tasavvufa göre yaradan, kendi güzelliğini seyreylemek için yaratmıştır bu dünyayı. konuyla ilgili araştırmacıların da altını çizdiği gibi, çok çok güzel bir kadın görünce sofunun verdiği tepki ile sufinin verdiği tepki birbirine tamamen zıttır. sofu, yani ortodoks zihniyetli kişi, o kadının güzelliğini bir fitne kaynağı olarak görür. potansiyel bir yoldan çıkarıcı, baştan çıkarıcı. çok güzel bir kadına güvenmez. şüpheyle yaklaşır. gelelim sufiye. sufi, aynı kadına hayranlıkla, aşkla yaklaşır. onda görünen güzelliğin, tüm varlıkları birbirine bağlayan döngüsel alemin özünü oluşturan güzelliğin bir yansıması olduğuna inanır. sufi, güzel kadını över. sadece kadını değil. güzel olan her şeyi ve herkesi.
Ruh, bedenden ayrıldıktan sonra ta kıyamete kadar olan hali, kabir halidir. Bedenden ayrılan ruhun gördüğü azaba, kabir azabı denmiştir. Çünkü ruh hayatı, insanın ölümüyle başlar. Fakat insan ölünce genellikle kabre konulduğu için, ruh hayatına kabir hayatı denmiştir. Aslında kabir hayatı ruhun hayatıdır. Kabre konulsun konulmasın, bedenden ayrılan ruhun hayatı, azap veya nimeti, kabir hayatı yani ölümden sonraki hayattır.
Sonuç olarak: Kabir azabı vardır, bu azap bedene değil, ruhadır. Rabbim bütün Müslümanlar’ı kabir azabından korusun. Ahiret aleminde, o alemin icabına göre bir bedenimiz olacağı için, azap ve nimet onun vasıtasıyla olabilir. Lakin cismimiz çürüyüp toprak olunca bu azap veya nimet nasıl hissolunacak? denilecek olursa; azap ve mükafat hem bedene ve hem ruhadır, deriz. Lakin bunları hissedecek olan şey ruhtur.
SORU: Peygamberimiz niçin ve neden çok evlendi? Çok evlenmesi nefsine olan düşkünlüğünü göstermez mi?
CEVAP: Peygamberimiz (s.a.v) niçin evlenmesin? O da insan değil miydi? Elbette, o da bir insan olduğuna göre evlenecekti. Gelelim Peygamberimizin (s.a.v) çok evlenmesine. Peygamber (s.a.v) zamanında çok kadınla evlenmekte sınır yoktu. Herkes, maddî durumuna göre istediği kadar kadın alabiliyordu. İşte Peygamberimiz böyle bir zamanda ilk evliliğini 25 yaşında, kendisinden 15 yaş büyük olan 40 yaşındaki Hazreti Hatice validemizle yaptı. Ve 25 yıl Hatice validemizle beraber yaşadı. Hatice validemiz, 65 yaşında vefat etti. Hatice validemizin vefatından sonra üç sene daha evlenmedi. Üç seneden sonra, Allahu Teala’nın emri ile evlendi. Peygamberimiz (s.a.v) , Hatice validemizin (r.a) vefatından üç sene sonra evlenirken şöyle demiştir: “Beni affet Hatice’m, Allah’ın emri olmasaydı evlenmezdim.”
