması ve 1940'lardan sonra Saadettin Kaynak'ın Mısır filmlerine yaptığı besteler 'Arap müziği' sözünü ortaya çıkarmıştı. Ama Orhan Gencebay'la birlikte başlayan müzik tarzının arabesk adı almasının asıl kaynağı 1060'lı yılların başında popüler olan Suat Sayın örneğine dayanır.
Bestekâr, şarkıcı ve udî olan Suat Sayın'ın, çok sevilen ve halk müziği icracısı Ahmet Sezgin'i meşhur eden Sevmek Günah mı adlı parçasının, kendisi söz müzik Suat Sayın'a aittir diye yazmasına rağmen aslında Abdülvahhab'ın şarkısından alınma bir ezgiye dayandığı ortaya çıkınca, müzik piyasasında Arap müziği sözü yaygınlaşmaya başlıyor. Bu parçanın asıl önemli özelliği, Türkiye'de belki ilk kez, bu parça ile Türk Sanat Müziği kalıplarından çıkılmış olması, Türk Sanat Müziği icrasında 'çok sazlılığın' kullanılmasıdır. Sayın'ın, bu parçasında Arap ezgisi kullanmasının yanı sıra, 11 kişilik bir yay grubunun çalması, 'Arap gibi' sözünü pekiştiriyor ve çevreye örnek teşkil ediyor. Orhan Gencebay ise 1966'da Ahmet Sezgin için Deryada Bir Salım Yok adlı parçayı yazıyor. Bu parçada Gencebay 23 kişilik bir orkestra kullanıyor, muhayyerkürdi makamında ve senkoplu düyek ritminde olan, vurmalı aletlere önem verilen bu parçada Türk müziği aletlerinin yanısıra Batı enstrümanlarından gitar, vibrafon vb. çalınıyor. 8-9 kişilik keman grubunu profosyonel Batı tekniğiyle çalışan kemancılar icra ediyor. Gencebay Arap melodilerinden alıntı yapmadığı halde, bu orkestrasyon tercihi sebebiyle Suat Sayın ile benzeştiriliyor. Aynı orkestrasyon özellikleri taşıyan iki şarkıdan biri Arap'tan alındığı için, diğerine de Arap tarzı etiketi konuyor.
Orhan Gencebay bu konuda şunları söylüyor: 'Örneğin Dede Efendi'nin bir parçasını alalım; ritmi iyice öne çıkaran, yine bizim kullandığımız yay soundu ve partisyonla, altyapı üstyapı düzenimizle icra ettirelim, buna da yani Dede Efendi'ye de Arap diyebilirlerdi. Dede Efendi o eserleri yaparken hiçbir zaman tekdüze yapmamıştır, bu mümkün değildir; ama bilemiyoruz çünkü Enderun'da kaldı o sağlıklı bilgiler. Onlar da intikallerde kayboldu. Dede Efendi zamanımıza tam sağlıklı olarak gelemedi. Aynı icra soundunda,Dede'nin parçasını biliyorlarsa, bu Dede'nin parçası diye söyleyebilirler. Dede'nin hiç bilinmeyen bir parçasını ele alsaydık ve Dede'nin olduğu bilinmeden dinletseydik, bazı şeyleri ancak o zaman isbat etmiş olabilirdik.'
--------- Kaynak: Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, Dr.Meral Özbek, İletişim Yayınevi ---------
Meral Özbek'in kitabından derlediğim bu yazı, arabesk denen müziğin bilinmeyen geçmişini ve kökenlerini, yani etki-tepki zincirini anlatmada şu anda elimizde bulunan en iyi incelemeyse de; bu müziğin doğuşunda doğuya özgü köken ve unsurları anlatmaya daha çok ağırlık vermiş, batı müziğinin bu müzik içindeki etkisine ve konumuna gereğince değinmemiştir. Bu, kitapta gördüğüm önemli bir eksikliktir.
Özellikle, Orhan Gencebay Müziği olarak ele alırsak, Orhan Gencebay'ın müziksel perspektifinin oluşmasında batı müziğinin ne gibi etkileri olduğunu ortaya koymak gerekir. Orhan Gencebay müziğe 6 yaşında, Rus konservarlarında müzisyenlik yapmış eski bir sanatçı olan Emin Tarakçı'dan klasik batı müziği ve keman dersleri alarak başlamıştır. Orhan Gencebay'ın, 60'ların sonlarında hayatını müzik ile kazanmaya başladığı yıllarda ve 70ler boyunca tanıştığı, müzik muhitinde bulunan İsmet Sıral, Burhan Tonguç, Erkin Koray, Cengiz Teoman, Kurtalan Ekspress gibi Türkiye'de rock ve jazz müziğinde zamanının önde gelen isimleriyle yaptığı müziksel fikir alış-verişleri ve ortak çalışmalar, Gencebay müziğinin oluşumunda çok önemli bir yere sahiptir. Gerek Klasik Batı Müziği olsun, gerek rock müzik olsun, gerekse jazz olsun, bu müziklerin etkileri Orhan Gencebay'ın birçok çalışmasında gözlemlenebilir.
Orhan Gencebay Müziği, Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği, Batı Müziği (klasik, rock, jazz) , Oryantal (Batı literatüründe oryantal müzik Çin-Hint-Arap coğrafyasını ifade eder; kelime anlamı: doğu medeniyetine ait olan demektir) müziklerin bir sentezidir. Bu yüzden yalnızca 'Arap etkinliği' anlamına gelen 'Arabesk' tanımlaması Orhan Gencebay'ın müziğini karşılamakta yetersizdir.
Ses sanatçısı, besteci ve sinema oyuncusu Orhan Gencebay'ın nam-ı diğer 'Orhan Abi'nin Türk müziğindeki yeri tartışılmaz. Altı yaşında Türk sanat müziği çalışmaya başlamış, önce mandolinle sonra kemanla tanışmış. Yedi yaşında bağlamaya geçmiş. Sekiz yaşında 'Aşık Veysel'i hissetmiş', on yaşında beste yapmış, on üç yaşında da tambur çalmış. Çocukluğu kemani Haydar Tatlıyay, udi Yorgo Bocanos, Kadri Şençalar, Şerif Muhittin Targan, İzzet Ökte ve Ercüment Batanay'ı dinleyerek, hissederek ve çaldıklarını bağlamaya aktararak geçmiş. Neşet Ertaş gibi bir halk müziği duayeniyle aynı havayı teneffüs etmiş.
Profesyonel anlamda ise 30 yıldır müzik yapıyor. Hemen her yıla bir albüm sığdırmış. Bu kasetlerin şu ana kadarki resmi satışları yetmiş milyon olarak ifade ediliyor. Korsanlarla birlikte bu rakamlar 150 milyonu buluyormuş. 400'ü bizzat kendi okuduğu 1000'e yakın bestesi bulunan Gencebay ile ilgili yirmiye yakın yüksek lisans ve on beşin üzerinde doktora tezi yapılmış. Ama Orhan Gencebay'ın yaptıkları hala bir yere oturtulamadı... Gencebay'ın yaptığı her yeni albüm, tartışmaları bitirmek yerine daha da alevlendiriyor.
Bu tartışmaları ilk kaynaktan öğrenmek amacıyla kapısını çaldık. Ancak sanat yaşamının ilk 15 yılına damgasını vuran ve en sevilen parçalarından oluşacak olan 'Gencebay Klasikleri' adlı albümü için yaklaşık altı aydır Arı Stüdyosu'na kapanan Orhan Gencebay ile görüşmek kolay olmadı.
-Orhan Gencebay, sosyal bir vaka oldu. Müzik gündemi ister istemez sizden etkilenir duruma geldi. Sizin toplumu etkileyen gizli güçleriniz neler?
Ben bir müzik adamıyım. Müzikte daha iyi olmak adına çalışmalar yapıyorum. Bizim müziğimiz halk müziği ve sanat müziği olarak ikiye ayrılır. Bir de yabancı kültürlerin etkisiyle oluşan misyon müziği var. Türk müziğinde kalıpların tutucu olduğunu, yeniden ele alınması gerektiğini gördüm. Bunu yapmak için de var olan yapıyı bilmek ve daha iyi ufuklara götürebilecek yetenek lazım. Tüm bunların kendimde olduğunu düşünerek, araştırmalar yaptım. Araştırmalarımı kendi insanımızın, kültürümüzün içerisinde yaptım. Bu konuda çeşitli yorumlar yapıldı; kırdan kente göç eden insan hikayesi gibi. Ben bunları kendi adıma kabul etmiyorum ve yaptığım çalışmalarla bu anlayışı bağdaştırmıyorum.
-Müziğinizin kültür seviyesi düşük, alım gücü zayıf insanlar tarafından dinlendiği yıllarca yazıldı, çizildi. Siz de bunların çoğuna cevap verdiniz. Ancak ben şunu öğrenmek istiyorum. Bu kesime ait insanların sizi dinlemesinden rahatsız mı oluyorsunuz?
Kesinlikle rahatsız olmuyorum. Benim için insan, önce kendi insanım önemli. Dinlemek isteyen herkes benim yaptığım albümlerde kendine göre bir şeyler bulur. A albümünü kendine yakın bulmaz da, C albümünü çok sever. Çünkü ben çok çeşitli çalışıyorum. Beni dinleyen insanlar genelde gariban, yani ekonomik gücü zayıf insanlar. Müziğe başladığım zaman Türkiye'nin yüzde altmışı tarım kesiminde yaşıyordu. Daha sonra şehirlere göç başladı. Halkımızın yüzde 90'ı bu söylediklerimin içine dahil edilebilir. Yüzde 10'lardan daha az bir kesim ise maddi imkanları iyi diyebileceğimiz bir grubu teşkil ediyor. İnsanımızın sevmiş olduğu her çalışma bizim güncelimiz anlamına gelir. Ağırlık merkezimiz bu kitle olduğundan yaptığımızı bunlar benimsiyor. Maddi durumu iyi olan insanlar da bizi benimser ama; onlar azınlıkta kaldığı için belli olmaz. Bazıları gariban edebiyatı, gariban müziği gibi kasıtlı yorumlar yapmak istiyor. Bir önemli nokta da şu; bazı çevreler bizi ikinci planda görmek istiyorlar.
