Babaannelerimizi üşütmeyelim, hastalanmayalım diye yaptığı kış tavsiyeri doktorlardan onay aldı. İşte bir uzmandan önemli kış uyarıları...
Eğer gripseniz anneannenizin dedikleri kulağınıza küpe olsun. Mesela kış aylarında sizi iki-üç kat giydirdiği zamanları hatırlayın. Bir bildiği vardı, zira kat kat giyinmek üşütmeye karşı en iyi, en doğal yöntemlerden biri... Özellikle de kış aylarında soğuk algınlığıyla vücudunuzu hırpalayıp, başka hastalıklara karşı savunmasız kalmamak için... Yine hatırlayın; “Olur olmaz yere hap, ilaç alma” tembihlerini... İstanbul Tıp Fakültesi Enfeksiyon Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi ve Anadolu Sağlık Merkezi Hastane Enfeksiyonları Kontrol Komitesi Danışmanı Prof. Dr. Semra Çalangu, “Ben vitamin hapı almanızı bile tavsiye etmem. Mesela C vitamini hapları... Bir zararı yok, ama Türkiye bir meyve cenneti. Çeşit çeşit portakal var, mandalina, greyfurt var. Biberi, domatesi var. Böyle hem doğal hem de lezzetli meyveler, sebzeler dururken, vitamin hapı almaya ne gerek var” diyor. Konu vitaminler olunca şunu da eklemeden geçmeyelim; vitamin sadece vücudun bağışıklık sistemini geliştiren bir madde. Yoksa tek başına hastalıkları önlemek ya da iyileştirmek gibi bir etkisi yok. Yani siz gripken, “Bol bol portakal suyu iç, üstüne bir de aspirin, şıp diye geçer” diyenlere kulak asmamak ve hemen bir doktora baş vurup, ilaç kullanmak şart.
Başta grip olmak üzere bulaşıcı hastalıklardan korunmanın bir diğer yolu da temizlik. Mesela kağıt mendil... Sabah cebine iki kağıt mendil koyup, gün boyu bunlara aksırıp tıksırmak, hastalıkların iyileşmesini engeller. Neden mi? Aynı mikrobu tekrar tekrar almaya hizmet eder de ondan. Tüm bunlar, kuşaktan kuşağa geçen, kanıtlanmış önleyici hekimlik uygulamaları aslında. Eğer gripseniz, anneannenizin size tembihlerini hatırlayın. Bir daha o kadar kolay yatağa düşmezsiniz emin olun.
Günde bir büyük bardak portakal suyu tüm C vitamini ihtiyacınızı karşılar * Hocam gripte bulaşma yollarını, klinik belirtileri konuştuk. Aşı dışındaki korunma yollarından da bahsettik... Eksik kalan var mı? Bir de beslenmenin etkisi var. Gripten korunmak için, ‘C vitamini alalım, B vitamini alalım’ deniyor. Tabii ki ikisi de vücut direncini artırabilirler. Ama bilimsel olarak gösterilmiş, kanıtlanmış bir bilgi yoktur ki, C vitamini alanlar gribe yakalanmaz desin.
* Ama gripten yatak döşek yatanlara hep ‘Bol bol C vitamini alın’ denir. Bunda doğruluk payı var değil mi? Tedavi açısından yararı olabilir. Ama, ‘Ben her gün bir tane C vitamini tableti alırsam gribe yakalanmam’ bilgisi doğru değil. Bunu ben, meslektaşlarımızda da, doktor arkadaşlarımızda da görüyorum. Söylenenlerden anlıyorum ki, ‘Günde bir bardak portakal suyu içersen ya da 2 tane portakal yersen, her gün 1 gram C vitamini alırsan gripten korunursun’ diyorlar. Keşke böyle olsa! Ama böyle olsa biz niye aşı olalım? Güzel portakalı da olan bir ülkedeyiz. Yeriz, biter. Ama bunu kanıtlayan bir bilimsel çalışma yok. Buna karşılık insan gribe yakalandıktan sonra vücut direncinin artırılmasında C vitamininin etkinliği var. Bu sadece gribe özgü değil, bütün enfeksiyonlara karşı böyle.
* C vitaminin nasıl bir katkısı var vücudumuza? Damarlarımızı, özellikle mukoza dediğimiz ağız ve burun içersindeki salgı yapan dokularımızı, bir başka deyişle vücudumuza direnç kazandıran dokularımızı yenilemekte, korumakta katkısı var. Yani yeterli C vitamini almayan insanların dişleri çürür, dökülür. Ağız kuruluğu, burun kuruluğu olur. Bu bilinen bir şey ve doğrudur. Demek ki, bunlar olmasın diye yeterli C vitamini alınırsa insanın her türlü solunum yoluyla gelecek mikroba karşı direnci tam olur. Ama ‘Bu kişiler grip olmaz’ demek yanlış.