Evet Peygamberimiz, Hatice validemizin vefatından üç sene sonra Allah’ın emri ile evlenmeye başlamıştır. Hatta Hatice validemiz ihtiyarlayınca Peygamber Efendimize; “Ya Resulullah, ben ihtiyarladım, sen daha gençsin, evlen” dediği zaman, Peygamberimiz (s.a.v): “Ya Hatice bir daha böyle konuşursan sana gücenirim” demiştir. Şimdi nötr olarak ve akl-ı selimle düşünecek olursak, Peygamberimiz (s.a.v) , Mekke şehrinde hatta bütün dünyada en güzel, yani yakışıklı iken, bütün halk tarafından “elemin” yani en güvenilir insan olarak telakki edilirken, niçin kendisinden onbeş yaş büyük, hatta iki defa evlilik geçirmiş bir kadın olan Hatice validemizle evlendi? Eğer “Hazret-i Hatice zengindi de ondan evlendi” denilirse, biz de deriz ki: Hatice validemizle (r.a) evlendikten kısa bir zaman sonra bütün mallarını fakirlere dağıtmışlardı. Zenginliği için evlenen malların hepsini dağıtır mıydı? Nefsi için evlense, kendisinden onbeş yaş büyük olan Hatice validemizle evlenir miydi? Peygamberimiz (s.a.v) , kırk yaşında nübüvvet devri başlayıp Allah’ın emirlerini anlatmaya başlayınca, müşrikler: “Gel bu peygamberlik davasından vazgeç, eğer başkan olmak istiyorsan seni başımıza başkan yapalım. Eğer güzel kızlarla evlenmek istiyorsan, sana istediğin kadar güzel kız verelim. Yeter ki bu peygamberlik davasından, atalarımızın dinine hakaret etmekten vazgeç.” dedikleri zaman Peygamberimiz (s.a.v.) : “Bir elime güneşi, bir elime ayı koysanız, vallahi ben davamdan vazgeçmem” buyurmuşlardır. Ve Peygamberimiz bu sözleri söylediği zaman da, Hatice validemiz Altmış yaşındaydı. “Ben ihtiyarladım sen daha gençsin, evlen” dediği halde niçin Peygamberimiz evlenmedi? Evet… “Peygamber, nefsine düşkün olduğu için çok evlendi” diyenler, size soruyorum: Müşrikler, “Şehrin en güzel kızlarından istediğin kadar verelim” dedikleri halde, Hatice validemiz, “Ben ihtiyarladım sen daha gençsin, evlen” dediği halde niçin evlenmedi? Nefsine düşkün olsa idi evlenmez miydi? Elbette evlenirdi? Hem de Peygamberimiz (s.a.v) : “Allahu Tealâ, bana, cinsî yönden 40 erkek kudreti vermiştir” dediği halde. Peygamberimiz (s.a.v) , Hatice validemizin vefatından üç sene gibi uzun bir zamandan sonra çok kadınla evlenmiştir. Ama sebepleri vardır. Bir defa nefsi için evlense idi, gençlik devresinde evlenirdi. Elli küsur yaşından sonra çok kadınla evlenmezdi. Elli küsur yaşından sonrada evlenmesi, nefsi için evlenmediğini göstermez mi? “Peki niçin elli küsuryaşındım sonra çok evlendi? ” denilecek olursa: 1 Peygamber Efendimiz (s.a.v.) , Allah’ın emri ile yeni bir din getirmişti. Bu dinin emirlerinin içinde kadınların mahrem işleri ile ilgili hükümler de vardı. Lohusalık, aybaşı ve diğer mahrem konular gibi. İşte bu halleri, Peygamberimiz, kadınlara en teferruatı ile anlatamayacağından ve onlara da mutlaka anlatması gerektiğinden ve bunu da kadınlar yapacağından Allah’ın emri ile Peygamberimiz (s.a.v) çok evlendi. 