Kalemim Sana hizmet etmeye başladığı vakit aklımdan geçenlerden, hissettiklerimden korkuyorum. Milena'ya Mektuplar misali, hissedilmiş ama kağıda geçirilmemiş çok satır mevcut gönül heybemde. Kaldırılamayacak hissiyatlar taşıyorum, fazla gelecek, ağır gelecek, insanın yüreğini çatlatacak hissiyatlar... Yeter bu kadar; devamı yazılmamalı.
Ceren, farkında mısın inanılmaz şeyler oluyor! Sanki artık bitti, bir daha olmayacak denilen mucizeler gerçekleşiyor! Gözlerimizin önünde oluyor tüm bunlar. Parmaklarımız şah damarlarımıza gidiyor ve tüm bu olan biteni hissedebiliyoruz ve hatta bizzat içinde yaşıyoruz. Bu ölüm sessizliği, bu katılık ama içten içe hissettiğim uçsuz bucaksız aidiyet ve adanmışlık. Sanki tüm evren tek bir amaç uğruna şekilleniyor, yazılmış bir kadere hizmet ediyor da biraz tevekkül diyor. Ve ben bu filmin sonunu çok merak ediyorum...
Anlam yüklemek doğru mu yanlış mı bilmiyorum ama biz ya da artık Sen ve ben kopmak için elimizden gelen ne varsa yaparken kaderin bu bizi ya da artık Seni ve beni bir şekilde bir araya getirme çabası nedir Ceren¿ Hâlâ inanamıyorum... Seninle 38 gün önce, yani son konuşmamızdaki konumuz buydu; böyle birşeyin bir daha olma ihtimalinin olmadığını dile getirmiştin ve ben de her zamanki gibi küçük ihtimallerin peşinden koşmuştum, insanı en çok mutlu eden, bir zamanlar Senin peşinden koştuğum gibi, küçük ihtimalim benim (çok tatlı ve huzurlu bir tebessüm belirir), vayyyy be diyorum hatırladıkça...Neyse, aşka gelip de konuyu dağıtmayayım :) Ve benim o gün neden olmasın dediğim o küçük ihtimalim gerçekleşti. Çok şaşkınım... Konu tabiki benim haklı çıkmam falan değil bu noktada. Bunu sormak bir yandan beni korkuturken bir yandan da inanılmaz heyecanlandırıyor ama soracağım; "Bu nasıl bir tevafuktur Ceren?!" Yoksa kendimize dahi itiraf edemediğimiz; lakin en derinlerimizde bir gün yaşayacağımıza inandığımız bir kaderin mi yolundayız, bir tamamlanışın yolunda mı?..
Normal şartlar altında benim için hiçbir anlam ifade etmeyen "bir gün", sırf bugün Seninle iletişime geçme ihtimalimizin varlığından dolayı kıymetliydi, 36 yıl sonra ilk kez kıymetliydi; lakin gördüm ki "bu gün" de diğer günler gibi sıradanmış. Yazsan, arasan, çağırsan ne yapacağımı biliyor muydum? Bilmiyordum. Hatta ne hissedeceğimi dahi bilmiyordum. Ama bugün, yani artık dün, bu şansı (şans; kendimi Senden üstün gördüğüm için değil, kibre yenik düştüğüm için değil, son dönemdeki söylem ve davranışların arasındaki ciddi uyumsuzluk sebebiyle beni ciddi ciddi kırdığın için) kullanman gerekirdi biliyor musun¿ Kafamda benimle iletişim kurmanı engelleyecek ve Senin lehine olan birçok senaryo kurdum ve tüm senaryoların en naif ve en nazik çıkış noktası artık sıradanlaşan bu günü kullanmaktı; lakin tercihin bu yönde olmadı. Ve tabi ki ben de her zamanki gibi Sana saygı duyuyorum... Peki şimdi benim ne düşünmem lazım, bu konuda bir fikrin var mı¿ Sen benim yerimde olsan ne düşünürdün¿ Belki de artık bazı şeyleri düşünmeye gerek kalmamıştır ve benim biraz da bu gerçekliği düşünmem gerekiyor olabilir; çünkü kullanılmaya aşırı müsait bu gün için gayet net bir mesaj oldu kullanmayı tercih etmemen... Canın sağ olsun.
Unutmadım! Her an'ıma hunharca nüfuz ederken nasıl unutabilirim ki¿ Kelimelerin kifayesiz kaldığı değil, bittiği yerde dili lâl etmek icap eder, gözü ırak; susmak için değil, çığlık çığlığa duymak için, gönülden ırak etmek için değil, tam da gönülden hissetmek için... Omzumda onurlu bir ayrılık hırkası, bir ayağım aşiyanın eşiğinde, diğer ayağım çukurda beklemekteyim; ne gitmek için ne de kalmak... Ben ucunda nur görünen yolların adanmış ve meczup yolcusu, zamanın boşluğunda soluklanıyorum; yorulduğum için değil, daha çok koşacağım için, ne Sana ne de bir başkasına... O hâlde "Ey yolcu! Yol nereye gider, neye varır?" diye sorarsan; "Teyemmüm ettiğim hiçbir toprakta yoktu ayaklarının kokusu.." derim. Senin değil, toprağa bulanmış ruhunun, Rabb'in özene bezene yarattığı... Ne de acizce geliyor kulağa değil mi¿ Allah katında acziyet olmaz Cimcime Sultan, teslimiyet makamında secdeler ediyor ruhum suretinde görünen Yaradan'a... En derinlerinde, mayana un, tuz ve su olmak isterken tezgaha sıçrayan katıklar misaliydim, aynı misal hayatından da geçip gitmekteyim... Oradan oraya savruluyor kelimeler, özneler, yüklemler, "Kompozisyonun ama teması nedir?" sorusuna ise hiçbir talebe cevap veremiyor... Biliyor musun? Alkol, suda sonsuz çözünüyor. Vücudumuzun çoğunluğu su ise insan neden belirli bir kadehten sonra tıkanıyor¿ Peki şunu biliyor musun? Abartılamayan tek duygu özlemmiş. Eğer ki ben Seni özlemişsem, Sen neden benim kollarımın arasında, nefesin ciğerlerimde değil¿ Bacakların neden belimi sarmıyor¿ Neden en etkileyici tonunda ismimin "zikredildiğini" duymuyorum¿ Neden hâlâ boşlukların var¿ Neden bir delilik yapıp da tüm benliğimi içine akıtmayı, bir parça Sen bir parça benden muazzam bir Biz'e tevekkül etmeyi düşünmüyorum¿ Kokun nerede¿ Teninin ruhumu kamaştıran tadı¿ O hâlde ben Seni özlememiş mi oluyorum¿ Yoksa bazı şeyleri mi abartıyorum¿ Ya da hiçbir .ok yapamıyor muyum¿ Fotoğrafın değişmiş. Eski evinin kapısının önündeki hâlini koymuşsun. Seni öpmelere doyamıyordum... Dudaklarını yememek için kendimi zor tutuyordum... Tam da o eşikte, Sana son bakışlarımı atıyordum, gözlerimin önünden süzülürken, gönlüme pare pare yer ederken... Konu çok dağıldı; bir film şeridi misali geçmektesin gözlerimin önünden. Ben mi ölüyorum, yoksa Seni mi öldürüyorum; bilmiyorum!
