hatırlıyorum da sevgini göstermezsen, sevgimi göremezsin derdin.. sen to silencio bebe.. ben lady d’abranville çalsın derdim. hatırlıyorum da ‘’ an-ları yaşıyorduk ‘’ o zamanlar. o ışık neden söndü? bizi 'biz' yapan ben- ler yok mu oldu.. ya da daha çok 'ben' mi ekledik kendimize. bencilleştik ve her birimiz kendi dünyamızda ‘tek’ haline mi geldik..
Arzu imkansızdır, nesnesini imha eder, ne aşıklar bir olabilirler, ne de narsist iki, çünkü arzu imkansızdır, hiçi arzu etmek gerekir. Hayatımız imkansızlık içeren bir saçmalıktır, istediğimiz herşey onlara bağlı koşullar ve sonuçlarla çelişkilidir, her olumlumamamız, karşıt olumlamayla beraberdir ve tüm hislerimiz karşıtıyla karışmış, zira yaratılanlar olarak, Tanrı ve Tanrıdan sonsuz farlılar olarak çelişkiyizdir. Sefaletimiz gerçektir, onu candan sevmeliyiz, geri kalan her şey de hayal. İmkansızlık doğa üstüne de açılır, onu yalnızca çarpabiliriz. Bir başkası da açar. Düşten çıkış imkansıza dokunarak mümkündür, düşte imkansızlık bulunmaz, ama, eylemsizlik vardır. Bizler bilen, isteyen ve seven varlıklarız, ve bilginin, isteğin ve sevginin nesnelerine dikkatimizi verdiğimiz anda, imkansız olmayan hiçbir şeyin olmadığını açıkça kabul ederiz. Biz ele geçirilemez olanı ele geçirmeye itiliriz. Sınırı kabul etmek, buna kafa yormak, tüm acılığının tadına varmak, en iyisi olacaktır.
Modern evre, artan nüfusla birlikte, bir dökme evresi olarak, benlik şişmesini teşvik eden özellikler taşır, gerçekte tuzağa çekmektir, fiil gerçekleşsin diye, test olarak, ama güçlü dönemde bir kurtulma çözümü olarak da, ipi ortaya, bırakır o kulluktur, o da imtiyaz sahibi olabilmek için, onun adına elini taşın altına koyabilmektir, uzağında kalanın zaten kalan ömründe de iyi bir şey yapacak bir kimlik taşıdığını söylemek ham hayal olur, ve faydası da o kadar, en istisnai olaylarda bile işimize bakalım, zaten bu konuya kapalıyım, önce ben demektir, o da kul falan değildir, ikramiyesi de o kadardır, eleme de öne çıkmak elini taşın altına koymaktır gerekirse, yok bundan benim bir çıkarım yok, konu muğlak, kesinlik olsaydı düşünürdüm, onun da istediği tam o, çakallar yoluna gitsin, halis imanlılar kalsın, hak da yerini bulsun sınavı.
Kendini var sanma hali. Ego. Allah Resulü buyurmuşlar ki; ' FAKR”ımla iftihar ederim ”. Yani Yokluğumla iftihar ederim. Burada ki FAKR elbetteki Fakirlik, yoksulluk hali değildir. Allah Resulü yoksulluğumla iftihar ederim dememiştir, ince bir ifade ile Fenafillah Allah'ta yok olma halinden bahsetmiştir. Allah'ı varlığı dışında ikiinci bir varlığın olmadığını, dolayısıyla kendisinin de HİÇ lşiğine değinmiştir. Yani BENLİK sadece varsayımdır. Gerçekte Allah'ttan başka hiç bir şey yoktur.
benlik öyle birşeyli rasulullah buyururki 'insanın kendini bir anlık beğenmesi yetmiş yıllık ibadetini götürür' buda kabul olunmuş 70 yıl ha ben demişsin ha put dik mişsin aynı bu hastalıktan alla cümlemizi muhafaza buyursun
... Sen sende oldukça ve sen kendine taptıkça, Senden sana yol vermezler. Senin varlığın, kendini birşey sanman düşüncesi sende bulundukça, huzur bulurum zannetme. Çünkü sen hala benlik putuna tapmaktasın!
benliğin sınırlarını açıkça çizmeyi isteriz de bilir miyiz; asıl benlik, deneyim ve kimyanın karmaşası altında bir altın damarı kadar saf ve görünür halde uzanmaz. insan organizması birbirine dayanamayan ve dolayısı ile birbirini seçen benliklerin bir düzeni ise benlik dünya ve seçimlerimizin bir araya geldiği o ince boşlukta ki kalkan olabilir 'mi'...
insanın, kendi kişiliğine ilişkin kanıları, kendini tanıma ve değerlendirme biçimidir.kişiliğin iki yönü vardır.birinci yönü,dışa yansıyan,daha çok başkaları tarafından değerlendirilen ve davranışlarına yansıması ile de ölçülebilen yandır.insanın bu yönü nesneldir...kişiliğin ikinci yönü ise dışarıya pek yansımayan yani bireyin kendini tanımladığı biçimidir.işte kişiliğin, bu öznel yönü benliktir ve benlik ölçülerek değil, yorumlanarak anlaşılabilir...