2 _ Peygamberimiz (s.a.v) , Allah’ın (c.c.) emri ile dini yaymaya başladığı zaman, Müslüman olanlarla beraber müşriklerden çok eziyet görüyordu. İslâmiyet, yeni yayılmaya başladığından müşriklerden bazısının babası iman ediyor, evladı etmiyor, bazısının evladı ediyor, babası etmiyordu. Kardeşi iman ediyor, kendisi etmiyor. Kadın iman ediyor, kocası etmiyordu. Bazen karı-koca beraber iman edenler de oluyordu. Müslüman olanlar, müşriklerden çok eziyet gördüklerinden, bazı Müslüman evli erkekler öldüğü zaman Müslüman karısı yalnız başına himayesiz kalıyordu. Babasının veya akrabasının yanına gitse derhal öldürüleceklerdi, işte böyle kadınları, Peygamber Efendimiz (s.a.v) himaye etmek gayesi ile kadının isteğine bağlı olarak bazen kendisi, bazen de ashabına nikahlardı. Yine aynen bunun gibi bazı müşriklerin hanımlarını veya kızları Müslüman oluyor. Müslüman oldu diye babası veya kocası onu dayanılmaz işkencelere sokuyorlardı. Fırsatını bulup bu işkenceden kaçan himayesiz kadınları, Peygamberimiz, kadınların isteğine bağlı olarak ya kendisine veya ashabından birine nikahlıyordu. Hemen şunu da söyleyelim: Bu hadiseler olurken, Arabistan’da herkes maddî ve manevî durumuna göre birçok kadınla evleniyordu. İslâm dini, kadınla evlenmeyi birden dörde çıkarmış değil, çoktan dörde indirmiştir. Sadece dörtten fazla evlenmek yukarıda bir kısmını saydığımız sebeplerden dolayı Peygamberimize aittir. Ve Peygamberimiz: “Cinsî yönden Allah’ım beni 40 erkek kudretinde yarattı” dediğini unutmamak gerekir. Buna rağmen yine ‘de Allah Rasulü: “Adaleti maddî ve manevî yönden tatbik etmemde bana yardım et” diye Allah’a (cc.) dua etmiştir. 3 — Zevcelerin her birinin çeşitli kabilelerden olması sebebiyle, evvelâ o kabileler arasında, sonra da muazzez şahsiyetiyle akrabalık tesis buyurduğu bütün cemaatler içinde, köklü bir sevgi ve alâkaya yol açıyordu. Her kabile onu kendinden biliyor, din hissinin yanında yaratılıştan, fıtrattan olan bir tutkunlukla ona karşı derin bir bağımlılık hissediyordu. Her kabileden aldığı kadın, onun hayatında ve vefatından sonra kendi cemaatı arasında çok ciddi dinî hizmete vesile olabiliyordu. Uzak, yakın bütün akrabalarına İslâmiyet’i anlatıyordu. Bu sayede onun kabilesi de, kadın ve erkeğiyle, Kur’an’ı, tefsiri, hadisi ondan öğreniyor ve dinin ruhuna vakıf olabiliyordu. Bu evlilikler vasıtasıyla, tek önderimiz, âdeta, bütün Araplarla yakınlık kurmuş gibi her hanenin teklifsiz misafiri haline gelmişti. Herkes bu yakınlık vasıtasıyla Efendimize yaklaşabiliyor ve dinin emirlerini görme fırsatını buluyordu. Aynı zamanda, bu ayrı ayrı aşiretlerin her biri, kendini ona yakın sayıyor ve bununla iftihar ediyordu. Mahzunoğulları, Ümmü Seleme (r.a) vasıtasıyla, Emeviler, Ümmü Habibe (r.a) vasıtasıyla, Hâşimîler, Zeynep bint-i Cahş (r.a) vasıtasıyla kendilerini ona yakın kabul edip, bahtiyar sayıyorlardı.
Din olmayan toplumlarda insanlar her türlü ahlaksızlığa açık duruma gelirler. Örneğin dindar bir insan ahirette hesabını vereceğini bildiği için kesinlikle rüşvet almaz, kumar oynamaz, kıskançlık yapmaz, yalan söylemez. Ama dinsiz bir insan bunların hepsini yapmaya açıktır. Bir insanın “ben dinsizim ama rüşvet almıyorum” veya “ben dinsizim ama kumar da oynamıyorum” demesi yeterli olmaz. Çünkü Allah korkusu olmayan ve ahirette hesap vereceğine inanmayan bir insan, ortam veya şartlar değiştiğinde bunlardan herhangi birini kolaylıkla yapabilir. “Dinsizim ama fuhuşyapmıyorum” diyen bir insan fuhuşun normal karşılandığı bir yerde fuhuşyapabilir. Veya rüşvet almadığını söyleyen bir insan eğer Allah’tan korkmuyorsa “oğlum hasta ölmek üzere, onu için rüşvet almak zorundayım” diyebilir. Dinsizlikte hırsızlık bile bazı ortamlarda meşru görülebilir. Örneğin böyle kişiler kendilerince otellerden, eğlence yerlerinden havlu veya dekoratif eşyalar almayı hırsızlıktan saymayabilirler.
