Varlığına alıştığın sevgilinin,bir gün gittiğinde, yokluğundaki acısını bile sevebilmektir...aşk olasılıkların,belkilerin,keşkelerin,hayatı hayat yapan yapan,insana insan olduğunu hatırlatan tanrı tarafından verilmiş bir armağandır...her şeye rağmen....
AŞK, Sinan Adıgüzel, Sanatçı ve Arş. Yazar FARKLI BİR BAKIŞ [email protected]
Cehennemin bucağında gizlenir
Çıkıp yüceleden seyran eder Aşk,
Yarası görünmez fakat sızlatır
Girdiği vücudu hayran eder Aşk,
Tanımaz korkuyu bilmez imanı
Sarı gazel yapar sümbül çimeni
Parçalar sultanı yırtar fermanı
Tac-ı devletini viran eder Aşk,
Kula ruhsat verir padişah kılar
Şahı mecnun eder çöllere salar
Aşkın bir zerresi bin dağı deler
Güneşe pas çeker duman eder Aşk,
Aşk önünde ay ve güneş kör olur
Aşk yanına hayat ile varılır
Akarsu'lar akar gönül durulur
Bir daldan bin dala cevlan eder Aşk...
Büyük ustanın dizeleri olur olmaz insana vay be meğer nelere kadirmişsin Aşk, dedirtmektedir.
Gerçekten büyük ustanın Aşk ile ilgili bu şiirine fazladan eklenecek hiç bir söze hacet yoktur.
Büyük Usta Muhlis Akarsu 1948 yılında Sivas'ın kangal ilçesine bağlı Minarekaya köyünde doğdu. Eğitim hayatını orta iki ile sonlandırmıştır. 1970 yılında İstanbul'a yerleşen değerli Ozan'ın 100 den fazla kırkbeşlik plağı ve 40 kadar da kaseti bulunmaktadır.
Burada bu usta Ozan'ı tam anlamıyla ve bütün yönleri ile anlatmamız tabiki mümkün değildir. Değerli Ozan'ımız 2 temmuz 1993 günü Sivas'ta 36 aydın ve sanatçı ile birlikte yakılarak şehit edilmiştir. Değerli, Ozanın şahsında, 37 Aydını buradan birkez daha, Rahmetle anıyoruz. Ve yine aynı şekilde bu yüzyıldaki bu büyük vahşeti de lanetle kınıyoruz.
Düşünsenize Aşk ve Aşka dair birçok rengin şahsında gül gibi açtığı böyle Ozan ve Ozan'lara kıyılırmı? Evet maalesef sayın okuyucularım kıydılar hem de bunu nasıl oluyorsa bir türlü aklımızın eremediği din ve iman uğrunda yaptılar.
Dini, rengi, Irkı, düşüncesi vs. ne olursa olsun İnsanların incitilmesine, İnsanların kesilip, asılmasına ve İnsanların bu yüzyılda bile daha hala yakılmasına ne pahasına olursa olsun sonuna kadar karşıyız.
İşte bu yakılma olayının geçtiği mekan, olayın gerçekleştiği 1993 ten bu yana çeşitli çevrelerce verilmiş onca tepkiye rağmen hala bir restoran olarak kullanılmaktadır.
Çok yazık ve çok günah, bu vahşet, Ülkemiz tarihine bir yüz karası olarak işlenmek üzeredir. Özelde, Aydınım, Demokrasiden yanayım ve Laikim diyen genelde ise İnsanım diyen herkesi bu konuda gerçekten duyarlı olmaya ve duyarlı davranmaya davet ediyorum. Zira Ülkemiz geçmişinden bu gününe hep güzel şeylerle anılmayı fazlasıyla hakediyor...
Aşk insanlar arası en yoğun duguların başında gelir.Aşağılama ilişkileri içinde yıpranan insanlar duygusal olarak kendilerini tam anlamıyla eşit hissetmenin doruğunu aşkla elde ederler.
aşk bir yanılsamadır sadece uzaktan oradaymış gibidir yanına varınca yok oluverir. yani sevgiliyle aradaki yol uzadıkça vardır aşk mesafeler ne kadar uzarsa o kadar büyür aşk ve vuslat yoktur aşk için sevgiliyi getiren her adım celladıdır aşkın
Aşk denince her insanın aklına bir şeyler gelir. “İnsanın karşı cinse duyduğu ilgi, ondan aldığı elektrik, etkileşim, sevgi, tutkunluk, etkilenmek vs...”Peki bu mudur aşk? Onu tanımlamak, belli kalıplara sokmak, galiba zamanı duvara perçinlemek gibi bir şey olsa gerek. Düşünürler, şairler, yazarlar her dönemde aşkı tanımlamaya çalışmışlar ama başaramamışlar. Hatta kara sevdalı âşıklar bile nasıl bir şey olduğunu anlayamamışlar. Sadece hoş olmuşlar derdiyle. Mecnun olmuş düşmüşler çöllere, delmişler dağları Ferhat olmuş. “Aşk derdiyle hoşem, el çek tabip yaremden.” Diyen âşık, aşkın huzur veren ateşi ve çaresizliğini ne kadar güzel dile getirmiştir. Böyle bir dize tanımlamaya değil ama anlamaya yeter de artar bile aşkı.