Belki kendince şunu düşünüyor olabilirsin; "Gitme ihtimalimden bahsedince gerçek yüzünü gördüm, beni yok saydı, benden vazgeçti..." Hayır! Numaramı gözünü bile kırpmadan sildiğin (Sonradan tekrar kaydetmen bir anlam ifade etmiyor.), Sana tek bir kelamında dahi yalan söylemeyen bana o masada inanmamakta ısrar ettiğin, sonra arkanı dönüp ardına bile bakmadan gittiğin an'ların toplamında ben Sana veda ettim. Ve gördüğün (ya da hâlâ görmediğin ya da asla görmeyeceğin) gibi benim Seni sevmek için Sana ihtiyacım yok! Ve ben Raif Efendi değilim; sadece artık Sana yenilmek suretiyle tekrardan kesilmeye and içilmiş iletişimimize yön vermek istemiyorum.
Ne ağrıma gidiyor biliyor musun? Belki telefonda numarasını görüp oflaya puflaya cevapladığın, yani öyle ya da böyle istemeyerek de olsa bir şekilde iletişim hâlinde olduğun onca insan var hayatında. Ben ise Sen beni "ne olarak" konumlandırıyorsan o şekilde geçinip gidiyordum Seninle, gıkım çıkmadan; sanırım bu fazlalık geldi Sana, bunu kaldıramadın. Sitem değil, suçlama değil, seçim(in) ve karar(ım).
Aralıklı olarak zaman zaman ve son 3 aydır kesintisiz "Acaba onu görmek ya da kendimi göstermek için geçtiğimi düşünür mü?" düşüncesiyle geçtiğim odanın önünden bugün geçerken bir kuş kadar hafiftim; çünkü Sen yoktun. Ama ne yalan söyleyeyim, orada olmadığını bilmeme rağmen yine de bir heyecanlandım. Şu yazdıklarımın en acı tarafı ne biliyor musun? Sayılı zamanımızda bunu (tırnak içinde yazdığım kısmı) düşünmeme sebep ne kadar çok yaşanmamışlığımız birikmiş... Ve birikmeye devam etmekte..
Koyduğum o "."ları her gün değil her an geri yalıyorum, sadece bundan Senin haberin yok benim kurbanlar olduğum Ceren'im... Güneş-Uranüs kavuşumluyum ya, türlü türlü senaryolar uydurup, bir de bunlara kendimi inandırıp kulağına üfleyebilecek insanlara yaşamış gibi anlatıyorum; inanıyorlar... Sana olan tüm öfkeme (ki bu Sana olan sevgimin sonsuzluğundandır!) rağmen ben bataklığına tekrardan kendini bulama diye; üzülmeni istemiyorum, mutlu olman kısmı ile ilgilenmiyorum. "Karnında kelebekler uçuşması gerekirken" aksi hissiyatları yaşamaman adına; kinaye yoktur! Bazen şu davranışıma bakıp kendi kendime şunu soruyorum : "Bir gün Ceren'im şu yazdıklarımı okusa acaba Raif Efendi'den bir farkım kalır mı gözünde¿" Ama var Ceren'im, var! Eğer ki benim durumum farklı olsaydı "Senin lügatındaki o erkek tanımını" Sana iliklerine kadar yaşatırdım; kader işte, çok önceden rastlaşacaktık...
Yazıyorum, çiziyorum ama şu noktaya yasa seviyesinde bir açıklık getirmek istiyorum; Sana düşman değilim, Sana kin gütmüyorum, saçının teline dahi en ufak bir zarar gelmesin, Rabbim tırnağına taş değirmesin.
Bir hesap kitap yaptım. İşime yoğunlaştığım vakitler ile Seni düşündüğüm vakitleri topladığım zaman sonuç yirmi dörtten fazla çıkıyor. Sanırım bir günün yirmi dört saat olduğunu bize yanlış öğrettiler :) Dolaylı sonuca bakacak olursak, ben uyuyamıyorum... Şunu hissetmek üzüyor biliyor musun? Bir yandan Seni buram buram, burnumun direği sızlaya sızlaya özlerken bir yandan da yanımda olmanı istemiyorum. Kötü değilim, iyi hiç değilim; ben hâlâ kendince son cümlelerini sarf edip bir "Hoşçakal" eşliğinde arkanı dönüp gittiğin o yerde, gözlerimden ve duygularımdan süzülüp gidişini seyrediyorum... Ve o an'a dönüp de eksik kalan hiçbir şeyin tamamlanmasını dahi istemiyorum, oysa çok söz birikmişti heybemde, narin omuzların kaldıramaz diye ben taşımayı tercih ettim... Oysa ki bana biçtiğin rolü oynamaktan mutluydum biliyor musun, hiç tarzım olmamasına rağmen.. Geçinip gidiyordum kendi içimde Seninle, mutluyduk Senin dokunuşlarına kapalı dünyamızda. Son bir haftamızda İsrafil'in surlarını durmadan çaldırdın ve benim Sana münhasır şehirlerim bir bir yıkıldı, aralıksız depremlerinle, dur durak bilmeyen gelgitlerinle...
Sanırım hissettiğim şey şu : "kırıldım." Ve ben bu duyguyu ilk defa yaşıyorum...