Oysa dindar bir insan böyle bir ahlakı göstermez. Çünkü Allah’tan korkar ve Allah’ın, niyetini de, düşüncelerini de bildiğini unutmaz, samimi davranır ve günahtan kaçınır.
Dinden uzak bir insan “dinsizim ama affediciyim, intikam veya kin hissi duymam” diyebilir. Ama bir gün öyle bir olay olur ki çileden çıkar ve en umulmayacak tavrı gösterir. Bir insanı öldürmeye, yaralamaya kalkar. Çünkü üzerinde taşıdığı ahlak, ortamlara, koşullara, yaşanılan yere göre değişen bir ahlaktır.
Oysa Allah’a ve ahirete inanan bir kişi koşullar ve ortam ne olursa olsun güzel ahlak göstermekten kesinlikle taviz vermez. Ahlakı “değişken” değil “oturmuş” olur. Allah dindar insanların üstün ahlakını ayetleriyle haber vermiştir:
Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. (Rad Suresi, 20-22)
Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır. Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır...
LSd sagt:
Siz ne zaman kutluyorsunuz yilbasini.
[э ѕ ρ э я д п ѕ д ] u must join me.2gether we will destroy the life sagt:
Saat 12 de
LSd sagt:
Sen biraz zeki deilsin.. hersene ayni espiriyi yapiyorsun..
[э ѕ ρ э я д п ѕ д ] u must join me.2gether we will destroy the life sagt:
ahaha
[э ѕ ρ э я д п ѕ д ] u must join me.2gether we will destroy the life sagt:
Sen biraz zeki deilsin, guzel laf ((((((((:
aids Böyle bise olsa gerek, Japonya da Yel Esio biz burda hastalaniyoruz. (:
tasavvufa göre yaradan, kendi güzelliğini seyreylemek için yaratmıştır bu dünyayı. konuyla ilgili araştırmacıların da altını çizdiği gibi, çok çok güzel bir kadın görünce sofunun verdiği tepki ile sufinin verdiği tepki birbirine tamamen zıttır. sofu, yani ortodoks zihniyetli kişi, o kadının güzelliğini bir fitne kaynağı olarak görür. potansiyel bir yoldan çıkarıcı, baştan çıkarıcı. çok güzel bir kadına güvenmez. şüpheyle yaklaşır. gelelim sufiye. sufi, aynı kadına hayranlıkla, aşkla yaklaşır. onda görünen güzelliğin, tüm varlıkları birbirine bağlayan döngüsel alemin özünü oluşturan güzelliğin bir yansıması olduğuna inanır. sufi, güzel kadını över. sadece kadını değil. güzel olan her şeyi ve herkesi.
'elmas bir gözdür yürek. ve çizilmeyegörsün bir kere, artık hep sedefsi bir yırtıkla bakacaktır cümle âleme.'
Ruh, bedenden ayrıldıktan sonra ta kıyamete kadar olan hali, kabir halidir. Bedenden
ayrılan ruhun gördüğü azaba, kabir azabı denmiştir. Çünkü ruh hayatı, insanın ölümüyle
başlar. Fakat insan ölünce genellikle kabre konulduğu için, ruh hayatına kabir hayatı
denmiştir. Aslında kabir hayatı ruhun hayatıdır. Kabre konulsun konulmasın, bedenden
ayrılan ruhun hayatı, azap veya nimeti, kabir hayatı yani ölümden sonraki hayattır.
Sonuç olarak: Kabir azabı vardır, bu azap bedene değil, ruhadır. Rabbim bütün
Müslümanlar’ı kabir azabından korusun.
Ahiret aleminde, o alemin icabına göre bir bedenimiz olacağı için, azap ve nimet onun
vasıtasıyla olabilir. Lakin cismimiz çürüyüp toprak olunca bu azap veya nimet nasıl
hissolunacak? denilecek olursa; azap ve mükafat hem bedene ve hem ruhadır, deriz. Lakin
bunları hissedecek olan şey ruhtur.