-Bu sorun nereden kaynaklanıyor?
Batılılaşma ile çağdaşlaşma kavramlarının anlaşılmamasından. Batılılaşma yerine çağdaşlaşma kavramını ele alabilsek bu sorunlar biter. Bana göre modernleşmek herhangi bir kültürün kopyası olmak değil kendimizi geliştirmektir. Bir kültürü benimsemiş olana bir şey demiyorum. Ama kendi kültürünü aşağılayan ve yabancı kültürü baş tacı eden kişiye karşı çıkarım. İşte bizi küçümseyenlerin gerçek niyetlerini burada aramak gerekiyor.
-Batılılaşma - çağdaşlaşma kavramlarının birbirine karıştırılmasından mı bahsediyorsunuz?
Evet, anlaşılmadığını söylüyorum. Doğrusu çağdaşlaşmak olmalı. Çağdaşlaşmak kimsenin tekelinde olmadığı için buraya herkes katkıda bulunabilir. Ama Batılılaşmaya müzikle ilgili olarak baktığımızda şu anki Batı musikisinin yapısı polofonik müzik ile birleşmiş, kaliteli bir müzik. Ben buna saygı duyuyorum ve hep kullanıyorum. Ama bu sistem kilisede gelişmiştir. Avrupalıların kendi kültürlerini en iyi biçimde idrak edecek bir sistemdir. Bu sistemi kendi müziğimize uyarlarsak yama gibi olur. Gayem doğanın vermiş olduğu o zenginliği muhafaza etmeye çalışarak, çağdaş kültürlere katkıda bulunmaktır. Yani illa kopya almak yerine kendi doğrultumuzda o güzellikten yararlanarak, kimliğimize de saygı duyarak daha ileriye gitmektir. Ancak böyle modernleşmiş oluruz.
-İnsanları dertlendirmek gibi bir çabanız var mı?
Benim böyle bir çabam yok. Ama müzik ağlatır, eğlendirir, güldürür, düşündürür ve ulvi duygular verir. Bazı arkadaşlar hüzne daha ziyade yatkınsa, dramı daha çok işlemişse, bu onun doğasından kaynaklanır. Müziğin bu işlevleri arasından bazılarını benimsemiş olabilir. Bu edebiyattaki ozanlarımızın da yaptığı bir şeydir. Mesela Aşık Veysel hayata aşıktır, Karacaoğlan memleketine aşıktır. Ben ise birine değil hepsine yatkınım. Hayatın içerisinde gülmek ve ağlamak varsa ben ikisini de yaşıyorum.
'-Bir teselli ver', 'Hor görme garibi' ve 'Batsın bu dünya' gibi parçalarınız şarkı sözünden çok, sosyal bir dramı anlatıyor ve protest bir yapı sergiliyor.
Bu belli ölçüde doğrudur ve protest yapı vardır. Olumsuzluk protestosudur. Doğru olduğuna inandığım ilkelerin bir an önce yaşanmasını istiyorum. Protest yapı bizim müziğimizde fazla işlenmiş bir çalışma değil. Ama ben 30 yıldan beri bunu kullanıyorum. İlla protest yapılar rock diye adlandırılan serbest çalışmanın içinde değildir. Aslında rock ile benim yaptığım çalışmaların benzerlik noktası şurada olabilir: İkisi de serbest çalışmadır. Belirli kalıpların bir gün donacağı; ama insan dinamizminin hiçbir zaman durmayacağı anlatılır ve bu bakışla serbest çalışmalara doğru iter adamı. 'Rock'un melodik normlarına gelince, ben bunları 10'lu yaşlarımda kullandım. Benim ilgi alanım, Türk müziği, halk müziği ama ben dünyayı tanımak istediğimden klasik Batı müziğiyle başladım mesleğe. Rock ile de ilgilendim, caz ile de. Büyük orkestralarda tenorluk yaptım, saz da çaldım. Bu normları tanımamdan dolayı serbest çalışmalarımda rock ve caz normlarını kullandığım olmuştur. Bu rock'a döndüm anlamına gelmez. Sadece yakıştığı nispette çeşni olarak kullanıyorum. Mesela 'Hatasız kul olmaz' da olduğu gibi... Müziğim; sevgi, saygı ve hoşgörü üzerine kurulu...
-Gencebay müziğinin en belirgin özelliği, ya da Orhan Gencebay müziğini diğer unsurlardan farklı kılan noktalar neler?
Sözlerimde sevgi, saygı, hoşgörü teması ağırlıktadır. Birliğe davet üzerinde ısrarla durmuşumdur. Sevgiyi anlatırken, sevginin çeşitlerinden bahsetmişimdir. Bunlar insan doğası gereği gerçekleşen bestelerdir. Her konuyu işlerim, neşe, hüzün, tasavvuf vs... Müziğe gelince halk müziği, sanat müziği, Ortadoğu ve Batı müziği sentezinden oluşmaktadır. Ama ağırlık merkezi biziz. Halk müziği ile sanat müziğinde serbest çalışmayı tercih ederim. Bütün bunları yapmak için bilgiye ihtiyaç vardır, yoksa rahat çalışamazsınız. Her an sürprizler yapabilirim. Çünkü benim gönlüm sürekli yenilikten yana. Zaten Türk müziğinin de gelişmeye ihtiyacı var. Bizim aslında işlenmemiş muazzam bir hazinemiz var.
-Mutlaka yapılması gerekir dediğiniz bir öneriniz var mı?
Önce iki müziğimiz içindeki ses sistemlerini analiz etmemiz lazım. Ancak bunu yaptıktan sonra daha iyi yerlere gidebiliriz. Halen ana çalışmaları yapmadık. Seslerimizi daha tanımıyoruz, ayrıştıramıyoruz. Bunlar enstitülerin işi ama biz de bir araya gelerek çalışma yapmak zorundayız.
-Size atfedilen 'Orhan Baba', 'Orhan Abi' gibi kavramlara nasıl bakıyorsunuz?
Sevgi, saygı içerikli mesajlarım insanlarımız tarafından benimsenmiş olabilir. Bundan dolayı da halkımız benim için 'baba', 'abi' gibi sıfatlar kullanmış olabilirler. Baba, abi olmak da herkesin harcı değildir. Ben bundan gurur duyuyorum.
-Bestelediğiniz şarkılar halk müziğinden sanat müziğine kadar her sanatçının ilgisini çekiyor ve albümlerinde yer alıyor..
Serbest çalışmalara ihtiyaç vardı. Ama TRT ve çevresi engel oluyordu. Çok kötü denetimler vardı. Eğer o denetimler olmasaydı çok daha yol alırdık. Benim yaptığım çalışmalar ilgi gördüğü için, 80-100 civarında hit olmuş şarkılarım var. Bundan dolayı diğer arkadaşlarım tarafından kullanılıyor.
'-Orhan Gencebay arabeskçi' söylemlerine niçin karşı çıkıyorsunuz?
Bu kadar çirkin bir değerlendiriş olamaz. Bunu yapanlar beni çekemeyenler, kendileri yeterince başarılı olamayanlardır diye düşünüyorum. Benim yaptığım çalışmaların müzikalite düzeyi meydandadır. Demiyorum ki her yapıtım aynı düzeyde; ama büyük çoğunluğu iyi düzeydedir. Şarkı sözlerime gelince, onlar zaten ortadır. Birçoğu antolojik değeri olan ifadelerdir. Bunun haricinde de hiç birşey söyleyemezler. Söylerlerse kıskançlıklarındandır. Ben de onlara 'Siz ne yaptınız? ' diye sorarım. Çalışmalarıma en iyi cevabı halkımız veriyor.
-Karşı çıkmakla kalmayıp, bunu aşağılayıcı olarak nitelendiriyorsunuz. Neden?
Aşağılayıcı bir gözle bakıldığını söylüyorum. Arabesk terimi ayrı bir şey. Arabesk Arap etkinliği demektir. Benim yaptığım çalışmalar Arap etkinliği değil. Ama Araplarla tarihsel bağlarımızdan dolayı kullandığımız bazı özler vardır. Emeviler, Abbasiler, Kölemenler, Selçuklular ve Osmanlılardan itibaren gelen kültür birlikteliği var. Aynen birleşik Avrupa devletleri gibi. Fransız'ı, İngiliz'i, Alman'ı da Hıristiyan kültürle birleşmiş insanlardır. Ayrı ayrı lisanlar ayrı ayrı devletler olmalarına rağmen. Ama birbirlerinin gözünü de oymuşlardır. Netice olarak ben de etki altında kalmış olabilirim ama benim yaptığım bize ait. Bu arada arabesk deyimine uygun olarak çalışan insanlar var Türkiye'de. Güneydoğu'daki insanlarımızın birçoğunun Arap akrabası vardır. Bir zamanlar sınırlar yoktu. Şimdi sınırlar ayrıldığı için, ayrı topraklarda olduğumuz için insanlar akrabalarını ret mi etsinler. Bunların Arapvari şeyler yapması doğaldır.
-Orhan Gencebay Türk müziğine neler kazandırdı?