* Ama sonuçta günde 1 gram C vitamini almamız lazım değil mi? Evet. Vücudun solunum yoluyla gelebilecek mikroplara karşı direncini koruyabilmek için günde 1 gram C vitamini almakta yarar var gerçekten. Bu efervesan tabletler şeklinde de olabilir, günde bir bardak portakal suyu şeklinde de olabilir.
HAPLARI ESKİMOLAR, İSKANDİNAVLAR ALSIN * 1 bardak portakal suyunda 1 gram C vitamini var mı? Büyük bir bardakta var...
* Peki C vitamini hap olarak alındığında bir yan etkisi var mı? Hayır. C vitamini vücutta birikmez çünkü. Yani gidip de karaciğerde falan birikip bir yan etki yapmaz. Atılır vücuttan...
* Peki bugünlerde takviye olarak tablet şeklinde de alalım mı? Faydası olur mu? Hayır. Ben hiç önermiyorum. Onu gidip Eskimolara önerelim. Ne bileyim, portakalı olmayan Antartika’daki insanlara önerelim. İskandinavlar alsın. Ama yani Antalyası, Alanyası, Fenikesi bir sürü çeşit portakalı olan bir ülkenin insanı da almasın... Üstelik de bunlar yetmiyormuş gibi durmadan dışarıdan meyve ithal edilen bir ülkede, insanlar C vitaminini niye hap olarak alsın? Doğal yollardan almak mümkünken... Üstelik C vitamini sadece portakalda, limonda, mandalinada değil, domateste, yeşil biberde, kıvırcık salatada, rokada da çok fazla var. Tüm yeşilliklerde C vitamini var.
* Peki doğal yollardan gripten korunmak için başka önerileriniz de var mı? Var tabii... Korunmada bir başka şey de, dinlenmeye dikkat etmek. Bu özellikle çocuklar için çok önemli. Günde 8 saatlik bir uyku gerekiyor. Bizler için de gerekli.
* Prof. Dr. Necdet Üskent ‘İyi bir uyku bağışıklık sistemini güçlendirir’ demişti. T lenfositlerin, yani vücudu dışarıdan gelen saldırılara, özellikle bakteri ve virüslere karşı koruyan bağışıklık hücrelerinin sayısının arttığını söylemişti. Evet. Hakikaten öyle... Bunun dışında giysilerle ilgi de bir küçük notum olacak. Sadece gripten değil, gripal enfeksiyonlardan korunmak için, hava değişimi sırasında ‘Ah cereyanda kaldım, ah soğukta kaldım, ince giymişim üşütmüşüm’ denir ya, işte bunun için biz kış aylarında tek bir kalın giysi yerine üst üste birkaç ince giysi şeklinde giyinilmesini öneriyoruz. Sıcak bir yere girildiği zaman üsttekiler çıkartılsın, soğuğa girildiğinde çıkartılsın. O bakımdan anneannelerimizin üzerlerine kat kat giydikleri yelekler, hırkalar, tek bir kalın giysiden çok daha sağlıklı. Onun dışında tabii ki korunma için aşıyı öneriyoruz.
* Aşıyı yarın konuşacağız. Korunmak için başka ne yapmamız gerekir? Pratik olarak söylemek istediğim şey şu. Çok şükür galoşu kaldırdık hastaneden... Önceleri ‘Galoş olsun, galoş olsun’ dediler. Millet galoşu ayağına bir giyiyor, akşama kadar bir daha çıkarmıyor.
* Bu fırıncıların eline taktıkları eldivenler gibi sanırım... Bütün gün tek bir eldiven ellerinde, parayı da onunla alıyorlar, ekmeği de onunla alıp veriyorlar. Ne anladık hijyenden... Aynen öyle. Her şey eldiven, her şey galoş... Kağıt mendilde de böyle bir durum var. Burnunu sil cebine koy, sil koy... O artık mikrop yuvası bir şey halini alıyor. Kağıt mendil bir kullanımlıktır.
* Sadece bir mi hocam? Hadi iki olsun diyeyim. En azından defalarca kullanmamak lazım. Ama balgam ya da sümkürme ile kirlenmiş bir kağıt artık kullanılmamalıdır. Yoksa insan bir elini kurular, burnunun ucunu siler o tamam. Ama sümkürdünüz mü belli ki içinde cerahat taşıyor artık. O mendil atılmalıdır.
