Seni sana anlatamam sadece anlamsız,kafiyesiz cümleler dökülür kalemimden.. Sen yaşamının kıyısında fırtınalarla boğuştuğum sırada girdin hayatıma.. Sana verdiğim değerinin fiyatını ne bir kuyumcu pırlanta,yakut yada zümrüt gibi değerli taşlarla ölçebilir ne de cebinde taşıdığın cüzdanının içindekiler.. Sana dostum dedim,yüreğimin sesi dedim,hayatın armağanı dedim... Küçük sevinçlerimi mutlululağa,hüzünlerimi sevgiyle dönüştürdüğün için değerlisin... Sen bütün bunları sözle yada dokunuşla yada işaretle değil kendin olarak yapıyorsun.. Dostluğun gerçek yüzünü ben kendime bile tahammül edemezken gösteriyorsun.. Belki de bu yüzden seni sana anlatamıyorum..Söylesene kuzum! Bu kadar güzel dost lugatına hangi yaşamın kıyısından girdin.....
Alenen söylenen yazılan demek öyle değilmiydi zaten mektup yazarken herşeyi yazar sanki karşımızdaymış gibi bir nevi konuşur dile getirirdik çok samimi içten duygulardı saf temiz kirlenmemişti riya yoktu kin nefret yoktu içindekini olduğu gibi kağıda dökerdin keşke yine mektup yazılsa eski ilkeliğe dönülse keşke
efendim, hazır terime uğramışken adrese teslim bir not yazayım: buraya yazdığım ve bana ait olan yaklaşık 14 tane olan tüm açık mektupları buradan sildim ve aldım yanıma; mektuplarımı sahiplenen(ler) e duyurulur, teessüflerimle… onları ç/alsanız da benimdir benim kalacak)))
*~~ Mademki benli hayat sana kafes kadar dar Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar Hadi git benden sana dileğince izin Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin
Git iş işten geçmeden git çok geç olmadan vakit Günahıma girmeden Katilim olmadan git
Günahıma girmeden Katilim olmadan git Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın Oysa ki hep yedekte hep elde var saymıştın
Hadi git ne bir adres ne bir hatıra bırak Zannetme ki pişmanlık mutluluk kadar ırak Git iş işten geçmeden git
çok geç olmadan vakit Günahıma girmeden Katilim olmadan git Günahıma girmeden
Katilim olmadan git Ne vedaya gerek var ne de mektuba hacet Git de Allah aşkına bir selama muhtac et Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan
Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan Git iş işten geçmeden git çok geç olmadan vakit Günahıma girmeden
Katilim olmadan git Günahıma girmeden Katilim olmadan git Kopsun nerden inceyse artık bu bağ bu düğüm
Her gece daha berbat daha vahim gördüğüm Korkulu düşlerimi yorumdan kaçıyorum Sırf sana üzülüyor sırf sana acıyorum Git iş işten geçmeden git
çok geç olmadan vakit Günahıma girmeden Katilim olmadan git Günahıma girmeden Katilim olmadan git *~~ bestem ilen... bu şarkıyı bendenize küfretse bilem hoşuma gidecek olan candan erçetin'den dinlemesi temennası ilen...
bîpayanım şirazeden şirazeye saklı mektuplar aguş-i mevtte başlar hayatım
yalan ile bir ömür ey yâr
bir kendimi kandırırım
Birgün seni yazmaktan vazgeçersem şiraze, bu hâmuşun ardına düşme. Gün gelir herkes ve her şey susar şiraze. Açanlar solmak, duranlar eğilmek, parlayanlar sönmek, gidenler dönmek mecburiyetinden baş eğer de bu muammanın içinde kalır bir başına. Takatimin bittiği yerde kargaların döne döne uçuşlarını izliyorum şu soğuk havada. Yağmur bir yandan kar bir yandan şiraze, kuzeyin sert rüzgarı dudaklarımda derin yaralar açarken; bir yılın son noktasının eğlentisini yapar insanlar. Giden zamana yakılan mumlar etrafında döner şu zeminin zavallıları. Ağla şiraze, benim ağladıklarıma sen de ağla. Aşk
değil gönül gönül dolaşmak, aşk değil demden deme akmak, aşk değil yön değiştirip yol çizmek, aşk değil gözyaşına tutsak hüzne zincir dolamak. Aşk değil şiraze masalarda uyuyakalmak. Ağla şiraze, benim ağladıklarıma sen de ağla. Geçen zamandan bîhaberlerin yitişine sarf-ı nazar et. Geceleri orta yere saçılıp gündüzleri gizlenenlerin hâline, ötelerden gelen sesin yanıbaşlarında dönmesine aldırış etmeyenlerin çilesine, gayr-i mahdut eyleşmelerde tükenen hâl dilinin çırpınışına şiraze...
bendideyim...
Benim ağladıklarıma sen de ağla. Sensizliğe, sensiz geçen her gecenin sabahına, sabahların soğuk dokunuşunda an an vuruluşumuza, yüze inen her çizgiye, her çizginin sensiz çekilişine, dumana, bozkır kışına, çamurda kalan yanlarımın ne etsem lekelerini çıkaramayışıma, mahşere az kala gözüm gökte yarıldı yarılacak korkularıma... Ağla şiraze; zemin katta istersen, istersen merdiven boşluğunda, istersen terasta ağla. Maziye gir odalarında dolaş, orada ağla. Şimdide dur, durduramadığın zamana ağla. Gelecek girerken kapıdan tut elinden oyala, ninni söyle eğilip kulağına.
hezayım...