Müzik iki yönden idare ediliyordu Türkiye'de: TRT ve çevresi ile Unkapanı çevresi. Yani resmi ve gayri resmi çevre. Unkapanı araştırmaların serbest olarak yapıldığı bir yer, hem iyi hem de kötünün merkezi. Demokrasi kuralları içerisinde herkes çalışmasını yapar. Burası hep aşağılandı. Bu çok yanlış. Bütün kalite TRT ve çevresinde mi oluyor? TRT ve çevresinde müzik korunmaya çalışıyor, bu çevrede ise araştırılıyor. Ben bu serbest çalışmalarımla Türk müziğine daha zengin bir dinletiyi getirmeye çalıştım. Orkestrasyon, parküsyon, çok sesli, serbest, daha zengin bir bakış getirdim. Daha önceki çalışmalara baktığınız zaman ne demek istediğimi anlayacaksınız. Türk müziğine zengin icraatı getirmeye çalıştım. Yeni seslerin ortaya güçlü bir şekilde çıkmasına gayret gösterdim. Altyapı üstyapı sisteminin teknik araştırmalarını yaptık. Devletin yapacağı işi bir avuç elemanla gerçekleştirdik. Verimli arkadaşların hemen hepsi bu piyasada çalışıyor. Burada iyi de yapılıyor kötü de. Sözlerime gelince bütünüyle bir hikayeyi anlatmaya çalıştım. Hem de günümüz Türkçesiyle. Yapılacak o kadar şey var ki, daha gönlümdekilerden çok azını çıkardım.
-Altı yaşından beri müziğin içerisinde yer alıyorsunuz. Sadece müzik yapmakla kalmayıp, aktör, aranjör, besteci yazar ve en son olarak televizyonda şov programı gibi çeşitli işler de yaptınız? Kendinizi tüketmekten korkmuyor musunuz?
Kendimi tüketmek gibi bir kaygım hiç yok. Daha önce de söyledim; yapacaklarımın çok az bir kısmını gerçekleştirdim. Müzik benim hayatım. Yaptıklarımın çeşitliliğine gelince o alanların hepsinde yeteneğim olduğunu düşünüyorum. Dikkat ederseniz tüm bunları müzik ekseninde gerçekleştirdim. Şova gelince o bir denemeydi. Dizi yapacaktık olmadı, şov yaptık. Ama şov benim istediğim gibi yönlendi. Şovu da ben bıraktım. Şu anda bir dizi projem var.
-Son söz olarak....
Orhan Gencebay serbest çalışmalar yapıyor. Hem halk, hem sanat, hem de oryantal diye adlandırılan Ortadoğu kültürlerinden yapmış olduğu sentezlerle ortada. Ama ne yaparsam yapayım ülkeme aittir ve özgündür. Ne yaparsak yapalım ama kesinlikle kalitesizi yapmayalım.
ORHAN GENCEBAY: 'ARABESK DEYİMİ BENİ TANIMLAMAYA YETMEZ'
6 yaşında keman ve mandolin dersleri almaya başlayan, 7 yaşında bağlamayla tanışan, 10 yaşında beste yapan Orhan Gencebay, şimdi binin üzerinde bestesi ve milyonlarca hayranı olan bir sanatçı. 'Yürekten Olsun' adlı son albümüyle hayranlarıyla buluşan 'Orhan Baba', yeni klasiklere imza atacak gibi görünüyor
-'Tanımlamak sınırlamaktır' diye çok sevdiğim bir söz var. Siz anladığım kadarıyla yaptığınız müziği belli bir kategoriye koymuyorsunuz?
'Ben serbest Türk müziği çalışmaları yaptım. Neticede arabesk çok kısıtlayıcı bir deyim. Benim anlattığımı da anlatmaya müsait değildir. Böyle bir isim taktılar fakat yine de fazla takılmıyorum buna. Böyle yerleşti. Fakat yerleşirken şuna üzüldüm, arabesk denildiği zaman müzik kategorisi mi anlaşılıyor yoksa kişiler mi anlaşılıyor, işte burada bir kargaşa var. Arabesk denildiği zaman birkaç kişi akla geliyor. Müzik türü nedir, arabeski tarif et diye sorduğunuzda, tarifini de etmesi mümkün değil. Arabesk yaşam tarzı tabiri de yanlış. Sosyologlar da yanlış kullanıyor. Arabesk deyimi aslında şuradan kaynaklanıyor; Arapça şarkılar Türkçeye çevrilmeye başlanmış, 1930'larda. Bunu rahmetli üstat Sadettin Kaynak çok yaparmış. Türk sanat müziğinin en güzide eserlerini oluşturan Sadettin Kaynak'a arabeskçi demişler. Gerçek budur, bu müzik tarihidir. Varoş kültürüne arabesk kültürü diyorlar, arabesk kültürü diye bir şey yok, böyle bir şey olması mümkün değil. Hüzün, kadercilik, dram anlatılmak isteniyorsa, Türk sanat müziğinde ve halk müziğinde gani gani var, Batı da da var. '
-Yeni albümden Sevemedim Karagözlüm, Bir Teselli Ver gibi iddialı, yıllarca dinlenecek şarkılar çıkacak mı?
'Bence var. Ayrıca bu albümün içerisinde 1967-68'lerden gelen bir beste var, 1970'lerden gelen bir beste de var. Ama çoğu son yıllarda yapıldı. Mesela, 'Seven Affeder'. Seven affeder, sevgi korur. Bana bir gün yolda giderken beni sevenlerden birileri dedi ki, 'Baba senin yanında hiç koruma yok, niye korumasız geziyorsun? ' Ben de dedim ki, sevgi korur. Seven de affeder, seven sevdiğini affeder. Seven hoşgörülüdür, affeder. Ama affedilecek şey vardır, affedilmeyecek şey vardır, bu ayrı konu. Genel bakış açısıyla sevenin affedeceğini biliyorum. Onu kırmak istemez. Belki normal bir insanın dayanamayacağı şeylere seven dayanır.'
-Sizin öyle bir çizginiz var ki, 10 sene, 20 sene, 30 sene öncesinin Orhan Gencebay'ı hep aynı, kıyafetlerinizden şarkılarınıza kadar... Çok dinlenen şarkıcıların falsolarını görüyoruz, skandallarına tanık oluyoruz. Siz çizginizi nasıl koruyorsunuz?
'İnsan kendiyle barışık olmalı. Kendiyle barışık olmayan bir insan başkasıyla barışık olamaz. İnsan kendisini sevip saymalı. Kendine hayrı olmayanın başkasına da hayrı olmaz. Derler ya, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. Göründüğün gibi olursan yorulursun ama olduğun gibi görünürsen daha rahat edersin. Bu albümde öyle bir beste de var, Yürekten Olsun. Ne yaparsan yap yürekten olsun anlamında söylüyorum. '
ARABESK MÜZİK bir kanserdir. Nasıl ki kanser hücreleri vücut hücrelerinden oluşmuştur ama vücuda müthiş derecede zararlıdır ve sonunda kendini meydana getiren organizmayı öldürür, arabesk denilen o garip 'şey' (tanımlayacak bir kelime bulamadım) de müzik gibi görülüp, algılanmasına rağmen MUSIKİ SANATIYLA hiçbir alakası yoktur ve müzik notalarıyla oluşmasına rağmen piyasada sayısı o kadar artmıştır ki; bir sanat eserinin arabesk olup olmadığını anlayabilmek için profesyonellere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu gidişle gerçek müzik dinleyemeyecek duruma geleceğiz buna üzülüyorum
Arabesk, köyden kente göç etmiş, fakir, sosyal sorunlar yaşayan insanların sorunlarının dile getirildiği müzik türüdür.Maalesef ülkemiz tam anlamıyla kalkınmadığından bu insanların sayısı fazladır.Dolayısıyla bu müziğe talep yüksektir.Fakat yeni açılımların yaşandığı yeni dönemde eski arabesk şarkılar yeriine artık daha popülize edilmiş şarkılara rağbet vardır.Yani köyden 5 çocuk 2 karısıyla kente gelen bir adam klasik, eski arabesk müzik dinlerken onun o sahip olduğu ve gevrekçilik, kapıcılık gibi işler yapan çocukları da yeni tür olan popüler arabesk müzik dinlemektedir.
Bu kültür karmaşası içinde seviyesi çok düşük ya da hiç bulunmayan şarkılarda kendilerine yer bulmuştur.Buna örnek vermek isterdim fakat o müziklerin hayranlarını kırmak istemem.
Kitabım 'ARABESK KELİMELER' Arabesk deyince arabeskin sadece bir cüzü olan müzik tarafı akla geliyor. Arabesk sadece bir müzik türü değil bir kültür ve yaşam biçimidir. İnsanlar arabesk yaşamayı kendileri seçmezler. Koşulların zorlamasıyla oluşmuş bir yaşam biçimidir arabesk. Sistematiği oluşmamış bir hayat. Köklerden zoraki kopmuş, hedefe ulaşamamış, hüzünle gözyaşıyla kayıplarla yoğrulmuş bir hayat. Şehirde köy hayatı köyde şehir… Modernle köy arası bir dünya… Pop şarkıya arabesk saundlar ekleyecek kadar arabesk.
Yıllarca yasak koyarak tüketebildiler mi arabesk müziği. Klasik müzik sevdalısı kaç genç üretebildi seçkinler. Arabesk müzik arabesk hayatın sinekleridir. Bataklık çile ve hüzündür. Müzik üzerinde baskı oluşturmak ve kınamak bir şeyi çözmedi çözmez. Ağlayana pop ya da klasik dayatmak insanla insanlıkla alay etmekten öte bir anlam ifade etmez.
Elitler önce toplumun yaşam standardını düzeltmenin yolunu bulmalılar. Önce ağlayanların gözyaşlarını dindirmenin yolunu bulmalılar. İşte o zaman arabesk hayat da arabesk müzik de veda şarkıları söyleyecektir.