Şayet aşk tanımlanabilseydi edebiyat, matematik, fizik gibi çerçeve içerisine alınırdı ki maalesef bugün böyle bir tanım yok. Yapanlar olmuş bu tanımı ama bu tanımların hiç biri birbirine uymamış. Zaten uyması da beklenemez. Ortak bir tanımda birleşmek demek iki şehir arasında yolculuk etmeye benzerdi. Bu sebeple Ben de burada aşkı tanımlamaya kalkışmayacağım. Sadece ve özellikle son zamanlarda güzel dilimiz Türkçe’de yaşanan kavram kargaşalarına dikkatlerinizi çekerek AŞK sözcüğünün kutsallığını ve temizliğini analiz etmeye çalışacağım.
Milletçe dikkatimizi çeken kültür ve ahlak kunduzu magazin programlarında sıkça geçen bir cümle vardır.”Falanca, filancayla bilmem nerede aşk yaşıyor.”Yaşasınlar. Kimsenin yaşam biçimine karışacak değiliz. Fakat körpecik yavrularımıza kötü örnek olmasınlar, o dupduru sözcüğü kirletmesinler, bir de kendilerine biraz olsun saygı duyarak namahremlerini herkese mahrem kılmasınlar. Yoksa kimsenin yaşam biçiminde ne gözümüz var ne de yaşam biçimine müdahale hakkımız. Şayet onların yaptığı gibi erkek ve kadının cinsel dürtülerini gidermek için bir araya gelmek aşk ise; Cennet cennet dedikleri Birkaç melek, birkaç huri, İsteyene ver onları Bana seni gerek seni. Diyen Yunus’un;
Uçmah kirem min ne kılam (cennete girip ne yapayım) Ne hurlarga nazar kılam (ne de hurilere bakayım) Anı munı min ne kılam (onu bunu ben ne yapayım) Minge sin ok kireksin sin. (bana sen gereksin sen) diyerek bütün müslümanların gece gündüz ibadet ederek kazanmaya çalıştıkları cenneti ellerinin tersiyle bir kenara itenYesevi’ye ne demeli? Neden uykusuz geçer geceler? Dokuz yüz yıl boyunca Türk dünyasına manevi liderlik yapan Yesevi Hazretleri’nin on yıl boyunca yeraltında küçücük bir çilehanede yaşamasının, göğüslerinin dizlerine sürtünerek şerha şerha açılmasının sebebi nasıl açıklanabilir?
İnsanoğlunun yaratılış sebebi olmasına rağmen sırrını çözemediği, tanımlayamadığı, ancak varlığıyla yandığı, yokluğuyla perişan olduğu üç sesten ibaret bu sözcük, kişiye insan kimliğini kavratan ve onu yaradılış gayesine uygun bir şekilde yaşamaya yönelten bir kavram olmuş, girmiş hayatımıza. Hem de asla bırakmamacasına.
Aşkta üç mutlakıyet zorunludur. Âşık, maşuk ve his. Bu üç değeri, beraber olmak isteyen ve aynı şehveti arzuları gidermek isteyen erkek, dişi ve arzu diye yorumlamak veya algılamak büyük bir hata olur. Şayet böyle olsaydı hayvanların cinsel ilişkilerini de aşk diye tanımlamak gerekirdi. Öyle ise cinsellikle aşkı kalın çizgilerle birbirinden ayırmak gerek.
İnsanın ve emrine amade kılınan diğer tüm varlıkların yaradılış sebebi aşktır. Yani Allah evreni ve özellikle insanı aşkla yaratmıştır. Evrenin zerresinden kürresine kadar neye bakarsanız bakınız, onda seyyare âşıkların hallerini görürsünüz. Tabii ki; bakış amacı ve bakış açısı doğru ise.
Aşkı tanımlamak veya açıklamak olmasa da, düşünüp algılamaya katkı sağlamaktır asıl gayem. İnsanın bazen kendisiyle bir perde girer arasına. Akıl tutulması yaşar bazı dönemlerinde. İşte bu perde, bu duvar aşktır.
