Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • kanuni sultan süleyman 13.07.2005 - 20:16

    sehzade mustafa yı katletmesı bence gercekten cok buyuk bır hata ıdı sayet yapmasa ıdı osmanlı devem edebılırdı.

    Osmanli Devleti'nin onuncu pâdisahi olup, Yavuz Sultan Selim'in ogludur. Osmanli hânedanindaki resmî ve mesrû silsileye göre onuncu hükümdar ve bu isimdeki pâdisahlarin ilki sayilmaktadir. Osmanli kaynaklari ve umumî efkâri onu, kanun koyucu (vâzii) vasfidan dolayi genellikle 'Kanunî Sultan Süleyman' diye isimlendirirken, bati kaynaklari ile batililar, büyük ve kudretli vasfindan dolayi kendisini 'Muhtesem ve Büyük' (Magnificent, Magnifique, Der Practige, çogu zaman da sadece Grand Turc) gibi isimlerle anmislardir.

    Batili bir tarihçi, onun dönemi ve sahsiyetinin büyüklügü hakkinda bilgi verirken su ifadeleri kullanir: 'Kanunî, 'Muhtesem' ve 'Büyük' gibi ünvanlarla anilan Süleyman'in sultanlik çagi, Osmanli tarihinin en önemli devresidir. Devlet, kudret, yeni fetihler, medeniyetinin, kanun ve mimarlik anitlarinin en güzel varligini bu pâdisaha borçludur. Osmanlilarin sadece 'Kanunî' ünvanini verdikleri, fakat Avrupa tarihçilerinin 'Büyük' sifati ile adlandirdiklari Osmanli Pâdisahi sadece Sultan Süleyman'dir. Sultan Süleyman devri, bütün dünyada gelisen büyük olaylar dolayisiyle Yeni Çag tarihinin en dikkate deger safhalarindan birini teskil eder. XVI. yüzyilin baslarinda, Amerika'nin kesfinden sonra, Avrupa politikasinin denge sistemi kurulmus ve kuvvetlenmis; Hiristiyanlikta ortaya çikan Reform, insan esprisine bir yeni yol açmistir. Bundan daha hasmetli çalisma ve büyük sonuçlu zaman, insan tarihinde güç bulunur. Fransa'da I. François ve Ingiltere'de VIII. Henri'nin kurduklari hükümetler; Papa X. Leo'nun kültür, bilim ve sanayinin gelismesine ön ayak olmasi, Sarlken'nin yeni mezhebe karsi bas kaldirisi, Andreas Gritti'nin Venedik Doçu makamini isgal etmesi gibi tarihin önemli olaylarini bünyesinde toplayan bir asra az rastlanir. Iste Kanunî, söhret sahibi bütün bu hükümdarlarla hakkiyle rekabet edebilecek bir hükümdardir. Kanunî, Osmanli Pâdisahlari'nin onuncusudur. Bu rakam, ugurlu telakki edilmistir. Ayrica, Padisahin onuncu hicret asrinin basinda (H. 900 / M.l495) dogmus olmasi da mânali sayilmistir.'