Bu kitap bu topluma arabesk hayatı dayatan koşullara, onlarca yıldır ülkenin imkânlarını ahbap yaren arasında dolaştıranlara, yokluğa, yoksulluğa, kaybetmişliğe isyan şiirlerinden oluşuyor.
HADI CANIM! ! ! beni etkilemiyo diyene, takla atsa inamaaam! ! ! ! ! etkilenmiyosan ya türk degilsindir, yada duygusallik hislerin bir ameliyatla alinmistir! sadece 'AVRUPAI' olcam diye kötülüyosunuz. tamam ITIRAF ediiyorum, bazen insani isyana, hayata küsmeye sevk ediyor, bazende uyusturucu gibi. ama herseyin bi siniri var: ARABESK YÜKSEK DOZAJDA zararlidir! ?
gece sevecen bir eleştirmenin uykusu kaçtı günlüğüne genç ozanlar için şunları düştü - bu çocuklar hiç minibüse binmemiş belli ne de çalgılı kahvelerde sabahlamışlar yine de bir ağız var ki şiirlerinde yeniyetme şoförlerden külhani
ağır şarkı demek.
sıkıcı şarkı demek, herkesin dinlediği şarkı, fakirlerin dinlediği şarkı değil sırf.
gam pazarı
1989'da ölen yönetmen Ertem Eğilmez'in son çevirdiği filmdir. Eğilmez, bir zamanlar kendisinin de içinde bulunduğu klasik Yeşilçam sinemasını neredeyse tüm entrikalarını abartıp karikatürize ederek kullandığı bu son filmiyle, hem bir özeleştiri gerçekleştirmiş, hem de bugünün seyircisine tanıdık ve eğlenceli gelecek bu yaklaşımla büyük bir ticari başarı elde etmişti. Müjde Ar ve Uğur Yücel'in farklı yöntemler kullanarak filmin "absurd” yapısına katkı getiren "bozguncu” oyunları ve Şener Şen'in ustası olduğu komik oyunculuğu, "Arabesk”in Türk sinemasında çevrildiği dönemin en parlak yapıtlarından biri olmasını sağlamıştır.
Ülkemizi uzun bir zaman kasıp kavuran müzik türüne nasılsa adını veren "Arabesk"in aslında iki gerçek anlamı vardır. Öncelikle tipik örnekleri eski İslam sanatında bulunan bir çeşit oyma ve resmedilmiş süse 'Arabesk' adı verilir. Bu süsleme sanatında tabiat dışı unsurlar çok alçak kabartmalar şeklinde işlenmiştir, kesintisiz sular ve girişik süsler vardır. Yazı sanatının da büyük etkisi görülür. Balede ise 'Arabesk' bir dans pozudur. Bir bacak yere basar, öbür bacak kaldırılır ve arkaya doğru gerilir. Vücut yana eğilir. Bir veya her iki kol kalkık bacağın uzantısında genellikle ters yönde yer alır. Arabesk pozunun doğu danslarından esinlenerek baleye girdiği söylenir.
Otuzbeş yaş sonrası tanıştıklarımdan.Belli bir dönem empati anlayışımı geliştirse de olması veya olmaması arasında farkın olmadığı müzik.
Bi kokoreç etkisi yok mesela onu hala yiyorum.
Şener Şen ile Müjde Ar'ın döktürdüğü, Türk Sineması’nın en önemli komedi filmlerinden biri... Ayrıca yönetmen Ertem Eğilmez'in son filmidir..
en güzel müzik türü...
damar şarkılar
şener şen filmi
müsülm baba, damar,jilet, bi de ne alakaysa kamyon edebiyatı gibi geliyo:D
arap kültürüne ait olan. sadece müziği bilinse de her türlü kültürel öğeyi ifade eder.
Sosyolojik olarak, göç olgusuyla iki artada bir derede kalmış türkülerini unutan Anadolu insanının varoş müziği
garibim talihsizim küskünüm, en önemlisi müslümcüyüm.
tabii yanlış yorumlamamak lazım bu türüde, o kadar çok ticari şarkı mevcut ki bu sadece arabesk te değil, nerdeyse tüm çeşitlerde var, ama arabeskte çarpı beş kez ticari şarkı oranı...
aslında gerçekten müzik dinleyenlerin sevebileceği çok ta güzel yorumlanmış yazılmış bestelenmiş olanları var, arabeski sadece varoşa, keşliğe indirgememek lazım
entel dantellerin horgördüğü arab müziği..
entel danteller için kıroluğunun kriteri arabesk müzik dinlemektir..
bana göre ise rock caz metal dinlemek kıroluktur hemude yontulmamışundan :)
milyonlarca insanın yaşam tarzıdır..tıpkı şarkılardaki gibi kahpe kader! hayırlısı olsun! neydi günahım! hey gidi felek! acıların insanı! işte bu felsefe ile yaşayan, yaşadığı ve yaptığı bir çok şeyi kadere yükleyip hayatla olan kavgadan kolayca sıyrılmayı tercih eden yaşam felsefesi...
ben zaten hiç sevilmedim ki..
benim zaten hiç param olmadı..
ben zaten hiç mutlu olmadım..
benim zaten karşıma hiç iyi insan çıkmadı..
ben........zaten.......hiç.............
ARABESK NEDİR NE DEĞİLDİR - GERÇEKLER, YANILGILAR
A) ARABESK TANIMINA ELEŞTİRİ
A.1) Varsayım:
Arabesk (Fr.arabesque, Alm.arabeske) : Arap üslubu. Bilhassa Endülüs yoluyla Avrupa'ya geçmiş ve mimarlıkta, süslemede, musikide, ballet'te kullanılan serbest, grifit, süslü üslup. (Öztuna,1969 ansiklopedisinden)
Arabesk: Çevreye uyumsuzluğun, yabancılaşmanın müziği. Sadece bir müzik olayı olmayan arabesk, kente göçen, kent ortamıyla uyum kuramamış, kentsel yaşantıya katılamamış olan kır kökenli nüfusun kültürüdür. Kırdaki gelenksel ortamı kente taşıyan bu nüfusun, kırsal değerleri bırakmamasının nedeni bu uyumsuzluktur. Doğu motifli, kuralsız ve söz ağırlıklı olan arabesk müzik, kentli kültürüne sırt çevirmeye, düşmanlık beslemeye başlayan nüfusun, kentte çekilen bu sıkıntıları, bu bunalımı, bu uyum kuramama olgusunu dile getirmek, haykırmak, boşalmak gereksinimini sağlayan bir yığın kültürüdür. (Şenyapili, 1985 Müzik Ansiklopedisi'nden)
A.2) Varsayım Eleştirisi:
İster muhafazakâr, isterse de radikal taraftan olsun, neredeyse arabeskin ortakduyusal değerlendirmesi haline gelen bu bakış açısı, sorgulanması gereken bir bakış açısıdır. Arabeski, üstelik bir müzik ansiklopedisinde, 'Bu ansiklopedide, Türkiye'de kullanılan geniş anlamıyla arabeske toplum bilimleri açısından bakılmış ve müzikle ilgisi buna göre değerlendirilmiştir.' diyerek, 'yabancılaşmanın müziği' olarak tanımlamak, öncelikle, arabeski onu tanımlayan özgün alandan, yani müzik alanından koparıp, özgüllüğünü yadsımak demektir.
İkinci olarak ise, yalnızca şarkı sözlerini ele alıp, bunları, üstelik bütünlüklü olarak değil de seçmeci bir biçimde ve ayrıca tüketiciye, tüketicinin varsayılan niteliklerine göre yorumlamak, sosyolojik analizi indirgemek demektir. Yani, arabeskin ilk ve asıl tüketicileri olan kente göçen kır kökenli nüfusun (gecekonducuların) , kimlik bunalımı ve uyumsuzluk içinde olduğu, böylelikle onların dinledikleri müziğin de 'çevreye uyumsuzluğu' yansıtması gerektiği düşünülmekte, bu açıdan bakılıp, arabeskin 'babası' olarak bilinen Orhan Gencebay'ın şarkı sözlerinden uygun mısralar aktarılarak, bu müziğin de 'yabancılaşmanın müziği' olduğu söylenmektedir.
(...)
B) BİR MÜZİK TÜRÜ, SÖZLERİNE BAKILARAK AÇIKLANABİLİR Mİ?
Bir müzik türünü anlamak için yalnızca şarkı sözlerine bakmak yeterli değildir. Müzik, ses ve sözden oluşan bir bütün, bir sembolik sistemdir (Geertz, 1973: 91-94) . Müziğin algılanmasında yalnızca sözler değil, o sözleri anlamlı kılan sesin (sound) niteliği de çok önemlidir. Sesin niteliği ise müziksel yapı ve müzik psikolojisinin belirlediği bir bütündür.Sözlere son anlamını veren, yorumu veren bestedir; yani sözleri ortaya çıkaran, vurgusunu ve duygusunu belirleyerek anlam kazandıran, anlamını veren, ritmi, melodisi ve tabii ki sonuçta sesidir. (...) Müzik sosyolojisini, sadece sözlerin içerik analizi, anlamı ve bunların gerek yazarı gerekse dinleyenleri açısından ne anlama geldiği, yani nasıl üretilip, tüketildiğine yönelik araştırma çabasıyla sınırlamak, eksik bir yaklaşımdır.
(...)
Orhan Gencebay arabeskini, yalnızca sözlerine bakarak ve üstelik bu sözlerin yalnızca 'kadere' ilişkin yanlarını seçerek yorumlayanlar, şarkı sözlerine manasını veren, duygusunu belirleyerek anlamını tamamlayan 'ses' öğesini atlamaktadırlar.