Başıma doladığım sarı yazma, memleket kokulu. Prut kenarındayım. Bakıyorum akışına, sarı yazma başımda. Diyor bana, “hayattan kaçanlar bende boğulmaya gelir.”
Şiraze; ne gam yetemem ne sana, ne bana, ne dualarından adım düşmeyen canana.
Ürperdi tenim. Kılıç keskin şiraze. Kimsenin umursamadığı dik bir kayadan başkası olamadım. Kimse kayaların da kırılabileceğini düşünmüyor şiraze. Kimse kayaların da rüzgara, yağmura direnemediğini bilmiyor şiraze. Kırılıyorum her yanımdan. Un ufak dökülüyorum toprağa, ben de topraktan bir toprak oluyorum şiraze. Aşkındır beni böyle perişan eden, böyle bedbaht, böyle garip, böyle hey gidi hey şiraze.
gri bir gök rahmet, sen bu rahmet altında
sır gibi, inci mercan gibi, bir can gibi taşıdığım
söz olsun dönmeyeceğim, seni görüp yüzümü yüzüne dönmeyeceğim
Bu sana belki son seslenişim, belki son satırlar. Bugün bendeki resimlerini ve mektuplarını yaktım, küllerini Ganj nehrine değil ama İzmir körfezine attım. Sen anladın mı? Hiç sanmam, anlayacak biri olsa, ben bunu yapmazdım.
Bir dönem dünyayı sallamış bir efsane grup için ne hazin final! .. Kurucularını çoktan toprağa vermişlerdi. Artık birbirlerini görmüyorlardı bile... 'En küçükleri'nin ölüm döşeğinde buluştular son kez... Kim bilir nelerden konuştular. Çıkan ikili, gözyaşlarını sildi gizlice... Kalan, ölüm için saat saymaya devam etti.
* * *
Beatles'ın en genç üyesi (58) George Harrisson'ın beklenen ölümü bana Mori'yi hatırlattı. Mori Schwartz, hayat dolu bir üniversite profesörü... 1994'te vücudunda bir gariplik hissetmiş. 60'lık vücudu artık dans derslerini kaldıramayacak kadar bitkinleşmiş. Doktora gittiğinde yakında öleceği haberini almış: Hastalık Mori'yi tekerlekli sandalyeye bağlamış. Dersleri bırakmış, evdeki bakıcının kollarında bebekliğe yeniden dönmüş: Kucaklanıp kaldırılır, başkası tarafından yıkanır, poposu pudralanır olmuş. Düşünmüş o zaman: 'Kendimi bırakıp yok olmayı mı bekleyeyim, yoksa kalan zamanımı en iyi şekilde değerlendireyim mi? ' Sonunda ölümünden utanmamaya ve yaşamla ölüm arasındaki son köprünün bütün ayrıntılarını anlatmaya karar vermiş. Hayattaki son dersi, 'kendi ölümü' olacakmış.
* * *
Önce sevdiklerini toplayıp, onlara bir 'canlı cenaze töreni' düzenlemiş. Bizim ancak ölenlerin ardından yaptığımız sevgi konuşmalarını hayattayken dinleme ve gönlünce cevap verme şansını yaratmış. ABC televizyonunun ünlü haber sunucusu Ted Koppel'ın programına konuk olunca üne kavuşmuş. Dünyanın dört bir yanından mektup yazan, röportaja gelen insanlar ona 'son yolculuk'u sormaya başlamışlar. Mori'nin bu sorulara verdiği yanıtlar Türkçede de yayımlandı. (Mitch Albom, 'Öğretmenim Mori'yle Salı Buluşmaları', Boyner Y. 1997) Birbirinden ilginç o yanıtlardan benim aklımda kalan ders şu oldu: 'Herkes öleceğini bilir, ama kimse buna inanmak istemez. Oysa öleceğimize inansak, bazı şeyleri farklı yapardık. İnsan ölmeyi öğrenince yaşamayı da öğrenmiş oluyor. Budistlerin yaptığını yap ve her sabah omuzundaki küçük kuşa sor: '- O gün, bugün mü? Hazır mıyım? Olmak istediğim insan mıyım? Kariyer, iyi maaş, araba ve ev taksitleri... hayattan istediğim şey bu mu? ''
* * *
'Şuraya uzanmış yavaş yavaş ölürken rahatlıkla söyleyebilirim ki, istediğin kadar güce ya da paraya sahip ol, yaşamı satın alamazsın' diyor Mori... '- Son bir 24 saatin olsa ne yapmak isterdin? ' sorusuna ise herkesi şaşırtacak kadar sade bir cevap veriyor: '- Sabah kalkar, jimnastiğimi yapar, ardından çörek ve çayla kahvaltı eder, yüzmeye giderdim. Sonra arkadaşlarımı evde güzel bir öğle yemeğine davet eder, onlara ne kadar değer verdiğimi anlatırdım. Ardından ağaçlıklı bir bahçede yürüyüp renkleri, kuşları seyreder, doğayı içime çekerdim. Akşam sevdiklerimle bir restorana gidip yemek yer ve en güzel kızlarla tükeninceye dek dans ederdim. Ardından eve gelir mükemmel bir uyku çekerdim'.