  • yavuz sultan selim13.07.2005 - 20:08

    Kaynaklarin, ortaboylu, toparlak ve kirmiziya çalan beyaz yüzlü, çatik kasli, beyaz disli, omuzlari ile gögüs arasi açik, sakalsiz, pala biyikli, sert bakisli, cesur, gayretli, çok mahir bir avci, harp sanatinda emsalsiz bir komutan olarak bildirdikleri Yavuz Sultan Selim, âlim ve edipleri seven, Sark dillerinden Arapça ve bilhassa Farsça'ya tam manasi ile vâkif bir hükümdar idi. Kendi el yazisi ile olan Farsça manzumeleri, Topkapi Sarayi Müzesi Arsivi'nde bulunmaktadirlar. Yavuz Sultan Selim, hem Farsça hem de Türkçe siir söyleyebiliyordu. Farsça olan Divân'i l306 yilinda Istanbul'da basilmis olup, l904 tarihinde de Alman Imparatoru Wilhelm II.'nin emri ile Paul Horn tarafindan Berlin'de yeniden nesredilmistir. Trabzon'daki valiliginden itibaren meclisinde sairleri bulundurmayi aliskanlik haline getirmisti. Câfer Çelebi, Ahi ve Revânî, onun meclisinin müdavimleri idiler. Siyer ve Tarih ilminde epey mütalaasi oldugundan bu konuda mahir bir sahsiyet olarak kendisinden söz edilmektedir. Bos zamanlarini âlim ve ediplerin meclislerinde geçirmekten hoslanirdi. Ilmi sever ve ülemaya hürmet ederdi. Tarih, felsefe ve tasavvuf sahalarinda genis bir bilgisi vardi. Özellike edebî bir lisanla ve pek muglak olan 'Tarih-i Vassaf'i çokça mütalaa ederdi ki bu, onun ilimdeki yüksek vukufunu göstermektedir. Hazarda olsun seferde olsun, vakit buldukça ilmî mütalaalar ile mesgul olurdu. Nitekim, Misir'dan Istanbul'a gelinceye kadar Ibn Tagriberdî'nin 'en-Nücûmu'z-Zâhire' adli eserini Ibn Kemâl'e tercüme ettirerek menzillerde parça parça kendisine takdim edilen tercümeleri okurdu. Yine o, Misir'daki ikameti esnasinda, Hind ve Çin haritalarini yaptirmisti. O, sair, mutasavvif ve filozof bir hükümdardi.Uzunçarsili'nin degerlendirmesiyle o, Osmanli hükümdarlari arasinda ilim itibariyle en yüksegi idi. Sam'in Sâlihiyye semtinde câmi ve imâret insa ettiren Yavuz Sultan Selim, oradaki Muhyiddin Arabî'nin türbesini de bulup yaptirdi. Böylece o, () Sam'daki bu tesisler ile Konya'da Mevlevî Tekkesi'ne getirdigi sudan baska bir hayir yapamamisti. Zira benzer hayir isleri için fazla zaman bulamamisti. Hatta Istanbul'daki kendi câmiinin bile temellerini attirmis fakat ikmâline imkân bulamamisti. Osmanli Devleti'nin 9. hükümdari olan Yavuz Sultan Selim, Müslüman - Türk âleminin ilk halifesi olarak dünyada ilk defa 'Hâdimu'l-Haremeyn es-Serifeyn' ünvanini almisti. Babasi II. Bâyezid, annesi Dulkadiroglu Alaüddevle'nin kizi Ayse Hatun'dur. Babasinin sancak beyi olarak bulundugu Amasya'da dünyaya gelen sehzâdenin dogum tarihi hakkinda verilen kayitlar, hicrî 87l, 872 ve 875 (m. l466, l467 ve l470) yillari seklinde epey farkliliklar göstermektedir.

    Kaynaklar, Ikinci Bâyezid'in, hayatta kalan ogullarinin en küçügü olan Yavuz Sultan Selim'in, sahsiyeti ve yönetimdeki enerjisi hakkinda yeterli bilgi verirler. Kendi ifadesine göre, Trabzon Sancak beyligine 887 (l482) veya 892 (1487) yilinda tayin edilmisti. Öyle anlasiiyor ki o, diger sehzâdelere göre daha cevval ve enerjikti. Ileri görüslü bir sehzâde olan Selim, sert bir yaratilisa sahipti. Yapacagi islerde karar vermeden önce çok düsünür, etrafindakilerle konusur ve bundan sonra kat'i bir karara varirdi. Istisare ve arastirmadan sonra varilan karardan dönmezdi. Bu konuda önüne çikacak bütün engelleri ortadan kaldirmak gayesiyle elinden geleni yapardi. Kararlarini uygulayabilmek için planli bir sekilde çalisirdi. Adam seçmesini iyi bilirdi. Bütün bunlar, onun, pâdisah olmasinda ve basarili isler yapmasinda birinci derecede rol oynadi. Babasinin yerine geçip Osmanli tahtina oturmayi kafasina koydugu zaman, en çok güvendigi adamlarini Istanbul veya sehzâdeler yanina gönderdi. Onlardan aldigi raporlar sayesinde gerekli tedbirleri alarak, varmak istegi hedefe emin adimlarla ulasmaya çalisti.Zira adamlari nasil hareket etmesi gerektigi hakkinda da kendisine yol gösteriyorlardi. Onun, tahta geçmeden önce kullandigi casuslar, Istanbul, Edirne ve Amasya'da esen havayi koklamakla kalmadilar, ayni zamanda Selim hakkinda genis propaganda yapma imkânini da buldular. Istihbarati saglam olan bu adamlari sayesinde dünya siyasetine de vâkif bulunuyordu. Bundan dolayi cülûsundan önce taninmayacak bir sekilde Iran ve Arabistan'i gezdigine dair söylentiler çikmisti. Devlet hazinesini devamli surette dolu tutmak ister, debdebe ve ihtisamdan hoslanmazdi. Sadeligi severdi. Milletleri idare etme hususunda büyük bir kabiliyet göstermisti. Ülkesinin her tarafinda yalniz adaletin hakim olmasini isterdi.