Benliğini tulum çıkarır gibi çıkarmak mümkün olacakmı, kaldırabilecekmisin onu ortadan, kutulaman mümkün olabilecekmi, koyabilecekmisin rafa küflenmesi, tozlanması için..
Freud'a göre insan kişiliğinin üç temel birimi bulunmaktadır. İd, ego ve süperego. Diğer bir tanımla, altbenlik, benlik ve üstbenlik
İd (Altbenlik)
İd, kişiliğin temel sistemidir. Ego ve süperego ondan ayrımlaşarak gelişir. İd, kalıtsal olarak gelen, içgüdüleri içeren ve doğuştan var olan psikolojik eğilimlerin tümüdür. Ruhsal enerji kaynağı olan id, diğer iki sistemin çalışması için gerekli olan gücü de sağlar. Enerjisini bedensel süreçlerden alır. Freud, İd'e 'gerçek ruhsal varlık' demiştir; çünkü id, nesnel gerçeklerden bağımsız ve öznel bir yaşantı dünyasıdır. İd, fazla enerji birikimine katlanamaz ve böyle bir durum organizmada gerilim yaratır. Bu gerilimi gidermek için id, biriken enerjiyi biran önce boşaltma eğilimi gösterir.
Freud, bu bağlamda bir haz ilkesinin egemenliğinden söz etmektedir.
Haz ilkesinin egemenliği altında işleyen İd, bütün isteklerinin anında yerine getirilmesini bekler. Düşünce bu kısımda etkili değildir. İdin kaynağı bilinç altı dürtülerdir. Birey çoğu kez bu dürtülerin etkisinin farkında değildir. İdin dış dünyayla bağlantısı yoktur; zaman ve yer kavramı tanımaz. Birbirine karşıt dürtü ve eğilimler burada yan yana bulunabilir.
Ego haz arar, acıdan kaçar. Zaman zaman da dış dünyayla ilişkilerini keser, uykuya dalar. İd ise tamamen bilinçsizdir. Doğrudan doğruya tanınamaz. Soydan ve kalıtımdan gelen her şey burada yer alır. İçgüdüler, içgüdüsel ve tutkusal dürtüler burada barınırlar. Varlığını koruma ve cinsel ihtiyaçların kaynağı cinsel iç güdü, saldırganlık içgüdüsü idde yer alırlar.
Öte yandan, çocukluk çağında ve sonraları da hayat boyunca bilinçaltına itilmiş unsurlar İd'de toplanırlar. Burada bulunan haz ilkesi acı bir tansiyonun yerini hoş bir hale bırakmasını sağlamaya çalışır. Yani id, acıdan kaçınma ve haz duyabilme amacını güder. Gerilimi boşaltmak için önce bunu ortadan kaldıracak nesnenin ya da kişinin imgesini oluşturur. Örneğin birincil süreç, aç bir insana herhangi bir besin maddesinin zihinsel görüntüsünü sağlar. Ancak bu tek başına gerilimi gidermeye yetmez. Aç insan, besin maddesinin zihinsel imgesiyle doymaz. Dolayısıyla yeni ya da ikincil psikolojik süreçler geliştirilir ve böylece kişilik yapısının ikinci sistemi olan ego belirlenir.
Ego (Ben)
Ego, İd'i denetim altında tutmaya çalışan kişilik birimidir.
Freud, 'gerçek dış dünyanın etkisi altında altbenliğin (İdin) bir parçasının özel bir gelişme' gösterdiğini, 'dış uyaranları algılayan ve aşırı uyaranlara karşı ruhsal yapıyı koruyan bir dış tabakadan', giderek özel bir yapı geliştiğini ve bu yapının 'altbenlik ile dış dünya arasında bir arabulucu' görevini yüklendiğini ileri sürdü ve gelişen bu yapıya benlik (ego) adını verdi.
Ego, organizmanın gerçek nesnel dünyayla alışverişe geçme ihtiyacından varlık bulur. Açlığın giderilmesi için aç insanın yiyeceği arayıp, bulup yemesi gerekir. Bunun için dış dünyada var olan yiyeceğin gerçek algısıyla yiyeceğin zihinsel imgesini birbirinden ayırmayı öğrenmek zorundadır. Dolayısıyla belleğindeki imgeye uygun bir yiyeceğin görüntüsünü ya da kokusunu duyu organlarıyla araştıracaktır.