* * *
Sizin bunları yapacak vaktiniz var. Bütün yapmanız gereken arada bir omuzunuza bir bakış atıp sormak: 'Bugün mü küçük kuş, bugün mü? ..'
Can Dündar'ın harika bir yazısı.. 'Anneme Açık Mektup' '...
Her çığlıkta başucumda biteceğini bilmenin güveniyle büyüdüm. Her derdimde benden çok dertleneceğini bilmenin o bencil alışkanlığıyla ayakta kaldım. Sevginle donandım... ...
Yalnızlık hâliyle yazılıp da zarfa konduktan sonra, alıcı kısmı boş bırakılıp 'ey postacı, kime verirsen ver, zira çok yalnızım' halet-i ruhiyesi içinde postaneye götürülen mektup..Ve fakat sonu hüsrandır, zira alıcı kısmı boş bırakıldığından mektup döner dolaşır sahibini bulur..Böyledir yani yalnızlık hep bize kalandır..
Binlerce kırıklık…insan kalbini kendisi kırar…savunmasız bırakır ıssız bırakır…talan edilir yara alır…
İnsan buğulu bakar biraz bugünden ötelere…rüyayla bulandırır gerçekliği.mutluluk bir rüzgar gibi düşer hüzün kentlerinin üzerine.zaman ince ince işler kendini insanların yüzüne ve kalbine.
Bir çiçek düşüyor yüreğime belli belirsiz naif bir tebessümle.yıldızlı bir gece kadar yalın geliyor varlığı.rüya kadar derinleşen bir güzellikle uyanıyorum.sevdikçe seni daha çok seviyorum.gel sevgili bir gül…ayaklarının önüne bırakıyorum…
Sensiz olamıyorum…
İklimler mevsimsiz burda güller baharsız…sevgili yokluğun üşütür de beni…diyemem.”baharım sende kaldı””ıhlamurlar çiçek açtığı zaman…”gelecektin hani…gözlerim yollarda kaldı.
Açık mektup, potaya verilmeyen, yazılan kişiden önce kamuoyu ile paylaşılan mektuptur. Yani; açık mektupları bu mektubu okuması gereken dışındaki herkes okur... .
'Kırılgan bir çocuğum ben Yüreğim cam kırığı Bütün duygulardan önce Öğrendim ayrılığı Saldırgan diyorlar bana Oysa kırılganım ben Göz yaşlarım mücevher Saklıyorum herkesten Ürküyorlar gözümdeki ateşten Ürküyorlar dilimdeki zehirden Ürküyorlar o dur durak bilmeyen Gözü kara cesaretimdem Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum, Bir yanı çılgın dağ doruğu. Oysa böyle yapmasam ben Nasıl korurum içimdeki çocuğu? Bir yanım çılgın nar ağacı Bir yanım buz sarayı' murathan mungan
Yağmur elim bir aşk gibi düştü avuçlarıma…her şeyin sebebi ve aslında hiçbir şeyin…
İstanbul gibi yağar yağmur aslında \sevdiğim\ tüm şehirler gibidir.binlerce sıkıntıya inen sukun-u sabır gibidir,rahmet gibidir…sessiz bir ağlayış,derin bir iç çekiştir…saçaklar boyu ve serçeler kadar masum ağlarsın…şehir ağlar sen rahatlarsın…hüzünlü bir şarkı gibidir sözlerine takılır dilin peşinden gider ama ne zaman ezberledin bilmezsin.
Biten bir aşka ağlar yağmur ağladıkça arınır.gözleri kadar düşleri de temizlenir.masum olmasaydım yıkayamazdım düşlerimi,uzatamazdım yağmura…ellerinden iğrenir dişlerinden tiksinirdim.yağmur kötü bir lokmanın suyla yutulup gitmesidir.artık bir kere değmiştir,lakin temizlenebilir…
Düşler şarkılarla da kirlenir…
Yağmurdan şark da garp da nasibini almıştır,aşka ve rahmete eşdeğerdir.
Şehirler susar yağmur şikayet değildir.yağmur bir duanın kabulüdür sebebi değildir.evvelimiz aşktır ve ahirimiz.ölüm bir kapıdır bir aşktan diğerine girdiğimiz…
Ve yağmur munis bir dokunuştur,korkak ve ürkek…sevecen ve içten… Yağmur birleştir ellerimizi arındır bizi kirimizden…nefesimizle\nefsimizle yazıp çizdiğimizden ayıplama bizi hor görme…affeyle…lütfeyle…uykunun masum denizinden masumca çıkmayı nasip eyle…
insan görmek istediğini görür...bir insanın teşhir ettiği kendi kendi terimine yazıp aleme ilan ettiği halini dillendirmek dedikodu oldu aslında eski üyelere özlemim buydu...hata yapanındır 'hataya susma'dığım için şeytani dilimi tutamadığım için hadsizim...evet bazıları görmüyor yazdıklarının nereye gittiğini ki bu kesinlikle ben değilim... kan rengi bir gül oluyor dikenleri elimin içinde...hiç bir şey bundan fazla acıtmıyor. ağlamak yetmez hiç gözyaşının hesabı tutulmuyor.acıların tarifi ve tasnifi yapılmıyor.kim bilir pervasızlığımın ardında aslında senin pervasızlıkların duruyor...sözlerimin ardında sen...tanımadan bilmeden deşiyorum belkide ya da senin ardında ben duruyorum seni kanatır gibi kendimi kanatıyorum... 'acı çekmek ruhun fiyakasıdır've ben fiyakalıyım işte tam da bu yüzden...