Can Dündar, Türk Tarih Kurumu'nun sansürüne takılan Atatürk'ün görüşlerini yazdı..
30.10.2006 11:25
Milliyet Gazetesi yazarı Can Dündar'ın yazısı...
Atatürk'e ilişkin olarak 2 önemli çarpıtma yapılıyor. Biri Batılılaşma konusunda... Diğeri din konusunda... İlki, Atatürk'ün hedef olarak Avrupa'yı göstermediği iddiasına dayanıyor. İkincisi, -dünkü Vakit gazetesinde bir örneğini gördüğümüz gibi- ısrarla Atatürk'ü dua ederken, sarıklı mebuslarla ya da peçe içindeki Latife Hanım'la gösterip cumhuriyetin temelinde bir din motifi arıyor. Bu 2 konuda 2 belge hatırlatacağım. *** İlk belge, 29 Ekim günü Mustafa Kemal Paşa'nın Fransız yazarı Maurice Pernot'ya verdiği demeç... Paşa, o gün Revue Des Deux Mondes için Meclis Başkanı sıfatıyla verdiği son demecinde şöyle diyor: Osmanlı İmparatorluğu, Batı'ya karşı elde ettiğimiz başarılardan çok gururlanarak kendisini Avrupa uluslarına bağlayan bağları kestiği gün düşüşe başlamıştır. Bu bir hataydı. Bunu tekrar etmeyeceğiz. Bizim vücutlarımız Doğu'da ise de düşüncelerimiz Batı'ya dönüktür. Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çalışmalarımız Türkiye'de çağdaş, bu sebeple Batılı bir hükümet oluşturmaktır. Uygarlığa girmek arzu edip de Batı'ya yönelmemiş millet hangisidir? *** Din meselesine gelince... İlk Meclis'in dualarla açıldığı ve cumhuriyete oy veren milletvekilleri arasında 100 kadar din adamı olduğu doğru... Ancak böyledir diye cumhuriyetin kökeninde ve Atatürk'ün düşünce evreninde din motifleri aramak nafile uğraş. Afet İnan cumhuriyetin ilanından 6 yıl sonra Yurt Bilgisi dersleri vermeye başlamıştı. Okutacağı kitabı Kemal Paşa'ya gösterdi. Gazi beğenmedi. Yeni bir Medeni Bilgiler kitabı yazdırdı. Kitap, 1931'de Afet İnan imzasıyla çıktı; ortaokul ve liselerde okutuldu. İşte Kemal Paşa'nın el yazısıyla kaleme aldığı o notların Millet bölümünden satırlar: *** Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların (..) Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. (..) Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. (..) Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah'la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. (..) ... din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. (..) Artık Türk, cenneti değil, (..) son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra... *** Yeterince açık değil mi? Nasıl oluyor da din konusundaki görüşleri bu kadar net olan bir lider hâlâ yanlış yorumlanıyor? Yukarıdaki satırların çoğu, Türk Tarih Kurumu tarafından 1969 ve 1988'de basılan Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıları kitabında yer almıyor da ondan... İnanması zor; ama kendi kurduğu kurum, Atatürk'ün notlarını sansür ederek yayımladı. Medeni Bilgileri geçenlerde yeniden basan Örgün Yayınevi, Türk Tarih Kurumu'ndan bir özürle yeni baskı beklediklerini yazmış. Atatürk'ün okullarda okutulsun diye kaleme aldığı kitabının bile sansür edildiği bir ülkede yaşıyoruz. Düşünce özgürlüğü mü dediniz?
