4 eylül 1919 Sivas Kongresinde, daha 1 yıl önce Atatürk ve arkadaşları 'Manda ve himaye kabul edilemez' demişlerdi. Ancak İngilizler ve Osmanlı yönetimindeki işbirlikçileri tarafından Ağustos 1920de imzalandı.
Üzerinde 10 Ağustos 1920 tarihi olan lakin Türkiye(Ankara-TBMM-Atatürk) hükümetinin asla tanımadigi ve reddettiği, Britanya imparatorlugu, Fransa, İtalya, Japonya, Ermenistan, Belcika, Yunanistan, Polonya, Portekiz, Romanya, Çekoslavakya ve Osmanli İmparatorluğu arasında imzalanan sözde barış(!) antlaşması.
Prof. Dr. Afet İnan'ın, Atatürk'ün Büyük Söylevi'nin 50. Yılı Semineri'nde sunduğu 'Atatürk'ün Büyük Nutku'nun Müsveddeleri Üzerinde Arkadaşlarının Eleştirilerini Dinlemesi ve Gençliğe Seslenişi' başlıklı bildirinin 'Gençliğe Sesleniş' ile ilgili bölümü: (İnan, bildirisinde, Atatürk'ün, 1 Temmuz 1927'de Dolmabahçe Sarayı'na geldiğini ve o tarihten sonra her gece yakın arkadaşlarıyla toplanarak Nutuk'un müsveddelerini okuduğunu ve üzerinde tartışma açtığını belirtmektedir.)
'Şimdi benim tanık olduğum olay şöyle. Sıcak bir yaz gününün gecesi; Atatürk'ün çevresinde daha kalabalık bir aydınlar topluluğu vardı.
O, adeta arkadaşlarına bir sürpriz hazırlamanın sevinci içinde 'oturunuz ve dinleyiniz' dedi. Nutuk’un sonuna koyacağı satırları yüksek sesle okumaya başladı.
Dinleyicilerin nefes dahi almadıklarını sanıyorum, yahut bana öyle geldi; çünkü ben kendimi öyle hissediyor ve milli bir heyecanın etkisinde yaşıyordum. Bütün milli mücadelenin tarihi olan Nutuk, bu satırlarla son bulacaktı.
Atatürk, bu metni okuyup bitirdiği zaman, derin bir nefes almış, fakat iki damla gözyaşını da bizlerden saklamamıştı. Bunu da gayet iyi hatırlıyorum.
Fakat okuduktan sonra şöyle bir durum oldu. Bu Gençliğe Hitabe okunduğu akşam tarih olmuş olaylar, konuşma konusu değildi.
Atatürk, coşmuş konuşuyor ve başkalarına konuşma fırsatı vermiyordu. O, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği üzerinde duruyordu. Tarihi yaşadığımız gibi yazdık; fakat geleceği cumhuriyete inananlara onu koruyanlara ve yaşatacak olanlara emanet etmek gerekiyor diyordu.
Gençliğe Hitabe yazısını ilk dinleyenlere methetmek fırsatını dahi verdiğini hatırlamıyorum. Zaten methedilmeyi pek sevmezdi. Bir gün, bu arada söyleyeyim, 'Beni methetme sözlerini bırakınız, gelecek için neler yapacağız onları söyleyin' demişti. Sözleri hala bugün dahi kulaklarımda akisler yapmaktadır: 'Gençliği yatıştırınız. Onlara ilim ve irfanın müsbet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler uygulamaya geçtiği vakit, Türk milleti yükselecektir' diye telkinlerde bulundu. O,Türk gençliğinin sağduyusuna, milliyetçiliğine, vatan sevgisine inandığını ve onlara güvendiğini söylüyordu.
505-506 sayfa numarasını taşıyan bu son yapraklarda (müsveddeler) hemen hiçbir düzeltme yoktur. Yazı Atatürk’ündür. Üç yerdeki düzeltme ise yazarken yapılmıştır. Evvela 'Ey Türk Genci' denmiş; fakat hemen genci kelimesi silinerek 'gençliği' olarak düzeltilmiştir. İkincisi ise 'Galipler cebren ve hile ile' cümlelerini başındaki 'galipler' kelimesini silmiştir. Fakat en sonunda yarım bıraktığı bir cümle var 'Efendiler' diyor. 'Son kuvvetini kendi mefkuresinden ve damarlarında bulan Türk evladının elinde istiklal ve cumhuriyetin ilanihaye mafhuz ve masun olacağına ve sancağımızın itibarı daima yüksek bulunacağına' demiş, onu bitirmeden burada kesmiş.'