Ego, gerçeklik ilkesi'nin egemenliğindedir. Gerçeklik ilkesinin amacı, ihtiyacın giderilmesi için uygun bir nesne bulununcaya kadar gerilimin boşalımını ertelemektir. Gerçeklik ilkesi, haz ilkesini geçici olarak engeller, ancak sonradan ihtiyaç nesnesi bulunduğunda haz ilkesi tekrar ön plana çıkar ve gerilim giderilir.
Benlik (ego) ruhsal yapının düzenleyici, denge ve uyum sağlayıcı (homeostatik) parçasıdır. Bu düzenleme ve uyum sağlama görevi şu yetiler aracılığıyla gerçekleştirilir.
1. Dürtüsel gereksinmelerin içerden algılanması;
2. Dış dünyadaki koşulların ve durumların algılanması;
3. Bütünleme ve birleştirme yetisi ile dürtülerin birbirleriyle, üstbenliğin istekleriyle düzenlenmesi ve çevresel koşullara uyabilecek bir niteliğe uydurulabilmesi;
4. Yürütme yetisi ile istemli davranışın eyleme geçirilmesi.
Egonun bilinçli ve bilinç dışı olmak üzere iki yönü vardır. Bilinç yönü ruhsal yapının yürütme organı, karar verme ve alınan kararları bütünleştirme işlevini üstlenirken, bilinçdışı ise savunma mekanizmalarını içerir. Savunma mekanizmaları, idden kaynaklanan içgüdüsel dürtülere (spesifik olarak cinsel ve saldırgan nitelikte olanlara) karşıt gücü oluştururlar.
Ego, çevresindeki nesnelerin hangileriyle ilişki kuracağını seçer ve hangi güçlerin ne biçimde doyum bulması gerektiğine karar verir. Bu çok önemli yürütme işlevini yerine getirirken ego, aynı zamanda id'in, süperegonun ve dış dünyanın birbiriyle çatışma durumunda olan istekleri arasında bir uzlaşma sağlamakla da yükümlüdür.
Ego, bir ihtiyacın giderilmesi için plan tasarlar, sonra bu planın geçerli olup olmadığını araştırıcı eylemlerde bulunur. Aç bir insan önce yiyeceği nerede bulabileceğini araştırır, sonra oraya doğru yola çıkar. Buna gerçeklik sınaması denir.
Egonun önemli işlerinden biri de hareket yollarını kontrol etmektir. İd ile ilişkilerinde, Egoyu atın taşkın gücünü dizginlemeye çalışan bir süvariye benzetebiliriz.
Halis Özgü'nün (1976) tanımıyla ego, üçlü bir baskıyla karşı karşıya bulunan, bunun sonucu olarak da üçlü bir tehlike içinde yaşayan zavallı bir yaratıktır. Egonun karşılaştığı bu tehlikeler, dış dünyadan, idden ve süperegodan gelmektedir. Bu yüzden ben, üç ayrı değişik sıkıntı ile karşı karşıyadır.
Egonun bir görevi de organizmayı acıdan korumak ve doyum sağlamaya çalışmaktır. Çocukluğun ilk dönemlerinde organizma daha çok acıdan kaçma haz ilkesinin etkisi altındadır, oysa ki zamanla gelişen benlik, neyi, ne zaman,nerede doyurabileceğine karar verme, dürtüleri ve gereksinmeleri bekletebilme, erteleyebilme gücünü kazanır. Görülüyor ki ilk çocukluk çağında daha çok altbenlik egemendir. Bekletebilme, erteleyebilme, dürtülere başka türlü doyum yolları bulma, onları değiştirme, bastırabilme, uygun yer ve zamanda onların doyumunu sağlayan eyleme girişme ancak gelişmiş benlik aracılığıyla olur. Başka bir deyimle benlik, dürtüler üzerinde göreceli bir egemenlik kurmayı öğrenir. Benliğin (egonun) dürtüleri bekletebilme, erteleyebilme gücüne engellenmeye dayanma gücü denir.