  • fatih sultan mehmet13.07.2005 - 20:06

    Babasi, II. Murad'in vefati üzerine 16 Muharrem 855 (18 Subat 1451) Persembe günü Edirne'de Osmanli tahtina geçen II. Mehmed'in dogum tarihi 27 Receb 835 (30 Mart 1432) olarak kabul edilmekle birlikte, buna yakin farkli tarihler de verilmektedir. Dogum tarihi hakkinda farkli görüslerin bulunduguna temas edilen Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin kimligi hakkinda da degisik görüsler bulunmaktadir. Bu farkli görüsler, Batili yazarlarca öne sürülmüslerdir ki, kaynaklarimiz bu görüslerin tamamini reddedecek sekilde açik ve net bilgiler vermektedirler. Zira kaynaklarimiz, konuyu, II. Murad'in evliliginden itibaren takib ederler. Nitekim kaynaklarimiz, Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin Müslüman Türk oldugu ve Isfendiyar Beyi'nin kizi veya torunu oldugu, isminin de Hüma Hatun oldugunu belirtirler. Ayni sekilde Ismail Hami Danismend de Bursa mahkeme (ser'iyye) sicillerine dayanarak konuyu tafsilatli bir sekilde ele alarak söyle der:

    'Fâtih'in annesi olarak gösterilen Türk prensesi, Kastamonu ve Sinop'ta hüküm süren Candarogullari hanedanindan Isfendiyar Bey'in kizi veya torunu Halime, veyahut Hatice Hatun'dur. Ikinci Murad'in bu kizla izdivaci hicretin 827 (m. 1424) yilindadir.' Müellif, arastirmasinda bu ihtilaflarin sebeplerini de açiklar. Ama konuyu fazla dagitmamak için biz bunun üzerinde fazla durmayacagiz. Bununla beraber yeni arastirmalarin ortaya çikardigi gerçek isim ve hüviyeti ile ilgili bilgiyi aynen nakletmeden geçemiyecegiz. 'Daha sonralari Bursa mahkeme sicillerinde yapilan tedkiklere göre Fâtih'in muhterem annesi, Hüma Hatun'dur. Bu bahtiyar kadinin türbesi Bursa'da Muradiye Câmii'nin sark tarafinda müze idaresince istimlak edilen bir bahçe içindedir. Câmiden çarsiya dogru gidilirken bu zarif âbide, câmiden yüz metre kadar ilerdedir. Memduh Turgud Koyunluoglu'nun Bursa Halkevi nesriyati içinde çikan 'Iznik ve Bursa Tarihi'nin 152-153. sayfalarinda 'Hâtuniye Künbedi' ismiyle bahsedilen bu türbeyi Fâtih, babasi Sultan Ikinci Murad daha hayatta iken ölen annesi için hicrî (m. 1449) tarihinde, yani Istanbul'un fethinden dört sene evvel yaptirmistir. Kitabesi Arapça'dir

  • yıldırım bayezid13.07.2005 - 20:02

    Babasi, Murad Hüdavendigâr'in tahta cülûs etikleri 761 (1360) yilinda dünyaya gelen Bâyezid, âdil, yigit, bilginlerle yoksullari seven, zenginlere sefkat, zahidlerle iyi insanlara saygi gösteren bir hükümdar idi. Ela gözlü, arslan simali, kumral sakalli, görünüsü kirmiziya mail, ak, müdevver ve berrak idi. Heykel gibi saglam ve güçlü kuvvetli idi. Cenk ve savas günlerinde korkusuz bir padisah idi. Giydigi elbise genellikle Bursa kadifesindendi. Annesi Gülçiçek hatundu.

    Osmanli pençesinin kavradigi Rumeli agacinda, harp sahasinda hükümdar ilân edilip babasinin tahtina oturan Yildirim'in bâzusu, daha nice meyvelerini Osmanlilarin etegine düsürmek üzere bekleyici idi. O, harp sahasinda hükümdar ilân edildiginden muharebeye devam etmekten geri durmadi. Ayrica komutanlardan Pasa Yigit'i Bosna, Firuz Bey'i de Vidin taraflarina akina gönderdigi gibi bizzat kendisi de Kratova gümüs madenlerini zapt ile Üsküp sehrine Türk göçmenlerini iskân ettirdi.

