Tarihte 93 Harbi olarak anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Erzurum'daki Aziziye Tabyası'nın savunulmasında kahramanca çalıştı. Mücadeleye, küçük yaştaki oğlunu ve kızını evde bırakarak katılmıştı. O sıralarda 20 yaşlarında genç bir gelindi.
Vatan için bu kararlılıkta bir yüreğin sahibi Nene Hatun ismi altında şiir yazmaya çalışıyor olmak inanılmaz gurur veriyor bana.
Bu ismin anısına sonsuz saygıyla ve ismin ağırlığına rağmen gururla ömrüm yettiğince taşıyacağıma tüm Erzurumlulara söz veriyorum.
İyi ki Nene Hatun ismini aldım.Üzerime ve ruhuma bu kadar sinen bir isimle inşaallah iyi şeyler yapmak nasip olur.
Kendini süse, oyuna oynaşa vermemiş, Eğlence alışveriş tüketim çılgınlığı ne bilmemiş, Erzurum'dan başka vileyet gezmemiş, Asil ve fedekar Türk kadını.......
Kendini süse, oyuna oynaşa vermemiş, Eğlence alışveriş tüketim çılgınlığı ne bilmemiş, Erzurum'dan başka vileyet gezmemiş, Asil ve fedekar Türk kadını.......
Nene Hatun eşine az rastlanabilecek kadar delikanlı asil insan Günümüzde varmı bunu anlamak için bu milletin bir savaştan geçmesi lazım diye düşünüyorum Bence nice nene hatunlar şahin beyler erzurumlu abbaslar var olaylara reel açıdan bakınca olumsuz düşünceler beynime saplanmasına rağmen(hülya avşarlar sibel kekililer ne bilim hangi abuk subuklar) bir umut yinede var içimde Nene hatunlar ölmedi onlar hep içimizdelere Ortaya canlarını evlatlarını eşlerini koymak için görev sıralarının gelmesini bekliyorlar
türk kadının gerçekten çok güçlü olduğunun simgesi.kadını sindirmeye çalışanlara en güzel cevap.
Gerçi türk kadınıda artık nene hatundan geçti pamuk prenses gibi beyaz atlı prensi tarafınfan kurtarılmayı bekliyor nene hatunlar gibi güçlü kadınlara gerçekten çok ihtiyaç var günümüz türkiyesinde
Milli Eğitim Bakanına...! Sn Bakan, siz ölünce dua larla anılmak istiyorsanız, Nene Hatun'un yaptıklarını ders formatında Milli Eğütüm müfredatına alın, alın ki Masum yavrularımız Romeo Julyet yerine Anadolunun Asil Analarının kızlarının Gelinlerinin bu aziz Vatanı nasıl koruyup kurduklarını öğrensinler, Bu gün bazı zavallılar Askerimize Polisimize birliğimize beraberliğimize kurşun sıkan Hainleri savunmak için Cumartesi anneleri diye dernek bile kurabiliyorlar...
bence bir liderdir. dünyaca ünlü bir kadındır herkezin sevgisini kazanmış bir insan olabilir. ve gerçekten bu yayın çok güzel ben muştan katılıyorum muştan oraya selamlar by
NENE HATUN Tarihimize '93 Harbi' adıyla geçen Türk-Rus savaşında Erzurum'un Aziziye Tabyası'nda gösterdiği kahramanlıkla adını tarihe kazandıran Türk kadını. 1857 yılında Erzurum'da doğdu. Tam doksan sekiz yıl orada yaşadı. Bir kahramanlık sembolü olarak tanındı ve anıldı. Ömrünün son demlerini 'Üçüncü Ordu'nun Annesi' olarak geçirdi. 1955 yılında 'Yılın Annesi' seçildikten sonra 22 Mayıs 1255 günü Erzurum'da zatürreden vefat etti.
Türk-Rus Harbi'nin kanlı ve karanlık günleriydi. 1877 yılı Kasım ayının 7'sini 8'ine bağlayan gece, civarda bulunan iki Ermeni köyünden gizlice harekete geçen kalabalık bir çete, sinsi sinsi yaklaşıp Erzurum'un meşhur Aziziye Tabyası'na girmeyi başarmıştı. Tabyayı savunan bir avuç Türk askeri derin uykuda idi. Yataklarında bastırıldılar ve uykuda kılıçtan geçirildiler. Arkadan gelen Rus kuvvetleri de hiç bir direnme görmeksizin Aziziye Tabyası'na yerleştiler.
Bu kahpe baskından yaralı olarak kurtulan bir asker koşa koşa Erzurum'a varıp kara haberi yetiştirdi. Minarelerden sabah ezanı yerine 'Moskof Aziziye'ye girdi! ' sesleri yükselmeye başladı. Bir anda bütün Erzurum duymuştu bu kara haberi. Ve bir anda bütün Erzurum şahlanıvermişti. Tüfeği olan tüfeğini kaptı, olmayan eline ne geçirdi ise tırpan, kazma, kürek, sopayı alıp sokaklara döküldü. Erkekli kadınlı bütün Erzurum halkı Aziziye'ye doğru koşmaya başladı.
Şehrin kenar bir mahallesindeki mütevazi bir evde oturan taze bir gelin vardı. Bir gün evvel ağabeyi Hasan cepheden ağır yaralı olarak eve getirilmiş ve bir kaç saat önce bu taze gelinin kolları arasında ruhunu teslim etmişti. Kocası cephede idi. Minarelerden yükselen 'Moskof Aziziye'ye girdi' seslerine, seferber olup koşanların uğultuları karışıyordu. Taze gelin, bu kara haberi duymuş gibi hemen ağlamaya başlayan üç aylık bebeğini emzirip uyuttu. Usulca onu beşiğine bıraktı ve heyecan dolu bir sesle: - Seni bana Allah verdi, ben de seni Allah'a emanet ediyorum yavrum, diye mırıldandı. Sonra şehit kardeşinin döşeğine seğirtti. Ölüyü alnından öptü: - Seni öldüreni öldüreceğim ben de, dedi, kin dolu bir sesle.
Ve masanın üzerinden satırı kapmasıyla kapıdan dışarı fırlaması bir oldu. O da çılgınca Aziziye'ye doğru koşmakta olan kadınlı erkekli, taşlı sopalı kalabalığın arasına karıştı. Bütün Erzurum, o dadaşlar diyarı şahlanmştı. Erzurum halkı bir sel gibi akıyordu canından aziz saydığı Aziziye Tabyası'na doğru.