C) BİLİNMEYEN GEÇMİŞ
C.1) Türk Müziğine Devlet Müdahalesi
1926 yılında okullardan Klasik Türk Müziği eğitimi kaldırılıyor. 1930'lu yılların ortasında da 20 aylık bir süre için Türk Müziği'nin radyodan yayını yasaklanıyor.(*)
*Paragraf ile ilgili dipnot-no 60: Aslında Klasik Türk Müziği'ne ilk devlet müdahalesi 1826'da II.Mahmut'un Yeniçeri Ocağı'nın parçası sayılan Mehterhane'yi kapatıp yerine ilk Batı MüziğiOkulu sayılabilecek Mızıkay-ı Humayun'u kurmasıdır. Aam bu olay, 1920'li yıllara dek Klasik Türk Müziği'nin Enderun ve tekkeler olmak üzere başlıca kurumlarda üretilmesini engellemiyor. Mızıkay-ı Humayun'un batı müziği kısımları 1924'te Rıyaset-i Cumhur Musiki Heyeti, sonra da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'na dönüştürülüyor. 1914'te yeniden kurulan Mehteran, 1935 yılında kapatılıp, 1952'de yeniden kuruluyor. 1913'te kurulan ve hem Batı hem Türk Müziği kısımları olan Darülbedayi, savaş koşullarında gelişemeyince, yerine benzeri bir kurum olan Darülelhan kuruluyor; bu da sonradan İstanbul Belediye Konservatuvarı'na dönüştürülüyor. 1926 yılındaki Türk Müziği eğitimi yasağının ardından, 1976 yılına dek Türkiye'de hiçbir resmî kurumda Klâsik Türk Müziği öğretilemiyor.
Dipnot no-62: Cem Behar, 'Ziya Gökalp'in cumhuriyet resmî ideolojisinin oluşmasında oynadığı stratejik rol gözönüne alınınca musıki konusunda yazdıklarına bir ülkü, bir siyasi program olarak bakmamak olası değil.' diyor. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları'nda, 'Türk harsına ait olan yalnızca halk türküleridir. Şark müziği denen Klasik Türk Müziği hem eski medeniyete aittir, hem de hasta ve Bizans-Arap kırması olduğu için gayrımillidir. Çağdaşlık ve yeni medeniyet Batı armonisindedir. O halde, milli musikimiz memleketimizdeki halk musikisiyle garp musikisinin birleşiminden doğacaktır.' demektedir.
1937'de radyo devletleştirildikten sonra da halkçılık ideolojisi doğrultusunda radyo ve devlet konservatuvarlarında halk müziği derlenerek, repertuar oluşturuluyor. Ancak, bu derlemelerde halk müziği, yöreselliği ve bireyselliği kaybettiren notaya alma ve söyleme tarzı gibi icra özellikleri sonucunda önemli ölçüde standartlaştırılıyor. Bu özelliklere uymayan halk müziği bestecilerine de yayın denetiminde yer verilmiyor. O halde, Türk Müziği'ne yapılan resmî müdahaleler sonucu Türk Sanat Müziği geleneğinin tahrip edildiği, Türk Halk Müziği geleneğinin ise bir tür tutuculuk şeklinde 'icat edildiği' söylenebilir.
1926'dan itibaren okullarda Türk Müziği eğitiminin yasaklanması ve 1930'lu yılların sonunda radyolarda Türk Müziği çalınmasının 20 ay boyunca yasaklanması birlikte ele alındığında, yeni Türk Cumhuriyeti'nin Osmanlı'yla kültürel bağlarını topyekün koparmak istediğinin, modernleşme ideolojisinde geleneğe 'gericilik' rolünün atfedildiğinin, çağdaşlaşmanın yolu olarak Batı kimliği seçildiğinin, demokrasi anlayışındaki 'halka rağmen' niteliğinin bir göstergesi olduğu söylenebilir. Bu yasak, aydınlar katında, alaturka-alafranga ikilemi olarak beliren Doğu-Batı tartışmasını keskinleştirmiştir.
Yasağın asıl etkisi ise, yarattığı boşluk sonucu halkın Arap radyolarının müzik programlarını dinlemeye başlaması olarak değerlendirilmektedir. 1930'lu yıllarda radyo yasağı sırasında, başta Kahire radyosu olmak üzere Arap radyoları, ardından da 1930 sonlarından itibaren sinema sektörünün gelişmesiyle Mısır filmleri aracılığıyla Arap müziği Türkiye'de yayılmaya başlıyor.
Yılmaz Öztuna, Türkiye'de Mısır müziğinin bu kadar çok tutmasının nedenini, gerek eğitiminin gerekse radyolarda çalınmasının engellenerek Türk musikisinin adeta resmen yasaklanmasına bağlıyor:' Türk halkı mecburen Arap radyolarını açtı ve onların musikileri kendisine Batı'nınkinden yakın olduğu için onları sevdi. '
Türk Müziği'ne radyo yasağı 1934'te başlıyor ve 1936'da kaldırılıyor... (Not: Radyo yasağının konulması ve kaldırılmasının nedenleri ve Atatürk'ün görüşleri veyahut bu görüşlerin çarpıtılması ile ilgili daha detaylı açıklamalar kitapta.)
C.2) Mısır Filmlerinin Girişi
Türk sinemasının geçiş çağı olarak adlandırılan 1939-1950 yılları içindeki 1939-1944 dönemini II.Dünya Savaşı koşulları belirliyor... Türk sinemasında bu dönemde yıllık film yapım sayısı ortalama 2'ye düşüyor. Film ithalatı, Türkiye'nin tarafsızlık politikası nedeniyle Amerikan filmlerinin ithalatı şeklinde gerçekleşmeye başlıyor. Amerikan filmlerinin ithalat yolunun savaş nedeniyle açık pazar olan Mısır üzerinden gerçekleşmesi, beraberinde Mısır filmleri de getiriyor.
Türkiye'de 1938'de Mısırlı şarkıcı Abdülvahhab'ın oynadığı Aşkın Gözyaşları isimli filmin çok rağbet görmesi üzerine, Mısır filmlerinin müziklerinin Arapça söylenmesi yasaklanıyor. Bununla birlikte Türkiye'de film musikisi adaptasyonu sektörü doğuyor. Meşhur Hafız Burhan, Aşkın Gözyaşları filminin Türkçe'ye çevrilmiş güftesini plağa okuyor ve bu plak satış rekorları kırıyor.
Bu gelişmeler doğrultusunda, devlet bu sefer 1948'de Mısır filmlerinin Türkiye'ye girişini yasaklıyor. Fakat o zamana kadar 130 Mısır filmi Türkiye'de oynatılmış oluyor. Bu filmlerin müzikleri bazen üstüne Türkçe sözler yazılıp aynen alınarak, bazen de esinlenme yoluyla yeni besteler yapılarak piyasaya sürülüyor. Mısır filmlerinin adaptasyonlarına beste yapmak çok revaçta oluyor. Mısır filmlerine şarkı yapan bestekârların başında Saadettin Kaynak, Münir Nurettin Selçuk geliyor. Onlardan başka, Sadi Işılay, Artaki Candan, Şerif İçli, Şükrü Tunar, Kadri Şençalar, Hüseyin Çoşkuner, Mustafa Nafiz Irmak, Selahattin Pınar Arap müziklerinin adaptasyonlarını yapıyorlar. Saadettin kaynak 1940-1950 yılları arasında Mısır yapımı 85 filmin musikisini düzenliyor. Münir Nurettin Selçuk 1939'da Allah'ın Cenneti, 1941'de Kahveci Güzeli isimli filmlerde oynuyor ve bu filmlerde kendi yaptığı bestelerin yanı sıra Saadettin kaynak'ın yaptığı besteleri kullanıyor. Bu filmler çok tutulunca, yerli sinema bu modaya uyuyor, Müzeyyen Senar 1942'de Kerem ile Asli isminde bir film çeviriyor. Bu adaptasyonlar ve bu besteler hiçbir şekilde radyo denetiminden geçmiyor ve çalınmıyor.
C.3) 'Arap müziği' ve 'Arabesk' Kelimelerinin Çıkışı
Özellikle 1930'lardan sonra,örneğin Haydar Tatlıyay'ın Arap tarzı yay kullanması ve 1940'lardan sonra Saadettin Kaynak'ın Mısır filmlerine yaptığı besteler 'Arap müziği' sözünü ortaya çıkarmıştı. Ama Orhan Gencebay'la birlikte başlayan müzik tarzının arabesk adı almasının asıl kaynağı 1060'lı yılların başında popüler olan Suat Sayın örneğine dayanır.
Bestekâr, şarkıcı ve udî olan Suat Sayın'ın, çok sevilen ve halk müziği icracısı Ahmet Sezgin'i meşhur eden Sevmek Günah mı adlı parçasının, kendisi söz müzik Suat Sayın'a aittir diye yazmasına rağmen aslında Abdülvahhab'ın şarkısından alınma bir ezgiye dayandığı ortaya çıkınca, müzik piyasasında Arap müziği sözü yaygınlaşmaya başlıyor. Bu parçanın asıl önemli özelliği, Türkiye'de belki ilk kez, bu parça ile Türk Sanat Müziği kalıplarından çıkılmış olması, Türk Sanat Müziği icrasında 'çok sazlılığın' kullanılmasıdır. Sayın'ın, bu parçasında Arap ezgisi kullanmasının yanı sıra, 11 kişilik bir yay grubunun çalması, 'Arap gibi' sözünü pekiştiriyor ve çevreye örnek teşkil ediyor. Orhan Gencebay ise 1966'da Ahmet Sezgin için Deryada Bir Salım Yok adlı parçayı yazıyor. Bu parçada Gencebay 23 kişilik bir orkestra kullanıyor, muhayyerkürdi makamında ve senkoplu düyek ritminde olan, vurmalı aletlere önem verilen bu parçada Türk müziği aletlerinin yanısıra Batı enstrümanlarından gitar, vibrafon vb. çalınıyor. 8-9 kişilik keman grubunu profosyonel Batı tekniğiyle çalışan kemancılar icra ediyor. Gencebay Arap melodilerinden alıntı yapmadığı halde, bu orkestrasyon tercihi sebebiyle Suat Sayın ile benzeştiriliyor. Aynı orkestrasyon özellikleri taşıyan iki şarkıdan biri Arap'tan alındığı için, diğerine de Arap tarzı etiketi konuyor.