Yeşilay Gebze Şubesi Başkan Yardımcısı Bilal Başkonuş, kokulu kırtasiye malzemeleri ve inşaat malzemeleri hakkında uyarıda bulunarak, çocukların çantalarında ve evlerde adeta birer bomba bulunduğunu söyledi. . Uyuşturucu maddeler konusunda vatandaşların fazla bilgisi olmadığını vurgulayan Başkonuş, 'Uyuşturucu maddeleri az buçuk hepimiz biliyoruz. Ancak bir de günlük yaşamda sürekli kullandıklarımız var. Son yıllarda, 'volatile solvent' veya 'inhalants' olarak ifade edilen benzin, çeşitli yapıştırıcılar, tiner, butan, naftalin, azot oksit gibi uçucu maddeleri, işimiz gereği sürekli kullanmamız gerekebilir. Ama bu maddeleri havadar bir yerde kullanılmalıyız. Bu maddelerin kısa süreli kullanımlarda solunum yoluyla geçmesi halinde ise, muhakeme yeteneğinin azalması, koordinasyon bozukluğu, öksürük, burun ve gözlerde tahriş, kalp atışında artış ve düzensizlik, solunum bozukluğu, boğulma ve sarhoşluk halleri. Uzun süreli kullanımlarda da kilo kaybı, ruhi çöküntü, paranoya, hafıza zayıflığı, beyin, karaciğer ve böbreklerde ciddi hasarlara ve hatta ölümlere bile yol açtığı bilinmektedir. Bu yüzden bu maddeler, göründüğü kadar çok masum değillerdir. Bu maddeleri kesinlikle evlerimizde bulundurmamalıyız' dedi.
Sağlığa zararlı kimyasal maddelerle üretilen kırtasiye malzemelerinin kullanılmamasının da gerektiğinin altını çizen Başkonuş, 'Öğretmen ve öğrencilerimizin sağlıklarının korunması ve çocuklarda daha sonra madde bağımlılığına dönüşebilecek, koklama alışkanlığının önlenmesi için, bütün eğitim kurumlarında, içinde çözücü olarak etilasetat bulunan, beyaz tahta kalemlerinin kullanılmaması gerekmektedir. Ayrıca ithal kalemleri alırken, içinde bu tür uçucu maddelerin bulunup bulunmadığına dikkat edilmelidir. Organik solvenlerle yapılan kırtasiye tipi yapıştırıcıların da kullanılmaması gerekir. Bunun yerine, su bazlı olarak üretilen yapıştırıcıların kullanılması daha sağlıklı olur. Kokulu silgi ve kalem gibi kırtasiye malzemeleri kullanmamaları konusunda, öğretmen ve öğrencilerin daha bilinçli olmaları lazım. Bu nedenle bağımlılığın her türlüsüne çok dikkat etmeliyiz' şeklinde konuştu.
'Bir meseleye dikkat çekmek istiyoruz: her şeye sahtesi musallat olduğu gibi,müslüman olmuş Batılılar veya onların İslam'ı takdir etmeleri hususu da,İslami mücadelenin haklılığına dair ve şevk verici bir unsur olmak yerine,bazı pasifist hainler tarafından bizzat İslam aksiyonunu baltalayıcıbir niyetle kullanılıyor.Bu çevreler,kendi güçsüzlüğünü İslam'ın tavrı gibi göstermeye yeltenen kıskanç 'teyze adam' tipleri,İslam'ı mevcut rejim içinde tatlı ticaret metaı olarak değerlendiren mamacılar ve içinde yaşanılan memleket ve idaresi altında bulunan hükümet hangi ölçü ve kanuna bağlıysa İslamiyet'in de onlara baş eğeceğini iddiaya kadar giden çeşitli pis çevrelerdir.Dikkat edilmesi gereken başlıca mesele,bir takım gelişmelere alkış tutma değil,İslam'ı yaşamanın başlıca yönü olan 'Allah ve Resulü'nün hükümlerini hakim kılma' mecburiyetinde olduğumuzdur; yani rejim planına geçmek,bunun için mevcudu yıkmak,müslümanlar için bir İMAN ZORUNULULUĞUDUR! '
'Ne diyaloğu be yahu? Diyalog belli başlı bir anlayış kökünde beraber olup da dallarda ayrı olanlar arasında düşünülebilir...Toprakta,kökte,dallarda,meyvede,sulamada,yetiştirmede ayrı ağaçlar arasında tutturulabilecek hangi aşı olabilir? Her birinin ne yediği ve ne ile beslendiği malum,kartalla karga nasıl diyaloğa girebilir? '
'Bunları söylerken yüzünde alaycı bir tavır hissettim sanki.Onun bilerek böyle alaycı bir maske arkasına saklanmaya çalıştığını; bu davranışının utangaç,iyi yürekli insanların iç dünyalarına böyle kaba ve aceleyle girmeye çalışanlara karşı kendilerini savunmak için geliştirdikleri,iç dünyalarını,özel yaşamlarını ve duygularını her önüne gelene açıyormuş hissi uyarmamak için başvurdukları bir savunma mekanizması olduğunu anlamamıştım...'
Babaannelerimizi üşütmeyelim, hastalanmayalım diye yaptığı kış tavsiyeri doktorlardan onay aldı. İşte bir uzmandan önemli kış uyarıları...