Böylece anlaşılıyor ki altbenlikte egemen olan doyum ve haz ilkesine karşılık benlikte egemen olan gerçeklik ilkesidir. Gerçeklik ilkesinin uygulanabilmesi, yukarıda tanımladığımız gibi iç ve dış uyaranların, iç ve dış gereksinimlerin ve koşulların algılanması ve değerlendirilmesi ile olur. Gerçeği değerlendirme yetisi bireyin ruhsal dünyası içinde olup ve dışında olup bitenlerin ayırdedilebilmesidir. Neyin düşünce, neyin eylem ve olay, neyin imge (hayal) , neyin gerçek olduğunun bilinmesidir. Bu bir benlik işlevidir. Benliğin bu işlevi, özel durumlarda bozulabilir ya da gelip geçici olarak aksayabilir. Örneğin korkulu bir düşten uyandığımızda, henüz bilincimiz tam uyanıklık durumuna geçmeden önce, belki birkaç saniyelik süre içinde, gördüğümüzün düş mü yoksa gerçek mi olduğunu ayırt edemeyebiliriz. Az sonra bunun bir düş olduğunu, yani kendi ruhsal dünyamızda, zihnimizde yaşanmış bir olay olduğunu; gerçekte olmadığını fark ederiz. İşte benliğin bu işlevi de, engellenmeye dayanma gücü gibi, benlik gücünü yansıtan önemli bir özelliktir. Genellikle gerçeği değerlendirme yetisinin süreğen zayıflaması, benliğin zayıflaması ile birlikte gider.
Süperego (Üst Benlik)
Kişiliğin üçüncü ve en son gelişen sistemi süperego'dur. Bu sistem çocuğa ana-babası tarafından aktarılan ve ödül ve ceza uygulamalarıyla pekiştirilen geleneksel değerlerin temsilcisidir; kişiliğin ahlaki yönüdür. Gerçekten çok, olması gerekeni temsil eder, hazdan çok kusursuzluğa ulaşmak ister. Süperegoyu ilgilendiren husus bir şeyin doğru ya da yanlış olduğuna karar verip, toplum tarafından onaylanmış değer yargılarına göre davranmaktır.
Süperegonun başlıca işlevleri:
1. İd'den gelen iç güdüsel dürtüleri bastırmak ve ketlemek ki bunlar, özellikle toplumun hoş karşılamadığı nitelikteki cinsel ve saldırgan dürtülerdir.
2. Egoyu gerçekçi amaçlar yerine ahlaki amaçlara yönelmeye ikna etmek,
3. Kusursuz olmaya çalışmaktır.
Süperego, id ve egoya karşı çıkarak kendi istediği düzene yöneltme eğilimindedir. Ego, içgüdüsel isteklerin doyum bulmasını erteler, süperego ise bu istekleri tümden engellemeye çalışır. İd, ego, süperego farklı ilkelerle çalışan psikolojik süreçlere verilmiş adlardır. Olağan koşullar içinde bu ilkeler birbirine karşıt çalışmaz, egonun yönetici önderliği altında bir ekip olarak birlikte hareket ederler. Böylece kişilik üç ayrı parça olarak değil, bir bütün olarak işler. Bir diğer anlamda, id kişiliğin biyolojik bölümünü, ego psikolojik ve süperego toplumsal bölümlerini oluştururlar.
Bir toplumun 'vicdanı', o toplumun bireylerinin süperegosunda yer alır ve süperego bireyin davranışlarını sürekli süzgeçten geçirerek bireye, 'bu yaptığın doğru, aferin! ' ya da 'bu yaptığın yanlış, utan kendinden! ' mesajlarını verir. Ego ise hem idi memnun etmeye çalışır, hem de süperego tarafından azarlanmaktan kurtulmak ister.
İd, ego ya da süperegodan birinin diğerlerinden daha kuvvetli ya da zayıf olduğu zaman farklı kişilik türleri ortaya çıkar. Örneğin, süperegosu son derece gelişmiş olan ve diğer temel kişilik birimlerine baskın olan kişi, büyük olasılıkla utangaç, özellikle cinsel arzularını ve kızgınlık duygularını, onların ifadesinin uygun olduğu ortamlarda dahi ender ifade eden bir kimse olur. Diğer yandan İd'i baskın olan bireyse kendini bencil istek ve arzularının hemen o anda tatmin edilmesinin dışında başka hiçbir şeyi göz önüne almaz, yaşamda sürekli toplumla sürtüşme içinde olur, başkalarının haklarına, düşünce ve duygularına saygısız, kendine ve topluma zararlı biri olur.
hatırlıyorum da sevgini göstermezsen, sevgimi göremezsin derdin..
sen to silencio bebe.. ben lady d’abranville çalsın derdim.
hatırlıyorum da ‘’ an-ları yaşıyorduk ‘’ o zamanlar.
o ışık neden söndü?
bizi 'biz' yapan ben- ler yok mu oldu..
ya da daha çok 'ben' mi ekledik kendimize.
bencilleştik ve her birimiz kendi dünyamızda ‘tek’ haline mi geldik..
ben\likler çölüne düşmemiz, veballer zincirini yaşamamıza sebep olacaktır.