SORU: Peygamberimiz niçin ve neden çok evlendi? Çok evlenmesi nefsine
olan düşkünlüğünü göstermez mi?
CEVAP: Peygamberimiz (s.a.v) niçin evlenmesin? O da insan değil miydi? Elbette, o da bir
insan olduğuna göre evlenecekti.
Gelelim Peygamberimizin (s.a.v) çok evlenmesine. Peygamber (s.a.v) zamanında çok
kadınla evlenmekte sınır yoktu. Herkes, maddî durumuna göre istediği kadar kadın
alabiliyordu. İşte Peygamberimiz böyle bir zamanda ilk evliliğini 25 yaşında, kendisinden
15 yaş büyük olan 40 yaşındaki Hazreti Hatice validemizle yaptı. Ve 25 yıl Hatice
validemizle beraber yaşadı. Hatice validemiz, 65 yaşında vefat etti. Hatice validemizin
vefatından sonra üç sene daha evlenmedi. Üç seneden sonra, Allahu Teala’nın emri ile
evlendi. Peygamberimiz (s.a.v) , Hatice validemizin (r.a) vefatından üç sene sonra
evlenirken şöyle demiştir: “Beni affet Hatice’m, Allah’ın emri olmasaydı evlenmezdim.”
Evet Peygamberimiz, Hatice validemizin vefatından üç sene sonra Allah’ın emri ile
evlenmeye başlamıştır. Hatta Hatice validemiz ihtiyarlayınca Peygamber Efendimize; “Ya
Resulullah, ben ihtiyarladım, sen daha gençsin, evlen” dediği zaman, Peygamberimiz
(s.a.v):
“Ya Hatice bir daha böyle konuşursan sana gücenirim” demiştir.
Şimdi nötr olarak ve akl-ı selimle düşünecek olursak, Peygamberimiz (s.a.v) , Mekke
şehrinde hatta bütün dünyada en güzel, yani yakışıklı iken, bütün halk tarafından “elemin”
yani en güvenilir insan olarak telakki edilirken, niçin kendisinden onbeş yaş büyük,
hatta iki defa evlilik geçirmiş bir kadın olan Hatice validemizle evlendi? Eğer “Hazret-i
Hatice zengindi de ondan evlendi” denilirse, biz de deriz ki: Hatice validemizle (r.a)
evlendikten kısa bir zaman sonra bütün mallarını fakirlere dağıtmışlardı. Zenginliği için
evlenen malların hepsini dağıtır mıydı? Nefsi için evlense, kendisinden onbeş yaş büyük
olan Hatice validemizle evlenir miydi? Peygamberimiz (s.a.v) , kırk yaşında nübüvvet devri
başlayıp Allah’ın emirlerini anlatmaya başlayınca, müşrikler: “Gel bu peygamberlik
davasından vazgeç, eğer başkan olmak istiyorsan seni başımıza başkan yapalım. Eğer güzel
kızlarla evlenmek istiyorsan, sana istediğin kadar güzel kız verelim. Yeter ki bu
peygamberlik davasından, atalarımızın dinine hakaret etmekten vazgeç.” dedikleri zaman
Peygamberimiz (s.a.v.) : “Bir elime güneşi, bir elime ayı koysanız, vallahi ben davamdan
vazgeçmem” buyurmuşlardır. Ve Peygamberimiz bu sözleri söylediği zaman da, Hatice
validemiz Altmış yaşındaydı. “Ben ihtiyarladım sen daha gençsin, evlen” dediği halde niçin
Peygamberimiz evlenmedi? Evet… “Peygamber, nefsine düşkün olduğu için çok evlendi”
diyenler, size soruyorum: Müşrikler, “Şehrin en güzel kızlarından istediğin kadar verelim”
dedikleri halde, Hatice validemiz, “Ben ihtiyarladım sen daha gençsin, evlen” dediği halde
niçin evlenmedi? Nefsine düşkün olsa idi evlenmez miydi? Elbette evlenirdi? Hem de
Peygamberimiz (s.a.v) : “Allahu Tealâ, bana, cinsî yönden 40 erkek kudreti vermiştir”
dediği halde.