Aziziye'ye yerleşmiş olan Moskof, tabyaya yaklaşmakta olanlara karşı yaylım ateşine geçince bir hayli Erzurumlu kırıldı. Onların kırılışını görmek, ayakta kalabileni büsbütün şahlandırmış ve tabyanın demir kapılarına gülle gibi yüklenen kalabalık bir anda içeri doluvermişti. Demir kapılar bile dayanamamıştı bu olağanüstü iman karşısında. Aziziye'de boğaz boğaza kanlı bir dövüş başladı. Balta, tırpan, kazma ve sopası olmayan pençeleriyle Moskofun gırtlağına yapışıyordu. O toplu tüfekli ordu, tam bir bozguna uğramıştı bu şahlanış karşısında. Türk demeye dili dönmeyen Moskof askerleri Osmanlı'yı da kısaltıp sadece 'Osman'a çevirmişlerdi. Başı dara gelen 'Osman teslim' deyip canını kurtarmaya bakıyordu.
Başka bir zaman olsaydı Türkün merhameti galebe çalardı, belki. Fakat bu zaman diğer zamanlardan çok farklıydı. Aziziye'nin dışında ve içinde kadınlı, ihtiyarlı çocuklu yüzlerce Erzurumlu kanlar içinde yatıyordu. Onlara ateş açanlar acımışlar mıydı? Ne 'Osman' dinleyen oldu, ne de 'Teslim'e kulak asan... Taze gelin de elinde satırı, karşısına çıkan Moskof'un kafasına, suratına indiriyordu. Şehit düşen ağabeyisinin acısını, bin Moskof'u öldürse içine atamazdı...
2.000'e yakın Moskof askeri öldürülmüş ve Aziziye kurtarılmıştı. Düşmanın geri kalan kısmı selameti atlarına atlayıp kaçmakta bulmuştu. Onları takip etmek için Erzurumlu'nun atı yoktu. Fakat kaçan atlıyı kovalayan yayalar yine de onu yakalayıp haklamayı biliyordu. Yaralılar arasında taze gelin de vardı. Elinde satırı ile döğüşürken aldığı bir yaranın etkisiyle o da kanlar içinde yere yıkılmıştı. Fakat yaralı olarak baygın bulunduğu zaman dahi elindeki kanlı satırını sıkı sıkıya kavramış bırakmıyordu hırs dolu pençelerinin arasından...
Adı Nene idi taze gelinin. O günden sonra o da bütün Erzurum'un tanıyıp saydığı kişiler arasına katıldı. Doksan sekiz yıllık ömrü boyunca bütün Erzurumlulara Moskof'un Aziziye'de nasıl tepelenişini anlattı. Fakat kendinden bir kaç kelime ile bahsetti.
Ölümünden bir yıl önce kendisini ziyaret eden NATO Başkomutanına 'Ben o zaman gereken şeyi yapmıştım. Bugün de gerekirse aynı şeyi yaparım' demiş ve Amerikalı generali kendine hayran bırakmıştı...
Nene hatunun manevi bir torunu olarak geçmişimle gurur duyuyor fakat bu gün ülkedeki siyasi çirkin oyun bozanlıklardan dolayıda çok üzülüyorum eğer siyaset gerçekleri görmemek ve inkar etmekse bunu yapanları nene hatunun torunu olarak kınıyorum
Takvimler 7 Kasim 1877’yi gosteriyordu. Nene Hatun uc yil once evlenmisti. Henuz yirmisindeydi ve uc aylik bebegi vardi. On bes gun once, koyleri Rus askerleri tarafindan isgal edilince, ailesiyle Erzurum’a gelmisti.
Turk ordusu uzunca bir zamandir bircok cephede carpisiyordu. Dogu cephesinde de savas butun hiziyla devam ediyordu. Aslinda Gazi Ahmet Muhtar Pasa simdiye kadar dusmanin isini coktan bitirecekti; ama hesapta olmayan bir dusman daha vardi.
Yillarca bu topraklarda birlikte yasadigimiz Ermenilerden bir kismi simdi ceteler hâlinde geziyor, baskinlar yapiyor, mâsum insanlari -hem de coluk cocuk demeden- katlediyordu. Daha dun sabah, yakinlardaki bir koyde ceteler tarafindan agaca civilenen bebegin hikâyesini dinlemisti.
Allah’im bu nasil bir vahsetti, bunu yapanlarin hic mi vicdani yoktu! Nene Hatun, asirlarca birlik ve beraberlik icinde yasadiklari bu insanlardan bazilarinin bugun nicin bu derece canavarlastiklarini zaman zaman dusunuyor; fakat ikna edici bir cevap bulamiyordu......
Bu ceteler yuzunden eli silâh tutan herkes cepheye gidemiyor, mâsumlar katledilmesin diye koylerde nobet tutuluyordu.
Kerpicten yapilma iki odali evlerinin kucuk odasinda safagin sokmesini bekleyen Nene Hatun, bir yandan sobanin yani basindaki besiginde uyuyan bebegini salliyor, diger yandan da mum isiginda sag elindeki Mushaf’i okumaya devam ediyordu.
Bircok yakini cephedeydi. Uzun zamandir hic birinden haber alamamisti. Dun kusluk vakti agabeyini getirmislerdi. Vucudunda bogaz bogaza carpismanin sebep oldugu cok derin sungu yaralari vardi. Âdeta damarlarinda kan kalmamisti. Ve bir-iki saat sonra Nene Hatun’un kollarinda ruhunu teslim etti.
Nene Hatun, kutlu bir yolda canini veren ve sehadet serbetini icerek sonsuzluga ucan agabeyinin vucuduna sarilip agladi, agladi, agladi... Sehitlerin ardindan aglanmaz diye engel olmaya calistilar; ama Nene Hatun sadece agabeyi icin degil, vatan icin de agliyordu.
Cepheden gelen son haberlere gore dusman cok kalabalikti, ondan da onemlisi iyi silâhlari vardi. Bunlari dusunurken, dilinden hic dusurmedigi duasini bir kez daha tekrarladi: “Allah’im, dusmanlari Sen’in azamet ve kudretine havale ediyor ve serlerinden Sana siginiyoruz.”
Sabah ezaninin okunmasina az bir zaman vardi. Disaridan gelen bagrismalar ve silâh sesleriyle irkildiler. Esinin disari cikmasiyla iceri girmesi bir oldu ve kararli bir sekilde sunlari soyledi: “Ermeni ceteleri ve Rus askerleri tabyalara saldirmislar, karsi koymaya gidiyoruz.