Arzu imkansızdır, nesnesini imha eder, ne aşıklar bir olabilirler, ne de narsist iki, çünkü arzu imkansızdır, hiçi arzu etmek gerekir. Hayatımız imkansızlık içeren bir saçmalıktır, istediğimiz herşey onlara bağlı koşullar ve sonuçlarla çelişkilidir, her olumlumamamız, karşıt olumlamayla beraberdir ve tüm hislerimiz karşıtıyla karışmış, zira yaratılanlar olarak, Tanrı ve Tanrıdan sonsuz farlılar olarak çelişkiyizdir. Sefaletimiz gerçektir, onu candan sevmeliyiz, geri kalan her şey de hayal. İmkansızlık doğa üstüne de açılır, onu yalnızca çarpabiliriz. Bir başkası da açar. Düşten çıkış imkansıza dokunarak mümkündür, düşte imkansızlık bulunmaz, ama, eylemsizlik vardır. Bizler bilen, isteyen ve seven varlıklarız, ve bilginin, isteğin ve sevginin nesnelerine dikkatimizi verdiğimiz anda, imkansız olmayan hiçbir şeyin olmadığını açıkça kabul ederiz. Biz ele geçirilemez olanı ele geçirmeye itiliriz. Sınırı kabul etmek, buna kafa yormak, tüm acılığının tadına varmak, en iyisi olacaktır.
Simone Weil, Fransız, Mistik Filozof, 1943
Modern evre, artan nüfusla birlikte, bir dökme evresi olarak, benlik şişmesini teşvik eden özellikler taşır, gerçekte tuzağa çekmektir, fiil gerçekleşsin diye, test olarak, ama güçlü dönemde bir kurtulma çözümü olarak da, ipi ortaya, bırakır o kulluktur, o da imtiyaz sahibi olabilmek için, onun adına elini taşın altına koyabilmektir, uzağında kalanın zaten kalan ömründe de iyi bir şey yapacak bir kimlik taşıdığını söylemek ham hayal olur, ve faydası da o kadar, en istisnai olaylarda bile işimize bakalım, zaten bu konuya kapalıyım, önce ben demektir, o da kul falan değildir, ikramiyesi de o kadardır, eleme de öne çıkmak elini taşın altına koymaktır gerekirse, yok bundan benim bir çıkarım yok, konu muğlak, kesinlik olsaydı düşünürdüm, onun da istediği tam o, çakallar yoluna gitsin, halis imanlılar kalsın, hak da yerini bulsun sınavı.
Ben den taşanla ben olur, eksilenle yokolur.
aldatan kendini aldatır..............
Kendini var sanma hali. Ego.
Allah Resulü buyurmuşlar ki; ' FAKR”ımla iftihar ederim ”.
Yani Yokluğumla iftihar ederim.
Burada ki FAKR elbetteki Fakirlik, yoksulluk hali değildir.
Allah Resulü yoksulluğumla iftihar ederim dememiştir,
ince bir ifade ile Fenafillah Allah'ta yok olma halinden bahsetmiştir.
Allah'ı varlığı dışında ikiinci bir varlığın olmadığını, dolayısıyla kendisinin de HİÇ lşiğine değinmiştir.
Yani BENLİK sadece varsayımdır.
Gerçekte Allah'ttan başka hiç bir şey yoktur.
BENİ GEÇ
Sen kimi arıyorsun, hâlâ beni mi?
Ben bir merdivenim; çık, Rabbine yaklaş!
Bir daha bakma bana, yak bedenimi
Bütün ben’lerden kop da Rabbine yaklaş!
Onur BİLGE
benlik öyle birşeyli rasulullah buyururki 'insanın kendini bir anlık beğenmesi yetmiş
yıllık ibadetini götürür' buda kabul olunmuş 70 yıl
ha ben demişsin ha put dik mişsin aynı bu hastalıktan alla cümlemizi muhafaza buyursun
...
Sen sende oldukça ve sen kendine taptıkça,
Senden sana yol vermezler.
Senin varlığın, kendini birşey sanman düşüncesi sende bulundukça, huzur bulurum zannetme.
Çünkü sen hala benlik putuna tapmaktasın!
'dağlar gibi kuşatmış benlik günahı seni,
günahını bilmeden ğufranı arzularsın'.............................................(*)
yok yok olsa o var olur........
yitirdiğim ya da yitirmek üzere olduğum şey.........
benliğin sınırlarını açıkça çizmeyi isteriz de bilir miyiz; asıl benlik, deneyim ve kimyanın karmaşası altında bir altın damarı kadar saf ve görünür halde uzanmaz. insan organizması birbirine dayanamayan ve dolayısı ile birbirini seçen benliklerin bir düzeni ise benlik dünya ve seçimlerimizin bir araya geldiği o ince boşlukta ki kalkan olabilir 'mi'...