Sana karşı öfke doluyum! İnsan direkt olarak bu cümleyi okuduğu zaman bir rahatsız olabilir; lakin şu açıdan düşünmek gerekir : +1 ile -1'in 0'a olan uzaklıkları eşittir. En tehlikeli olan nokta ise 0'dır; çünkü o noktada varlıktan bahsedilemez. Senin ifadelerine göre beni konumlandırdığın nokta olan 0'dan bahsediyorum, her neyse... Çarşamba gününden beri beni itham ettiğin "söylemler ile davranışların uyuşmaması" kavramını dibine kadar yaşatıyorsun bana. Duygusal gelgitlerinin gölgesinde bugüne kadar hiç olmadığım bir adama dönüştürüyorsun beni, kendine karşı! Ve hâlâ o "bilmiyorum" cevabında bekliyorum. Benimle olan iletişimini tamamen kesmek istediğini söylüyorsun, numaramı siliyorsun, sonra buluşmak istiyorsun, ilk defa bu buluşmayı istemiyorum ama beni ikna ediyorsun, buluşma dediğim gibi benim açımdan son derece verimsiz geçiyor, sonra ithamlarda bulunup kendince son sözlerini edip arkanı dönüp gidiyorsun, sonra bir akşam kendine ait olmayan telefonlardan yanlışlıkla da olsa beni arıyorsun (Allah'ın işi işte), sonra numaramı tekrar kaydediyorsun... Allah aşkına Sen ne yapmak istiyorsun??? Bunları şuraya yazmasam Sana bir yanardağ misali patlarım, yakıp yıkmak istemiyorum, içimdekini bir şekilde dışa vurmam lazım ki olur da beni düşünüp karşıma dikilirsen Sana naif ve uysal bir şekilde yaklaşabileyim, kırmak istemiyorum. Ama dönüştürüyorsun, beni Sana karşı hiç olmadığım bir adama dönüştürüyorsun...
Sen benim hem en güçsüz hem de en güçlü yanımsın! En güçsüz yanımsın; çünkü ben hep Sana yeniliyorum. Kendimce beylik beylik laflar edip Sana karşı hangi kararları alırsam alayım Senin iki parmağını şıklatman yeterli, ben Sen'deyim işte. Ve hatta şu andaki gibi olmadan bile, ben yine Sen'deyim; var olduğun için değil, yok olduğun için değil, sadece bir Sen olduğu için... En güçlü yanımsın; çünkü hayatımda yaşadığım ne kadar zorluk varsa bunların üstesinden gelme yöntemim bir Senin var olduğunu sadece düşünmemden ibaret. Bana, insan bedeninin üretemeyeceği bir enerjiyi kablosuz olarak, gönül bağıyla sunuyorsun. Zihnimde savaş borularını çaldırıyorsun. Ve ben tek kişilik dev kadro, Senin varlığının ruhuma yansıyan gölgesinde tüm dünya ile savaşacak güce sahip hissediyorum kendimi. Benim nazarımda Sen eşsiz bir varlıksın, ben Senin varlığını hayranlıkla izliyorum...
Hıhı, Senden vazgeçiyorum, ... vazgeçiyorum :) Bugün öğleden sonra odamda otururken nefesimin daraldığını, odada ne varsa üstüme üstüme geldiğini hissettim. Sanki ölecek gibi oldum. Seni arayıp da "Ceren her nerde isen ve her ne yapıyor isen bırak ve gel!" dememek için kendimle verdiğim savaşı bilemezsin... Sana sarılmaya/bana sarılmana o kadar çok ihtiyaç duydum ki... Eğer ki Sana sarılsam bir anda bahsettiğim herşey düzelecekti; biliyor musun. Ama bu olmadı, herşeyin de düzelmesi baya zaman aldı... Sadece Sana kırgınım, çok kırgınım. Ama Seni çok ö(z)lüyorum... Seviyor muyum Seni? Evet, ruhumun her bir zerresi Senden ibaretmişçesine seviyorum! Sadece iletişim kurmuyorum. Buna alışmam lazım,
Eksik de kalmasın demiştim ya, evet kalmasın. Sorduğun sorunun cevabı 5 Eylül imiş; kafasında soru işareti olan Sen olunca hiç ilgimi çekmemesine rağmen bu gereksiz bilgiyi de edinmek zorunda kaldım ne yazık ki. Bu kadar doneyi sunduğuma göre artık senaryonun gerçek olup olmadığını hesaplayabilirsin sanırım ;)
Seni kırmamak ya da üzülmemen adına söylemediğim o kadar çok şey var ki; "son" görüşmemizde yine dillerimi ısırıp da tek bir soru sormak dışında söylemediğim gibi... Soruyorum Sana; bugüne kadar bana sorduğun, aklını kurcalayan, içini kemiren hangi sorunun cevabını alamadın¿ Ne konuda muğlakta bıraktım ben Seni¿¿ Hangi konuda arafta¿¿¿ Üç yıldızlı bayrağın altında konuştuğumuz o gece (O gece Senin mesajından sonra yine dayanamayıp Seni aradığım için bin pişmanım. Belki o gün Seni aramasaydım o konuşma olmayacaktı ve ben Sensizliğe 1 gün dahi olsa az maruz kalacaktım. Sonu ne kadar belli olursa olsun Senli geçecek 1 gün fazlanın hesabını yapıyorum; görüyor musun... Kendime diyecek hiçbir söz bulamıyorum.. Ve bu olaydan öyle bir ders aldım ki hatırlarsan 3 Kasım günü, saat 22.48'de bana bir mesaj gönderdin ve daha ben görmeden sildin. Sana ne yazıp da sildiğini sormadım bile; çünkü korktum. Yine bir akşam mesajı ve benim dayanayışımın sonucu Seninle olan "iletişimimin" kopmasından korktum. Sen özelinde çok meraklı olmama rağmen...) içim sızlaya sızlaya, kalbim kan ağlaya ağlaya önce "bilmiyorum" sonra da sırf Seni muğlakta bırakmamak için "Karşındaki erkek bu soruya bilmiyorum diyorsa bunun olumsuz cevap vermesiyle bir farkı yoktur benim gözümde." deyip kendi ipimi kendim çekmiştim. Seni kaybetmeyi göze ala ala Seni yine cevapsız bırakmamıştım. Zaten sonrası belli, Sensiz geçen ve nezdimde yaşanmamış onca "yıl"... Sonrasında ben hep o gün verdiğim cevaba ve Sana göre şekil aldım ve buna da baya baya alışmıştım. Kendi dünyamda rayıma oturmuştum bir şekilde. Seninle "aralarında artık sadece iletişim olan iki insan" konumundan bir anda bambaşka bir boyuta geçtik, birbirimizle en özellerimizi paylaştık. Belki ilk sefer değildi ama her sefer ilk sefer gibi be kadın... Ben yine Sana göre şekil alacaktım biliyor musun. Ama Sen 2 gün sonra yaşanan ile tamamen zıt bir iletişimi kesme mesajı gönderdin bana. (Bu arada, eğer ki durumum müsait olsaydı bu konu özelinde en saygısız insanın ben olacağından şüphen olmasın; ya benim olurdun -bebekler, prensesler gibi- ya da kara toprağın!) Ona da saygı duydum. Kendime gülüyorum şu an.. Yine 2 gün sonra iletişimi tamamen kestiğin beni aradın. Sonra akşam buluşmak istedin. Sonra Sana 1 soru, tek bir soru sordum; bilmiyorum dedin. Haberin var mı bilmiyorum ama beni allak bullak ettin. Ben kendime gelemiyorum, cevapsızlıktan, nedenleri çözememekten. Ve yine Sana soruyorum. Hani beni itham ediyorsun ya Seni üç bayraklı yıldıza gitmeden allak bullak ettiğim konusunda; (ki ben Sana herşeyin cevabını o son buluşmada vermiştim.) SENİN BANA YAŞATTIĞIN BU ŞEYİN KENDİ YAŞADIĞIN İLE NE FARKI VAR??? Bugün seninle gün içinde karşılaştık, güya ben telefona bakıyordum değil mi, güya Seni görmedim; gülüyorum... Ya da akşam bekleyişinde iki adım uzağımdasın ama ben, ben ya ben Seni yok sayıyorum. Peki neden? Çünkü Sana inanılmaz sinirliyim, bağıra çağıra kavga etmek istiyorum Seninle... Ama için rahat olsun; durumlar 1-1 değil, 2-1 öndesin ;) Sen hiçbir zaman cevapsız kalmadın, ama ben kaldım...