(Atatürk'ün Büyük Söylevi'nin 50. Yılı Semineri, Bildiriler ve Tartışmalar, Türk tarih Kurumu Yayınları, Ankara-1980)
12 Eylül döneminde sıkıyönetim askeri mahkemelerince 517 sanığa idam cezası verildi. Askeri Yargıtay’ın onayladığı idam kararlarının sayısı 124 oldu. Bunlardan, MGK’nın onayladığı ve onay sonrası hemen infazı yapılan 50’si dışındakiler için cezalar fiilen müebbet hapse dönüştü.
Mumcu öldürüldükten sonra, kendisini hedef haline getirebilecek yazıları üzerinde yeniden düşünülmeye başlandı. Mumcu'nun faili meçhul cinayetler konusunda yazdıklarından bazıları şöyle: 'Bu iki örgütün (PKK ve Hizbullah) birbiriyle bağdaşması olanaksız gibi görülüyorsa da, 1990'da PKK ile Hizbullah arasında yakınlaşmalar olduğu biliniyor. PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Almanya'da yayınlanan örgütün yayın organı Serxwebun adlı gazetede 1990 Kasım sayısında yayınlanan 'Kürdistan'da Türklük, İslamiyet ve Ulusal Kurtuluşçuluk' yazısında şu görüşleri savunmuştu: 'Dinin anti - emperyalist, anti - sömürgeci bir temelde ve halkın tarihi geleneklerine uygun bir mücadele aracı olarak kullanılmasına önayak olmak gerekir. Gerekli örgütlenmeleri yapmalıyız. Tarikatlara ve mezheplere ulaşmalıyız'' (Milliyet 21 Şubat 1992) 'Turan Dursun'u kimler öldürdü? Kimlerin öldürdüğü ad ad bilinmiyor. Belki katillerin kimlikleri hiç bilinmeyecek de. Ama İslam dinini eleştiren bir eski din adamını kimlerin niçin öldürecekleri herhalde biliniyor. Katiller büyük olasılıkla İslamcı terör örgütlerinin militanlarıdır. Bu örgüt 'Hizbullah' örgütü müdür, 'İslami Cihad' mı, 'Türkiye İslami Kurtuluş Cephesi' mi, yoksa adı duyulmamış bir başka örgüt mü? ' (Cumhuriyet 6 Eylül 1990) 'Dünyada terör yöntemleri kullanan İslamcı örgütler yok mu? Mısır'daki 'Müslüman Kardeşler' var, İran kökenli 'Hizbullah' var. Bunların Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun ve Bahriye Üçok cinayetleri ile ilgileri var mı? Öldürülenlerin kimlikleri, yaşamları boyunca uğruna savaştıkları ilkeler, bu cinayetlerin İslamcı terör örgütlerince işlendikleri kuşkusunu doğruyor' (Cumhuriyet 2 Kasım 1990)
'İşçi sınıfı yaratıcı sınıftır. İşçi sınıfı bir ülkede maddi refahın gerektirdiği herşeyi üretir, iktidar işçi sınıfının elinde olmadığı sürece, işçi sınıfı, iktidarın sömürücü toprak sahiplerinin, haksız kazanç sağlayanların, tekellerin, yerli ve yabancı çıkar gruplarının elinde kalmasına izin verdikçe, silahlar işçi sınıfının değil de, çıkar gruplarına hizmet edenlerin elinde oldukça, bu çıkar gruplarının ziyafet sofralarından dökülmesine gözyumduğu kırıntılar ne denli çok olursa olsun, işçi sınıfı yoksul bir hayat sürmeye zorlanacaktır.” Fidel Castro
En azından, söylemleriyle yıllardır bu kadar büyük tepkiler topladığını görünce kendilerine çeki-düzen vermeleri gerekirdi.Eğer bir parti en çok desteklendiği, güçleniği önemde bile %6 oy oranını geçemiyorsa ve % 5-6 civarında takılıp kaldıysa, yeni söylemler geliştirmeli, nerede hata yapıyoruz diye düşünmeli.
Bir parti sadece dini söylemlerle, sadece etnik söylemlerle, sadece laik söylemlerle ancak toplumun bir kısmının sevgisini kazanabilir.Eğer TÜM ÜLKENİN yönetiminde söz sahibi olmak istiyorsa, tüm ülke vatandaşlarının benimseyebileceği şeyler söylemeli.İnatla bir KİTLE PARTİSİ olarak kalmamalı.Ama DEHAP artık kendini 'PKKya terörist demeyen kürtçü kitle partisi' konumuna getirmiştir.
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futolcuları listesinde belki ilk 100'e bile giremez, ama dünyanın en popüler olmuş futbolcusu, en çok kazanan futbolcusu.Kapitalizmin süslü paketi.
