Kültür Sanat Edebiyat Şiir

tımarhane duvarı sizce ne demek, tımarhane duvarı size neyi çağrıştırıyor?

tımarhane duvarı terimi Maria Puder tarafından tarihinde eklendi

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    sağım solum önüm arkam sobe, saklamayan ebe.....

  • İrem Başar
    İrem Başar




    Temiz ve günahsız bir dosya,

    Erdemli ve saf bir adam

    Beyaz bir sakal, parlak ayakkabılar,

    Geniş, bol bir takım elbise

    İsmi aşağılık insan , örnek birisi, bizim şehirde, onun gibisi çok var

    Güzel bir günde, evde oturmuş, yumuşak mindarın üzerinde

    Evin kadını erkeğine çorba ısıtıyor ama

    Eski olaylar aklından geçer. Unutulmaz, aşağılık adam kalbini kırdığında

    Annesi dedi hayatından vageçme olur böyle şeyler.

    Bir tokatla bişey olmaz. Hayat böyle olur.

    Büyük oğlan biraz geri zekalı ama yinede fabrikanın müdürü

    Valiasr sokağında gezer tedirgin olsada, sokakta kendine Aşklar arar (gumusdis not: valiasr sokağı istanbulun taksimi yada daha doğrusu tarlabaşı gibi kız/erkek tavlama yeridir)

    İsmi aşağılık adam, örnek bir insan, onun gibisi bizim şehirde çok var.?

  • Vahide Öz
    Vahide Öz

    Bir gün belki hayattan
    Geçmişteki günlerden
    Bir teselli ararsan
    Bak o zaman resmime

    Gör akan o gözyaşları
    Benden sana son kalan
    Bir küçük resim şimdi
    Cevap veremez amma
    Ağlar yalnızlığına

  • İrem Başar
    İrem Başar


    Ege Efem n'ber? hala iyi müzik peşindesin..:)

  • İrem Başar
    İrem Başar


    Destekliyorum ve paylaşıcam,ağzına kadar yaşam dolu kadın..!




  • Maria Puder
    Maria Puder

    İrem onları destekle ve herkese söyle lütfen....



  • İrem Başar
    İrem Başar


    O halde dinleyebiliriz:))

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Var iki tane .Yeter mi? :)))

  • İrem Başar
    İrem Başar


    Hey "D" umarım deri bir montun vardır.
    Bunu çok önemserim.
    :))

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Gündem üzerime üzerime geliyor... Şimdilik bu kafadayım ,üzgünüm... Elimden geleni yaparım.

  • Maria Puder
    Maria Puder

    İlk başta o bir toz bulutuydu. En son ''İnsan'' geldi ve bak neler oldu!



    Kötülük dünyada değil, kişinin yüreğindedir. (Gabriel Garcia Marquez)

  • İrem Başar
    İrem Başar


    ''İnsan masumiyetini bazen
    bir başkasının günahlarıyla kaybeder''

    demiş Mungan..

  • Maria Puder
    Maria Puder

    O sadece filmlerde oluyor. Bir ''D'' öyküsü öyle hurafeler içermez :)))))))))

    Ben de teşekkür ederim okuduğun için... Okurken sevmediğin bir şey görürsen açıkça eleştiri yap lütfen. Ben bozulmam :)))

    Ve ''A''; ben bu rengi çok sevdim :)))

  • İrem Başar
    İrem Başar


    Teşekkürler ''D'' çok güzeldi..

    Okurken hep Mehmet'in Elif'i dönüştüreceğini sanıyordum.:)

  • Maria Puder
    Maria Puder

    İREM BAK BU DA AŞK ,PAYLAŞIM SENİN İÇİN :