    Avrupa'nin siyaset aktörleri, Yildirim ünvani ile anilan Bâyezid'in fikir ve düsüncelerini pek de bilmez sayilmazlardi. Babasinin biraktigi hududu, mucizeli ordusuyla gögüsleyip alabildigine açan, açarken de karsilastigi sayisiz müsküllere yutkunmadan katlanan, özellikle kilise için bir Isa düsmani sayildigi halde, feth ettigi Hiristiyan ülkelerinin halkina bu kilise mensuplarindan, hatta papalardan daha müsfik ve anlayisli davranan koca Hüdâvendigâr gibi, oglu da acaba ayni siyaset ve insanlik yolu üstünde mi yürüyecekti?

  • kitap13.07.2005 - 19:58

    neden dunyadan kopuk oldugumuzun bır gostergesı kımsenın yazdıgını okuyamıyoruz mehmet akıf ersoyun 90 sene once yazdıgı safhattı bıle anlamıyoruz ıste sebebı

    HARF INKILÂBINI SADECE OKUYUP-YAZMA KOLAYLIGI IÇIN YAPILMAMISTIR. HARF INKILÂBINI BIZ KÜLTÜRÜMÜZÜ DEGISTIRMEK IÇIN YAPTIK. ARAP KÜLTÜRÜNDEN KURTULMAK IÇIN YAPTIK. ARTIK ESKI YAZIYA DÖNÜLMEYECEKTIR. BUNUN MÂNÂSI ARTIK ESKI KÜLTÜRÜMÜZLE BAGIMIZ KALMADI DEMEKTIR.

    ISMET INÖNÜ (Ulus Gazetesi, 15 Nisan 1969)