Eğer gripseniz anneannenizin dedikleri kulağınıza küpe olsun. Mesela kış aylarında sizi iki-üç kat giydirdiği zamanları hatırlayın. Bir bildiği vardı, zira kat kat giyinmek üşütmeye karşı en iyi, en doğal yöntemlerden biri... Özellikle de kış aylarında soğuk algınlığıyla vücudunuzu hırpalayıp, başka hastalıklara karşı savunmasız kalmamak için... Yine hatırlayın; “Olur olmaz yere hap, ilaç alma” tembihlerini... İstanbul Tıp Fakültesi Enfeksiyon Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi ve Anadolu Sağlık Merkezi Hastane Enfeksiyonları Kontrol Komitesi Danışmanı Prof. Dr. Semra Çalangu, “Ben vitamin hapı almanızı bile tavsiye etmem. Mesela C vitamini hapları... Bir zararı yok, ama Türkiye bir meyve cenneti. Çeşit çeşit portakal var, mandalina, greyfurt var. Biberi, domatesi var. Böyle hem doğal hem de lezzetli meyveler, sebzeler dururken, vitamin hapı almaya ne gerek var” diyor. Konu vitaminler olunca şunu da eklemeden geçmeyelim; vitamin sadece vücudun bağışıklık sistemini geliştiren bir madde. Yoksa tek başına hastalıkları önlemek ya da iyileştirmek gibi bir etkisi yok. Yani siz gripken, “Bol bol portakal suyu iç, üstüne bir de aspirin, şıp diye geçer” diyenlere kulak asmamak ve hemen bir doktora baş vurup, ilaç kullanmak şart.
Başta grip olmak üzere bulaşıcı hastalıklardan korunmanın bir diğer yolu da temizlik. Mesela kağıt mendil... Sabah cebine iki kağıt mendil koyup, gün boyu bunlara aksırıp tıksırmak, hastalıkların iyileşmesini engeller. Neden mi? Aynı mikrobu tekrar tekrar almaya hizmet eder de ondan. Tüm bunlar, kuşaktan kuşağa geçen, kanıtlanmış önleyici hekimlik uygulamaları aslında. Eğer gripseniz, anneannenizin size tembihlerini hatırlayın. Bir daha o kadar kolay yatağa düşmezsiniz emin olun.
Günde bir büyük bardak portakal suyu tüm C vitamini ihtiyacınızı karşılar
* Hocam gripte bulaşma yollarını, klinik belirtileri konuştuk. Aşı dışındaki korunma yollarından da bahsettik... Eksik kalan var mı?
Bir de beslenmenin etkisi var. Gripten korunmak için, ‘C vitamini alalım, B vitamini alalım’ deniyor. Tabii ki ikisi de vücut direncini artırabilirler. Ama bilimsel olarak gösterilmiş, kanıtlanmış bir bilgi yoktur ki, C vitamini alanlar gribe yakalanmaz desin.
* Ama gripten yatak döşek yatanlara hep ‘Bol bol C vitamini alın’ denir. Bunda doğruluk payı var değil mi?
Tedavi açısından yararı olabilir. Ama, ‘Ben her gün bir tane C vitamini tableti alırsam gribe yakalanmam’ bilgisi doğru değil. Bunu ben, meslektaşlarımızda da, doktor arkadaşlarımızda da görüyorum. Söylenenlerden anlıyorum ki, ‘Günde bir bardak portakal suyu içersen ya da 2 tane portakal yersen, her gün 1 gram C vitamini alırsan gripten korunursun’ diyorlar. Keşke böyle olsa! Ama böyle olsa biz niye aşı olalım? Güzel portakalı da olan bir ülkedeyiz. Yeriz, biter. Ama bunu kanıtlayan bir bilimsel çalışma yok. Buna karşılık insan gribe yakalandıktan sonra vücut direncinin artırılmasında C vitamininin etkinliği var. Bu sadece gribe özgü değil, bütün enfeksiyonlara karşı böyle.
* C vitaminin nasıl bir katkısı var vücudumuza?
Damarlarımızı, özellikle mukoza dediğimiz ağız ve burun içersindeki salgı yapan dokularımızı, bir başka deyişle vücudumuza direnç kazandıran dokularımızı yenilemekte, korumakta katkısı var. Yani yeterli C vitamini almayan insanların dişleri çürür, dökülür. Ağız kuruluğu, burun kuruluğu olur. Bu bilinen bir şey ve doğrudur. Demek ki, bunlar olmasın diye yeterli C vitamini alınırsa insanın her türlü solunum yoluyla gelecek mikroba karşı direnci tam olur. Ama ‘Bu kişiler grip olmaz’ demek yanlış.