Peygamberimiz (s.a.v) , Hatice validemizin vefatından üç sene gibi uzun bir zamandan
sonra çok kadınla evlenmiştir. Ama sebepleri vardır. Bir defa nefsi için evlense idi, gençlik
devresinde evlenirdi. Elli küsur yaşından sonra çok kadınla evlenmezdi. Elli küsur
yaşından sonrada evlenmesi, nefsi için evlenmediğini göstermez mi?
“Peki niçin elli küsuryaşındım sonra çok evlendi? ” denilecek olursa:
1 Peygamber Efendimiz (s.a.v.) , Allah’ın emri ile yeni bir din getirmişti. Bu dinin
emirlerinin içinde kadınların mahrem işleri ile ilgili hükümler de vardı. Lohusalık, aybaşı
ve diğer mahrem konular gibi. İşte bu halleri, Peygamberimiz, kadınlara en teferruatı ile
anlatamayacağından ve onlara da mutlaka anlatması gerektiğinden ve bunu da kadınlar
yapacağından Allah’ın emri ile Peygamberimiz (s.a.v) çok evlendi.
2 _ Peygamberimiz (s.a.v) , Allah’ın (c.c.) emri ile dini yaymaya başladığı zaman,
Müslüman olanlarla beraber müşriklerden çok eziyet görüyordu. İslâmiyet, yeni yayılmaya
başladığından müşriklerden bazısının babası iman ediyor, evladı etmiyor, bazısının evladı
ediyor, babası etmiyordu. Kardeşi iman ediyor, kendisi etmiyor. Kadın iman ediyor, kocası
etmiyordu. Bazen karı-koca beraber iman edenler de oluyordu. Müslüman olanlar,
müşriklerden çok eziyet gördüklerinden, bazı Müslüman evli erkekler öldüğü zaman
Müslüman karısı yalnız başına himayesiz kalıyordu.
Babasının veya akrabasının yanına gitse derhal öldürüleceklerdi, işte böyle kadınları,
Peygamber Efendimiz (s.a.v) himaye etmek gayesi ile kadının isteğine bağlı olarak bazen
kendisi, bazen de ashabına nikahlardı. Yine aynen bunun gibi bazı müşriklerin hanımlarını
veya kızları Müslüman oluyor. Müslüman oldu diye babası veya kocası onu dayanılmaz
işkencelere sokuyorlardı. Fırsatını bulup bu işkenceden kaçan himayesiz kadınları,
Peygamberimiz, kadınların isteğine bağlı olarak ya kendisine veya ashabından birine
nikahlıyordu. Hemen şunu da söyleyelim: Bu hadiseler olurken, Arabistan’da herkes
maddî ve manevî durumuna göre birçok kadınla evleniyordu. İslâm dini, kadınla
evlenmeyi birden dörde çıkarmış değil, çoktan dörde indirmiştir. Sadece dörtten fazla
evlenmek yukarıda bir kısmını saydığımız sebeplerden dolayı Peygamberimize aittir. Ve
Peygamberimiz: “Cinsî yönden Allah’ım beni 40 erkek kudretinde yarattı” dediğini
unutmamak gerekir. Buna rağmen yine ‘de Allah Rasulü: “Adaleti maddî ve manevî yönden
tatbik etmemde bana yardım et” diye Allah’a (cc.) dua etmiştir.