Gözlerine baktığım zaman susmanın bir sebebi olmalı. Bana kendini anlat. Korkularını, dileklerini söyle bana. Aşktan ne bekliyorsun? Dostluk mu? Al, istediğin kadar…
Yüreğimi apaçık önüne seriyorum işte! Orada sevdiğin, isteğin ne varsa al, senin olsun. Sana arzularımın ötesinden sesleniyorum.
Aydınlık! Sen en güzel aydınlık! Bizi bırakma. Kalplerimizde girmediğin köşe kalmasın. Çek, kurtar bizi insan yaratılışımızın korkunç karanlığından. İçimizde, ta derinlerde kükreyen o vahşi hayvanı sustur. Düşüncelerimizi tırmalayan o kanlı pençeden kurtar bizi. Unutulmuşların dünyasında biz unutmak istemiyoruz.
Haydi sevdiğim sen de aç yüreğini. Dostluğun o ölümsüz ışığı dolsun içine. Saçlarımı okşadığın zaman, annemin eli sanmalıyım ellerini. Dudaklarından yalnız aşkın hazzını değil, dostluğun doyulmaz içkisini de içmeliyim. Bana önce insanlığımı öğret, bana unutmamayı öğret. Seni hiç unutmak istemiyorum. Bilinmeyen içkilerin en zevk dolu sarhoşluğunda yaşayalım seninle. Kurtulalım bu korkulardan, bu çaresizliklerden.
Beni hiç unutmayacaksan sev, usanmayacaksan sev. Birlikte yaşadığımız her dakika ömrümüzün bir yılına bedel olmalı. O dakikaları hatıraların sonsuz mezarlığına gömeceksek hiç yaşamayalım.
Önce zamandan kurtulmalıyız öyleyse. Birbirini yenilemeli saatlerimiz. Yarın bu günü aratmamalı. Yerçekiminden kurtulurcasına aşmalıyız zamanı seninle. O dost zamanı, o dostça zamanları.
Bana “gel” dediğin an; mesafeler de anlamını kaybetmeli. Yolları dakikalarla, günleri kilometrelerle ölçmemeliyiz. Beraberliğimiz, bütünlüğümüz hiç bitmemeli. O hiç sönmeyen dostluk ateşinin çevresinde hep böyle elele, dizdize olalım. Ne yağmur söndürmeli o ateşi ne rüzgar. Yüreklerimiz hep böyle ışıl ışıl olmalı alevlerinde.
Hadi sevdiğim, sen de aç yüreğini. Bana kendinden bahset. Hep ben ol, durmadan ben ol istiyorum. Dudaklarım kurudu bak! Bir yudum su ver güzelliğinin pınarından. Acıktım dersem iyiliğinle doyur beni. Üşüyorsam; yalnız dostluğunun ateşinde ısınsın ellerim.
Benim olma demiyorum. Ama önce ben ol. İnan, ben hep sen olacağım, baştanbaşa sen olduğum için.
Aşkta kaybettiklerimizi dostlukla tamamlayalım. Gel, aydınlık, bizi bekliyor.. ~*
Seni sana anlatamam sadece anlamsız,kafiyesiz cümleler dökülür kalemimden..
Sen yaşamının kıyısında fırtınalarla boğuştuğum sırada girdin hayatıma..
Sana verdiğim değerinin fiyatını ne bir kuyumcu pırlanta,yakut yada zümrüt gibi değerli taşlarla ölçebilir ne de cebinde taşıdığın cüzdanının içindekiler..
Sana dostum dedim,yüreğimin sesi dedim,hayatın armağanı dedim...
Küçük sevinçlerimi mutlululağa,hüzünlerimi sevgiyle dönüştürdüğün için değerlisin...
Sen bütün bunları sözle yada dokunuşla yada işaretle değil kendin olarak yapıyorsun..
Dostluğun gerçek yüzünü ben kendime bile tahammül edemezken gösteriyorsun..
Belki de bu yüzden seni sana anlatamıyorum..Söylesene kuzum! Bu kadar güzel dost lugatına hangi yaşamın kıyısından girdin.....
