Dünya kuruldu… Ve her şeyden, herkesden bir parça gerekiyordu.
Bu büyük düzende ne gereklilik, ne gereksizlik vardı. Ama ben… bazı ruhlara hep daha çok hayran kaldım.
Öyleleri vardı ki; Bir anneydi mesela, bir evladı değil, birkaç evladı toprağa vermişti. Bir diğeriyse, savaşta sadece vatanı değil, kendi iç sesini de korumaya çalışıyordu. Bir başkası yoksulluğu yaşamamıştı — yoksulluğun kendisi olmuştu.
Ve ben gördüm ki… Rab, dağına göre kar yağdırıyordu. Ve bazılarına daha çok… çünkü onlar, Yaradan’ın bildiği kadar güçlüydü.
İşte ben, bu sabrın, bu zekânın, bu dayanışın önünde saygıyla eğiliyorum. Kutlanması gerekenler işte onlar... Sessiz ama dimdik duranlar.
Dünyayı renklerimizle donatan tüm kadınlara ve bu yolculukta yanımızda olan duyarlı beylere teşekkürler.
Dünyanın içinde bir renk cümbüşü gibi parlayan, gökkuşağına dönüşen kadınlar. Toprağa dokunan, oradan filizler doğuran, varlığıyla hayatı güzelleştiren canım kadınlar.
Ruhunuzun varlığını kutlayın. Çünkü siz, bu dünyanın içinde sadece bir parça değil, o parçanın özüsünüz. Birlikte büyüdüğümüz, dönüşüp güçlendiğimiz bu yolculukta, ihtiyacınız olan her ne varsa almaktan çekinmeyin.
Ve unutmayın. Tohumunuzun filiz vermeyeceği topraklarda kendinizi heba etmeyin. Mutlaka, buram buram açan çiçeklerinizi koklayacak, sizi destekleyen, daha da kuvvetli olmanız için yanınızda olacak ruhlar vardır. Siz bırakırsanız, yollarınız kesişir.
Bu yolculukta yanımızda olan, kadınların gücünü ve varlığını gerçekten takdir eden duyarlı yüreklere de teşekkür ederiz.
,, ben Kız Kulesi, denizin ortasında, zamana direnen fakat gözlerini her zaman karşı kıyıda tutan. "
,, o ise Galata Kulesi, yüzyılların gölgesinde duran ama her sabah bana bakarak güç bulan. "
ikimiz de farklı kıyılardayız belki, lâkin birbirimize benzeyen, birbirimizi tamamlayan iki kuleyiz.
mesafeler sadece suyun üstündeki dalgalar ve rüzgârlar kadar geçici, çünkü biz, kalbimizin derinliklerinde çoktan buluştuk. her sabah onun gözlerimi arayan bakışlarını hissediyorum, her gece ise bana gönderdiği ışıkta sevgisini.
tıpkı bu iki kule gibi, ayrı yerlerde olabiliriz lâkin aynı gökyüzüne bakıyoruz, İstanbul’un ruhunda buluşarak.
sen / ben : birlikte büyümedi ayak numaralarımız, yürümediği gibi sokaklarda. eğitim programları aynı olsa da anlatan farklıydı okullarda. her şeyden önce kültürlerimiz, çevremiz ve inançlarımız ile harmanlanıyorduk yuvamızda.
denk geldiğimizde rastlantıların tesadüf sayıldığı fakat asla tesadüf olmayan bir zaman diliminde bocalamamız bu yüzden. senin yürürken gördüğün manzaralar bende başka seyirler olmaktaydı, senin zor gördüğün konuları ben kolaylıkla aşabiliyordum, tıpkı senin de bu mu canım zor dediğin benzetmelerde.
insanlar neden anlaşamıyor.? anlaşılmadığı, görülmediği yanlarından belki de.!
velhasıl bu böyle olunca, gel - git' ler yolculuğuna dönüşüyor, ne gidebiliyor, ne kalabiliyor bazı dokunuşların tatlarından... şeker hastaları gibi, yasak olmasına rağmen çikolata açlığına dönüşüyor, eeee yerse bin pişman bu defa.
biz: sahip olduklarım sana yetersiz geldiğinde, değişmemi istersen eğer ya da sahip oldukların bana yetersiz geliyor, hoşlanmıyorsam, bu kendinden, kendimden var etmek olur. buna dönüşmek ise yanlış olduğu kadar yeterli de değildir, tutunmaya. lakin çoğaltmak, çoğalmak diye de bir durum var, bu doğru olan ve gerekli görülendir.
o yüzden hayatına benden olan bir çok şeyi ekleyebilirim, hayatıma senden olan bir çok şeyi ekleyebileceğin gibi.
