Her Şeye Rağmen Gülümse BeğenAntolojimYorumlarPaylaşTweetle Gülümse Önce aynada kendine Sonra kirlenmiş yaşama Tarladaki kırmızı gelinciğe Neşeyle uçan kelebeğe Sokaktaki arsız kediye
Gülümse Bütün şanssızlıklarına İsteyip yapamadıklarına Geçip giden dertlerine Geçmemiş heveslerine
Gülümse Önce sevgiyle kendine Sonra hayata ve her şeye Beni de unutma
Karşımdaki sarı masadasın Sapsarı bir aydınlık içinde Saçların daha sarı bu gün Yüzün daha yuvarlak Tıpkı güneş gibi –ki o da sarı- Tenin beyaza bulanmış bir sarı Yansımalar katıyorsun günün sarı aydınlığına Kaşların sarıyı okşayan kahverengi Gözlerin yeşilini saklayan kahverengi Sarı ışıltılar geziniyor Mor bluzunda ve mor çizmelerinde Sarı kızıl lazer ışınları yayılıyor bakışlarından Her noktayı saran Her yerde iz bırakan Ellerinden beyaz sarılıklar uçuşuyor Avuçlarımı yakan Ve sarışın bir şiir damlıyor Vardar’a İçimde akan
fesleğen kokar saçların gece, kirpiklerine değince içime ay ninnileri birikir hiç birini yazamam ellerime dokunmuştur ellerin
bir tutam deniz yosunu gözlerinde bir tutam düşlere karışır ağustos gecelerince sıcaktır tenin bir salıncaklık uyku bir ömre bedeldir yanında senin eylül ikindilerince hasret bakar gözlerin
Gittikçe derinleşiyor hüzün Kapalıçarşı’da bir keman sesiyle gelen Kıyılara küskünüm bu gün Kuş sesleri içimde çığlık çığlık Kafe İstanbul’da seni düşünüyorum İçim burkuluyor durmadan Nerden geldi bu hıçkırık... Gittikçe derinleşiyor hüzün
Canımı yakan birşeyler var havada Sessizliği dinliyorum loş bir masada Kemanın sesi içimde kanıyor Burnumda eski zamanlardan kalma Bir sandal tütsüsü Gittikçe derinleşiyor hüzün
İstanbul...! İstanbul...! Ben senden hiç böyle ayrılmadım İstanbul...! İstanbul...! Ben sana ne yaptım? Gittikçe derinleşiyor hüzün
Yalnızca şunu anımsıyordu; Hangi yerin adı, hangi yalnızlığın vurup geçen, delip geçen acıların, kabusların, hangi iç sızının bendeşi olabileceğini… Sonra alıp başını gidemeden, son kez dönüp aynadaki suretine baktı. Baktı da gözleri doldu; içi havalandı. Turna katarları gelip geçti o gölgeli bakışlarından. İç sesinin sırrını üfleyen çöl rüzgarıydı geceki düşünü bölen, onu dil cengine düşüren … Denizler çok uzaktı, çok;
İçine baktı; Sonsuzdu orada her şey: renk, ses, koku sonsuzluğun dilini yansıtıyorlardı. Bakmak, seyre dalmakla yetinmek istemiyordu, dokunmak istiyordu. O sonsuzluğa karışmak istercesine; Dokunmak istiyordu… Yeni bir dil rengi çıkıyordu her adımda karşısına Korkuyordu. Kördü zaman, Ağulanmıştı dil; Oraya ait çekip çıkaracağı hiçbir şeyin adı sanı yoktu artık. Bir sesin, rengin, kokunun, görüntünün ardındaydı. Ne düş seyirmeleri geçirmiş, ne araflardan geçmiş, ne cehennemlere düşmüştü. Kaybolmuştu. Adsız sansız, kimsiz kimsesizdi. Üpüryan kalmıştı. Yazla kış, baharla güz gibiydi birbirlerine sözleri, içlerinin suretini dışa yansıtan.
Bugün Pazar Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldamadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım...
‘’Beni kendi yüreğinin üzerine bir mühür gibi, Kolunun üzerine bir mühür gibi koy; Çünkü sevgi ölüm gibi kuvvetlidir; Kıskançlık ölüler diyarı gibi serttir; Onun alevleri, ateşin alevleri, Yakıp bitiren alev. ‘’
Kalkıp gitmek istedi bir an. Yönsüzlüğün dili yoktu burada. Her bir im, ses, renk, koku bu yerin adı, yolun yönüydü. Kimsesizdi, Bir yere ait değildi, Yalnızdı, Yalnızlığı bazen bıçak yarası gibiydi, Söz ayakların altındaydı. Avuntu ve tükenişle yüzleşti, saflığın ve yitirişin dilini öğrendi burada…Korkuyordu;
Acının diliyle konuşmak için henüz çok erkendi. Anlamaya, o yol kavşağında buluşup yeniden bir başka yöne gitmeye karar vermiştin. Geldiğiniz yer unutttuğunuzu sandığınızdı! Yani hiç kopmadığınız. Belleğin araladığı, getirip sunduğu her bir görüntüde, seste yeniden bağlandığınız… Üç ayrı düşün sırdaşıydınız. Aynıydı yara izleriniz,
Yaşadığı bu yer biraz da zatüreeydi ona, biraz kırmızı kırmızı, çocukluğunun kızamık şekerleri gibi. O kızıllığı unutamıyordu. Hem aynaya bakarken ki yüzünü, hem de ısırmak istediği şekerlerin rengini… Karın rengi bazen bile kızıllaşırdı kabuslarında.