-Görülmüştür- damgalı Asker mektubu :)
Alenen söylenen yazılan demek öyle değilmiydi zaten mektup yazarken herşeyi yazar sanki karşımızdaymış gibi bir nevi konuşur dile getirirdik çok samimi içten duygulardı saf temiz kirlenmemişti riya yoktu kin nefret yoktu içindekini olduğu gibi kağıda dökerdin keşke yine mektup yazılsa eski ilkeliğe dönülse keşke
***
efendim, hazır terime uğramışken adrese teslim bir not yazayım: buraya yazdığım ve bana ait olan yaklaşık 14 tane olan tüm açık mektupları buradan sildim ve aldım yanıma; mektuplarımı sahiplenen(ler) e duyurulur, teessüflerimle… onları ç/alsanız da benimdir benim kalacak)))
***
‘’ bahtiyar ol gözüm yok, mevlâm verir sabrını
bu hesap böyle bitsin helal ettim hakkımı’’...
Efendim, sezen aksu’dan dinlemesi tavsiyesi ilen…
Yaralarımı da berelerimi de alır, giderim… fîyâkalı’ma ithaf ilen, atıf ilen… ömrümü yedin ulen)))
*~~
Mademki benli hayat sana kafes kadar dar
Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar
Hadi git benden sana dileğince izin
Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin
Git iş işten geçmeden git
çok geç olmadan vakit
Günahıma girmeden
Katilim olmadan git
Günahıma girmeden
Katilim olmadan git
Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın
Oysa ki hep yedekte hep elde var saymıştın
Hadi git ne bir adres ne bir hatıra bırak
Zannetme ki pişmanlık mutluluk kadar ırak
Git iş işten geçmeden git
çok geç olmadan vakit
Günahıma girmeden
Katilim olmadan git
Günahıma girmeden
Katilim olmadan git
Ne vedaya gerek var ne de mektuba hacet
Git de Allah aşkına bir selama muhtac et
Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan
Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan
Git iş işten geçmeden git
çok geç olmadan vakit
Günahıma girmeden
Katilim olmadan git
Günahıma girmeden
Katilim olmadan git
Kopsun nerden inceyse artık bu bağ bu düğüm
Her gece daha berbat daha vahim gördüğüm
Korkulu düşlerimi yorumdan kaçıyorum
Sırf sana üzülüyor sırf sana acıyorum
Git iş işten geçmeden git
çok geç olmadan vakit
Günahıma girmeden
Katilim olmadan git
Günahıma girmeden
Katilim olmadan git
*~~
bestem ilen...
bu şarkıyı bendenize küfretse bilem hoşuma gidecek olan candan erçetin'den dinlemesi temennası ilen...
*~~
'gözlerinin esiriyim
el insaf eyle bir bak
yollarına düştüm senin
başıma bir buse tak
en amansız gecelerde
kalırsan eğer yalnız
üşümesin el ayağın
al beni uğruna yak
insanlara tuhaf gelir
böyle bir sevda niye
ben olup da bileler ki
sevgin içimde yüce
nöbet tuttum baş ucunda
akreple yelkovanın
zaman dolup seni bana
alıp getirsin diye'
*~~
bestem ilen ;)
bîpayanım
şirazeden şirazeye saklı mektuplar
aguş-i mevtte başlar hayatım
yalan ile bir ömür ey yâr
bir kendimi kandırırım
Birgün seni yazmaktan vazgeçersem şiraze, bu hâmuşun ardına düşme. Gün gelir herkes ve her şey susar şiraze. Açanlar solmak, duranlar eğilmek, parlayanlar sönmek, gidenler dönmek mecburiyetinden baş eğer de bu muammanın içinde kalır bir başına. Takatimin bittiği yerde kargaların döne döne uçuşlarını izliyorum şu soğuk havada. Yağmur bir yandan kar bir yandan şiraze, kuzeyin sert rüzgarı dudaklarımda derin yaralar açarken; bir yılın son noktasının eğlentisini yapar insanlar. Giden zamana yakılan mumlar etrafında döner şu zeminin zavallıları. Ağla şiraze, benim ağladıklarıma sen de ağla. Aşk
değil gönül gönül dolaşmak, aşk değil demden deme akmak, aşk değil yön değiştirip yol çizmek, aşk değil gözyaşına tutsak hüzne zincir dolamak. Aşk değil şiraze masalarda uyuyakalmak. Ağla şiraze, benim ağladıklarıma sen de ağla. Geçen zamandan bîhaberlerin yitişine sarf-ı nazar et. Geceleri orta yere saçılıp gündüzleri gizlenenlerin hâline, ötelerden gelen sesin yanıbaşlarında dönmesine aldırış etmeyenlerin çilesine, gayr-i mahdut eyleşmelerde tükenen hâl dilinin çırpınışına şiraze...
bendideyim...
Benim ağladıklarıma sen de ağla. Sensizliğe, sensiz geçen her gecenin sabahına, sabahların soğuk dokunuşunda an an vuruluşumuza, yüze inen her çizgiye, her çizginin sensiz çekilişine, dumana, bozkır kışına, çamurda kalan yanlarımın ne etsem lekelerini çıkaramayışıma, mahşere az kala gözüm gökte yarıldı yarılacak korkularıma... Ağla şiraze; zemin katta istersen, istersen merdiven boşluğunda, istersen terasta ağla. Maziye gir odalarında dolaş, orada ağla. Şimdide dur, durduramadığın zamana ağla. Gelecek girerken kapıdan tut elinden oyala, ninni söyle eğilip kulağına.
hezayım...