Eger donemezsem ve dusman buraya kadar gelirse sakin teslim olmayin, alacaklarsa cesetlerinizi alsinlar. Allah’a emanet olun! ” Ve sobanin yaninda duran baltayi kaptigi gibi kapidan yildirim hiziyla tabyalara dogru kosmaya basladi.
Nene Hatun’un cesaretli ve sogukkanli bir yapisi vardi. Kocasinin kolay kolay geri donmeyecegini biliyordu. Arkasindan “Allah yardimciniz olsun! ” diye dua etti.
Zaman hayli ilerlemisti. Silâh seslerinin ardi arkasi kesilmiyordu. Abdestini tazeledi. Yuregi cephede, kulagi ezandaydi. Fakat minarelerden ezandan hemen once farkli bir ses duyuldu. Aziziye Tabyalari’nin dusman eline gectigi, askerlerin cogunun sehit oldugu ilân ediliyordu.
Cok dinleyemedi Nene Hatun. Cocugunu optu, kokladi; “Nâzim’im seni bana Allah verdi, ben de seni yine O’na emanet ediyorum” dedi. Eline satirini ve sehit agabeyinin tufegini aldigi gibi tabyalara dogru kosmaya basladi.
Tabyalarda mevzilenmis ceteler ve dusman askerleri, kendilerine dogru akmakta olan iman ordusu karsisinda sanki butun Anadolu uzerlerine geliyormus gibi hissettiler. Baslarindaki subayin “Ates serbest! ” emriyle namlular birbiri ardina patlamaya basladi. Ilk siralarda olanlar birer birer yere yigiliyordu; ama gelenlerin ardi arkasi kesilecek gibi degildi. Dusman, hic boyle bir direnis beklemiyordu.
Yediden yetmise butun Erzurumlular, tabyalarin demir kapilarini bir kâgit gibi cigneyerek dusmanin icerisine dalmisti. Ceteler ve dusman askerleri sel sularinda eriyen kar gibi eridi. Carpisma kisa surmustu. Nene Hatun, cetelerin olanca kinleriyle sokerek yere attiklari sanli bayragi dustugu yerden aldi, alnina goturdu ve gozlerinden yaslar bosanirken ait oldugu yere asti.
Nene Hatun ve kahraman Anadolu insaninin o sabah baslattiklari mucadele, dusman, vatan topraklarini terk edinceye kadar devam etti. Iyi donanimli dusman askerlerinden tabyalar geri alindi. Uc bin dusman askeri oldurulmustu. Buna karsilik bin kadar sehit vardi. Varsin olsundu, vatan olmadiktan sonra yasamanin ne mânâsi vardi? ! ..
Nene Hatun da omzundan yaralanmisti. Ama o âdeta kendini unutmus, yarasi daha agir olanlarin yardimina kosuyordu. Birkac dakika oncesine kadar cephede mermi tasiyan, askerlere su dagitan ve siper kazan kahraman kadin, simdi yerini askerlerin yaralarini saran bir hastabakiciya birakmisti.
O gun Aziziye Tabyalari’nda, Musluman-Turk tarihinde Nene Hatun’la sembollesen altin bir sayfa daha acildi. Allah icin can siperâne mucadele veren Safiyye ve Nesibe Hatunlarin, Ûmm-û Hiramlarin, cepheye cephane tasirken donarak sehit olan Serife Analarin, cephane arabasinin boyundurugunun bir tarafina elde kalan tek hayvanini, diger tarafina da kendisini kosarak cepheye mermi tasiyan Ayse Analarin olusturdugu altin halkaya bir kahraman kadin daha eklendi.
Nene Hatun’un vatan icin kahramanca verdigi mucadele bu kadarla da bitmemisti. O gun evde uc aylikken biraktigi oglu Nâzim ve daha sonra dogan uc oglundan ikisi, Birinci Dunya Harbi’nde canlarini vatana feda ettiler.
Ne mutlu sana Kahraman Ana. Kendin gazi, ogullarin sehit... Aziziye Tabyasi’na diktigin bayrak, bugun dalgalanmaya devam ediyor.
adını 93 harbinde yaptığı kahramanlıklarla şanlı tarihimize altın harflerle kazımış fedakar türk kadını. Ruslar bazı hain ermeni ve yahudilerin yardımıyla Erzurum da Aziziye tabyasına girmiş uykudaki yüzlerce mehmetçiğimizi şehit etmişti. Tesadüfen aziziye kaymakamı yarbay bahri bey uyanıktı ve gürültüyü işiterek baskına uğradıklarını anlamıştı hemen askeri silah başı ederek Ruslara karşı amansız bir müdafa başlattı o sırada bütün Erzurum da silah sesleri işitilmiş camilerde sabah ezanından sonra müezzin şöyle sesleniyordu halka; EY ahali EY Türk halkı Moskof Aziziye yi bastı vatanını milletini dinini seven Aziziye ye koşsun. Bu serzenişi duyan Erzurum halkı o dadaşlar diyarı bir anda şahlanmış akın akın Aziziye ye koşuyordu. silahı olan silahıyla olmayan kazma kürek sopa taş ne bulduysa. Koşanların arasında kocası cephede şehit olmuş abisi kollarında can vermiş bir taze gelin vardı adı Nene hatun du o da abisinin kasaturasını alıp halka karıştı ve Aziziye ye koştu. Ruslar üstlerine gelen halkın üstüne yaylım ateşi açtı o anda yüzlerce insan şehit oldu ama arkadan gelenler öyle bir yüklendilerki demir kapılar yerle bir oldu. O andan sonra boğaz boğaza bir savaş başladı eğitimsiz ilkel silahlı halk tam teşekkürlü donatılmış rus askerlerine karşı çarpışıyordu. Sonunda Moskof defedilmiş Aziziye kurtarılmıştı ve Nene Hatun ise aldığı bir sürü yaraya rağmen ayakta durmaya çalışıyor sürekli yaralı askerlerimizin yardımına koşuyordu.
Tarihimize '93 Harbi' adıyla geçen Türk-Rus savaşında Erzurum'un Aziziye Tabyası'nda gösterdiği kahramanlıkla adını tarihe yazdıran Türk kadını. Erzurum'da doğdu, tam doksansekiz yıl orada yaşadı. Bir kahramanlık sembolü olarak tanındı ve anıldı. Ömrünün son demlerini 'Üçüncü Ordu'nun annesi' olarak geçirdi. 1955 yılında 'Yılın Annesi' seçildikten sonra, 22 Mayıs 1955 günü Erzurum'da zatürreeden vefat etti, Aziziye Şehitliğine gömüldü.