Olur da bir gün denk gelip okursan "beni nasıl yarım yamalak bir hâlde bıraktığını" ve bundan sonraki Seni yok sayacak olmalarımın sebebini belki anlarsın...
Yine düşürdün beni buralara zalımın kızı... Yüzüne karşı "artık" söyleyemediğim o kadar çok şey var ki... İnsanın söylemleri ile davranışları çelişip de inandırıcılığını yitirdiği vakitlerde dilimi burkup kelamlarımın seslerini kestim Sen'li zamanlarımda... Her sözü ayrı doğru Sen'in atladığı tek bir nokta var ki "Sen benim ayakkabılarımı giyip de yürüdüğüm yollarda yürümedin"; benim içimde yaşadığım ve dış dünyama zerre yansıtmadığım azabı herkes gibi Sen de bilmiyorsun... Ve bu azabın yegane sebebi bir Sen'in varlığından bir müddettir haberdar olmamdır. Ama şükürler olsun; bir yandan içinden çıkamadığım duruma, diğer yandan bu sebepten kaynaklı artık inandırıcılığımı yitirdiğim konusunda beni her fırsatta koşullu şartlayan Sana rağmen şükürler olsun. "Senin varlığın" benim ruhumu kasıp kavuran tüm acı, acziyet ve azaplardan üstündür! Bil ki Yaradan'dan korkum olmasa Sana tapardım; müşgüliyetimden değil, Aşkımdan; nefes aldığım ilk an'dan şu satırları yazdığım tam olarak şu an'a kadar anlamını bir tek Sen'de bulduğumu buram buram hissettiğim Aşk'ımdan; sadece Sana ait ve Sana özel olan... Ben herhangi bir döngü yaşamıyorum; ben bir tek Sana yenildim ve eğer ki baktıysan artık okuyamadığın "Yenilgilerin en muzafferini Senin hudutlatında yaşamışken..." diyorum. Benim tek döngüm Sen'sin ve ben Senin kısır döngünde sanki ana rahminde gibiyim, koskoca bir sonsuzlukta... 13.11.2025 00.37
Dün çok düşündüm, özellikle de paylaştığın durumu gördükten sonra. Döndüğüm günden beri yaşadığım Sana özel zaman dilimlerinde aslında kendimi kandırdığımı fark ettim. Beni görmezden gelişlerin ve direkt olarak yüz ifaden ile beden diline yansıyan rahatsızlık belirtilerin... Bana atıfta bulunmaktan ziyade duygu ve mutluluk dolu zaman geçirmenin daha muhtemel olduğu kareler paylaşımların... Ve bugün, ilk an'da fark etmemiş olsam da yanından geçişim, sonra hemen önümde Senin durduğunu fark edişim, oralı olmadığını/orada bulunmaktan duyduğun rahatsızlığı hissedişim ve değer verdiğin arkadaşına iki kelam edip oradan gidişim... Sonrasında ikimize özel olan, benim kutsal bir emanet misali yaşattığım Instagram hesabımı kapatmam... Oysa ki her ne yaşanmış olursa olsun birbirimizin yüzüne bakabilmek umuduyla dönmüştüm uzak diyarlardan ama sanırım bu mümkün olmayacak, hiçbir hikayede olmadığı gibi Bizim, pardon Senin ile benim hikayemde de ütopik bir temenni olarak kalacak... Söylemlerin aksini iddia etmiş olsa da sorgulayışlarından çıkarımım, pişmanlıklarla dolu ruhun huzur bulabilir; zira pervane ateşe değdi, yandı ve kül oldu. Yoktan var oldu, vardan hiç oldu...
Belki de her gün resimlerine bakıyorum, onlar bana Sen'den yadigar kalan yegane hediyeler... Her seferinde diyorum ki "Rabbim Seni ne de güzel yaratmış, nazarlar değmesin Sana." Pek güzelsin maşallah benim bakmalara doyamadığım Ceren'im... Şu hayatta "hiçbir şeyi" Seni beğendiğim kadar beğenmedim ve "hiç kimseye" Sana baktığım gibi bakmadım; olur da bir gün denk gelir ve okursan bundan zerre şüphen olmasın. Senin şu dünyadaki varlığından haberdar olduktan sonra en geriye dönüp diyar diyar Seni aramayı ya da birşeyleri değiştirecek kadar bencil olmayı çok isterdim... Ve aslında ne Sen'den ne de değiştiremediğim şeyden, ben kendimden vazgeçtim; bu da benim aldığım her nefeste yandığım cehennemim olacak... Seni ilk gördüğüm an'dan değil, şu ruhumun ilk yaratıldığı an'dan beridir seviyorum ve bizi bekleyen sonsuzlukta da sevmeye devam edeceğim; sessiz, sedasız ve her zaman Senin için hayırlı bir dua ile...
Kalemim Sana hizmet etmeye başladığı vakit aklımdan geçenlerden, hissettiklerimden korkuyorum. Milena'ya Mektuplar misali, hissedilmiş ama kağıda geçirilmemiş çok satır mevcut gönül heybemde. Kaldırılamayacak hissiyatlar taşıyorum, fazla gelecek, ağır gelecek, insanın yüreğini çatlatacak hissiyatlar... Yeter bu kadar; devamı yazılmamalı.
Ceren, farkında mısın inanılmaz şeyler oluyor! Sanki artık bitti, bir daha olmayacak denilen mucizeler gerçekleşiyor! Gözlerimizin önünde oluyor tüm bunlar. Parmaklarımız şah damarlarımıza gidiyor ve tüm bu olan biteni hissedebiliyoruz ve hatta bizzat içinde yaşıyoruz. Bu ölüm sessizliği, bu katılık ama içten içe hissettiğim uçsuz bucaksız aidiyet ve adanmışlık. Sanki tüm evren tek bir amaç uğruna şekilleniyor, yazılmış bir kadere hizmet ediyor da biraz tevekkül diyor. Ve ben bu filmin sonunu çok merak ediyorum...