Başıma doladığım sarı yazma, memleket kokulu. Prut kenarındayım. Bakıyorum akışına, sarı yazma başımda. Diyor bana, “hayattan kaçanlar bende boğulmaya gelir.”
Şiraze; ne gam yetemem ne sana, ne bana, ne dualarından adım düşmeyen canana.
Ürperdi tenim. Kılıç keskin şiraze. Kimsenin umursamadığı dik bir kayadan başkası olamadım. Kimse kayaların da kırılabileceğini düşünmüyor şiraze. Kimse kayaların da rüzgara, yağmura direnemediğini bilmiyor şiraze. Kırılıyorum her yanımdan. Un ufak dökülüyorum toprağa, ben de topraktan bir toprak oluyorum şiraze. Aşkındır beni böyle perişan eden, böyle bedbaht, böyle garip, böyle hey gidi hey şiraze.
gri bir gök rahmet, sen bu rahmet altında
sır gibi, inci mercan gibi, bir can gibi taşıdığım
söz olsun dönmeyeceğim, seni görüp yüzümü yüzüne dönmeyeceğim
sen bende hayat şiraze
sen bende hep şiraze
Ey sevgili ey vefasız yar!
Bu sana belki son seslenişim, belki son satırlar.
Bugün bendeki resimlerini ve mektuplarını yaktım, küllerini Ganj nehrine değil ama İzmir körfezine attım.
Sen anladın mı?
Hiç sanmam, anlayacak biri olsa, ben bunu yapmazdım.
Bir dönem dünyayı sallamış bir efsane grup için ne hazin final! ..
Kurucularını çoktan toprağa vermişlerdi.
Artık birbirlerini görmüyorlardı bile...
'En küçükleri'nin ölüm döşeğinde buluştular son kez...
Kim bilir nelerden konuştular.
Çıkan ikili, gözyaşlarını sildi gizlice...
Kalan, ölüm için saat saymaya devam etti.
* * *
Beatles'ın en genç üyesi (58) George Harrisson'ın beklenen ölümü bana Mori'yi hatırlattı.
Mori Schwartz, hayat dolu bir üniversite profesörü...
1994'te vücudunda bir gariplik hissetmiş. 60'lık vücudu artık dans derslerini kaldıramayacak kadar bitkinleşmiş. Doktora gittiğinde yakında öleceği haberini almış:
Hastalık Mori'yi tekerlekli sandalyeye bağlamış. Dersleri bırakmış, evdeki bakıcının kollarında bebekliğe yeniden dönmüş: Kucaklanıp kaldırılır, başkası tarafından yıkanır, poposu pudralanır olmuş.
Düşünmüş o zaman:
'Kendimi bırakıp yok olmayı mı bekleyeyim, yoksa kalan zamanımı en iyi şekilde değerlendireyim mi? '
Sonunda ölümünden utanmamaya ve yaşamla ölüm arasındaki son köprünün bütün ayrıntılarını anlatmaya karar vermiş.
Hayattaki son dersi, 'kendi ölümü' olacakmış.
* * *
Önce sevdiklerini toplayıp, onlara bir 'canlı cenaze töreni' düzenlemiş.
Bizim ancak ölenlerin ardından yaptığımız sevgi konuşmalarını hayattayken dinleme ve gönlünce cevap verme şansını yaratmış.
ABC televizyonunun ünlü haber sunucusu Ted Koppel'ın programına konuk olunca üne kavuşmuş.
Dünyanın dört bir yanından mektup yazan, röportaja gelen insanlar ona 'son yolculuk'u sormaya başlamışlar.
Mori'nin bu sorulara verdiği yanıtlar Türkçede de yayımlandı.
(Mitch Albom, 'Öğretmenim Mori'yle Salı Buluşmaları', Boyner Y. 1997) Birbirinden ilginç o yanıtlardan benim aklımda kalan ders şu oldu:
'Herkes öleceğini bilir, ama kimse buna inanmak istemez. Oysa öleceğimize inansak, bazı şeyleri farklı yapardık. İnsan ölmeyi öğrenince yaşamayı da öğrenmiş oluyor. Budistlerin yaptığını yap ve her sabah omuzundaki küçük kuşa sor:
'- O gün, bugün mü? Hazır mıyım? Olmak istediğim insan mıyım? Kariyer, iyi maaş, araba ve ev taksitleri... hayattan istediğim şey bu mu? ''
* * *
'Şuraya uzanmış yavaş yavaş ölürken rahatlıkla söyleyebilirim ki, istediğin kadar güce ya da paraya sahip ol, yaşamı satın alamazsın' diyor Mori...
'- Son bir 24 saatin olsa ne yapmak isterdin? ' sorusuna ise herkesi şaşırtacak kadar sade bir cevap veriyor:
'- Sabah kalkar, jimnastiğimi yapar, ardından çörek ve çayla kahvaltı eder, yüzmeye giderdim. Sonra arkadaşlarımı evde güzel bir öğle yemeğine davet eder, onlara ne kadar değer verdiğimi anlatırdım. Ardından ağaçlıklı bir bahçede yürüyüp renkleri, kuşları seyreder, doğayı içime çekerdim. Akşam sevdiklerimle bir restorana gidip yemek yer ve en güzel kızlarla tükeninceye dek dans ederdim. Ardından eve gelir mükemmel bir uyku çekerdim'.
* * *
Sizin bunları yapacak vaktiniz var.
Bütün yapmanız gereken arada bir omuzunuza bir bakış atıp sormak:
'Bugün mü küçük kuş, bugün mü? ..'
Can Dündar'ın harika bir yazısı.. 'Anneme Açık Mektup'
'...
Her çığlıkta başucumda biteceğini bilmenin güveniyle büyüdüm. Her derdimde benden çok dertleneceğini bilmenin o bencil alışkanlığıyla ayakta kaldım.
Sevginle donandım...
...
Hem biliyor musun?
Seni çok seviyorum.'
'teke sesini duymuşam
yoksa teke sen mi geldin? '
Yalnızlık hâliyle yazılıp da zarfa konduktan sonra, alıcı kısmı boş bırakılıp 'ey postacı, kime verirsen ver, zira çok yalnızım' halet-i ruhiyesi içinde postaneye götürülen mektup..Ve fakat sonu hüsrandır, zira alıcı kısmı boş bırakıldığından mektup döner dolaşır sahibini bulur..Böyledir yani yalnızlık hep bize kalandır..
*~*~*~
Kendimle,kendime rağmen mücadeledeyim…
Binlerce kırıklık…insan kalbini kendisi kırar…savunmasız bırakır ıssız bırakır…talan edilir yara alır…
İnsan buğulu bakar biraz bugünden ötelere…rüyayla bulandırır gerçekliği.mutluluk bir rüzgar gibi düşer hüzün kentlerinin üzerine.zaman ince ince işler kendini insanların yüzüne ve kalbine.
Bir çiçek düşüyor yüreğime belli belirsiz naif bir tebessümle.yıldızlı bir gece kadar yalın geliyor varlığı.rüya kadar derinleşen bir güzellikle uyanıyorum.sevdikçe seni daha çok seviyorum.gel sevgili bir gül…ayaklarının önüne bırakıyorum…
Sensiz olamıyorum…
İklimler mevsimsiz burda güller baharsız…sevgili yokluğun üşütür de beni…diyemem.”baharım sende kaldı””ıhlamurlar çiçek açtığı zaman…”gelecektin hani…gözlerim yollarda kaldı.
Sevgili uzasın geceler mevsimler beni bırakma! gitme yüreğimden beni ateşe atma!
Özlemin derinleşir günler geçtikçe…özlüyorum…senden korkuyorum…bana bırakacağın acılardan korkuyorum.yokluğunu hissetmekten korkuyorum.
susuyorsun…sustukça sen ben ölüyorum…
Sevdiğim…
bırakma beni…
~*~*~*
Açık mektup, potaya verilmeyen, yazılan kişiden önce kamuoyu ile paylaşılan mektuptur.
Yani; açık mektupları bu mektubu okuması gereken dışındaki herkes okur...
.
MEKTuP
Kur’an, hepimize gelen bir mektup…
Açmadan iade etmek olur mu?
Okuyup, yürüyüp, sonra unutup
Hedeften geriye dönmek olur mu?
Onur BİLGE
http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp? sair=42021&siir=600818&order=oto
'Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Göz yaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
Gözü kara cesaretimdem
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı'
murathan mungan
*~
Yağmur elim bir aşk gibi düştü avuçlarıma…her şeyin sebebi ve aslında hiçbir şeyin…
İstanbul gibi yağar yağmur aslında \sevdiğim\ tüm şehirler gibidir.binlerce sıkıntıya inen sukun-u sabır gibidir,rahmet gibidir…sessiz bir ağlayış,derin bir iç çekiştir…saçaklar boyu ve serçeler kadar masum ağlarsın…şehir ağlar sen rahatlarsın…hüzünlü bir şarkı gibidir sözlerine takılır dilin peşinden gider ama ne zaman ezberledin bilmezsin.
Biten bir aşka ağlar yağmur ağladıkça arınır.gözleri kadar düşleri de temizlenir.masum olmasaydım yıkayamazdım düşlerimi,uzatamazdım yağmura…ellerinden iğrenir dişlerinden tiksinirdim.yağmur kötü bir lokmanın suyla yutulup gitmesidir.artık bir kere değmiştir,lakin temizlenebilir…
Düşler şarkılarla da kirlenir…
Yağmurdan şark da garp da nasibini almıştır,aşka ve rahmete eşdeğerdir.
Şehirler susar yağmur şikayet değildir.yağmur bir duanın kabulüdür sebebi değildir.evvelimiz aşktır ve ahirimiz.ölüm bir kapıdır bir aşktan diğerine girdiğimiz…
Ve yağmur munis bir dokunuştur,korkak ve ürkek…sevecen ve içten…
Yağmur birleştir ellerimizi arındır bizi kirimizden…nefesimizle\nefsimizle yazıp çizdiğimizden ayıplama bizi hor görme…affeyle…lütfeyle…uykunun masum denizinden masumca çıkmayı nasip eyle…
*~
sevgililer gününü sevgilisiz kutladım...
hüzün ilen özlem ilen...
insan görmek istediğini görür...bir insanın teşhir ettiği kendi kendi terimine yazıp aleme ilan ettiği halini dillendirmek dedikodu oldu aslında eski üyelere özlemim buydu...hata yapanındır 'hataya susma'dığım için şeytani dilimi tutamadığım için hadsizim...evet bazıları görmüyor yazdıklarının nereye gittiğini ki bu kesinlikle ben değilim...
kan rengi bir gül oluyor dikenleri elimin içinde...hiç bir şey bundan fazla acıtmıyor.
ağlamak yetmez hiç gözyaşının hesabı tutulmuyor.acıların tarifi ve tasnifi yapılmıyor.kim bilir pervasızlığımın ardında aslında senin pervasızlıkların duruyor...sözlerimin ardında sen...tanımadan bilmeden deşiyorum belkide ya da senin ardında ben duruyorum seni kanatır gibi kendimi kanatıyorum...
'acı çekmek ruhun fiyakasıdır've ben fiyakalıyım işte tam da bu yüzden...
~*
Ümit Yaşar Oğuzcan
“Sahibini Arayan Mektuplar”
15. Mektup
Gözlerine baktığım zaman susmanın bir sebebi olmalı. Bana kendini anlat. Korkularını, dileklerini söyle bana. Aşktan ne bekliyorsun? Dostluk mu? Al, istediğin kadar…
Yüreğimi apaçık önüne seriyorum işte! Orada sevdiğin, isteğin ne varsa al, senin olsun. Sana arzularımın ötesinden sesleniyorum.
Aydınlık! Sen en güzel aydınlık! Bizi bırakma. Kalplerimizde girmediğin köşe kalmasın. Çek, kurtar bizi insan yaratılışımızın korkunç karanlığından. İçimizde, ta derinlerde kükreyen o vahşi hayvanı sustur. Düşüncelerimizi tırmalayan o kanlı pençeden kurtar bizi. Unutulmuşların dünyasında biz unutmak istemiyoruz.
Haydi sevdiğim sen de aç yüreğini. Dostluğun o ölümsüz ışığı dolsun içine. Saçlarımı okşadığın zaman, annemin eli sanmalıyım ellerini. Dudaklarından yalnız aşkın hazzını değil, dostluğun doyulmaz içkisini de içmeliyim. Bana önce insanlığımı öğret, bana unutmamayı öğret. Seni hiç unutmak istemiyorum.
Bilinmeyen içkilerin en zevk dolu sarhoşluğunda yaşayalım seninle. Kurtulalım bu korkulardan, bu çaresizliklerden.
Beni hiç unutmayacaksan sev, usanmayacaksan sev. Birlikte yaşadığımız her dakika ömrümüzün bir yılına bedel olmalı. O dakikaları hatıraların sonsuz mezarlığına gömeceksek hiç yaşamayalım.
Önce zamandan kurtulmalıyız öyleyse. Birbirini yenilemeli saatlerimiz. Yarın bu günü aratmamalı. Yerçekiminden kurtulurcasına aşmalıyız zamanı seninle. O dost zamanı, o dostça zamanları.
Bana “gel” dediğin an; mesafeler de anlamını kaybetmeli. Yolları dakikalarla, günleri kilometrelerle ölçmemeliyiz. Beraberliğimiz, bütünlüğümüz hiç bitmemeli. O hiç sönmeyen dostluk ateşinin çevresinde hep böyle elele, dizdize olalım. Ne yağmur söndürmeli o ateşi ne rüzgar. Yüreklerimiz hep böyle ışıl ışıl olmalı alevlerinde.
Hadi sevdiğim, sen de aç yüreğini. Bana kendinden bahset. Hep ben ol, durmadan ben ol istiyorum. Dudaklarım kurudu bak! Bir yudum su ver güzelliğinin pınarından. Acıktım dersem iyiliğinle doyur beni. Üşüyorsam; yalnız dostluğunun ateşinde ısınsın ellerim.
Benim olma demiyorum. Ama önce ben ol. İnan, ben hep sen olacağım, baştanbaşa sen olduğum için.
Aşkta kaybettiklerimizi dostlukla tamamlayalım. Gel, aydınlık, bizi bekliyor..
~*
'Beklemek güzel şey, gelecekse beklenen
Özlemek güzel şey, özlüyorsa özlenen.'
'Muradını anlarız ol gamzenin izanımız vardır,
Belî söz bilmeyiz ama biraz irfanımız vardır'
'Pek tabi olmaya gelmez terbiyesiz derler
Pek samimi olmaya gelmez saygısız derler'
'Adam, adamdır eğer olmaz ise bir pulu
Eşek yine eşektir, atlastan olsa çulu'
'Kendi kendine ettiğin âdem
Bir yere gelse idemez âlem'
'Muradını anlarız ol gamzenin izanımız vardır,
Belî söz bilmeyiz ama biraz irfanımız vardır'
'Bir saçı Leyla'ya mecnun'dur deyu
Yazmışlar defteru divane beni'
'Ne yanar kimse bana âteşi dilden özge
Ne açar kapım bad-ı sabâdan gayrı'
'Mecnun ile bir mektebi-i aşk icre okuduk
Ben Mushafı hatmettim, o Leyli'de kaldı'
'Ey Fuzuli yar eğer cevr etse ondan incinme
Yar cevri, aşıka her dem muhabbet tazeler'