* Ama sonuçta günde 1 gram C vitamini almamız lazım değil mi?
Evet. Vücudun solunum yoluyla gelebilecek mikroplara karşı direncini koruyabilmek için günde 1 gram C vitamini almakta yarar var gerçekten. Bu efervesan tabletler şeklinde de olabilir, günde bir bardak portakal suyu şeklinde de olabilir.
HAPLARI ESKİMOLAR, İSKANDİNAVLAR ALSIN
* 1 bardak portakal suyunda 1 gram C vitamini var mı?
Büyük bir bardakta var...
* Peki C vitamini hap olarak alındığında bir yan etkisi var mı?
Hayır. C vitamini vücutta birikmez çünkü. Yani gidip de karaciğerde falan birikip bir yan etki yapmaz. Atılır vücuttan...
* Peki bugünlerde takviye olarak tablet şeklinde de alalım mı? Faydası olur mu?
Hayır. Ben hiç önermiyorum. Onu gidip Eskimolara önerelim. Ne bileyim, portakalı olmayan Antartika’daki insanlara önerelim. İskandinavlar alsın. Ama yani Antalyası, Alanyası, Fenikesi bir sürü çeşit portakalı olan bir ülkenin insanı da almasın... Üstelik de bunlar yetmiyormuş gibi durmadan dışarıdan meyve ithal edilen bir ülkede, insanlar C vitaminini niye hap olarak alsın? Doğal yollardan almak mümkünken... Üstelik C vitamini sadece portakalda, limonda, mandalinada değil, domateste, yeşil biberde, kıvırcık salatada, rokada da çok fazla var. Tüm yeşilliklerde C vitamini var.
* Peki doğal yollardan gripten korunmak için başka önerileriniz de var mı?
Var tabii... Korunmada bir başka şey de, dinlenmeye dikkat etmek. Bu özellikle çocuklar için çok önemli. Günde 8 saatlik bir uyku gerekiyor. Bizler için de gerekli.
* Prof. Dr. Necdet Üskent ‘İyi bir uyku bağışıklık sistemini güçlendirir’ demişti. T lenfositlerin, yani vücudu dışarıdan gelen saldırılara, özellikle bakteri ve virüslere karşı koruyan bağışıklık hücrelerinin sayısının arttığını söylemişti.
Evet. Hakikaten öyle... Bunun dışında giysilerle ilgi de bir küçük notum olacak. Sadece gripten değil, gripal enfeksiyonlardan korunmak için, hava değişimi sırasında ‘Ah cereyanda kaldım, ah soğukta kaldım, ince giymişim üşütmüşüm’ denir ya, işte bunun için biz kış aylarında tek bir kalın giysi yerine üst üste birkaç ince giysi şeklinde giyinilmesini öneriyoruz. Sıcak bir yere girildiği zaman üsttekiler çıkartılsın, soğuğa girildiğinde çıkartılsın. O bakımdan anneannelerimizin üzerlerine kat kat giydikleri yelekler, hırkalar, tek bir kalın giysiden çok daha sağlıklı. Onun dışında tabii ki korunma için aşıyı öneriyoruz.
* Aşıyı yarın konuşacağız. Korunmak için başka ne yapmamız gerekir?
Pratik olarak söylemek istediğim şey şu. Çok şükür galoşu kaldırdık hastaneden... Önceleri ‘Galoş olsun, galoş olsun’ dediler. Millet galoşu ayağına bir giyiyor, akşama kadar bir daha çıkarmıyor.
* Bu fırıncıların eline taktıkları eldivenler gibi sanırım... Bütün gün tek bir eldiven ellerinde, parayı da onunla alıyorlar, ekmeği de onunla alıp veriyorlar. Ne anladık hijyenden...
Aynen öyle. Her şey eldiven, her şey galoş... Kağıt mendilde de böyle bir durum var. Burnunu sil cebine koy, sil koy... O artık mikrop yuvası bir şey halini alıyor. Kağıt mendil bir kullanımlıktır.
* Sadece bir mi hocam?
Hadi iki olsun diyeyim. En azından defalarca kullanmamak lazım. Ama balgam ya da sümkürme ile kirlenmiş bir kağıt artık kullanılmamalıdır. Yoksa insan bir elini kurular, burnunun ucunu siler o tamam. Ama sümkürdünüz mü belli ki içinde cerahat taşıyor artık. O mendil atılmalıdır.