  • kemalizm13.07.2005 - 19:51

    Bilindigi gibi 5 Aralik 1934 tarihi, kadinlara siyasi haklarin verildigi iddia edilen tarihtir. Ancak kadinlara verildigi iddia edilen bu haklar, kadinlar tarafindan verilen mücadele ne-ticesinde alinan haklar olmayip, tepeden inme bir anlayisin neticesinde Mustafa Kemal tarafindan bagislanan haklardi. Dolayisiyla, Kemalistler tarafindan, Bati'nin bir çok ülkesinden önce verilmekle övünülen bu haklar, Sirin Tekeli'nin de belirttigi gibi konjonktür geregi verilen ve buna ragmen kontrollü olarak kadinlara kullandirilan -bazen de kullandirilmayan- türden haklardi. Çünkü, Kemalizm kurulusundan bu yana, tepeden inmeci, jakoben bir anlayisin tezahürü olan tek millet, tek sef, tek devlet esasina dayali, oportünist, çikarci, pragmatik despot bir anlayisi temsil eden bir sistemdi. Ve bu nedenle de muhalefete ve hatta degisik görüslere bile tahammülü olmayan bir sistem öngörmekteydi. Bu sistem, 'tek kisi'nin hakim oldugu bir sistemdi. Ayrica, bu sistem ayni zamanda, bu ülke insanlarini bütünüyle sadece 'tek kisi'nin belirledigi hedefe yönlendirmeyi de kendisi için asil amaç edinmisti. Yani, ülkenin bütün insanlari için bir tek hedef vardi; o da, o 'tek kisi'nin belirledigi hedefti. Bu hedefin disina çikanlar ya da çikmaga yeltenenler, ülkeye ihanet suçu ile suçlanmaktan kurtulamamislardir. Bugün bile bu 'tekçi' anlayis tarafindan belirlenen hedefe muhalif olan kisi ya da gruplar, ayni anlayisi temsil eden, marjinal kalmis Kemalistler tarafindan, öyle degerlendirilmiyor mu? Iste 'tek kisi' tarafindan belirlenerek çerçevesi -adeta- duvarlarla örülen bu anlayis, toplumu tepeden tirnaga kadar yeniden sekillendirmek için ayni tür uygulamalara halen bugün de devam etmektedir. Kisacasi, Osmanli'nin mirasi üzerine kurulan bu yeni ülkenin, yeni yönetim seklinden, çikarilacak kanunlara, halkin giyiminden yasanti sekline hatta yeme içme seklinden, dans etme sekline kadar; bir taraftan toplumsal düsünce, diger taraftan da toplumsal yasanti sekli, bu tek'çi anlayis tarafindan sekillendirilmistir. Dolayisiyla ülkeye çesitli desiselerle hakim olan bu anlayista; Cumhuriyetin ilan edilmesine de, kadinlara siyasi haklarin verilmesine de ve hatta kimlerin hangi bölgelerde milletvekili olacagina da, tek basina karar veren hep 'o' tek kisi olmustur. Ve o tek kisinin agzindan çikan bir sözle kimi insanlar ihya olmus, kimi insanlar da daragaçlarinda sallandirilmistir; ve bu tek kisinin karari ile bir gecede cumhuriyet ilanina karar verilmis, partiler kurulmus ve partiler kapatilmistir. Hatta, 'tek kisi' tarafindan alinan bu gibi siyasi ka-ralarin yaninda, kisiler arasindaki iliskilere de müdahale edilerek kadinlarin dans etmeleri bile, onun emri ile olmaktaydi. Nitekim bir defasinda, '... devlet yüksek yöneticilerinin de çagrili oldugu bir baloda üniformali subaylarin dansetmediklerini gördü. Gazi, bunun nedenini sordu. Komutanlardan biri, suçun her dansa çagriyi geri çeviren kadinlarda oldugunu söyleyince Mustafa Kemal, yüksek sesle topluluga söyle seslendi: 'Arkadaslar, dünyada subay üniformasi giymis bir Türk erkeginin dans önerisini geri çevirebilecek bir kadinin bulunabilecegini düsünemiyorum. Simdi emrediyorum! Hemen salona dagilin! Ileri Mars! Dans edin! ' emri üzerine, herkesin dans etmeye kalkismasi da, bu 'tek kisi'nin otoritesinin etkisini göstermesi bakimindan ilginç bir örnektir. Bu tür emirler sadece dans etmeyle de sinirli kalmiyordu. Nitekim, daha sonra ki dönemlerde ülkenin öncelikli tehdidi olarak ilan edilen ve 'Komünizm her görüldügü yerde basi ezilmelidir' sözü mensuplari için söylenen TKP'nin (Türkiye Komiünist Partisi) kurulmasi ile ilgili ilk emir de yine Mustafa Kemal tarafindan verilmisti. Buna gerekçe olarak da, Talat Pasa'ya yazdigi mektupta da belirtildigi gibi, 'gerekirse bolsevizmi de biz kurariz' seklindeki Mustafa Kemal'in konjonktürel ve pragmatik anlayisi idi! .. Mustafa Kemal bu güçlü ülkelerden yana görünme anlayisini, ülke içinde gücü/hakimiyeti tek basina ele geçirinceye ve ülke disinda ise himayesine girdigi ülkenin güçlülügü netlesinceye kadar devam ettirmistir. H. Edip Adivar'in da belirttigi gibi Mustafa Kemal, gücü ele geçirdikten sonra, emirlerine itirazsiz uyulmasini ve kendisine karsi hiçbir elestiri geti-rilmemesini açikça belirtiyordu. Nitekim, H.E. Adivar ile bir konusmasinda, 'Herkes benim verdigim emri yapmalidir... Ben hiçbir elestiri, hiçbir fikir istemiyorum... Yalniz emirlerimin yerine getirilmesini...' istiyorum seklindeki sözlerinden de bu durum açikça görülüyordu. Mustafa Kemal, ölünceye kadar da, bu tavrini devam ettirmis ve iradesine -en yakin arkadaslari dahil- hiç kimseyi ortak olarak kabul etmemistir. Buna yeltenenlerin ise, maalesef politik hayatlari da, sosyal hayatlari da hüsranla sona ermistir. Kazim Karabekir, Rauf Orbay ve arkadaslari ile ünlü hatip onbasi Halide Edip Adivar'in -son dönemde de Ismet Inönü'nün- basina gelenler, Mustafa Kemal'in bu tavrinin ilginç örneklerinden sadece birkaç tanesidir.

  • ismet inönü13.07.2005 - 19:42

    Millî Mücadele'nin Eskisehir Kütahya muharebeleri, adca Altintas Bozgunu, üzerinde durulmasi gereken pek mühim bir mevzudur. Ve bu müdhis bozgun, Garp Cephesi Kumandani îsmet (înönü) Pasa'nin tamamen aleyhinedir.