İşte aşağıdaki öykü, onun kahramanlık öyküsü; 1877 yılı kasım ayının7'sini 8'ine bağlayan gece, civarda bulunan iki Ermeni köyünden gizlice harekete geçen kalabalık bir çete, sinsi sinsi yaklaşıp Erzurum'un meşhur Aziziye Tabyası'na girmeyi başarmıştı. Türk-Rus harbinin kanlı ve karanlık günleriydi; tabyayı savunan bir avuç Türk askeri derin uykuda idi. Yataklarında bastırıldılar ve uykuda kılıçtan geçirildiler kahpece. Ve arkadan gelen Rus kuvvetleri de hiç bir mukavemet görmeksizin Aziziye Tabyası'na yerleştiler.
Bu kahpe baskından yaralı olarak kurtulan bir asker, koşa koşa Erzurum'a varıp kara haberi yetiştirdi. Minarelerden sabah ezânı yerine 'Moskof Aziziye'ye girdi! ' sesleri yükselmeye başladı.
Bir anda bütün Erzurum duymuştu, bu kara haberi. Ve bir anda bütün Erzurum şahlanıvermişti. Tüfeği olan tüfeğini kaptı, olmayan eline ne geçirdi ise; tırpan, kazma, kürek, sopayı alıp sokaklara döküldü. Erkekli, kadınlı bütün Erzurum halkı Aziziye'ye doğru koşmaya başladı.
Şehrin kenar bir mahallesindeki mütevazi bir evde oturan taze bir gelin vardı. Bir gün evvel, ağabeyi Hasan cepheden ağır yaralı olarak eve getirilmiş ve birkaç saat önce, bu taze gelinin kolları arasında can vermişti. Kocası cephede idi.
Minarelerden yükselen 'Moskof Aziziye'ye girdi' seslerine, seferber olup koşanların uğultuları karışıyordu. Taze gelin, bu kara haberi duymuş gibi ağlamaya başlayan üç aylık bebeğini emzirip, uyuttu. Usulca onu beşiğine bıraktı ve heyecan dolu bir sesle: 'Seni bana Allah verdi, ben de seni Allah'a emanet ediyorum yavrum' diye mırıldandı.
Sonra şehit kardeşinin döşeğine seğirtti. Ölüyü alnından öptü: '-Seni öldüreni öldüreceğim ben de' dedi, kin dolu bir sesle.
Ve masanın üzerinden satırı kapmasıyla, kapıdan dışarı fırlaması bir oldu. O da çılgınca Aziziye'ye doğru koşmakta olan kadınlı-erkekli, taşlı-sopalı kalabalığın arasına karıştı.
Bütün Erzurum, o Dadaşlar diyarı şahlanmıştı. Erzurum halkı bir sel gibi akıyordu, canından aziz saydığı Aziziye Tabyası'na doğru.
Aziziye'ye yerleşmiş bulunan Moskof, tabyaya yaklaşmakta olanlara karşı yaylım ateşine geçince, bir hayli Erzurumlu kırıldı. Onların kırılışını görmek, ayakta kalabileni büsbütün şahlandırmış ve tabyanın demir kapılarına gülle gibi yükselen kalabalık, bir anda içeri doluvermişti. Demir kapılar bile dayanamamıştı bu olağanüstü imân karşısında.
Aziziye'de boğaz boğaza kanlı bir dövüştür başladı. Balta, tırpan, kazma ve sopası olmayan pençeleriyle Moskofun gırtlağına yapışıyordu. O toplu tüfekli ordu, tam bir bozguna uğramıştı bu ilahi şahlanış karşısında. Türk demeye dili dönmeyen Moskof askerleri Osmanlıyı da kısaltıp, sadece 'Osman'a çevirmişlerdi. Başı dara gelen 'Osman teslim' deyip canını kurtarmaya bakıyordu. Başka bir zaman olsaydı, Türk'ün merhameti galebe çalardı belki. Fakat bu zaman, başka zamanlardan çok farklıydı. Aziziye'nin dışında ve içinde kadınlı, ihtiyarlı, çocuklu yüzlerce Erzurumlu, kanlar içinde yatıyordu. Onlara ateş açanlar acımışlar mıydı?
Ne 'Osman'ı dinleyen oldu, ne de 'teslim'e kulak asan'. Taze gelin de elinde satırı, karşısına çıkan Moskof'un kafasına, suratına indiriyordu. Şehit düşen ağabeyinin acısını, bin Moskof'u öldürse içinden atamazdı.
2000'e yakın Moskof askeri öldürülmüş ve Aziziye kurtarılmıştı. Düşmanın geri kalan kısmı, selameti atlarına atlayıp kaçmakta bulmuştu. Onları takip etmek için Erzurum'lunun atı yok, fakat ne lazım, ruhlar kanatlıdır. Kaçan atlıyı kovalayan yaya, yine de yakalayıp haklamayı biliyordu.
Yaralılar arasında taze gelin de vardı. Elinde satırı ile dövüşürken aldığı bir yaranın tesiriyle o da kanlar içinde yere yıkılmıştı. Fakat yaralı olarak, baygın halde bulunduğu zaman dahi elindeki kanlı satırını sıkı sıkıya kavramış, bırakmıyordu hırs dolu pençelerinin arasından.
Adı Nene idi taze gelinin. O günden sonra da bütün Erzurum'un tanıyıp saydığı kişilerin arasına katıldı. Doksansekiz yıllık ömrü boyunca bütün Erzurumlulara Moskof'un Aziziye'de nasıl tepelenişini anlattı. Fakat kendinden birkaç kelime ile bahsetti. Ölümünden bir yıl önce kendisini ziyaret eden NATO Başkumandanı'na 'Ben o zaman icâp eden şeyi yapmıştım. Bugün de icâp ederse anı şeyi yaparım' demiş ve Amerikalı generali kendine hayran bırakmıştı...
Dadaş
kadın
vatansever
Milli mücadelenin simgelerinden olan, annaneme benzettiğim saf Anadolu kadını..
Asalet,
vatan sevgisi,
onur,
güven,
iman,
görev bilinci,
fedakar,
Müslüman,
Türk kadını
.
.
NENE HATUN
Tarihte 93 Harbi olarak anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Erzurum'daki Aziziye Tabyası'nın savunulmasında kahramanca çalıştı. Mücadeleye, küçük yaştaki oğlunu ve kızını evde bırakarak katılmıştı. O sıralarda 20 yaşlarında genç bir gelindi.