O aklıkta kan lekeleri…
Sonsuzluğun ve acının dili vardı orada. Yeryüzünün bütün dilleriyle anlaşılabilecek olan bir hüznü, bir yalnızlığı Ve acıyı Anlatıyordu bu yer,
Durup düşündü. Düşündü de, uğunuşunu geçirenin ne olduğunu görüp anlamaya çalıştı. Dünyanın merkezinde olduğunu sandı birden! Şimdi bunları adlandırdığında, ona doğru gelen ile ondan gidenin ne olduğunu düşünmeye başlamıştı bile. Anımsanan zaman ile unutulan zamanın arasındaki düşsel yolculuğun imgesiydi o mekanın diliyle anlamaya çalıştığı. Evet evet oydu ardına düştüğü
Yaşamak çok güzel dedirten, hayata güzel baktıran şiir
Yürek dolusu teşekkürler
beğenmenize sevindim
İçten yazıyorum sınırlamadan sansürlemeden
kelimelere zincir vurmayı sevmiyorum
Sizde iyi ki varsının Bir Gece Vakti
Her Şeye Rağmen Gülümse
BeğenAntolojimYorumlarPaylaşTweetle
Gülümse
Önce aynada kendine
Sonra kirlenmiş yaşama
Tarladaki kırmızı gelinciğe
Neşeyle uçan kelebeğe
Sokaktaki arsız kediye
Gülümse
Bütün şanssızlıklarına
İsteyip yapamadıklarına
Geçip giden dertlerine
Geçmemiş heveslerine
Gülümse
Önce sevgiyle kendine
Sonra hayata ve her şeye
Beni de unutma
Gülümse
AY PARÇASI 27 MAYIS 2023 İSTANBUL
Şiirlerinizi okuyorum, duygu yüklü, çok güzel. İyi ki yazıyorsunuz.
Üstadı yakınen tanırım
çok saygı duyduğum bir büyüğüm, hocam kendisi
beni tekrar yazmaya döndüren 2 kişiden biridir
kendisine sevgi ve saygım sonsuzdur her zaman
Kısaca araştırdım, Ustaya saygılar, şiirlerde çok güzel duygu yüklü, çok sevindim paylaşmanıza Ay Parçası
Sevgili Üstadım hayati Yavuzer'e
saygıyla, sevgiyle
Karşımdaki sarı masadasın
Sapsarı bir aydınlık içinde
Saçların daha sarı bu gün
Yüzün daha yuvarlak
Tıpkı güneş gibi –ki o da sarı-
Tenin beyaza bulanmış bir sarı
Yansımalar katıyorsun günün sarı aydınlığına
Kaşların sarıyı okşayan kahverengi
Gözlerin yeşilini saklayan kahverengi
Sarı ışıltılar geziniyor
Mor bluzunda ve mor çizmelerinde
Sarı kızıl lazer ışınları yayılıyor bakışlarından
Her noktayı saran
Her yerde iz bırakan
Ellerinden beyaz sarılıklar uçuşuyor
Avuçlarımı yakan
Ve sarışın bir şiir damlıyor Vardar’a
İçimde akan
(01 Mayıs 2001 Üsküp)
Hayati Yavuzer
fesleğen kokar saçların
gece, kirpiklerine değince
içime ay ninnileri birikir
hiç birini yazamam
ellerime dokunmuştur ellerin
bir tutam deniz yosunu gözlerinde
bir tutam düşlere karışır
ağustos gecelerince sıcaktır tenin
bir salıncaklık uyku
bir ömre bedeldir yanında senin
eylül ikindilerince hasret bakar gözlerin
(15 eylül 2001/üsküp)
Hayati Yavuzer
Gittikçe derinleşiyor hüzün
Kapalıçarşı’da bir keman sesiyle gelen
Kıyılara küskünüm bu gün
Kuş sesleri içimde çığlık çığlık
Kafe İstanbul’da seni düşünüyorum
İçim burkuluyor durmadan
Nerden geldi bu hıçkırık...