Orhan Gencebay bu konuda şunları söylüyor: 'Örneğin Dede Efendi'nin bir parçasını alalım; ritmi iyice öne çıkaran, yine bizim kullandığımız yay soundu ve partisyonla, altyapı üstyapı düzenimizle icra ettirelim, buna da yani Dede Efendi'ye de Arap diyebilirlerdi. Dede Efendi o eserleri yaparken hiçbir zaman tekdüze yapmamıştır, bu mümkün değildir; ama bilemiyoruz çünkü Enderun'da kaldı o sağlıklı bilgiler. Onlar da intikallerde kayboldu. Dede Efendi zamanımıza tam sağlıklı olarak gelemedi. Aynı icra soundunda,Dede'nin parçasını biliyorlarsa, bu Dede'nin parçası diye söyleyebilirler. Dede'nin hiç bilinmeyen bir parçasını ele alsaydık ve Dede'nin olduğu bilinmeden dinletseydik, bazı şeyleri ancak o zaman isbat etmiş olabilirdik.'
---------
Kaynak: Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, Dr.Meral Özbek, İletişim Yayınevi
---------
Meral Özbek'in kitabından derlediğim bu yazı, arabesk denen müziğin bilinmeyen geçmişini ve kökenlerini, yani etki-tepki zincirini anlatmada şu anda elimizde bulunan en iyi incelemeyse de; bu müziğin doğuşunda doğuya özgü köken ve unsurları anlatmaya daha çok ağırlık vermiş, batı müziğinin bu müzik içindeki etkisine ve konumuna gereğince değinmemiştir. Bu, kitapta gördüğüm önemli bir eksikliktir.
Özellikle, Orhan Gencebay Müziği olarak ele alırsak, Orhan Gencebay'ın müziksel perspektifinin oluşmasında batı müziğinin ne gibi etkileri olduğunu ortaya koymak gerekir. Orhan Gencebay müziğe 6 yaşında, Rus konservarlarında müzisyenlik yapmış eski bir sanatçı olan Emin Tarakçı'dan klasik batı müziği ve keman dersleri alarak başlamıştır. Orhan Gencebay'ın, 60'ların sonlarında hayatını müzik ile kazanmaya başladığı yıllarda ve 70ler boyunca tanıştığı, müzik muhitinde bulunan İsmet Sıral, Burhan Tonguç, Erkin Koray, Cengiz Teoman, Kurtalan Ekspress gibi Türkiye'de rock ve jazz müziğinde zamanının önde gelen isimleriyle yaptığı müziksel fikir alış-verişleri ve ortak çalışmalar, Gencebay müziğinin oluşumunda çok önemli bir yere sahiptir. Gerek Klasik Batı Müziği olsun, gerek rock müzik olsun, gerekse jazz olsun, bu müziklerin etkileri Orhan Gencebay'ın birçok çalışmasında gözlemlenebilir.
Orhan Gencebay Müziği, Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği, Batı Müziği (klasik, rock, jazz) , Oryantal (Batı literatüründe oryantal müzik Çin-Hint-Arap coğrafyasını ifade eder; kelime anlamı: doğu medeniyetine ait olan demektir) müziklerin bir sentezidir. Bu yüzden yalnızca 'Arap etkinliği' anlamına gelen 'Arabesk' tanımlaması Orhan Gencebay'ın müziğini karşılamakta yetersizdir.
ORHAN GENCEBAY: 'BEN ARABESKÇİ DEĞİLİM'
Ses sanatçısı, besteci ve sinema oyuncusu Orhan Gencebay'ın nam-ı diğer 'Orhan Abi'nin Türk müziğindeki yeri tartışılmaz. Altı yaşında Türk sanat müziği çalışmaya başlamış, önce mandolinle sonra kemanla tanışmış. Yedi yaşında bağlamaya geçmiş. Sekiz yaşında 'Aşık Veysel'i hissetmiş', on yaşında beste yapmış, on üç yaşında da tambur çalmış. Çocukluğu kemani Haydar Tatlıyay, udi Yorgo Bocanos, Kadri Şençalar, Şerif Muhittin Targan, İzzet Ökte ve Ercüment Batanay'ı dinleyerek, hissederek ve çaldıklarını bağlamaya aktararak geçmiş. Neşet Ertaş gibi bir halk müziği duayeniyle aynı havayı teneffüs etmiş.
Profesyonel anlamda ise 30 yıldır müzik yapıyor. Hemen her yıla bir albüm sığdırmış. Bu kasetlerin şu ana kadarki resmi satışları yetmiş milyon olarak ifade ediliyor. Korsanlarla birlikte bu rakamlar 150 milyonu buluyormuş. 400'ü bizzat kendi okuduğu 1000'e yakın bestesi bulunan Gencebay ile ilgili yirmiye yakın yüksek lisans ve on beşin üzerinde doktora tezi yapılmış. Ama Orhan Gencebay'ın yaptıkları hala bir yere oturtulamadı... Gencebay'ın yaptığı her yeni albüm, tartışmaları bitirmek yerine daha da alevlendiriyor.
Bu tartışmaları ilk kaynaktan öğrenmek amacıyla kapısını çaldık. Ancak sanat yaşamının ilk 15 yılına damgasını vuran ve en sevilen parçalarından oluşacak olan 'Gencebay Klasikleri' adlı albümü için yaklaşık altı aydır Arı Stüdyosu'na kapanan Orhan Gencebay ile görüşmek kolay olmadı.
-Orhan Gencebay, sosyal bir vaka oldu. Müzik gündemi ister istemez sizden etkilenir duruma geldi. Sizin toplumu etkileyen gizli güçleriniz neler?
Ben bir müzik adamıyım. Müzikte daha iyi olmak adına çalışmalar yapıyorum. Bizim müziğimiz halk müziği ve sanat müziği olarak ikiye ayrılır. Bir de yabancı kültürlerin etkisiyle oluşan misyon müziği var. Türk müziğinde kalıpların tutucu olduğunu, yeniden ele alınması gerektiğini gördüm. Bunu yapmak için de var olan yapıyı bilmek ve daha iyi ufuklara götürebilecek yetenek lazım. Tüm bunların kendimde olduğunu düşünerek, araştırmalar yaptım. Araştırmalarımı kendi insanımızın, kültürümüzün içerisinde yaptım. Bu konuda çeşitli yorumlar yapıldı; kırdan kente göç eden insan hikayesi gibi. Ben bunları kendi adıma kabul etmiyorum ve yaptığım çalışmalarla bu anlayışı bağdaştırmıyorum.
-Müziğinizin kültür seviyesi düşük, alım gücü zayıf insanlar tarafından dinlendiği yıllarca yazıldı, çizildi. Siz de bunların çoğuna cevap verdiniz. Ancak ben şunu öğrenmek istiyorum. Bu kesime ait insanların sizi dinlemesinden rahatsız mı oluyorsunuz?
Kesinlikle rahatsız olmuyorum. Benim için insan, önce kendi insanım önemli. Dinlemek isteyen herkes benim yaptığım albümlerde kendine göre bir şeyler bulur. A albümünü kendine yakın bulmaz da, C albümünü çok sever. Çünkü ben çok çeşitli çalışıyorum. Beni dinleyen insanlar genelde gariban, yani ekonomik gücü zayıf insanlar. Müziğe başladığım zaman Türkiye'nin yüzde altmışı tarım kesiminde yaşıyordu. Daha sonra şehirlere göç başladı. Halkımızın yüzde 90'ı bu söylediklerimin içine dahil edilebilir. Yüzde 10'lardan daha az bir kesim ise maddi imkanları iyi diyebileceğimiz bir grubu teşkil ediyor. İnsanımızın sevmiş olduğu her çalışma bizim güncelimiz anlamına gelir. Ağırlık merkezimiz bu kitle olduğundan yaptığımızı bunlar benimsiyor. Maddi durumu iyi olan insanlar da bizi benimser ama; onlar azınlıkta kaldığı için belli olmaz. Bazıları gariban edebiyatı, gariban müziği gibi kasıtlı yorumlar yapmak istiyor. Bir önemli nokta da şu; bazı çevreler bizi ikinci planda görmek istiyorlar.
-Bu sorun nereden kaynaklanıyor?
Batılılaşma ile çağdaşlaşma kavramlarının anlaşılmamasından. Batılılaşma yerine çağdaşlaşma kavramını ele alabilsek bu sorunlar biter. Bana göre modernleşmek herhangi bir kültürün kopyası olmak değil kendimizi geliştirmektir. Bir kültürü benimsemiş olana bir şey demiyorum. Ama kendi kültürünü aşağılayan ve yabancı kültürü baş tacı eden kişiye karşı çıkarım. İşte bizi küçümseyenlerin gerçek niyetlerini burada aramak gerekiyor.
-Batılılaşma - çağdaşlaşma kavramlarının birbirine karıştırılmasından mı bahsediyorsunuz?