Vatan için bu kararlılıkta bir yüreğin sahibi Nene Hatun ismi altında şiir yazmaya çalışıyor olmak inanılmaz gurur veriyor bana.
Bu ismin anısına sonsuz saygıyla ve ismin ağırlığına rağmen gururla ömrüm yettiğince taşıyacağıma tüm Erzurumlulara söz veriyorum.
İyi ki Nene Hatun ismini aldım.Üzerime ve ruhuma bu kadar sinen bir isimle inşaallah iyi şeyler yapmak nasip olur.
Selam ve saygımla
Nene Hatun (Edebiyat Defteri)
TÜRK Kadını derimde başka birşey demem.
Kendini süse, oyuna oynaşa vermemiş,
Eğlence alışveriş tüketim çılgınlığı ne bilmemiş,
Erzurum'dan başka vileyet gezmemiş,
Asil ve fedekar Türk kadını.......
Şimdi ortalarda gezenlerde Türk kadını.
Kendini süse, oyuna oynaşa vermemiş,
Eğlence alışveriş tüketim çılgınlığı ne bilmemiş,
Erzurum'dan başka vileyet gezmemiş,
Asil ve fedekar Türk kadını.......
Şimdi ortalarda gezenlerde Türk kadını.
büyük kadın.
Nene Hatun eşine az rastlanabilecek kadar delikanlı asil insan Günümüzde varmı bunu anlamak için bu milletin bir savaştan geçmesi lazım diye düşünüyorum Bence nice nene hatunlar şahin beyler erzurumlu abbaslar var olaylara reel açıdan bakınca olumsuz düşünceler beynime saplanmasına rağmen(hülya avşarlar sibel kekililer ne bilim hangi abuk subuklar) bir umut yinede var içimde Nene hatunlar ölmedi onlar hep içimizdelere Ortaya canlarını evlatlarını eşlerini koymak için görev sıralarının gelmesini bekliyorlar
türk kadının gerçekten çok güçlü olduğunun simgesi.kadını sindirmeye çalışanlara en güzel cevap.
Gerçi türk kadınıda artık nene hatundan geçti pamuk prenses gibi beyaz atlı prensi tarafınfan kurtarılmayı bekliyor nene hatunlar gibi güçlü kadınlara gerçekten çok ihtiyaç var günümüz türkiyesinde
Milli Eğitim Bakanına...!
Sn Bakan, siz ölünce dua larla anılmak istiyorsanız, Nene Hatun'un yaptıklarını ders formatında Milli Eğütüm müfredatına alın, alın ki Masum yavrularımız Romeo Julyet yerine Anadolunun Asil Analarının kızlarının Gelinlerinin bu aziz Vatanı nasıl koruyup kurduklarını öğrensinler, Bu gün bazı zavallılar Askerimize Polisimize birliğimize beraberliğimize kurşun sıkan Hainleri savunmak için Cumartesi anneleri diye dernek bile kurabiliyorlar...
nene hatun torunlarının şimdi ki halini bilseydi aynı fedakarlıkları yapar mıydı çok merak ediyorum
bence bir liderdir. dünyaca ünlü bir kadındır herkezin sevgisini kazanmış bir insan olabilir. ve gerçekten bu yayın çok güzel ben muştan katılıyorum muştan oraya selamlar by
NENE HATUN
Tarihimize '93 Harbi' adıyla geçen Türk-Rus savaşında Erzurum'un Aziziye Tabyası'nda gösterdiği kahramanlıkla adını tarihe kazandıran Türk kadını. 1857 yılında Erzurum'da doğdu. Tam doksan sekiz yıl orada yaşadı. Bir kahramanlık sembolü olarak tanındı ve anıldı. Ömrünün son demlerini 'Üçüncü Ordu'nun Annesi' olarak geçirdi. 1955 yılında 'Yılın Annesi' seçildikten sonra 22 Mayıs 1255 günü Erzurum'da zatürreden vefat etti.
Türk-Rus Harbi'nin kanlı ve karanlık günleriydi. 1877 yılı Kasım ayının 7'sini 8'ine bağlayan gece, civarda bulunan iki Ermeni köyünden gizlice harekete geçen kalabalık bir çete, sinsi sinsi yaklaşıp Erzurum'un meşhur Aziziye Tabyası'na girmeyi başarmıştı. Tabyayı savunan bir avuç Türk askeri derin uykuda idi. Yataklarında bastırıldılar ve uykuda kılıçtan geçirildiler. Arkadan gelen Rus kuvvetleri de hiç bir direnme görmeksizin Aziziye Tabyası'na yerleştiler.
Bu kahpe baskından yaralı olarak kurtulan bir asker koşa koşa Erzurum'a varıp kara haberi yetiştirdi. Minarelerden sabah ezanı yerine 'Moskof Aziziye'ye girdi! ' sesleri yükselmeye başladı. Bir anda bütün Erzurum duymuştu bu kara haberi. Ve bir anda bütün Erzurum şahlanıvermişti. Tüfeği olan tüfeğini kaptı, olmayan eline ne geçirdi ise tırpan, kazma, kürek, sopayı alıp sokaklara döküldü. Erkekli kadınlı bütün Erzurum halkı Aziziye'ye doğru koşmaya başladı.
Şehrin kenar bir mahallesindeki mütevazi bir evde oturan taze bir gelin vardı. Bir gün evvel ağabeyi Hasan cepheden ağır yaralı olarak eve getirilmiş ve bir kaç saat önce bu taze gelinin kolları arasında ruhunu teslim etmişti. Kocası cephede idi. Minarelerden yükselen 'Moskof Aziziye'ye girdi' seslerine, seferber olup koşanların uğultuları karışıyordu. Taze gelin, bu kara haberi duymuş gibi hemen ağlamaya başlayan üç aylık bebeğini emzirip uyuttu. Usulca onu beşiğine bıraktı ve heyecan dolu bir sesle:
- Seni bana Allah verdi, ben de seni Allah'a emanet ediyorum yavrum, diye mırıldandı.
Sonra şehit kardeşinin döşeğine seğirtti. Ölüyü alnından öptü:
- Seni öldüreni öldüreceğim ben de, dedi, kin dolu bir sesle.
Ve masanın üzerinden satırı kapmasıyla kapıdan dışarı fırlaması bir oldu. O da çılgınca Aziziye'ye doğru koşmakta olan kadınlı erkekli, taşlı sopalı kalabalığın arasına karıştı.