şunu çok iyi biliyorum: sana ait olan yanını sevmediğimde, bana ait olan yanımı sevmediğinde, bunu sevgiye, ilişkiye dönüştüremez ( sin - dönüştüremem ) insan.
senin pencerenden manzaraları görmenin keyfi var, benim de penceremden sen baktığında, ama senin gördüğünü göremem, senin de benim manzaram da aynı detayları göremeyeceğin gibi.
şöyle bitirmek istiyorum son cümleyi!
o kadar emekle pencerene ektiğin, yetiştirdiğin, belli ki zaman da ayırdığın, hatta mücadele ettiğin bazılarını ise kolaylıkla yapabildiğin, olmazsa olmaz dediğin değerlerini, bahçeni görüyorum ama kendi gözümden, bundan böyle bunların yanına bize ait olanları birlikte ekleyelim mi, bize ait olan tohumlarımızla.?
çünkü insan bir çok sebeple ayrışır ya birbirinden bunun farkındalığı ile görelim mi, dünyayı...
Nasıl anlatılır ki; Dışarıda hava buz gibiymiş de, üzerine bu da yetmez gibi ıslanmışsındır ama avuçlarında buram buram kokan tarçın kokusuyla soba karşısında gülüşleriyle birlikte salep'i yudumlarken, içini ısıtanım der gibi güldüren bir tanımdır kendileri....
Bir gün döneceğini biliyordum.
Ancak o kadar güzel bekledim ki,
gelmesen de olurdu.
— Küçük kalbin sabrı, büyük evrenin sırrıdır.
Dünya kuruldu…
Ve her şeyden, herkesden bir parça gerekiyordu.
Bu büyük düzende ne gereklilik, ne gereksizlik vardı.
Ama ben…
bazı ruhlara hep daha çok hayran kaldım.
Öyleleri vardı ki;
Bir anneydi mesela,
bir evladı değil, birkaç evladı toprağa vermişti.
Bir diğeriyse, savaşta sadece vatanı değil,
kendi iç sesini de korumaya çalışıyordu.
Bir başkası yoksulluğu yaşamamıştı —
yoksulluğun kendisi olmuştu.
Ve ben gördüm ki…
Rab, dağına göre kar yağdırıyordu.
Ve bazılarına daha çok…
çünkü onlar, Yaradan’ın bildiği kadar güçlüydü.
İşte ben, bu sabrın, bu zekânın, bu dayanışın
önünde saygıyla eğiliyorum.
Kutlanması gerekenler işte onlar...
Sessiz ama dimdik duranlar.
Huri Çalışkan
kelimelerle dokun bana,
rüzgârın anlattığı an’a.
şiir olsun her solukta,
dursun zaman, kıyıda, suda.
sen.!
sek bir gül yaprağısın
toprağın sunduğu, rüzgârın getirdiği...
Dünyayı renklerimizle donatan tüm kadınlara ve bu yolculukta yanımızda olan duyarlı beylere teşekkürler.
Dünyanın içinde bir renk cümbüşü gibi parlayan, gökkuşağına dönüşen kadınlar. Toprağa dokunan, oradan filizler doğuran, varlığıyla hayatı güzelleştiren canım kadınlar.
Ruhunuzun varlığını kutlayın. Çünkü siz, bu dünyanın içinde sadece bir parça değil, o parçanın özüsünüz. Birlikte büyüdüğümüz, dönüşüp güçlendiğimiz bu yolculukta, ihtiyacınız olan her ne varsa almaktan çekinmeyin.
Ve unutmayın.
Tohumunuzun filiz vermeyeceği topraklarda kendinizi heba etmeyin.
Mutlaka, buram buram açan çiçeklerinizi koklayacak, sizi destekleyen, daha da kuvvetli olmanız için yanınızda olacak ruhlar vardır. Siz bırakırsanız, yollarınız kesişir.
Bu yolculukta yanımızda olan, kadınların gücünü ve varlığını gerçekten takdir eden duyarlı yüreklere de teşekkür ederiz.