Sevgi sözcüğünü aşkın anlamdaşı olarak algılamak sanırım büyük bir yanılgı olsa gerek. Bu sözcüğün eş anlamlısı olarak -belki- sevdalanmak düşünülebilir. Çünkü sevdalanmak sözü fiziksel dürtüler ön plana çıkarılmadan sıkı sıkıya bağlanmaktır, kendinden vazgeçmektir. Aşk sözcüğü küresel değerler dikkate alınarak irdelendiğinde karşımıza farklı veriler ve gerçekler çıkmaktadır. Her nedense aşklar, kişisel(maddi) anlamda kapalı toplumlarda, mistik anlamda ise İslam topluluklarında karşımıza çıkmakta. Burada aklımıza “acaba neden? ” sorusu takılmakta. Bu acabaların cevabını iki aşamada aramak gerek. Birincisi maddi aşkın neden kapalı toplumlarda yaşandığı: Kapalı toplumlarda kadın-erkek ilişkileri katı kurallara ve birçok yasağa dayalıdır. Oysa açık toplum diye nitelendirilen, bekâretin hiçe sayıldığı, gayri ahlaki ilişkilerin gayet doğal karşılandığı (medeni!) toplumlarda bu tür yasaklar yoktur. Görüşmeyi, hatta bir arada bulunmayı dahi engelleyen töresel ve yasal kısıtlamalar sadece kapalı toplum diye bilinen ananevi ve ahlaki değerleri tarih içerisinde koruyan toplumlarda vardır. Öyle ki, Anadolu’da bugün bile nişanlı kızlarla delikanlıların düğünden önce görüşmeleri-her ne kadar yanlış ve bağnaz olsa dahi- yasaktır. (Nişanlı görme geleneği bu yüzden ortaya çıkmıştır.) İşte bundan olmalıdır ki kapalı toplumlarda yaşayan ve o toplumun sosyal kurallarına uyan insanların aşık olma olasılıkları yüksektir. Birbirinden hoşlanan insanlar istediklerinde kafeteryada, barda veya başka bir mekânda beraber olabiliyorlarsa aşkı nasıl tadabilirler?
Bu düşünceleri, suyun yangını söndürdüğü gerçeğiyle ispatlamak mümkündür. Çünkü vuslat aşkın ecelidir. Kavuşma, aşkı bitirir. İnsan, sahip olduğu şeye kavuşmaya uğraşır mı hiç? O, zaten kendisinindir. Öyle ise aşk,- bekli de- şiddetle kavuşma arzusudur denilebilir. Demek ki, maddi aşkta aşık ve maşuk kavuşunca his ya biter, ya da başkalaşır. Vuslat olmayınca da o maddi aşk yerini zamanla manevi veya ilahi aşk dediğimiz sonsuz aşka bırakır. Yani denilebilir ki, maddi aşk, manevi aşka bir merdivendir.
Manevi aşkın neden İslam toplumlarında yaşandığını açıklamak biraz daha kolay olsa gerek. Zira İslâm’da insan, Allah’ın tüm güzellikleriyle bezeyerek yarattığı bir varlıktır. İnsan asıl mekân olan Yaratan Yurdu’na vasıl olmak ister. Yani, öz mekânına kavuşmak için yaşar. Ulaşmak için nice çilelere gönüllü talip olur. Bu çileler onu pişirir, olgunlaştırır, kâmil insan yapar. Nefs-i emmareden kurtararak Hakk’el-Yakin mertebesine ulaştırmaya vesile olur. Kişi ne kadar çile çekerse nefsanî arzulardan o kadar uzaklaşır ve bu uzaklaşma içindeki aşk ateşini o kadar şiddetlendirir. Aşk ateşi şiddetlendikçe insan daha da, daha da ister bu ateşi. Çünkü vuslatın yolu yanmaktan geçer. Ünlü divan şairimiz Fuzuli:
Ya Rab Aşk derdiyle kıl aşina beni Bir dem bela- yı aşktan etme cüda beni.
Diyerek aşk derdinin insanı kendine getirdiğini ve insanın vazgeçilmezlerinden olduğunu gayet net bir dille beyan etmiştir. Çiğdik, yandık, piştik el hamd-u Lillah dediği gibi Yunus’un. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; insan, o çok sevdiği, çok istediği, uğruna ölümü bile göze aldığı biricik sevdalısını görmediğinde uykuları kaçıyor; gördüğünde dili dolanıyor kekelemeye başlıyorsa, dizlerinin bağı çözülüyor ayakları zangır zangır titriyorsa âşıktır. İşte aşkın tanımı… Bahattin Kızılkaya
birbirine ilgi duyan iki insanın türlü engellerden dolayı kavuşması zorlaşıyor ve bu engeller hep bir hazin hadise ile sonuçlanıyordu... hâliyle de tarihten efsaneleşerek gelmiştir günümüze kadar 'aşk' kavramı... işte biz buna aşk diyoruz...
eger, hayatınızın herhangi bir an'ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. biri, o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken... öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün... herkes aşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu.
ama aslında bu kadar basitti işte: birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan aşıksın...
Aşk bence Paris Hiltonun ta kendisidr şayet sizin de aşkd diğiniz buysa diyecek bireşy bulamıyorum sizin aşkd ediğiniz şey ya günübirlik bir ilişkidir ayda saatlik bir ilişkidir ben aşka maşka inanmıyorum hayatıamda giremez kalıcı olan bakşi olan sevgidir onuda bulabilirsek ne ala
Aşk Dediğin Yoksulluktur! Yoksunluktur aşk dediğin! Bir yanın eksik kalır geceler boyu, aldığın nefes yetişmez, sokak çocukları gibi dışarıda üşür yüreğin. Aşk Dediğin Yoksulluktur!
