Birkaç yıl önce bir bayram akşamı dayım, misafir salonuna elinde bir revolverle girdi; altıpatlar, kabzası yer yer küflenmiş bir tabancaydı bu. Misafirlerin şaşkın bakışlarına aldırmadan yanıma oturup anlatmaya başladı: “İşte bak, Deniz’in silahı bu. Çarıkçı’dan aldım ben bunu.” Çarıkçı dayımın arkadaşı, emekli bir öğretmen. Ben hikayeyi biliyorum; Çarıkçı da başka birinden almış. O başka birine de Deniz Gezmiş vermiş silahı Gümrük kahvesinde. Motorsikletle gelmiş Deniz’ler, silah(lar) ı teslim edip, Kaz Dağı’na doğru koyulmuşlar yola. Ben bir yandan dayımı dinliyorum, bir yandan tabancayı inceliyorum. Dayım öyle içten anlatıyordu ki; misafirler de kulak kesildiler. Dayım devrimci falan değil, Nazım’ın şiirindeki gibi “topraktan öğrenip kitapsız bilen” ellili yaşlarda bir Türk Köylüsü. Anlatırken tel tel dökülüyor ağzından sözcükler; fevkalade bir saygıyla söz ediyor Deniz’den, sanki büyükbabasının karşısında konuşuyormuş gibi ve öyle nazikçe ki; sanki altı aylık bir bebe duruyor kollarının arasında... Muhtemelen Deniz Gezmiş, Edremit’e hiç uğramamıştı; ama işte öyle inanmıştı o insanlar, o Deniz’in silahıydı onlar için, silahtan daha fazla bir şeydi aslında...
Deniz’in efsaneleri sinmiştir Anadolu toprağına.: Bizim köye uğradı, kahvede oturdu ya da bizim kasabadan geçerlerken mola verdiler, çeşmeden su içtiler... gibi. Halkın kollektif bilinçaltında yer ettiği değer; sultanları, padişahları ve şıhları kıskandıracak türdendir. Ama işte, bir o kadar da gerçektir Deniz Gezmiş; Dolmabahçe’de yoldaşlarıyla birlikte, denize dökerken Amerikan askerini gerçektir o; meydanlarda patlatırken sesini “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye”diye, gerçektir ve giderken darağcına “Yaşasın Kürt ve Türk Halklarının Kardeşliği” diye haykırırken gerçektir Deniz Gezmiş. Bugünün kağıttan kahramanlarıyla kıyaslanmayacak kadar...
‘Devrim her taraftan gelir’ Yakalanmasının ardından hemen Ankara’ya getirilen Deniz Gezmiş, basının önünde 12 Mart Muhtırası sonrası istifaya zorlanan Süleyman Demirel hükümetinin İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu’nun karşısına çıkarılmıştı. Giderayak son bir gösteri yapmak isteyen Menteşoğlu ile Deniz Gezmiş arasında geçen konuşmalar, halkın gözünde Deniz’in bir efsane olarak anılmasına neden olan olaylardandır: “Bakan: Neden yola çıktın bu genç yaşta? Deniz: İnandığım dava için mücadele veriyorum. Sizin yüzünüzden mücadele veriyorum. Bakan: Nereye gidiyordunuz? Deniz. Devrime. Bakan: (Eliyle duvardaki haritada Sivas’ı işaret ederek) Devrim o tarafta mı? Deniz: Devrimin o tarafı, bu tarafı yoktur. Her taraftan gelir. Bakan: Parayı ne yaptın. Deniz: Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu paranın gereğini yapacaktır. (...) Bakan: (Deniz’i gazetecilere göstererek) İşte bu pejmürde adam, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kahraman kumandanı imiş. İyi bakın, kılığına, kıyafetine, suratına... Deniz: Kahramanım tabii. Bakan: Kimin kahraman olduğu belli olmadı mı? Bakan: Belli oldu. Kahraman olduğunuz için istifa ettiniz değil mi? Sizler emperyalizmin neferisiniz, ben Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun. Bakan: Susturun şu ukalayı, konuşturmayın. Götürün.”
1947 yılında Ankara’da doğdu.Liseyi İstanbul’da okudu.1966’da İÜ Hukuk Fakültesi’ne girdi.Kısa sürede gençlik eylemlerinde öne çıktı.TİP’de çalıştı.1968’de Devrimci Hukuklular Örgütü’nü kurdu.Amerikan 6.Filosu’nu protesto eylemlerine katıldı ve İstanbul Üniversitesi’nin kurtuluşuna öncülük etti.DÖB’ün kurucuları arasında yer aldı.Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü tertipledi.1969’da Filistin’e gitti, gerilla eğitimi gördü.THKO örgütünü kurdu.Örgütün ilk eylemi olan İşbankası Ankara Emek Şubesi soygununa katıldı.Yine Ankara’daki Balgat Amerikan Üssü’nden dört Amerikalının kaçırılması eylemine katıldı.Sivas Gemerek’te çatışmada yakalandı.Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde idam edildi.
Deniz Gezmiş'in Ağzından
Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim. Ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün. Ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armğan etmekten onur duyuyorum. Bu bağımsızlık düşüncesini mezara kadar götüreceğiz. Sayın Savcı, 1. Amerikan emperyalizmi gayrî millîdir. 2. Ona ortaklık edenler halkımıza ihanet etmişlerdir. 3. Emperyalizme karşı mücadele suç değildir, silahlı mücadele ise Anayasayı ihlâl değildir. 4. Gayrî millî olan emperyalizm ve ortaklarının sömürüsü, Anayasaya aykırıdır. Buna göre iki şey var: 1. Eğer belli bir hata sonucu, iddianame ve mütalaayı hazırladınızsa, dikkatli olunuz; idamını istediğiniz kişiler kasaplık koyun değildir ve siz savcısınız… 2. Yok eğer yaptığınızın bilincinde iseniz; yolunuz açık olsun.
İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu ile Deniz Gezmiş arasında geçen konuşma
Menteşoğlu: Neden yola çıktın bu genç yaşta?
Deniz: İnandığım dava uğrana mücadele veriyorum. Sizin yüzünüzden mücadele veriyorum.
Menteşoğlu: Nereye gidiyordunuz?
Deniz: Devrime
Menteşoğlu: (Eliyle duvardaki haritada Sivas'ı işaret ederek) Devrim o tarafta mı?
Deniz: Devrimin o tarafı, bu tarafı yoktur. Her taraftan gelir.
Menteşoğlu: Parayı ne yaptın?
Deniz: Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu paranın gereğini yapacaktır.
Menteşoğlu: Halk Kurtuluş Ordusu nedir? Türkiye'de bir tek ordu vardır o da Cumhuriyet ordusudur
Deniz: Hükümetinizin istifasından belli.
Menteşoğlu: İşte bu pejmurde adam Türkiye Halk Kurtuuş Ordusu'nun kahraman kumandanıymış. İyi bakın kılığına kıyafetine suratına.
Deniz: Kahramanım tabii.
Menteşoğlu: Kimin kahraman olduğu belli olmadı mı?
Deniz: Belli oldu. Kahraman olduğunuz için istifa ettiniz değil mi?