Evet, anlaşılmadığını söylüyorum. Doğrusu çağdaşlaşmak olmalı. Çağdaşlaşmak kimsenin tekelinde olmadığı için buraya herkes katkıda bulunabilir. Ama Batılılaşmaya müzikle ilgili olarak baktığımızda şu anki Batı musikisinin yapısı polofonik müzik ile birleşmiş, kaliteli bir müzik. Ben buna saygı duyuyorum ve hep kullanıyorum. Ama bu sistem kilisede gelişmiştir. Avrupalıların kendi kültürlerini en iyi biçimde idrak edecek bir sistemdir. Bu sistemi kendi müziğimize uyarlarsak yama gibi olur. Gayem doğanın vermiş olduğu o zenginliği muhafaza etmeye çalışarak, çağdaş kültürlere katkıda bulunmaktır. Yani illa kopya almak yerine kendi doğrultumuzda o güzellikten yararlanarak, kimliğimize de saygı duyarak daha ileriye gitmektir. Ancak böyle modernleşmiş oluruz.
-İnsanları dertlendirmek gibi bir çabanız var mı?
Benim böyle bir çabam yok. Ama müzik ağlatır, eğlendirir, güldürür, düşündürür ve ulvi duygular verir. Bazı arkadaşlar hüzne daha ziyade yatkınsa, dramı daha çok işlemişse, bu onun doğasından kaynaklanır. Müziğin bu işlevleri arasından bazılarını benimsemiş olabilir. Bu edebiyattaki ozanlarımızın da yaptığı bir şeydir. Mesela Aşık Veysel hayata aşıktır, Karacaoğlan memleketine aşıktır. Ben ise birine değil hepsine yatkınım. Hayatın içerisinde gülmek ve ağlamak varsa ben ikisini de yaşıyorum.
'-Bir teselli ver', 'Hor görme garibi' ve 'Batsın bu dünya' gibi parçalarınız şarkı sözünden çok, sosyal bir dramı anlatıyor ve protest bir yapı sergiliyor.
Bu belli ölçüde doğrudur ve protest yapı vardır. Olumsuzluk protestosudur. Doğru olduğuna inandığım ilkelerin bir an önce yaşanmasını istiyorum. Protest yapı bizim müziğimizde fazla işlenmiş bir çalışma değil. Ama ben 30 yıldan beri bunu kullanıyorum. İlla protest yapılar rock diye adlandırılan serbest çalışmanın içinde değildir. Aslında rock ile benim yaptığım çalışmaların benzerlik noktası şurada olabilir: İkisi de serbest çalışmadır. Belirli kalıpların bir gün donacağı; ama insan dinamizminin hiçbir zaman durmayacağı anlatılır ve bu bakışla serbest çalışmalara doğru iter adamı. 'Rock'un melodik normlarına gelince, ben bunları 10'lu yaşlarımda kullandım. Benim ilgi alanım, Türk müziği, halk müziği ama ben dünyayı tanımak istediğimden klasik Batı müziğiyle başladım mesleğe. Rock ile de ilgilendim, caz ile de. Büyük orkestralarda tenorluk yaptım, saz da çaldım. Bu normları tanımamdan dolayı serbest çalışmalarımda rock ve caz normlarını kullandığım olmuştur. Bu rock'a döndüm anlamına gelmez. Sadece yakıştığı nispette çeşni olarak kullanıyorum. Mesela 'Hatasız kul olmaz' da olduğu gibi... Müziğim; sevgi, saygı ve hoşgörü üzerine kurulu...
-Gencebay müziğinin en belirgin özelliği, ya da Orhan Gencebay müziğini diğer unsurlardan farklı kılan noktalar neler?
Sözlerimde sevgi, saygı, hoşgörü teması ağırlıktadır. Birliğe davet üzerinde ısrarla durmuşumdur. Sevgiyi anlatırken, sevginin çeşitlerinden bahsetmişimdir. Bunlar insan doğası gereği gerçekleşen bestelerdir. Her konuyu işlerim, neşe, hüzün, tasavvuf vs... Müziğe gelince halk müziği, sanat müziği, Ortadoğu ve Batı müziği sentezinden oluşmaktadır. Ama ağırlık merkezi biziz. Halk müziği ile sanat müziğinde serbest çalışmayı tercih ederim. Bütün bunları yapmak için bilgiye ihtiyaç vardır, yoksa rahat çalışamazsınız. Her an sürprizler yapabilirim. Çünkü benim gönlüm sürekli yenilikten yana. Zaten Türk müziğinin de gelişmeye ihtiyacı var. Bizim aslında işlenmemiş muazzam bir hazinemiz var.
-Mutlaka yapılması gerekir dediğiniz bir öneriniz var mı?
Önce iki müziğimiz içindeki ses sistemlerini analiz etmemiz lazım. Ancak bunu yaptıktan sonra daha iyi yerlere gidebiliriz. Halen ana çalışmaları yapmadık. Seslerimizi daha tanımıyoruz, ayrıştıramıyoruz. Bunlar enstitülerin işi ama biz de bir araya gelerek çalışma yapmak zorundayız.
-Size atfedilen 'Orhan Baba', 'Orhan Abi' gibi kavramlara nasıl bakıyorsunuz?
Sevgi, saygı içerikli mesajlarım insanlarımız tarafından benimsenmiş olabilir. Bundan dolayı da halkımız benim için 'baba', 'abi' gibi sıfatlar kullanmış olabilirler. Baba, abi olmak da herkesin harcı değildir. Ben bundan gurur duyuyorum.
-Bestelediğiniz şarkılar halk müziğinden sanat müziğine kadar her sanatçının ilgisini çekiyor ve albümlerinde yer alıyor..
Serbest çalışmalara ihtiyaç vardı. Ama TRT ve çevresi engel oluyordu. Çok kötü denetimler vardı. Eğer o denetimler olmasaydı çok daha yol alırdık. Benim yaptığım çalışmalar ilgi gördüğü için, 80-100 civarında hit
olmuş şarkılarım var. Bundan dolayı diğer arkadaşlarım tarafından kullanılıyor.
'-Orhan Gencebay arabeskçi' söylemlerine niçin karşı çıkıyorsunuz?
Bu kadar çirkin bir değerlendiriş olamaz. Bunu yapanlar beni çekemeyenler, kendileri yeterince başarılı olamayanlardır diye düşünüyorum. Benim yaptığım çalışmaların müzikalite düzeyi meydandadır. Demiyorum ki her yapıtım aynı düzeyde; ama büyük çoğunluğu iyi düzeydedir. Şarkı sözlerime gelince, onlar zaten ortadır. Birçoğu antolojik değeri olan ifadelerdir. Bunun haricinde de hiç birşey söyleyemezler. Söylerlerse kıskançlıklarındandır. Ben de onlara 'Siz ne yaptınız? ' diye sorarım. Çalışmalarıma en iyi cevabı halkımız veriyor.
-Karşı çıkmakla kalmayıp, bunu aşağılayıcı olarak nitelendiriyorsunuz. Neden?
Aşağılayıcı bir gözle bakıldığını söylüyorum. Arabesk terimi ayrı bir şey. Arabesk Arap etkinliği demektir. Benim yaptığım çalışmalar Arap etkinliği değil. Ama Araplarla tarihsel bağlarımızdan dolayı kullandığımız bazı özler vardır. Emeviler, Abbasiler, Kölemenler, Selçuklular ve Osmanlılardan itibaren gelen kültür birlikteliği var. Aynen birleşik Avrupa devletleri gibi. Fransız'ı, İngiliz'i, Alman'ı da Hıristiyan kültürle birleşmiş insanlardır. Ayrı ayrı lisanlar ayrı ayrı devletler olmalarına rağmen. Ama birbirlerinin gözünü de oymuşlardır. Netice olarak ben de etki altında kalmış olabilirim ama benim yaptığım bize ait. Bu arada arabesk deyimine uygun olarak çalışan insanlar var Türkiye'de. Güneydoğu'daki insanlarımızın birçoğunun Arap akrabası vardır. Bir zamanlar sınırlar yoktu. Şimdi sınırlar ayrıldığı için, ayrı topraklarda olduğumuz için insanlar akrabalarını ret mi etsinler. Bunların Arapvari şeyler yapması doğaldır.
-Orhan Gencebay Türk müziğine neler kazandırdı?
Müzik iki yönden idare ediliyordu Türkiye'de: TRT ve çevresi ile Unkapanı çevresi. Yani resmi ve gayri resmi çevre. Unkapanı araştırmaların serbest olarak yapıldığı bir yer, hem iyi hem de kötünün merkezi. Demokrasi kuralları içerisinde herkes çalışmasını yapar. Burası hep aşağılandı. Bu çok yanlış. Bütün kalite TRT ve çevresinde mi oluyor? TRT ve çevresinde müzik korunmaya çalışıyor, bu çevrede ise araştırılıyor. Ben bu serbest çalışmalarımla Türk müziğine daha zengin bir dinletiyi getirmeye çalıştım. Orkestrasyon, parküsyon, çok sesli, serbest, daha zengin bir bakış getirdim. Daha önceki çalışmalara baktığınız zaman ne demek istediğimi anlayacaksınız. Türk müziğine zengin icraatı getirmeye çalıştım. Yeni seslerin ortaya güçlü bir şekilde çıkmasına gayret gösterdim. Altyapı üstyapı sisteminin teknik araştırmalarını yaptık. Devletin yapacağı işi bir avuç elemanla gerçekleştirdik. Verimli arkadaşların hemen hepsi bu piyasada çalışıyor. Burada iyi de yapılıyor kötü de. Sözlerime gelince bütünüyle bir hikayeyi anlatmaya çalıştım. Hem de günümüz Türkçesiyle. Yapılacak o kadar şey var ki, daha gönlümdekilerden çok azını çıkardım.
-Altı yaşından beri müziğin içerisinde yer alıyorsunuz. Sadece müzik yapmakla kalmayıp, aktör, aranjör, besteci yazar ve en son olarak televizyonda şov programı gibi çeşitli işler de yaptınız? Kendinizi tüketmekten korkmuyor musunuz?