    Kafanı daldır, zoilus, kafanı
    - Ya sen kazamıyorsun, ver bana şu küreği.
    - İyi be! Al, tamam. Biraz daha sabretsen bitecekti. Hem sen kızsın, benim kadar gücün yok
    - Kes sesini de acele edelim. Bir daha bana gücün yok dersen ağzını burnunu kırarım senin Mehmet.
    - Ben kötü bir şey demedim ki ama şimdi.
    - Yahu, sus artık sus. Bak birazdan gelecekler. Fazla vaktimiz kalmadı. Onu acilen gömmemiz gerek.
    - Tamam, hadi o zaman bende diğer kürekle kazayım da çabuk bitsin. Elif biz onu niye öldürdük?
    - Çünkü canımız öyle istedi.
    - Sadece öyle istediğimiz için onu öldürdük, ben çok üzgünüm.
    - Daha bir sürü var. Onun öldüğünü kimse fark etmeyecek merak etme.
    - Ama ya annesi varsa? O kesin merak edecektir. Bulamadığında üzülecektir. Elif sen neden bu kadar kötüsün.
    - Sen de kötüsün. Yoksa burada bana yardım ediyor olmazdın.
    - Ben sadece seni seviyorum. Sana yardım etmek için yanında oluyorum.
    - Ben kötü biriysem beni neden seviyorsun?
    - Bilmiyorum… Ama hep senin yanında olmak istiyorum.
    - Bak, duyguların umurumda bile değil şu anda. Eğer yakalanacak olursak bu bizim sonumuz olur. Alacağımız cezayı düşün!
    - Baksana Elif, bu mezar ona küçük geldi. Sığmıyor içine.
    - Hım! Ayaklarını mı kırsak acaba? Sen şu taşı getirsene bana. Ben bunun kafasını koparayım en iyisi.
    - Hayır! Elif lütfen böyle şeyler yapma. E…lif! Bak ağlamaktan konuşamıyorum.
    - Ne sulu göz çıktın sen de be. Ne var yani, ölmüş zaten. Canı falan yanmayacak ki
    - Olsun lütfen ezme başını, ben görmeye dayanamam. Bak ben biraz daha kazarsam sığacaktır içine çukurun.
    - O zaman çabuk ol. Yoksa koparacağım kafasını.
    - Tamam, sen sakin ol. Bak kazıyorum ben.
    - İyi!
    - Elif neden böyle şeyler yapıyorsun? Hep bir şeylere zarar vermek peşindesin. Neden?
    - Bilmiyorum… İçimden geliyor, bazen bir an önce büyümek istiyorum Mehmet. Büyüdüğümde çok daha büyük işler yapacağım.
    - Ne gibi mesela?
    - O zaman hala yanımda olursan öldürüp içini deştiğim bir güvercini okulun bahçesine gömmeğe uğraşmayacaksın.
    - Ne ile uğraşacağız o zaman?
    - İnsanları gömeceğiz.


    Yıllar sonra bir haber merkezinde:


    - Sayın seyirciler; şimdi de sizlere gururla sunacağım bir habere geçiyorum. Madalya törenini izlediğiniz Albay Elif Arcan ve Binbaşı Mehmet Arcan çiftinin gözlerimizi yaşartan kahramanlık öyküsünden bahsedeceğiz. Geçtiğimiz günlerde o uzak ülkede gösterdikleri başarılarından dolayı millet olarak hepimizin göğsünü kabartan bu asker çift, gerçek birer kahramandır. Düşman arazisine sızarak mühimmat deposunu patlatan ve oldukça fazla zayiat verdiren bu asker çiftin başarısı olmasa idi bugün belki de size onlarca şehit haberinden bahsedecektik. Ciddi ve kanlı bir eyleme hazırlanan terörist grup bu kahraman askerlerimiz sayesinde etkisiz hale getirilmiştir. Çatışırken ellerinde cephane kalmamış olmaları bile onları yıldırmamıştır. Orada buldukları yanıcı maddeleri teröristlerin üzerine püskürtüp ateşe vererek düşmanın daha fazla kayıp vermelerini sağlamışlardır. Kesin sayı henüz bilinmese de kırk, kırk beş adet teröristin öldüğü tahmin ediliyor.
    O gün orada yaşananlar tesadüf değildir. Bu Albay Elif’in ilk başarısı değildir. Daha önce de pek çok kahramanlık öyküsüne imza atan kadın subay, aldığı rütbe terfilerine ve madalyalara aldırmadan ülkesi için hizmete bütün tevazuu ile devam ediyor. Eşi ile birlikte en zor görevlere talip olup başarı ile geri dönüyor. Başarılı subaylarımızın her ikisi ile de gurur duyuyoruz.