Kaybetmektir aşk! Egonu, gururunu, kimliğini bir hırsızın ellerine gönüllü bırakmaktır. İsteyerek bencillikten vazgeçmektir. Omuzlarındaki tüm yükü atarak, avare gülüşlere uyanmaktır düş sabahlarında. Hiç fark etmeden nelerden vazgeçtiğini, cebinde, avucunda ne varsa dağıtmaktır. Aşk bir çeşit yoksulluktur. Mantığını kaybeder bedenin, kim ne derse gülümsersin. Hayattan kopmakla durmak arasında sendelediğinde ruhun, tam o anın içinde durur aşk dediğin. Kazanma ihtimalinin az olduğu bir kumar oyunudur aşk. Elindeki karta bakmadan rest çekmektir yaşama. Tüm zenginliğini, düşük ihtimale rağmen, hayatın ortasına sürmektir. Uğrunda bir ömür harcadığın özgürlüğünü hibe etmektir aşk dediğin. Başkasına ait küçücük bir kalbin içine sığmaya çalışmaktır. Köleliğe razı olmaktır. Gülümseyen bir çift dudağa, güzel bakan bir göze esir olabilmektir. Yani, aşk dediğin gönüllü hükümlülüktür. Olmayacak duaya amin demektir aşk. İmkansızı başaracağına dair şiddetli inançlara tutulmaktır. Kaç merdiveni üst üste koyarsan, mehtabı sevdiğinin kollarına çekebileceğini hesaplamaktır mesela. Ortak bir yıldız seçip, bulutlu gecelerde seni düşünmediğini sanarak ağlamaktır. Muhteşem şiirler yazdığına inanarak, tüm sevdiklerini esir etmektir, yüreğinden başka yere bağlanamamış kelimelere. Uykusuzluktur aşk dediğin! Yalnızken onu düşünmekten kapanmayan gözler, sabah ezanlarını duyarak sızar en sonunda. Sayısız geç kalışların açıklanamaz sebebidir. Birlikte olduğunda onu seyrederek bitirmektir geceyi ve çok uzun uyuyuşun içinden kalkmış gibi dimdik başlamaktır yeni güne. Sürekli dalgınlık halidir aşk. Kafanı yaslayarak hayallere daldığın otobüs camlarında izler bırakmaktır, ineceğin durağı kaçırarak. Yanından geçeni görmeden sokaklar boyu yürümektir. Kafanda duran gözlüğü, konuşurken elinde tuttuğun telefonu aramaktır. Zamanla kavga etmektir aşk. Yelkovanla akrebe küfür etmektir geçmek bilmez bekleyişlerde. Planlarını uyduramamaktır, hayat sürprizler yaparak değiştiğinde. Kendinden vazgeçmektir aşk dediğin. Yemeğin en güzel yerini ayırmaktır sevdiğin için. Onun yerine düşünmektir, onsuz kaldığın anlarda bile. Birini kendinden çok sevmektir, henüz kendini sevmeyi bile beceremediğin yaşam tünelinde. Hastalandığında bir sandalye üzerinde beklemektir sabaha kadar. Her acısını kalbinde misliyle hissetmektir. Aşk dediğin yoksulluktur. Bedenini, ruhunu, kalbini emanet ederek başkasına; düşler bahçesinin çiçekleri ile avunmaktır. Kendin olmaktır aslında,özüne dönmektir. Vazgeçmektir hırslardan, cezalardan, çekişmelerden. Sadece güzel olana dayandırıp yaşamı, her mevsimin tadını çıkarmaktır. En değerlisi.
Bir de saniyorum adini tam koyamadigimiz her seye dedigimizdir...
Oysa, her seyin bir adi vardir. Ad koyamamak, ya da daha dogru bir deyisle, oylesi durumlarda araya aski katmak, olsa olsa biz insanlarin yanlisi olur...
Kaybetmektir aşk! Egonu, gururunu, kimliğini bir hırsızın ellerine gönüllü bırakmaktır. İsteyerek bencillikten vazgeçmektir. Omuzlarındaki tüm yükü atarak, avare gülüşlere uyanmaktır düş sabahlarında. Hiç fark etmeden nelerden vazgeçtiğini, cebinde, avucunda ne varsa dağıtmaktır.
Aşk dediğin yoksulluktur. Bedenini, ruhunu, kalbini emanet ederek başkasına; düşler bahçesinin çiçekleri ile avunmaktır. Kendin olmaktır aslında,özüne dönmektir. Vazgeçmektir hırslardan, cezalardan, çekişmelerden. Sadece güzel olana dayandırıp yaşamı, her mevsimin tadını çıkarmaktır.
demişler... :)
Varlığına alıştığın sevgilinin,bir gün gittiğinde, yokluğundaki acısını bile sevebilmektir...aşk olasılıkların,belkilerin,keşkelerin,hayatı hayat yapan yapan,insana insan olduğunu hatırlatan tanrı tarafından verilmiş bir armağandır...her şeye rağmen....
Evet yaa güsel bişeydi, ne yaşanırsa yaşansın.. tadı güsel kalıyo...
Bırakıp gitsede kızmadan sevebilmekmiş aşk...
Yokluğunda bile var sayabilmekmiş...