4 eylül 1919 Sivas Kongresinde, daha 1 yıl önce Atatürk ve arkadaşları 'Manda ve himaye kabul edilemez' demişlerdi. Ancak İngilizler ve Osmanlı yönetimindeki işbirlikçileri tarafından Ağustos 1920de imzalandı.
İngilizlerin Osmanlı'yı demokratikleştirme isteklerinin ürünü. Bakınız:ABD,Bush,Irak savaşı...
Üzerinde 10 Ağustos 1920 tarihi olan lakin Türkiye(Ankara-TBMM-Atatürk) hükümetinin asla tanımadigi ve reddettiği, Britanya imparatorlugu, Fransa, İtalya, Japonya, Ermenistan, Belcika, Yunanistan, Polonya, Portekiz, Romanya, Çekoslavakya ve Osmanli İmparatorluğu arasında imzalanan sözde barış(!) antlaşması.
2.pop starın galibi.
Prof. Dr. Afet İnan'ın, Atatürk'ün Büyük Söylevi'nin 50. Yılı Semineri'nde sunduğu 'Atatürk'ün Büyük Nutku'nun Müsveddeleri Üzerinde Arkadaşlarının Eleştirilerini Dinlemesi ve Gençliğe Seslenişi' başlıklı bildirinin 'Gençliğe Sesleniş' ile ilgili bölümü:
(İnan, bildirisinde, Atatürk'ün, 1 Temmuz 1927'de Dolmabahçe Sarayı'na geldiğini ve o tarihten sonra her gece yakın arkadaşlarıyla toplanarak Nutuk'un müsveddelerini okuduğunu ve üzerinde tartışma açtığını belirtmektedir.)
'Şimdi benim tanık olduğum olay şöyle. Sıcak bir yaz gününün gecesi; Atatürk'ün çevresinde daha kalabalık bir aydınlar topluluğu vardı.
O, adeta arkadaşlarına bir sürpriz hazırlamanın sevinci içinde 'oturunuz ve dinleyiniz' dedi. Nutuk’un sonuna koyacağı satırları yüksek sesle okumaya başladı.
Dinleyicilerin nefes dahi almadıklarını sanıyorum, yahut bana öyle geldi; çünkü ben kendimi öyle hissediyor ve milli bir heyecanın etkisinde yaşıyordum. Bütün milli mücadelenin tarihi olan Nutuk, bu satırlarla son bulacaktı.
Atatürk, bu metni okuyup bitirdiği zaman, derin bir nefes almış, fakat iki damla gözyaşını da bizlerden saklamamıştı. Bunu da gayet iyi hatırlıyorum.
Fakat okuduktan sonra şöyle bir durum oldu. Bu Gençliğe Hitabe okunduğu akşam tarih olmuş olaylar, konuşma konusu değildi.
Atatürk, coşmuş konuşuyor ve başkalarına konuşma fırsatı vermiyordu. O, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği üzerinde duruyordu. Tarihi yaşadığımız gibi yazdık; fakat geleceği cumhuriyete inananlara onu koruyanlara ve yaşatacak olanlara emanet etmek gerekiyor diyordu.
Gençliğe Hitabe yazısını ilk dinleyenlere methetmek fırsatını dahi verdiğini hatırlamıyorum. Zaten methedilmeyi pek sevmezdi. Bir gün, bu arada söyleyeyim, 'Beni methetme sözlerini bırakınız, gelecek için neler yapacağız onları söyleyin' demişti. Sözleri hala bugün dahi kulaklarımda akisler yapmaktadır: 'Gençliği yatıştırınız. Onlara ilim ve irfanın müsbet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler uygulamaya geçtiği vakit, Türk milleti yükselecektir' diye telkinlerde bulundu. O,Türk gençliğinin sağduyusuna, milliyetçiliğine, vatan sevgisine inandığını ve onlara güvendiğini söylüyordu.
505-506 sayfa numarasını taşıyan bu son yapraklarda (müsveddeler) hemen hiçbir düzeltme yoktur. Yazı Atatürk’ündür. Üç yerdeki düzeltme ise yazarken yapılmıştır. Evvela 'Ey Türk Genci' denmiş; fakat hemen genci kelimesi silinerek 'gençliği' olarak düzeltilmiştir. İkincisi ise 'Galipler cebren ve hile ile' cümlelerini başındaki 'galipler' kelimesini silmiştir. Fakat en sonunda yarım bıraktığı bir cümle var 'Efendiler' diyor. 'Son kuvvetini kendi mefkuresinden ve damarlarında bulan Türk evladının elinde istiklal ve cumhuriyetin ilanihaye mafhuz ve masun olacağına ve sancağımızın itibarı daima yüksek bulunacağına' demiş, onu bitirmeden burada kesmiş.'