Benlerin koyulduğu kutu...
'Shakespeare'in dediği gibi, doğaları ne olursa olsun.... öz benliğine karşı dürüst olanlara içelim,' dedi Arkadin, kadehini kaldırarak.'
Orson Welles/Bay Arkadin
insanın, kendi kişiliğine ilişkin kanıları, kendini tanıma ve değerlendirme biçimidir.kişiliğin iki yönü vardır.birinci yönü,dışa yansıyan,daha çok başkaları tarafından değerlendirilen ve davranışlarına yansıması ile de ölçülebilen yandır.insanın bu yönü nesneldir...kişiliğin ikinci yönü ise dışarıya pek yansımayan yani bireyin kendini tanımladığı biçimidir.işte kişiliğin, bu öznel yönü benliktir ve benlik ölçülerek değil, yorumlanarak anlaşılabilir...
onu aşman gerekir senin kısıtlayıcındır sana sınır koyandır en büyük rakibindir......
Benliğini tulum çıkarır gibi çıkarmak mümkün olacakmı, kaldırabilecekmisin onu ortadan, kutulaman mümkün olabilecekmi, koyabilecekmisin rafa küflenmesi, tozlanması için..
Freud'a göre insan kişiliğinin üç temel birimi bulunmaktadır. İd, ego ve süperego. Diğer bir tanımla, altbenlik, benlik ve üstbenlik
İd (Altbenlik)
İd, kişiliğin temel sistemidir. Ego ve süperego ondan ayrımlaşarak gelişir. İd, kalıtsal olarak gelen, içgüdüleri içeren ve doğuştan var olan psikolojik eğilimlerin tümüdür. Ruhsal enerji kaynağı olan id, diğer iki sistemin çalışması için gerekli olan gücü de sağlar. Enerjisini bedensel süreçlerden alır. Freud, İd'e 'gerçek ruhsal varlık' demiştir; çünkü id, nesnel gerçeklerden bağımsız ve öznel bir yaşantı dünyasıdır. İd, fazla enerji birikimine katlanamaz ve böyle bir durum organizmada gerilim yaratır. Bu gerilimi gidermek için id, biriken enerjiyi biran önce boşaltma eğilimi gösterir.
Freud, bu bağlamda bir haz ilkesinin egemenliğinden söz etmektedir.
Haz ilkesinin egemenliği altında işleyen İd, bütün isteklerinin anında yerine getirilmesini bekler. Düşünce bu kısımda etkili değildir. İdin kaynağı bilinç altı dürtülerdir. Birey çoğu kez bu dürtülerin etkisinin farkında değildir. İdin dış dünyayla bağlantısı yoktur; zaman ve yer kavramı tanımaz. Birbirine karşıt dürtü ve eğilimler burada yan yana bulunabilir.
Ego haz arar, acıdan kaçar. Zaman zaman da dış dünyayla ilişkilerini keser, uykuya dalar. İd ise tamamen bilinçsizdir. Doğrudan doğruya tanınamaz. Soydan ve kalıtımdan gelen her şey burada yer alır. İçgüdüler, içgüdüsel ve tutkusal dürtüler burada barınırlar. Varlığını koruma ve cinsel ihtiyaçların kaynağı cinsel iç güdü, saldırganlık içgüdüsü idde yer alırlar.
Öte yandan, çocukluk çağında ve sonraları da hayat boyunca bilinçaltına itilmiş unsurlar İd'de toplanırlar. Burada bulunan haz ilkesi acı bir tansiyonun yerini hoş bir hale bırakmasını sağlamaya çalışır. Yani id, acıdan kaçınma ve haz duyabilme amacını güder. Gerilimi boşaltmak için önce bunu ortadan kaldıracak nesnenin ya da kişinin imgesini oluşturur. Örneğin birincil süreç, aç bir insana herhangi bir besin maddesinin zihinsel görüntüsünü sağlar. Ancak bu tek başına gerilimi gidermeye yetmez. Aç insan, besin maddesinin zihinsel imgesiyle doymaz. Dolayısıyla yeni ya da ikincil psikolojik süreçler geliştirilir ve böylece kişilik yapısının ikinci sistemi olan ego belirlenir.
Ego (Ben)
Ego, İd'i denetim altında tutmaya çalışan kişilik birimidir.