Haram olsun gerille yüreğimi alıp elime mavzerlerime sürüp yağlı kurşunları ölüp dirilip binlerce kez öpmezsem alnını ölümün haram olsun on sekiz yaş gençliğime __________________ dağlar geçilmiyor kardan / aman yok ki candarmadan ayrılamam ben bu yardan / yürü yağız atım yürü. peşime düştü takipler / boynumu bekliyor ipler zeybekler seni ayıplar / yürü yağız atım yürü.
Türkünü söylüyorum Deniz Mavi yosunların eşliğinde Türkünü söylüyorum Deniz Duru çakılların eşliğinde Direnişin anlatılıyor analarca Yeni büyüyen çocuklarına yurdumun Balıkçılar kavganı çeker ağlarıyla Pul pul ulaşır kentlere
Türkünü söylüyorum Deniz Direnişlerinde madenlerin Çocukların ışıldayan gözleriyle Savaşa hayır diyen dilleriyle Meydanlarda alkış alkış Çoğalan öfkenin sesiyle
Türkünü söylüyorum Deniz Kavgada şehit düşen yiğitlerimizle İçimizi yakan öfkemizle Fabrikalarda geleceği işleyen işçimizle Toprağında yarının güzelliğine Su veren köylümüzle Türkünü söylüyorum Deniz Şubat soğuğunda doğan güneşimizle Türkünü söylüyoruz Deniz Denizlerce çoğalarak
Birazda savunma geliyor aklıma.yapılan o kadar emegin ve mücadelenin yanında.
DENİZ GEZMİŞ'İN SAVUNMASI
'Ben, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Sinan Cemgil ve Alpaslan Doğan beraberdik. İddianameye karşı diyeceklerim mevcuttur.İddianame kelle istemek için hazırlanmıştır. Yapılan tahliller yanlıştır, hatalıdır, değerlendirmeler keza isabetsizdir. Yalnız, biz varlığımızı hiçbir karşılık beklemeden esasen Türk Halkına armağan etmiş bulunuyoruz. Türk Halkı ve devletin bağımsızlığına armağan etmiş bulunmaktayız. Bu sebeple ölümden çekinmiyoruz. Biz hiçbir zaman bütün çabamıza rağmen Türkiye'nin bağımsızlığını temin edemedik.
Bugüne kadar da bu özlem içinde kaldık. İddianamede geçen ve bana atfedilen hükümleri kabul etmiyorum. Ben silahımı halka, orduya karşı kullanmadım. Ancak Vatan hainlerine karşı kullanmak maksadıyla taşıdım ve 'halka ve orduya karşı kullanırım' şeklinde beyanda bulunmadım. Öteden beri arzetmiş olduğum gibi bu ülkede anayasayı en fazla savunanlar bizleriz. Anayasa'yı ihlal edenlerse ortadadır. Anayasa'nın uygulanmasını isteyen gene bizleriz. Anayasa'yı uygulamayan yavuz kimseler de hala ortadadır. Yine o kişiler bizim kellemizi istemektedirler. İddia makamı bizim vermekte olduğumuz bağımsızlık savaşına karşıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin hukukuna karşı, reformlara karşıdır. Onlar 36 milyonluk ülkenin bütün yükünü 20 gencin üzerine yıkmaya çalışmışlardır. Bizi bağımsız bir ülkenin çocukları olmaktan mahrum eden hepiniz dahil sizlersiniz. Ve sonunda idam isteğiyle buraya getirildik, Türkiye'nin bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve hayatımızı bu yola koyduk. Varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik, bunun aksini iddia edenler vatan hainidir. Biz stratejik olarak düşüncelerimizi hiçbir zaman saklamayız. Hangi şartlarda olursak olalım bunu açıkça söyleriz. Düşüncelerimizi mezara kadar götürürüz. Nasıl burada namluların ve dipçiklerin gölgesi altında konuşuyorsak,düşüncelerimizi her zaman açıkça ifade ederiz. Tarih evvelce bunu yapanları nasıl temize çıkarmışsa bizi de temize çıkaracaktır, buna da inanıyoruz. Profesyonel devrimci bugünün Türkiye'sinde kendini hayatı boyunca Türkiye'nin bağımsızlığına adayan kimsedir. (İddianamede) 'Fikir özgürlüğünü ve Anayasayı paravan yapanlar, önceleri Atatürkçü geçinirken onun fikir ve şahsiyetiyle küçük görmeye başladılar' şeklinde ve 'sadece Mustafa Kemal tarafını beyan ediyorlardı' şeklinde bir cümle mevcuttur, bunu kesin olarak reddediyorum, asla kabul etmiyorum. Diğer yurtseverler de bunu kabul etmezler. Bu kasten tahrif edilmek isteniyor. Bu cümle artniyetle hazırlanmıştır. Bu memlekette Mustafa Kemal'e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz.
35 milyon metrekare vatan toprakları işgal altındayken, bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür. Mustafa Kemal sağ olsaydı bugün çok şaşırırdı. Hareketimiz tamamen anayasal bir harekettir. Anayasamızın başlangıç ilkesinde belirtilen ulusun zulme karşı direnme hakkını kullandık. Bu sebeple anayasal bir davranışta bulunduk.
Yaptıklarımızın haklı olduğuna inanıyorum. Halen de bu inancı taşıyorum. Türkiye'nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı ölümden korkmuyorum. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum. Kurtuluş Savaşını da yerli yerine oturtmak gerekir.
Biz elli sene evvel Kurtuluş Savaşını vermiş bir ülkenin çocukları olarak Kurtuluş Savaşının gerçek tahlilini yapmaya her zaman muktediriz.
Biz yine çok iyi biliriz ki, Türkiye Kurtuluş Savaşını yapmak için Samsun'a çıkanlara İstanbul Örfi idaresince ve Mahkemelerince idam cezası verilmiştir.
Ve yine bilmekteyiz ki, Osmanlı İmparatorluğu yüzlerce generalinden ancak birkaç tanesi Kurtuluş Savaşına iştirak etmiştir. Ve yine bilmekteyiz ki, Kurtuluş Savaşı yapıldığı sırada İstanbul'da bulunanlar bunları yapanlara 'eşkıya' demiştir. Türkiye'nin Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşında ne şekilde bağımlı hale geldiğini de belirtmek gerekmektedir. Ayrıca iddianamede Türkiye halkının bir takım etnik gruplardan teşekkül ettiği iddiaları ve bunu bizim yaptığımız, ortaya attığımız ithamları mevcut bulunmaktadır. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kararında ve Misakı Milli sınırları içinde iki kardeş kavim yaşar. Türk ve Kürt kavimi yaşamaktadır. Birinci Büyük Millet Meclisi kararı böyledir. Türkiye'de iki kardeş kavimin ve ulusunun yaşadığını kabul etmektedir. Bunu kabul etmek bölücülük değildir. Bu iki kardeş unsur birinci Kurtuluş Savaşını müştereken başarmışlardır. Güney Cephesinde düşmanla omuz omuza savaşmışlardır. Bu ikisine birden Türkiye halkı diyoruz. Ve bu iki kardeş unsur ikinci bağımsızlık savaşını da müştereken başaracaklardır.