    Tören anından kısa bir süre sonra karargâhta:

    - Mehmet gömdüğümüz güvercini hatırlıyor musun?
    - Evet, sevgilim… Hiç unutmadım. Ben geceleri senin yüzünden uyuyamıyorum. Ama senden de bir türlü kopamıyorum. Sana doğru sürekli olarak akan duygularımın sen de bir anlamı olsun diye yıllardır uğraşıyorum. Olmak istemediğim birine dönüşmüş olmak bile benim için önemli olmadı. Ama sen de bir karşılığı olmayan bir duygunun peşinden sürüklenip duruyorum. Bana yaptığın işkence, onlara yaptıklarından çok daha ağır biliyorsun değil mi? Sana karşı bu kadar çıplak kaldığım için beni her noktamdan, her gün öldürüyorsun.
    - Boş boş konuşma yine. Orada yaktıklarımızın sadece köylü olduklarını bilseler ne olurdu sence?
    - Şu an madalya almak yerine askeri mahkemede yargılanıyor olurduk.
    - Onlar terörist olsalardı da aslında yine aynı sayıda insan öldürmüş olacaktık. Bu insanlar ne kadar aptal…
    - Elif; beni seviyor musun?
    - Bizim bilinçlerimiz tek yumurta ikizi değil. Aşkın eninde sonunda verdiği duygunun bir diyetinin olacağını bilmeliydin. Sana cezayı veren ben değilim, kendi hislerin. Şimdi söyle bakalım benim de seni sevmeme gerek var mı?
    - Sanırım yok...
    - İnsan, sadece bir hayvandır Mehmet. Kendini çok önemseme, doğa için değerin bu.
    - Elif, ben seni çok seviyorum.
    - Hafta sonu pikniğe gidelim mi?
    - Gerçekten mi? Şu an çok şaşırdım.
    - Evet, gerçekten. Hala çok iyi sapan kullanıyorum. Biraz kuş vururuz hem.
    - Elif!



    D...

  • Vahide Öz
    Vahide Öz

    sen de ben de artık daima ileriye bakmalıyız.Geçmiş bir fırtına hortumu gibi içine çekip yok edebilir yoksa.

  • İrem Başar
    İrem Başar 17.05.2018 - 14:24



  • İrem Başar
    İrem Başar


    Çok beğendim..!


  • Maria Puder
    Maria Puder 17.05.2018 - 11:37

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Bir kum tanesi olunca tutunmak zor oluyor. Ondandır kayıp yer değiştirmek...


    ''Kırılan dalgaların dövdüğü bir kıyının
    Haykırışları içinde duruyorum:
    Ve altın kum taneleri
    Tutuyorum avucumda-
    Ne kadar az! Ama nasıl da
    Süzülüyorlar parmaklarımın arasından derinlerine
    Ben ağlarken - ben ağlarken!
    Ah Tanrım! Daha sıkı
    Tutamaz mıyım onları?
    Ah Tanrım! Tekini bile kurtaramaz mıyım acımasız
    dalgadan?
    Bir düşün içinde bir düş mü
    bütün gördüğümüz ve göründüğümüz?

    Edgar Allan Poe''

  • İrem Başar
    İrem Başar


    Evet buldum.Ama iyi saklanmışın zor oldu:)))



  • Maria Puder
    Maria Puder

    Beni buldun :))

    Sobe! de ...

  • İrem Başar
    İrem Başar


    Fransız yazar ve psikanalist Marie Bonaparte Edgar Allan Poe için şöyle diyor: “Poe’nun garip, dengesiz ve saplantılarla dolu yapısının kendini cinayete ya da deliliğe sürüklemesini önlemek için elinin altında bir başka zehir vardı. Herkesin aynı rahatlıkla kullanamayacağı bir zehir: Güzel ve özenli yazısıyla, arada bir derin üzüntüsünden ayrılmasını sağlayan, ürkünç, kasvetli ama avutucu imgeleri kağıda döktüğü mürekkepten söz ediyorum.”


  • Maria Puder
    Maria Puder 16.05.2018 - 16:15

  • Maria Puder
    Maria Puder

    ım here :))))


  • İrem Başar
    İrem Başar


    Hey ''D'' ne dersin? :)

  • Maria Puder
    Maria Puder

    KUZGUN

    Ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin
    O acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan,
    Neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,
    Çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan;
    "Bir ziyaretçidir" dedim, "oda kapısını çalan,
    Başka kim gelir bu zaman?"