AŞK, Sinan Adıgüzel, Sanatçı ve Arş. Yazar
FARKLI BİR BAKIŞ
[email protected]
Cehennemin bucağında gizlenir
Çıkıp yüceleden seyran eder Aşk,
Yarası görünmez fakat sızlatır
Girdiği vücudu hayran eder Aşk,
Tanımaz korkuyu bilmez imanı
Sarı gazel yapar sümbül çimeni
Parçalar sultanı yırtar fermanı
Tac-ı devletini viran eder Aşk,
Kula ruhsat verir padişah kılar
Şahı mecnun eder çöllere salar
Aşkın bir zerresi bin dağı deler
Güneşe pas çeker duman eder Aşk,
Aşk önünde ay ve güneş kör olur
Aşk yanına hayat ile varılır
Akarsu'lar akar gönül durulur
Bir daldan bin dala cevlan eder Aşk...
Büyük ustanın dizeleri olur olmaz insana vay be meğer nelere kadirmişsin Aşk, dedirtmektedir.
Gerçekten büyük ustanın Aşk ile ilgili bu şiirine fazladan eklenecek hiç bir söze hacet yoktur.
Büyük Usta Muhlis Akarsu 1948 yılında Sivas'ın kangal ilçesine bağlı Minarekaya köyünde doğdu. Eğitim hayatını orta iki ile sonlandırmıştır. 1970 yılında İstanbul'a yerleşen değerli Ozan'ın 100 den fazla kırkbeşlik plağı ve 40 kadar da kaseti bulunmaktadır.
Burada bu usta Ozan'ı tam anlamıyla ve bütün yönleri ile anlatmamız tabiki mümkün değildir. Değerli Ozan'ımız 2 temmuz 1993 günü Sivas'ta 36 aydın ve sanatçı ile birlikte yakılarak şehit edilmiştir. Değerli, Ozanın şahsında, 37 Aydını buradan birkez daha, Rahmetle anıyoruz. Ve yine aynı şekilde bu yüzyıldaki bu büyük vahşeti de lanetle kınıyoruz.
Düşünsenize Aşk ve Aşka dair birçok rengin şahsında gül gibi açtığı böyle Ozan ve Ozan'lara kıyılırmı? Evet maalesef sayın okuyucularım kıydılar hem de bunu nasıl oluyorsa bir türlü aklımızın eremediği din ve iman uğrunda yaptılar.
Dini, rengi, Irkı, düşüncesi vs. ne olursa olsun İnsanların incitilmesine, İnsanların kesilip, asılmasına ve İnsanların bu yüzyılda bile daha hala yakılmasına ne pahasına olursa olsun sonuna kadar karşıyız.
İşte bu yakılma olayının geçtiği mekan, olayın gerçekleştiği 1993 ten bu yana çeşitli çevrelerce verilmiş onca tepkiye rağmen hala bir restoran olarak kullanılmaktadır.
Çok yazık ve çok günah, bu vahşet, Ülkemiz tarihine bir yüz karası olarak işlenmek üzeredir. Özelde, Aydınım, Demokrasiden yanayım ve Laikim diyen genelde ise İnsanım diyen herkesi bu konuda gerçekten duyarlı olmaya ve duyarlı davranmaya davet ediyorum. Zira Ülkemiz geçmişinden bu gününe hep güzel şeylerle anılmayı fazlasıyla hakediyor...
aşk koskoca bir yalandır....
Acıya rağmen,ayrılığa rağmen,sıkıntı dert ve kedere rağmen,
sevmeye yanarak sevmeye devam etmek.
Aşk insanlar arası en yoğun duguların başında gelir.Aşağılama ilişkileri içinde yıpranan insanlar duygusal olarak kendilerini tam anlamıyla eşit hissetmenin doruğunu aşkla elde ederler.
...acı çekmektir... acıya rağmen mutlu olabilmektir...
AŞK, turşu suyudur. İçersen miden bulanır; içmezsen ağzın sulanır.
aşk bir yanılsamadır sadece
uzaktan oradaymış gibidir
yanına varınca yok oluverir.
yani sevgiliyle aradaki yol uzadıkça vardır aşk
mesafeler ne kadar uzarsa
o kadar büyür aşk
ve vuslat yoktur aşk için
sevgiliyi getiren her adım celladıdır aşkın
aşk hiç yakında değilidr; hep bir adım ötede.....
dilsizler haberini kulaksız dinleyesi
dilsiz kulaksız sözün can gerek anlayası...
Yûnus özetlemiş...vesselam..
kaybettim bugün kendimi, hükümsüzdür.
Aşk denince her insanın aklına bir şeyler gelir. “İnsanın karşı cinse duyduğu ilgi, ondan aldığı elektrik, etkileşim, sevgi, tutkunluk, etkilenmek vs...”Peki bu mudur aşk? Onu tanımlamak, belli kalıplara sokmak, galiba zamanı duvara perçinlemek gibi bir şey olsa gerek.
Düşünürler, şairler, yazarlar her dönemde aşkı tanımlamaya çalışmışlar ama başaramamışlar. Hatta kara sevdalı âşıklar bile nasıl bir şey olduğunu anlayamamışlar. Sadece hoş olmuşlar derdiyle. Mecnun olmuş düşmüşler çöllere, delmişler dağları Ferhat olmuş.
