“ insan bu, su misali kıvrım, kıvrım akar ya” demişti üstad Necip Fazıl evet kıvrım, kıvrım aynen su gibi, sabit değil değişken, statik değil dinamik, her gün farklılaşan, gelişen ya da gerileyen, büyüyen, ihtiyarlaşan; düşüncelerinin bir anı, başka bir anını tutmayan, aciz ama aciz olduğu kadar da büyüklenen bir varlık…
Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirlerinizle tanışmanız için sizleri kavimlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında en değerli olanınız, O’ndan en çok sakınanızdır. Şüphesiz Allah, bilen ve her şeyden haberdar olandır. 49/ Hucurat suresi/13
artık kafirler veriyor... fetvaları(!) insanlığın yüz karası birisi çıkıp... neyin cihad olmadığını anlatıyor... iğvayı meslek edinmiş birileri... islamı(!) anlatıyor... ve bütün bu hezeyanlara karşı, bizim din adamlarınız da sadece bu fetvaları tasdik ediyorlar… ey! ........lar sahibinin sesine kulak vermiş olan diliniz, şu ifrit insanlar için bir cümle sarfetse ya? ama bu olmaz! çünkü din artık “made in USA “ damgasını taşımalı...
ne mekan, ne de zaman vardı. kainat yaratıldı... o ana hiçbirimiz şahid değildik... bu yaratılış anına, yaratılışta ilk safha olarak, bilim adamları 'big bang' adını vermişlerdir... bütün madde, enerji, mekan ve zamanın, bu patlama sonrası ortaya çıktığı düşünüyorlar... bütün bu olup bitenlerin sebeplerini soracak olursanız alacağınız cevap çok enterasan: 'somehow' (her nasılsa) olmuş işte! gaflet ve cehaleti örtmek için ne güzel bir kelime değil mi, 'her nasılsa'?
efendim, pek tabiidir ki; bilmem kaç zaman önce gazete, dergi; veya radyo, televizyon söz konusu değildi...
o halde bu işi yürüten basın organları nelerdi?
-şairler! ... evet, basın işini şairler yürütüyorlarmış... herhangi bir konuda kamuoyu oluşturulacaksa, bu iş için şairler görevlendiriliyor, mukabilinde belli miktarda para ödeniyormuş... ama bu işi menfaat karşılığı yapmayan şairler de oluyormuş... savaş hazırlıklarında olsun, savaş meydanlarında olsun, en büyük silah şiir olmuş... şiirler (yani o günün gazete, dergi, makaleleri; radyo ve televizyon programları) , kısa zamanda yayılır, hoşnut olunmayan konular/olaylar aleyhinde komuoyu oluşturulurmuş... emellerine muvaffak olamasalar da; şairler dolayısıyla şiirleri psikolojik olarak etkilemeye/rahatsızlık vermeye vesile oluyormuş... muş... muş... ve muş...
bu nasıl zalım yaraymış aman annem beni senden ayırdılar beni yârdan ayırdılar ben öleyim...
kaç demdir bilmem... kar yağdırır oldu geceme, üşütür oldu en yanık yanlarımı... gurbette değilken... sende hasıl olan bu gurbet ezasına aşinalığın nerden? ey ben! ..
hoş bir resim.. henüz terbiye edilmemiş kalemimle kendi kağıdımda ' kaplumbağa terbiyecisi ' sine yeniden hayat vermeye heveslenmiş olsamda fi tarihinde... muvaffak olamamıştım... ama vazgeçtim mi? .. hayır... elbet bir gün kalemim içerime boyun eğecek...
özgürlük yok mu denildi? .. aaa olur mu? .. özgürlük(!) vaaar! ..
mesala bizim buralarda her türlü dini faaliyet serbest; herkes dilediğini yapabilir...
yalnız, dinin muamelat ve pratiğe dönüştürülmesinden, siyasetten, tek hakim gücün Allah olduğundan, O’nun kanunlarına bağlanmak gerektiğinden, örtünmeden, Kur’an ve Sünnet doğrultusunda emr-i bi’l ma’ruf’tan, nehiy ‘anil-munkerden, müslümanların sömürüldüğünden, ulu’l-emr ayetinden ve bu ayetin kapsamına girenlerden bahsetmemek kaydıyla... bu meselelere dokunmadığın ve bu meseleleri düşünmediğin müddetçe her türlü ibadet serbest... bu özgürlük değil mi? .. özgürlük bu değil mi? ..
(sanırım az önce okuduğum kitabında etkisinde kaldım...)
eyhayat kırgınım hüznüm yırtık gömlek gibi durur her gece sırtımda kırılgan bakışlarımda hüzün sızıyor aynalara ne kimselere anlatacak bir öyküm var mutlulukla başlayan ne de bir sevinç, gözlerimde bahar yeşili umutlar taşıyan şimdi mutsuzum avuntusuz ve suskun şiirlerimi yitirdim dudağında aşkın
ey gecelerinde kahrolduğum hayat sokaklarında sırılsıklam ıslandığım şehir artık bu yerlere sığamıyorum gökyüzünde katar katar turnalar göçüyor sılama turnalar gidiyor ben kalıyorum uyku tutmuyor geceleri yitik düşlerimin gölgesine sığınıyorum gölgeler gidiyor ben kalıyorum bil ki göçmen hiç bir kuş uçamaz kanatları kırıksa
gidiyorum işte gözlerimde iki yetimlik ah gidiyorum yolculuklara hüzün rengi veren şiirlerle kan rengi şarkılar bırakıyorum kalanlara gölgemde yok arkasına saklanayım
“ insan bu, su misali kıvrım, kıvrım akar ya” demişti üstad Necip Fazıl
evet kıvrım, kıvrım aynen su gibi, sabit değil değişken,
statik değil dinamik, her gün farklılaşan, gelişen ya da gerileyen,
büyüyen, ihtiyarlaşan; düşüncelerinin bir anı, başka bir anını tutmayan,
aciz ama aciz olduğu kadar da büyüklenen bir varlık…
Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirlerinizle tanışmanız için sizleri kavimlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında en değerli olanınız, O’ndan en çok sakınanızdır. Şüphesiz Allah, bilen ve her şeyden haberdar olandır.