    Ah, hatırlıyorum şimdi, bir Aralık gecesiydi,
    Örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman,
    Işısın istedim şafak çaresini arayarak
    Bana kalan o acının kaybolup gitmiş Lenore'dan,
    Meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili Lenore'dan,
    Adı artık anılmayan.

    İpekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
    Korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;
    Yatışsın diye yüreğim ayağa kalkarak dedim:
    "Bir ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan,
    Gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
    Başka kim olur bu zaman?"

    Kan geldi yüzüme birden daha fazla çekinmeden
    "Özür diliyorum" dedim, "kimseniz, Bay ya da Bayan
    Dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
    Öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan."
    Yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
    Kapıyı açtığım zaman.

    Gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya,
    Şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;
    Sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,
    Fısıltıyla bir kelime, "Lenore" geldi uzaklardan,
    Sonra yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan;
    Yalnız bu sözdü duyulan.

    Duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,
    İçimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.
    İrkilip dedim: "Muhakkak pancurda bir şey olacak;
    Gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;
    Yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;
    Başkası değil rüzgârdan..."

    Çırpınarak girdi birden o eski kutsal günlerden
    Bugüne kalmış bir Kuzgun pancuru açtığım zaman.
    Bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
    Süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
    Kondu Pallas'ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
    Kaldı orda oynamadan.

    Gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca
    Hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
    "Gerçi yolunmuş sorgucun" dedim, "ama korkmuyorsun
    Gelmekten, kocamış Kuzgun, Gecelerin kıyısından;
    Söyle, nasıl çağırırlar seni Ölüm kıyısından?"
    Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

    Sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama
    Hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,
    İlgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki
    Kapısında böyle bir kuş kolay kolay görmez insan,
    Böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;
    Adı "Hiçbir zaman" olan.

    Durgun büstte otururken içini dökmüştü birden
    O kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.
    Sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,
    Sustu, sonra ben konuştum: "Dostlarım kaçtı yanımdan
    Umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan."
    Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

    Birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte
    "Anlaşılıyor ki" dedim, "bu sözler aklında kalan;
    İnsaf bilmez felâketin kovaladığı sahibin
    Sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan.
    Umutlarına yakılmış bir ağıt gibi durmadan:
    Hiç -ama hiç- hiçbir zaman."

    Çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;
    Bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,
    Sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,
    Sonra Kuzgun'u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan
    Ne demek istediğini böyle kulağımda kalan.
    Çatlak çatlak: "Hiçbir zaman."

    Oturup düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile
    Ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan
    Durup o Kuzgun'a baktım, mindere gömüldü başım,
    Kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran,
    Elleri Lenore'un artık mor mindere, ışık vuran,
    Değmeyecek hiçbir zaman!

    Sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
    Melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
    "Aptal," dedim, "dön hayata; Tanrın sana acımış da
    Meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;
    İç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan."
    Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

    "Geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?
    Ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
    Bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,
    Korkuların hortladığı evimde, n'olur anlatsan
    Acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan..."
    Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

    "Şu yukarda dönen gökle Tanrı'yı seversen söyle;
    Ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
    Azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi
    Buluşacak o Lenore'la, adı meleklerce konan,
    O sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan?"
    Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

    Kalkıp haykırdım: "Getirsin ayrılışı bu sözlerin!
    Rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
    Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
    Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan!
    Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!"
    Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

    Oda kapımın üstünde, Pallas'ın solgun büstünde
    Oturmakta, oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan;
    Hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
    Bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
    O gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
    Kalkmayacak - hiçbir zaman!





    Edgar Allan POE

  • Maria Puder
    Maria Puder

    ATATÜRK GİBİ DÜŞÜNMEK


    ATATÜRK’ün sınırları olmayan bir dünya lideri olduğunu ifade edebilmek için bir Norveç deyimini başlık atarak ondan bahsetmeye başlamayı seçtim. ‘’Atatürk gibi düşünmek’’ deyiminin anlamını hissederek günlük yaşamlarında sık sık kullanan bir ülke olduğunu biliyor muydunuz? Çözümsüz kaldıklarında ‘’ Atatürk gibi düşün. Mutlaka bir yolu vardır’’ diyerek yeniden ayağa kalkmanın çaresini arayan ülkeler var Dünyada.
    Onu sevmek ve anlamak öyle muhteşem bir duygu ki onunla gururlanmak öyle tarifsiz bir haz ki ondan bahsetmek içi hangi kelimeleri kullanacağımı bile bilemiyorum. Hangi vasfını unutursam ona haksızlık yaparım telaşı içindeyim.