“Aşk derdiyle hoşem, el çek tabip yaremden.” Diyen âşık, aşkın huzur veren ateşi ve çaresizliğini ne kadar güzel dile getirmiştir. Böyle bir dize tanımlamaya değil ama anlamaya yeter de artar bile aşkı.
Şayet aşk tanımlanabilseydi edebiyat, matematik, fizik gibi çerçeve içerisine alınırdı ki maalesef bugün böyle bir tanım yok. Yapanlar olmuş bu tanımı ama bu tanımların hiç biri birbirine uymamış. Zaten uyması da beklenemez. Ortak bir tanımda birleşmek demek iki şehir arasında yolculuk etmeye benzerdi. Bu sebeple Ben de burada aşkı tanımlamaya kalkışmayacağım. Sadece ve özellikle son zamanlarda güzel dilimiz Türkçe’de yaşanan kavram kargaşalarına dikkatlerinizi çekerek AŞK sözcüğünün kutsallığını ve temizliğini analiz etmeye çalışacağım.
Milletçe dikkatimizi çeken kültür ve ahlak kunduzu magazin programlarında sıkça geçen bir cümle vardır.”Falanca, filancayla bilmem nerede aşk yaşıyor.”Yaşasınlar. Kimsenin yaşam biçimine karışacak değiliz. Fakat körpecik yavrularımıza kötü örnek olmasınlar, o dupduru sözcüğü kirletmesinler, bir de kendilerine biraz olsun saygı duyarak namahremlerini herkese mahrem kılmasınlar. Yoksa kimsenin yaşam biçiminde ne gözümüz var ne de yaşam biçimine müdahale hakkımız. Şayet onların yaptığı gibi erkek ve kadının cinsel dürtülerini gidermek için bir araya gelmek aşk ise;
Cennet cennet dedikleri
Birkaç melek, birkaç huri,
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni. Diyen Yunus’un;
Uçmah kirem min ne kılam (cennete girip ne yapayım)
Ne hurlarga nazar kılam (ne de hurilere bakayım)
Anı munı min ne kılam (onu bunu ben ne yapayım)
Minge sin ok kireksin sin. (bana sen gereksin sen)
diyerek bütün müslümanların gece gündüz ibadet ederek kazanmaya çalıştıkları cenneti ellerinin tersiyle bir kenara itenYesevi’ye ne demeli? Neden uykusuz geçer geceler? Dokuz yüz yıl boyunca Türk dünyasına manevi liderlik yapan Yesevi Hazretleri’nin on yıl boyunca yeraltında küçücük bir çilehanede yaşamasının, göğüslerinin dizlerine sürtünerek şerha şerha açılmasının sebebi nasıl açıklanabilir?
İnsanoğlunun yaratılış sebebi olmasına rağmen sırrını çözemediği, tanımlayamadığı, ancak varlığıyla yandığı, yokluğuyla perişan olduğu üç sesten ibaret bu sözcük, kişiye insan kimliğini kavratan ve onu yaradılış gayesine uygun bir şekilde yaşamaya yönelten bir kavram olmuş, girmiş hayatımıza. Hem de asla bırakmamacasına.
Aşkta üç mutlakıyet zorunludur. Âşık, maşuk ve his. Bu üç değeri, beraber olmak isteyen ve aynı şehveti arzuları gidermek isteyen erkek, dişi ve arzu diye yorumlamak veya algılamak büyük bir hata olur. Şayet böyle olsaydı hayvanların cinsel ilişkilerini de aşk diye tanımlamak gerekirdi. Öyle ise cinsellikle aşkı kalın çizgilerle birbirinden ayırmak gerek.
İnsanın ve emrine amade kılınan diğer tüm varlıkların yaradılış sebebi aşktır. Yani Allah evreni ve özellikle insanı aşkla yaratmıştır. Evrenin zerresinden kürresine kadar neye bakarsanız bakınız, onda seyyare âşıkların hallerini görürsünüz. Tabii ki; bakış amacı ve bakış açısı doğru ise.
Aşkı tanımlamak veya açıklamak olmasa da, düşünüp algılamaya katkı sağlamaktır asıl gayem. İnsanın bazen kendisiyle bir perde girer arasına. Akıl tutulması yaşar bazı dönemlerinde. İşte bu perde, bu duvar aşktır.
Sevgi sözcüğünü aşkın anlamdaşı olarak algılamak sanırım büyük bir yanılgı olsa gerek.
Bu sözcüğün eş anlamlısı olarak -belki- sevdalanmak düşünülebilir. Çünkü sevdalanmak sözü fiziksel dürtüler ön plana çıkarılmadan sıkı sıkıya bağlanmaktır, kendinden vazgeçmektir.