3 — Zevcelerin her birinin çeşitli kabilelerden olması sebebiyle, evvelâ o kabileler arasında,
sonra da muazzez şahsiyetiyle akrabalık tesis buyurduğu bütün cemaatler içinde, köklü bir
sevgi ve alâkaya yol açıyordu. Her kabile onu kendinden biliyor, din hissinin yanında
yaratılıştan, fıtrattan olan bir tutkunlukla ona karşı derin bir bağımlılık hissediyordu. Her
kabileden aldığı kadın, onun hayatında ve vefatından sonra kendi cemaatı arasında çok
ciddi dinî hizmete vesile olabiliyordu. Uzak, yakın bütün akrabalarına İslâmiyet’i
anlatıyordu. Bu sayede onun kabilesi de, kadın ve erkeğiyle, Kur’an’ı, tefsiri, hadisi ondan
öğreniyor ve dinin ruhuna vakıf olabiliyordu. Bu evlilikler vasıtasıyla, tek önderimiz, âdeta,
bütün Araplarla yakınlık kurmuş gibi her hanenin teklifsiz misafiri haline gelmişti. Herkes
bu yakınlık vasıtasıyla Efendimize yaklaşabiliyor ve dinin emirlerini görme fırsatını
buluyordu. Aynı zamanda, bu ayrı ayrı aşiretlerin her biri, kendini ona yakın sayıyor ve
bununla iftihar ediyordu.
Mahzunoğulları, Ümmü Seleme (r.a) vasıtasıyla, Emeviler, Ümmü Habibe (r.a) vasıtasıyla,
Hâşimîler, Zeynep bint-i Cahş (r.a) vasıtasıyla kendilerini ona yakın kabul edip, bahtiyar
sayıyorlardı.
Din olmayan toplumlarda insanlar her türlü ahlaksızlığa açık duruma gelirler. Örneğin dindar bir insan ahirette hesabını vereceğini bildiği için kesinlikle rüşvet almaz, kumar oynamaz, kıskançlık yapmaz, yalan söylemez. Ama dinsiz bir insan bunların hepsini yapmaya açıktır. Bir insanın “ben dinsizim ama rüşvet almıyorum” veya “ben dinsizim ama kumar da oynamıyorum” demesi yeterli olmaz. Çünkü Allah korkusu olmayan ve ahirette hesap vereceğine inanmayan bir insan, ortam veya şartlar değiştiğinde bunlardan herhangi birini kolaylıkla yapabilir. “Dinsizim ama fuhuşyapmıyorum” diyen bir insan fuhuşun normal karşılandığı bir yerde fuhuşyapabilir. Veya rüşvet almadığını söyleyen bir insan eğer Allah’tan korkmuyorsa “oğlum hasta ölmek üzere, onu için rüşvet almak zorundayım” diyebilir. Dinsizlikte hırsızlık bile bazı ortamlarda meşru görülebilir. Örneğin böyle kişiler kendilerince otellerden, eğlence yerlerinden havlu veya dekoratif eşyalar almayı hırsızlıktan saymayabilirler.
Oysa dindar bir insan böyle bir ahlakı göstermez. Çünkü Allah’tan korkar ve Allah’ın, niyetini de, düşüncelerini de bildiğini unutmaz, samimi davranır ve günahtan kaçınır.
Dinden uzak bir insan “dinsizim ama affediciyim, intikam veya kin hissi duymam” diyebilir. Ama bir gün öyle bir olay olur ki çileden çıkar ve en umulmayacak tavrı gösterir. Bir insanı öldürmeye, yaralamaya kalkar. Çünkü üzerinde taşıdığı ahlak, ortamlara, koşullara, yaşanılan yere göre değişen bir ahlaktır.
Oysa Allah’a ve ahirete inanan bir kişi koşullar ve ortam ne olursa olsun güzel ahlak göstermekten kesinlikle taviz vermez. Ahlakı “değişken” değil “oturmuş” olur. Allah dindar insanların üstün ahlakını ayetleriyle haber vermiştir:
Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. (Rad Suresi, 20-22)
uykum sende ey neyzen
dinleyeli feryadını
gündüzüm gecem demde
nedir bu saran etrafımı
Mübarek Kurban Bayramımızın ve 2007 Yılının
Türk İslam ve Tüm İnsanlık Alemine Hayırlara Vesile Olmasını Diliyorum.
Kurban Bayramımız Mübarek Olsun..
Zamanla yerleşir yaşadıkların,
yeniden konumlanır,
çoğalır
anlamları, önemi kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey,
çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır
artık Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır...