Kuantum fiziğine karşı Yeni Dünya Düzeni Alev Alatlı (Zaman-29-3-2002) Birinci Aydınlanma Çağı’na hakim olan “atomistik” kâinat/dünya görüşü, “bütün’ün anlaşılabilmesi için parçalara bölünmesi ve parçaların arasındaki ilişkinin saptanması gerektiği” şeklindeydi. İkinci Aydınlanma Çağı’nın “bütüncü” kâinat/dünya görüşü ise, “bütün’ün parçalarının toplamından daha büyük” olduğu savından yola çıkıyor ve oluşumların ya da sistemlerin doğasını anlamak için tümüne bakılması gerektiğini söylüyor.
Bütüncü düşüncenin desteklerinden birisi, kuantum mekaniğinin “Potinbağ Teoremi.” Potinbağ Teoremi, ne kadar bölünürse bölünsün, maddenin temel olarak nitelendirebileceğimiz bir parçasının olmadığını, hiçbir parçanın diğerlerinden daha vazgeçilmez olmadığını, “bütün”ün birbirleriyle örülü olayların devingen ağı olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor.
Potinbağ Teoremi’nin toplumsal yaşamdaki telmihi, “üstün ırk”, “üstün ulus” vb. kavramlarının yüceltilme nedenlerinin bilimsel değil, “politik” olmaları. Ve tabii, “en zeki”, “en çalışkan” vb. gibi kavramların da öyle. Bu çerçevede, toplumsal örgütlenmenin “üstünler”in dorukta yer aldığı piramitler, koniler yerine herkesin merkezden eşit mesafede durduğu daireler ve küreler olması gereği konuşuluyor. Potinbağ Teoremi doğrultusunda “madde”yi, yeryüzündeki yaşamın bütünü olarak yorumlamamız halinde, sadece insan ırklarının değil, milletlerin değil, tüm canlı türlerinin birbirlerinin yaşamlarıyla örülü birlikteliklerini gözetmek durumundayız. Hiçbir ulusun yaşam biçiminin diğerininkinden daha temel, dolayısıyla daha vazgeçilmez, dolayısıyla daha “üstün” olmadığını teslim etmek durumundayız.
21. yüzyılda kendinden giderek daha çok söz ettirecek olan “küreselleşme” eğiliminin temel entelektüel dayanaklarından birisini bu teoremde buluyoruz. Ne var ki, teori pratikten farklı ve her ne kadar “küreselleşme” ve “Yeni Dünya Düzeni” eşanlamlı oluşumlar olarak sunuluyorsa da, günümüzde oturtulmak istenen düzenin “bütüncü” düşünceye ters düştüğünün işaretleri ihmal edilemeyecek kadar çok. Bu işaretlerin başta geleni de, “dünya devleti” düşüncesi. “Dünya devleti”nin temellerinin daha 1877 yılında, John D. Rockefeller, John P. Morgan, Andrew Carnegie, Mayer A. Rothschild ve Cecil Rhodes beşlisi tarafından atıldığı iddia ediliyor.
John D. Rockefeller, petrol imparatoru, ünlü Standard Oil Tröst’ün sahibi, 1890’lı yıllarda Birleşik Devletler petrol endüstrisinin yüzde yetmiş beşi kendisine ait. Ayrıca demir madenleri, ormanları, imalat sanayiinde ve ulaşım sektöründe büyük iştirakleri var. Yaklaşık 150 yıllık bir “Rockefeller hanedanı”ndan bahsediliyor, servetlerinin 1–2 trilyon dolar olduğu hesap ediliyor. John P. Morgan, uluslararası banker ve gezegenimizin ilk milyar dolarlık (1901 yılı itibarıyla) endüstrisinin, U.S. Steel’in sahibi, “Amerika’yı Amerikan yapan adam” diye bilinen kişi. Andrew Carnegie, 1890’da İngiltere toplamından daha fazla çelik üreten Carnegie Çelik’in sahibi, ayrıca kömür ve demir madenleri, ticaret gemileri ve demiryolları var. Mayer Rothschild, ünlü Rothschild Hanedanı’nın kurucusu banker –Rockefeller’den daha zengin– 2000’li yılların başındaki servetlerinin 3 trilyon dolar olduğundan bahsediliyor. Ve Cecil Rhodes, ünlü elmas imparatoru. Güney Afrika elmas tarlalarını işleten, Güney Afrika’yı İngiltere adına fetheden adam. Rhodesia, adını onun soyadından alıyor. Ayrıca apartheid/ırk ayrımının mucidi.
Bu beş adamın akıl hocaları, Oxford Üniversitesi profesörlerinden John Ruskin. 1877’de “Yuvarlak Masa” adındaki gizli cemiyeti kuruyorlar. Amaçları: İngilizce konuşan dünyayı bir oligarşik federasyon halinde birleştirmek. Büyük Britanya İmparatorluğu’nu siyasi, ekonomik ve kültürel olarak yeniden yapılandırmak suretiyle, oligarşik dünya federasyonuna giden yolu açmak. Otuz yıl sonra, 1908 yılına gelindiğinde, ‘Yuvarlak Masa’yı çokuluslu, Anglo–sever bir yarı açık cemiyet olarak görüyoruz.
Bilderberg Grubu, 1954’te Avrupalı Rothschild hanedanı öncülüğünde kuruluyor, Amerikalı rakibi, Rockefeller hanedanı tarafından destekleniyor, ev sahipliğini eski SS–Nazi Hollanda Kralı Bernhard yapıyor. “Bilderberg” kralın sahip olduğu otelin adı. Bilderberg’ciler, 1954’ten itibaren her yıl dünyanın değişik şehirlerinde toplanıyorlar. Gündem gizli, katılanlar gizli, meğer ki patron olsunlar gazeteciler Bilderberg toplantılarına alınmıyorlar. Hatta, ABD ve Avrupa devletlerinin gizli teşkilatları, toplantıların yapıldıkları otellere gazetecileri sokmamak için olağanüstü önlemler alıyorlar. İçeri sızmayı başarabilen birkaç muhabirin feci şekilde tartaklandığı, tutuklandığı biliniyor.
Bilderberg’cilerin amaçlarının dünyayı sıkıca koordine edilmiş küçük, seçkin bir uluslar–ötesi bankerler ve sanayicilerden oluşmuş, entelijensiya destekli oligarşinin eline teslim etmek olduğu söyleniyor. Avrupa Birliği’nin Avrupa kıtası için yaptığını dünya için yapmak ve bir Dünya Devleti kurmak istiyorlar. David Rockefeller’in farklı zamanlarda farklı yerlerde (bu arada 1999 yılı Şubat’ında Newsweek International dergisine verdiği bir mülâkatta) “Hükümetlerin yerini alacak birileri olmalı ve bana öyle görünüyor ki, bunu da en iyi şirketler yaparlar...” demekten çekinmemiş olmasına işaret ediliyor ve yaygın söylemin aksine karşı çıkılmadığı takdirde önümüzdeki asırlarda dünyanın “yeni feodal lordlar”ın boyunduruğu altına gireceği hakkında uyarı yapılıyor. Uyaranlar, Yeni Dünya Düzeni muhalifleri.
Muhalifler, Yeni Dünya Düzeni’nin anlamının, dünyanın siyasi ve yasal hüviyetini tümüyle değiştirmek, ulus–devletlerin tarihi rollerini ortadan kaldırmak, kontrolü uluslar–ötesi tröstlere devretmek suretiyle millet kavramını ortadan kaldırarak, idareyi İngilizce konuşan Anglo–sever bir oligarşiye teslim etmek olduğundan eminler. Yarı şaka ileri sürdükleri bir iddiaları da Birleşmiş Milletler teşkilatının bundan böyle “Birleşmiş Tröstler Teşkilatı” olarak isim değiştireceği şeklinde. Bilderberg toplantılarına katılanların isimlerinin saklı tutulması, görüşmelerin basına kapalı olması, dünya ekonomisine ve siyasetine dair kararların kapalı kapılar ardında alınmasını ülkelerinin anayasalarının en galiz ihlâli şeklinde algılıyorlar. Ulusal politikacılarının, özgür iradeleriyle seçtikleri vekillerinin etkisizleştirilmesine tepki gösteriyorlar. Amerikan başkanlarından, Dünya Bankası guvernorlarına, diğer ülkelerin başbakanlarına varıncaya kadar, dünyanın kaderini etkileyen eşhasın kapalı kapılar ardında saptanmasına şiddetle karşı çıkıyorlar. Dünya basın devlerinin Bilderberg’cilerle işbirliği içinde oldukları gerekçesiyle, seslerini ya bağımsız basın aracılığı ile ya da internet üzerinden duyuruyorlar. Zaman zaman da, Seattle’da, New York’ta olduğu gibi gösterilerine de şahit oluyoruz.