-Ben matrixi icat eden dingilim...
Atatürk'ün sansürlenen görüşleri
Can Dündar, Türk Tarih Kurumu'nun sansürüne takılan Atatürk'ün görüşlerini yazdı..
30.10.2006 11:25
Milliyet Gazetesi yazarı
Can Dündar'ın yazısı...
Atatürk'e ilişkin olarak 2 önemli çarpıtma yapılıyor.
Biri Batılılaşma konusunda...
Diğeri din konusunda...
İlki, Atatürk'ün hedef olarak Avrupa'yı göstermediği iddiasına dayanıyor.
İkincisi, -dünkü Vakit gazetesinde bir örneğini gördüğümüz gibi- ısrarla Atatürk'ü dua ederken, sarıklı mebuslarla ya da peçe içindeki Latife Hanım'la gösterip cumhuriyetin temelinde bir din motifi arıyor.
Bu 2 konuda 2 belge hatırlatacağım.
***
İlk belge, 29 Ekim günü Mustafa Kemal Paşa'nın Fransız yazarı Maurice Pernot'ya verdiği demeç... Paşa, o gün Revue Des Deux Mondes için Meclis Başkanı sıfatıyla verdiği son demecinde şöyle diyor:
Osmanlı İmparatorluğu, Batı'ya karşı elde ettiğimiz başarılardan çok gururlanarak kendisini Avrupa uluslarına bağlayan bağları kestiği gün düşüşe başlamıştır. Bu bir hataydı. Bunu tekrar etmeyeceğiz. Bizim vücutlarımız Doğu'da ise de düşüncelerimiz Batı'ya dönüktür. Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çalışmalarımız Türkiye'de çağdaş, bu sebeple Batılı bir hükümet oluşturmaktır. Uygarlığa girmek arzu edip de Batı'ya yönelmemiş millet hangisidir?
***
Din meselesine gelince...
İlk Meclis'in dualarla açıldığı ve cumhuriyete oy veren milletvekilleri arasında 100 kadar din adamı olduğu doğru... Ancak böyledir diye cumhuriyetin kökeninde ve Atatürk'ün düşünce evreninde din motifleri aramak nafile uğraş.
Afet İnan cumhuriyetin ilanından 6 yıl sonra Yurt Bilgisi dersleri vermeye başlamıştı. Okutacağı kitabı Kemal Paşa'ya gösterdi. Gazi beğenmedi. Yeni bir Medeni Bilgiler kitabı yazdırdı.
Kitap, 1931'de Afet İnan imzasıyla çıktı; ortaokul ve liselerde okutuldu. İşte Kemal Paşa'nın el yazısıyla kaleme aldığı o notların Millet bölümünden satırlar:
***
Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların (..) Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. (..)
Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. (..)
Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah'la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. (..)
... din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. (..) Artık Türk, cenneti değil, (..) son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra...
***
Yeterince açık değil mi?
Nasıl oluyor da din konusundaki görüşleri bu kadar net olan bir lider hâlâ yanlış yorumlanıyor?
Yukarıdaki satırların çoğu, Türk Tarih Kurumu tarafından 1969 ve 1988'de basılan Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıları kitabında yer almıyor da ondan...
İnanması zor; ama kendi kurduğu kurum, Atatürk'ün notlarını sansür ederek yayımladı.
Medeni Bilgileri geçenlerde yeniden basan Örgün Yayınevi, Türk Tarih Kurumu'ndan bir özürle yeni baskı beklediklerini yazmış.
Atatürk'ün okullarda okutulsun diye kaleme aldığı kitabının bile sansür edildiği bir ülkede yaşıyoruz.
Düşünce özgürlüğü mü dediniz?
Speaking Parts (1989)
Atom Egoyan
Yeşilay Gebze Şubesi Başkan Yardımcısı Bilal Başkonuş, kokulu kırtasiye malzemeleri ve inşaat malzemeleri hakkında uyarıda bulunarak, çocukların çantalarında ve evlerde adeta birer bomba bulunduğunu söyledi.
.