Öğrenci hareketlerine gelince iddianamede öğrenci hareketlerinin başlangıç tarihi 1968 olarak belirtilmektedir. Bu tarih yanlıştır. Türkiye'de öğrenci olayları 50-60 senedir eksik olmamıştır. Sultan Hamid'in tıbbiye talebelerini Sarayburnu'ndan denize attığı tarihten itibaren öğrenci hareketleri Türkiye'de devam edegelmiştir. 1908'i hazırlayan hareketler ileriye dönük hareketlerdir. Vagonli'yi tahrip eden gençler ilerici gençlerdir. 2.Dünya Savaşı sırasında 'faşizme hayır' diyen gençler ilerici gençlerdir. Ve 28 Nisan 1960 tarihinden özgürlük savaşı veren gençler ilerici gençlerdir.'
ve yalnız ölüm geliyor bazen aklıma bir sandalye bir ip.sonra umut.ugur mumcunun bir seslenişi ve inanc güzel günlere :) Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi...
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...
Mamak Askeri Cezaevi... Ön hücrelerin havalandırması. Görünen her şey bir bir gün, beş gün, beş ay öncesinin aynı... Duvarlar, tel örgüler, karşıda tepesi görünen kel bir dağ bozuntusu, tutuklular, askerler, gardiyanlar, subaylar... Korkunç bir farklılık var ama bu gün. Görülmeyen bir farklılık bu... Sadece duyulan ve duygularla algılanabilen bir farklılık... İstedikleri kadar dış dünyadan koparmış olsunlar bizi... Yaş ortalaması en çok yirmi iki – yirmi üç olan deli fişek, inançlı gençleriz. Cıvıltımızı kesemediler bu güne değin... hele de sabahları... Yandaki koğuştan ödünç voleybol topu isteyenler, türkü çağıranlar, hızlı bir voltada bağırıp çağırarak kurumsal tartışmalar yapanlar, koşanlar, kültür fizik yapanlar... - Bizim koğuşun gazeteleri nerede kaldı? Diye gardiyanlara bağıranlar; - Er Ahmet Çelik, ön koğuş nöbetinde görüşünüze hazırdır komutanım! Diye, çığlık çığlığa tekmil veren askerler... Ama bu gün farklı... Korkutucu bir sessizlik egemen tüm cezaevine; kimse konuşmuyor, kimse kurumsal tartışma yapmıyor, kimse şarkı türkü söylemiyor, koşan, kültür fizik yapan da yok bugün. Kimse “merhaba”, “günaydın”, “nasılsınız? ” bile demiyor... Askerlerin, gardiyanların, subayların bile sesi çıkmıyor... Havalandırmada volta atıyorum. Diğer arkadaşlarım da aynı şeyi yapıyor. Bu kez herkes tek tek voltalıyor beton bahçeyi. Hızlı ama alabildiğine ses çıkarmamaya çalışarak atılıyor voltalar. Becerebildiğim kadar dik tutuyorum başımı. Gözlerim yerde de olsa başım dik durmalı... Yerde bir su birikintisi var. Ona basmamaya çalışarak yürüyorum.
Bu ikinci tanık oluşum ’toplu ölüme’... Bu kez ilkindeki gibi milyonların içinde yapayalnız değilim. Kinle, acıyla, neşeyle, umutla kenetlenmiş – en azından dışa karşı böyle görünen – kavga arkadaşlarımla beraberim. Yine de atamıyorum yalnızlık duygusunu. Salt ben değil, hepimiz, tüm cezaevi; mahkumu, tutuklusu, gardiyanı, askeri, subayı, haini, ispiyoncusu, direngeni, cesuru, korkağı herkes yalnız o gün... Birlikteydik, ama yalnızdık. Sessizdi cezaevi... Herkesin kendisiyle hesaplaşmasına olanak verecek ölçüde sessiz durağan... Anlaşmalı bir sessizlik bu....
Bir avuç subay ve gardiyanı bir yana bırakırsak; askeri, tutuklusu yaş ortalaması yirmi iki - yirmi üç olan bu gençlerin hepsi mi taş yürekli? Niye hiç ağlayan, bağırıp çağıran yok? Niye isyan etmiyor kimse? Biz ki; sokak köpeklerine, dağ başında yanlışlıkla basıp ezdiğimiz çiğdeme üzülen, sevgililerimizin hasretine dayanamayıp iki tek attıktan sonra sulu zırtlak olan; içerikli bir sinemayı, tiyatroyu seyrederken çekinmeden gözyaşlarını akıtabilen bir kuşağız. İşte en yakınımızdaki, en dost olan üç yoldaşımızı koparıp almışlar bizden, hem de sonsuza değin. Niye böyle taş gibiyiz hepimiz? Ne oldu bize? ... Niye birbirimizin yüzüne bile bakamıyoruz? Oysa, çığlık çığlığa tüm benliğim... Biliyorum tüm dostlarım da öyle. Savaşıyorduk hala... Haklı bir savaşı sürdürmenin doğal bir yöntemini, sessiz bir anlaşmayla sağlamıştık aramızda. Alınmış bir kararı, belirlenmiş bir taktiği yoktu bu savaşın... Karşı tarafın temsilcileri kapılardan, pencerelerden bakıp; geldikleri gibi yine sessizce kayboluyorlardı. Bu koşullarda ancak böyle savaşabilirdik. Susarak, dişlerimizi sıkarak, başımızı alabildiğince dik tutarak, göz yaşlarımızı içimize akıtarak, alabildiğince sert adımlar atarak... Öyle de yaptık. Elbet yanıyordu yüreğimiz, elbet tüm bedenimiz dağlanmıştı,elbet acıyla doluydu tüm benliğimiz. Ama bırakalım karşıdakileri, birbirimize bile açık edemezdik duygularımızı. Erlerin, gardiyanların çoğu da üzülüyordu. Bu yüzlerinden, oturup kalkışlarından belliydi. Ama şu bol ‘yıldız’lı, ‘ay’lı takım. Bu kararı verenler, planları yapanlar, pusu kuranlar, erketelik yapanlar... Onlar ne düşünüyordu o gün? Hangi duygularla doluydular? Aradan yirmi beş sene geçti hala merak ederim. Uyudum mu dün gece? Duyduklarım düş müydü? Zincir sesleri, açılıp kapanan kapılar, postal gıcırtıları... “Sağlıcakla kalın, kendinize iyi bakın! ...” diye, gür sesle bağırdı mı birisi?