“Yuvarlak Masa” cemiyetinin bir diğer uzantısının “Roma Kulübü” olduğu söyleniyor. Roma Kulübü, 1968’de kuruluyor. Kendilerine “özel think–tank” nitelemesini yakıştırıyorlar. İlân edilmiş amaçları, barışı desteklemek, insanların ‘tehlikeli’ uçlara, kısır milliyetçiliğe ve sınıf çatışmalarına yönelmelerini önlemek.” Roma Kulübü’nün güçlü adamı, SGI’nin başkanı, Daisaku İkeda, “İnsan ırkının sesi ve zekâsı... İnsanlığın yolunu aydınlatan bir deniz feneri, tüm dünyaya umut saçacak olan ışık...” olduklarından bahsediyor. SGI, “Soka Gakkai International”ın kısaltılmışı; Japon kökenli, Nichiren Daishonin Budist tarikatının uluslararası örgütü. Muhalifleri, Roma Kulübü’nün, kurulacak dünya devletinin resmi dinini oluşturduğunu söylüyorlar. Çokça Hıristiyanlık, biraz Budizm bir dinden bahsediliyor.
“Yeni Feodal Lordlar”ın ne denli güçlü olduklarını, ulusların kimliklerini kaybetmemek için ne denli direnebileceklerini kuşkusuz zaman gösterecek. Ancak, Yeni Dünya Düzeni, muhaliflerinin iddia ettikleri gibi “yeni bir toplumsal mühendislik projesi” ise, ki öyle görünüyor, ulusların işlerinin zor olduğunu kabul etmemiz lâzım. Bir yandan “İkinci Aydınlanma Çağı”nın reddettiği “tek doğru” anlayışı, öte yandan finans oligarşisi, bir arada yaşayamayacak oluşumlar gibi görünüyorlar. Nitekim, daha bugünden Birleşik Amerika’da iki bin beş yüz muhalif “kült”ün varlığından bahsediliyor. (Alev Alatlı)
ömrü boyunca hiç bir zaman (zarif bir tebessümden öte) kahkaha atmamış mahzun peygamber. çünkü 'bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız' demiştir.
Hz.Muhammed, soylu, dürüst, adil ve lekesizdi. eli hiçbir zaman, üzerinde hakları olmadığı, veya evli olmadığı bir kadının eline değmedi. insanların en cömertiydi o. akşam olduğunda elinde ne bir dirhem, ne de bir dinar kalırdı. vereceği kimse bulamayıp da elinde bir şey kalırsa, onu ihtiyacı olan birine verinceye kadar evine girmezdi. hiçbir zaman bir şey istemezdi ama istenilen şeyi verirdi. başkalarını kendisine ve ailesine tercih ederdi ve çoğu zaman yıllık tahılın saklandığı kiler yıl sonu gelmeden boşalmış olurdu. ayakkabılarını ve elbiselerini onarır, ev işleri yapar, ev halkıyla birlikte yemek yerdi. utangaçtı. insanların yüzüne gözlerini dikmezdi. ister köle isterse özgür olsun bütün insanların davetlerini kabul etti. ve açlıktan karnının üzerine taş bağladığı zamanlarda kendisine sunulanları yalnızca bir yudum süt ve bir tavşan ayağı olsalar bile kabul etti. elde olanı yedi ve hiçbir zaman izin verilmiş olanı yemekten kaçınmadı. bir yere yaslanarak yemedi. davetlere katıldı, hastaları ziyaret etti, cenaze törenlerine katıldı ve düşmanları arasında koruyucusu olmaksızın dolaştı. insanların en alçak gönüllüsüydü, saygısızlığa varmayan ölçülerde insanların en sessizi ve sözünü uzatmadan insanların en güzel konuşanıydı. her zaman neşeliydi ve hiçbir zaman dünya işlerinden dehşete kapılmadı. at, deve, katır ve eşeğe bindi, bazı zamanlarda çıplak ayakla ve çıplak başla dolaştı. güzel kokuları sevdi ve kötü kokulardan hoşlanmadı.yoksullarla oturdu ve onlarla birlikte yedi. hiç kimseye zorbalık etmedi ve kendisinden özür dileyenleri bağışladı.