    Bu telaşım beni çocukluk yıllarıma götürdü. Ben daha yedi yaşındaydım. İçinde bulunduğumuz yaz mevsimi bittiğinde okula başlayacaktım. Çok güzel bir Ağustos akşamıydı. Bir kaç gün sonra Zafer Bayramı kutlanacaktı. Biz akşam yemeğini yemiştik ve sivrisinekler rahatsız etmesin diye bahçeyi aydınlatmadan masada oturmuş sohbet ediyorduk. Babam keyifle çayını içiyorken yorgunluk gideriyordu. Annem hep bir nedenle masadan kalkıyor, içeriye gidiyor, yine geri geliyordu. Onun sürekli işi olması benim başımı döndürüyordu.

    Bahçeye elinde fenerle bir asker girdi. Bahçe kapısının yanında durup elindeki feneri bize doğru tutmuştu. Babam yerinden doğrularak;
    -Buyur evlat, hayırdır?
    - Müdür bey; iyi akşamalar. Bayram kutlamaları için trenle gelecek olan askeri malzemelerin vagonu hangi istasyondadır diye komutanımız merak ediyor. Bu sebeple sizi bu saatte rahatsız ettim. Komutanımız kutlamalar konusunda hiçbir aksilik olmasını istemiyor.
    - Bizim hareket memuru Veli Bey istasyondadır aslında ama madem buraya kadar geldin gelip bakayım.

    Babam yerinden kalkıp bahçe kapısındaki askerin yanına ilerledi ve sonra birlikte bahçeyi terk ettiler. Biz tren garının lojmanında oturduğumuzdan böyle çat kapı işleri çok çıkardı babamın. Bu durumdan en çok annem hoşlanmazdı. Ama yapılacak bir şey yoktu.