(Atatürk'ün Büyük Söylevi'nin 50. Yılı Semineri, Bildiriler ve Tartışmalar, Türk tarih Kurumu Yayınları, Ankara-1980)
12 Eylül döneminde sıkıyönetim askeri mahkemelerince 517 sanığa idam cezası verildi. Askeri Yargıtay’ın onayladığı idam kararlarının sayısı 124 oldu. Bunlardan, MGK’nın onayladığı ve onay sonrası hemen infazı yapılan 50’si dışındakiler için cezalar fiilen müebbet hapse dönüştü.
Mumcu öldürüldükten sonra, kendisini hedef haline getirebilecek yazıları üzerinde yeniden düşünülmeye başlandı. Mumcu'nun faili meçhul cinayetler konusunda yazdıklarından bazıları şöyle:
'Bu iki örgütün (PKK ve Hizbullah) birbiriyle bağdaşması olanaksız gibi görülüyorsa da, 1990'da PKK ile Hizbullah arasında yakınlaşmalar olduğu biliniyor. PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Almanya'da yayınlanan örgütün yayın organı Serxwebun adlı gazetede 1990 Kasım sayısında yayınlanan 'Kürdistan'da Türklük, İslamiyet ve Ulusal Kurtuluşçuluk' yazısında şu görüşleri savunmuştu: 'Dinin anti - emperyalist, anti - sömürgeci bir temelde ve halkın tarihi geleneklerine uygun bir mücadele aracı olarak kullanılmasına önayak olmak gerekir. Gerekli örgütlenmeleri yapmalıyız. Tarikatlara ve mezheplere ulaşmalıyız'' (Milliyet 21 Şubat 1992)
'Turan Dursun'u kimler öldürdü? Kimlerin öldürdüğü ad ad bilinmiyor. Belki katillerin kimlikleri hiç bilinmeyecek de. Ama İslam dinini eleştiren bir eski din adamını kimlerin niçin öldürecekleri herhalde biliniyor. Katiller büyük olasılıkla İslamcı terör örgütlerinin militanlarıdır. Bu örgüt 'Hizbullah' örgütü müdür, 'İslami Cihad' mı, 'Türkiye İslami Kurtuluş Cephesi' mi, yoksa adı duyulmamış bir başka örgüt mü? ' (Cumhuriyet 6 Eylül 1990)
'Dünyada terör yöntemleri kullanan İslamcı örgütler yok mu? Mısır'daki 'Müslüman Kardeşler' var, İran kökenli 'Hizbullah' var. Bunların Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun ve Bahriye Üçok cinayetleri ile ilgileri var mı? Öldürülenlerin kimlikleri, yaşamları boyunca uğruna savaştıkları ilkeler, bu cinayetlerin İslamcı terör örgütlerince işlendikleri kuşkusunu doğruyor' (Cumhuriyet 2 Kasım 1990)
'İşçi sınıfı yaratıcı sınıftır. İşçi sınıfı bir ülkede maddi refahın gerektirdiği herşeyi üretir, iktidar işçi sınıfının elinde olmadığı sürece, işçi sınıfı, iktidarın sömürücü toprak sahiplerinin, haksız kazanç sağlayanların, tekellerin, yerli ve yabancı çıkar gruplarının elinde kalmasına izin verdikçe, silahlar işçi sınıfının değil de, çıkar gruplarına hizmet edenlerin elinde oldukça, bu çıkar gruplarının ziyafet sofralarından dökülmesine gözyumduğu kırıntılar ne denli çok olursa olsun, işçi sınıfı yoksul bir hayat sürmeye zorlanacaktır.”
Fidel Castro
En azından, söylemleriyle yıllardır bu kadar büyük tepkiler topladığını görünce kendilerine çeki-düzen vermeleri gerekirdi.Eğer bir parti en çok desteklendiği, güçleniği önemde bile %6 oy oranını geçemiyorsa ve % 5-6 civarında takılıp kaldıysa, yeni söylemler geliştirmeli, nerede hata yapıyoruz diye düşünmeli.
Bir parti sadece dini söylemlerle, sadece etnik söylemlerle, sadece laik söylemlerle ancak toplumun bir kısmının sevgisini kazanabilir.Eğer TÜM ÜLKENİN yönetiminde söz sahibi olmak istiyorsa, tüm ülke vatandaşlarının benimseyebileceği şeyler söylemeli.İnatla bir KİTLE PARTİSİ olarak kalmamalı.Ama DEHAP artık kendini 'PKKya terörist demeyen kürtçü kitle partisi' konumuna getirmiştir.
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futolcuları listesinde belki ilk 100'e bile giremez, ama dünyanın en popüler olmuş futbolcusu, en çok kazanan futbolcusu.Kapitalizmin süslü paketi.