Anlam yüklemek doğru mu yanlış mı bilmiyorum ama biz ya da artık Sen ve ben kopmak için elimizden gelen ne varsa yaparken kaderin bu bizi ya da artık Seni ve beni bir şekilde bir araya getirme çabası nedir Ceren¿ Hâlâ inanamıyorum... Seninle 38 gün önce, yani son konuşmamızdaki konumuz buydu; böyle birşeyin bir daha olma ihtimalinin olmadığını dile getirmiştin ve ben de her zamanki gibi küçük ihtimallerin peşinden koşmuştum, insanı en çok mutlu eden, bir zamanlar Senin peşinden koştuğum gibi, küçük ihtimalim benim (çok tatlı ve huzurlu bir tebessüm belirir), vayyyy be diyorum hatırladıkça...Neyse, aşka gelip de konuyu dağıtmayayım :) Ve benim o gün neden olmasın dediğim o küçük ihtimalim gerçekleşti. Çok şaşkınım... Konu tabiki benim haklı çıkmam falan değil bu noktada. Bunu sormak bir yandan beni korkuturken bir yandan da inanılmaz heyecanlandırıyor ama soracağım; "Bu nasıl bir tevafuktur Ceren?!" Yoksa kendimize dahi itiraf edemediğimiz; lakin en derinlerimizde bir gün yaşayacağımıza inandığımız bir kaderin mi yolundayız, bir tamamlanışın yolunda mı?..
Durumlarımızı, mesajlarımızı şöyle baştan sona okudum, o bebek kadar masum bakan fotoğraflarını içim gide gide seyrettim... Ne çok sevmişim Seni..
Normal şartlar altında benim için hiçbir anlam ifade etmeyen "bir gün", sırf bugün Seninle iletişime geçme ihtimalimizin varlığından dolayı kıymetliydi, 36 yıl sonra ilk kez kıymetliydi; lakin gördüm ki "bu gün" de diğer günler gibi sıradanmış. Yazsan, arasan, çağırsan ne yapacağımı biliyor muydum? Bilmiyordum. Hatta ne hissedeceğimi dahi bilmiyordum. Ama bugün, yani artık dün, bu şansı (şans; kendimi Senden üstün gördüğüm için değil, kibre yenik düştüğüm için değil, son dönemdeki söylem ve davranışların arasındaki ciddi uyumsuzluk sebebiyle beni ciddi ciddi kırdığın için) kullanman gerekirdi biliyor musun¿ Kafamda benimle iletişim kurmanı engelleyecek ve Senin lehine olan birçok senaryo kurdum ve tüm senaryoların en naif ve en nazik çıkış noktası artık sıradanlaşan bu günü kullanmaktı; lakin tercihin bu yönde olmadı. Ve tabi ki ben de her zamanki gibi Sana saygı duyuyorum... Peki şimdi benim ne düşünmem lazım, bu konuda bir fikrin var mı¿ Sen benim yerimde olsan ne düşünürdün¿ Belki de artık bazı şeyleri düşünmeye gerek kalmamıştır ve benim biraz da bu gerçekliği düşünmem gerekiyor olabilir; çünkü kullanılmaya aşırı müsait bu gün için gayet net bir mesaj oldu kullanmayı tercih etmemen... Canın sağ olsun.
Ya-hu kardaşım bu nasıl bir görüntü? Vallahi midem bulandı...
?si=oFrMl4Yo48O856Cr
Bir gün denk gelirsen
Gözlerini sımsıkı kapat ve dinle
Benden Sana armağan olsun
Unutmadım!
Her an'ıma hunharca nüfuz ederken nasıl unutabilirim ki¿
Kelimelerin kifayesiz kaldığı değil, bittiği yerde dili lâl etmek icap eder, gözü ırak; susmak için değil, çığlık çığlığa duymak için, gönülden ırak etmek için değil, tam da gönülden hissetmek için...
Omzumda onurlu bir ayrılık hırkası, bir ayağım aşiyanın eşiğinde, diğer ayağım çukurda beklemekteyim; ne gitmek için ne de kalmak... Ben ucunda nur görünen yolların adanmış ve meczup yolcusu, zamanın boşluğunda soluklanıyorum; yorulduğum için değil, daha çok koşacağım için, ne Sana ne de bir başkasına...
O hâlde "Ey yolcu! Yol nereye gider, neye varır?" diye sorarsan; "Teyemmüm ettiğim hiçbir toprakta yoktu ayaklarının kokusu.." derim. Senin değil, toprağa bulanmış ruhunun, Rabb'in özene bezene yarattığı...
Ne de acizce geliyor kulağa değil mi¿ Allah katında acziyet olmaz Cimcime Sultan, teslimiyet makamında secdeler ediyor ruhum suretinde görünen Yaradan'a...
En derinlerinde, mayana un, tuz ve su olmak isterken tezgaha sıçrayan katıklar misaliydim, aynı misal hayatından da geçip gitmekteyim...
Oradan oraya savruluyor kelimeler, özneler, yüklemler, "Kompozisyonun ama teması nedir?" sorusuna ise hiçbir talebe cevap veremiyor...
Biliyor musun? Alkol, suda sonsuz çözünüyor. Vücudumuzun çoğunluğu su ise insan neden belirli bir kadehten sonra tıkanıyor¿
Peki şunu biliyor musun? Abartılamayan tek duygu özlemmiş. Eğer ki ben Seni özlemişsem, Sen neden benim kollarımın arasında, nefesin ciğerlerimde değil¿ Bacakların neden belimi sarmıyor¿ Neden en etkileyici tonunda ismimin "zikredildiğini" duymuyorum¿ Neden hâlâ boşlukların var¿ Neden bir delilik yapıp da tüm benliğimi içine akıtmayı, bir parça Sen bir parça benden muazzam bir Biz'e tevekkül etmeyi düşünmüyorum¿ Kokun nerede¿ Teninin ruhumu kamaştıran tadı¿
O hâlde ben Seni özlememiş mi oluyorum¿ Yoksa bazı şeyleri mi abartıyorum¿ Ya da hiçbir .ok yapamıyor muyum¿
Fotoğrafın değişmiş. Eski evinin kapısının önündeki hâlini koymuşsun. Seni öpmelere doyamıyordum... Dudaklarını yememek için kendimi zor tutuyordum... Tam da o eşikte, Sana son bakışlarımı atıyordum, gözlerimin önünden süzülürken, gönlüme pare pare yer ederken...