    Benim aklım Zafer Bayramında takılı kalmıştı. Hala neden böyle bir bayram kutladığımızı pek anlamamıştım. Bu konuda yardım etmesi için anneme sormaya karar verdim.
    - Anne biz neden Zafer bayramı kutluyoruz?
    - Aslında her şey 19 Mayısta başladı kızım. Eğer 19 Mayıs ta ATATRÜRK Samsun’a ayak basmamış olsa idi bugün 30 Ağustos Zafer bayramı diye bir şey olmazdı. Atatürk ‘’Bandırma Vapuru’’ ile çıktığı özgürlük yolunda bir ulusun kaderini değiştirmiştir.
    - Nasıl?
    - Bak kızım; o günlerde bizim ülkemiz yabancı devletler tarafından işgal edilmişti.
    - İşgal edilince ne olmuştu?
    - Şöyle anlatayım; bu bahçeyi bizim ülkemiz gibi düşün. Şuradaki erik ağacını hiç tanımadığımız bir adam gelip sahiplenmiş. ‘’bu ağaç artık benim’’ diye bağırıyor ve elinde de silahı var. Şu köşedeki kiraz ağacına da bir başkası gelip el koymuş ve oda aynı şekilde silahlı ve bizi tehdit ediyor. İşte bu bahçede gördüğün ne varsa tanımadığımız insanlar bir an da gelip ellerindeki silahlarla hepsine sıra ile el koyuyorlar ve biz onlardan güçsüz olduğumuz için geri alamıyoruz. Ayrıca bu bahçenin bir yönetici varmış ve evdeki odasından hiç çıkmıyormuş. Sadece odasına dokunulmasın diye her şeyimizi vermeyi kabul etmiş.
    - Ama bu bahçeyi yönetiyorsa odasından çıkıp onlara kızması gerekmez mi?
    - Evet, bunu yapması gerekir. Ama yapmıyor ve hepimizi ve bahçede ne kadar sahip olduğumuz eşya varsa hepsini almalarına izin veriyor.
    - Kim anne o yönetici?
    - Padişah! Bizim son padişahımız ne yazık ki ülkemize düşmanlar geldiklerinde bizi hiç korumadı kızım.
    - Niye öyle yapmış ki? Bahçesini neden veriyor? Hiç öyle başkan olur mu? Geçen gün arkadaşım Cemile bisikletimi zorla alıp binmeye kalktı ve ben buna izin vermedim. ‘’İnsan kendisine ait olan bir şeyi korumalıdır’’ demişti babam.
    - Evet, kızım insan kendisine ait olan bir şeyi sonuna kadar korumalıdır. Bazen bunu akıl yolu ile bazen de güç kullanarak yaparsın. Bir başkasının sahip olduğu bir şeye de göz dikmezsin. İnsanlarla iyi geçinmenin yolu budur. Aynı zamanda adaletli olmak böyle bir şeydir. Barış içinde yaşamak için herkes kendi sahip olduklarının kıymetini bilmeli ve bir başkasına ait olana göz dikmemeli. İşte Atatürk’ün bize öğrettiği güzel fikirlerden biri de budur. O ‘’yurtta sulh cihanda sulh’’ diyerek Dünya barışının önemini vurgulamıştır.
    - O ne demek anne?
    - Yani herkes kendi bahçesinde barış ve huzur içinde yaşamalı, bir başkasının bahçesindekilere sahip olmak için kötü şeyler yapmamalı demektir. Atatürk hep savaşmak zorunda kalmış, barış için tüm hayatı boyunca uğraşmış bir liderdir.
    - Atatürk çok iyi bir insanmış o zaman anne.
    - Çok iyi bir insandı tabi ki. Hem o çocukları çok severdi. Dünya da hiçbir lider çocuklara bayram hediye etmemiştir. O hem çocuklara hem de gençlere çok güveniyordu. Yurdumuzu ve tüm sahip olduğumuz değerli şeyleri sizlere emanet etti. Biraz büyüdüğünde sana gençlere yazdığı bir mektup var ,onu okuyacağım. Adına ‘’Gençliğe Hitabe’’ deniyor. Orada her şeyi anlatmış.
    - A! Bize mektup mu bırakmış bir de? Çok merak ediyorum neler yazdığını.
    - Benim sana anlattıklarımı anlatmış kızım. Ama büyüdüğünde mutlaka okuman gerek. Şimdi okusan da henüz tam olarak anlaman pek mümkün değil.
    - Büyümek ve o mektubu okumak için çok heyecanlıyım.
    - Akıllı kızım benim.
    - Sonra ne olmuş anne? Bahçeye giren silahlı adamlar nasıl gitmişler?
    - Hım! Devam edelim o zaman. Bahçe talan edilirken Atatürk Samsun’dan büyük bir ışık yakmış.
    - Nasıl yakmış?
    - Kızım, diyelim ki az önce bahçeye giren asker Atatürk’müş. Biz karanlıkta iken elindeki fenerle bir anda nasıl bahçeyi aydınlattı gördün değil mi? Bahçenin giriş kapısını Samsun olarak düşünürsen oradan yaktığı ışığı biz burada İzmir’de gördük değil mi? Bu masanın olduğu yeri İzmir olarak düşün.
    - Evet , çok güzel ışık oldu bir anda. Anlıyorum galiba.
    - Atatürk Samsun’dan o ışığı yakıp bizlere seslendiğinde işte halk tıpkı baban gibi ayağa kalkıp görevinin başına geçti. Atatürk önderliğinde koca bir millet ayağa kalktı. Hepimiz onun ışığı ile karanlığımızdan çıkıp bahçemizi talan eden yabacılara karşı mücadele etmeye başladık. Sıra ile bahçedeki tüm ağaçları, çiçekleri, eşyaları, neyimiz var neyimiz yoksa ellerinden geri aldık. Bunu yaparken bazı eşyalarımız kırıldı. Bazı ağaçların yaprakları dökülüp dalları kırıldı. Bahçenin bazı yerleri kirlendi. Ama biz pes etmedik. Yeniden yaparız, yeniden eski haline getiririz bizim olanı diyerek asla umutsuzluğa kapılmadık. Çünkü Atatürk bize öyle öğretti.
    Bir zaman sonra Atatürk şu bahçenin ortasındaki havuzu yaptırdı. Bu havuz Ankara kızım. Tüm halk bahçenin dört bir yanından oradaki havuza birer avuç su ile gelip onu doldurdular. Millet olmak, hep birlikte bir havuzu doldurabilmektir. Bunu da bize Atatürk öğretti.