Kendimi tüketmek gibi bir kaygım hiç yok. Daha önce de söyledim; yapacaklarımın çok az bir kısmını gerçekleştirdim. Müzik benim hayatım. Yaptıklarımın çeşitliliğine gelince o alanların hepsinde yeteneğim olduğunu düşünüyorum. Dikkat ederseniz tüm bunları müzik ekseninde gerçekleştirdim. Şova gelince o bir denemeydi. Dizi yapacaktık olmadı, şov yaptık. Ama şov benim istediğim gibi yönlendi. Şovu da ben bıraktım. Şu anda bir dizi projem var.
-Son söz olarak....
Orhan Gencebay serbest çalışmalar yapıyor. Hem halk, hem sanat, hem de oryantal diye adlandırılan Ortadoğu kültürlerinden yapmış olduğu sentezlerle ortada. Ama ne yaparsam yapayım ülkeme aittir ve özgündür. Ne yaparsak yapalım ama kesinlikle kalitesizi yapmayalım.
AYDOĞAN KILIÇ-AKSİYON
ORHAN GENCEBAY: 'ARABESK DEYİMİ BENİ TANIMLAMAYA YETMEZ'
6 yaşında keman ve mandolin dersleri almaya başlayan, 7 yaşında bağlamayla tanışan, 10 yaşında beste yapan Orhan Gencebay, şimdi binin üzerinde bestesi ve milyonlarca hayranı olan bir sanatçı. 'Yürekten Olsun' adlı son albümüyle hayranlarıyla buluşan 'Orhan Baba', yeni klasiklere imza atacak gibi görünüyor
-'Tanımlamak sınırlamaktır' diye çok sevdiğim bir söz var. Siz anladığım kadarıyla yaptığınız müziği belli bir kategoriye koymuyorsunuz?
'Ben serbest Türk müziği çalışmaları yaptım. Neticede arabesk çok kısıtlayıcı bir deyim. Benim anlattığımı da anlatmaya müsait değildir. Böyle bir isim taktılar fakat yine de fazla takılmıyorum buna. Böyle yerleşti. Fakat yerleşirken şuna üzüldüm, arabesk denildiği zaman müzik kategorisi mi anlaşılıyor yoksa kişiler mi anlaşılıyor, işte burada bir kargaşa var. Arabesk denildiği zaman birkaç kişi akla geliyor. Müzik türü nedir, arabeski tarif et diye sorduğunuzda, tarifini de etmesi mümkün değil. Arabesk yaşam tarzı tabiri de yanlış. Sosyologlar da yanlış kullanıyor. Arabesk deyimi aslında şuradan kaynaklanıyor; Arapça şarkılar Türkçeye çevrilmeye başlanmış, 1930'larda. Bunu rahmetli üstat Sadettin Kaynak çok yaparmış. Türk sanat müziğinin en güzide eserlerini oluşturan Sadettin Kaynak'a arabeskçi demişler. Gerçek budur, bu müzik tarihidir. Varoş kültürüne arabesk kültürü diyorlar, arabesk kültürü diye bir şey yok, böyle bir şey olması mümkün değil. Hüzün, kadercilik, dram anlatılmak isteniyorsa, Türk sanat müziğinde ve halk müziğinde gani gani var, Batı da da var. '
-Yeni albümden Sevemedim Karagözlüm, Bir Teselli Ver gibi iddialı, yıllarca dinlenecek şarkılar çıkacak mı?
'Bence var. Ayrıca bu albümün içerisinde 1967-68'lerden gelen bir beste var, 1970'lerden gelen bir beste de var. Ama çoğu son yıllarda yapıldı. Mesela, 'Seven Affeder'. Seven affeder, sevgi korur. Bana bir gün yolda giderken beni sevenlerden birileri dedi ki, 'Baba senin yanında hiç koruma yok, niye korumasız geziyorsun? ' Ben de dedim ki, sevgi korur. Seven de affeder, seven sevdiğini affeder. Seven hoşgörülüdür, affeder. Ama affedilecek şey vardır, affedilmeyecek şey vardır, bu ayrı konu. Genel bakış açısıyla sevenin affedeceğini biliyorum. Onu kırmak istemez. Belki normal bir insanın dayanamayacağı şeylere seven dayanır.'
-Sizin öyle bir çizginiz var ki, 10 sene, 20 sene, 30 sene öncesinin Orhan Gencebay'ı hep aynı, kıyafetlerinizden şarkılarınıza kadar... Çok dinlenen şarkıcıların falsolarını görüyoruz, skandallarına tanık oluyoruz. Siz çizginizi nasıl koruyorsunuz?
'İnsan kendiyle barışık olmalı. Kendiyle barışık olmayan bir insan başkasıyla barışık olamaz. İnsan kendisini sevip saymalı. Kendine hayrı olmayanın başkasına da hayrı olmaz. Derler ya, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. Göründüğün gibi olursan yorulursun ama olduğun gibi görünürsen daha rahat edersin. Bu albümde öyle bir beste de var, Yürekten Olsun. Ne yaparsan yap yürekten olsun anlamında söylüyorum. '
TUĞBA BALIKÇIĞOLU-SABAH (18-04-2004)
ARABESK MÜZİK bir kanserdir. Nasıl ki kanser hücreleri vücut hücrelerinden oluşmuştur ama vücuda müthiş derecede zararlıdır ve sonunda kendini meydana getiren organizmayı öldürür, arabesk denilen o garip 'şey' (tanımlayacak bir kelime bulamadım) de müzik gibi görülüp, algılanmasına rağmen MUSIKİ SANATIYLA hiçbir alakası yoktur ve müzik notalarıyla oluşmasına rağmen piyasada sayısı o kadar artmıştır ki; bir sanat eserinin arabesk olup olmadığını anlayabilmek için profesyonellere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu gidişle gerçek müzik dinleyemeyecek duruma geleceğiz buna üzülüyorum
Arabesk, köyden kente göç etmiş, fakir, sosyal sorunlar yaşayan insanların sorunlarının dile getirildiği müzik türüdür.Maalesef ülkemiz tam anlamıyla kalkınmadığından bu insanların sayısı fazladır.Dolayısıyla bu müziğe talep yüksektir.Fakat yeni açılımların yaşandığı yeni dönemde eski arabesk şarkılar yeriine artık daha popülize edilmiş şarkılara rağbet vardır.Yani köyden 5 çocuk 2 karısıyla kente gelen bir adam klasik, eski arabesk müzik dinlerken onun o sahip olduğu ve gevrekçilik, kapıcılık gibi işler yapan çocukları da yeni tür olan popüler arabesk müzik dinlemektedir.
Bu kültür karmaşası içinde seviyesi çok düşük ya da hiç bulunmayan şarkılarda kendilerine yer bulmuştur.Buna örnek vermek isterdim fakat o müziklerin hayranlarını kırmak istemem.
aşkı beni yaksada umutlarım solsada unutmak zor olsada unutmak istiyorum..
Ferdi Tayfur..
ben seni sevdiğim zaman bu şehirde ayrılık kurşun gibi ağırdı...
acı çekmek istiyoruuuumm..acııııııı.
alemi alem yapan üc beş cakalsa krallık bize yakısmaz
Kitabım 'ARABESK KELİMELER'
Arabesk deyince arabeskin sadece bir cüzü olan müzik tarafı akla geliyor. Arabesk sadece bir müzik türü değil bir kültür ve yaşam biçimidir. İnsanlar arabesk yaşamayı kendileri seçmezler. Koşulların zorlamasıyla oluşmuş bir yaşam biçimidir arabesk. Sistematiği oluşmamış bir hayat. Köklerden zoraki kopmuş, hedefe ulaşamamış, hüzünle gözyaşıyla kayıplarla yoğrulmuş bir hayat. Şehirde köy hayatı köyde şehir… Modernle köy arası bir dünya… Pop şarkıya arabesk saundlar ekleyecek kadar arabesk.
Yıllarca yasak koyarak tüketebildiler mi arabesk müziği. Klasik müzik sevdalısı kaç genç üretebildi seçkinler. Arabesk müzik arabesk hayatın sinekleridir. Bataklık çile ve hüzündür. Müzik üzerinde baskı oluşturmak ve kınamak bir şeyi çözmedi çözmez. Ağlayana pop ya da klasik dayatmak insanla insanlıkla alay etmekten öte bir anlam ifade etmez.
Elitler önce toplumun yaşam standardını düzeltmenin yolunu bulmalılar. Önce ağlayanların gözyaşlarını dindirmenin yolunu bulmalılar. İşte o zaman arabesk hayat da arabesk müzik de veda şarkıları söyleyecektir.
Bu kitap bu topluma arabesk hayatı dayatan koşullara, onlarca yıldır ülkenin imkânlarını ahbap yaren arasında dolaştıranlara, yokluğa, yoksulluğa, kaybetmişliğe isyan şiirlerinden oluşuyor.
HADI CANIM! ! ! beni etkilemiyo diyene, takla atsa inamaaam! ! ! ! ! etkilenmiyosan ya türk degilsindir, yada duygusallik hislerin bir ameliyatla alinmistir! sadece 'AVRUPAI' olcam diye kötülüyosunuz.
tamam ITIRAF ediiyorum, bazen insani isyana, hayata küsmeye sevk ediyor, bazende uyusturucu gibi.
ama herseyin bi siniri var: ARABESK YÜKSEK DOZAJDA zararlidir! ?
gece sevecen bir eleştirmenin uykusu kaçtı
günlüğüne genç ozanlar için şunları düştü
- bu çocuklar hiç minibüse binmemiş belli
ne de çalgılı kahvelerde sabahlamışlar
yine de bir ağız var ki şiirlerinde
yeniyetme şoförlerden külhani