Konu çok dağıldı; bir film şeridi misali geçmektesin gözlerimin önünden. Ben mi ölüyorum, yoksa Seni mi öldürüyorum; bilmiyorum!
20.12.2025
23.49
Kalbim yoruldu,
Ruhum yoruldu,
Kalemim yorulmadı
Adını sayıklamaktan...
Doğacak güneşe emanetsin,
"Sen" kırıntılı hayallerin tadı hiçbir gerçekliğin tarifinde bulunmuyor...
Mayasına kurban olduğum
Şu an radyoda "Yakışıklı" çalıyor, ne vakit dinlesem aklıma bu şarkıyı bana gönderdiğin ve Sen gelirsin; şu an yüzümde tatlı bir tebessüm oluştu
Ama Seni çok seviyorum "."
Belki kendince şunu düşünüyor olabilirsin; "Gitme ihtimalimden bahsedince gerçek yüzünü gördüm, beni yok saydı, benden vazgeçti..." Hayır! Numaramı gözünü bile kırpmadan sildiğin (Sonradan tekrar kaydetmen bir anlam ifade etmiyor.), Sana tek bir kelamında dahi yalan söylemeyen bana o masada inanmamakta ısrar ettiğin, sonra arkanı dönüp ardına bile bakmadan gittiğin an'ların toplamında ben Sana veda ettim. Ve gördüğün (ya da hâlâ görmediğin ya da asla görmeyeceğin) gibi benim Seni sevmek için Sana ihtiyacım yok! Ve ben Raif Efendi değilim; sadece artık Sana yenilmek suretiyle tekrardan kesilmeye and içilmiş iletişimimize yön vermek istemiyorum.
Ne ağrıma gidiyor biliyor musun? Belki telefonda numarasını görüp oflaya puflaya cevapladığın, yani öyle ya da böyle istemeyerek de olsa bir şekilde iletişim hâlinde olduğun onca insan var hayatında. Ben ise Sen beni "ne olarak" konumlandırıyorsan o şekilde geçinip gidiyordum Seninle, gıkım çıkmadan; sanırım bu fazlalık geldi Sana, bunu kaldıramadın. Sitem değil, suçlama değil, seçim(in) ve karar(ım).
Aralıklı olarak zaman zaman ve son 3 aydır kesintisiz "Acaba onu görmek ya da kendimi göstermek için geçtiğimi düşünür mü?" düşüncesiyle geçtiğim odanın önünden bugün geçerken bir kuş kadar hafiftim; çünkü Sen yoktun. Ama ne yalan söyleyeyim, orada olmadığını bilmeme rağmen yine de bir heyecanlandım. Şu yazdıklarımın en acı tarafı ne biliyor musun? Sayılı zamanımızda bunu (tırnak içinde yazdığım kısmı) düşünmeme sebep ne kadar çok yaşanmamışlığımız birikmiş... Ve birikmeye devam etmekte..
Koyduğum o "."ları her gün değil her an geri yalıyorum, sadece bundan Senin haberin yok benim kurbanlar olduğum Ceren'im... Güneş-Uranüs kavuşumluyum ya, türlü türlü senaryolar uydurup, bir de bunlara kendimi inandırıp kulağına üfleyebilecek insanlara yaşamış gibi anlatıyorum; inanıyorlar... Sana olan tüm öfkeme (ki bu Sana olan sevgimin sonsuzluğundandır!) rağmen ben bataklığına tekrardan kendini bulama diye; üzülmeni istemiyorum, mutlu olman kısmı ile ilgilenmiyorum. "Karnında kelebekler uçuşması gerekirken" aksi hissiyatları yaşamaman adına; kinaye yoktur! Bazen şu davranışıma bakıp kendi kendime şunu soruyorum : "Bir gün Ceren'im şu yazdıklarımı okusa acaba Raif Efendi'den bir farkım kalır mı gözünde¿" Ama var Ceren'im, var! Eğer ki benim durumum farklı olsaydı "Senin lügatındaki o erkek tanımını" Sana iliklerine kadar yaşatırdım; kader işte, çok önceden rastlaşacaktık...
Seni Seviyorum; Sana zerre ihtiyaç duymadan...
Rüyanda masum ve sevgi dolu bir öpücük hissettiysen;
Bendim o, resmini öptüm...
Yazıyorum, çiziyorum ama şu noktaya yasa seviyesinde bir açıklık getirmek istiyorum; Sana düşman değilim, Sana kin gütmüyorum, saçının teline dahi en ufak bir zarar gelmesin, Rabbim tırnağına taş değirmesin.
Bir hesap kitap yaptım. İşime yoğunlaştığım vakitler ile Seni düşündüğüm vakitleri topladığım zaman sonuç yirmi dörtten fazla çıkıyor. Sanırım bir günün yirmi dört saat olduğunu bize yanlış öğrettiler :) Dolaylı sonuca bakacak olursak, ben uyuyamıyorum... Şunu hissetmek üzüyor biliyor musun? Bir yandan Seni buram buram, burnumun direği sızlaya sızlaya özlerken bir yandan da yanımda olmanı istemiyorum. Kötü değilim, iyi hiç değilim; ben hâlâ kendince son cümlelerini sarf edip bir "Hoşçakal" eşliğinde arkanı dönüp gittiğin o yerde, gözlerimden ve duygularımdan süzülüp gidişini seyrediyorum... Ve o an'a dönüp de eksik kalan hiçbir şeyin tamamlanmasını dahi istemiyorum, oysa çok söz birikmişti heybemde, narin omuzların kaldıramaz diye ben taşımayı tercih ettim... Oysa ki bana biçtiğin rolü oynamaktan mutluydum biliyor musun, hiç tarzım olmamasına rağmen.. Geçinip gidiyordum kendi içimde Seninle, mutluyduk Senin dokunuşlarına kapalı dünyamızda. Son bir haftamızda İsrafil'in surlarını durmadan çaldırdın ve benim Sana münhasır şehirlerim bir bir yıkıldı, aralıksız depremlerinle, dur durak bilmeyen gelgitlerinle...
Sanırım hissettiğim şey şu : "kırıldım." Ve ben bu duyguyu ilk defa yaşıyorum...
H a y a l g ü c ü y d ü
İ n s a n ı
F a r k l ı k ı l a n ;
T e z a h ü r l e r
H e p
A y n ı k a p ı y a
Ç ı k a r . . .