Freud, 'gerçek dış dünyanın etkisi altında altbenliğin (İdin) bir parçasının özel bir gelişme' gösterdiğini, 'dış uyaranları algılayan ve aşırı uyaranlara karşı ruhsal yapıyı koruyan bir dış tabakadan', giderek özel bir yapı geliştiğini ve bu yapının 'altbenlik ile dış dünya arasında bir arabulucu' görevini yüklendiğini ileri sürdü ve gelişen bu yapıya benlik (ego) adını verdi.
Ego, organizmanın gerçek nesnel dünyayla alışverişe geçme ihtiyacından varlık bulur. Açlığın giderilmesi için aç insanın yiyeceği arayıp, bulup yemesi gerekir. Bunun için dış dünyada var olan yiyeceğin gerçek algısıyla yiyeceğin zihinsel imgesini birbirinden ayırmayı öğrenmek zorundadır. Dolayısıyla belleğindeki imgeye uygun bir yiyeceğin görüntüsünü ya da kokusunu duyu organlarıyla araştıracaktır.
Ego, gerçeklik ilkesi'nin egemenliğindedir. Gerçeklik ilkesinin amacı, ihtiyacın giderilmesi için uygun bir nesne bulununcaya kadar gerilimin boşalımını ertelemektir. Gerçeklik ilkesi, haz ilkesini geçici olarak engeller, ancak sonradan ihtiyaç nesnesi bulunduğunda haz ilkesi tekrar ön plana çıkar ve gerilim giderilir.
Benlik (ego) ruhsal yapının düzenleyici, denge ve uyum sağlayıcı (homeostatik) parçasıdır. Bu düzenleme ve uyum sağlama görevi şu yetiler aracılığıyla gerçekleştirilir.
1. Dürtüsel gereksinmelerin içerden algılanması;
2. Dış dünyadaki koşulların ve durumların algılanması;
3. Bütünleme ve birleştirme yetisi ile dürtülerin birbirleriyle, üstbenliğin istekleriyle düzenlenmesi ve çevresel koşullara uyabilecek bir niteliğe uydurulabilmesi;
4. Yürütme yetisi ile istemli davranışın eyleme geçirilmesi.
Egonun bilinçli ve bilinç dışı olmak üzere iki yönü vardır. Bilinç yönü ruhsal yapının yürütme organı, karar verme ve alınan kararları bütünleştirme işlevini üstlenirken, bilinçdışı ise savunma mekanizmalarını içerir. Savunma mekanizmaları, idden kaynaklanan içgüdüsel dürtülere (spesifik olarak cinsel ve saldırgan nitelikte olanlara) karşıt gücü oluştururlar.
Ego, çevresindeki nesnelerin hangileriyle ilişki kuracağını seçer ve hangi güçlerin ne biçimde doyum bulması gerektiğine karar verir. Bu çok önemli yürütme işlevini yerine getirirken ego, aynı zamanda id'in, süperegonun ve dış dünyanın birbiriyle çatışma durumunda olan istekleri arasında bir uzlaşma sağlamakla da yükümlüdür.
Ego, bir ihtiyacın giderilmesi için plan tasarlar, sonra bu planın geçerli olup olmadığını araştırıcı eylemlerde bulunur. Aç bir insan önce yiyeceği nerede bulabileceğini araştırır, sonra oraya doğru yola çıkar. Buna gerçeklik sınaması denir.
Egonun önemli işlerinden biri de hareket yollarını kontrol etmektir. İd ile ilişkilerinde, Egoyu atın taşkın gücünü dizginlemeye çalışan bir süvariye benzetebiliriz.
Halis Özgü'nün (1976) tanımıyla ego, üçlü bir baskıyla karşı karşıya bulunan, bunun sonucu olarak da üçlü bir tehlike içinde yaşayan zavallı bir yaratıktır. Egonun karşılaştığı bu tehlikeler, dış dünyadan, idden ve süperegodan gelmektedir. Bu yüzden ben, üç ayrı değişik sıkıntı ile karşı karşıyadır.
Egonun bir görevi de organizmayı acıdan korumak ve doyum sağlamaya çalışmaktır. Çocukluğun ilk dönemlerinde organizma daha çok acıdan kaçma haz ilkesinin etkisi altındadır, oysa ki zamanla gelişen benlik, neyi, ne zaman,nerede doyurabileceğine karar verme, dürtüleri ve gereksinmeleri bekletebilme, erteleyebilme gücünü kazanır. Görülüyor ki ilk çocukluk çağında daha çok altbenlik egemendir. Bekletebilme, erteleyebilme, dürtülere başka türlü doyum yolları bulma, onları değiştirme, bastırabilme, uygun yer ve zamanda onların doyumunu sağlayan eyleme girişme ancak gelişmiş benlik aracılığıyla olur. Başka bir deyimle benlik, dürtüler üzerinde göreceli bir egemenlik kurmayı öğrenir. Benliğin (egonun) dürtüleri bekletebilme, erteleyebilme gücüne engellenmeye dayanma gücü denir.