Gücünüzü, ışığınızı ve sevginizi kutluyorum.
,, ben Kız Kulesi, denizin ortasında, zamana direnen fakat gözlerini her zaman karşı kıyıda tutan. "
,, o ise Galata Kulesi, yüzyılların gölgesinde duran ama her sabah bana bakarak güç bulan. "
ikimiz de farklı kıyılardayız belki, lâkin birbirimize benzeyen, birbirimizi tamamlayan iki kuleyiz.
mesafeler sadece suyun üstündeki dalgalar ve rüzgârlar kadar geçici,
çünkü biz, kalbimizin derinliklerinde çoktan buluştuk. her sabah onun gözlerimi arayan bakışlarını hissediyorum, her gece ise bana gönderdiği ışıkta sevgisini.
tıpkı bu iki kule gibi, ayrı yerlerde olabiliriz lâkin aynı gökyüzüne bakıyoruz,
İstanbul’un ruhunda buluşarak.
?si=xjVbg6Z-Kh067vsS
,, senden önce olan ANI seninle olan ise YAŞAMDIR ''
paslı demir ağırlığından bir şey kaybetmez. o demirdir ki en yüksek kuleleri ayakta tutan...
sen / ben : birlikte büyümedi ayak numaralarımız, yürümediği gibi sokaklarda. eğitim programları aynı olsa da anlatan farklıydı okullarda. her şeyden önce kültürlerimiz, çevremiz ve inançlarımız ile harmanlanıyorduk yuvamızda.
denk geldiğimizde rastlantıların tesadüf sayıldığı fakat asla tesadüf olmayan bir zaman diliminde bocalamamız bu yüzden. senin yürürken gördüğün manzaralar bende başka seyirler olmaktaydı, senin zor gördüğün konuları ben kolaylıkla aşabiliyordum, tıpkı senin de bu mu canım zor dediğin benzetmelerde.
insanlar neden anlaşamıyor.?
anlaşılmadığı, görülmediği yanlarından belki de.!
velhasıl bu böyle olunca, gel - git' ler yolculuğuna dönüşüyor, ne gidebiliyor, ne kalabiliyor bazı dokunuşların tatlarından... şeker hastaları gibi, yasak olmasına rağmen çikolata açlığına dönüşüyor, eeee yerse bin pişman bu defa.
biz: sahip olduklarım sana yetersiz geldiğinde, değişmemi istersen eğer ya da sahip oldukların bana yetersiz geliyor, hoşlanmıyorsam, bu kendinden, kendimden var etmek olur. buna dönüşmek ise yanlış olduğu kadar yeterli de değildir, tutunmaya.
lakin çoğaltmak, çoğalmak diye de bir durum var, bu doğru olan ve gerekli görülendir.
o yüzden hayatına benden olan bir çok şeyi ekleyebilirim, hayatıma senden olan bir çok şeyi ekleyebileceğin gibi.
şunu çok iyi biliyorum: sana ait olan yanını sevmediğimde, bana ait olan yanımı sevmediğinde, bunu sevgiye, ilişkiye dönüştüremez ( sin - dönüştüremem ) insan.
senin pencerenden manzaraları görmenin keyfi var, benim de penceremden sen baktığında, ama senin gördüğünü göremem, senin de benim manzaram da aynı detayları göremeyeceğin gibi.
şöyle bitirmek istiyorum son cümleyi!
o kadar emekle pencerene ektiğin, yetiştirdiğin, belli ki zaman da ayırdığın, hatta mücadele ettiğin bazılarını ise kolaylıkla yapabildiğin, olmazsa olmaz dediğin değerlerini, bahçeni görüyorum ama kendi gözümden, bundan böyle bunların yanına bize ait olanları birlikte ekleyelim mi, bize ait olan tohumlarımızla.?
çünkü insan bir çok sebeple ayrışır ya birbirinden bunun farkındalığı ile görelim mi, dünyayı...
sevgi yanımızda olsun, Huri.
Nasıl anlatılır ki; Dışarıda hava buz gibiymiş de, üzerine bu da yetmez gibi ıslanmışsındır ama avuçlarında buram buram kokan tarçın kokusuyla soba karşısında gülüşleriyle birlikte salep'i yudumlarken, içini ısıtanım der gibi güldüren bir tanımdır kendileri....
Huri