    Nasil kazanildigina ve kimin kazandigina daha evvel temas ettigimiz Birinci ve îkinci Inönü savasla'rindan sonra Yunanlilar'm umumî bir taarruzu bekleninekteydi. Yunanistan «Usak ve Bursa grublarini, kusatici bir hareketle, meydan muharebesi sahasinda birlestirecek ve kesin sonuç alacakti. Iki defa deneninis olan, înönü avzilerine cepheden taarruz plani artik terkedilmisti. Bursa grubu, înönü'ye dogru taarruza geçerken, daha kuvvetli olan Usak grubu, Afyon-Kütahya üzerinden genis bir kusatma hareketiyle Eskisehir'in, gerisine düsecek ve Ankara yolunu kesecekti. Plan uygulanabildigi takdirde Yunan ordusunun genis kusatma hareketi, Türk ordusunun ya toptan yok edilmesi, yahut teslim olmasiyla sonuçlanacakti., Ayrica, Eskisehir ve Afyon gibi iki demiryolu dügüm noktasinin zapti, Konya ve Ankara bölgelerinin birbirleriyle ve diger bölgelerle olan baglantisini kesecekti. Bütün bu tasavvurlarin gerçeklesmesiyle Ankara hükümetinin, baris sartlarini kabul etmek zorunda kalacagi umuluyordu.»

    Yunanlilarin bu plan pesinde kostuklari günlerde Garb Cephesi'nin Refet Bele Pasa kumandasindaki Güney Cephesi kaldirilmis olup Garp Cephesi birlikleri tamamen îsmet (înönü) Pasa eline verilmistir.

    îsmet înönü hakkinda «îkinci Adam» adiyla üç cilt kitap yazan Sevket Süreyya Aydemir, Altintas bozgunundan îsmet Pasa'yi temize çikarmak gayretiyle bazi rakamlar verip Yunan kuvvetlerinin çoklugundan bahsederse de, o günlerde Garb Cephesi yeniden kurulan ve baska cephelerden kaydirilan birliklerle takviye edilmis olup îzzeddin (Çalislar) , Kemaleddm Sami, Ayici Arif, Deli Halid Pasa gibi degerli kumandanlar ismet Pasa emrindedir.

    Yunan Taarruzu

    Yunanistan'in tasarladigi taarruz planinin tatbikine adeta bütün devlet erkani katildi. Krali, Basbakani, Genelkurmay Baskani, Bakanlardan bazilari hep Anadolu'ya geçti. Ve Kral Atina'dan ayrilmadan evvel bir beyanname yayinladi! .. Diyordu ki, Kral bu beyannamede:

  • ismet inönü13.07.2005 - 19:42

    Ordunun basina geçmek için hareket ediyorum. Asirlardanberi Yunanliligin mücadele etmekte oldugu o topraklarda, mukaddes zafere dogru karsisinda durulamaz bir sekilde ilerleyen irkimizin muharebelerini taçlandiracagiz. Bugün, bu vilayetlerdeki hakimiyyetimiz, eski zamanlardaki cedlerimiz gibi en yüksek hürriyet, müsavat ve adalet ideallerinin gerçeklesmesini saglayacakti.

    Böyle taçlandirilacak savaslar sayiklayan Yunanlilar'in taarruzu 10 Temmuz 1921 günü baslayip 25 Temmuz'a kadar araliksiz on bes gün devam etti. 16 Temmuz günkü Yunan taarruzunda sol kanadimiz bozulup ordumuz büyük bir tehlikeye maruz kaldi. Bu arada orduda pek sevilen Kurmay Yarbay Nazim Bey sehid düstü ve cenazesi Ankara'ya götürülüp büyük merasimle kaldirildi. Garb Cephesi Kumandani îsmet (înönü) Pasa da, bu savaslardaki ilk geri çekilme emrini sol kanadin bozulmasini müteakib verdi! . Bu geri çekilme 17, 18, 19 Temmuz günleri de devam etti. 21 Temmuz günü Eskisehir'i geri almak gayesiyle yapilan taarruzumuz bir netice vermedi. Ve nihayet birliklerimiz 25 Temmuz aksamina kadar Sakarya gerisine çekildi. Cephe karargahi da, 24 Temmuz'da Polatli'ya nakledildi.