Sana karşı öfke doluyum! İnsan direkt olarak bu cümleyi okuduğu zaman bir rahatsız olabilir; lakin şu açıdan düşünmek gerekir : +1 ile -1'in 0'a olan uzaklıkları eşittir. En tehlikeli olan nokta ise 0'dır; çünkü o noktada varlıktan bahsedilemez. Senin ifadelerine göre beni konumlandırdığın nokta olan 0'dan bahsediyorum, her neyse... Çarşamba gününden beri beni itham ettiğin "söylemler ile davranışların uyuşmaması" kavramını dibine kadar yaşatıyorsun bana. Duygusal gelgitlerinin gölgesinde bugüne kadar hiç olmadığım bir adama dönüştürüyorsun beni, kendine karşı! Ve hâlâ o "bilmiyorum" cevabında bekliyorum. Benimle olan iletişimini tamamen kesmek istediğini söylüyorsun, numaramı siliyorsun, sonra buluşmak istiyorsun, ilk defa bu buluşmayı istemiyorum ama beni ikna ediyorsun, buluşma dediğim gibi benim açımdan son derece verimsiz geçiyor, sonra ithamlarda bulunup kendince son sözlerini edip arkanı dönüp gidiyorsun, sonra bir akşam kendine ait olmayan telefonlardan yanlışlıkla da olsa beni arıyorsun (Allah'ın işi işte), sonra numaramı tekrar kaydediyorsun... Allah aşkına Sen ne yapmak istiyorsun??? Bunları şuraya yazmasam Sana bir yanardağ misali patlarım, yakıp yıkmak istemiyorum, içimdekini bir şekilde dışa vurmam lazım ki olur da beni düşünüp karşıma dikilirsen Sana naif ve uysal bir şekilde yaklaşabileyim, kırmak istemiyorum. Ama dönüştürüyorsun, beni Sana karşı hiç olmadığım bir adama dönüştürüyorsun...
Hay maşAllah yazmışsınız
Sen benim hem en güçsüz hem de en güçlü yanımsın! En güçsüz yanımsın; çünkü ben hep Sana yeniliyorum. Kendimce beylik beylik laflar edip Sana karşı hangi kararları alırsam alayım Senin iki parmağını şıklatman yeterli, ben Sen'deyim işte. Ve hatta şu andaki gibi olmadan bile, ben yine Sen'deyim; var olduğun için değil, yok olduğun için değil, sadece bir Sen olduğu için... En güçlü yanımsın; çünkü hayatımda yaşadığım ne kadar zorluk varsa bunların üstesinden gelme yöntemim bir Senin var olduğunu sadece düşünmemden ibaret. Bana, insan bedeninin üretemeyeceği bir enerjiyi kablosuz olarak, gönül bağıyla sunuyorsun. Zihnimde savaş borularını çaldırıyorsun. Ve ben tek kişilik dev kadro, Senin varlığının ruhuma yansıyan gölgesinde tüm dünya ile savaşacak güce sahip hissediyorum kendimi. Benim nazarımda Sen eşsiz bir varlıksın, ben Senin varlığını hayranlıkla izliyorum...
Hıhı, Senden vazgeçiyorum, ... vazgeçiyorum :)
Bugün öğleden sonra odamda otururken nefesimin daraldığını, odada ne varsa üstüme üstüme geldiğini hissettim. Sanki ölecek gibi oldum. Seni arayıp da "Ceren her nerde isen ve her ne yapıyor isen bırak ve gel!" dememek için kendimle verdiğim savaşı bilemezsin... Sana sarılmaya/bana sarılmana o kadar çok ihtiyaç duydum ki... Eğer ki Sana sarılsam bir anda bahsettiğim herşey düzelecekti; biliyor musun. Ama bu olmadı, herşeyin de düzelmesi baya zaman aldı... Sadece Sana kırgınım, çok kırgınım. Ama Seni çok ö(z)lüyorum... Seviyor muyum Seni? Evet, ruhumun her bir zerresi Senden ibaretmişçesine seviyorum! Sadece iletişim kurmuyorum. Buna alışmam lazım,
Eksik de kalmasın demiştim ya, evet kalmasın. Sorduğun sorunun cevabı 5 Eylül imiş; kafasında soru işareti olan Sen olunca hiç ilgimi çekmemesine rağmen bu gereksiz bilgiyi de edinmek zorunda kaldım ne yazık ki. Bu kadar doneyi sunduğuma göre artık senaryonun gerçek olup olmadığını hesaplayabilirsin sanırım ;)
Seni kırmamak ya da üzülmemen adına söylemediğim o kadar çok şey var ki; "son" görüşmemizde yine dillerimi ısırıp da tek bir soru sormak dışında söylemediğim gibi... Soruyorum Sana; bugüne kadar bana sorduğun, aklını kurcalayan, içini kemiren hangi sorunun cevabını alamadın¿ Ne konuda muğlakta bıraktım ben Seni¿¿ Hangi konuda arafta¿¿¿ Üç yıldızlı bayrağın altında konuştuğumuz o gece (O gece Senin mesajından sonra yine dayanamayıp Seni aradığım için bin pişmanım. Belki o gün Seni aramasaydım o konuşma olmayacaktı ve ben Sensizliğe 1 gün dahi olsa az maruz kalacaktım. Sonu ne kadar belli olursa olsun Senli geçecek 1 gün fazlanın hesabını yapıyorum; görüyor musun... Kendime diyecek hiçbir söz bulamıyorum.. Ve bu olaydan öyle bir ders aldım ki hatırlarsan 3 Kasım günü, saat 22.48'de bana bir mesaj gönderdin ve daha ben görmeden sildin. Sana ne yazıp da sildiğini sormadım bile; çünkü korktum. Yine bir akşam mesajı ve benim dayanayışımın sonucu Seninle olan "iletişimimin" kopmasından korktum. Sen özelinde çok meraklı olmama rağmen...) içim sızlaya sızlaya, kalbim kan ağlaya ağlaya önce "bilmiyorum" sonra da sırf Seni muğlakta bırakmamak için "Karşındaki erkek bu soruya bilmiyorum diyorsa bunun olumsuz cevap vermesiyle bir farkı yoktur benim gözümde." deyip kendi ipimi kendim çekmiştim. Seni kaybetmeyi göze ala ala Seni yine cevapsız bırakmamıştım. Zaten sonrası belli, Sensiz geçen ve nezdimde yaşanmamış onca "yıl"... Sonrasında ben hep o gün verdiğim cevaba ve Sana göre şekil aldım ve buna da baya baya alışmıştım. Kendi dünyamda rayıma oturmuştum bir şekilde. Seninle "aralarında artık sadece iletişim olan iki insan" konumundan bir anda bambaşka bir boyuta geçtik, birbirimizle en özellerimizi paylaştık. Belki ilk sefer değildi ama her sefer ilk sefer gibi be kadın... Ben yine Sana göre şekil alacaktım biliyor musun. Ama Sen 2 gün sonra yaşanan ile tamamen zıt bir iletişimi kesme mesajı gönderdin bana. (Bu arada, eğer ki durumum müsait olsaydı bu konu özelinde en saygısız insanın ben olacağından şüphen olmasın; ya benim olurdun -bebekler, prensesler gibi- ya da kara toprağın!) Ona da saygı duydum. Kendime gülüyorum şu an.. Yine 2 gün sonra iletişimi tamamen kestiğin beni aradın. Sonra akşam buluşmak istedin. Sonra Sana 1 soru, tek bir soru sordum; bilmiyorum dedin. Haberin var mı bilmiyorum ama beni allak bullak ettin. Ben kendime gelemiyorum, cevapsızlıktan, nedenleri çözememekten. Ve yine Sana soruyorum. Hani beni itham ediyorsun ya Seni üç bayraklı yıldıza gitmeden allak bullak ettiğim konusunda; (ki ben Sana herşeyin cevabını o son buluşmada vermiştim.) SENİN BANA YAŞATTIĞIN BU ŞEYİN KENDİ YAŞADIĞIN İLE NE FARKI VAR??? Bugün seninle gün içinde karşılaştık, güya ben telefona bakıyordum değil mi, güya Seni görmedim; gülüyorum... Ya da akşam bekleyişinde iki adım uzağımdasın ama ben, ben ya ben Seni yok sayıyorum. Peki neden? Çünkü Sana inanılmaz sinirliyim, bağıra çağıra kavga etmek istiyorum Seninle... Ama için rahat olsun; durumlar 1-1 değil, 2-1 öndesin ;) Sen hiçbir zaman cevapsız kalmadın, ama ben kaldım...