Atilla Keskin Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler (Anı / Roman) Gendaş Yayınevi İstanbul 1999
(deniz gezmişin idam günü atilla keskin in ağzından)
Bir çocuğumuz olmalı Adı deniz olmalı Deniz dedim adına Adı deniz olmalı
Bir çocuğumuz olursa Adı deniz olmalı Deniz kadar engin Deniz kadar çoşkun Deniz kadar sıcak Deniz kadar güzel
Bir çocuğumuz olmalı Adı deniz olmalı Deniz dedim adına Adı deniz olmalı
Üzerindekiler bana yabancı değil, Suratındaki yaralar, karalar, kirler Bana birisini hatırlatıyorsun küçüğüm Üzerindekiler bana yabancı değil, Yırtık süeterin, pantolonun, çizmen, çorabın Sakın pişman olma, kızma, kızdırma Sembol olmak, katil olmaktan çok daha zor Yemekten, içmekten, direnmek zor küçüğüm Ben, ben kimim diye sorarsan Biz, biz tabiatla kardeşiz Yemeyle, içmeyle Hatta uçakla, suyla, kuşla, böcekle Ama yine de Bana ne olmuş diye soruyorsan Kızma, kızdırma Hani doğruluktan, dürüstlük doğar derler ya Bence sana Deniz çarpmış küçüğüm Ki, ben beni bildim bileli Ne, ben beni buldum kendimde Nede kendim, beni buldu bende İşte ortalığın arazisi olup kaynadık dünyanın kazanında Dünya kazan oldukça ben bir kepçe Doldum tabaklara birden daha çok kere Hani ya gülüm işçi olup emek dökercesine Ben, beni bildim bileli Ne ben, beni buldum kendimde Nede kendim, beni buldu bende Sen bir başka maya gör Çocuk olursun bir yandan severler Bir yandan döverler Okursun adam olursun, İş bulamadın mıda hiç dinlemez söverler Ben, ben boks şampiyonu olamam ki dostum Hayatı nakavt edeyim Ben kültürümü hayata adadım Hayatı tanımlayamıyorum Hayat nedir acaba _? Hergün paket paket içtiğimiz sigaralar mı Akşamları eve gelen babamın Boş o bomboş bakışları mı Bilmiyorum! ! ! Yıldızlardan kopup gelmişti dünyama Yıllanmış ağaçların dökülen sarı yaprakları gibiydi Etraf toz, toprak, kan, göleç Adına ne seheryeli diyebiliyorum nede tozpembe Ama şunu çok iyi biliyorum ki Bir çocuğumuz olursa Adı DENIZ olmalı, İster kız ister erkek Farketmez hiç biri Fakat bakışları farketmeli Güneş gibi olmalı Aydınlatmalı her tarafı Her bir yandan bir bir Bir çocuğumuz olursa adı DENIZ olmalı DENIZ kadar engin, DENIZ kadar coşkun DENIZ kadar sıcak, DENIz kadar güzel Bir çocuğumuz olmalı Adı DENIZ olmalı DENIz dedim adına Adı DENIZ olmalı.
mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum.ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. fakat bu durumu metanetle karşılamani istiyorum, insanlar doğar,büyür,yaşar ölürler,önemli olan cok yasamak degil,yaşadiğı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir.bu nedenle ben erken gitmeyi normal karsiliyorum.ve kaldı ki benden evvel giden arkadaslarim hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir.benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın,oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunda da bu olduğunu biliyordu.seninle düşüncelerini ayri ama beni anlayacagini tahmin ediyorum.sadece senin degil, türkiye’de yasayan kürt ve türk halklarının da anlayacagina inaniyorum.cenazem için avukatlarıma gerekli talimati verdim.ayrica savcıya da bildirecegim.ankara’da 1969’ olen arkadasim taylan özgür’un yanina gömülmek istiyorum.onun icin cenazemi istanbul’a götürmeye kalkışma, annemi teselli etmek sana düşüyor.kitaparımı küçü kardeşime bırakıyorum.kendisine özellikle tembih et,onun bilim adami olmasini istiyorum,bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir,son anda yaptiklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi,abimi,kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarim. oğlun deniz gezmis
1947 yılında Ankara’da doğdu.Liseyi İstanbul’da okudu.1966’da İÜ Hukuk Fakültesi’ne girdi.Kısa sürede gençlik eylemlerinde öne çıktı.TİP’de çalıştı.1968’de Devrimci Hukuklular Örgütü’nü kurdu.Amerikan 6.Filosu’nu protesto eylemlerine katıldı ve İstanbul Üniversitesi’nin işgaline öncülük etti.DÖB’ün kurucuları arasında yer aldı.Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü tertipledi.1969’da Filistin’e gitti, gerilla eğitimi gördü.THKO örgütünü kurdu.Örgütün ilk eylemi olan İşbankası Ankara Emek Şubesi soygununa katıldı.Yine Ankara’daki Balgat Amerikan Üssü’nden dört Amerikalının kaçırılması eylemine katıldı.Sivas Gemerek’te çatışmada yakalandı.Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde idam edildi.
Görmediğim an yaşayamam..Güne ister hırçın olsun isterse durgun olsun denizi görerek başlamak insana enerji veriyor.... Evimin önü demek, deniz demek......
lügatini yeniden yazıyorum sevdanın binlerce çiçek açtı kollarımda yorgunluk gündönümü ruhuma ayarlandı yeniden bir çerağdır, yanıyor gittiğin her bahçede şimdi parmaklarının ucundadır baharım kutlu bir ülke verdin hayatıma özünden denizlerde sen varsın; ırmaklarda ben varım
lügatini yeniden yazıyorum sevdanın binlerce çiçek açtı kollarımda yorgunluk gündönümü ruhuma ayarlandı yeniden bir çerağdır, yanıyor gittiğin her bahçede şimdi parmaklarının ucundadır baharım kutlu bir ülke verdin hayatıma özünden denizlerde sen varsın; ırmaklarda ben varım
sabahları sırtçantasını zıplata zıplata gelen kulaklıkları kulaandan düşmeyen 'naber kızlar? ' diye bize selam verip sabah sabah o sıcacık gülümsemesiyle içimizi ısıtan okulun en yakışıklı delikanlısıdır bide nike air'ları varki sormayın şehirler arası otobüs gibi yürürken 'pıııstt pıııstt' ediyo
ama dedim ya elifinki elif benim kankim yani 'eniştemiz' olur kendileri
Birkaç yıl önce bir bayram akşamı dayım, misafir salonuna elinde bir revolverle girdi; altıpatlar, kabzası yer yer küflenmiş bir tabancaydı bu. Misafirlerin şaşkın bakışlarına aldırmadan yanıma oturup anlatmaya başladı: “İşte bak, Deniz’in silahı bu. Çarıkçı’dan aldım ben bunu.” Çarıkçı dayımın arkadaşı, emekli bir öğretmen. Ben hikayeyi biliyorum; Çarıkçı da başka birinden almış. O başka birine de Deniz Gezmiş vermiş silahı Gümrük kahvesinde. Motorsikletle gelmiş Deniz’ler, silah(lar) ı teslim edip, Kaz Dağı’na doğru koyulmuşlar yola. Ben bir yandan dayımı dinliyorum, bir yandan tabancayı inceliyorum. Dayım öyle içten anlatıyordu ki; misafirler de kulak kesildiler. Dayım devrimci falan değil, Nazım’ın şiirindeki gibi “topraktan öğrenip kitapsız bilen” ellili yaşlarda bir Türk Köylüsü. Anlatırken tel tel dökülüyor ağzından sözcükler; fevkalade bir saygıyla söz ediyor Deniz’den, sanki büyükbabasının karşısında konuşuyormuş gibi ve öyle nazikçe ki; sanki altı aylık bir bebe duruyor kollarının arasında... Muhtemelen Deniz Gezmiş, Edremit’e hiç uğramamıştı; ama işte öyle inanmıştı o insanlar, o Deniz’in silahıydı onlar için, silahtan daha fazla bir şeydi aslında...