Böylece anlaşılıyor ki altbenlikte egemen olan doyum ve haz ilkesine karşılık benlikte egemen olan gerçeklik ilkesidir. Gerçeklik ilkesinin uygulanabilmesi, yukarıda tanımladığımız gibi iç ve dış uyaranların, iç ve dış gereksinimlerin ve koşulların algılanması ve değerlendirilmesi ile olur. Gerçeği değerlendirme yetisi bireyin ruhsal dünyası içinde olup ve dışında olup bitenlerin ayırdedilebilmesidir. Neyin düşünce, neyin eylem ve olay, neyin imge (hayal) , neyin gerçek olduğunun bilinmesidir. Bu bir benlik işlevidir. Benliğin bu işlevi, özel durumlarda bozulabilir ya da gelip geçici olarak aksayabilir. Örneğin korkulu bir düşten uyandığımızda, henüz bilincimiz tam uyanıklık durumuna geçmeden önce, belki birkaç saniyelik süre içinde, gördüğümüzün düş mü yoksa gerçek mi olduğunu ayırt edemeyebiliriz. Az sonra bunun bir düş olduğunu, yani kendi ruhsal dünyamızda, zihnimizde yaşanmış bir olay olduğunu; gerçekte olmadığını fark ederiz. İşte benliğin bu işlevi de, engellenmeye dayanma gücü gibi, benlik gücünü yansıtan önemli bir özelliktir. Genellikle gerçeği değerlendirme yetisinin süreğen zayıflaması, benliğin zayıflaması ile birlikte gider.
Süperego (Üst Benlik)
Kişiliğin üçüncü ve en son gelişen sistemi süperego'dur. Bu sistem çocuğa ana-babası tarafından aktarılan ve ödül ve ceza uygulamalarıyla pekiştirilen geleneksel değerlerin temsilcisidir; kişiliğin ahlaki yönüdür. Gerçekten çok, olması gerekeni temsil eder, hazdan çok kusursuzluğa ulaşmak ister. Süperegoyu ilgilendiren husus bir şeyin doğru ya da yanlış olduğuna karar verip, toplum tarafından onaylanmış değer yargılarına göre davranmaktır.
Süperegonun başlıca işlevleri:
1. İd'den gelen iç güdüsel dürtüleri bastırmak ve ketlemek ki bunlar, özellikle toplumun hoş karşılamadığı nitelikteki cinsel ve saldırgan dürtülerdir.
2. Egoyu gerçekçi amaçlar yerine ahlaki amaçlara yönelmeye ikna etmek,
3. Kusursuz olmaya çalışmaktır.
Süperego, id ve egoya karşı çıkarak kendi istediği düzene yöneltme eğilimindedir. Ego, içgüdüsel isteklerin doyum bulmasını erteler, süperego ise bu istekleri tümden engellemeye çalışır. İd, ego, süperego farklı ilkelerle çalışan psikolojik süreçlere verilmiş adlardır. Olağan koşullar içinde bu ilkeler birbirine karşıt çalışmaz, egonun yönetici önderliği altında bir ekip olarak birlikte hareket ederler. Böylece kişilik üç ayrı parça olarak değil, bir bütün olarak işler. Bir diğer anlamda, id kişiliğin biyolojik bölümünü, ego psikolojik ve süperego toplumsal bölümlerini oluştururlar.
Bir toplumun 'vicdanı', o toplumun bireylerinin süperegosunda yer alır ve süperego bireyin davranışlarını sürekli süzgeçten geçirerek bireye, 'bu yaptığın doğru, aferin! ' ya da 'bu yaptığın yanlış, utan kendinden! ' mesajlarını verir. Ego ise hem idi memnun etmeye çalışır, hem de süperego tarafından azarlanmaktan kurtulmak ister.
İd, ego ya da süperegodan birinin diğerlerinden daha kuvvetli ya da zayıf olduğu zaman farklı kişilik türleri ortaya çıkar. Örneğin, süperegosu son derece gelişmiş olan ve diğer temel kişilik birimlerine baskın olan kişi, büyük olasılıkla utangaç, özellikle cinsel arzularını ve kızgınlık duygularını, onların ifadesinin uygun olduğu ortamlarda dahi ender ifade eden bir kimse olur. Diğer yandan İd'i baskın olan bireyse kendini bencil istek ve arzularının hemen o anda tatmin edilmesinin dışında başka hiçbir şeyi göz önüne almaz, yaşamda sürekli toplumla sürtüşme içinde olur, başkalarının haklarına, düşünce ve duygularına saygısız, kendine ve topluma zararlı biri olur.