    Millî Mücadele'yi pek nazik bir noktaya getiren Altintas Bozgunu budur... 1522 sehid, 4714 yarali verdigimiz bu bozgundan sonra simaran ve «Türk birliklerinin geriye kalanlarinin da tamamen dagilmasi çok sürmeyecektir» diye beyanat veren Yunan askerî erkani, Altintas Bozgunu'ndan hemen sonra Sakarya'da korkunç bir maglubiyete ugrayacak ve biz Büyük Zafer'e dogru esasli bir adim atacagiz.

    Ancak, Sakarya Meydan Muharebesinde, îsmet (înönü) Pasa «fiilen yoktur»! . Yanlis sevk-ü idaresiyle Altintas Bozgunu'na sebeb olan îsmet Pasa, Sakarya Savasi'nda da. bir tahta sandalye üstünde uyuya kalmistir! .

    Bozgun Olayi Meclisde

    Altintas Bozgunu'nun ne derece mühim oldugunu ve aci neticesiyle nelere sebep oldugunu tesbit bakimindan hemen kaydedelim ki, Büyük Millet Meclisi 23 Temmuz 1921 günü ilk üçü gizli olmak üzere dört celse akd' etmis ve bu gizli görüsmelerde «rengi uçmus, feras olmamis, kimbilir kaç gündür uykusuzluktan gözlerinin etrafi halka halka, elbisesi toz toprak içinde perisan kiyafetle» kürsüye çikan îcra Vekilleri Reisi (Basbakan) ve Erkan-i harbiye-i Umumiye Reisi (Genel Kurmay Baskani) Fevzi (Çakmak) Pasa, o günlerdeki aci durumu söyle anlatmistir:

    «— Arkadaslar! Tarihî günler yasiyoruz. Yunanlilar'm çok üstün kuvvetle yaptiklari taarruza karsi asker ve subaylarimiz insanüstü bir gayretle kahramanca çarpistilar. Harb çok kanli oldu. Agir zayiata ugradik. Biz sehir, bölge harbi yapmiyoruz, hedefimiz nihaî zaferdir. Ordumuz stratejik bakimdan en müsait yerde harbe devam edecektir. Askerî noktadan en emin yerde harbedecegiz. Hükümetimiz namina Ankara'yi bir hafta zarfinda tahliye etmeye, hükümet merkezini Kayseri'ye nakletmeye karar verdik. Simdiden hazirliga baslamanizi rica ederim.»

    Fevzi Pasa'nin bu izahati Meclis'de «top gibi patlamis», pek çok milletvekili kürsüye gelip konusarak «açik, gizli ne varsa hepsi 'ortaya dökülmüs», «Orduyu bu hale getiren kumandanlari cezalandirmak» teklifi ortaya atilmis, bütün bu konusmalardan sonra tekrar söz alan Fevzi Pasa:

    «— Memleket müdafaasinda tamamen sizinle ayni fikirdeyim. Staretejik kumanda hatasina gelince, Erkan-i harbiye-i Umumiye Reisi olmakla bizzat ben mes'ulüm. Hiçbir kumandan bundan mes'ul tutulamaz. Vereceginiz cezayi sahsen simdiden kabul ettigimi arzederim» demisse de, Meclis'deki umumî kanaat «Fevzi Pasa'nin hiçbir kusuru olmadigi» yolundadir. Biina ragmen bu konusma, bir yumusama havasi dogurmus ve bu mevzuda kimse söz alip kürsüye çikmamistir. Neticede, cepheye

  • ismet inönü13.07.2005 - 19:41

    Meclis'den bir hey'et gönderilmesi, Ankara'nin müdafaasma hazirlanilmasi, Meclis çalismalarina araliksiz devam edilmesi ve bazi evrakin Kayseri'ye naklinde hükümetin serbest oldugu yolunda, karar alinmistir.

    Meclis'in cepheye gönderdigi on dört kisilik hey'ette Dr. Riza Nur.da vardir. Riza Nur cephedeki tetkikattan sonra yazdiklanyla hatiratinda Ismet Pasa'yi pek fena hirpalamistir! .

    Ali Fuad (Cebesoy) Pasa ise, Altintas Bozgunu'ndan sonra Mustafa Kemal Pasa'ya sorar:

    «— Eger düsman Kütahya ve Eskisehir civarinda yenilmis olsaydi, netice ne olurdu? .»

    Mustafa Kemal Pasa'nin cevabi mühimdir. Der ki:

    «— Bu takdirde, lehimize bir baris anlasmasini Batililara kabul ettirmek belki daha evvel mümkün olabilirdi.