    Bizim bulunduğumuz masa dan yani İzmir’den neredeyse Ankara’ya kadar bir yangın çıkmıştı. Yunanlı istilacılar bahçemizi yakmışlardı. Halk Atatürk’ün önderliğinde büyük bir savaşa girişti. Atatürk yüksek sesle ‘’Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!’’ dedi ve halkı bir kez daha göreve çağırdı. O havuzda toplanan su ile İzmir’e kadar koşarak geldiler. Tüm yangını söndürdüler. İşte buna zafer diyoruz. Atatürk bu büyük zaferi bayram olarak ilan etti. Adına 30 Ağustos Zafer Bayramı dedik ve her yıl o günleri, tüm bu bahçenin yeniden bizim olmasını bize sağlayan insanları unutmamak için kutlama yaparken onları da anıyoruz. İşte böyle güzel bir şeyi kutluyoruz kızım. Biz Atatürk’ün bize yeniden hediye ettiği topraklarda özgürce yaşamayı kutluyoruz.

    Aslında annemin o gün anlattıklarını tam olarak anlamam biraz daha zamanımı almıştı. Ama Atatürk’ün sevgisi ılık ılık yüreğime akmıştı.Aradan geçen zaman da onun ilkelerini ve ideallerini tek tek hayata geçişirişini öğrendikçe Atatürk’e hem saygım hem de sevgim bir çığ gibi büyüdü. Bir gün bir çocuğum olursa ona öğretmeye Atatürk’ten başlamaya karar verdim. Şimdiler de ise oğlum bana anneler günün de Atatürk’ün nutkunu hediye edince bunu başardığımı gördüm.

    Dünyayı ve hatta ezeli düşmanlarını bile kendine hayran bırakan bir insandan bahsediyorum. Atatürk’ten bahsediyorum. Sanki bu yazdıklarımı okuyormuş hissine kapılarak elim ayağıma dolaşıyor. Ben onun hakkında asla istediğim gibi güzel bir yazı yazamadım hep bu yüzden. Ona olan duygularımı anlatacak en güzel kelimeleri ararken hep tıkanıyorum.

    Düşünsenize Yunan komutanı Trikopis’in her yıl Cumhuriyet bayramında Atina’da bulunan Türk konsolosluğuna kendi isteği ile gidip saygı duruşunda bulunmasını hangi kelimelere sığdırabilirsiniz? Atatürk ile karşılaşıp kısa bir zaman diliminde dahi olsa vakit geçirebilen ve hayran olmayan tek bir kişi olmamıştır. Bu esir aldığımız mağlup bir ordunun komutanı dahi olsa böyle olmuştur.

    Şimdi yıllar sonra bugün televiyonda haberleri izlerken benim İzmir’im de,Atatürk’ün belki de en çok anlaşıldığı ve her anlamda Atatürk tarafından kurtarılmış bir şehir de hem de kendi adının verilmiş olduğu Atatürk Lisesi’nden mezun olan öğrenciler Onuncu Yıl Marşını söylerken kendi okul müdürleri tarafından engellenmeye çalışılıyor. Hem de sözleri dünyalara bedel olan bu marş için ‘’ bu okulda böyle sloganlar attırmam’’ diyerek çocukları engellemeye çalışıyor.

    Ben bu insanların aklı ne durdurulmuş hiç bilmiyorum. Bir eğitimci ,hem de bir okul müdürü Atatürk’e neden düşman olur hiç anlamıyorum. İşte bu yazıyı bu kadar basit bir dille,çocukluğumda benim anladığım şekilde dile getirdim. Çünkü ülkemizde ne yazık ki Atatürk’ün bize neyi bıraktığı hakkında hala hiçbir fikri olmayan yüzlerce insan var. Çok acıdır ki bunların bazıları da öğretmen.