Aşk sözcüğü küresel değerler dikkate alınarak irdelendiğinde karşımıza farklı veriler ve gerçekler çıkmaktadır. Her nedense aşklar, kişisel(maddi) anlamda kapalı toplumlarda, mistik anlamda ise İslam topluluklarında karşımıza çıkmakta. Burada aklımıza “acaba neden? ” sorusu takılmakta. Bu acabaların cevabını iki aşamada aramak gerek. Birincisi maddi aşkın neden kapalı toplumlarda yaşandığı: Kapalı toplumlarda kadın-erkek ilişkileri katı kurallara ve birçok yasağa dayalıdır. Oysa açık toplum diye nitelendirilen, bekâretin hiçe sayıldığı, gayri ahlaki ilişkilerin gayet doğal karşılandığı (medeni!) toplumlarda bu tür yasaklar yoktur. Görüşmeyi, hatta bir arada bulunmayı dahi engelleyen töresel ve yasal kısıtlamalar sadece kapalı toplum diye bilinen ananevi ve ahlaki değerleri tarih içerisinde koruyan toplumlarda vardır. Öyle ki, Anadolu’da bugün bile nişanlı kızlarla delikanlıların düğünden önce görüşmeleri-her ne kadar yanlış ve bağnaz olsa dahi- yasaktır. (Nişanlı görme geleneği bu yüzden ortaya çıkmıştır.) İşte bundan olmalıdır ki kapalı toplumlarda yaşayan ve o toplumun sosyal kurallarına uyan insanların aşık olma olasılıkları yüksektir. Birbirinden hoşlanan insanlar istediklerinde kafeteryada, barda veya başka bir mekânda beraber olabiliyorlarsa aşkı nasıl tadabilirler?
Bu düşünceleri, suyun yangını söndürdüğü gerçeğiyle ispatlamak mümkündür. Çünkü vuslat aşkın ecelidir. Kavuşma, aşkı bitirir. İnsan, sahip olduğu şeye kavuşmaya uğraşır mı hiç? O, zaten kendisinindir. Öyle ise aşk,- bekli de- şiddetle kavuşma arzusudur denilebilir. Demek ki, maddi aşkta aşık ve maşuk kavuşunca his ya biter, ya da başkalaşır. Vuslat olmayınca da o maddi aşk yerini zamanla manevi veya ilahi aşk dediğimiz sonsuz aşka bırakır. Yani denilebilir ki, maddi aşk, manevi aşka bir merdivendir.
Manevi aşkın neden İslam toplumlarında yaşandığını açıklamak biraz daha kolay olsa gerek. Zira İslâm’da insan, Allah’ın tüm güzellikleriyle bezeyerek yarattığı bir varlıktır. İnsan asıl mekân olan Yaratan Yurdu’na vasıl olmak ister. Yani, öz mekânına kavuşmak için yaşar. Ulaşmak için nice çilelere gönüllü talip olur. Bu çileler onu pişirir, olgunlaştırır, kâmil insan yapar. Nefs-i emmareden kurtararak Hakk’el-Yakin mertebesine ulaştırmaya vesile olur. Kişi ne kadar çile çekerse nefsanî arzulardan o kadar uzaklaşır ve bu uzaklaşma içindeki aşk ateşini o kadar şiddetlendirir. Aşk ateşi şiddetlendikçe insan daha da, daha da ister bu ateşi. Çünkü vuslatın yolu yanmaktan geçer. Ünlü divan şairimiz Fuzuli:
Ya Rab Aşk derdiyle kıl aşina beni
Bir dem bela- yı aşktan etme cüda beni.
Diyerek aşk derdinin insanı kendine getirdiğini ve insanın vazgeçilmezlerinden olduğunu gayet net bir dille beyan etmiştir.
Çiğdik, yandık, piştik el hamd-u Lillah dediği gibi Yunus’un.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; insan, o çok sevdiği, çok istediği, uğruna ölümü bile göze aldığı biricik sevdalısını görmediğinde uykuları kaçıyor; gördüğünde dili dolanıyor kekelemeye başlıyorsa, dizlerinin bağı çözülüyor ayakları zangır zangır titriyorsa âşıktır. İşte aşkın tanımı…
Bahattin Kızılkaya
eski bir kalıttır aşk...
nostaljik bir kavram...
birbirine ilgi duyan iki insanın türlü engellerden dolayı kavuşması zorlaşıyor ve bu engeller hep bir hazin hadise ile sonuçlanıyordu... hâliyle de tarihten efsaneleşerek gelmiştir günümüze kadar 'aşk' kavramı... işte biz buna aşk diyoruz...
üzülmeyi peşin peşin kabul etmektir; kumardır... sonunda çook mutlu olmak da vardır çook üzülmek de.
kelimelere sıgmaz bence...........
Var mısın yok musun çözemedim ki.
eger, hayatınızın herhangi bir an'ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. biri, o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken... öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün...
herkes aşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu.
ama aslında bu kadar basitti işte:
birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan aşıksın...
Kürşat Başar
Aşk,hiç bir zaman pişman olmamaktır.
Love Story(Aşk Hikayesi Filmin' den)
Kanserden, ölmek üzere olan bir kızın mendilleri ıslatan dramı.
Kalbe sevgiyi yerleştiren Yüce Allah'a yakınlaşmaktır
Bilinmezliktir,Kaostur,
.