Bütün Erzurum, o dadaşlar diyarı şahlanmştı. Erzurum halkı bir sel gibi akıyordu canından aziz saydığı Aziziye Tabyası'na doğru.
Aziziye'ye yerleşmiş olan Moskof, tabyaya yaklaşmakta olanlara karşı yaylım ateşine geçince bir hayli Erzurumlu kırıldı. Onların kırılışını görmek, ayakta kalabileni büsbütün şahlandırmış ve tabyanın demir kapılarına gülle gibi yüklenen kalabalık bir anda içeri doluvermişti. Demir kapılar bile dayanamamıştı bu olağanüstü iman karşısında.
Aziziye'de boğaz boğaza kanlı bir dövüş başladı. Balta, tırpan, kazma ve sopası olmayan pençeleriyle Moskofun gırtlağına yapışıyordu. O toplu tüfekli ordu, tam bir bozguna uğramıştı bu şahlanış karşısında. Türk demeye dili dönmeyen Moskof askerleri Osmanlı'yı da kısaltıp sadece 'Osman'a çevirmişlerdi. Başı dara gelen 'Osman teslim' deyip canını kurtarmaya bakıyordu.
Başka bir zaman olsaydı Türkün merhameti galebe çalardı, belki. Fakat bu zaman diğer zamanlardan çok farklıydı. Aziziye'nin dışında ve içinde kadınlı, ihtiyarlı çocuklu yüzlerce Erzurumlu kanlar içinde yatıyordu. Onlara ateş açanlar acımışlar mıydı? Ne 'Osman' dinleyen oldu, ne de 'Teslim'e kulak asan... Taze gelin de elinde satırı, karşısına çıkan Moskof'un kafasına, suratına indiriyordu. Şehit düşen ağabeyisinin acısını, bin Moskof'u öldürse içine atamazdı...
2.000'e yakın Moskof askeri öldürülmüş ve Aziziye kurtarılmıştı. Düşmanın geri kalan kısmı selameti atlarına atlayıp kaçmakta bulmuştu. Onları takip etmek için Erzurumlu'nun atı yoktu. Fakat kaçan atlıyı kovalayan yayalar yine de onu yakalayıp haklamayı biliyordu.
Yaralılar arasında taze gelin de vardı. Elinde satırı ile döğüşürken aldığı bir yaranın etkisiyle o da kanlar içinde yere yıkılmıştı. Fakat yaralı olarak baygın bulunduğu zaman dahi elindeki kanlı satırını sıkı sıkıya kavramış bırakmıyordu hırs dolu pençelerinin arasından...
Adı Nene idi taze gelinin. O günden sonra o da bütün Erzurum'un tanıyıp saydığı kişiler arasına katıldı. Doksan sekiz yıllık ömrü boyunca bütün Erzurumlulara Moskof'un Aziziye'de nasıl tepelenişini anlattı. Fakat kendinden bir kaç kelime ile bahsetti.
Ölümünden bir yıl önce kendisini ziyaret eden NATO Başkomutanına 'Ben o zaman gereken şeyi yapmıştım. Bugün de gerekirse aynı şeyi yaparım' demiş ve Amerikalı generali kendine hayran bırakmıştı...
Nene hatunun manevi bir torunu olarak geçmişimle gurur duyuyor fakat bu gün ülkedeki siyasi çirkin oyun bozanlıklardan dolayıda çok üzülüyorum eğer siyaset gerçekleri görmemek ve inkar etmekse bunu yapanları nene hatunun torunu olarak kınıyorum
Takvimler 7 Kasim 1877’yi gosteriyordu.
Nene Hatun uc yil once evlenmisti. Henuz yirmisindeydi ve uc aylik bebegi vardi. On bes gun once, koyleri Rus askerleri tarafindan isgal edilince, ailesiyle Erzurum’a gelmisti.
Turk ordusu uzunca bir zamandir bircok cephede carpisiyordu. Dogu cephesinde de savas butun hiziyla devam ediyordu. Aslinda Gazi Ahmet Muhtar Pasa simdiye kadar dusmanin isini coktan bitirecekti; ama hesapta olmayan bir dusman daha vardi.
Yillarca bu topraklarda birlikte yasadigimiz Ermenilerden bir kismi simdi ceteler hâlinde geziyor, baskinlar yapiyor, mâsum insanlari -hem de coluk cocuk demeden- katlediyordu. Daha dun sabah, yakinlardaki bir koyde ceteler tarafindan agaca civilenen bebegin hikâyesini dinlemisti.
Allah’im bu nasil bir vahsetti, bunu yapanlarin hic mi vicdani yoktu! Nene Hatun, asirlarca birlik ve beraberlik icinde yasadiklari bu insanlardan bazilarinin bugun nicin bu derece canavarlastiklarini zaman zaman dusunuyor; fakat ikna edici bir cevap bulamiyordu......
Bu ceteler yuzunden eli silâh tutan herkes cepheye gidemiyor, mâsumlar katledilmesin diye koylerde nobet tutuluyordu.
Kerpicten yapilma iki odali evlerinin kucuk odasinda safagin sokmesini bekleyen Nene Hatun, bir yandan sobanin yani basindaki besiginde uyuyan bebegini salliyor, diger yandan da mum isiginda sag elindeki Mushaf’i okumaya devam ediyordu.
Bircok yakini cephedeydi. Uzun zamandir hic birinden haber alamamisti. Dun kusluk vakti agabeyini getirmislerdi. Vucudunda bogaz bogaza carpismanin sebep oldugu cok derin sungu yaralari vardi. Âdeta damarlarinda kan kalmamisti. Ve bir-iki saat sonra Nene Hatun’un kollarinda ruhunu teslim etti.
Nene Hatun, kutlu bir yolda canini veren ve sehadet serbetini icerek sonsuzluga ucan agabeyinin vucuduna sarilip agladi, agladi, agladi... Sehitlerin ardindan aglanmaz diye engel olmaya calistilar; ama Nene Hatun sadece agabeyi icin degil, vatan icin de agliyordu.
Cepheden gelen son haberlere gore dusman cok kalabalikti, ondan da onemlisi iyi silâhlari vardi. Bunlari dusunurken, dilinden hic dusurmedigi duasini bir kez daha tekrarladi: “Allah’im, dusmanlari Sen’in azamet ve kudretine havale ediyor ve serlerinden Sana siginiyoruz.”
Sabah ezaninin okunmasina az bir zaman vardi. Disaridan gelen bagrismalar ve silâh sesleriyle irkildiler. Esinin disari cikmasiyla iceri girmesi bir oldu ve kararli bir sekilde sunlari soyledi: “Ermeni ceteleri ve Rus askerleri tabyalara saldirmislar, karsi koymaya gidiyoruz.