Uyuşturucu maddeler konusunda vatandaşların fazla bilgisi olmadığını vurgulayan Başkonuş, 'Uyuşturucu maddeleri az buçuk hepimiz biliyoruz. Ancak bir de günlük yaşamda sürekli kullandıklarımız var. Son yıllarda, 'volatile solvent' veya 'inhalants' olarak ifade edilen benzin, çeşitli yapıştırıcılar, tiner, butan, naftalin, azot oksit gibi uçucu maddeleri, işimiz gereği sürekli kullanmamız gerekebilir. Ama bu maddeleri havadar bir yerde kullanılmalıyız. Bu maddelerin kısa süreli kullanımlarda solunum yoluyla geçmesi halinde ise, muhakeme yeteneğinin azalması, koordinasyon bozukluğu, öksürük, burun ve gözlerde tahriş, kalp atışında artış ve düzensizlik, solunum bozukluğu, boğulma ve sarhoşluk halleri. Uzun süreli kullanımlarda da kilo kaybı, ruhi çöküntü, paranoya, hafıza zayıflığı, beyin, karaciğer ve böbreklerde ciddi hasarlara ve hatta ölümlere bile yol açtığı bilinmektedir. Bu yüzden bu maddeler, göründüğü kadar çok masum değillerdir. Bu maddeleri kesinlikle evlerimizde bulundurmamalıyız' dedi.
Sağlığa zararlı kimyasal maddelerle üretilen kırtasiye malzemelerinin kullanılmamasının da gerektiğinin altını çizen Başkonuş, 'Öğretmen ve öğrencilerimizin sağlıklarının korunması ve çocuklarda daha sonra madde bağımlılığına dönüşebilecek, koklama alışkanlığının önlenmesi için, bütün eğitim kurumlarında, içinde çözücü olarak etilasetat bulunan, beyaz tahta kalemlerinin kullanılmaması gerekmektedir. Ayrıca ithal kalemleri alırken, içinde bu tür uçucu maddelerin bulunup bulunmadığına dikkat edilmelidir. Organik solvenlerle yapılan kırtasiye tipi yapıştırıcıların da kullanılmaması gerekir. Bunun yerine, su bazlı olarak üretilen yapıştırıcıların kullanılması daha sağlıklı olur. Kokulu silgi ve kalem gibi kırtasiye malzemeleri kullanmamaları konusunda, öğretmen ve öğrencilerin daha bilinçli olmaları lazım. Bu nedenle bağımlılığın her türlüsüne çok dikkat etmeliyiz' şeklinde konuştu.
beyaz,kırmızı...
seyirciyi avlamasını iyi bilir...
spielberg gibi...
'Bir meseleye dikkat çekmek istiyoruz: her şeye sahtesi musallat olduğu gibi,müslüman olmuş Batılılar veya onların İslam'ı takdir etmeleri hususu da,İslami mücadelenin haklılığına dair ve şevk verici bir unsur olmak yerine,bazı pasifist hainler tarafından bizzat İslam aksiyonunu baltalayıcıbir niyetle kullanılıyor.Bu çevreler,kendi güçsüzlüğünü İslam'ın tavrı gibi göstermeye yeltenen kıskanç 'teyze adam' tipleri,İslam'ı mevcut rejim içinde tatlı ticaret metaı olarak değerlendiren mamacılar ve içinde yaşanılan memleket ve idaresi altında bulunan hükümet hangi ölçü ve kanuna bağlıysa İslamiyet'in de onlara baş eğeceğini iddiaya kadar giden çeşitli pis çevrelerdir.Dikkat edilmesi gereken başlıca mesele,bir takım gelişmelere alkış tutma değil,İslam'ı yaşamanın başlıca yönü olan 'Allah ve Resulü'nün hükümlerini hakim kılma' mecburiyetinde olduğumuzdur; yani rejim planına geçmek,bunun için mevcudu yıkmak,müslümanlar için bir İMAN ZORUNULULUĞUDUR! '
'Ne diyaloğu be yahu? Diyalog belli başlı bir anlayış kökünde beraber olup da dallarda ayrı olanlar arasında düşünülebilir...Toprakta,kökte,dallarda,meyvede,sulamada,yetiştirmede ayrı ağaçlar arasında tutturulabilecek hangi aşı olabilir? Her birinin ne yediği ve ne ile beslendiği malum,kartalla karga nasıl diyaloğa girebilir? '
NFK
'Bunları söylerken yüzünde alaycı bir tavır hissettim sanki.Onun bilerek böyle alaycı bir maske arkasına saklanmaya çalıştığını; bu davranışının utangaç,iyi yürekli insanların iç dünyalarına böyle kaba ve aceleyle girmeye çalışanlara karşı kendilerini savunmak için geliştirdikleri,iç dünyalarını,özel yaşamlarını ve duygularını her önüne gelene açıyormuş hissi uyarmamak için başvurdukları bir savunma mekanizması olduğunu anlamamıştım...'