' Allah'da idi ve aşk Allah idi...' Kâtibi hatırlanmayanlardan
.
.
'Mukaddes günahtır..' Lâ edrî..
.
Acı çekmeyi sevmek ve bununla grur duymaktır.
Aşk bence Paris Hiltonun ta kendisidr şayet sizin de aşkd diğiniz buysa diyecek bireşy bulamıyorum sizin aşkd ediğiniz şey ya günübirlik bir ilişkidir ayda saatlik bir ilişkidir ben aşka maşka inanmıyorum hayatıamda giremez kalıcı olan bakşi olan sevgidir onuda bulabilirsek ne ala
Ekinci Medya Grubu
www.antoloji.com/ismail_ekinci
Aşk Dediğin Yoksulluktur!
Yoksunluktur aşk dediğin! Bir yanın eksik kalır geceler boyu, aldığın nefes yetişmez, sokak çocukları gibi dışarıda üşür yüreğin.
Aşk Dediğin Yoksulluktur!
Kaybetmektir aşk! Egonu, gururunu, kimliğini bir hırsızın ellerine gönüllü bırakmaktır. İsteyerek bencillikten vazgeçmektir. Omuzlarındaki tüm yükü atarak, avare gülüşlere uyanmaktır düş sabahlarında. Hiç fark etmeden nelerden vazgeçtiğini, cebinde, avucunda ne varsa dağıtmaktır.
Aşk bir çeşit yoksulluktur. Mantığını kaybeder bedenin, kim ne derse gülümsersin. Hayattan kopmakla durmak arasında sendelediğinde ruhun, tam o anın içinde durur aşk dediğin.
Kazanma ihtimalinin az olduğu bir kumar oyunudur aşk. Elindeki karta bakmadan rest çekmektir yaşama. Tüm zenginliğini, düşük ihtimale rağmen, hayatın ortasına sürmektir.
Uğrunda bir ömür harcadığın özgürlüğünü hibe etmektir aşk dediğin. Başkasına ait küçücük bir kalbin içine sığmaya çalışmaktır. Köleliğe razı olmaktır. Gülümseyen bir çift dudağa, güzel bakan bir göze esir olabilmektir. Yani, aşk dediğin gönüllü hükümlülüktür.
Olmayacak duaya amin demektir aşk. İmkansızı başaracağına dair şiddetli inançlara tutulmaktır. Kaç merdiveni üst üste koyarsan, mehtabı sevdiğinin kollarına çekebileceğini hesaplamaktır mesela. Ortak bir yıldız seçip, bulutlu gecelerde seni düşünmediğini sanarak ağlamaktır. Muhteşem şiirler yazdığına inanarak, tüm sevdiklerini esir etmektir, yüreğinden başka yere bağlanamamış kelimelere.
Uykusuzluktur aşk dediğin! Yalnızken onu düşünmekten kapanmayan gözler, sabah ezanlarını duyarak sızar en sonunda. Sayısız geç kalışların açıklanamaz sebebidir. Birlikte olduğunda onu seyrederek bitirmektir geceyi ve çok uzun uyuyuşun içinden kalkmış gibi dimdik başlamaktır yeni güne.
Sürekli dalgınlık halidir aşk. Kafanı yaslayarak hayallere daldığın otobüs camlarında izler bırakmaktır, ineceğin durağı kaçırarak. Yanından geçeni görmeden sokaklar boyu yürümektir. Kafanda duran gözlüğü, konuşurken elinde tuttuğun telefonu aramaktır.
Zamanla kavga etmektir aşk. Yelkovanla akrebe küfür etmektir geçmek bilmez bekleyişlerde. Planlarını uyduramamaktır, hayat sürprizler yaparak değiştiğinde.
Kendinden vazgeçmektir aşk dediğin. Yemeğin en güzel yerini ayırmaktır sevdiğin için. Onun yerine düşünmektir, onsuz kaldığın anlarda bile. Birini kendinden çok sevmektir, henüz kendini sevmeyi bile beceremediğin yaşam tünelinde. Hastalandığında bir sandalye üzerinde beklemektir sabaha kadar. Her acısını kalbinde misliyle hissetmektir.
Aşk dediğin yoksulluktur. Bedenini, ruhunu, kalbini emanet ederek başkasına; düşler bahçesinin çiçekleri ile avunmaktır. Kendin olmaktır aslında,özüne dönmektir. Vazgeçmektir hırslardan, cezalardan, çekişmelerden. Sadece güzel olana dayandırıp yaşamı, her mevsimin tadını çıkarmaktır. En değerlisi.
Bir de saniyorum adini tam koyamadigimiz her seye dedigimizdir...
Oysa, her seyin bir adi vardir. Ad koyamamak, ya da daha dogru bir deyisle, oylesi durumlarda araya aski katmak, olsa olsa biz insanlarin yanlisi olur...
Asksiz gunler diliyorum efendim...
Bana gore olmayan bir sey...
AŞK, GÖZLERİNİ KAPATIP SEVDİĞİNE RUHUNU TESLİM ETMENDİR...