Eger donemezsem ve dusman buraya kadar gelirse sakin teslim olmayin, alacaklarsa cesetlerinizi alsinlar. Allah’a emanet olun! ” Ve sobanin yaninda duran baltayi kaptigi gibi kapidan yildirim hiziyla tabyalara dogru kosmaya basladi.
Nene Hatun’un cesaretli ve sogukkanli bir yapisi vardi. Kocasinin kolay kolay geri donmeyecegini biliyordu. Arkasindan “Allah yardimciniz olsun! ” diye dua etti.
Zaman hayli ilerlemisti. Silâh seslerinin ardi arkasi kesilmiyordu. Abdestini tazeledi. Yuregi cephede, kulagi ezandaydi. Fakat minarelerden ezandan hemen once farkli bir ses duyuldu. Aziziye Tabyalari’nin dusman eline gectigi, askerlerin cogunun sehit oldugu ilân ediliyordu.
Cok dinleyemedi Nene Hatun. Cocugunu optu, kokladi; “Nâzim’im seni bana Allah verdi, ben de seni yine O’na emanet ediyorum” dedi. Eline satirini ve sehit agabeyinin tufegini aldigi gibi tabyalara dogru kosmaya basladi.
Tabyalarda mevzilenmis ceteler ve dusman askerleri, kendilerine dogru akmakta olan iman ordusu karsisinda sanki butun Anadolu uzerlerine geliyormus gibi hissettiler. Baslarindaki subayin “Ates serbest! ” emriyle namlular birbiri ardina patlamaya basladi. Ilk siralarda olanlar birer birer yere yigiliyordu; ama gelenlerin ardi arkasi kesilecek gibi degildi. Dusman, hic boyle bir direnis beklemiyordu.
Yediden yetmise butun Erzurumlular, tabyalarin demir kapilarini bir kâgit gibi cigneyerek dusmanin icerisine dalmisti. Ceteler ve dusman askerleri sel sularinda eriyen kar gibi eridi. Carpisma kisa surmustu. Nene Hatun, cetelerin olanca kinleriyle sokerek yere attiklari sanli bayragi dustugu yerden aldi, alnina goturdu ve gozlerinden yaslar bosanirken ait oldugu yere asti.
Nene Hatun ve kahraman Anadolu insaninin o sabah baslattiklari mucadele, dusman, vatan topraklarini terk edinceye kadar devam etti. Iyi donanimli dusman askerlerinden tabyalar geri alindi. Uc bin dusman askeri oldurulmustu. Buna karsilik bin kadar sehit vardi. Varsin olsundu, vatan olmadiktan sonra yasamanin ne mânâsi vardi? ! ..
Nene Hatun da omzundan yaralanmisti. Ama o âdeta kendini unutmus, yarasi daha agir olanlarin yardimina kosuyordu. Birkac dakika oncesine kadar cephede mermi tasiyan, askerlere su dagitan ve siper kazan kahraman kadin, simdi yerini askerlerin yaralarini saran bir hastabakiciya birakmisti.
O gun Aziziye Tabyalari’nda, Musluman-Turk tarihinde Nene Hatun’la sembollesen altin bir sayfa daha acildi. Allah icin can siperâne mucadele veren Safiyye ve Nesibe Hatunlarin, Ûmm-û Hiramlarin, cepheye cephane tasirken donarak sehit olan Serife Analarin, cephane arabasinin boyundurugunun bir tarafina elde kalan tek hayvanini, diger tarafina da kendisini kosarak cepheye mermi tasiyan Ayse Analarin olusturdugu altin halkaya bir kahraman kadin daha eklendi.
Nene Hatun’un vatan icin kahramanca verdigi mucadele bu kadarla da bitmemisti. O gun evde uc aylikken biraktigi oglu Nâzim ve daha sonra dogan uc oglundan ikisi, Birinci Dunya Harbi’nde canlarini vatana feda ettiler.
Ne mutlu sana Kahraman Ana. Kendin gazi, ogullarin sehit...
Aziziye Tabyasi’na diktigin bayrak, bugun dalgalanmaya devam ediyor.
Yahya KUREKCI'nin kaleminden.
kurtuluş savaşının simgelerinden olmuş bir efsane.....
Miiliyetçilerin kadınlar için diktikleri kılıf.
adını 93 harbinde yaptığı kahramanlıklarla şanlı tarihimize altın harflerle kazımış fedakar türk kadını.
Ruslar bazı hain ermeni ve yahudilerin yardımıyla Erzurum da Aziziye tabyasına girmiş uykudaki yüzlerce mehmetçiğimizi şehit etmişti.
Tesadüfen aziziye kaymakamı yarbay bahri bey uyanıktı ve gürültüyü işiterek baskına uğradıklarını anlamıştı hemen askeri silah başı ederek Ruslara karşı amansız bir müdafa başlattı o sırada bütün Erzurum da silah sesleri işitilmiş camilerde sabah ezanından sonra müezzin şöyle sesleniyordu halka;
EY ahali EY Türk halkı Moskof Aziziye yi bastı vatanını milletini dinini seven Aziziye ye koşsun.
Bu serzenişi duyan Erzurum halkı o dadaşlar diyarı bir anda şahlanmış akın akın Aziziye ye koşuyordu.
silahı olan silahıyla olmayan kazma kürek sopa taş ne bulduysa.
Koşanların arasında kocası cephede şehit olmuş abisi kollarında can vermiş bir taze gelin vardı adı Nene hatun du o da abisinin kasaturasını alıp halka karıştı ve Aziziye ye koştu.
Ruslar üstlerine gelen halkın üstüne yaylım ateşi açtı o anda yüzlerce insan şehit oldu ama arkadan gelenler öyle bir yüklendilerki demir kapılar yerle bir oldu.
O andan sonra boğaz boğaza bir savaş başladı eğitimsiz ilkel silahlı halk tam teşekkürlü donatılmış rus askerlerine karşı çarpışıyordu.
Sonunda Moskof defedilmiş Aziziye kurtarılmıştı ve Nene Hatun ise aldığı bir sürü yaraya rağmen ayakta durmaya çalışıyor sürekli yaralı askerlerimizin yardımına koşuyordu.