    Nitekim, Sakarya zaferinden sonra Batililarin ileriye sürdükleri sartlar, mesru ve hakli davamizi te'min edecek mahiyyette olmamakla beraber, birkaç defa bize mütareke ve müsalaha teklifinde bulunmuslardir.»

    Fevzi (Çakmak) Pasa'nin söyledikleri ise acidir! . Ankara'daki Ziraat mektebinde bulunan dairesinde, basini iki elinin arasina almis yeis içinde düsünen Fevzi Pasa'ya sorulur:

    «— Pasa, ne haber? .»

    Fevzi Pasa üstü haritalarla dolu masasindan basini kaldirarak» cevap verir:

    «— Ismet, eline verdigim gül gibi kuvvetleri mahv ve perisan etti! .»

    Halide Edib Adivar'da, o müdhis bozgundan bahisle der ki:

    «— Eskisehir'den döndükten sonra karargahta bir saat kadar çahstim. Sonra eve gitmek için Dr. Adnan (Adivar) 'i ararken, sesini duydugum bir odaya girdigim vakit, Mustafa Kemal Pasa ile konustugunu gördüm. Ikisi de, odanin ortasinda ayakta duruyordu. Pasa'nin yüzü sapsari idi. Iç ayaklanmalarin en kötü günlerindeki kadar endise içinde idi.

    Içeri girdim, el sikistiktan sonra, bu durumdan ne kadar müteessir oldugumu söyledim. Bana, bir fincan kahve içip, Eskisehir'de dövüsen Ismet Pasa'dan gelecek haberleri beklememi söyledi. Oturdum. Nihayet neticeyi ögrendik.

    Mustafa Kemal Pasa, yaverin durmadan getirdigi haberlerin hepsine sögüyordu. Nihayet sabah oldu. Mustafa Kemal Pasa:

    «— Ismet, Eskisehir savasini kaybetti» dedi. Altintas Bozgunu, sayfalarimizin müsaadesi nisbetinde aydinlatmaya çalistigimiz gibi Millî Mücadele'nin pek mühim bir safhasidir ve görüldügü üzere tamamen Ismet (Inönü) Pasa aleyhinedir! .

  • mustafa kemal atatürk13.07.2005 - 19:39

    Mustafa Kemal, Küçük Mabeyn'de Sultan Vahdettin'le yaptigi son görüsmeyi (15 Mayis 1919) , sonradan Cumhuriyet devrinde söyle anlatmistir:

    'Yildiz Sarayi'nin ufak bir salonunda Vahdettin'le adte diz dize denecek kadar yakin oturduk. Saginda, dirsegini dayamis oldugu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Bogaziçi'ne dogru açilan pencerelerinden gördügümüz manzara su: Birbirine muvazi hatlar üzerinde düsman zirhlilari, bordalarindaki toplar sanki Yildiz Sarayi'na dogrulmustu....Manzarayi görmek için, oturdugumuz yerlerden baslarimizi saga, sola çevirmek kafi idi.
    Vahdettin hiç unutmuyacagim su sözlerle konusmaya basladi:
    - Pasa, pasa, simdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunlarin hepsi tarihe geçmistir. Bunlari unut. Asli simdi yapacagin hizmet hepsinden mühim olabilir. Pasa, pasa devleti kurtarabilirsin! dedi.
    - Hakkimdaki teveccüh ve itimadi arz-i tesekkür ederim, elimden gelen hizmette kusur etmiyecegime emniyet buyrunuz, dedim.

    Sonra:
    - Merak buyurmayiniz efendimiz, dedim, nokta-i nazar-i sahanenizi anladim. Irade-i seniyye olursa hemen hareket edecegim ve bana emir buyuruklarinizi bir an unutmuyacagim.
    - Muvaffak ol! Hitab-i sahanesine mazhar olduktan sonra huzurundan çiktim.

    Seryaver Naci Pasa koridorda elinde ufak bir mahfaza içinde bir sey tutuyordu:
    - Zat-i Sahane'nin ufak bir hatirasi, dedi.

    Kapagin üstünde Vahdettin'in inisyalleri islenmis bir saatti.
    - Peki, tesekkür ederim, dedim.

    Saati yaverim aldi. Sonra Yildiz Sarayi'ndan çiktigimiz ve hareket etmek üzere oldugumuzu gizlemek, saklamak ister gibi bir ihtiyatle, ayaklarimzin patirtisini isizmekten korkarak, saraydan uzaklastik'