    Hep beraber bu insanlara hangi tehlikelerden geçtiğimizi en basit dille anlatmaya devam edelim. Onlar bizi anlayıncaya kadar devam edelim. Asla pes etmeyelim. Bize bahşedilen mucizeyi görebilmeleri için bıkmadan usanmadan her yolu deneyelim. Bize ATATÜRK’ün bıraktığı mirası güven içinde gelecek nesillere taşımamız için bunu yapmaya mecburuz.

    Bugün bu topraklar üzerinde kavgalarımızı dahi özgürce yapabiliyorsak,başımızda dalgalanan bayraktan utanmadan yaşabiliyorsak bunu Atatürk’e ve bu topraklarda ona inanmış,ona güvenmiş,onun ışığından giderek gerekirse canlarını vermiş binlerce şehide borçluyuz. Bize bıraktıkları özgür topraklar da başımız dik yaşayabilmemiz için onların anısına ve mirasına sahip çıkmak zorundayız. Bizim zaten bir Atatürk’ümüz var. Yeni ve uydurma Atatürk’ler yaratmaya çalışmayı bırakıp gerçek olanı anlayıp izinden gitmeye devam etmek dışında akla yatkın tek bir yol bile yoktur. Onun yerine geçmeye kimsenin gücü yetmez. Bunu yapmaya kim çalışırsa ancak tarihe ironik bir not olarak düşer.

    Son olarak yazımı bir alıntı ile bitirmek istiyorum:

    UNESCO 1981 yılında, 100. Doğum Yıldönümü nedeniyle Atatürk’ü "Ulusal Mücadele ve Çağdaşlaşma Lideri" olarak evrensel niteliklerini ortaya koymuştu. Bu karar doğrultusunda, Atatürk’ün doğumunun 100. yılı bütün dünyada, "1981 Atatürk Yılı" olarak kutlanmıştı. Bu uygulama, dünyada ilk ve tektir. 27 Kasım 1978 Tarihli UNESCO Genel Kurulu kararında aynen şunlar yazıyordu: "UNESCO Genel Konferansı; Uluslararası anlayış işbirliği ve barış yolunda çalışmış üstün kişilerin gelecek kuşaklar için örnek olacakları inancıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 100. Yıldönümü’nde, 1981 yılında anılmasını kararlaştırmıştır.

    Olayı kısa anlatam. Alınan kararda “Bu gün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir.” Denmektedir. Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler: “Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler; ”Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız” der. Sonra ne mi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya “ne yani” diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler; ”Ben ATATÜRK’ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum” diyecektir.

    Alınan Kararda Şunlar Yazmaktadır: “ Atatürk kimdir; Atatürk ululararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkilapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu”

    UNESCO B.M.E.K.Ö.nün 152 ülkesinin OYBİRLİĞİ ile yapmış ve dünyaya dağıtmış olduğu ATATÜRK tanımlaması

    Metnin İngilizcesi

    Atatürk is: An outstanding person who devoted himself for the development of international understanding cooperation and peace a revolutionist who realized extraordinary reforms the first Leader who fought against imperialism and colonialism. A unique Statesman respectful to human rights pioneer of worldwide peace who never discriminated people according to their color religion or race through out his life founder of Turkish Republic.

    UNESCO (United Nations Educational Scientific and Culture Organizations)

    Sonuç Olarak: UNESCO’nun ilgilendiği tüm alanlarda Atatürk’ün olağanüstü bir reformcu olduğu göz önünde tutularak, özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı en önce açılan savaşların ilk liderlerinden biri olduğu kabul edilmiştir. Atatürk’ün dünya ulusları arasında karşılıklı anlayışın, sürekli barışın kurulması için çalışmaları olağanüstü bir örnektir. Tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımını gözetmeden, bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına olan inancını anımsatarak, eylemlerini her zaman barış uluslararası anlayış ve insan haklarına saygı yönünden yapmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Atatürk’ün kişiliğini ve eserinin çeşitli yönlerini ortaya çıkarmak üzere, 1980 yılında yapılan sempozyum hazırlıkları için Türk Hükümeti ile UNESCO’nun işbirliği yapmasına karar verilmiştir."




  • Maria Puder
    Maria Puder 14.05.2018 - 23:56

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Her şey halüsinasyon artığı