KAHRAMAN TÜRK KADINI “NENE HATUN” (1857-1955)
Tarihimize '93 Harbi' adıyla geçen Türk-Rus savaşında Erzurum'un Aziziye Tabyası'nda gösterdiği kahramanlıkla adını tarihe yazdıran Türk kadını. Erzurum'da doğdu, tam doksansekiz yıl orada yaşadı. Bir kahramanlık sembolü olarak tanındı ve anıldı. Ömrünün son demlerini 'Üçüncü Ordu'nun annesi' olarak geçirdi. 1955 yılında 'Yılın Annesi' seçildikten sonra, 22 Mayıs 1955 günü Erzurum'da zatürreeden vefat etti, Aziziye Şehitliğine gömüldü.
İşte aşağıdaki öykü, onun kahramanlık öyküsü; 1877 yılı kasım ayının7'sini 8'ine bağlayan gece, civarda bulunan iki Ermeni köyünden gizlice harekete geçen kalabalık bir çete, sinsi sinsi yaklaşıp Erzurum'un meşhur Aziziye Tabyası'na girmeyi başarmıştı. Türk-Rus harbinin kanlı ve karanlık günleriydi; tabyayı savunan bir avuç Türk askeri derin uykuda idi. Yataklarında bastırıldılar ve uykuda kılıçtan geçirildiler kahpece. Ve arkadan gelen Rus kuvvetleri de hiç bir mukavemet görmeksizin Aziziye Tabyası'na yerleştiler.
Bu kahpe baskından yaralı olarak kurtulan bir asker, koşa koşa Erzurum'a varıp kara haberi yetiştirdi. Minarelerden sabah ezânı yerine 'Moskof Aziziye'ye girdi! ' sesleri yükselmeye başladı.
Bir anda bütün Erzurum duymuştu, bu kara haberi. Ve bir anda bütün Erzurum şahlanıvermişti. Tüfeği olan tüfeğini kaptı, olmayan eline ne geçirdi ise; tırpan, kazma, kürek, sopayı alıp sokaklara döküldü. Erkekli, kadınlı bütün Erzurum halkı Aziziye'ye doğru koşmaya başladı.
Şehrin kenar bir mahallesindeki mütevazi bir evde oturan taze bir gelin vardı. Bir gün evvel, ağabeyi Hasan cepheden ağır yaralı olarak eve getirilmiş ve birkaç saat önce, bu taze gelinin kolları arasında can vermişti. Kocası cephede idi.
Minarelerden yükselen 'Moskof Aziziye'ye girdi' seslerine, seferber olup koşanların uğultuları karışıyordu. Taze gelin, bu kara haberi duymuş gibi ağlamaya başlayan üç aylık bebeğini emzirip, uyuttu. Usulca onu beşiğine bıraktı ve heyecan dolu bir sesle: 'Seni bana Allah verdi, ben de seni Allah'a emanet ediyorum yavrum' diye mırıldandı.
Sonra şehit kardeşinin döşeğine seğirtti. Ölüyü alnından öptü: '-Seni öldüreni öldüreceğim ben de' dedi, kin dolu bir sesle.
Ve masanın üzerinden satırı kapmasıyla, kapıdan dışarı fırlaması bir oldu. O da çılgınca Aziziye'ye doğru koşmakta olan kadınlı-erkekli, taşlı-sopalı kalabalığın arasına karıştı.
Bütün Erzurum, o Dadaşlar diyarı şahlanmıştı. Erzurum halkı bir sel gibi akıyordu, canından aziz saydığı Aziziye Tabyası'na doğru.
Aziziye'ye yerleşmiş bulunan Moskof, tabyaya yaklaşmakta olanlara karşı yaylım ateşine geçince, bir hayli Erzurumlu kırıldı. Onların kırılışını görmek, ayakta kalabileni büsbütün şahlandırmış ve tabyanın demir kapılarına gülle gibi yükselen kalabalık, bir anda içeri doluvermişti. Demir kapılar bile dayanamamıştı bu olağanüstü imân karşısında.
Aziziye'de boğaz boğaza kanlı bir dövüştür başladı. Balta, tırpan, kazma ve sopası olmayan pençeleriyle Moskofun gırtlağına yapışıyordu. O toplu tüfekli ordu, tam bir bozguna uğramıştı bu ilahi şahlanış karşısında. Türk demeye dili dönmeyen Moskof askerleri Osmanlıyı da kısaltıp, sadece 'Osman'a çevirmişlerdi. Başı dara gelen 'Osman teslim' deyip canını kurtarmaya bakıyordu. Başka bir zaman olsaydı, Türk'ün merhameti galebe çalardı belki. Fakat bu zaman, başka zamanlardan çok farklıydı. Aziziye'nin dışında ve içinde kadınlı, ihtiyarlı, çocuklu yüzlerce Erzurumlu, kanlar içinde yatıyordu. Onlara ateş açanlar acımışlar mıydı?
Ne 'Osman'ı dinleyen oldu, ne de 'teslim'e kulak asan'. Taze gelin de elinde satırı, karşısına çıkan Moskof'un kafasına, suratına indiriyordu. Şehit düşen ağabeyinin acısını, bin Moskof'u öldürse içinden atamazdı.
2000'e yakın Moskof askeri öldürülmüş ve Aziziye kurtarılmıştı. Düşmanın geri kalan kısmı, selameti atlarına atlayıp kaçmakta bulmuştu. Onları takip etmek için Erzurum'lunun atı yok, fakat ne lazım, ruhlar kanatlıdır. Kaçan atlıyı kovalayan yaya, yine de yakalayıp haklamayı biliyordu.
Yaralılar arasında taze gelin de vardı. Elinde satırı ile dövüşürken aldığı bir yaranın tesiriyle o da kanlar içinde yere yıkılmıştı. Fakat yaralı olarak, baygın halde bulunduğu zaman dahi elindeki kanlı satırını sıkı sıkıya kavramış, bırakmıyordu hırs dolu pençelerinin arasından.
Adı Nene idi taze gelinin. O günden sonra da bütün Erzurum'un tanıyıp saydığı kişilerin arasına katıldı. Doksansekiz yıllık ömrü boyunca bütün Erzurumlulara Moskof'un Aziziye'de nasıl tepelenişini anlattı. Fakat kendinden birkaç kelime ile bahsetti. Ölümünden bir yıl önce kendisini ziyaret eden NATO Başkumandanı'na 'Ben o zaman icâp eden şeyi yapmıştım. Bugün de icâp ederse anı şeyi yaparım' demiş ve Amerikalı generali kendine hayran bırakmıştı...
Kurtuluş Savaşı için önemli bir insan diye hatırlıyorum..Ankara da bir caddeye adını vermiştir...Tahran Caddesiyle kesişir..