Olur da bir gün denk gelip okursan "beni nasıl yarım yamalak bir hâlde bıraktığını" ve bundan sonraki Seni yok sayacak olmalarımın sebebini belki anlarsın...
Yine düşürdün beni buralara zalımın kızı... Yüzüne karşı "artık" söyleyemediğim o kadar çok şey var ki... İnsanın söylemleri ile davranışları çelişip de inandırıcılığını yitirdiği vakitlerde dilimi burkup kelamlarımın seslerini kestim Sen'li zamanlarımda... Her sözü ayrı doğru Sen'in atladığı tek bir nokta var ki "Sen benim ayakkabılarımı giyip de yürüdüğüm yollarda yürümedin"; benim içimde yaşadığım ve dış dünyama zerre yansıtmadığım azabı herkes gibi Sen de bilmiyorsun... Ve bu azabın yegane sebebi bir Sen'in varlığından bir müddettir haberdar olmamdır. Ama şükürler olsun; bir yandan içinden çıkamadığım duruma, diğer yandan bu sebepten kaynaklı artık inandırıcılığımı yitirdiğim konusunda beni her fırsatta koşullu şartlayan Sana rağmen şükürler olsun. "Senin varlığın" benim ruhumu kasıp kavuran tüm acı, acziyet ve azaplardan üstündür! Bil ki Yaradan'dan korkum olmasa Sana tapardım; müşgüliyetimden değil, Aşkımdan; nefes aldığım ilk an'dan şu satırları yazdığım tam olarak şu an'a kadar anlamını bir tek Sen'de bulduğumu buram buram hissettiğim Aşk'ımdan; sadece Sana ait ve Sana özel olan... Ben herhangi bir döngü yaşamıyorum; ben bir tek Sana yenildim ve eğer ki baktıysan artık okuyamadığın "Yenilgilerin en muzafferini Senin hudutlatında yaşamışken..." diyorum. Benim tek döngüm Sen'sin ve ben Senin kısır döngünde sanki ana rahminde gibiyim, koskoca bir sonsuzlukta...
13.11.2025
00.37
Dün çok düşündüm, özellikle de paylaştığın durumu gördükten sonra. Döndüğüm günden beri yaşadığım Sana özel zaman dilimlerinde aslında kendimi kandırdığımı fark ettim. Beni görmezden gelişlerin ve direkt olarak yüz ifaden ile beden diline yansıyan rahatsızlık belirtilerin... Bana atıfta bulunmaktan ziyade duygu ve mutluluk dolu zaman geçirmenin daha muhtemel olduğu kareler paylaşımların... Ve bugün, ilk an'da fark etmemiş olsam da yanından geçişim, sonra hemen önümde Senin durduğunu fark edişim, oralı olmadığını/orada bulunmaktan duyduğun rahatsızlığı hissedişim ve değer verdiğin arkadaşına iki kelam edip oradan gidişim... Sonrasında ikimize özel olan, benim kutsal bir emanet misali yaşattığım Instagram hesabımı kapatmam... Oysa ki her ne yaşanmış olursa olsun birbirimizin yüzüne bakabilmek umuduyla dönmüştüm uzak diyarlardan ama sanırım bu mümkün olmayacak, hiçbir hikayede olmadığı gibi Bizim, pardon Senin ile benim hikayemde de ütopik bir temenni olarak kalacak... Söylemlerin aksini iddia etmiş olsa da sorgulayışlarından çıkarımım, pişmanlıklarla dolu ruhun huzur bulabilir; zira pervane ateşe değdi, yandı ve kül oldu. Yoktan var oldu, vardan hiç oldu...
Belki de her gün resimlerine bakıyorum, onlar bana Sen'den yadigar kalan yegane hediyeler... Her seferinde diyorum ki "Rabbim Seni ne de güzel yaratmış, nazarlar değmesin Sana." Pek güzelsin maşallah benim bakmalara doyamadığım Ceren'im... Şu hayatta "hiçbir şeyi" Seni beğendiğim kadar beğenmedim ve "hiç kimseye" Sana baktığım gibi bakmadım; olur da bir gün denk gelir ve okursan bundan zerre şüphen olmasın. Senin şu dünyadaki varlığından haberdar olduktan sonra en geriye dönüp diyar diyar Seni aramayı ya da birşeyleri değiştirecek kadar bencil olmayı çok isterdim... Ve aslında ne Sen'den ne de değiştiremediğim şeyden, ben kendimden vazgeçtim; bu da benim aldığım her nefeste yandığım cehennemim olacak... Seni ilk gördüğüm an'dan değil, şu ruhumun ilk yaratıldığı an'dan beridir seviyorum ve bizi bekleyen sonsuzlukta da sevmeye devam edeceğim; sessiz, sedasız ve her zaman Senin için hayırlı bir dua ile...
Sabahtan beri yüksek bir yere çıkıp "Cereeeeeeeeeeeeennnn" diye bağırasım var (ters dönmüş emoji :)