şaka yaptığı zaman bile yalnızca doğruyu söyledi. gülerdi ama gülerken kahkaha atmazdı. hizmetçilerinden daha iyi yiyecekler yemedi ve onlarınkinden daha iyi giyecekler giymedi.
bu kusursuz yönetici öğrenim görmemişti. okuma ve yazma bilmiyordu. kimsesiz bir çölde çobanların yanında büyüdü ve hem annesiz hem babasız bir öksüzdü. düşmanlarına lanet etmeyi şu sözlerle reddetti: “ben lanetlemek için değil, bağışlamak için gönderildim.” kendisinden birisi üzerine kötülük dilemesi istendiğinde, bunun yerine onları kutsadı.
hizmetçisi enes ibn malik şöyle dedi: “bana, onaylamadığı bir şey yaptığımda hiçbir zaman ‘niçin öyle yaptın? ’ demedi. ayrıca eşleri de onun ‘varsın olsun, olacağı varmış.’ sözünü söylemeden beni azarlamadılar.”
eğer bir yatak varsa onun üzerinde uyudu, yoksa yerin üzerinde yattı. selamı veren hep o olurdu. el sıkışırken hiçbir zaman elini ilk çeken kişi o olmazdı. konuklarını kendine tercih eder, kabul edilinceye kadar üzerine oturduğu minderi vermekte ısrar ederdi. onurlandırmak için arkadaşlarını ve kalplerini yumuşatmak için çocukları künyeleriyle çağırırdı. karşısında hiç kimse tartışmadı. o yalnızca doğruyu söyledi. arkadaşlarının sözlerini takdir eder, onlara katılırdı ve onların önünde en çok gülümseyen ve en çok gülen kişi oydu.
yediklerinde hiçbir kusur bulmadı: eğer hoşlandıysa yer, hoşlanmadıysa yemezdi. hoşlanmadığı zaman başkalarını yiyecekten iğrendirmedi. çok sıcak yemedi. tabağı parmaklarıyla sıyırarak temizlerdi. “son lokma çok kutsaldır.” derdi. parmaklarındaki yemeği yalayarak temizlemeden ellerini yıkamazdı. sütü kana kana, suyu yudum yudum içti.
en yakın sahabesi hz ali şöyle dedi: “insanların en cömerti, en açık yüreklisi, en doğru sözlüsü, sözünde en çok duranı, en yumuşak huylusu, ailesine karşı en yüce gönüllü olanı oydu. onu umulmadık bir anda gören dehşete kapılır ve kim onun yakınıysa onu severdi.”
KAYALARIN OĞLU 1923`ün ılık bir ekim sabahinda kayalarin topraga dikine saplandigi yerde dogdum toprak anayla kaya babanin ogluyum ben toprak anam sevgi dolu, bereket dolu toprak anam sessiz, ama toprak anam dopdolu toprak anam toprak anam anadolu babamsa sagi solu belli olmaz bir gürledi mi yer yerinden oynar gögsünde çatirdamalar olurmus onun için derdi, onun için sayisiz irili ufakli kaya parçalari vardir bu topraklarda ve sen benim oglum ve sen kayalarin oglu bu taşi topragi birarada tutacaksin kolay degil kayalarin oglu olmak kuzeyden esen rüzgara güneyden gelen kavurucu sicaga karşi koruyacaksin onlari kolay degil, kolay degil kayalarin oğlu olmak 2023`ün ilik bir ekim sabahinda bacaklarimda hafif bir uyusma ile uyandim ve sanki yüz yillik ulu bir çinar gibi kök salmaya basladim o sabah ve ilk kez sagimda solumda asirlardir durmakta olan diger çinarlari farkettim dogudan hafif bir seher yeli yükseldi ve asirlik çinarlar benide aralarina aldilar ve 2023`ün ılık bir ekim sabahinda yeni bir kayalarin oğlunun dogusunu beraberce seyre koyulduk...
1980 sonrası üniversitelerdeki her türlü simge yasaklandığı sırada 'başörtüsü' de bu yasak kapsamına alınmış idi. O zamanki YÖK başkanı İhsan Doğramacı bir gün 'Evet başörtüsü yasaktır, ama çağdaş bağlanmış bir türbanla öğrenciler üniversiteye girebilir' diyerek bugünkü bunalımın adını koydu. Böylece halkın geleneksel giysisi olan 'başörtüsü' ile bunun bir siyasal simge haline dönüşmüş biçimi olan 'türban' sadece işlev olarak değil, isim olarak da farklılaştı
bakınız; yeni dünya düzeni, illuminati, siyonizm, rockefeller.....