Deniz’in efsaneleri sinmiştir Anadolu toprağına.: Bizim köye uğradı, kahvede oturdu ya da bizim kasabadan geçerlerken mola verdiler, çeşmeden su içtiler... gibi. Halkın kollektif bilinçaltında yer ettiği değer; sultanları, padişahları ve şıhları kıskandıracak türdendir. Ama işte, bir o kadar da gerçektir Deniz Gezmiş; Dolmabahçe’de yoldaşlarıyla birlikte, denize dökerken Amerikan askerini gerçektir o; meydanlarda patlatırken sesini “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye”diye, gerçektir ve giderken darağcına “Yaşasın Kürt ve Türk Halklarının Kardeşliği” diye haykırırken gerçektir Deniz Gezmiş. Bugünün kağıttan kahramanlarıyla kıyaslanmayacak kadar...
‘Devrim her taraftan gelir’
Yakalanmasının ardından hemen Ankara’ya getirilen Deniz Gezmiş, basının önünde 12 Mart Muhtırası sonrası istifaya zorlanan Süleyman Demirel hükümetinin İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu’nun karşısına çıkarılmıştı. Giderayak son bir gösteri yapmak isteyen Menteşoğlu ile Deniz Gezmiş arasında geçen konuşmalar, halkın gözünde Deniz’in bir efsane olarak anılmasına neden olan olaylardandır:
“Bakan: Neden yola çıktın bu genç yaşta?
Deniz: İnandığım dava için mücadele veriyorum. Sizin yüzünüzden mücadele veriyorum.
Bakan: Nereye gidiyordunuz?
Deniz. Devrime.
Bakan: (Eliyle duvardaki haritada Sivas’ı işaret ederek) Devrim o tarafta mı?
Deniz: Devrimin o tarafı, bu tarafı yoktur. Her taraftan gelir.
Bakan: Parayı ne yaptın.
Deniz: Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu paranın gereğini yapacaktır.
(...)
Bakan: (Deniz’i gazetecilere göstererek) İşte bu pejmürde adam, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kahraman kumandanı imiş. İyi bakın, kılığına, kıyafetine, suratına...
Deniz: Kahramanım tabii.
Bakan: Kimin kahraman olduğu belli olmadı mı?
Bakan: Belli oldu. Kahraman olduğunuz için istifa ettiniz değil mi? Sizler emperyalizmin neferisiniz, ben Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun.
Bakan: Susturun şu ukalayı, konuşturmayın. Götürün.”
DENİZ GEZMİŞ
1947 yılında Ankara’da doğdu.Liseyi İstanbul’da okudu.1966’da İÜ Hukuk Fakültesi’ne girdi.Kısa sürede gençlik eylemlerinde öne çıktı.TİP’de çalıştı.1968’de Devrimci Hukuklular Örgütü’nü kurdu.Amerikan 6.Filosu’nu protesto eylemlerine katıldı ve İstanbul Üniversitesi’nin kurtuluşuna öncülük etti.DÖB’ün kurucuları arasında yer aldı.Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü tertipledi.1969’da Filistin’e gitti, gerilla eğitimi gördü.THKO örgütünü kurdu.Örgütün ilk eylemi olan İşbankası Ankara Emek Şubesi soygununa katıldı.Yine Ankara’daki Balgat Amerikan Üssü’nden dört Amerikalının kaçırılması eylemine katıldı.Sivas Gemerek’te çatışmada yakalandı.Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde idam edildi.
Deniz Gezmiş'in Ağzından
Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim. Ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün. Ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armğan etmekten onur duyuyorum. Bu bağımsızlık düşüncesini mezara kadar götüreceğiz.
Sayın Savcı,
1. Amerikan emperyalizmi gayrî millîdir.
2. Ona ortaklık edenler halkımıza ihanet etmişlerdir.
3. Emperyalizme karşı mücadele suç değildir, silahlı mücadele ise Anayasayı ihlâl değildir.
4. Gayrî millî olan emperyalizm ve ortaklarının sömürüsü, Anayasaya aykırıdır.
Buna göre iki şey var:
1. Eğer belli bir hata sonucu, iddianame ve mütalaayı hazırladınızsa, dikkatli
olunuz; idamını istediğiniz kişiler kasaplık koyun değildir ve siz savcısınız…
2. Yok eğer yaptığınızın bilincinde iseniz; yolunuz açık olsun.
İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu ile
Deniz Gezmiş arasında geçen konuşma
Menteşoğlu: Neden yola çıktın bu genç yaşta?
Deniz: İnandığım dava uğrana mücadele veriyorum. Sizin yüzünüzden mücadele veriyorum.
Menteşoğlu: Nereye gidiyordunuz?
Deniz: Devrime
Menteşoğlu: (Eliyle duvardaki haritada Sivas'ı işaret ederek) Devrim o tarafta mı?
Deniz: Devrimin o tarafı, bu tarafı yoktur. Her taraftan gelir.
Menteşoğlu: Parayı ne yaptın?
Deniz: Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu paranın gereğini yapacaktır.
Menteşoğlu: Halk Kurtuluş Ordusu nedir? Türkiye'de bir tek ordu vardır o da Cumhuriyet ordusudur
Deniz: Hükümetinizin istifasından belli.
Menteşoğlu: İşte bu pejmurde adam Türkiye Halk Kurtuuş Ordusu'nun kahraman kumandanıymış. İyi bakın kılığına kıyafetine suratına.
Deniz: Kahramanım tabii.
Menteşoğlu: Kimin kahraman olduğu belli olmadı mı?
Deniz: Belli oldu. Kahraman olduğunuz için istifa ettiniz değil mi?
Haram olsun
gerille yüreğimi alıp elime
mavzerlerime sürüp yağlı kurşunları
ölüp dirilip binlerce kez
öpmezsem alnını ölümün
haram olsun
on sekiz yaş gençliğime
__________________
dağlar geçilmiyor kardan / aman yok ki candarmadan
ayrılamam ben bu yardan / yürü yağız atım yürü.
peşime düştü takipler / boynumu bekliyor ipler
zeybekler seni ayıplar / yürü yağız atım yürü.
DENİZ'İN TÜRKÜSÜ
Türkünü söylüyorum Deniz
Mavi yosunların eşliğinde
Türkünü söylüyorum Deniz
Duru çakılların eşliğinde
Direnişin anlatılıyor analarca
Yeni büyüyen çocuklarına yurdumun
Balıkçılar kavganı çeker ağlarıyla
Pul pul ulaşır kentlere
Türkünü söylüyorum Deniz
Direnişlerinde madenlerin
Çocukların ışıldayan gözleriyle
Savaşa hayır diyen dilleriyle
Meydanlarda alkış alkış
Çoğalan öfkenin sesiyle
Türkünü söylüyorum Deniz
Kavgada şehit düşen yiğitlerimizle
İçimizi yakan öfkemizle
Fabrikalarda geleceği işleyen işçimizle
Toprağında yarının güzelliğine
Su veren köylümüzle
Türkünü söylüyorum Deniz
Şubat soğuğunda doğan güneşimizle
Türkünü söylüyoruz Deniz
Denizlerce çoğalarak
İbrahim BAYRAMLAR
Birazda savunma geliyor aklıma.yapılan o kadar emegin ve mücadelenin yanında.
DENİZ GEZMİŞ'İN SAVUNMASI
'Ben, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Sinan Cemgil ve Alpaslan Doğan beraberdik. İddianameye karşı diyeceklerim mevcuttur.İddianame kelle istemek için hazırlanmıştır. Yapılan tahliller yanlıştır, hatalıdır, değerlendirmeler keza isabetsizdir. Yalnız, biz varlığımızı hiçbir karşılık beklemeden esasen Türk Halkına armağan etmiş bulunuyoruz. Türk Halkı ve devletin bağımsızlığına armağan etmiş bulunmaktayız. Bu sebeple ölümden çekinmiyoruz. Biz hiçbir zaman bütün çabamıza rağmen Türkiye'nin bağımsızlığını temin edemedik.
Bugüne kadar da bu özlem içinde kaldık. İddianamede geçen ve bana atfedilen hükümleri kabul etmiyorum. Ben silahımı halka, orduya karşı kullanmadım. Ancak Vatan hainlerine karşı kullanmak maksadıyla taşıdım ve 'halka ve orduya karşı kullanırım' şeklinde beyanda bulunmadım. Öteden beri arzetmiş olduğum gibi bu ülkede anayasayı en fazla savunanlar bizleriz. Anayasa'yı ihlal edenlerse
ortadadır. Anayasa'nın uygulanmasını isteyen gene bizleriz. Anayasa'yı uygulamayan yavuz kimseler de hala ortadadır. Yine o kişiler bizim kellemizi istemektedirler. İddia makamı bizim vermekte olduğumuz bağımsızlık
savaşına karşıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin hukukuna karşı, reformlara karşıdır. Onlar 36 milyonluk ülkenin bütün yükünü 20 gencin üzerine yıkmaya çalışmışlardır. Bizi bağımsız bir ülkenin çocukları olmaktan mahrum
eden hepiniz dahil sizlersiniz. Ve sonunda idam isteğiyle buraya getirildik, Türkiye'nin
bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve
hayatımızı bu yola koyduk. Varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik, bunun aksini iddia edenler vatan hainidir. Biz stratejik olarak düşüncelerimizi hiçbir zaman saklamayız. Hangi şartlarda olursak olalım bunu açıkça söyleriz. Düşüncelerimizi mezara kadar götürürüz. Nasıl burada namluların ve dipçiklerin gölgesi altında konuşuyorsak,düşüncelerimizi her zaman
açıkça ifade ederiz. Tarih evvelce bunu yapanları nasıl temize çıkarmışsa bizi de temize çıkaracaktır, buna da inanıyoruz.
Profesyonel devrimci bugünün Türkiye'sinde kendini hayatı boyunca Türkiye'nin bağımsızlığına adayan kimsedir. (İddianamede) 'Fikir özgürlüğünü ve
Anayasayı paravan yapanlar, önceleri Atatürkçü
geçinirken onun fikir ve şahsiyetiyle küçük görmeye başladılar' şeklinde ve 'sadece Mustafa Kemal tarafını beyan ediyorlardı' şeklinde bir cümle mevcuttur, bunu kesin olarak reddediyorum, asla kabul etmiyorum. Diğer yurtseverler de bunu kabul etmezler. Bu kasten tahrif edilmek isteniyor. Bu cümle artniyetle hazırlanmıştır. Bu memlekette Mustafa Kemal'e gerçekten sahip çıkanlar
varsa onlar da bizleriz.
35 milyon metrekare vatan toprakları işgal
altındayken, bizim milli bütünlüğü bozmakla
suçlanmamız gülünçtür. Mustafa Kemal sağ olsaydı bugün çok şaşırırdı. Hareketimiz tamamen anayasal bir harekettir. Anayasamızın başlangıç ilkesinde belirtilen ulusun zulme karşı direnme hakkını kullandık. Bu sebeple anayasal bir davranışta bulunduk.
Yaptıklarımızın haklı olduğuna inanıyorum.
Halen de bu inancı taşıyorum. Türkiye'nin
bağımsızlığından başka bir şey istemedim ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı ölümden korkmuyorum.
Onu ancak işbirlikçiler düşünsün ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur
duyuyorum. Kurtuluş Savaşını da yerli yerine oturtmak gerekir.
Biz elli sene evvel Kurtuluş Savaşını vermiş bir ülkenin çocukları olarak Kurtuluş Savaşının gerçek tahlilini yapmaya her zaman muktediriz.
Biz yine çok iyi biliriz ki, Türkiye Kurtuluş Savaşını
yapmak için Samsun'a çıkanlara İstanbul Örfi idaresince ve Mahkemelerince idam cezası verilmiştir.
Ve yine bilmekteyiz ki, Osmanlı İmparatorluğu yüzlerce generalinden ancak birkaç tanesi Kurtuluş Savaşına iştirak etmiştir. Ve yine bilmekteyiz ki, Kurtuluş Savaşı yapıldığı sırada İstanbul'da bulunanlar bunları
yapanlara 'eşkıya' demiştir. Türkiye'nin Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşında ne şekilde bağımlı hale geldiğini de belirtmek gerekmektedir. Ayrıca iddianamede Türkiye halkının bir takım etnik gruplardan teşekkül ettiği iddiaları ve bunu bizim yaptığımız, ortaya attığımız ithamları mevcut bulunmaktadır. Birinci Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nin kararında ve Misakı Milli sınırları içinde iki kardeş kavim yaşar. Türk ve Kürt kavimi yaşamaktadır. Birinci Büyük Millet Meclisi kararı böyledir. Türkiye'de iki kardeş kavimin ve ulusunun yaşadığını kabul etmektedir. Bunu kabul etmek
bölücülük değildir. Bu iki kardeş unsur birinci Kurtuluş Savaşını müştereken başarmışlardır. Güney Cephesinde düşmanla omuz omuza savaşmışlardır. Bu ikisine birden Türkiye halkı diyoruz. Ve bu iki kardeş
unsur ikinci bağımsızlık savaşını da müştereken başaracaklardır.
Öğrenci hareketlerine gelince iddianamede öğrenci hareketlerinin başlangıç tarihi 1968 olarak belirtilmektedir. Bu tarih yanlıştır. Türkiye'de öğrenci olayları 50-60 senedir eksik olmamıştır. Sultan Hamid'in tıbbiye talebelerini Sarayburnu'ndan
denize attığı tarihten itibaren öğrenci hareketleri Türkiye'de devam edegelmiştir. 1908'i hazırlayan hareketler ileriye dönük hareketlerdir. Vagonli'yi tahrip eden gençler ilerici gençlerdir. 2.Dünya Savaşı
sırasında 'faşizme hayır' diyen gençler ilerici gençlerdir. Ve 28 Nisan 1960 tarihinden özgürlük savaşı veren gençler ilerici gençlerdir.'
ve yalnız ölüm geliyor bazen aklıma bir sandalye bir ip.sonra umut.ugur mumcunun bir seslenişi ve inanc güzel günlere :)
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi...