49/ Hucurat suresi/13
içi boşaltılmış...
yalnızca biyolojik olarak bir kalp
taşıyan
zalimlere kalmış! ..
artık kafirler veriyor... fetvaları(!)
insanlığın yüz karası birisi çıkıp... neyin cihad olmadığını anlatıyor...
iğvayı meslek edinmiş birileri... islamı(!) anlatıyor...
ve
bütün bu hezeyanlara karşı,
bizim din adamlarınız da sadece bu fetvaları
tasdik ediyorlar…
ey! ........lar
sahibinin sesine kulak vermiş olan diliniz,
şu ifrit insanlar için bir cümle sarfetse ya?
ama bu olmaz!
çünkü din artık “made in USA “ damgasını taşımalı...
ne mekan, ne de zaman vardı. kainat yaratıldı...
o ana hiçbirimiz şahid değildik... bu yaratılış anına, yaratılışta ilk safha olarak, bilim adamları 'big bang' adını vermişlerdir...
bütün madde, enerji, mekan ve zamanın, bu patlama sonrası ortaya
çıktığı düşünüyorlar... bütün bu olup bitenlerin sebeplerini soracak olursanız
alacağınız cevap çok enterasan:
'somehow' (her nasılsa) olmuş işte!
gaflet ve cehaleti örtmek için ne güzel bir kelime değil mi, 'her nasılsa'?
efendim, pek tabiidir ki;
bilmem kaç zaman önce gazete, dergi; veya radyo, televizyon söz konusu değildi...
o halde bu işi yürüten basın organları nelerdi?
-şairler! ... evet, basın işini şairler yürütüyorlarmış...
herhangi bir konuda kamuoyu oluşturulacaksa,
bu iş için şairler görevlendiriliyor,
mukabilinde belli miktarda para ödeniyormuş...
ama bu işi menfaat karşılığı yapmayan şairler de oluyormuş...
savaş hazırlıklarında olsun, savaş meydanlarında olsun,
en büyük silah şiir olmuş...
şiirler (yani o günün gazete, dergi, makaleleri; radyo ve televizyon programları) ,
kısa zamanda yayılır, hoşnut olunmayan konular/olaylar aleyhinde komuoyu oluşturulurmuş...
emellerine muvaffak olamasalar da; şairler dolayısıyla şiirleri
psikolojik olarak etkilemeye/rahatsızlık vermeye vesile oluyormuş...
muş... muş... ve muş...
bu nasıl zalım yaraymış
aman annem
beni senden ayırdılar
beni yârdan ayırdılar
ben öleyim...
kaç demdir bilmem...
kar yağdırır oldu geceme,
üşütür oldu en yanık yanlarımı...
gurbette değilken...
sende hasıl olan bu gurbet ezasına aşinalığın nerden? ey ben! ..
hoş bir resim..
henüz terbiye edilmemiş kalemimle kendi kağıdımda
' kaplumbağa terbiyecisi ' sine yeniden hayat vermeye heveslenmiş olsamda
fi tarihinde... muvaffak olamamıştım...
ama vazgeçtim mi? .. hayır... elbet bir gün kalemim içerime boyun eğecek...
özgürlük yok mu denildi? .. aaa olur mu? .. özgürlük(!) vaaar! ..
mesala bizim buralarda her türlü dini faaliyet serbest; herkes dilediğini yapabilir...
yalnız, dinin muamelat ve pratiğe dönüştürülmesinden, siyasetten, tek hakim gücün Allah olduğundan, O’nun kanunlarına bağlanmak gerektiğinden, örtünmeden, Kur’an ve Sünnet doğrultusunda emr-i bi’l ma’ruf’tan, nehiy ‘anil-munkerden, müslümanların sömürüldüğünden, ulu’l-emr ayetinden ve bu ayetin kapsamına girenlerden bahsetmemek kaydıyla...
bu meselelere dokunmadığın ve bu meseleleri düşünmediğin müddetçe her türlü ibadet serbest...
bu özgürlük değil mi? .. özgürlük bu değil mi? ..
(sanırım az önce okuduğum kitabında etkisinde kaldım...)
sahi özgürlük neydi? ! ?
eyhayat kırgınım
hüznüm yırtık gömlek gibi durur her gece sırtımda
kırılgan bakışlarımda hüzün sızıyor aynalara
ne kimselere anlatacak bir öyküm var mutlulukla başlayan
ne de bir sevinç, gözlerimde bahar yeşili umutlar taşıyan
şimdi mutsuzum avuntusuz ve suskun
şiirlerimi yitirdim dudağında aşkın
ey gecelerinde kahrolduğum hayat
sokaklarında sırılsıklam ıslandığım şehir
artık bu yerlere sığamıyorum
gökyüzünde katar katar turnalar göçüyor sılama
turnalar gidiyor ben kalıyorum
uyku tutmuyor geceleri
yitik düşlerimin gölgesine sığınıyorum
gölgeler gidiyor ben kalıyorum
bil ki göçmen hiç bir kuş uçamaz kanatları kırıksa
gidiyorum işte
gözlerimde iki yetimlik ah
gidiyorum
yolculuklara hüzün rengi veren şiirlerle
kan rengi şarkılar bırakıyorum kalanlara
gölgemde yok arkasına saklanayım