Kuantum fiziğine karşı Yeni Dünya Düzeni
Alev Alatlı
(Zaman-29-3-2002)
Birinci Aydınlanma Çağı’na hakim olan “atomistik” kâinat/dünya görüşü, “bütün’ün anlaşılabilmesi için parçalara bölünmesi ve parçaların arasındaki ilişkinin saptanması gerektiği” şeklindeydi. İkinci Aydınlanma Çağı’nın “bütüncü” kâinat/dünya görüşü ise, “bütün’ün parçalarının toplamından daha büyük” olduğu savından yola çıkıyor ve oluşumların ya da sistemlerin doğasını anlamak için tümüne bakılması gerektiğini söylüyor.
Bütüncü düşüncenin desteklerinden birisi, kuantum mekaniğinin “Potinbağ Teoremi.” Potinbağ Teoremi, ne kadar bölünürse bölünsün, maddenin temel olarak nitelendirebileceğimiz bir parçasının olmadığını, hiçbir parçanın diğerlerinden daha vazgeçilmez olmadığını, “bütün”ün birbirleriyle örülü olayların devingen ağı olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor.
Potinbağ Teoremi’nin toplumsal yaşamdaki telmihi, “üstün ırk”, “üstün ulus” vb. kavramlarının yüceltilme nedenlerinin bilimsel değil, “politik” olmaları. Ve tabii, “en zeki”, “en çalışkan” vb. gibi kavramların da öyle. Bu çerçevede, toplumsal örgütlenmenin “üstünler”in dorukta yer aldığı piramitler, koniler yerine herkesin merkezden eşit mesafede durduğu daireler ve küreler olması gereği konuşuluyor. Potinbağ Teoremi doğrultusunda “madde”yi, yeryüzündeki yaşamın bütünü olarak yorumlamamız halinde, sadece insan ırklarının değil, milletlerin değil, tüm canlı türlerinin birbirlerinin yaşamlarıyla örülü birlikteliklerini gözetmek durumundayız. Hiçbir ulusun yaşam biçiminin diğerininkinden daha temel, dolayısıyla daha vazgeçilmez, dolayısıyla daha “üstün” olmadığını teslim etmek durumundayız.
21. yüzyılda kendinden giderek daha çok söz ettirecek olan “küreselleşme” eğiliminin temel entelektüel dayanaklarından birisini bu teoremde buluyoruz. Ne var ki, teori pratikten farklı ve her ne kadar “küreselleşme” ve “Yeni Dünya Düzeni” eşanlamlı oluşumlar olarak sunuluyorsa da, günümüzde oturtulmak istenen düzenin “bütüncü” düşünceye ters düştüğünün işaretleri ihmal edilemeyecek kadar çok. Bu işaretlerin başta geleni de, “dünya devleti” düşüncesi. “Dünya devleti”nin temellerinin daha 1877 yılında, John D. Rockefeller, John P. Morgan, Andrew Carnegie, Mayer A. Rothschild ve Cecil Rhodes beşlisi tarafından atıldığı iddia ediliyor.
John D. Rockefeller, petrol imparatoru, ünlü Standard Oil Tröst’ün sahibi, 1890’lı yıllarda Birleşik Devletler petrol endüstrisinin yüzde yetmiş beşi kendisine ait. Ayrıca demir madenleri, ormanları, imalat sanayiinde ve ulaşım sektöründe büyük iştirakleri var. Yaklaşık 150 yıllık bir “Rockefeller hanedanı”ndan bahsediliyor, servetlerinin 1–2 trilyon dolar olduğu hesap ediliyor. John P. Morgan, uluslararası banker ve gezegenimizin ilk milyar dolarlık (1901 yılı itibarıyla) endüstrisinin, U.S. Steel’in sahibi, “Amerika’yı Amerikan yapan adam” diye bilinen kişi. Andrew Carnegie, 1890’da İngiltere toplamından daha fazla çelik üreten Carnegie Çelik’in sahibi, ayrıca kömür ve demir madenleri, ticaret gemileri ve demiryolları var. Mayer Rothschild, ünlü Rothschild Hanedanı’nın kurucusu banker –Rockefeller’den daha zengin– 2000’li yılların başındaki servetlerinin 3 trilyon dolar olduğundan bahsediliyor. Ve Cecil Rhodes, ünlü elmas imparatoru. Güney Afrika elmas tarlalarını işleten, Güney Afrika’yı İngiltere adına fetheden adam. Rhodesia, adını onun soyadından alıyor. Ayrıca apartheid/ırk ayrımının mucidi.
Bu beş adamın akıl hocaları, Oxford Üniversitesi profesörlerinden John Ruskin. 1877’de “Yuvarlak Masa” adındaki gizli cemiyeti kuruyorlar. Amaçları: İngilizce konuşan dünyayı bir oligarşik federasyon halinde birleştirmek. Büyük Britanya İmparatorluğu’nu siyasi, ekonomik ve kültürel olarak yeniden yapılandırmak suretiyle, oligarşik dünya federasyonuna giden yolu açmak. Otuz yıl sonra, 1908 yılına gelindiğinde, ‘Yuvarlak Masa’yı çokuluslu, Anglo–sever bir yarı açık cemiyet olarak görüyoruz.
Bilderberg Grubu, 1954’te Avrupalı Rothschild hanedanı öncülüğünde kuruluyor, Amerikalı rakibi, Rockefeller hanedanı tarafından destekleniyor, ev sahipliğini eski SS–Nazi Hollanda Kralı Bernhard yapıyor. “Bilderberg” kralın sahip olduğu otelin adı. Bilderberg’ciler, 1954’ten itibaren her yıl dünyanın değişik şehirlerinde toplanıyorlar. Gündem gizli, katılanlar gizli, meğer ki patron olsunlar gazeteciler Bilderberg toplantılarına alınmıyorlar. Hatta, ABD ve Avrupa devletlerinin gizli teşkilatları, toplantıların yapıldıkları otellere gazetecileri sokmamak için olağanüstü önlemler alıyorlar. İçeri sızmayı başarabilen birkaç muhabirin feci şekilde tartaklandığı, tutuklandığı biliniyor.
Bilderberg’cilerin amaçlarının dünyayı sıkıca koordine edilmiş küçük, seçkin bir uluslar–ötesi bankerler ve sanayicilerden oluşmuş, entelijensiya destekli oligarşinin eline teslim etmek olduğu söyleniyor. Avrupa Birliği’nin Avrupa kıtası için yaptığını dünya için yapmak ve bir Dünya Devleti kurmak istiyorlar. David Rockefeller’in farklı zamanlarda farklı yerlerde (bu arada 1999 yılı Şubat’ında Newsweek International dergisine verdiği bir mülâkatta) “Hükümetlerin yerini alacak birileri olmalı ve bana öyle görünüyor ki, bunu da en iyi şirketler yaparlar...” demekten çekinmemiş olmasına işaret ediliyor ve yaygın söylemin aksine karşı çıkılmadığı takdirde önümüzdeki asırlarda dünyanın “yeni feodal lordlar”ın boyunduruğu altına gireceği hakkında uyarı yapılıyor. Uyaranlar, Yeni Dünya Düzeni muhalifleri.
Muhalifler, Yeni Dünya Düzeni’nin anlamının, dünyanın siyasi ve yasal hüviyetini tümüyle değiştirmek, ulus–devletlerin tarihi rollerini ortadan kaldırmak, kontrolü uluslar–ötesi tröstlere devretmek suretiyle millet kavramını ortadan kaldırarak, idareyi İngilizce konuşan Anglo–sever bir oligarşiye teslim etmek olduğundan eminler. Yarı şaka ileri sürdükleri bir iddiaları da Birleşmiş Milletler teşkilatının bundan böyle “Birleşmiş Tröstler Teşkilatı” olarak isim değiştireceği şeklinde. Bilderberg toplantılarına katılanların isimlerinin saklı tutulması, görüşmelerin basına kapalı olması, dünya ekonomisine ve siyasetine dair kararların kapalı kapılar ardında alınmasını ülkelerinin anayasalarının en galiz ihlâli şeklinde algılıyorlar. Ulusal politikacılarının, özgür iradeleriyle seçtikleri vekillerinin etkisizleştirilmesine tepki gösteriyorlar. Amerikan başkanlarından, Dünya Bankası guvernorlarına, diğer ülkelerin başbakanlarına varıncaya kadar, dünyanın kaderini etkileyen eşhasın kapalı kapılar ardında saptanmasına şiddetle karşı çıkıyorlar. Dünya basın devlerinin Bilderberg’cilerle işbirliği içinde oldukları gerekçesiyle, seslerini ya bağımsız basın aracılığı ile ya da internet üzerinden duyuruyorlar. Zaman zaman da, Seattle’da, New York’ta olduğu gibi gösterilerine de şahit oluyoruz.
“Yuvarlak Masa” cemiyetinin bir diğer uzantısının “Roma Kulübü” olduğu söyleniyor. Roma Kulübü, 1968’de kuruluyor. Kendilerine “özel think–tank” nitelemesini yakıştırıyorlar. İlân edilmiş amaçları, barışı desteklemek, insanların ‘tehlikeli’ uçlara, kısır milliyetçiliğe ve sınıf çatışmalarına yönelmelerini önlemek.” Roma Kulübü’nün güçlü adamı, SGI’nin başkanı, Daisaku İkeda, “İnsan ırkının sesi ve zekâsı... İnsanlığın yolunu aydınlatan bir deniz feneri, tüm dünyaya umut saçacak olan ışık...” olduklarından bahsediyor. SGI, “Soka Gakkai International”ın kısaltılmışı; Japon kökenli, Nichiren Daishonin Budist tarikatının uluslararası örgütü. Muhalifleri, Roma Kulübü’nün, kurulacak dünya devletinin resmi dinini oluşturduğunu söylüyorlar. Çokça Hıristiyanlık, biraz Budizm bir dinden bahsediliyor.
“Yeni Feodal Lordlar”ın ne denli güçlü olduklarını, ulusların kimliklerini kaybetmemek için ne denli direnebileceklerini kuşkusuz zaman gösterecek. Ancak, Yeni Dünya Düzeni, muhaliflerinin iddia ettikleri gibi “yeni bir toplumsal mühendislik projesi” ise, ki öyle görünüyor, ulusların işlerinin zor olduğunu kabul etmemiz lâzım. Bir yandan “İkinci Aydınlanma Çağı”nın reddettiği “tek doğru” anlayışı, öte yandan finans oligarşisi, bir arada yaşayamayacak oluşumlar gibi görünüyorlar. Nitekim, daha bugünden Birleşik Amerika’da iki bin beş yüz muhalif “kült”ün varlığından bahsediliyor.
(Alev Alatlı)
ömrü boyunca hiç bir zaman (zarif bir tebessümden öte) kahkaha atmamış mahzun peygamber.
çünkü 'bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız' demiştir.
'cömert gavur, cimri müslümandan iyidir..' (hadis)
adı, övülmüş, övgüye-değer anlamına gelir.
Hz.Muhammed, soylu, dürüst, adil ve lekesizdi. eli hiçbir zaman, üzerinde hakları olmadığı, veya evli olmadığı bir kadının eline değmedi. insanların en cömertiydi o. akşam olduğunda elinde ne bir dirhem, ne de bir dinar kalırdı. vereceği kimse bulamayıp da elinde bir şey kalırsa, onu ihtiyacı olan birine verinceye kadar evine girmezdi. hiçbir zaman bir şey istemezdi ama istenilen şeyi verirdi. başkalarını kendisine ve ailesine tercih ederdi ve çoğu zaman yıllık tahılın saklandığı kiler yıl sonu gelmeden boşalmış olurdu. ayakkabılarını ve elbiselerini onarır, ev işleri yapar, ev halkıyla birlikte yemek yerdi. utangaçtı. insanların yüzüne gözlerini dikmezdi. ister köle isterse özgür olsun bütün insanların davetlerini kabul etti. ve açlıktan karnının üzerine taş bağladığı zamanlarda kendisine sunulanları yalnızca bir yudum süt ve bir tavşan ayağı olsalar bile kabul etti.
elde olanı yedi ve hiçbir zaman izin verilmiş olanı yemekten kaçınmadı. bir yere yaslanarak yemedi. davetlere katıldı, hastaları ziyaret etti, cenaze törenlerine katıldı ve düşmanları arasında koruyucusu olmaksızın dolaştı. insanların en alçak gönüllüsüydü, saygısızlığa varmayan ölçülerde insanların en sessizi ve sözünü uzatmadan insanların en güzel konuşanıydı. her zaman neşeliydi ve hiçbir zaman dünya işlerinden dehşete kapılmadı. at, deve, katır ve eşeğe bindi, bazı zamanlarda çıplak ayakla ve çıplak başla dolaştı.
güzel kokuları sevdi ve kötü kokulardan hoşlanmadı.yoksullarla oturdu ve onlarla birlikte yedi.
hiç kimseye zorbalık etmedi ve kendisinden özür dileyenleri bağışladı.
şaka yaptığı zaman bile yalnızca doğruyu söyledi.
gülerdi ama gülerken kahkaha atmazdı. hizmetçilerinden daha iyi yiyecekler yemedi ve onlarınkinden daha iyi giyecekler giymedi.
bu kusursuz yönetici öğrenim görmemişti. okuma ve yazma bilmiyordu. kimsesiz bir çölde çobanların yanında büyüdü ve hem annesiz hem babasız bir öksüzdü. düşmanlarına lanet etmeyi şu sözlerle reddetti: “ben lanetlemek için değil, bağışlamak için gönderildim.” kendisinden birisi üzerine kötülük dilemesi istendiğinde, bunun yerine onları kutsadı.
hizmetçisi enes ibn malik şöyle dedi: “bana, onaylamadığı bir şey yaptığımda hiçbir zaman ‘niçin öyle yaptın? ’ demedi. ayrıca eşleri de onun ‘varsın olsun, olacağı varmış.’ sözünü söylemeden beni azarlamadılar.”
eğer bir yatak varsa onun üzerinde uyudu, yoksa yerin üzerinde yattı. selamı veren hep o olurdu. el sıkışırken hiçbir zaman elini ilk çeken kişi o olmazdı. konuklarını kendine tercih eder, kabul edilinceye kadar üzerine oturduğu minderi vermekte ısrar ederdi. onurlandırmak için arkadaşlarını ve kalplerini yumuşatmak için çocukları künyeleriyle çağırırdı. karşısında hiç kimse tartışmadı. o yalnızca doğruyu söyledi. arkadaşlarının sözlerini takdir eder, onlara katılırdı ve onların önünde en çok gülümseyen ve en çok gülen kişi oydu.
yediklerinde hiçbir kusur bulmadı: eğer hoşlandıysa yer, hoşlanmadıysa yemezdi. hoşlanmadığı zaman başkalarını yiyecekten iğrendirmedi. çok sıcak yemedi. tabağı parmaklarıyla sıyırarak temizlerdi. “son lokma çok kutsaldır.” derdi. parmaklarındaki yemeği yalayarak temizlemeden ellerini yıkamazdı. sütü kana kana, suyu yudum yudum içti.
en yakın sahabesi hz ali şöyle dedi: “insanların en cömerti, en açık yüreklisi, en doğru sözlüsü, sözünde en çok duranı, en yumuşak huylusu, ailesine karşı en yüce gönüllü olanı oydu. onu umulmadık bir anda gören dehşete kapılır ve kim onun yakınıysa onu severdi.”
ingilizlerin ana kralicesi (1900-2002) 31 mart 2002 de hayata gözlerini yumdu.uykusunda vefat etmiştir....
Çanakkale Savaşlari`nda ingiliz donanmasinin gozbebegi gemi..
mucidi resmi olarak Marconi olarak gözükmesine rağmen fikir sahibi olanda, ilk prototipi yapanda efsane mucit Nikola Tesladır.
KAYALARIN OĞLU
1923`ün ılık bir ekim sabahinda
kayalarin topraga dikine saplandigi yerde dogdum
toprak anayla kaya babanin ogluyum ben
toprak anam sevgi dolu, bereket dolu
toprak anam sessiz, ama toprak anam dopdolu
toprak anam toprak anam anadolu
babamsa sagi solu belli olmaz
bir gürledi mi yer yerinden oynar
gögsünde çatirdamalar olurmus
onun için derdi, onun için sayisiz irili ufakli
kaya parçalari vardir bu topraklarda
ve sen benim oglum
ve sen kayalarin oglu
bu taşi topragi birarada tutacaksin
kolay degil kayalarin oglu olmak
kuzeyden esen rüzgara
güneyden gelen kavurucu sicaga
karşi koruyacaksin onlari
kolay degil, kolay degil
kayalarin oğlu olmak
2023`ün ilik bir ekim sabahinda
bacaklarimda hafif bir uyusma ile uyandim
ve sanki yüz yillik ulu bir çinar gibi
kök salmaya basladim o sabah
ve ilk kez sagimda solumda asirlardir
durmakta olan diger çinarlari farkettim
dogudan hafif bir seher yeli yükseldi
ve asirlik çinarlar benide aralarina aldilar
ve 2023`ün ılık bir ekim sabahinda
yeni bir kayalarin oğlunun dogusunu
beraberce seyre koyulduk...
1980 sonrası üniversitelerdeki her türlü simge yasaklandığı sırada 'başörtüsü' de bu yasak kapsamına alınmış idi. O zamanki YÖK başkanı İhsan Doğramacı bir gün 'Evet başörtüsü yasaktır, ama çağdaş bağlanmış bir türbanla öğrenciler üniversiteye girebilir' diyerek bugünkü bunalımın adını koydu. Böylece halkın geleneksel giysisi olan 'başörtüsü' ile bunun bir siyasal simge haline dönüşmüş biçimi olan 'türban' sadece işlev olarak değil, isim olarak da farklılaştı