Gittikçe derinleşiyor hüzün
Canımı yakan birşeyler var havada
Sessizliği dinliyorum loş bir masada
Kemanın sesi içimde kanıyor
Burnumda eski zamanlardan kalma
Bir sandal tütsüsü
Gittikçe derinleşiyor hüzün
İstanbul...! İstanbul...!
Ben senden hiç böyle ayrılmadım
İstanbul...! İstanbul...!
Ben sana ne yaptım?
Gittikçe derinleşiyor hüzün
(18 Şubat 2002 İstanbul Kapalı Çarşı)
Hayati Yavuzer
Yalnızca şunu anımsıyordu;
Hangi yerin adı, hangi yalnızlığın vurup geçen, delip geçen acıların, kabusların, hangi iç sızının bendeşi olabileceğini…
Sonra alıp başını gidemeden, son kez dönüp aynadaki suretine baktı. Baktı da gözleri doldu; içi havalandı.
Turna katarları gelip geçti o gölgeli bakışlarından.
İç sesinin sırrını üfleyen çöl rüzgarıydı geceki düşünü bölen, onu dil cengine düşüren …
Denizler çok uzaktı, çok;
Ayrı düşenler gibi tıpkı!
İçine baktı;
Sonsuzdu orada her şey: renk, ses, koku sonsuzluğun dilini yansıtıyorlardı. Bakmak, seyre dalmakla yetinmek istemiyordu, dokunmak istiyordu. O sonsuzluğa karışmak istercesine;
Dokunmak istiyordu…
Yeni bir dil rengi çıkıyordu her adımda karşısına
Korkuyordu.
Kördü zaman,
Ağulanmıştı dil;
Oraya ait çekip çıkaracağı hiçbir şeyin adı sanı yoktu artık.
Bir sesin, rengin, kokunun, görüntünün ardındaydı.
Ne düş seyirmeleri geçirmiş, ne araflardan geçmiş, ne cehennemlere düşmüştü.
Kaybolmuştu.
Adsız sansız, kimsiz kimsesizdi. Üpüryan kalmıştı. Yazla kış, baharla güz gibiydi birbirlerine sözleri, içlerinin suretini dışa yansıtan.
Sözdü aralarında ipil ipil akıp duran…
Bugün Pazar
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...
Nazım Hikmet
‘’Beni kendi yüreğinin üzerine bir mühür gibi,
Kolunun üzerine bir mühür gibi koy;
Çünkü sevgi ölüm gibi kuvvetlidir;
Kıskançlık ölüler diyarı gibi serttir;
Onun alevleri, ateşin alevleri,
Yakıp bitiren alev. ‘’
NEŞİDELER NEŞİDESİ, 8:6
Kalkıp gitmek istedi bir an. Yönsüzlüğün dili yoktu burada. Her bir im, ses, renk, koku bu yerin adı, yolun yönüydü.
Kimsesizdi,
Bir yere ait değildi,
Yalnızdı,
Yalnızlığı bazen bıçak yarası gibiydi,
Söz ayakların altındaydı. Avuntu ve tükenişle yüzleşti, saflığın ve yitirişin dilini öğrendi burada…Korkuyordu;
Adım adım yaklaştığı sessiz ölüm müydü?
Acının diliyle konuşmak için henüz çok erkendi. Anlamaya, o yol kavşağında buluşup yeniden bir başka yöne gitmeye karar vermiştin.
Geldiğiniz yer unutttuğunuzu sandığınızdı! Yani hiç kopmadığınız. Belleğin araladığı, getirip sunduğu her bir görüntüde, seste yeniden bağlandığınız…
Üç ayrı düşün sırdaşıydınız.
Aynıydı yara izleriniz,
Ateşleriniz.
Yaşadığı bu yer biraz da zatüreeydi ona, biraz kırmızı kırmızı, çocukluğunun kızamık şekerleri gibi. O kızıllığı unutamıyordu. Hem aynaya bakarken ki yüzünü, hem de ısırmak istediği şekerlerin rengini…
Karın rengi bazen bile kızıllaşırdı kabuslarında.
O aklıkta kan lekeleri…
Sonsuzluğun ve acının dili vardı orada. Yeryüzünün bütün dilleriyle anlaşılabilecek olan bir hüznü, bir yalnızlığı
Ve acıyı
Anlatıyordu bu yer,
Sonsuza kadar…
Durup düşündü. Düşündü de, uğunuşunu geçirenin ne olduğunu görüp anlamaya çalıştı. Dünyanın merkezinde olduğunu sandı birden! Şimdi bunları adlandırdığında, ona doğru gelen ile ondan gidenin ne olduğunu düşünmeye başlamıştı bile. Anımsanan zaman ile unutulan zamanın arasındaki düşsel yolculuğun imgesiydi o mekanın diliyle anlamaya çalıştığı.
Evet evet oydu ardına düştüğü
Kederli yalnızlığı ile…
Bir Gece Vakti
şerefsizim aklıma geldiyidi.....
dinleyek bari.......