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...
6 MAYIS
Mamak Askeri Cezaevi... Ön hücrelerin havalandırması. Görünen her şey bir bir gün, beş gün, beş ay öncesinin aynı... Duvarlar, tel örgüler, karşıda tepesi görünen kel bir dağ bozuntusu, tutuklular, askerler, gardiyanlar, subaylar...
Korkunç bir farklılık var ama bu gün. Görülmeyen bir farklılık bu... Sadece duyulan ve duygularla algılanabilen bir farklılık...
İstedikleri kadar dış dünyadan koparmış olsunlar bizi... Yaş ortalaması en çok yirmi iki – yirmi üç olan deli fişek, inançlı gençleriz. Cıvıltımızı kesemediler bu güne değin... hele de sabahları... Yandaki koğuştan ödünç voleybol topu isteyenler, türkü çağıranlar, hızlı bir voltada bağırıp çağırarak kurumsal tartışmalar yapanlar, koşanlar, kültür fizik yapanlar...
- Bizim koğuşun gazeteleri nerede kaldı? Diye gardiyanlara bağıranlar;
- Er Ahmet Çelik, ön koğuş nöbetinde görüşünüze hazırdır komutanım! Diye, çığlık çığlığa tekmil veren askerler...
Ama bu gün farklı...
Korkutucu bir sessizlik egemen tüm cezaevine; kimse konuşmuyor, kimse kurumsal tartışma yapmıyor, kimse şarkı türkü söylemiyor, koşan, kültür fizik yapan da yok bugün. Kimse “merhaba”, “günaydın”, “nasılsınız? ” bile demiyor... Askerlerin, gardiyanların, subayların bile sesi çıkmıyor...
Havalandırmada volta atıyorum. Diğer arkadaşlarım da aynı şeyi yapıyor.
Bu kez herkes tek tek voltalıyor beton bahçeyi. Hızlı ama alabildiğine ses çıkarmamaya çalışarak atılıyor voltalar.
Becerebildiğim kadar dik tutuyorum başımı. Gözlerim yerde de olsa başım dik durmalı...
Yerde bir su birikintisi var. Ona basmamaya çalışarak yürüyorum.
Bu ikinci tanık oluşum ’toplu ölüme’... Bu kez ilkindeki gibi milyonların içinde yapayalnız değilim. Kinle, acıyla, neşeyle, umutla kenetlenmiş – en azından dışa karşı böyle görünen – kavga arkadaşlarımla beraberim.
Yine de atamıyorum yalnızlık duygusunu. Salt ben değil, hepimiz, tüm cezaevi; mahkumu, tutuklusu, gardiyanı, askeri, subayı, haini, ispiyoncusu, direngeni, cesuru, korkağı herkes yalnız o gün...
Birlikteydik, ama yalnızdık.
Sessizdi cezaevi... Herkesin kendisiyle hesaplaşmasına olanak verecek ölçüde sessiz durağan... Anlaşmalı bir sessizlik bu....
Bir avuç subay ve gardiyanı bir yana bırakırsak; askeri, tutuklusu yaş ortalaması yirmi iki - yirmi üç olan bu gençlerin hepsi mi taş yürekli?
Niye hiç ağlayan, bağırıp çağıran yok?
Niye isyan etmiyor kimse?
Biz ki; sokak köpeklerine, dağ başında yanlışlıkla basıp ezdiğimiz çiğdeme üzülen, sevgililerimizin hasretine dayanamayıp iki tek attıktan sonra sulu zırtlak olan; içerikli bir sinemayı, tiyatroyu seyrederken çekinmeden gözyaşlarını akıtabilen bir kuşağız.
İşte en yakınımızdaki, en dost olan üç yoldaşımızı koparıp almışlar bizden, hem de sonsuza değin.
Niye böyle taş gibiyiz hepimiz? Ne oldu bize? ... Niye birbirimizin yüzüne bile bakamıyoruz?
Oysa, çığlık çığlığa tüm benliğim... Biliyorum tüm dostlarım da öyle.
Savaşıyorduk hala... Haklı bir savaşı sürdürmenin doğal bir yöntemini, sessiz bir anlaşmayla sağlamıştık aramızda. Alınmış bir kararı, belirlenmiş bir taktiği yoktu bu savaşın...
Karşı tarafın temsilcileri kapılardan, pencerelerden bakıp; geldikleri gibi yine sessizce kayboluyorlardı. Bu koşullarda ancak böyle savaşabilirdik. Susarak, dişlerimizi sıkarak, başımızı alabildiğince dik tutarak, göz yaşlarımızı içimize akıtarak, alabildiğince sert adımlar atarak... Öyle de yaptık.
Elbet yanıyordu yüreğimiz, elbet tüm bedenimiz dağlanmıştı,elbet acıyla doluydu tüm benliğimiz. Ama bırakalım karşıdakileri, birbirimize bile açık edemezdik duygularımızı.
Erlerin, gardiyanların çoğu da üzülüyordu. Bu yüzlerinden, oturup kalkışlarından belliydi. Ama şu bol ‘yıldız’lı, ‘ay’lı takım. Bu kararı verenler, planları yapanlar, pusu kuranlar, erketelik yapanlar... Onlar ne düşünüyordu o gün? Hangi duygularla doluydular? Aradan yirmi beş sene geçti hala merak ederim.
Uyudum mu dün gece? Duyduklarım düş müydü? Zincir sesleri, açılıp kapanan kapılar, postal gıcırtıları...
“Sağlıcakla kalın, kendinize iyi bakın! ...” diye, gür sesle bağırdı mı birisi?
Atilla Keskin
Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler
(Anı / Roman)
Gendaş Yayınevi İstanbul 1999
(deniz gezmişin idam günü atilla keskin in ağzından)
deniz denince aklıma:
ADI DENİZ OLMALI
Bir çocuğumuz olmalı
Adı deniz olmalı
Deniz dedim adına
Adı deniz olmalı
Bir çocuğumuz olursa
Adı deniz olmalı
Deniz kadar engin
Deniz kadar çoşkun
Deniz kadar sıcak
Deniz kadar güzel
Bir çocuğumuz olmalı
Adı deniz olmalı
Deniz dedim adına
Adı deniz olmalı
Üzerindekiler bana yabancı değil,
Suratındaki yaralar, karalar, kirler
Bana birisini hatırlatıyorsun küçüğüm
Üzerindekiler bana yabancı değil,
Yırtık süeterin, pantolonun, çizmen, çorabın
Sakın pişman olma, kızma, kızdırma
Sembol olmak, katil olmaktan çok daha zor
Yemekten, içmekten, direnmek zor küçüğüm
Ben, ben kimim diye sorarsan
Biz, biz tabiatla kardeşiz
Yemeyle, içmeyle
Hatta uçakla, suyla, kuşla, böcekle
Ama yine de
Bana ne olmuş diye soruyorsan
Kızma, kızdırma
Hani doğruluktan, dürüstlük doğar derler ya
Bence sana Deniz çarpmış küçüğüm
Ki, ben beni bildim bileli
Ne, ben beni buldum kendimde
Nede kendim, beni buldu bende
İşte ortalığın arazisi olup kaynadık dünyanın kazanında
Dünya kazan oldukça ben bir kepçe
Doldum tabaklara birden daha çok kere
Hani ya gülüm işçi olup emek dökercesine
Ben, beni bildim bileli
Ne ben, beni buldum kendimde
Nede kendim, beni buldu bende
Sen bir başka maya gör
Çocuk olursun bir yandan severler
Bir yandan döverler
Okursun adam olursun,
İş bulamadın mıda hiç dinlemez söverler
Ben, ben boks şampiyonu olamam ki dostum
Hayatı nakavt edeyim
Ben kültürümü hayata adadım
Hayatı tanımlayamıyorum
Hayat nedir acaba _?
Hergün paket paket içtiğimiz sigaralar mı
Akşamları eve gelen babamın
Boş o bomboş bakışları mı
Bilmiyorum! ! !
Yıldızlardan kopup gelmişti dünyama
Yıllanmış ağaçların dökülen sarı yaprakları gibiydi
Etraf toz, toprak, kan, göleç
Adına ne seheryeli diyebiliyorum nede tozpembe
Ama şunu çok iyi biliyorum ki
Bir çocuğumuz olursa
Adı DENIZ olmalı,
İster kız ister erkek
Farketmez hiç biri
Fakat bakışları farketmeli
Güneş gibi olmalı
Aydınlatmalı her tarafı
Her bir yandan bir bir
Bir çocuğumuz olursa adı DENIZ olmalı
DENIZ kadar engin, DENIZ kadar coşkun
DENIZ kadar sıcak, DENIz kadar güzel
Bir çocuğumuz olmalı
Adı DENIZ olmalı
DENIz dedim adına
Adı DENIZ olmalı.
baba;
mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum.ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. fakat bu durumu metanetle karşılamani istiyorum, insanlar doğar,büyür,yaşar ölürler,önemli olan cok yasamak degil,yaşadiğı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir.bu nedenle ben erken gitmeyi normal karsiliyorum.ve kaldı ki benden evvel giden arkadaslarim hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir.benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın,oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunda da bu olduğunu biliyordu.seninle düşüncelerini ayri ama beni anlayacagini tahmin ediyorum.sadece senin degil, türkiye’de yasayan kürt ve türk halklarının da anlayacagina inaniyorum.cenazem için avukatlarıma gerekli talimati verdim.ayrica savcıya da bildirecegim.ankara’da 1969’ olen arkadasim taylan özgür’un yanina gömülmek istiyorum.onun icin cenazemi istanbul’a götürmeye kalkışma, annemi teselli etmek sana düşüyor.kitaparımı küçü kardeşime bırakıyorum.kendisine özellikle tembih et,onun bilim adami olmasini istiyorum,bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir,son anda yaptiklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi,abimi,kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarim.
oğlun deniz gezmis
deniz gezmiş
Deniz Gezmiş
1947 yılında Ankara’da doğdu.Liseyi İstanbul’da okudu.1966’da İÜ Hukuk Fakültesi’ne girdi.Kısa sürede gençlik eylemlerinde öne çıktı.TİP’de çalıştı.1968’de Devrimci Hukuklular Örgütü’nü kurdu.Amerikan 6.Filosu’nu protesto eylemlerine katıldı ve İstanbul Üniversitesi’nin işgaline öncülük etti.DÖB’ün kurucuları arasında yer aldı.Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü tertipledi.1969’da Filistin’e gitti, gerilla eğitimi gördü.THKO örgütünü kurdu.Örgütün ilk eylemi olan İşbankası Ankara Emek Şubesi soygununa katıldı.Yine Ankara’daki Balgat Amerikan Üssü’nden dört Amerikalının kaçırılması eylemine katıldı.Sivas Gemerek’te çatışmada yakalandı.Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde idam edildi.
çocukluğum içinde geçti,
akşamları o dalga sesi varya...
özledim yaa...
elbet bir bildiği vardı bu çocuğun
kolay değil öyle genç ölmek
yeşil bir yaprak gibi yüreği
koparıp ateşe atmak
pek öyle kolay değil...deniz gezmiş...
mesai sonrası rahatlamak için birebir. :)
deniz sonsuz bir özgürlük
sevda ve sevdalıların buluşması
dalgaların karayla buluşması gibi
eveeeeeeeetttt benim denize girme vaktim geldii........... :)))
hele bugün hiç dalga yoktu denizde.............tek kelime ile harikaydı......... :)))
kıskanmayalım birgün sizin de olur..... :)))
sensiz denizin tadı mı olur? ,
sahiller neşeyle çınlasa bile......
çıplak ayakların,
kumlar üzerinde izleri olmayınca....
deniz gezmiş
THKO
özgürlük
sonsuzluk
doğacak çocuğumun ismi
şirketimin ismi
....ürkütücü.....
deniz gezmiş.
o da sonsuz bir deniz....
sonsuzluk.....
deniz benim şu hayattaki tek dostumdur çünkü ona verdiğim sırları kimseyle paylaşmaz ve beni herzaman dinlerrrr.......(sırlar)
deniz, alabildiğine özgürlüktür.
deniz, özlemleri suya söylemektir.
deniz, yalnızlığa türkü söylemektir.
deniz, yaşamın çirkinliklerinden kaçabilmek için gözlerimizin sığındığı yerdir.
derin mavi suda ki yasam demektir!
Görmediğim an yaşayamam..Güne ister hırçın olsun isterse durgun olsun denizi görerek başlamak insana enerji veriyor....
Evimin önü demek, deniz demek......
lügatini yeniden yazıyorum sevdanın
binlerce çiçek açtı kollarımda yorgunluk
gündönümü ruhuma ayarlandı yeniden
bir çerağdır, yanıyor gittiğin her bahçede
şimdi parmaklarının ucundadır baharım
kutlu bir ülke verdin hayatıma özünden
denizlerde sen varsın; ırmaklarda ben varım
Bir insanı her türlü vicdan azabından, günahtan arındıracağına inandığım mavi dev...
deniz,yusuf,hüseyin....
lügatini yeniden yazıyorum sevdanın
binlerce çiçek açtı kollarımda yorgunluk
gündönümü ruhuma ayarlandı yeniden
bir çerağdır, yanıyor gittiğin her bahçede
şimdi parmaklarının ucundadır baharım
kutlu bir ülke verdin hayatıma özünden
denizlerde sen varsın; ırmaklarda ben varım
deniz bizim okulda 'elifinki'
sabahları sırtçantasını zıplata zıplata gelen kulaklıkları kulaandan düşmeyen 'naber kızlar? ' diye bize selam verip sabah sabah o sıcacık gülümsemesiyle içimizi ısıtan okulun en yakışıklı delikanlısıdır bide nike air'ları varki sormayın şehirler arası otobüs gibi yürürken 'pıııstt pıııstt' ediyo
ama dedim ya elifinki elif benim kankim yani 'eniştemiz' olur kendileri